Geçen ay (Kasım, 2024) Lejand’dan anıları yayınlanan Şahin Alpay (Bir Hikâyem Var-I) çok eskilerden, Kasım 1968’de yayın hayatına başlayan Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD) ve bu derginin bölünmesiyle Ocak 1970’de çıkmaya başlayan Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) yazı kurullarından arkadaşım olur.
Farklı Mekânlar, Ayrı Yollar
12 Mart 1971’den sonraki baskı ortamında Şahin aranıp (kitabında anlattığı gibi), PDA hareketi tarafından Filistin’e gönderilince, ben de yine arandığım için Ege bölgesine gidip Haziran 1971’de, İzmir’de yakalanarak 3 yıl (Temmuz 1974’e kadar) hapis yatınca mekân olarak epeyce ayrı yerlere düşmüş olduk. Şahin, yine kitabında anlattığı gibi, Filistin’deyken hareketten ayrıldı ve daha sonra Marxizm-Leninizmden vazgeçerek “Batı tipi sosyal demokrat” oldu. Ben ise, hapisten çıktıktan sonra, Marksizm-Leninizmde (hatta Maoizmde) ısrar ederek hareketin yöneticilerinden biri olarak yola devam ettim.
1980’ler, Komintern geleneğinden gelen Maxist-Leninist hareketin bunalımının dünya çapında iyice su yüzüne çıktığı yıllar oldu. 12 Eylül 1980’den sonra aranmaya başlayınca, saklandığım evde Isaac Deutscher’in üç ciltlik Troçki’lerini okuyarak ana akım Marxizm-Leninizme (Stalinizme) muhalif bir Marxist oldum ve o andan itibaren PDA hareketinin (TİİKP) merkeziyle ayrı düştüm. Aynı dönemde Şahin Alpay, Karl Popper okuyarak, sosyal demokratlığının yanı sıra Liberal de olmuş.
İzlediğimiz ideolojik patikalara bağlı olarak elbette birbirimizden epeyce uzak düşmüştük. Zaten bulunduğumuz mekânlar ve sosyal ilişkilerimiz de, kitabından okuyunca daha iyi idrak ettim ki, tamamen farklıydı. Şahin, liberal bir sosyal demokrat olarak üst düzey basın ve akademi entelijansiyasıyla örülmüş ilişkiler içindeyken, ben, 1990’lı yıllarda Londra’da bir siyasi mülteci ve artık bir anarşist olarak, yarı yarıya sokakta yaşayan ev işgalcisi (Squater), “Londoner”lerle arkadaşlık yapıyordum.
2008’de Türkiye’ye döndüğümde Şahin artık Zaman gazetesi yazarıydı (2. kitabında anlatacaktır). Ben ise, daha Londra’dayken bağlantı kurduğum Türkiye’deki anarşistlerle (Kaos Yayınları) temas içindeydim. O kadar farklı yerlerdeydik ki, Şahin’i arayıp eski bir arkadaş olarak görüşmek aklımın ucundan bile geçmedi. Tam tersine, o dönemde, Ergenekon yargılamaları sırasında, bu davaya omuz vermesine ve AKP hükümetini desteklemesine kızarak yenilip yutulmayacak kadar acı yazılar yazdım Şahin’e karşı.
Hayatın Sürprizleri
Fakat sonra hayat “ray değiştirdi”. Benim açımdan değil, Şahin açısından. Gezi hareketinden sonra Fetullah Gülen hareketi AKP iktidarıyla çatışınca, hatta belki ondan da önce, Şahin AKP iktidarını eleştirmeye başladı. İki kesim arasındaki ayrılık giderek iyice antagonist bir hal almaya başladı. Onun F. Gülen yanlısı bir kanalda, Eser Karakaş ve Mehmet Altan’la birlikte AKP iktidarına veryansın eden konuşmalarını televizyondan arkadaşlarla birlikte büyük bir zevkle izliyorduk.
Derken 15 Temmuz oldu ve kısa süre sonra Şahin Alpay, “Fetullahçılıktan” yargılanmak üzere tutuklanıp Silivri’ye kondu. Bu dönemde Şahin’i savunan birkaç yazı yazdım. (örneğin, Ağustos 2016 tarihli, “Çürük Tahta Çivi Tutmaz” yazısı.) İki yıl kadar yattıktan sonra tahliye edildiğini duydum.
Acı bir olay, bizi uzun yıllar sonra, Mayıs 2022’de ortak arkadaşımız Erdal Yavuz’un Aşiyan Mezarlığı’ndaki gömülüş töreni sırasında buluşturdu. Karşılaştığımızda sarılıp öpüştük. Şahin bana, (eski acı yazılarımı hatırlayarak olsa gerek) “bana hâlâ kızgın mısın, Gün?” diye sordu. Ben ise iyice duygulanmış, “içerideyken seni savundum, Şahin” dedim. Telefonlarımızı alıp verdik ve 50 yıl inkıtaa uğrayan arkadaşlığımız o andan itibaren yeniden başladı. Zaten Şahin de bunu, geçenlerde, Ruşen Çakır’ın programında “ikinci defa arkadaş olduk” diye ifade etti. Bu “ikinci arkadaşlık” döneminde yeniden tanıdığım Şahin Alpay, “birinci arkadaşlık” dönemine göre bende çok daha candan ve samimi bir insan izlenimi bıraktı (o dönemdeki Şahin, Aydınlık Yazı Kurulu’na gençlik kesiminden davet edilen biz “haydut”lara biraz uzak durur, hatta eylemlere katılmadığı için eleştirdiğimizde, “çocuklar, ben sizin gibi elime sopa alıp dövüşemem” derdi.)
