XX. ve XXI. Yüzyıllarda Üç Reaksiyon Dönemi

Artıgerçek

Geçmişte ve günümüzde bütün reaksiyoner ve baskıcı rejimlere kolayca faşizm deyip geçmek oldukça yaygın bir düşünce tarzıdır. Oysa, özellikle XX. Yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan faşizm, beş çeyrek yüzyıldır gördüğümüz bütün aşırı sağcı reaksiyoner akımların ve rejimlerin içinde sadece en ünlüsüdür. Dolayısıyla, faşizme benzer ve benzemez yanlarıyla, bütün aşırı sağcı reaksiyoner akımlara ve dönemlere toptancı bir tutumla faşizm adı takılmış, böylece reaksiyoner dönemlerin ve akımların özgünlükleri bu geniş örtünün altında görünmez olmuştur.

Ben bu yazıda, büyük krizlerle ortaya çıkan farklı reaksiyoner dönemleri ve bu dönemlerin sonucu olan akım ve rejimleri kategorileştirip ele almaya çalışacağım. Bu, elbette sadece bireysel bir bakış açısının ürünüdür. Asla genel bir teorik çatı oluşturma iddiam yok. Zaten böylesi iddiaları yanlış bulurum.

  1. REAKSİYON DÖNEMİ (1900-1950)

(Kapitalizmin Büyük Krizi-Faşizm)

İki dünya savaşına ve genelde “faşizm” adı verilen aşırı sağcı reaksiyoner rejimlere yol açan bu dönem, kapitalizmin büyük krizinin sonucudur.

Büyük Kriz, I. Dünya Savaşı’na, hemen ardından kadim monarşilerin çöküşüne ve komünizmin yükselişine yol açmıştır. 1930’un başında büyük ekonomik dünya kriziyle iyice belirginleşen kapitalizmin krizi, 1930’lu yıllarda komünizmin yozlaşmasını, İtalya’da Faşizmin, Almanya’da Nasyonal Sosyalizmin ve İspanya’daki İç Savaş’ın sonunda Franko-Falanjizminin iktidarlarını ve II. Dünya Savaşı’nı getirmiştir.

II. Dünya Savaşı’nın sonu, genel olarak faşizmin yenilgisine, aynı zamanda 1. Reaksiyon Dönemi’nin sonuna işaret eder.

  • REAKSİYON DÖNEMİ (1950-1980)

          ( Parlamentarizmin Krizi-Askeri rejimler)

II. Dünya Savaşı’nın sonunda dünya üç bloka ayrıldı: Kapitalist Batı Bloku; “Sosyalist” Doğu Bloku; “Bloksuzlar” denen ulus-devletler Bloku.

Bu dönemin başlarında (1950’lerde), kapitalist dünya kendini parlamentarist rejimlerle konsolide etmeye, Batı Bloku’na katılan ülkelere parlamenter formu empoze etmeye çalıştı. Batı Bloku’yla soğuk savaş içinde olan “Sosyalist” Blok ise, kendini tek partili rejimlerle ayakta tutma gayretinde oldu; öyle ki, başlangıçta Batı’ya karşı bir konuma giren yeni ulus-devletlerde de parlamentarizm karşıtı askerî darbeler yoluyla (“kapitalist olmayan yol”) kendisine benzer rejimleri empoze etti.

Ne var ki, Batı’nın empoze ettiği parlamenter rejimler ve “3. Dünya” denen ülkelerdeki askerî ya da yarı-askerî rejimler, özellikle 1960’lardan itibaren krize girdi. Parlamentarizmin krizi, özellikle “3. Dünyada” reaksiyoner, baskıcı askeri diktatörlük rejimlerini (Endonezya, Yunanistan, Şili, Arjantin vb.) doğururken, yeni ulus-devletlerdeki askerî rejimler de birbirini izleyen darbelerle (Irak, Libya vb.) tek kişi diktatörlüklerine ya da Batı yanlısı işbirlikçi-yozlaşmış diktatörlüklere evrildiler.

