Eski Günlerden İki Anekdot!

Artıgerçek

Lejand Kitap, 6 ciltlik otobiyografimi yeniden basmayı üslendi. Birinci kitap olan Yarılma (1954-1972)’nin gözden geçirilmiş 8. Baskısı Şubat ayında çıkacak. Bu vesileyle, kitaplarımın yeniden baskısı için bütün metinleri yeniden gözden geçiriyorum.

Otobiyografimin 5. kitabı olan, İngiltere yıllarımı anlatan Sığınmacılar (1990-2000)’daki, aşağıya alacağım iki anekdotu oldukça ilginç ve güncel bulduğum için buraya da aktarayım dedim.

KİMSEYE SÖYLEME!

Afrika’nın en güneyindeki Madakaskar’ın hemen yanı başında Mauritius diye küçük bir ada vardı. Dağıtımını yaptığım Post gazetesini bu adadan kişiler çıkarıyordu. Haftalık, alelâde bir ilan gazetesiydi. Gazetenin dağıtım işini nereden bulduğumu şu anda hatırlayamıyorum. Zaten ilk başta doğrudan gazete ile bağlantılı değildim. Bir şirket üslenmişti dağıtımı. Şirket deyince gözünüzde büyütmeyin. Bir büro ve işleri yürüten bir baba ile oğlu. Beni işe ilk aldıkları gün bir kenara çekip, “bak, sana dağıttığın her gazete için 3 peny veriyoruz ama başkalarına söylemeyeceksin” demişler, ben de başımı sallamıştım.

O sırada henüz benden başka dağıtıcı yoktu. Fakat bir süre sonra iki kişi daha aldılar. Biri, benim yaşlarıma yakın, sakallı, ufak tefek, gariban bir Hintliydi. Bazen birlikte çıkıyorduk dağıtıma. Sordum, gazete başına 1 peny veriyorlarmış ona. Patronun tembihini “unutup”, “benden duyduğunu söyleme ama bana gazete başına 3 peny veriyorlar. Git patrondan bunun hesabını sor” dedim.

Girip sormuş gerçekten de. Patron küplere binmiş. “Kim söyledi” diye sıkıştırmış ama bizim Hintli sıkı durup beni ele vermemiş. Neyse onunkini de gazete başına 3 peny yapmak zorunda kaldılar. Ama patronun da bana kötü kötü baktığını fark etmedim değil. Hintli gariban ise sevincinden uçuyor, bana teşekkür edip duruyordu.

ONDAN AL ÖBÜRÜNE VER!

Londra’nın kuzeyinde, bir saatlik uzaklıkta (bisikletle 1 saatte giderdim), Hodeston adlı bir seralar bölgesi vardı. Çoğunlukla İtalyan patronlar, buralardaki “greenhouse”larda hormonla büyütülen kocaman salatalıklar üretirlerdi. İngiliz işçiler, saat başına 7 pound talep ettiklerinden, 3 pounda razı olan Türk ve Kürt işçileri çalıştırmayı tercih ederlerdi. Biz de bir ekip olarak (ben, birkaç yıl önce kaybettiğimiz Sinan Eriş ve Hakan) bu greenhouselarda az ter dökmedik.

Mussolini taraftarı bir patronumuz vardı. İkide bir yanımıza gelip Mussolini’nin ne kadar büyük bir lider olduğunu anlatarak kafamızı ütülerdi. Bizim solcu olduğumuzu öğrendiğinden propagandasını özel olarak üzerimizde yoğunlaştırmıştı. Faşizmden hoşlanmadığımızı söylerdik ama adam makinalı tüfek gibi konuşmasını sürdürürdü.

Bir hafta sonu Hakan, on saatlik işin bitmesine yarım saat ya da on beş dakika kala işi bıraktı. Bu kadarı idare edilebilecek bir şeydi ama bizim patronun gözünden kaçmamış. O hafta sonu para ödeneceği zaman, Hakan’a, “sen iyi işçi değilsin, bu yüzden on poundunu kesiyor ve sana 110 pound ödüyorum” diye böğürdü. Sonra bana dönüp, “sen de iyi işçisin. Sana da on pound fazla ödüyorum ve 130 pound veriyorum” diye öterek beni onurlandırdı!

Parayı aldım. İçinden on poundu çıkarıp, patrona göstere göstere Hakan’a verdim. Patrona da, “bana on pound verirken cebinden fazladan bir şey çıkmıyor. Onun on poundunu bana veriyorsun”  dedim. Bizim Mussolinici fena halde bozuldu ama sırıtarak geçiştirmeye çalıştı. 

Gün Zileli

27 Ocak 2024

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir