Doğan Özgüden’in Anılarının Gösterdikleri (Bir Ant Dergisi değerlendirmesi)

Mesele, Ocak 2016, sayı: 109

 

Doğan Özgüden, ‘Vatansız’ Gazeteci, cilt:1(Sürgün Öncesi), Belge Yayınları, 2010

 

 

Doğan Özgüden’in değerli anılarını yayınlandıktan ancak beş yıl sonra, www.gunzileli.com sitesini izleyen bir arkadaşın kitabı bana göndermesiyle okumak elbette benim açımdan eleştirilmesi gereken bir noktadır. Nasıl oldu da bu anılardan bu kadar geç haberdar oldum, bilmiyorum. Oysa 1967 yılında yayınlanmaya başlayan Ant dergisini ve Ant yayınlarını yakından izler, Doğan Özgüden’i tanır ve takdir ederdim.

 

Neyse, beş yıllık bir gecikmeyle de olsa Doğan Özgüden’in anılarını okumam çok iyi oldu. O dönemle ilgili birçok noktanın kafamda daha da berraklaşmasını sağladı.

 

Doğan Özgüden’in, 1936-1971 yıllarını kapsayan anıları farklı açılardan okunabilir. Örneğin, bu anıları, 1950-1960 dönemlerinin sol gazeteciliği açısından okumak mümkün. Özellikle 1960-61 yıllarındaki Öncü, 1964-66 yıllarındaki Akşam gazeteleriyle, 1967-71 yıllarındaki Ant dergisi ve yayınları deneyimleri açısından. Sonuç olarak bu anılar, özellikle 1960 yıllardaki sol gazetecilik ve yayıncılık deneyimlerine güçlü bir ışık tutmaktadır.

 

Öte yandan, anılar, özellikle Ant haftalık dergisinin ve Ant yayınlarının serüvenini izleyerek 1960’lı yılların sol hareketinin gelişmesi ve iç çatışmaları açısından da okunabilir. Ben daha çok bu ikinci okumayı tercih edeceğim.

 

Hemen baştan söyleyeyim ki, Doğan Özgüden’in ve eşi inci Tuğsavul’un yönettiği Ant dergisi, Türkiye solunun o müthiş iç çatışmalar ve bölünmeler ortamı içinde görece en doğru yönelimi temsil etmektedir. Aynı zamanda bu dergi, Türkiye 1960’li yıllarda zirveye ulaşan, esas olarak 1930’lular kuşağına dayanan Kürt ve Türk sol entelijensiyasının da yayın alanındaki temsilcisi olarak nitelenmeyi hak etmektedir. Belki o gün bunun farkında değildik, fakat 45 yıl sonra bugün bunun saptanması gerekmektedir. Zaten bu tür toplumsal olgularda neyin ne olduğu ancak aşağı yukarı 50 yıl sonra ortaya çıkar. Nasıl, anarşizmin tezlerinin doğruluğu, Troçkizmin Stalinizm karşısındaki görece haklılığı ancak yıllar sonra anlaşılabilmişse.

 

 

TİP Yönetiminden Sol Entelijensiyasına Engel

 

Yeni parti programı hazırlandıktan sonra TİP’in 1. Büyük Kongresi Şubat 1964’te İzmir’de toplanır. Kongrede, Behice Boran ve çevresi, parti içindeki çift sandık uygulamasına dayanarak (tüzükteki bir maddeye göre işçiler ve aydınlar ayrı ayrı oylanmaktadır ve yönetim organlarında işçilerin veya işçi kökenli sendikacıların yarıdan fazla temsil edilmesi gerekmektedir)  aydınları önemli ölçüde geri plana iterler.

 

Fethi Naci, bu durumu Doğan Özgüden’e şöyle anlatır:

 

“Boran takımı muhalefet ettiğinden ancak yedek üye olabildim. İşçi ve aydın ayrımı yapılarak çift sandık sistemi uygulandığından ben de dahil birçok sosyalist aydın genel yönetim kuruluna giremedi. Selahattin Hilav da…” (s. 327)

 

Bu, Kürt ve Türk sol entelijensiyasının büyük teveccüh gösterdiği TİP’teki ilk ayrılıktır. Bir kısım TİP’li aydın bu yönelime karşı ortak bir bildiri yayınlar ve Parti yönetimi tarafından tasfiye edilir. Tasfiye edilenler arasında, Doğan Özgüden, Fethi Naci, Demir Özlü, Edip Cansever, Muzaffer Buyrukçu, Ömür Candaş, İsmet Sungurbey gibi isimler vardır.

 

Doğan Özgüden’in anlattığına göre, bu tasfiyenin başını çekenler, Behice Boran, Nevzat Hatko ve Nihat Sargın’dır. Tasfiye için Mehmet Ali Aybar’ı da yanlarına çekmişlerdir.

 

 

Malatya 1966 Kongresi’nden Sonra Eski Komünistlere Engel

 

 

Doğan Özgüden anlatıyor:

 

“Çeviriyle uğraştığımız günlerde bir sabah Yaşar Kemal’den bir telefon geldi. Kasım 1966 sonlarında Türkiye İşçi Partisi’nin 2. Büyük Kongresi’nin yapıldığı Malatya’dan dönmüştü. Kongre’de yine birçok tatsız olaylar yaşanmış, özellikle Behice Boran ve Nihat Sargın’ın örgütteki Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı sempatizanı partililerin tasfiyesi için giriştikleri operasyon partiyi yeni bir krize sürüklemişti.” (s. 390)

 

Bu, parti içindeki ikinci tasfiye olayıdır ve görüldüğü gibi ikisi de partinin başındaki yöneticiler tarafından yürürlüğe konmuştur. Doğan Özgüden ve kısa süre kurulacak olan Ant dergisi bu ikinci tasfiye konusunda da doğru ve birleştirici bir tavır alır. Eski komünistler çevresinden 89 üyenin partiden atılmasına karşı çıkar.

 

“Kim hedef alınırsa alınsın parti içi tasfiyeciliğe karşı olduğumuz için 21 Kasım 1967’deki Ant’ta … TİP genel merkezine şu uyarıda bulunduk: ‘İtici değil birleştirici bir disiplin muhakkak ki parti bütünlüğünün korunmasında ve parti içi demokrasinin gerçekleştirilmesinde daha olumlu sonuçlar verecektir.’”

 

 

Sosyalist Gençliğe Engel

 

TİP yönetimi, sadece aydınlara ve eski komünistlere karşı değil, o dönem partiye aktivizm ve canlılık kazandıran gençliğe karşı da güvensizdi. Gençliğin aktivizmi her adımda yönetim tarafından engelleniyordu. Doğan Özgüden’den dinleyelim:

 

“Aybar-Boran-Aren yönetiminin 1. Kongre’den itibaren sosyalist gençliğe karşı gösterdiği güvensizlik ve hatta ilgisizlik, parti çizgisini pasifist bulan devrimci gençleri, partinin kara listeye aldığı Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı gibi eski TKP liderlerine yakınlaştırıyordu.” (s. 420)

 

Gençliğin mücadelesi konusunda Ant TİP yönetimini şöyle eleştiriyordu:

 

“Devlet artık devrimci gençliğe karşı alenen terörist bir saldırıya geçmişti. Bu durumda gençliğin pasif kalması, direnmemesi, protesto eylemlerine girişmemesi mümkün değildi… TİP yönetimi bu direnişe önderlik etmek yerine, ‘provokasyona düşmeyelim’ anlayışıyla kendisine yakın FKF üyesi gençlerin direniş eylemlerine katılmasını yasaklıyordu.” (s. 437-438)

 

Bununla bağlantılı olarak Doğan Özgüden TİP milletvekillerinin parlamentarist tutumunu şöyle eleştirmektedir:

 

“… milletvekili olmanın sağladığı olanaklar uzun süreden beri çoğu TİP milletvekillerini, arada bir Anadolu gezilerine çıkıyor olsalar da, genelde ‘parlamentarist’ bir tutuma sürüklemişti.” (s. 446)

 

MDD Çizgisi Karşısında Tutum

 

Ant dergisi TİP yönetimini eleştirmekle birlikte MDD çizgisine karşı da mesafeli ve eleştireldir. MDD’cilerin Kemalizmi savunan, orducu tutumunu hiçbir zaman benimsemez ve eleştirir. Üstelik, MDD’ye sözde karşı çıkan TKP Dış Bürosu’nun eleştirisi de buna dâhildir:

 

“Cuntacılarla bu yakınlaşma kısa bir süre sonra antikomünist eğilimi bilinen eski cuntacılardan Mucip Ataklı’nın başkanlığında Devrimci Güç Birliği’nin kurulmasına kadar varacaktı… Bu dönemde eski TKP’lilerin sosyalist ülkelere sığınmış olan Zeki Baştımar, İsmail Bilen ve Aram Pehlivanyan gibi karşıtları da gerek Bizim Radyo Yayınları’nda, gerekse bize gönderdikleri broşürlerde, özünde MDD’den farklı olmayan Ulusal Demokratik Devrim (UDD)propagandası yapıyorlardı.” (s. 421)

 

Doğan Özgüden, MDD-SD tartışmalarındaki tutumunu şöyle açıklıyor:

 

“Sosyalist devrime ancak belli aşamalardan geçtikten sonra ulaşılabileceği görüşü bana daha mantıklı görünmekle birlikte Kemalist ve militaristlerle neredeyse teslimiyete varan bir ittifakın sol hareketi dönüşü olmaz bir çıkmaza sürükleyeceğinden endişelendiğim için MDD hareketine mesafeliydim.” (s. 444)

 

“Ant’ta sık sık tartışıyorduk. Yön çizgisinin ve ondan esinlenen MDD hareketinin devrimin öncü gücü olarak gördüğü ordunun gerçekte egemen sınıfların bir baskı gücü olduğunu, hatta giderek bu oligarşiye organik bir şekilde entegre edildiğini ortaya koymak gerekiyordu… Kemalizm’in ve Türk Ordusu’nun ‘ilerici’ olduğuna dair Komintern’in dayattığı tezler, solun tüm kesimleri gibi bizleri de uzun süre etkilemişti.” (s. 464-465)

 

Ant, ne MDD’yi, ne de TİP yönetimini destekler, fakat hiziplerin dışında kalarak partinin bütünlüğünü savunur ve MDD’nin parti yıkıcısı tutumundan uzak durur. Keza, daha sonra Aybar kesimi ile Boran-Aren kesimi arasındaki ihtilafta da taraf tutmak yerine partinin birliğini savunur. Bunların hepsi örnek tutumlardır.

 

Uluslararası Plandaki Tutumu

 

1960 yıllar dünya komünist hareketindeki büyük Sovyet-Çin yarılmasının yaşandığı ve Türkiye soluna da yansıdığı yıllardı. Bunun yanı sıra Latin Amerika çizgisi diye bilenen Küba veya Che Guevara’nın temsil ettiği gerilla mücadelesi çizgisi, Sovyetler Birliği tarafından gayriresmi, Çin tarafından ise resmi olarak reddediliyordu. Keza, Stalin’in Komintern döneminden kalma anarşizm ve Troçkizm düşmanlığı, özellikle eski komünistler ve MDD çizgisi tarafından aynen Türkiye soluna da yansıtılmıştı.

 

Ant dergisinin bu konularda takındığı tavrın da, bugün baktığımız zaman en tutarlı tavır olduğunu görüyoruz. Ant, Çin-Sovyet ayrılığında taraf tutmaz, her iki tarafa da eleştirel bir mesafede durur. Öte yandan, Ant Yayınları, solun bütün kesimlerinde var olan o zamanki ağır anarşizm ve Troçkizm düşmanlığına yüz vermez; Troçkist teorisyen Mandel’in ve o zamanlar anarşizmi savunan John Bendit’in kitaplarını yayınlamakta bir sakınca görmez. Latin Amerika çizgisi diye anılan Che Guevara ve Castro’nun çizgisine de sempatiyle yaklaşır.

 

Dahası, Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı işgaline de karşı çıkar. 27 Ağustos 1968 tarihli Ant “Çek dramı” kapağıyla çıkar.

 

Kürt Meselesindeki Tutum

 

MDD hareketinin Kürt meselesindeki Türk milliyetçisi ve olumsuz tutumu bilinmektedir. Ant dergisi bu konuda da olumlu bir yönelim içinde olmuş, Mehmet Emin Bozarslan’ın Kürtçe çevirilerini basmış, Kürt gençlerinin kurduğu DDKO adlı örgüte olumlu yaklaşmış, İsmail Beşikçi’nin ve Kürt aydınlarının yazılarına sayfalarını açmıştır.

 

 

Yazının başındaki saptamamıza dönecek olursak, Ant’ın 1960’ların sol hareketinde, bütün tutumlarıyla esasen doğruya en yakın noktada olduğunu bir kere daha belirtelim. Evet ama, Ant bu doğru yönelimlerine rağmen, sol içi hizip kavgaları ortamında neden gereğince etkili olamamış, neden kendi çevresinde güçlü ve farklı bir sol oluşum yaratamamıştır? Etkili olmadığını söylemek istemiyorum. Elbette Ant kendine özgü tutumuyla önemli bir etki de yapmış, bir anlamda sol entelijensiyanın ve solcu gençliğin özlemlerinin temsilcisi olmuştur, fakat son tahlilde bu, örgütsel bir etkiye dönüşememiştir, neden?

 

Bu çok daha geniş bir tartışmanın konusudur. Burada sadece şunu saptamakla yetineyim: Görece doğru çizgiyle örgütsel etki arasında ters orantı vardır. Doğrulara ne kadar bağlı kalırsanız, örgütsel etkiniz o kadar zayıf olur. Tersten söyleyecek olursak, örgütsel bakımdan etkili olmak istiyorsanız, doğrulara bağlı kalmamak ve kendi hizbinizin örgütsel başarıları için doğruları eğip bükmek, hatta gereğinde ezip geçmek zorundasınızdır. İnsanlar ne yazık ki, doğruların değil, örgütsel bakımdan güçlü ve etkili olanların peşinden gider.

 

Gün Zileli

24 Aralık 2015

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

 

 

25 comments

  1. Peyami Arıırk

    Bu tür anıları, aynı dönemin, diğer anıları ile birlikte okumak, gelecek kuşaklara daha objektif bilgi aktarır. Çünkü anılar, yazanın farkına varsın veya yeterince varamasın, öznellik taşır az veya çok. Hele bazı anılar hala inanılmaz öznellerdir ve keseri hep kendinden yana kullanırlar.60’lı yıllar ise, henüz öznellikten ve haklı-haksız ve “biz doğruyduk, siz yanlıştınız” yaklaşımlarından azade bir tartışma yapılarak henüz yeterince değerlendirilememiştir ne yazık ki.Hepimizin yaşadığı ve söyliyeceği çok şey var.Selamlar, sevgiler ve başarılar diliyorum yeni uğraşlarında,umarım bir yerlerde karşılaşır ve sohbet ederiz.

  2. ben de öyle umuyorum Peyami. Sevgiler.

  3. Troçkizmin Stalinizm karşısındaki görece haklılığını anladım ama anarşizmin tezlerinin doğruluğundan ne kastediyorsunuz? Anarşizmin tezleri ne(ydi ki)?

  4. Bakunin ve diğer anarşistler, devrimin devlet iktidarıyla yürütülemeyeceğini, her devlet iktidarının yozlaşma ve baskıyı getireceğini söylemişlerdir ve bundan sonra yaşanan bütün deneyler onların haklı olduğunu göstermiştir.

  5. Gün Bey, maalesef başka bir alan bulamadığımdan sorumu buradan yönelteceğim: 1968 yılında basılan “Türkiye’de Antiemperyalist Savaşın Stratejisi” isimli kitabın yazarı olarak görülen M. Anadol’un kim olduğunu biliyor musunuz? Maalesef bir sonuca ulaşamadım henüz.

  6. Carlos Marighella’nin kitabini Ant yayinlari basmamis miydi?

    Bu kitapta onerilenleri bugun desteklemek mumkun mudur? O gunlerde bu kitaptan ilham alip ta kendisini ve cevresini yok etmis kisiler yok mudur?

  7. Bu, sadece bir eğilimi tanıtmaktır. Bastığınız her kitaptan sorumlu olacak olsanız hiçbir kitabı basamazsınız. Ant o dönem Sovyet ortodoks marksist görüşünün temsilcilerini de (Duclos) basmıştır, bunu bastı diye Sovyet görüşünü yaymış mı oluyordu?

  8. bilemem. kitap oldukca ilgincti, o kadarini soyleyeyim. ant yayinlari da zannederim sadece bir egilimi tanitiyordu ve tanitmasaydi hic bir kitabi basamazdi.

  9. Ant dergisi kolleksiyonlari 80lerin sonunda elime gecmisti, o zaman icin genclerden olusan bir muhabir kadrosu vardi, bazilari daha sonralari unlu gazeteciler olucakti, ve oldukca aktif ve bagimsiz bir gazetecilik poltikasi izlemisler. Yani haber icin sosyal muhalafetten ve bu muhalefetin basini ceken yerel onderlerden yararlanmislar haberleri olusturmada.

    Ancak bana tek dertleri sadece dogru haberler veren bir yayin olmak gibi gelmisti, zaten dogrusu da budur, su an yayinlanan Birgun evrensel, gundem gibi sol yayinlarin sorunu bence burada. Hepsi belli bir siyasi cizginin yayini, ve bu siyasi cizgiler onlarin yayinlarini bogucu bir hale getiriyor. Eger o anki politik cizgilerine aykiri ise haberin oralarda yer bulmasi mumkun degil, dahasi her tur haber politik cizgileri dogrultusunda “bicimleniyor” ve oyle yayinlaniyor. ABD nin hali bombasindan kacan arap ve turkmen halkin haberlerini hepsi mesela hic ABD bombasindan ve bombalama sonucu olen sivil halktan bahsetmeden ustelik bu kisilerin ISID den kactigini iddia ederek vermisti. Bu sadece bir ornek. Gecmiste bir kac gazete bu konuda bence baya olumluydu, Ant bunlardan birisidir, demokrat gazetesi (79 yilindaki) bir baska olumlu ornektir. Keske benzer bir yayin, gunluk olmasi gerekmez haftalik da olur simdi ciksa. Cok buyuk bir boslugu doldururdu.

  10. evrensel, birgün her gün çıksa ne olur, çıkmasa ne olur? sosyal medya çağında günlük gazete çıkarmak büyük hata. günlük gazete için zar zor topladığınız o değerli kaynağı çok daha verimli işlerde kullanabilirsiniz. haftalık gazete fikrine ise katılıyorum. işe yarayabilir ama onu da son zamanlarda moda olan ot, bavul dergileri formatında çıkarmak lazım. tabii içeriği onlar gibi ergen işi olmamalı. türkiye’de radikal sol çok etkisiz maalesef. gün abi gibi deneyimli devrimcilerin dağınık güçleri toparlaması gibi bir misyonları ve borçları var bu topluma. maalesef gün abinin aklı hep bloklaşma formüllerine gidiyor ve yine maalesef ki bunlardan hiçbir şey çıkmıyor. o kadar insan tanıyorsun gün abi, türkiye sol tarihinin canlı tanığısın, bir ağırlığın var, bir yerlerden başla, sen yap, sen toparla, sen yolu aç…

  11. Bir arkadaş hatırlattı. 1960’larda, sol hareket saflarında “Gözlüklü Mehmet Efendi” diye bilinen TKP’den atılmış bir sosyalist vardı. M. Anadol onun müstear adı ve kitap da ona ait. Daha sonraki yıllarda Kendi ismiyle yayınlanmış bir kitabı daha var. Esas adı Mustafa Oktay. Bu sitede, ölümü, biraz gecikerek de olsa yayınlanmıştı.

    http://www.gunzileli.com/2015/06/16/eski-tkpden-mustafa-oktayi-mayis-ayinda-kaybettik/

  12. hakkımda yanıldığını söyleyeyim. Sandığın gibi bir ağırlığım yok. Keşke olabilseydi. Ayrıca toplumsal mücadeleler kişilerin ağırlığıyla oluşmaz. İhtiyacın dayatmasıyla oluşur. Yine de beni onurlandırmış oldun, sağol.

  13. Kitabı okuman da payımın olması beni mutlu etti gün abi…ama önceden sorduğum sorunun cevabını vermemişsin Özgüdenin Yaşar Kemal’in tipe davet ettiği toprak ağaları yüzünden TİP ten ayrılmasını Nasıl değerlendirmeliyiz…birde Süreyya arkadaşa katılıyorum..