Bu dönem, gerek emperyalizm yanlısı, gerekse “üçüncü dünyacı” askerî diktatörlük rejimlerinin 1980’lere doğru teker teker yıkılmasıyla ve Batı’nın başı çektiği neo-liberalizm döneminin başlamasıyla sona erdi.

  • REAKSİYON DÖNEMİ (1980-2023)

(Neo-liberalizmin Krizi-Popülist Otoriter Rejimler)

Batı ülkeleri (Amerika ve İngiltere), neo-liberalizm dönemini başlattılar. Artık parlamentarizm neo-liberal “serbest ekonomi”nin basit bir aleti rolünü oynayacak ve dünyanın yeni düzeni neo-liberalizm olacaktı. Bu dönemin en önemli olaylarından biri, zaten içten içe çürümüş “sosyalist” Doğu Bloku’nun neo-liberalizm karşısında yıkılıp gitmesi oldu. “Üçüncü dünya”nın askerî diktatörlükleri de zaten önemli ölçüde yıkılmış ya da Batı’ya tabi hale gelmiş, yıkılmayanları da kapitalist askerî saldırıyla (Irak, Libya) zorla yıkılmış ya da Suriye örneğinde olduğu gibi bölgesel hegemonyacıların kısmi işgallerine uğramış ve iç savaşa sürüklenmişti.

Fakat neo-liberalizm, kendi yarattığı “tek kutuplu” dünyada, ulus-devlet formunun da çöküşüyle şiddetli bir mülteci akını karşısında krize girdi. Ulus-devlet rejimlerinin bir kısmı neo-liberalizm tarafından savaş ve zorla yıkılmış ve o güne kadar “iç nüfuslarını” kendi sınırları içinde bir şekilde konsolide eden ulus-devletlerin sınırları patlamıştı. Kısacası, neo-liberalizm, ulus-devletleri yıkıma uğratarak başını belaya sokmuştu. Bu, “üçüncü dünya”nın yoksullarının, Batı’nın “refah” bölgelerine büyük göçü anlamına geliyordu.

Neo-liberalizmin krizi, kaçınılmaz olarak yeni bir reaksiyon dönemini başlattı ve büyük göçe karşı, mülteci düşmanı, parlamentolu popülist otoriter rejimlerin yükselişini getirdi.

İçinde yaşadığımız Üçüncü Reaksiyon Dönemi’nin tipik özelliği, yoksul ülkelerde, ayrıca Avrupa ve Amerika’nın “üçüncü dünya”sı sayılabilecek, sistemden dışlanmış periferi bölgelerinde yoksulluk ve baskıya karşı büyük toplumsal patlamalar ve durdurulamayan büyük mülteci akınıdır.

Bugün, özellikle Avrupa’da yükseldiğini gördüğümüz reaksiyoner ve otoriter popülist rejimler ve akımlar, neo-liberalizmin krizinin yol açtığı toplumsal huzursuzluk ve mülteci akınına karşı sınır ve düzen bekçiliği rolüyle ortaya çıkmaktadır.

Türkiye ise, 1. Reaksiyon Dönemi’nin sonunda tek parti rejiminden parlamenter rejime geçmiş; 2. Reaksiyon Dönemi’nde parlamenter rejimle askerî rejim arasında gidip gelmiş; 3. Reaksiyon Dönemi’nde AKP’nin popülist otoriter rejiminde karar kılmıştır.

Rusya ve Türkiye’nin de içinde yer aldığı popülist otoriter rejimlerin yıkılışları, ayrılıkçı ve ırkçı politikaları nedeniyle geniş kitlelerle karşı karşıya geldikleri ölçüde çabuklaşacaktır.

Ama henüz yıkılışlarına zaman var. Rejimler, bütün varoluş olanaklarını tüketmeden tarih sahnesinden kolay kolay çekilmezler.

Gün Zileli

15 Temmuz 2023

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir