Türkiye’nin insanları mevsimleri gibi (Burak Tatari’nin Gün Zileli ile Mevsimler romanı üzerine söyleşisi)
Tempo dergisinin Eylül sayısında yayınlanmıştır.
1950’lerden 1980’lere bir kuşağın umutları, deneyimleri, hayal kırıklıkları… Yazar Gün Zileli’nin bu ay İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı ‘Mevsimler’, gazeteci Gediz’in mevsimlere benzeyen yaşamını anlatırken, ülkenin de değişimini ortaya koyuyor. Gün Zileli, “Bir yerden sonra roman kendini bana dikte ettirdi’ diyor.
Röportaj: Burak Tatari
*******
Romanınızda, Behice Boran, Sabahattin Eyüboğlu, Ruhi Su, Abdi İpekçi gibi gerçek kişilerden de söz ediyorsunuz. Hikâyeniz tarihsel bir gerçekliğe mi dayanıyor?
Hayır. Her roman kendi gerçekliğini taşır. ‘Mevsimler’ tarih kitabı değil. Zaten tarih yazmak gibi bir kaygım da yok. Böyle yazılan romanlar, edebiyat sanatı açısından sorunlu olur genellikle. Tarihe not düşmek gibi bir niyetim ve isteğim de hiç olmadı. Kitapta geçen şahsiyetler, romanın kendi gerçekliği içinde orada yer alıyor. Olaylar, yaşananların aynısı değil, birer yansıması.
‘Mevsimler’de otobiyografik ögeler var mı?
Her romanda otobiyografik öğelere rastlanması aşağı yukarı kaçınılmaz galiba. Ancak bu bir roman olduğundan, otobiyografimden farklı. Şunu net bir şekilde söyleyebilirim, bu romanda kesinlikle bir yansıma olarak bile yer almıyorum.
Romanın dört mevsimden oluşan bölümleri olması, Sibel Atılgan’ın soyadı, Gediz’in otobüste tanıştığı kızla yaşadıkları anları anlatım biçiminiz Aylak Adam’ı çağrıştırıyor. Yusuf Atılgan’a bir selam mı göndermek istediniz?
Bunu siz söyleyinceye kadar hiç düşünmemiştim. Yusuf Atılgan çok sevdiğim bir yazar. ‘Aylak Adam’ı da özel olarak severim. Kim bilir, belki benim bile bilincinde olmadığım bir etkisi olmuştur. Sizin aracılığınızla Yusuf Atılgan’a bir selam yollayalım tabii ki.
Romanın kahramanlarından Gediz’in şöyle bir tespiti var: “Dünyanın en zavallıları, bir yere tutunamayan, üstelik yapısı nedeniyle tutunma şansı pek olmayan memur çocukları, orta sınıf çocuklarıdır.” Sizin görüşünüzü de yansıtıyor mu bu?
Gediz’in acı bir ölüm olayının ardından kafasından bu düşünce geçiyor. Bir başka zaman belki de tersini düşünürdü. Madem benim fikrimi sordunuz, bazı çekinceler koyarak bu düşüncenin gerçeğe bir hayli yakın olduğunu söyleyebilirim. Memur çocukları memur tarzında yetiştirilir. Gerçek hayatla bağları son derece kısıtlı olur. Aile bağlarının getirdiği olanaklardan yoksunlarsa ve malum deyişle ‘bir baltaya sap olamamışlarsa’, hayat karşısında diğerlerinden çok daha fazla çaresiz kalıp örselenebilirler.
“SİYASİ ROMAN DEĞİL”
‘Sol’un içinden geliyor olmanıza rağmen sola iltimas geçip sadece iyi yönlerini göstermemişsiniz. Özel bir tercih miydi?
Bunu bir tarih tezi ya da sol eleştirisi olarak yazmadım. Kesinlikle ‘siyasi roman’ olarak değerlendirilmemeli. Sadece belli yakın tarih dönemlerini konu alan bir roman. Sonunda elbette okuyucular karar verecek ama ‘Mevsimler’ bence kanlı canlı kahramanları olan, bireyi temel alan bir roman. Okurlara şimdiden gerçek anlamda bir roman okuyacaklarını söyleyebilirim. Romanın yazımı sırasında –ki, bir noktadan sonra tamamen romanın kendini bana dikte ettirdiği bir yazman konumundaydım-, bir ara eşime, “Suat’ın gerçekte yaşamadığına kimse inandıramaz beni” demiştim. Bu sözüm aslında, Suat’ın gerçek bir roman kahramanı olduğunun da ifadesi değil mi?
Romanda işçi hareketine katılan ve hayat tarzlarından vazgeçen burjuvalara rastlıyoruz. 1980’lerden sonra Türkiye’de burjuvaların işçi hareketine uzak durması toplumu nasıl dönüştürdü?
Her toplumsal hareket, toplumun çeşitli kesimlerinden ve sınıflarından insanları kendi seline katar. 1960’lar da böyle bir dönemdi. Romanda bu dönemin üst sınıf çevrelerindeki yansımalarını da görüyoruz. 1980’lerde ne oldu? Sizin dediğiniz gibi bir durum mu oldu, onu bilemiyorum ama bildiğim, 1960’lardaki sürecin tamamen tersine döndüğü ve her şeyin aslına rücu ettiği. Yani 1960’larda solun yükselişinden etkilenen ve ‘proleter yaşam tarzı’na özenen üst sınıf çocuklarının epey bir kısmı, yeniden kendi ayrıcalıklı sınıfsal konumlarına dönme eğilimine girdi. Roman 1980’lerin ilk yıllarına uzandığı için bunu da görüyoruz. Ama esas şaşırtıcı olan bu değil, 1980’lerde, işçi sınıfından gelenlerin de burjuvaziye yönelmesi. ‘Mevsimler’ bu sınıfsal altüst oluşları ne kadar yansıtabildi? Bunun cevabını okuyucu verecek.