Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Birikim’in Lenin’in 100. Ölüm Yıldönümü Sayısı Üzerine

Değerlendirmeler, Devrim ve Sosyalizm Sorunları, Gün Zileli, Kitap Tanıtım, Leninizm, Sol, Sovyetler Birliği, Sovyetler Birliği'nde Devlet Terörü ve Gulaglar, Stalinizm

Birikim‘in Kasım-Aralık 2024 tarihli 427-428. sayısında Lenin’in 100. ölüm günü münasebetiyle 25 makale yer alıyor. Bu yazıda elbette hepsinin üzerinde duracak değilim.
Benim açımdan derginin bu özel sayısında fikri katkı bakımından dikkat çeken 4 makale var. Ahmet İnsel, Şükrü Argın, Sami Özbil ve Serdar Tekin’in makaleleri. Bu makalelerin üzerinde biraz durmak istiyorum.

Geri kalan 21 makalenin büyük kısmı, Lenin konusunda bilinenleri tekrar eden, bazıları iyice güzelleme olan (Emel Akal, Sezai Sarıoğlu, Aydın Çubukçu, Kudret Emiroğlu); bazıları eleştirelliğin sınırlarında dolanmakla birlikte buna pek cesaret edemeyen (Mahir Sayın, Foti Benlisoy-Y. Doğan Çetinkaya); bazıları da sadece bilgi vermeye yoğunlaşmış, herhangi bir iddiası olmayan (Osman Özarslan, Begüm Özden Fırat, Abdülazim Şimşek) makaleler.

Ben bu yazıda, sadece ilk başta sözünü ettiğim 4 dikkat çekici makaleden söz edeceğim. Yazının sonunda ise, Emel Akal’a bazı bilgi hataları, Foti Benlisoy ve Çetinkaya’ya dil açısından birkaç düzeltme ve hatırlatmam olacak.

Ahmet İnsel’in Saptamaları

Ahmet İnsel, “Lenin’e Dönüşün Önündeki Engeller” makalesinde, “Lenin’in mutlak iradeciliği”nin, onu, “uzun süren bir devletleşmiş parti diktatörlüğünün yolunu açan, devrimi bir daha çıkamayacağı despotik bir yola sokan bir lider olmaya” götürdüğünü belirtiyor (s. 10). İnsel’in, Boris Souvarine’den yaptığı şu alıntı meselenin esasını çok güzel anlatıyor:

“Lenin’den Stalin’e Bolşevikler, önce sosyalist özgürlüğün iyiliğine polis zorunun kötülüğüyle ulaşabileceklerine inandılar. Sonra gerekliliği erdeme dönüştürdüler. İç savaşın acımasız uygulamalarını barış zamanının kuralı yaptılar. Böylece diktatoryal alışkanlığın ikinci bir doğa haline gelmesine yol açtılar.”

Lenin, “… partinin, dolayısıyla devletin bürokratikleşmesiyle demokratik merkeziyetçilik arasında bir ilişki kurulmasını hiç kabul” etmemişti (s. 10). “Stalinizmin nüvesini teşkil edecek olan ÇEKA’yı… Ekim Devirimi’ni izleyen ayda Lenin” kurdurmuştu. “ÇEKA… Okhrana’nın birçok açıdan devamıydı.” Lenin’e göre, “İyi komünist aynı zamanda iyi bir Çekist”ti. (s. 11) “Stalin’in Gulaglarına dönüşecek olan temerküz kampı pratiği de Lenin’in emriyle” başlamıştı. “Bir ÇEKA sorumlusuna Lenin tarafından verilen emir, Penza bölgesinde bir temerküz kampı kurulması ve burada ‘kulak, rahip ve beyaz muhafızlara acımasız bir kitle terörü’ uygulanması”ydı (s. 12). Lenin, “Proletarya adına parti diktatörlüğünü” savunmuştu (s. 13). “Ocak 1918 başında toplanan ilk İşçi Sendikaları Kongresi’nde Menşevikler tarafından verilen işçilerin grev hakkıyla ilgili öneri, ‘proletarya diktatörlüğünde işçi sınıfı kendine karşı grev yapmaz’ gerekçesiyle” (s. 16) reddedilmiş, “1917 Devrimlerinin can damarı olan fabrika komiteleri, sendikalar, Sovyetler, Bolşevik Partisi’ne tabi yapılar” (s. 16) haline getirilmişlerdi.

Kısacası, bütün bu pratikler bugün “Ne yapmalı?”ya değil, “Ne yapmamalı?”ya ışık tutmaktadır. (s. 17)

Şükrü Argın’ın Katkı Niteliğindeki Makalesi

Şükrün Argın’ın “Evet ama hangi Lenin?” makalesinin dergideki en önemli makale olduğu düşüncesindeyim, çünkü bu makalede katkı niteliğinde çok önemli saptamalar var.
Argın’a göre, Bolşevikler iktidara geldikten hemen sonra bu iktidarı “yoldaş hareketleri teker teker saf dışı bırakmak için kullanmışlardı. Böylece “Ekim Devirimi ‘Bolşevik Devrimi’ olarak restore” edilmişti. Daha sonra “karşı-devrimci Bolşeviklerden de teker teker” kurtulma yoluna gidilmişti (s. 18)

Argın, yazısının bir yerinde, Birleşik Devletler’de yoldaşı Sacco ile birlikte idam edilen anarşist Bartolomeo Vanzetti’nin, Lenin’in ölümü üzerine söylediklerine yer veriyor. Vanzetti, Lenin için, “İstemeden de olsa Rus Devrimi’ni mahvettiğini düşünüyorum” der, Lenin liderliğindeki rejimin “birçok yoldaşını hapsettiğini ve öldürdüğünü” söyler. (s. 21)

Argın, Lenin’in “sembolik ölüm tarihi” olarak, 1922 yılındaki “Sosyalist Devrimciler’in düzmece bir mahkeme marifetiyle gayri adilane, hatta insafsızca saf dışı edildikleri yılı” alır (s. 22) ve şöyle der:

“… bu kısa ömrün adandığı yüce niyetler ile karşı karşıya kaldığı korkunç neticeler arasında muazzam bir mesafe olduğunu düşünüyorum.”

Argın, 1918 yılındaki “kızıl terör” sırasında Bolşevik basının iyice zincirlerinden boşandığını 1 Eylül 1918 tarihli Krasnaya Gazeta’dan şu örnekle ortaya koyar:

“Yüreklerimizi acımasız, sert ve kaskatı hale getireceğiz ki içlerine bir nebze merhamet dahi sızmasın ve düşman kanından oluşan deniz karşısında asla titremesin. … Merhamet etmeden, bağışlamadan, düşmanlarımızı yüzer yüzer öldüreceğiz. Bırakın biner biner ölsünler; bırakın kendi kanlarında boğulsunlar… burjuvaların kanı sel olup oluk oluk aksın – mümkün olduğunca fazla kan aksın.” (s. 23)

Kelimelere Karşı Sağır ya da Kelimelerden Öcü Gibi Korkan Sistemler

Şükrü Argın’ın yazısının en dikkat çekici yanı, kısaca ifade edecek olursam, “kapitalizmin kelimelere karşı sağır”, komünizmin ise “kelimelerin yıkıcılığı karşısında” son derece duyarlı olduğuna, bu iki sistemin bu yönelimlere göre şekillendiğini anlatan satırlarıdır. Şöyle diyor:

“Kapitalizmin kendisine en sert eleştirileri yönelten edebi, hatta politik metinler karşısında… sergilediği aldırışsızlık… hoşgörü ifadesi olarak görülebilecek kayıtsızlıktan ziyade, düpedüz kendi dilinden başka bir dil bilmemesi ile, daha doğrusu kelimelerden hiçbir şey anlamaması ile alakalıdır. Borsa ekranlarındaki rakamların dalgalanmaları karşısında içi tir tir titreyen ya da pır pır eden bu sistem, kelimelere karşı tamamen sağırdır (abç, GZ). Buna karşılık, komünist rejimler kelimelere neredeyse paranoya derecesinde duyarlıdır. En ufak bir fısıltıda tüm duyargaları harekete geçer. Bu teyakkuz halini baskı ya da totalitarizm ile açıklayıp geçiştirmemek gerek… kelimelerle inşa edilmiş bu rejim, kelimelerden korkar (abç, GZ).” (s. 30)
Ve şöyle bağlıyor Argın:

“… komünizm para değil kelimeler yüzünden batacaktır; kem sözlere maruz kalıp isabet aldığı için değil, bizatihi kelimeler onun dilinde infilak ettiği için.” (s. 31)

Argın’ın bu saptamalarının devrim ve sosyalizm külliyatına büyük bir katkı olduğunu, adeta Büyük İskender gibi bir vuruşta “gordiyom”u çözdüğünü düşünüyorum.