Zor olan…
Açıkça belirteyim ki, Şahin’in kitabı hakkında yazı yazmak benim için çok güç. O kadar farklı yerlerdeyiz ki ve her şeyi o kadar farklı değerlendiriyoruz ki, Şahin’in anlattıkları hakkında bir şeyler söylemeye kalksam bile, konular hayli oylumlu olduğundan onun kitabı kadar bir başka kitap yazmam gerekecek. Ayrıca, ikinci arkadaşlığımız sırasında eskisine göre çok daha yakından tanıyıp insan olarak sevdiğim Şahin’i kırmaktan çekiniyorum.
Bu yüzden ben bu yazıda, Şahin’in kitabından hareketle esasen bir konu üzerinde duracağım: Sınıf Kokusu!
“Sınıf kokusu da neymiş?” diye soracak olabilir bazı arkadaşlar. Anlatmaya çalışayım.
Koku Tanımdır
1990’lı yıllarda Londra’nın merkezinde bisiklet sürerken, çocukluğumdan çok iyi bildiğim ve sevdiğim, babamın süvari subayı olarak görev yaptığı Ayazağa’daki Suvari Okulu’nda, at ahırlarının at sidiği ile saman karışımından oluşan o eşsiz kokusu geldi burnuma (o sırada henüz koku alma hassamı kaybetmemiştim). O anda adeta bir dejavu yaşadım ve kendimi Ayazağa’daki at ahırlarında sandım. Fakat koku gerçekti. Durup merakla çevremi inceledim ve sonunda buldum: Pek yakındaki bir binanın bodrum katlarından geliyordu ahır kokusu. Ve sonunda anladım. Burası, Londra polis atlarının ahırıydı. Aynı koku. Bu kokuyu özlemle içime çektim. Benim için beklenmedik bir sürprizdi.
Bunu şundan dolayı anlattım: Her şeyin kendine özgü bir kokusu vardır. Evet, sınıfların da kokusu vardır. Bu kokuyu ilk olarak, evlerine gittiğimiz, oldukça zengin akrabalarımızın evlerinde solumuş ve hiç unutmamıştım. Sınıf kokusu zihnime öylesine yerleşmiştir ki, bu sayede burjuva ortamlarının kokusunu hemen alırım. Ya da köken olarak benim de mensubu olduğum burjuvazinin kokusu burnuma çarpar.
Şahin’in kitabını okurken de aynı koku burnumdan eksik olmadı. Burjuvazi deyince hemen fabrika sahipleri falan gelmesin aklınıza. Bu sınıfın kokusu, kendisiyle bağlantılı olan her kesime sızmıştır. Yüksek akademik, üst düzey gazeteci çevrelerinden, yüksek politika lobilerinden de aynı kokuyu alırsınız.
Şahin, kitabında okuyacağımız gibi, aslında bir düşünce ve yazı emekçisidir. Üst düzey bir tüccar ailesinden gelmekle birlikte, hayatını sonuna kadar bir fikir emekçisi olarak kazanmış ve sürdürmüştür. Fakat gazeteden ya da akademiden ücret alan bir fikir emekçisi olmak, bir anlamda burjuvazinin istediği yönde fikir üretmeye aykırı değildir, tersine. Bir kol emekçisi nasıl fabrikalarda kendisinden istenen malı üretiyorsa, fikir emekçisi de genellikle hâkim medyanın ve akademinin sahibi olan burjuvazinin istediği fikirleri üretmek, yazmak, neşretmek durumundadır. Bunun istisnaları yok mudur? Vardır elbette ama ismi üstünde istisnadır. Üretilen fikirler genellikle egemen burjuvazinin istediği “mal”lardır. Dolayısıyla bu çevrelerde genellikle burjuvazinin kokusu egemendir, bu koku solunur.
Tabii ki Şahin de, ben de istisna değiliz. Bu genel yaklaşımla onu kırmadan bir şeyler anlattığımı sanıyorum.
Karl Popper
Şahin, her fırsatta liberalizmin büyük teorisyeni Karl Popper’e hayranlığını belirtmiş (s. 122, 301). 1980’lerin başında “sosyalizmin sorunlarını tartışmanın” hararetli savunucusuyken ve bizim Ortodoks önderliğe karşı, onların verdiği adla “sorular hareketi”nin bayraktarlığını yaparken (yani sorularla, çürümüş “Marksizm-Leninizme” esaslı neşter darbeleri indirirken) bir arkadaş, sanırım benim tartışmayı teşvik eden tutumumdan cesaret alarak, “Karl Popper’in çok önemli bir düşünür olduğunu, okunması gerektiğini” söylemiş, ben de K. Popper’in Açık Toplum ve Düşmanları adlı temel eserini bulup okumuştum. Fakat bu okuma benim açımından tam bir hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştı. Neden? Çünkü K. Popper, kitabının bir yerinde, komünistleri kastederek, “iktidara geldiklerinde beni yasaklayacak olanları ben neden bugünden yasaklamayayım” mealinde bir şeyler söylüyordu. Bence bu, anti-komünizmin yasakçı reaksiyonla, hatta faşizmle buluştuğu noktaydı. Bu yasakçı görüş, aslında liberalizme de aykırıydı. Nitekim, Şahin’in de olumlu bulduğu Batı’daki liberal hükümetler, K. Popper’in tavsiyesine uymayıp komünist partileri yasaklamamış, bu partilerin faaliyetlerine yasal planda engel olmamışlardır. Bu yüzden bence K. Popper “hayran olunacak” bir liberalden çok, azılı bir anti-komünisttir.
Öyle ki, Karl Popper’den hayli etkilendiği anlaşılan Şahin, 1998 yılında, Miilliyet’te Refah Partisi’nin kapatılmasıyla ilgili kitabına aldığı bir yazıda, RP’nin “demokrasiden dışlanama”yacağını söyleyip kapatılmasına karşı çıkarken, “elbette… Oyunu kurallarına göre oynamayan partiler kapatılabilir” (s. 458) diye yazmış. Evet ama “oyunun kuralları”nı kimin koyduğu da önemli değil midir? Şahin, bu noktada, “liberal sosyal demokrasi”yi egemen “kural koyucuların” sunağında kurban etmiş gibi görünüyor.
“Döneklik” Meselesi
Şahin’in hatalı bulduğum bir tutumu da, “dönekliği” ile “iftihar ettiğini” döne döne ilan etmesidir (s. 435). Ona göre “döneklik”, felsefi olarak yanlışlığı ortaya çıkmış bir fikirden vazgeçmektir. Bu tanıma göre, ben de Marksist-Leninist iken anarşizme yönelerek “döneklik” yapmış oluyorum. Ama bu, bağnaz Marxistlerin, hatta bugünkü VP’nin tanımı değil mi? (Bu arada, Şahin’in, kitabının bir yerinde Doğu Perinçek’in kendisi gibi “komünizmi terk ettiği” (s. 530) görüşünün doğru olmadığını belirteyim. D. Perinçek, çoğu solcunun sandığının tersine, halen Stalinist bir komünisttir ve ırkçı-şoven görüşleri bu ideoloji ile hiç de çelişmez.)
Oysa bence döneklik, bir akide ya da düşünceden vazgeçmek değil, o akide ya da düşüncenin vaatlerinden vazgeçmektir. Böyle baktığımız zaman, dönek, Şahin Alpay ya da ben veya önüne gelene “dönek” diye saldıranların hedef aldığı insanlar değil, bizatihi kendileridir. Çünkü onlar, “bir dava”dan söz etmektedirler ama pratikte o “dava”nın vadettiklerinin çok uzağına düşmüşlerdir. Bana soracak olursanız, en büyük dönek bizzat Lenin’dir. “İşçi demokrasi”si, “köylü özgürlüğü”, “fabrikalarda işçi denetimi” vaatleriyle iktidara gelmiş ve gelir gelmez bu vaatlerinin tam tersini yapmış, işçileri ve köylüleri ÇEKA’sı vasıtasıyla ezmiştir. VP’nin bugünkü önderleri de bundan 60 yıl önce işçi-köylü devrimi, ulusların kaderlerini tayin hakkı, Kıbrıs’a hürriyet diye yola çıkmış (Bkz, TİİKP Savunma, 1974), bugün ise en reaksiyoner tutumların savunucusu olmuş, örneğin Kürtlerin hakkını savunan partilerin kapatılması noktasında MHP’yi bile gölgede bırakmış, Kıbrıs’ın işgalinin en hararetli savunucusu olmuşlardır.
Kısacası, döneklik nitelemesi düşüncesini değiştiren Şahin Alpay’a değil, siyasetini değiştiren Doğu Perinçek’e daha çok yakışmaktadır.
İşkenceye Dayanmak
Bir de geçerken, Şahin’in, 1960 sonlarında en yakın arkadaşı olan ve “Maoculuğu” PDA hareketine birlikte taşıdıkları Halil Berktay’ın, Filistin’e gitmeden önce kendisine, yakalanması halinde gerekirse “dilini ısırıp koparmasını” salık verdiğini anlattıktan sonra, “1972 yazında yakalandığında polise en ayrıntılı ifadelerden birini verecekti” (s. 166-167) diye yazması uygun düşmemiş. Bence hayatında hiç işkence görmemiş, işkencenin nasıl bir şey olduğunu bilmeyen birinin (Halil’in de o sırada o büyük sözleri sarf etmesinin işkenceyi tanımamaktan kaynaklandığına kuşku yok), işkenceye uğrayan arkadaşı hakkında konuşurken daha saygılı olması gerekirdi.
“Ayrılıkçı Terör”
Benim için hatır gönül açısından nazik olan bu yazıyı daha fazla uzatmak niyetinde değilim ama şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum: Şahin arkadaşım, örnek verecek olursam, “ayrılıkçı terör” vb. gibi deyimleri kullanırken keşke biraz daha sakınımlı olsaydı. Ya da “terör” konusuna girmişken, “üniter devlet terörü”nden de bir kelimeyle olsun bahsetseydi.
Bununla birlikte, özellikle egemen medyanın üst kesimlerinde, siyasi partilerde (CHP) kadro meselelerinin, ilişkilerin nasıl yürüdüğünü öğrenmek, entelejansiyanın gazete ve dergi ya da akademi kadrolarındaki “sınıf kokusu”nu solumak açısından Şahin’in kitabı eşsiz bir bilgi kaynağı.
Gün Zileli
18 Aralık 2024
www.gunzileli.net
gunzileli@hotmail.com
Hocam sizlerden çok uzağım. Namazlarımı kılmaya çalışıyorum özetle (yaş 60). İnsanlar hakkında yazılan kaliteli kitapları okumayı seviyorum (Favorim İbn’ül Emin Mahmut Kemal İnal’ı anayım.). Anı kitap serinizi bir solukta okuyacak kadar beğendim. Epey önce okumuş olduğum Ruso’nun İtiraflar’ından aşağı değil (Sığınmacılar’ı çok aradım; ikinci eli pahalı idi, temin edemedim. Lejand yayınlasa da okusam diye ikide bir bakıyorum.). Bu yazınızda “sevdiğim Şahin’i kırmaktan çekiniyorum”u okuyunca, eski formunuzu koruyamadığınızı düşündüm (Belki de doğrusu budur). Şahin Bey’i ilk defa bahse konu kitap söyleşisi dolayısı ile dinlerken de; sizinkilerin derecesinde, kimsenin gözünün yaşına bakmaz bir tavır ile yazmış olamayacağını düşünmüştüm. Kitabını bugün alıp okumaya başladım. Henüz yüz küsur sayfasındayım. Kitabı beğendim (Saygıdeğer bir insan). Aklıma, eğer Gün ve Şahin beyler yer değiştirmiş olsa idiler, aynı yakınlıktaki akrabalarının değerlendirmesi ne kadar da farklı olurdu diye aklımdan geçti. Somut bilgilere bakınca, sanırım sizinki gerçeği biraz daha fazla tuttururdu.
Dikkatli ve vicdanlı bir okurum olduğu için mutlu oldum. Çok sağol.
Bence, yazının bir öz eleştiri/öz eleştiriye davet olması açısından şahane. Kendim bunlara “günahlarım” derim ve sayısız. Yine de…
Yazıdan iki alınt üzerine.
ŞAHIN, KİTABINDA OKUYACAĞIMIZ GİBİ, ASLINDA BİR DÜŞÜNCE VE YAZI EMEKÇİSİDİR.
(ELHAMDÜLİLLAH!)
ÜRETİLEN FİKİRLER GENELLİKLE EGEMEN BURJUVAZİNİN İSTEDİĞİ “MAL”LARDIR. DOLAYISIYLA BU ÇEVRELERDE GENELLİKLE BURJUVAZİNİN KOKUSU EGEMENDİR, BU KOKU SOLUNUR.
(GÜNAYDIN!)
Marks’ın uyarısı yaltakçılığa bahane de olabilir. Hele Şahin’in ikinci aşkı Kral Pooper’e çok daha uygun ama nasıl olsa sözde düşman iki silahşor farkı çok az.
Eğer meşhur sınıf yaygarasına uyarsam, kişinin saplantıları çocukluğuna, daha doğrusu kültüre, uzanan iki modern seçeneklere de işaret edebilir:
1. Eski din diliyle, alın yazısının doğmadan önce değil sonra yazılmasına uzanır: içine doğduğu kültüre, doğup büyüdüğü aile ve çevreye, okul beyin yıkamalarına, medya beyin yıkamalarına…
2. Yeni din bilimsel diliyle, epigenetiğine, yani genlerin trafik ışık-yanar-sönerlerine.
Bence, özellikle bu sınıf saplantısına katılmadığım için, istisnalar var ve çok değilse de var. 60’larda, üniversitede öğrenciydim. Dünyayı viraneye çevirenleri ve karşı direnişleri yoğurt yapma tarifesi gibi anlatan püfürpüfüreser vardı. Anlatan hangi tarafı tutarsa tutsun, duyduklarım iç dünyamın kulağında zehir oldu, bu zengin ülke bilginlik görevlilerin ha uyuttuğu ha nefret uyandıran ninnilerini dinlemek uyanık gece kabusları yaşamaktı. Nihayet ve tesadüfen, trilyon defa çok şükür, kızgın, öfkeli, yerinde duramayan birinin dersine girdim. Bu eşsiz insanın kendisi, bu boğucu ortama dayanamadı, püfürpüfüreserleri Pavlov’un köpekleri (köpeklere hakaret) gibi ağızları sulanan üniversite bilgelerine benzeyen bir konferans verdi ve terk etti. Bu kalbiyle düşünen tarih-öncesi insan ile 1985’de ölene kadar, arkadaş olduk.
Ben ilk defa “-izm”i/ ideolojiyi okuma yazma bilmeyen annemden işittim.
Eğer arzu edilene, yiyecek-giyecek-hastalığa ilaç gibi gerekli olsun, gerek fuzuli olsun, kavuşulamazsa yerini ideoloji alır. Din bunun eskisi, laik gevezelikler yenileri. Küçükken dondurma istediğimde annem parası olmadığının nedenlerini (ideolojisini) sıralardı. Bir nedeni henüz tefeciyi borcunu ödemesiydi. Cimrilik bilimi matematik çalıştım. Komşu zengin tefecilerden aldığı 20-30 lira borcuna karşı faizi hesapladım: en az %500!
Kafeste olanlar var, kafes dışında olanlar var. Ekonomi-Sosyal-Politika-Jeopolitik-felsefi-vs püfürpüfüreser BEYİNLERİ NASIR TUTMUŞ DÜŞÜNCE EMEKÇİLERİ kafesin nasıl yapıldığını anlatırlar. İnsan ister istemez kibarca sormak ister: “Peki, nasıl oluyor da BU YAZI ve BEYİNLERİ NASIR TUTMUŞ DÜŞÜNCE EMEKÇİLERİ taş devrinin bolluk devri olduğunu bilmezler? Demokrasi efendim demokrasi! Serbest pazar, efendim serbest pazar! Nasıl oluyor da bu solcu-devrimci DÜŞÜNCE-YAZI EMEKÇİLERİ yolcusu oldukları komünizm kavramının ilkel insanların yaşam tarzından esinlendiğini bile bilmezler, ilkel insanları inceleyen antropolojide sonsuz kara cahiller? Onu bırak kendi ailelerindeki komünizmden söz etme yerine at gözlükleri takarak imrendikleri politikacı olmak peşinde koşarlar.
Not: Sitede, bir düşünce-emekçisi Arendt’ın “Totalitarizm” kitabını okunmuş, muş. Politika kelimesinin tanım kökeninde yatan “beraberce yaşama sanatının” şimdi yalancılıkta, gibi görünmekte, usta olma olduğundan bile habersiz sanki. Hatta politikacı olmak için yanar tutuşurlar.
Eğer güncel olaylara karşı tutumları bir örnek alırsam, 1985’de ölen arkadaşım halihazırda 1970’lerde İsrail’i kuranların Yahudiliği nasyonalizme çevirdiğini, ırkçılığını, kolonyalist olduğunu, G. Afrika ile kardeşçe muhabbetlerini, Marks’ın sevgilisi Avrupa teknoloji-endüstrisi ile Filistin’e gelenlerin, doğal olarak, hala tarım devrinde yaşamalarını geri kalmışlık olarak gördüğünü ve pogrom girişimlerini yazdı. 1967 savaşı ÜNİVERSİTE DÜŞÜNCE-EMEKÇİLERİ püfürpüfüreserlere ALIN TERİ EMEK VERME fırsatı yarattığında ben bu emekçilerinden birine İsraillilerin Filistinli Araplar hakkında yazdıklarını ev ödevi olarak yazdım. Aslında insan-sever sarışın süper ırk Almanya’da doğup büyüyen Yahudiler hakkında Nazilerinin dediklerini kopya etmiştim. Ne yazık! Püfürpüfüreser hem yuttu, hem de beğendi!
Yine uzattım galiba.
Şahin, cahil ama solcu-devrimci medya yıldızı olmak isteyen birine benziyor. Bu açıdan bakınca, İngiltere Kraliçesi 2. Elizebeth’in Kovboy ettiği İngiltere tarihini bilmeyen Pooper’ın ışığıyla gözlerinin kamaşması beni şaşırtmadı. Eminim modern bilim hakkında verdiği EMEK İngiltere tarihi bilgisinden sonsuz daha azdır. Yaltakçı Pooper, her ANARKO-KOmünist_KApitalist faşist gibi, açık toplum altındaki gizli elin becerilerini ne bilir ne görür. Tüm dünyayı koloni edip harabeye çeviren, sadece kana susamış Churchill’in 3 milyon Hindistan tarımcı köylülerinin ölümüne neden olduğunu ve her ele geçirdiği yere ırkçılık getirdiği… Saymakla bitmez. Sol-Devrimci DÜŞÜNCE-YAZI EMEKÇİSİ anarşistin Marksizm’den kurtulması bunun bir varyasyonu.
Cevabını bilsem de soracağım: Nasıl oluyor da DÜŞÜNCE VE YAZI EMEKÇİSİ Şahin bey gibiler, İngiltere gibi kapitalizm merkezi bir ülkenin kraliçesinin Kovboy ettiği Pooper’ın daha tarafsız gibi görünen bilim teorisinde bile b*ku çıktığını bile bilmezler? Arşimet gibi koşarak tümevarımın yanlışlığını ilan edip yanlışlık kavramını satar ama her yanlışlık iddiasında gözlemin tanımına uymasının ancak ve ancak tümevarımla kanıtlanacağından habersizdir? Yoksa bu Kovboy savunduğu serbest pazarda her şey satılığa çıksın, beğenen de serbestçe alsın mı der bu Kovboy? Tıpkı anarkofaşisler gibi zarın çoktan atılmış olduğunu (“the die is already cast”) görmeyecek kadar cahil mi?
Politika uzmanlarına bir örnek versem iyi olur galiba.
Teori: Tüm kargalar siyahtır.
Şimdi bir beyaz karga bulduk. Pooper’a göre bu bulgu teoiriyi çürütür. Peki, bu kuşun karga olduğunu nasıl bileceğiz? Yine tümevarım çıktı karşımıza!
Bu Kovboy bile moruklaşınca, çocukları kendinin açık pazarına yönelten programların yasaklanmasını istedi.
Kısacası he cahillik cennet! ATLI KOVBOY olan Pooper Üsküdar’ı geçti! Kraliçe dalkavuk Pooper’in Kovboyluğunu geri alacak değil!
Biraz kazananların sıkıcı ve ağlatıcı tarihinden yapraklar:
Acaba bu Kovboy Pooper’ın gözleri mi kör yoksa beyni mi çok emekten nasırlaşmış?