  14. Ben buna pek katılamıyorum, yazıda da üstünde durmaya değer görmedim. Sanırım bunlar o günkü küçük sürtüşmelerin ürünü. Düşünsel bir değeri olduğunu ya da çok önemli bir tavır olduğunu sanmıyorum. Gerçekten, sana tekrar teşeikkür ederim.

  15. bir gün, evrensel gibi gazetelerinin dışında kürt gazeteleri de bunu baya kullanıyor. 5 ay önce Ahmet’in bahsettiği “kendi eksenlerine biçimlenme” yi çok açık bir şekilde fark ettim.
    nusaybin’de polis mitani de musa anter anmasına katılanlara biber gazı ile saldırmaya başlayıp kuzeye ilerlemişlerdi. ardından aynı yoldan güneye doğru hareket eden motorlu bir kişi biber gazından etkilenip motoru deviriyor (rüzgar vs. olmadığın biber gazı olduğu gibi yolun üstünde durmuştu.) bizim evin önü zaten çıkıp yardım ettik işte arkadaşla zar zor. sonra gece vakti haberlere bakınca polis biber gazı kapsülünü basına atmış diye haber yapmaya başladı adamlar 😀 ki ortalıkta kapsül dahi yoktu çünkü polis tam o noktadan kuzeye doğru atıyordu biber gazlarını.

    ben insanların o anki haberleri ellerinde kaynaklarla paylaşmalarına yarayacak bir internet haber sisteminin (anonim: en azından paylaşım yapanlara ulaşılmasın) açılmasını en mantıklı çözüm olarak görüyorum.

  16. Gün Abi günaydın,
    Özelikle 60-80 arasını kapsayan dönem, Türkiye de hiç anarşist metinleri okuyan bahseden duydun mu? Gerçi tutunması imkansız olurdu, çünkü insanların aklı Soyvet-Çin Bürokrasisinin propoganda aygıtları ile alındığından ve sosyal medya, yeni çeviriler olmadığından gerçek bilgiye ulaşmak zordu? (Düşünsene, -Anarşizm Üzerine- kitabı ya da diğerleri zaten hemen ilk sayfada “küçük burjuva ideolojisi” diye başlar! Ne demekse, “Yüksek Hızlı Tren” gibi.)
    Sen 93 yılında, o da belki Londra nın etkisiyle kemale erebilmiş biri olarak ne dersin?
    Paylaşımlar için sağol!

  17. vardı elbette. İletişim’in çıkardığı Sol adlı kitaptaki Türkiye’de Anarşizm makalesini oku.http://www.gunzileli.com/2007/11/08/turkiyede-anarsizm/

  18. 3. numaralı soruma vermiş olduğunuz yanıttan dolayı gecikmiş teşekkürlerimi iletmek isterim. Çok faydalı olduğundan emin olabilirsiniz.

  19. “Türkiyede antiemperyalist savaşın stratejisi” adlı kitap söz konusu edilmiş. Ben de bu kitabın Zihni Anadol’a ait olabileceğini düşünüyordum. Gün abi farklı bir isim vermiş. Tanıdık gelmedi isim. Yazarın kendi adıyla kitabı da var, demiş. Gerek müstear isimle gerekse kendi ismiyle yazdığı kitapların adını belirtebilir misiniz? Adının geçtiği anı ve tartışmaları da buna dahil edebiliriz. Selamlar.

  20. Gün abi soruyu yanıtlayan çıkmamış. Senden bir cevap çıkar mı acaba?

  21. nen cevaplandırdığımı zannediyordum. Yazarı Gözlüklü Mehmet Efend’dir. Gerçek ismini “Sonsuzluğa Uğurladıklarımız” kategorisinden bulabilirsin

  22. Hakkın var yanılmıyorsun, bu bilgiyi vermiştin. Ama kendi adıyla bir kitap da yazdı diye de eklemiştin. Ben kütüphane katalogları da dahil bakındım ama Mustafa Oktay adında birine ait bir kitap göremedim. Kitabının adını bilen var mı anlamında bir soru yöneltmiştim. Yine de teşekkür ederim.

  23. yazdığı kitabın biri o senin bahsettiğin anti-emperyalizmin stratejisi. Diğerini (kendi ismiyle olanı da) bulursun sanırım biraz daha araştırırsan.