Sami Özbil’in Eleştirel Makalesi

Sami Özbil’in “Teğel Ustası Bir Terzi” makalesi, Lenin’e eleştirilerini sözünü sakınmadan ortaya koymuş. Örneğin, “Muhaliflerini hainlikle, yalancılıkla suçlamaktan sakınmamış, öyle olmadıklarını bildiği halde hepsini yaftalayabilmiştir” (s. 48) diye yazarken; keza, diğer sosyalistlerle köprülerin atılmasının “sosyalist demokrasinin tabutuna çivi çakmak” (s. 49) anlamına geldiğini belirtirken; veya Bolşevik Parti’nin “… dönemin ‘burjuva’ kadro partilerine bakılarak şekillendiril”diğine dikkat çekerken; “Devrimden sonra emanet asıl sahibi olan yoksullara iade edilmediği için öncü parti ile sosyalizme ilerlemek gibi bir imkânsız”lığın zorlandığını (s. 50) vurgularken; artık sokakta Okrana’nın yerine ÇEKA’nın kol gezdiğini ve sosyalist demokrasiyi ortadan kaldırırsanız günden güne despotlaşan bir devlet kalır elde, derken; devrimi zor ile gerçekleştirmenin mümkün ama sürdürmenin imkânsız olduğu (s. 52) saptamasını yaparken…

Serdar Tekin Martov’u Rehabilite Ederken…

“İtibarını iade etmek” anlamına gelen “Rehabilite etmek”, özellikle Kruşçev’in 1956 yılındaki “Gizli Rapor”unun ardından Gulag mahkûmlarının ve gadre uğrayan (öldürülmüş ya da hayatta kalabilmiş) on binlerce SBKP üyesinin aklanması anlamına geliyordu. Fakat bu süreçte, örneğin, Sosyalist Devrimcilerin, Menşeviklerin ya da Troçkistlerin rehabilite edilmesi kimsenin aklına gelmedi. Rehabilite edilmek için bile partili olmak gibi bir ayrıcalığa sahip olmak gerekiyordu.

Bizim sol da “Menşevik” ya da “Martov” adını duyar duymaz “aşağılık lağım faresi”nden söz edilmiş gibi yüzünü buruşturur (ben de gençliğimin “cahiliye” döneminde öyleydim!) Oysa Martov, savaşa karşı çıkmış bir enternasyonalist olduğu gibi, “sağ Menşeviklere” karşı direnmiş bir sosyalistti. Serdar Tekin’in belirttiği gibi, Ekim 1917’de “önerdiği şey, soldaki tüm partilerin bir ‘demokratik cephe’ oluşturmaları, Kadetlerin yer almadığı ve burjuvazinin temsil edilmediği yeni bir geçici hükümet kurmaları…” (s. 72) idi. Bu, o koşullarda gerçek devrimi kurtaracak biricik öneri olmasına rağmen, Troçki, Menşeviklerle ve Sağ Sosyalist Devrimcilerle birlikte Martov’u da “tarihin çöplüğüne” yollayıp Lenin’in talimatını yerine getirerek Ekim 1917’nin gerçek bir devrim yerine bir Bolşevik darbesine dönüşmesine yol açan eğilime omuz vermiştir. Martov, yine Serdar Tekin’in belirttiği gibi, “sosyalist partilerin demokratik işbirliğini devrimin selameti açısından elzem bir gereklilik olarak değerlendirmiştir.” Keza, “İktidara tek başına yerleşen bir Bolşevik Parti’nin… tek parti diktatörlüğüne doğru yol alması ve yönetmek için ‘terör’e başvurması da kuvvetle muhtemeldir.” (s. 73)
Ne var ki, zaten Lenin’in istediği de tek parti diktatörlüğünden başka bir şey değildi. Kısacası, Yuli Martov, SBKP tarafından değil, tarihin dersleri tarafından rehabilite edilmiştir.

Bitirirken Birkaç Hataya Değini…

Yazıyı, Emel Akal’ın bazı bilgi yanlışlarına, keza Foti Benlisoy ile Y. Doğan Çetinkaya’nın yazısındaki önemli bir-iki yanlış kullanıma değinerek bitireyim.

Emel Akal, “Benim Lenin’im” yazısında, “1960’lı yılların sonlarında”, Ankara’da, “Hüseyin Kuseyri” ve “Battal Mehetoğlu’nun “cenazelerine katıl”mış (s. 36) olamaz. Çünkü “Hüseyin Kuseyri” diye biri yoktur, kaza kurşunuyla ölen arkadaşımızın adı Mustafa Kuseyri’dir. Yıldız Teknik Okulu öğrencisi Battal Mehetoğlu ise, Ankara’da değil, İstanbul’da öldürülmüştür, cenazesi de bu şehirde kaldırılmıştır.

Foti Benlisoy ve Y. Doğan Çetinkaya’nın “… Lenin’i Tartışmak” yazısında bir yanlış kullanım iki kere tekrarlanmıştır: “… böylece iktidarı alıp her şeyi yukarıdan aşağıya değiştireceğini vaaz eden… (abç, GZ)” “… kaçınılmaz olarak totaliter sonuçlara yol açan bir gelenek olduğunu vaaz eden… (abç, GZ)” (s. 84)

Türkçede “vaaz etmek” diye bir kullanım yoktur. Bu yanlış kullanım, ortaya koymak anlamındaki vazetmek kelimesiyle vaaz vermek kelimesinin karıştırılmasından kaynaklanıyor.

Bir de “bir Lenin kültürüyle karşı karşıya kalırız burada” (s. 86) denirken kastedilmek istenen Lenin kültü olmalı.

Gün Zileli
10 Aralık 2024
www.gunzileli.net
gunzileli@hotmail.com

12 Comments

  1. Devrimci Şiddet

    “Yüreklerimizi acımasız, sert ve kaskatı hale getireceğiz ki içlerine bir nebze merhamet dahi sızmasın ve düşman kanından oluşan deniz karşısında asla titremesin. … Merhamet etmeden, bağışlamadan, düşmanlarımızı yüzer yüzer öldüreceğiz. Bırakın biner biner ölsünler; bırakın kendi kanlarında boğulsunlar… burjuvaların kanı sel olup oluk oluk aksın – mümkün olduğunca fazla kan aksın.” (s. 23)

    Örneğin şöyle;

    İşten çıkarılan işçi, patronunu 14 yerinden bıçaklayarak öldürdü

    Düzce’de çalıştığı fabrikada işten çıkarılan taşeron Niyazi Ç., fabrika sahibi Engin Cebeci’yi 14 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Olayın ardından kaçan şüpheli, polis tarafından yakalandı.

    Düzce’de havalandırma sistemleri üreten bir fabrikada taşeron işçi olarak çalışan ve işten çıkarılan Niyazi Ç., patronu Engin Cebeci ile konuşmak için iş yerine gitti.

    PATRONUNU BIÇAKLAYARAK ÖLDÜRDÜ

    Yeniden işe girmek isteyen Niyazi Ç., patronundan olumsuz cevap alınca tartışma çıktı. Tartışmanın büyümesiyle Niyazi Ç., Cebeci’yi 14 bıçak darbesiyle yaraladıktan sonra kaçtı. Diğer işçilerin ihbarı üzerine olay yerine jandarma ve sağlık ekipleri sevk edildi.
    Durumu ağır olan Engin Cebeci, sağlık ekibinin ilk müdahalesi sonrası Düzce Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Cebeci, doktorların tüm müdahalelerine rağmen kurtarılamadı.

    https://www.ntv.com.tr/turkiye/isten-cikarilan-isci-patronunu-14-yerinden-bicaklayarak-oldurdu,t3dqoKmNqEmJB0mhVM_GGQ

  2. Anonim

    Şükrü Argın’ın tespiti adeta bir ”truth nuke”.

  3. Anonim

    Anarşizm’in kendisine en sert eleştirileri yönelten edebi, hatta politik metinler karşısında sergilediği aldırışsızlık, hoşgörü ifadesi olarak görülebilecek kayıtsızlıktan ziyade, düpedüz kendi dilinden başka bir dil bilmemesi ile, daha doğrusu kelimelerden hiçbir şey anlamaması ile alakalıdır.
    Buna karşılık, İlkelci ideoloji kelimelere neredeyse paranoya derecesinde duyarlıdır. En ufak bir fısıltıda tüm duyargaları harekete geçer. Bu teyakkuz halini baskı ya da totalitarizm ile açıklayıp geçiştirmemek gerek. Kelimelerle inşa edilmiş bu ideoloji, kelimelerden korkar.

  4. kelimelerle inşa edilmiş AKP rejimi

    Yusuf suresinin 111. ayeti, Kur’an’dan bahsederken “mâ kâne hadîsen yüfterâ” diye bir ifade kullanıyor. Buradaki tüm kelimeleri lügat karşılıklarıyla verirsek çeviri şudur:
    “O, uydurulmuş bir söz değildir.”

    Ancak burada Kur’an’ın mucize beyanlarından biriyle karşı karşıyayız ve o da ifadede geçen “hadis” kelimesinde kristalleşmektedir. Hadis kelimesi lügat anlamıyla “söz” demektir. Ancak hadis, din dilinde peygambere izafe edilen söz anlamına da geliyor. Ve Kur’an, anılan ifadesiyle kendisinin uydurma bir hadis olmadığını da insanlığa ilan ederek, sonraki zamanlarda kendi mesajının “uydurma hadisler”le karartılacağına mucizevi bir şekilde dikkat çekiyor.

    Aynı tespit, örneğin Lukman suresi 6. ayetteki “lehve’l-hadîs” : lâf eğlencesi / hadis eğlencesi deyimi için de geçerlidir.

  5. Anonim

    “Birikim’in Lenin’in 100. Ölüm Yıldönümü Sayısı Üzerine” yazısında iki güldürücü nokta var: Lenin ve benzerlerini ciddiyetle biriktiren ve piyasaya sürüşünü yapan entelektüeller dergisi ile bir meslektaş devrimcinin bu ciddiyeti ciddiye alması.
    Basitçe söylersem İngiliz-Amerikan-Fransız devrimlerinden bu yana yeni bir homo (=insan) türedi. Diğer tüm canlı varlıklardan farklığını ve özünü tanımlayan adı: Homo-Revolutionus. Bunların bir alt türü de var, Homo-Nasyonalist. Lenin, Stalin, Mao falan filanlar her iki cambazlığı yapacak kadar çevik olanlar, eve yakın Atatürk ve diğer falan filanlar alt türden misaller. Türkiye’ye uzaktan seslenip taraftar biriktirenler de var: Marks ve ünlü anarşist devrimciler. Ama bunlar bu devrim becerisini başaramayanlar, neden acaba?
    Din tarihçilerinin bildiği ama devrimcilerin bilmediği bir konu: İnsan, tıpkı Hıristiyanlık İlk Günahı gibi, Kozmostan Zamana düşer. Diğer bir deyişle, yaşamaktan yaşamanın bilgisine ve belgelere aktarmasına düşer. Zamanda çizgisel olur: Başlangıçtan sonuna doğru bir yolculuk. Devrimcilerin bir büyük efendisi Marks’a göre komünizm ile tarih, yani zaman da sona erecek. Haydi inşallah!
    Devrimciler ilerici olduklarından yolculuğu hızlandırma derdine düşenler ve sürekli olarak tarihte ( zamanda) yolculuğun zor olduğunu, düşme kalkmalarını, yol gösterenlerin hatıralarını canlı tutarlar. Biraz da kendi kendileriyle çelişkiye düşerler. Hem ilericiler hem de saplantıları akan zamanı anarak durdururlar. Tıpkı milli bayramlar falan filanlar gibi.
    Fakat büyük beyinliler sitesinde bu dediklerim çok sıkıcı şeyler. Yine de diğer bazı kısaca değinilecek pürüzler/sıkıcı anımsamalar var.
    Bu sitede Hanah Arendt’ın Totalitarizm kitabı övüldü.
    O kitaptan bir alıntı:
    “Pozitivizm, pragmatizm ve davranışçılığın eksiklikleri ne olursa olsun ve on dokuzuncu yüzyıl sağduyusunun oluşumundaki etkileri ne kadar büyük olursa olsun, totaliter propaganda ve bilimselliğin hitap ettiği kitleleri karakterize eden hiç de “varoluşun faydacı kesiminin kanserli büyümesi” değildir. Pozitivistlerin, Comte’tan bildiğimiz gibi, geleceğin eninde sonunda bilimsel olarak öngörülebilir olduğu inancı, çıkarın tarihte her yere nüfuz eden bir güç olarak değerlendirilmesine ve nesnel güç yasalarının keşfedilebileceği varsayımına dayanır. Rohan’ın “kralların halklara, çıkarların da krallara hükmettiği”, nesnel çıkarın “tek başına asla başarısız olamayacak” bir kural olduğu, “doğru ya da yanlış anlaşılan çıkarın hükümetleri yaşattığı ya da öldürdüğü” şeklindeki siyaset teorisi, pozitivist ya da sosyalist modern faydacılığın geleneksel çekirdeğidir, ancak bu teorilerin hiçbiri totalitarizmin gerçekten yapmaya çalıştığı gibi “insanın doğasını dönüştürmenin” mümkün olduğunu varsaymaz. Aksine, hepsi örtük ya da açık bir şekilde insan doğasının her zaman aynı olduğunu, tarihin değişen nesnel koşulların ve bunlara verilen insan tepkilerinin hikayesi olduğunu ve doğru anlaşılan çıkarların koşulların değişmesine yol açabileceğini, ancak insan tepkilerinin değişmesine yol açmayacağını varsaymaktadır. SİYASETTEKİ “BİLİMCİLİK”, TOTALİTARİZME TAMAMEN YABANCI OLAN BİR KAVRAM OLAN İNSAN REFAHININ ONUN AMACI OLDUĞUNU VARSAYMAYA DEVAM ETMEKTEDİR.
    Nazi rejimi Alman ekonomisinin sosyalist ya da kapitalist doğasına ilişkin olarak Nazi devletinin “Sürekli Savaş Ekonomisi” düşüncesi büyük ölçüde yapaydır. ASIL ÖNEMLİ OLAN, KAPİTALİZM VE SOSYALİZMİN BATI REFAH EKONOMİSİNE İLİŞKİN KATEGORİLER OLDUĞUDUR.”
    Türkiye solcuları bu yolu tutan cambazların yolunu tuttular ve hala tutmaktalar.
    Lenin babamsı Rus kapitalistlerden nefret etti ve batı kapitalistlere hayrandı! Neden acaba?
    İngiltere’de bile babamsı kapitalizmden “herkes birbirine karşı, Allah da herkese karşı” kapitalizme geçiş 19’ncu yüzyılda ilerici devrimcilerin bir becerisiydi. Bakınız Charles Dickens veya Arendt’ın “Emperyalizm”.
    Tabii asıl felaket başka seçenek olmaması. Şu an tek seçenek Seks-Spor-Süpermarket yaşamı ve bu yeni teslise varmak için can atanlar/verenler.

  6. Anonim

    Hep unuttuğunuz basit bir şey var. İnsan, bilerek mi yapıyorsunuz, yoksa kelimeler aklınızı mı körleştiriyor, bazen anlayamıyor. Bir iktidarı istediğini yapan asıp kesen bir güç olarak görüyorsunuz. Bu soyutlama düzeyinde o yaptığı şeylere, icraatlara ise bakmıyorsunuz.

    Sosyalist devrimciler miydi savaşı bitirecek olan? Savaşı devam ettirmek için, Çar’ın Batı ittifakına verdiği sözleri yerine getirebilmek için, yeni kurulacak uluslararası sistemde biz de yerimizi alalım diye heveslendikleri için, İstanbul için yeni cepheler açan hükümete destek verenlerle mi koalisyon kurmaları lazımdı? Neden? Adlarında sosyalist kelimesi geçiyor diye mi? Savaş var savaş! Birinci Dünya Savaşı. Kim barış için harekete geçecek? Kim savaş isteyenleri iktidardan indirip yerine barış isteyen kişileri geçirecek? Kerenski mi kendi kendine yapacak bu işi?

    Martov Menşevik çoğunluğa direnmişmiş. 1914’den itibaren savaşta savunmacı Menşeviklerle Martov arası ayrım belli zaten. Ne yapmış Martov? Ayrı parti mi kurdu? Devrimci Yenilgicilik gibi o atmosferde aklından geçiren kişiler için bile inanılmaz tehlikeli bir sloganı mı üretti? Ayrı barış için bu geçici hükümeti devirmeliyiz mi dedi? Bütün İktidar Sovyetlere mi dedi? Hayır. Ne dedi? Barış güzel ama koalisyon hükümeti lazım dedi. Kiminle? Savaşı sürdürmek istemese de savunmacı olanlarla. Savunma yanlılığı adı altında toplanan ve hala içinde Rus milliyetçiliği olan “solcular”la. Sizce onlarla koalisyon kurulsa o savaş biter miydi? Dalga mı geçiyorsunuz?

    Tüm savaşı bir anda bitirebilmek için durmadan çağrı yapan, sırf Almanların askerlerini Doğu cephesinden çekip Batı cephesine koyarsa savaşın daha da uzayacağını düşündükleri için Doğu cephesini açık bırakmaya çalışan, ama Almanlar ta Petrograd önlerine gelince barış yapmak zorunda kalan kimdi? Gevşek bir koalisyon mu o kaosu durduracaktı?

    Koalisyon olsa, biri hala savunma pozisyonunda, hatta milliyetçi, diğeri devrimci savaş diyor, bi öteki barış da yapmayalım savaş da etmeyelim diyor, ama askerler siperleri terkedip evlerine dönüyorlar, Almanlar Riga’ya gelmiş, başkenti Petrograt’tan taşıma konuşuluyor. Bizim koalisyon savunsak da mı saklasak, savunmasak da mı saklasak diye konuşuyor olacak. Oldu canım.

    Ha keza kim tüm iktidar Sovyetlere diyor? Açık açık bunu diyen herkesi zaten iktidara alıyorlar başlangıçta, kafası basan anarşistler de var, sol sosyalist devrimciler de. Bunu açıkça söylemeyen, ya da olsun ama bir de koalisyon da olsun, bir de Kurucu Meclis de olsun diyen Martov gibi tipler ya da hayır efendim, Batı gibi olsun, parlamento olsun diyenler zaten dışarıda. Ne olacaktı? Yepyeni bir sistem kuruyorsunuz. Merkezi rol Sovyet kurumunda. Ya bunu kabul edersin, ya reddedersin. Reddeden ya da kabul ediyormuş gibi görünüp ayak sürüyen, gözü Kurucu Meclis’te olanlarla neden ittifak yapayım? Aman gelecekte Stalin çıkmasın diye mi? Evet, bu şekilde Stalin engellenirdi, Sovyet varlığı bir kaç ay sürerdi, ardından Kornilov’un genci Stalin’i bile mumla aratır vaziyette iktidara gelir, ayaklanan işçilerin üzerinden Kazak atlarıyla geçer, biz de 1871’i Le temps des cerises ile hatırladığımız gibi romantizm yapardık.

    Fabrikaların işçilerin eline geçmesini mi önerdi yoksa bu sosyalistler? Burjuva mülklerine el konulmasını mı? Toprakların dağıtılmasını bile programında yazıp, iktidara gelince aman savaş var, uygulamayalım demediler mi? Bunlarla mı koalisyon yapılacaktı? Köylüler topraklara el koyuyor, pomeşçikleri, mirzaları öldürüyor, bizim koalisyon hala yapsak mı şu işi diye anlaşamıyor. Hatta bırak anlaşmayı, onları bastırmnak için asker bile gönderirlerdi mazallah.

    Bunlarla Bolşevikleri koalisyon kurdurtmak, aynı anda Sovyet iktidarını tesis ettirtmek, aynı anda savaşı bitirtmek, aynı anda sosyalist önlemler aldırtmak, aynı anda toprakları köylülere dağıttırtmak, o kaosla tam tersi tarafta olan insanları ikna ederek çıkmaya çalıştırtmak -ki koalisyon budur- ham hayaldir.

    Sonrası daha ham hayal. Adam savaşı bitiren anlaşmayı beğenmediği için ayaklanıyor, Kremlin’de çatışmalar çıkıyor, Alman büyük elçisini öldürüyor. Sonra aralarında biri gidiyor, lider kadrodan birilerini öldürüp Lenin’i yaralıyor. Nedeni güya o başarısız ayaklanmadan 24 gün sonra efenim Lenin çok otoriterleşmiş de, ondan vurmuş. Amaçlarına ulaşsalar ne olacak? Belarus’u Ukrayna’yı geri almak için tekrar savaşa gireceklerdi. Ve ben onları yargılamaycağım, öyle mi? Niye? Otoriterleşme olmasın diye.

    Neyse, yüzeysel fikir oyunu olarak geliştirici olabilecek bu düşünceler gerçeklikle çarpışınca komik duruyor. Gerçeklik tarafından düzeltilse problem olmazdı da, kendiniz de inanıyorsunuz, o atmosferi hissedemeyenler için de mantıklıymış gibi gösteriyorsunuz.

    Devrimin, hele hele de Rusya gibi nefretin top yaptığı bir ülkede bir devrimin, hele hele de Birinci Dünya Savaşının sürdüğü bir zamanda ne olduğunu kavrayamıyorsunuz. Gerçekçi değil, çocuksusunuz. Yalnızca Gün Zileli değil, Birikim’de yazanların çoğunluğu. Lenin övücüler de dahil buna.

    Devrim öyle gürültülü bir şeydir ki kendi iç sesinizi bile duyamazsınız. Başkasının dediğini kendi iç sesiniz zannedersiniz. Gümbür gümbür geleni fısıltı zannedip, aslında fısıltı olanı asıl ses sanarsınız. O an geldiğinde tüm o sesleri gerçek boyutlarıyla filtre edecek, etraftaki gürültüye değil, gerçeğin kendisine sadık, özdisiplini yüksek, ne istediğini bilen, eli titremeyecek bir organizma kurmamış olursanız fırtınada savrulup gidersiniz. Sizi Lenin bile kurtaramaz.

  7. Gün Zileli

    Sadece son cümleniz üzerinde duracağım. Beni “Lenin’in bile kurtaramayacağına” sevindim. Bu yaşta kendimi o korkunç ÇEKA zindanlarında bulmak istemezdim doğrusu 🙂

  8. Anonim

    Sayın imam Marks-Lenin hatip hafız okulu mezunu “Anonim 18 Aralık 2024”.
    1. “Asıp kesme”, “yaptığı şeyler” ve “icraatlar” ne zaman somutluktan çıkıp soyut oldular?
    Hele “bilerek mi yapıyorsunuz, yoksa kelimeler aklınızı mı körleştiriyor”! Sonsuz somut olanları soyut algılayan birinin aklı nerede acaba? Belki de mezun olduğu okul, beynini son derece tahrip edici yan etkileri olan kimyasal madde dolu deterjanla yıkamış.

    Vallahi Karl Marks sizi duysa küplere binerdi. Kızı bile onun zamanını kütüphanelerde kendisi gibi Saray etrafında dolaşan ( önce ve çağdaş) “GERÇEK DÜNYA” soyut dedikodu belgeleriyle harcadığını, Doğu Londra’da yaşayan et-kemikli somut insanlardan bihaber olduğunu söyler.
    Kısacası Marks, soyutlar ormanında diyalektik taklalar atarak diğer büyük beyinlilerle sid*k yarışı yapar.
    Zamanımıza ne kadar benziyor. Büyük beyinliler Devlet-Endüstri-Banka allahına yararlı enayi olmak için can atarlar. Kasap et derdinde, koyun can derdinde.

    2. “Savaş var savaş!”
    Sanırım okulunuzu eleştirme karşısında, sıkışan her zavallı gibi, karşı tarafı “gerçek dünya” çağrışımı ile bastırmaya başvurdunuz. Başınıza taç ettiğiniz ve tüm dünya Saraylarının (Rusya başlarda) imrenip taklit ettiği Batı’da bile koloniler sayesinde zenginliklerden payını koparan İsviçre, İsveç, Danimarka, Hollanda, Norveç ve İspanya savaşa katılmadı. Afrika’nın hemen hemen tümü Avrupa kolonileriydi. Başta Bolşevik fırstçılar için Rusya’nın iç kolonileri KAPİTAL üretme-büyütme için yeter ve artardı bile . (Çok daha alay edici laflarım var ama bana bu sitede “kısa kes ulan” ihtarı edildi).
    Yukarıda yazdıklaım da, trilyonlar arasından, bazı “gerçek dünya” örnekleri.
    Hoca’nı anahtarını karanlıkta kaybetmesi ve aydınlıkta araması gibi, Marksist-Leninist yıldızların parlattığı dünyanın çığırtkanlığını yapıyorsunuz.

    17-19 yüzyılları arası sizleri ve sözde düşmanlarınız orta-sınıflıları başımıza bela eden üç devrim de benzeri kehanetlerde bulundu. Bunların ruhsal eserleri “Akıl Yürütme (reason) Devri”/ “Aydınlık Devri”! Bundan böyle aslında yaklaşık on bin yıl öncesine ulaşan ama nihayet Rönesans ve fırlama evlatları üç devrim ile apaçık ilan edilen ASIL ŞEF İNSAN yaygarası içinde yaşamaktayız. Örneğin yukarıdaki becerilerin amili bir avuç azınlık kelimelerin kaypaklığından yararlanıp insanları bir soyut bir kelime olan İNSAN’A çevirir. Şu an bile aynı oyun oynanmakta. Çevreyi yok eden İNSAN mış, mış.

    Ara fasıllar da var: Her ne kadar tek tanrılı allahların doğuşu tarım devrimine uzansa da, MÖ 1000 – MS 600 arası bu allahlar resmen ayıp-donları oldular: Artık insan becerir ama allah öyle buyurur falan filan ayıp donları!

    Bu alçaklığın indiği derinliklerin tersi bir misal: Kuraklık olur. Aşiret dua eder, kurban keser, etrafa su döker… Yağmur yok. Allahları (alçaklar bunlara put derler ve hatta inanları kılıçtan geçirirler) toplar “ulan siz ne biçim allahsınız? Yağmur bile yağdıramıyorsunuz” der hepsini bir dereye atarlar.

    Akıl devrine giren İNSAN ile bu akılsız insanlar kıyaslamayı siz okullarda beyinleri yıkanmışlara bırakıyorum.

    Her halükarda, bunu bir 20’ci yüzyılın eşsiz bir düşünürü çok güzel dile getirir:
    ” Sözde ‘Dünya’ aslında varlıkların; sadece insanlar değil, hayvanlar, bitkiler, hatta mineraller ve yıldızların da köleleştirilmesidir. Kölelik durumundan ve başkalarını köleleştirme eğiliminden kurtulan kişinin yok etmesi gereken işte bu ‘dünyadır’.”

    Not: Bu Lenin gibi içi boş dili dolu birinin kelimelerine inandı ve hatta devrimciliğe katıldı.

    Aynı kişi daha sonra o zamanın nasıl “gerçek dünya” yaygarası yapanların eline geçtiğini de şahane dile getirir: “Sanatçılar, şairler, yazarlar daha henüz farkına varılan evren, özellikle 4 milyar canlı varlık tarihi, karşısında büyülenmişken, günümüzde olduğu gibi Saray içi/etrafında doğmuş büyümüş entelijensiya ve Bolşevikler cesur yeni (gerçek) dünyaya hazırlık içine girdiler.

    Cahillik Cennettir! Devrimler uzun havalarına dönüş.
    Her üç 17-19 yüzyıl devrimlere ortak düşünce: “Şimdi akıl yürüten mahluklarız, aklımıza şükür birbirimizi boğazlamaya gerek kalmadı” vaazı. Fransa özetler: “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik!” (Hala bekliyoruz!)
    Geçen yüz yıla rağmen ortada hiç biri yok! İki yeni kahraman ortaya fırlar: Freud ve Marks birbirimizi boğazlamanın akılla ilişkisi olmadığını sezer ve “ALTTA YATANLARIN” avcılığına çıkarlar: Bilinçaltı ve sınıf kavgası doğar!

    Ama aynı 19’ncu yüzyılda, dünya (başta Rusya) Fransız taklitçiliği yapıp, Saraylarda Fransızca konuşurken, George Sand Fransızlara, “İyi yaşamak için, yaşamaktan vazgeçtiniz” dedi. Aynı kadın Karl Marks’ın gammazlık ettiğini yüzüne vurarak kınadı. Marks da iş işten geçtikten sonra “hata ettiğini” ilan etti.
    Paul Gauguin, 1891 yılında Paris’te hüküm süren atmosfer tarafından boğulduğunu hisseder. Çevresindeki her şey çok yapay ve ucuz hisler, tıpkı şimdi gibi! Sanatını yenilemek için özgün olmak ister. Tek başına Kayıp Cennet Tahiti’ye, yola çıkar.

    Aynı şeyleri Hannah Arendt Totalitarizm kitabında söyler. Okuyanlar bir daha okusalar fena olmaz.

    Bolluk peşine takılma vaatleri edenler bolluğun yarattığı hiçliği (nihilizmi) inkar etmekten başka bir şey bilmezler. Daha da doğrusu kölesi oldukları Saray’ı savunurlar.
    Bolşevik Rusya’sının, daha sonra Çin’in ve diğerlerin şu anda bile Batı gibi zengin olmak istediğini, KAPİTAL’E taptığını hala görmeyenlere ancak bazı şahane düşünürlerden şahane alıntılar yazıp, kendi hallerine bırakmak gerekir.

  9. Anonim 18 Aralık 2024 at 10:12

    Sayın Anonim 21 Aralık 2024 at 14:18;

    Polemiğin, diğer şeyler gibi bir etik kodu vardır. Bu etik kod polemiği değerli tutar. Çünkü o etik kod kırılırsa yazılanların karşılıklı küfür dışında bir anlamı kalmaz. Bu kırılmanın bir bacağı anlamsız ahlaki etiketleme, bir bacağı yükseklenme ise, bir bacağı da karşıdakinin anlattıklarına cevabı değil, kendi kafasından geçenleri kusmaktır.

    Lenin’in polemikte etiketleme kısmını düzgün tutturduğunu idda edemeyiz. 1914 öncesi (Daha Hegel okumamışken) yazdığı tüm polemiklerde bir fikir ve eylem savunusunda kullanılmaması gereken etiketlemeleri bol bol kullandığını görüyoruz. Stalin bile bu konuda daha debdebesizdir. Troçki ise ukalalığı aşmış, artık terbiyesizlik diyebileceğimiz noktadadır. Yalan değil. Bu etik kod her çağda aktif değil. Paterni, çelişkilerin keskinleşmesi ya da öyle hissedilmesi diyelim. Gider gelir.

    Eğer yazdığım yoruma dikkatli bakarsanız çocuksu bir fikir jimnastiğini teori seviyesine çıkarma (Gün Zileli’ye atfen) ve aslında ifade etmediğim ama ima ettiğimi zannettiğim Lenin Övücüler’in boğucu, sıkıcı sıradanlığını ifade ederek bir etik kodu kırdığımı sanmıyorum. Kimseyi etiketlemedim. Konuya bağlı kaldım, Gün Zileli’nin düşüncelerini takip ettiğim için onlara yoğunlaştım, yazısında yanlış bulduklarımı gösterdim, Birikim’in bahsi geçen sayısını inceledim vs. Ayrıca kendimi süslü cümlelerle çok biliyormuş gibi göstermedim, yükseklenmedim, diye düşünmekteyim.

    Ama sizin yazınızda ardarada kullandığınız etiketlemeler (imam, beyni tahrip olmuş, beyinleri yıkanmış vs.), entellektüel backgroundun muhteşemliğini gösteren, lakin konuyla alakasını yalnızca kendinizin kurabildiği göndermeler (Gauguin, Arent vs.) ve sorduğum sorulara cevap yerine kendi fikirlerini kusma şeklinde o bahsettiğim etik kodun tamamen kırıldığını görebiliyorum.

    Yani alay etmemek için dışarıdan birilerinin ihtarına muhtaç olmanız, içinizdeki kini ve bildiğinizi düşündüğünüz şeyleri kusma isteğiniz, Lenin’e öfkeniz, ilerlemeciliğe karşı olmanız dışında yazdıklarınızla konunun alakasını çözemedim. Belki benim anlayışsızlığımdır.

    Bundan dolayı yazdıklarınıza polemik etiğine uygun bir cevap veremeyeceğim. Bu durum tahlilini yapıp bırakayım.

    Gün Zileli’nin söylediğine ise “Benim kastettiğim 1917’deki gibi bir devrim anında ortalığın toz duman olduğu, öyle melek ya da şeytan bir lider figürün bireysel arzularıyla ve hatta süzülmüş düşünceleriyle bile olayların açıklanamayacağı idi. Dolayısıyla o başta öyle düşünmeseydi, yapmasaydı, böyle olurdu, herşey daha iyi olurdu, yapmadı demek ki iktidara susamış bir şeytan türü düşünsel deneylerin kelimelere hapsedilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela kendisine sosyalist diyenlerin kendilerine ne dediklerine değil, başkalarına ne dediklerine ve ne yaptıklarına bakmak, savaşı durdurmayacak/durduramayacak, Sovyetleri merkezi iktidar aygıtı yapamayacak/yapmayacak gruplarla ittifakın, Martov’un rehabilitasyonunda kullanılan bahanelerin durumu açıklamadığını düşünüyorum” cevabını vermem gerek. Onları Çeka zindanlarını kurmayı tercih ettiren/zorunda bırakan nedenlerin sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Hadi en baştan beri Bolşevik olan “gözü dönmüşler”in neden Cheka’yı kurduğunu anladık diyelim; iktidarlarını sağlamlaştırmak isteyen tipler, boyları devrilesiceler. Ama sonradan entegre Troçki’nin, bir sol-sosyalist devrimciyken Cheka’nın en baş adamlarından birisi olmuş Blumkin’in, Antony-Ovsenko’nun ve bir sürü dışarıdan entegre tiplerin nasıl bunlara OK dediklerini düşünmek gerekiyor.

    Hadi bireyleri geçtim, daha iç savaşın başında, Troçkistlerin klasik bahanesi olan iç savaş sırasında sınıfın parçalanması ve hiyerarşide yükselenlerin otoriterleşmesi henüz gerçekleşmemişken, Sovyetler hala aktif ve buyurganken, daha fabrika komiteleri ezilmemişken, daha zor aygıtı Kızıl Ordu bile yeni kuruluyorken, onlar bu zindanlara, muhalefetin bastırılmasına nasıl evet dediler? Sakın muhalefetin bastırılması, onlara, yani bir yıl önce Çar’ı devrimiş, 5-6 ay önce de ayaklanıp savaşı sürdürmek isteyenleri devirmiş kentli işçilere mantıklı gelmiş olmasın sakın?

  10. Anonim

    Elhamdülmarks-lenin devrimciyiz ilahisi çeken hızlı devrimci Anonim 18 Aralık 2024

    Aşırı yüksek zekası önünde tüm dünyanın diz çöktüğü Einstein ” “çocuklarınızın yaratıcılığını arttırmak için onlara peri masalları anlatın, daha da yaratıcı olmalarını isterseniz daha da çok peri masallar anlatın!” der.

    Marks’ın en sık tekrarladığı atasözü: “Cehennem yolu iyi niyetlerle döşelidir!”

    Einstein bilgiyi araçlandırdığının farkında değil. Marks, kendinin de fırsatçılar elinde maskara olacağı, kendinin de iyi niyetlerle cehennem yolunu döşeteceği aklına gelmez.

    Fırsatçılar İnsan’ı, insan kaynağı; Doğa’yı, doğa kaynağı ederek her ikisini de araç ettiler!

    Sovyetlerde ve sonra Çin’de Marks peri masalı oldu! Karşımıza yine “gerçek” dünya çıktı!
    Einstein Yahudi düşmanı Nazi Almanyasından paçayı kurtardı ama çok dah amansız bir canavarın elinde yararlı enayi oldu.
    Marks ise pis dünyadan kurtuluşun Yahudi-Hıristiyan ordusundan ama laik Mesih, İslam’da beklenilen Mehdi. Marks daha önce gelen kurtarıcı binyılcılıların dünyayı eleştirmelerde kendisinden daha da radikal olduklarını söyler ama düşmanı yanlış tespit ettiklerine inanır. Kendisi de o zamanın ve şimdi de, baş artisti bilimcilik saplantısı içinde olduğundan belgelere başvurarak “gerçek” düşmanı “gerçek” dünyada bulur: KAPİTAL!

    Şu an ABD’de yozlaşmış binyılcılar (“evangelistler”) dünyanın sonunu getirecek İsrail’i destekler. Son dakikada tövbe edip Hıristiyan olmayan Yahudiler ilelebet cehennemde yanacaklar. Bundan daha şahane Yahudi düşmanlığı olmaz! Bu site sahibi anarşist Yahudi düşmanı olmamak için İsrail soykırımı karşısında dilini yutar! Karşımıza yine “gerçek” dünya çıktı!

    Üstelik bu ABD seçimlerini değiştirecek güce sahip enayilerin bilmediği bir şey var: Siyonistler Yehova’ya inanmazlar, sadece Yehova’nın Filistin’i kendilerine verdiğine inanırlar. Karşımıza yine “gerçek” dünya çıktı!

  11. Anonim

    Sayın 23 Aralık 2024
    Sonsuz farklı görüşlerden yola çıktığımızdan tek çarem kabaca ve kısaca farka değinmek.
    En başta en temel farkları dile getiren eşi bulunmaz Blake’den alıntılar.
    Not: Kusura bakmayın, benim sizin gibi orta-sınıflara özgü yaratıcılık-bireycilik saplantım yok. Dışarıdan benden çok daha önce ve harika insanların harika ifadelerini seve seve aktarırım.
    “Başkasına iyilik yapmak isteyen küçük ayrıntılarla yapmalıdır. Çünkü sanat ve bilim, ancak küçük ayrıntılarla düzenlenir. Sadece alçak amaçlı, ikiyüzlü ve dalkavuk genel iyiliğe başvurur. ”
    En sarışın en mavi gözlü en süper ırk (gerçi şimdi daha süper olan Amerikan kı*ına girmiş) İngilizlere hitap eder:
    “Newton size ‘güneş çektiği için dünya dönüyor’ dedi. Ben size ‘dünyayı iki melek kanatlarını çırparak döndürüyor’ diyorum.
    Blake İngilizler arasında sizler gibi akıl yürütenlere “URIZEN” der.
    Müridi olduğu mistik Swedenborg için, “cenneti iyi tanıyor ama cehennem bilgisi kulak dolgunluğu” der.
    Ve nihayet meşhur eseri “THE MARRIAGE OF HEAVEN AND HELL” (Cennetle cehennem evliliği).
    Sadece ve sadece çok alçak dolandırıcılar insanları iyiyi kötüden ayırt edebileceklerine inandırırlar.
    Şimdi ünlü Marksist E. P. Thompson’dan (1924-1993) sizin dediklerinizin gülünçlüğünü gösterecek bir alıntı.
    “17’nci yüzyıl devrimciler düşündüklerini bizim gibi omuzundan bakıp yargılayan uzman bilgelere taviz vermek ihtiyacı duymazlardı. Örneğin bir meyhanede biri ‘bize yol göstermeleri için bilgililer lazım’ der. Bir kunduracı da yanıtlar: ‘bilgilileri boş ver onlar daima güçlülerin tarafını tutarlar’.
    Thompson da “2 yüzyıldır kunduracının meydan okumasına bir cevap veremedik” der.
    Not :Thompson, sizden farklı olarak, tarihin kazananlar tarihi olduğunu bildiğinden, “Alttan Tarih” okulunu diğer beğendiğim düşünürlerle kuranlardan. 1956’da, sizlerin 68’lerden sonra çabuk zenginleşme vaazları ile katıldığınız solcu-devrimciliğinden 12 yıl önce Komünist partisinden çıktı. Rusça bilen bir arkadaş 1991 ertesi açıkça kapitalizme geçen Rusya’yı gezdi. Entelektüeller sebeoleri, Marks, Lenin, Stalin, Troçki, Martov vb uzun havalar çekerek anlatmışlar. Sıradanlar özetlemiş: “Biz tembel bir halkız!” 1970’lerde oraya giden bir Amerikalı arkadaş da, Amerikan işçilere kıyasla ama sevinerek, aynı gözlemde bulundu.
    Gelelim anladığınızın özetine: “Yani alay etmemek için dışarıdan birilerinin ihtarına muhtaç olmanız, içinizdeki kini ve bildiğinizi düşündüğünüz şeyleri kusma isteğiniz, Lenin’e öfkeniz, ilerlemeciliğe karşı olmanız dışında yazdıklarınızla konunun alakasını çözemedim. Belki benim anlayışsızlığımdır.”
    Hiç çekinmeden bir ukalalık edeceğim: Ben sizi çok iyi anladım ve çok sıkıcı buldum. Siz yazdıklarımı zerre kadar anlamamışsınız. Yafta takmak yetmiş. Asıl anlama yaftaların ardında yatar.
    “Dışarıdan birine muhtaç” : Diğerlerin şahane eserlerine saygı ne zaman bir eksiklik oldu. Üstelik Arendt’ın aynı kitabı bu sitede de övülerek incelendi. Onu anmam sizin “savaş var, savaş” bahanesine başvurmanızla alay etmekti. Bu savaşın ardında yatan kepazelik umurunuzda bile değil. Göz ve kulağınız ölenler ve acı çekenlerde değil Saray etrafında büyümüşlerin hazırladıkları ölüm makinelerinde. “SİZİ LENİN BİLE KURTARAMAZ.” sert erkek tehdidinin açığa vurduğu gibi.
    Kolonilerle zengin olup yeni bir emperyalizm peşinde olanların eski imparatorlukları, Osmanlıları paylaşma gibi, ele geçirme savaşını bir Türkiyelinin bilmemesi sonsuz tuhaf. Rus imparatorluğu Bolşevikler sayesinde (daha sonra Çin de aynısını becerdi) dış sömürgeler yerine iç kolonileri sömürdü. Nihayet her ikisi de Marksist ayıp donlarını indirip tıpkı, tüm Batı ülkeleri kı*ında ve maslahatıı elinde, dünyaya meydan okuyan Bidon gibi “iki kutup” yarattılar. Aynı tas aynı hamam.
    “Hafız” kelimesini kullanmamın nedeni sizin komünizm yolunda ilerlemesini istediğiniz Türkiye’de yeni düzeninde apparatçik olmaya hazırlandığınızdan ve Bolşevik mirasına konanları yakından incelemenizden, sonsuz sıkıcı şeyleri ezberlemiş olmanızdan kaynaklandı.
    İnsaf be, en azından Solzhenitsyn’in Gulag Takımadaları eserlerinden sonra zamanımızı simgeleyen insan canının ucuzluğuna karşı öfkelenme yerine yararlı enayi bilginleri taklit etmişsiniz. Bence Rusya ve Çin açıkça kapitalist olduktan sonra bu saçmalıklar bunamışların sayıklamaları.
    Sizler gibi hızlı solcu devrimcilerin ve Marksistlerin İsrail’in ta 1878’lere uzanan, gurur içinde açıkça Filistin’i koloni etme, Filistinlileri soy kırımından geçirmesi projesi, Güney Afrika ile aynı yolda oldukları ilişkileri ve yazışmaları, ırkçılığı desteklemeleri gibi belgelenmiş bilgilerden yoksun olmanız benim için çok doğal. Üstelik “Sovyetler” Birliği’ndeki “Sovyet” kelimesinin, bu konuda derin bilgilerinizle inşallah dolandırıcılık olduğunu bilirsiniz, Bu alçaklıkların yanı sıra, Çekoslovakya ve Sovyetlerin Filistinlileri öldürmek için İsrail’e silah yardımlarını (“Savaş var, savaş” değil mi ama) anlatan eşsiz Yahudi tarihçi Ilan Pappé’nin “Le nettoyage ethnique de la Palestine” kitabı da “Dışarıdan birine muhtaç” galiba.
    Not: Dürüst tarihçi Ilan Pappé’ ve diğer bir dürüst şahane Yahudi tarihçi Norman Finkelstein “The Holocaust Industry” kitabı ile ifşa etmeye devam ederken bu site anarşisti korkusundan bu konuda dilini yuttu. Anarşistin Başıkanı Air-Dogan bir yandan enayi halkla ilişkilerde İsrail’e saldırır, diğer yandan Azerbaycan’dan gelen petrolü İsrail’e aktararak Filistinlilerin soy kırımında İsrail’in en büyük kozu olan bomba yağmuruna yardımcı olur. Başıkan da, hızlı anarşist de politikacı ama biri daha politikacı! Örneğin Bolşevik darbesi uzmanı anarşist, dinsel inanışlarındaki laik din/ ruhsal din (Rusya/Hamas) ayırımını kendine bahane edip, medya kuklası cambaz Zelenski’yi savundu.
    Uzmanlığa özentiniz çok belli. Uzman, alanı gittikçe daralan konuda gittikçe daha çok bilir. Eninde sonunda hiç hakkında her şeyi bilecek.
    Sizi ele veren önemli bir hata daha yaptınız. Ben alay ettim siz uzman sözlüğünde polemik olarak çevirmişsiniz. TDK de dahil her dilde polemik kelimesinin kökeni savaştır. Ben savaştan günahlarımdan çok nefret ederim.
    Anlamayacağınız iki ek:
    1. Savaş ordu beslemeye dayanır ve içerir.
    Marks ve Lenin de dahil, sizlerin kökeniz olan sarışın mavi gözlü (bunlara beyazlar da denir) süper ırk çok savaşçı bir yerli halkla savaş etmekte. Yerliler bir temsilci gönderip kışın geldiğini, yiyecek ve yakacak toplama gerektiğini ve savaşa ara vermeyi teklif eder. Tabii reddedilir. Yerliler anlamazlar: “Ulan yaşamak mı, önemli ölmek mi?”.
    Toplantıda sizlerin taptığınız, Marks, Lenin, Atatürk ve dalkavukları bilim adam-kadınlarına benzeyen, saymakla bitmez dahilerden biri var. Bu zamanından önce doğmuş dahi bu işin sırrını bildiğini ileri sürer.
    – Bunların ekmeğini tarımcı-değirmenci-fırıncı; ve benzeri olarak; elbiselerini hakeza…; silahlarını hakeza…; savaş eğitimlerini hakeza… vs., vs, vs.
    – Ee ne yapalım?
    – Biz de onlar gibi yapalım!
    – O halde savaşa ne gerek var, onlara katılalım!
    İstesek de istemesek de bizler ve tüm medeniler bu sarışınlara katılanlardanız.
    Anlamınıza yardım olsun diye bir ek: Hayvanlar ve bitkiler çevre ile ilişkilerinde hayatları pahasına devamlı riske girerler ama buna rağmen ırkçı, öfkesiz, kinsiz Saray uşağı Darwin’in vuran vurana dünyasında dünyanın en tembel hayvanı, tembelhayvan (sloth), hala yaşamakta. Laf gelmişken, Marks, tıpkı kendi klonları orta-sınıflılar gibi, Darwin’e hayrandı. Ne var ki, insanlar “biz iyiyi/kötüyü ayırmayı biliyoruz!” çığırtkanlığı yapan bir avuç dolandırıcıya esir olmuş. Bakınız 16’ncı yüzyıl başında, kolonize edilen yerlerden gelen haberlerle beslenen 25 yaşındaki La Boétie’ninnın (1530-1563) “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” yazısına.
    2. Savaş sever kocalarından ayrılan lezbiyen arkadaşlarım yumuşak ruhlu bir model olurum ümidiyle erkek çocuklarına getirip bana bırakırlardı.
    Şimdi de diğer alaylar:
    1. 1970’lerde Yugoslavya’da duyduğum bir fıkra:
    – Bilimsel ütopyayı kim buldu?
    – Marks-Engels!
    – Yahu keşke bizden önce fareler üzerinde deneselerdi!
    2. 1920’lerde Moskova metro duvarlarında yazılan iki yazı:
    “Kapitalizm insanın insanı sömürüsü, komünizm tam tersi.”
    “Başıkanlılarımız komünizm yaşadığımıza inanır görünüyorlar, biz de onlara inanır görünüyoruz.”
    LAF LAFI AÇAR: Tarih üçe bölünür: Var oluş devri, 10 bin yıl öncesine kadar; Sahip olma ya da derginin adı gibi BİRİKİM devri (yoksa bu banka falan filan mı?), 2’nci Dünya Savaşı’na kadar; ŞİMDİ, GİBİ GÖRÜNME DEVRİ.
    YİNE LAF LAFI AÇAR: Bir psikolojik teoriye göre sevişmek, gülmek, os*rmak, tuvalete gidip boşalmak şimdi tabu olan İSRAFTIR*. BİRİKİM (BANKA) dergisi gibi biriktirmek, b*k TOPLAMAK da KABIZLIKTIR. Ben kendim dünyanın en büyük b*k biriktiren ülkelerinden birinde yaşıyorum ve halk son derece mutlu; zen; bataryalı bisiklet, bataryalı trotinet, bataryalı araba sürerek gezegeni kurtarma haçsız seferberliğine çıkmış; hayvan-doğa sevelerin bini bir para… Kısacası ütopyada yaşıyorlar. Onlar da sizin gibi kin, nefret, öfke işitmek istemiyorlar. Ben onlara batarya madeninin çıkarıldığı yerlerde kanser ve deforme doğan çocuk sayısının üssel arttığını söyleyince, siz orta-sınıflılar gibi tek konuda uzman diğer tüm konularda televizyon konuşan bu neşe dolu robotlar “ben negatif konuşmaları sevmem” diyorlar. “İyi kral halkın midelerini doldurur, beyinlerini boşaltır” lafını severdim, şimdi çöpte.
    *İsrafla ilgili not: Gönül ister ki en azından, Sahlins’in “Taş Devri, Bolluk Devri” eserini okuyup Marks’ın temel yanlışını görürdünüz. Fakirlik ve zenginlik materyal kavramlar değil. Örneğin şu an 10 kişinin dünyanın yarısı kadar servete çöktüğü; 5-6 ülkenin dünyanın yarısı kadar toprağa çöktüğü bir dünyadayız. Kısacası, Tarım Devrimi materyal yoksunluktan doğmadı. Daha da kötüsü var. Eğer kazananlar, yani son 10 bin yıl, tarihini ve evrimini biliyorsanız, kadın olmasa at bu tarihi çöpe. Şimdi moda olan sürdürülebilirliği medeniyet tarihinde bile fakirler ve temelde (evi temizle, yemek yap, çamaşır yıka, yamala…) kadın başardı. Hele çocuk yapmasa, bunu dahiler dahisi ırkçı Darwin bile açık/kapalı söyler, insan evrimi boş laf. Hıristiyan misyonerler Güney Amerika’da kiliseye girince Amerikan coca colasını Meryem Ana’nı kafasına serpmeden vazgeçiremiyorlar. Yerliler medenilerin taptığı oğul İsa’yı, biz medenilerin daima aracı, komüsyonculara tapmamızı çok cahil olduklarından “anlamıyorlar”
    BİR DAHA LAF LAFI AÇAR. Biri laik diğer ikisi ruhsal üç dinden biri olan İslam’da “bilgi” BİRİKİMİ (kabızlığı) fetiş/put, yani “might is right” putu olur. Kitapsızlar kılıçtan geçirilir. Marks’ın “ÜSTYAPISI” üstü örtük aşıcı laik-din ayıp donu.
    Siz solcu devrimcilerin ikiz kardeşiniz kapitalistlerle paylaştığınız daha da kötü iki inanç daha var.
    1. MATERYAL/RUHSAL ayırımı. Bilgelerin bu ayırım üzerine akıttığı mürekkep yanında okyanuslar damla sayılır.
    2. Faşizm, totalitarizm, diktatörizm, sosyalizm, komünizm, Nazizim falan filan “ŞİMDİ EN İYİ DÜNYADA YAŞIYORUZ FAKAT DAHA DA İYİ OLABİLİR!”, yani İLERLEME dinine inanırlar (ya da vaat ederler). Marksist/Anarşist olup da bu inanışa katılmamak imkansız. Yani hepiniz aynı dinin müritlerisiniz, fark gidiş yollarında. Daha da önemlisi MARKSİZM-ANARŞİZM çok daha güçlü olan İLERLEME dininin “halkla ilişkiler”, bir alttaki versiyonu.
    Türkiye solcu devrimciler bu dediklerime şahane bir örnek. Ben 68’ciyim ve 68’in ana mesajı Moskova duvar yazısıydı: “Kapitalizm insanın insanı sömürüsü, komünizm tam tersi.”. Liseden sonra sınavlara girmek için sadece 2 (belki 3) şehirde üniversiteler vardı. Şimdi her köşede bir üniversite var. Eğitim Marks’ın sevgilisi İLERLEME endüstrisi oldu. Türkiye solcuları en kısa zamanda refaha kavuşma, zengin olma modelleri olan Rusya ve Çin’i seçtiler.
    Bir ukalalık daha, öfke, kin ve kusmalarım ile ilgili bir uyarı: Kapitalistler insanların özgürce boyun eğmesini seçmede daima başta gelirler. Bu dediklerim şimdi “hate speech” oldu ve orta-sınıf çoğunluk kuzular rahatlık içinde bunu melerler.

  12. Anonim

    Sayin 28 Aralık 2024 at 19:54

    Iki cumleniz ucuncu cumlenizle alakasiz. Alintilariniz ne anlattiginiz olaya, ne benim sorduklarima denk dusuyor. Yazdiklarinizdan yalnizca bir seylere duydugunuz ofkeyi anlayabiliyorum, ustelik benim size karsi sozlerimi de cok yanlis anlamissiniz. Okuduklarinizi anlamakla ilgili bir probleminiz var ama sanirim onun da nedeni anlatacaklarinizin “muhtesemligine” duydugunuz hayranlik. Ama dedim ya, onlar da anlamsiz disaridaki okuyucu icin. Kim size iyi yazmissin yasli kostebek demisse sizi fena kandirmis. Ama kim size “Kisa kes ulan” demisse iyi demis.

    Neyse, tarzinizi tanidim, zaten bu siteye cok yazan biri degilim, merakimdan yazmistim, size selametle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