Artık batı gizlemeye bile gerek duymadığından, tüm dünyanın kendisi gibi sarşın mavi gözlü olduğunu iyi bildiğinden zenginliğinin altındaki gizli elin sarışın mavi gözlü ÇALIŞKAN-BEYİN-EL-EMEKÇİLERİ süper ırk olduğundan değil, koloniler, köle ticareti ve köle çalıştırmadan kaynaklandığını ilan etti. Tabii, artık tüm dünya demokratik, medya serbest, süpermarket serbest… Seç al beğen al.
Daha bundan 2400 yıl önce, bir İstanbul semti büyüklükte Atina’da, sarışın mavi gözlü süper ırkın ataları arasında biri paranoya yaşar. Adam Atinalıların aslında kendi gölgelerini gerçek sandığını iddia eder. İsrail Siyonistleri Yehova’ya inanmazlar ama onun Filistin’i kendilerine verdiğine inanırlar. Türkiye’de depremlerin yarattığı felaketler allah’ın işiymiş. Madenlerdeki kazalar hakeza. Daha henüz en öldürücü hastalık olan kansere çare bilinmez ama Müslümanlar allahın Muhammed’e evrenin tüm sırrını açıkladığını bilirler. Trilyon üssü trilyon benzeri maskaralıkların tümüne inananlar varken benim Pooper gibi birine kafamı yormam bile kendi başına bir delilik.
Her neyse.
Döneyim Kovboyluk dağıtan Kraliçelerin çevikliğine ve cambazlığına.
Tarihi sadece ha geldi ha gelecek yeni düzende beyin-emekçiliğine hazırlık etmek için öğrenen bu iki hızlı devrimcilere bir hatırlatma. 16’ncı yüzyılda, İngiltere Kraliçesi 1. Elizebeth’in becerilerinden ikisi:
1. Kraliçe Elizabeth köle ticareti yapan Hawkins’in ticari bilançosunu görür görmez cüretkâr Devonshire “deniz köpeğinin” iş ortağı oldu ve Pembroke ve Leicester Kontları ile Londra Belediye Başkanı yeni girişimin ilk hisselerini satın aldılar.
2. Yine köle ticareti yapan Drake ile Kraliçe’nin alttaki gizli oyunları: Drake’in dolaşırken yağmaladığı miktarın tam olarak ne kadar olduğunu sadece Kraliçesi 1. Elizebeth ve Drake biliyordu. Yolculuklar “Kraliçe’nin Krallık sırları” olarak sınıflandırıldı. Kraliçe, Drake’e ve seyahatlerine katılan diğer kişilere ölüm pahasına seyahatleriyle ilgili tüm bilgileri gizli tutacaklarına dair yemin ettirdi.
Pooper’ı Atlı Kovboy yapan 2. Elizabeth, çevreyi koruma kurallarının kendi malları olan tarla, bahçe ve topraklarında uygulanmaması için demokratik seçilen milletvekillerini araya sokar ve başarır.
Uzatmayayım, yine o eşsiz Blake benden sonuz daha güzel dile getirir. Ve çok özür dilerim bu şiiri çevirecek ne Türkçem var, ne yeteneğim ne de gücüm var.
“In every infant’s cry of fear,
In every voice, in every ban,
The mind-forged manacles I hear:
How the chimney-sweeper’s cry
Every blackening church appals,
AND THE HAPLESS SOLDIER’S SIGH
RUNS IN BLOOD DOWN PALACE-WALLS.”
Rivayetlere göre hikmet sahibi olan Sokrat “Kendini tanı!” der. Öğrencisi Plato Sokrat’a yanıt verir: “Devleti tanımazsan kendini tanımızsın!”
Pooper Saray’ı tanımaz. Derdi kendi gibi büyük beyinlilerle sid*k yarışı yapmak. Saray’a dalkavuklukta onları geçmesi karşılığı Atsız Kovboy olur.
En doğru cümle: “Yine uzattım galiba.”
Merhaba sayın “pipsqueak”, sizi özlemiştik. Uzun zaman oldu görüşmeyeli. (2014 yılından beri sizle Gün beyin sitesinde buluşuyoruz, 11 yıl olmuş…)
Umarız yazılarınıza devam edersiniz.
Osmanlılar Avrupalı olmaya özenir ve Avrupa şehirlerinde yaygın medenilik, yani şehirlilik, ilişkisi olan adab-ı muaşeret uygulanır. Buralı muzip bir arkadaş mağaza satıcısına 20-30 defa teşekkür ettirmiş.
Hoş geldiniz yazı emeğini görünce hemen bir cevap yazdım ama devrimcilik adab-ı muaşeretine uyup sitedeki emekçilere “dünya el, ayak, beden, kafa, beyin, yazı, düşünce emekçileri birleşin!” demeyi unutmuşum.
Onun yerine “‘Tekrar merhaba sayın pipsqueak 02 Ocak 2025 davetine teşekkürler’. Sizlere de merhaba!” yazdım. Yazımı tekrar yollarsam, çok az düşünce/yazı emeğime karşı çok enerji (karbon vs) israfına neden olabilirim.
Adab-ı muaşeret sınırları içinde kalacağım.
İngiliz, Amerikan, Fransız, Rus ve Çin devrimlerinden sonra tek kazananın Kapital/Nihilizm/Anlamsızlık olduğunu sadece gerçek devrimciler görmez gibiler.
Diğer yandan bu devrimlerin mirasına konanlar sayesinde nükleer savaşa 60-90 saniye yakınız. İklim felaketi uzun süre alacak ama sonuç aşağı yukarı aynı. Geriye kalan ahlaksızlık, yalanlar, sahte haberler… O kadar ki Murk Sugarberk, zaten bir süs olan, doğru/yanlış polisini bile kaldırdı. Eğer en yüksek prestijli medyada İsrail ve Batı yalanlarını takip ettiyseniz görmüşünüzdür. Türkiye Air-Born’u bile bir yandan kabadayılık eder diğer yandan Filistinlileri en fazla öldüren hava saldırıları için gerekli petrolü İsrail’e akıtır.
Diğer bir sorun da “Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları-3” şahane kitabın devrim kovboylarının maceralarına dönüştürülmesi.
– Arendt Modern Bilim (“Science”) saplantısını eleştirir.
– Darwin’in ırkçılığı ki Marks da aynısı Teknolojik Devrimin yaratacağı zenginlik saplantısı olur. Şu an Darwin ile aynı yolu tutan çok çok çok büyük beyinli bir nörologun düşünce emeği olan ” Seven Deadly Sins: The Biology of Being Human” kitabını okuyorum. İşlenilen günahlar alın yazısı veya solcu/sağcı devrimci laik dilde ” … they are just the result of how our bodies, psyches, and brains in particular, are wired?”
– Kolonilerle zenginleşen “yeni emperyalizme” geçenlerle Rusya ve Çin’in sınırları içinde kolonilerle zenginleşmesi.
– Bir de Arendt’ın şahane uyarısı olan “politika” kelimesinin asıl anlamı var: Kabaca şehirde yaşayanların beraber yaşama sanatı diyebiliriz.
Bir gerekli bilgiçlik: “adab-ı muaşeret” terkibindeki “aşr” Arapça 10’dan türer. Aşiret kelimesinin kökeni de öyle, yani on parmak. Birlikte olmak. Kısacası, şehir de birlik beraberlik bozulur ve Aristo “politika” kitabı ile yol gösterir.
Bu eşsiz katkılardan, ki dahası da var, sadece, her devrimcinin büyüyünce olmak istediği şeflerle dalkavuklarının maceraları olmuş. Ne yazık!
“Tekrar merhaba sayın pipsqueak 02 Ocak 2025” arkadaşlara.
İnşallah bu defa dikkatli ve vicdanlı bir sistem (ideoloji) sansürcüsüne rastlarım da yazım yayınlanır!
Rivayetlere göre (“reason”), us, mantık, mantık yürütme, akıl yürütmenin doğuşu Sokrat’a uzanır.
Not: Batı dillerinde “REASON” kelimesinin kökeni şahane: Orantı kurmak, kıyaslamak. Modern devirde (17. yüzyıldan bu yana) mantığın yerini sistemler alır. Mantık kuru kafa modern bilimciler ve matematikçileri, yani faydalı enayileri, oyalama aracı olur.
Günümüzde sayıları sonsuz artan bilgici, safsatacı, sofistlerle tartışmalardan gına getiren Sokrat doğruyu yanlıştan ayırt edecek kesin bir araç arar ve sonra Aristo formülleştirir. Mükemmel bir akıl yürütme örneği:
Türkiye’de her şehirde sadece on kişi yaşar.
İstanbul Türkiye’de bir şehir.
O halde İstanbul’da sadece on kişi yaşar.
Sistem düşünmelere bir örnek: Bu sitedeki bir doğru/yanlış uzmanı sistem (ideoloji) düşüncesi ile kendi sistemine ters gelen bir yazıda tek bir doğru cümle buldu.
Ne var ki, mantık da kusursuz değil. (Bu sitede bile kuantum fizik groupilerine rastladım, onlar mantıksızlığın allahını bilen solcu-devrimcilerden)
Tüm Giritliler yalancıdır.
Ben Giritliyim.
O halde yalancıyım.
Rivayetlere göre bu bir paradoksmuş.
Hegel (ve sonra talibanı Marks) bu statik mantığa zaman ekler, diyalektik olur, taklalar atar, doğru yanlış olur, yanlış doğru olur. Bu sitede taklaları analiz eden büyük beyinin harcadığı devasa beyin emekleri buna bir örnek.
Fakat 19’ncu yüzyılda dönen dolapları kendine meslek edinme yerine başka bir açıdan bakan en ünlü mantık bilginlerinden biri farklı görür ve anlatır:
Küçük bir kız bir yaşlı ile konuşurken bir tuhaflığın farkına varır ve sorar,
– Siz kelimelerle ne demek istiyorsunuz?
– Ben kelime kullandığımda, ben ne istersem o anlama gelir! Ne fazla, ne eksik!
– Ama kelimeler keyfi kullanılırsa mantık ortadan silinir! Önemli olan kelime anlamlarının isteğe göre değişmemesi.
– Hayır, kızım, önemli olan kimin emir verdiği!
Ne çıksa beğenirsin! Yeni bir cambaz! ABD başkanı Trompet!
“Söylediklerim de dahil, her şey yalan” der.
Ve dünyayı kendine oyuncak etmiş ABD’de halk doğruyu konuştuğu için Trompet’i başkan seçer.
Gerçi tüm başkanlar cambaz, dolandırıcı, yalancı ve katil ama Trompet İLERİYE bir adım atar, ayıp donunu çıkarır ve böylece sağ-sol devrimcilere, büyük beyinli medya siyasi bilim analizcilerine hayli yeni meşguliyet çıkar.
“Tekrar merhaba sayın pipsqueak 02 Ocak 2025” davetine bir cevap daha.
Eğer Yapay Zeka ürünleri artışı devam ederse, yazı/düşünce emekçileri de işsiz kalacaklar. Ama şimdilik bana bile her gün beyin emekçilerinden 10-15 beyin teri dolu yazılar gelmekte. Bazıları Türkiye coğrafyasından: Ötekinin Uygarlaşması; SÖYLEŞİ: Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek; Uygarlıkların Grameri; Uygarlık Tarihi Kitap; Umrandan Uygarlığa Üzerine; Uygarlık; Concepts for a Democratic and Ecological Society.
Günümüz kişilerinin bireycilik bunalımı içinde olduğu bir ortamda Kapital’in hoplayıp zıplattıkları ile alay etmek hoş olmuyor ama Kapital’in insanları daha da yaratıcı, daha da insancıl, hem beden hem beyinleriyle daha da üretken olmaya ittiği de mide bulandırıcı. Nihayet, mirası içinde olduğumuz dünya tarihine üstünkörü bir bakış bile çeşitliliğin sayısızlığını göstermeye yeter. Aynı zamanda “modernleştir, standartlaştır, öldür” alanı da gittikçe büyümekte. Kültürlerin tekilliğe indirgemesine paralel olarak, birbirlerinden tamamıyla kopan bireyler çeşitliliği kendinde arama tuzağına düşer. Yaratıcı, el ya da beyin emekçisi olma isteği kaçınılmaz olur.
Sansürü geçmeyen yazıma döneyim.
Bir yanda “bahtsız askerin çektiği ah Saray duvarlarından kanlar içinde akar” diyen Blake; diğer yanda şimdi milyonları aşan, İLERİCİLİK ve 17’nci yüzyıldan beri yeni put MODERN BİLİM’E tapan dalkavuk Pooper, sağ ve sol devrimciliği meslek edinmiş düşünce/yazı emekçileri…
17’nci yüzyılda, bir azınlık, tıpkı şimdi dönen dolaplar gibi, kendilerini tüm insanların yerine koyup “ARTIK ASIL EFENDİ BİZ İNSAN” ilan eder.
Bunu yutmayanlar var ama yutanların yaygarası evreni kaplar. Yutmayanlar arasında en önemlilerden biri: “İnsan sadece yaptığını bilir!” Daha sonradan bir örnek: Evren 8 milyar yıl, canlı varlıklar 4 milyar yıldır var.
Bu küstahlığın iki vahim sonucu: Şu an tüm varlıkları değilse bile, büyük bir olasılıkla tüm canlı varlıkları yok edici Çevre ve Nükleer Savaş Felaketi (savaşa yakınlıkta 90 saniye içindeyiz). Her ikisi de Modern Bilim ile kozmosu anlama ve kontrol etme çılgınlığından kaynaklanır.
Sağ/Sol devrimciler ve Saray yalakası Pooper DÖRT boyutlu kozmosun sadece bir boyutunda yaşayanlar.
Diğer bir boyutta yaşayanlardan örnekler vermekte yarar var:
Örnek 1: Kaynak: “The Innocent Anthropologist” Nigel Barley
1. Dowayo’nun açıklamaları her zaman iyi tanıdığım bir çemberin içinde son bulurdu. “Bunu neden yapıyorsun?” diye sorardım.
– Çünkü iyi.
– Neden iyi?
– Çünkü atalarımız bize öyle söyledi.
– Atalar neden öyle söyledi?
– Çünkü iyi.
2. Dowayolar, kategorilerini kuralcı bir şekilde kullanma biçimleriyle ilk başta beni şaşırttı. “Bu festivali kim organize etti?” diye sorardım.
– Saçında kirpi dikenleri olan adam.
– Saçında kirpi dikenleri olan kimseyi göremiyorum.
– Hayır, onları takmıyor.
Şeyler her zaman OLMASI GEREKTİĞİ GİBİ TANIMLANIYORDU, oldukları gibi değil.
Örnek 2. Bu örnek ataların kim olduklarını açıklar
Kaynak: Ritual and Knowledge among the Baktaman of New Guinea. Barth, Fredrik. 1975.
” Çarpıcı özellik, bu ruhların ne kadar AMPİRİK oldukları, dünya hakkında konuşma biçimlerinden ziyade dünyada çok somut, gözlemlenebilir nesneler olarak görünmeleridir.”
Medeniyet zincirinin son halkasına tam uyan sarışın mavi gözlüler dünyasında “çıplak, vahşi, aptal, mantık-öncesi, çocuğumsu…” sıfatlarla tanıtılan bu diğer boyut insanlarının anlamada çektikleri en büyük zorluk şu: “VAR OLMAYANA İNANMAK”. Onlar için var olmak, varlar dünyasında olmaktır. En basit örneği yukarıda lafı edilen ataları.
Medeni dinciler ve sağ devrimciler bunlara gökyüzü tanrısı derler ve daima TEKTİR ve daima AŞKINDIR. Medeni sol devrimciler bunlara yer yüz tanrısı derler ve daima TEKTİR (her şey teorisi falan filan gibi) ve daima “AŞKINDIR” — ÜSTYAPI gibi.
Bir gereksiz uyarı: Ateş bir milyon yıllık ve onun kadar önemli dil-kültür yaklaşık 2 milyon öncesine uzanır. Irkçı Darwin’in bilmediği epigenetiği de katarsanız, insanın atalarına borcunu tahmin etmek zor olmaz.