Mahmut Alınak/SEÇİM TİYATROSU VE ESİR FİGÜRANLAR
Bir ağanın eli sopalı kâhyasını marabalarına seçtirmesi ile bu düzenin cumhurbaşkanını halka seçtirmesi arasında esasta bir fark yoktur. Marabaların seçtiği kâhya nasıl ki marabaların değil de ağanın temsilcisi ise, bu düzende halka seçtirilen cumhurbaşkanı da halkı değil devleti ve düzeni temsil eder. Kâhya görevi gereği ağaya, cumhurbaşkanı da doğal olarak kurulu düzene hizmet eder. Çünkü bu düzen öyle kurgulanmış ve anayasası, kanunları, yargısı, parlamentosu, silahlı kuvvetleri, emniyet ve istihbarat teşkilatı ve her derece bürokrasisiyle temelden çatıya kadar öyle inşa edilmiştir. Cumhurbaşkanı en tepedeki makamdır, devleti temsil eder. Sahip olduğu misyon ve temsil gücü nedeniyle her düzen siyasetçisi cumhurbaşkanı olma hayali kurar. Selahattin Demirtaş televizyonlara, “Cumhur’un başı olmak benim için büyük bir onurdur,” derken, bu hayalini dile getiriyordu. Adayların sarf ettikleri sözler, boyları ve kiloları farklı olsa da aslında amaçları birdir: Cumhur’un başı olma onuruna sahip olmak istiyorlar.
Başı olmak için can attıkları bu Cumhur ki, “Edirne’den Kars’a…” diye tarif edilen koca coğrafyayı, Misaki Milli’yi -kendisini özgür sanan Türk halkı da dahil- tüm halklar için bir zindana çevirmiştir. Koçgiri’yi, Zilan’i, Dersim’i ceset tarlasına dönüştürmüştür. Gezi’yi, Roboski’yi, Taksim’i kana boyamıştır. Erdal Erenleri, Deniz Gezmişleri idam etmiş, Mahir Çayanları bombalarla paramparça etmiştir. Uğur Kaymazların, Berkin Elvanların, Ethem Sarısülüklerin, Ceylan Önkolların ve daha on binlerce cinayetin failidir. Siyasi tutsakları kapattığı cezaevlerini birer mezarlığa dönüştürmüştür. Ve bu Cumhur, bu korkunç düzenin, emekçi halkı yoksulluk ateşinde cayır cayır yakan bu kapitalistler cennetinin silahlı bekçisidir.
İşte siyasetçilerin yere göğe sığdıramadıkları bu Cumhur, yani bu düzen ve bu devlet, asırlardır zindanda tuttuğu esir Kürtlere, Türklere, Araplara, Süryanilere, Lazlara, Çerkeslere, Ermenilere, Rumlara, Romanlara, Yahudilere, Ezidilere, Türk ve Kürt Alevilere ve diğer halklara şimdi, “Gelin Cumhurbaşkanınızı seçin! “diyor. Yani, “Beni onaylayın, meşrulaştırın,”diyor.
İster Tayyip Erdoğan, ister Ekmeleddin İhsanoğlu, ister Selahattin Demirtaş… Ya da başkası… Hangisi seçilirse seçilsin (ağa ve kâhya örneğinde olduğu gibi) asla halkın cumhurbaşkanı olmayacaklar. Tüm kurumları ile halka karşı örgütlenip mevzilenen bu düzenin cumhurbaşkanı olacaklar. Aralarındaki fark en çok Süleyman Demirel’le Abdullah Gül arasındaki fark kadar olacaktır. Daha çarpıcı bir ifade ile söylemek gerekirse, düzen aynı kaldıkça, o makama gökten inen bir melek bile gelip otursa bu çarkın bir vidası olmaya mecbur ve mahkûmdur. Tersi bir iddia yalancılık ve halkı aptal yerine koymadır. Geçmiş cumhurbaşkanlarının pratiklerini göz önüne getirirsek bunu kolaylıkla görebiliriz. Bu çarkın halklar için ne anlama geldiğini ise ayrıca belirtmeye gerek yoktur.
Kapitalist düzenlerde seçimler halkı oyalamak ve kontrol altında tutmak için yapılır. Bir meşruiyet aracı ve sinsi bir tuzaktır. Morfindir. Halkın gazını alır, demokrasi varmış gibi bir yanılgı yaratır ve takım tutarcasına kutuplaşan halkı güç ve zaman kaybına uğratır. Bu oyunun baş rol oyuncuları siyasetçilerdir, temel görevleri sahte ümitlerle halkı aldatmak ve düzenin karanlık zindanında hapis tutmaktır. Halk için reva görülen rol ise figüranlıktır.
Türkiye’de geçmiş seçimlerde olduğu gibi şimdi bu cumhurbaşkanlığı seçiminde de aynı tiyatro oyunu oynanıyor. Sahnede yerlerini alan adaylar ve destekçileri yüzlerinde aldatıcı gülücüklerle halkı sandığa çağırarak bu zindancı düzene tetikçilik yapıyorlar. Süsledikleri uyutucu sözlerle halkı düşünsel felce uğratıyor ve neyin doğru, neyin yanlış olduğunu göremez hale getiriyorlar.
Tarihteki pek çok örnekten de bilindiği gibi, siyasetçiler muhalefette iken -halkı elde tutmak için- hükümetlere çatıp dururlar. Ancak yetki (kırbaç) ellerine geçince öncekilerden hiçbir farkları kalmaz, göz boyayan bazı rötuşlarla eski düzeni olduğu gibi devam ettirirler. Sadece halka atılan kazık el değiştirmiş olur. Bunun en iyi örneklerinden biri de Tayyip Erdoğan’dır.
Bugün hepimiz artık bir yol ayrımındayız. Ya bu seçim oyununda figüran olup siyasetçilerin ayaklarının dibinde karınca sürüleri gibi debelenmeye devam edeceğiz. Ya da restimizi çekerek bu oyuna katılmayı ve paspas olmayı reddedip özgürlüğe ve şerefli hayata kanat çırpacağız.
Bana sorarsanız, ben halkı sırtından hançerleyen bu seçim oyunlarında artık figüran olmayacağım. Sandığa gitmeyeceğim ve bu düzenin pisliklerine örtü olmayacağım. Bu tavır geçici bir seçim boykotu değil, halkı esir alan bu vahşi düzeni reddediştir. Bu sömürgeci kapitalist düzen halk yönünden meşru değildir, kirlidir ve suçludur. Eli silahlı bu zorba düzen reddedilmedikçe kurtuluş yoktur.
Bir an için seçim sandıklarının ekseriyetle bomboş geri döndüğünü ve seçime iştirakin yüzde onlara düştüğünü gözümüzün önüne getirelim! Böyle bir halk uyanışı karşısında hangi iktidar ayakta durabilir?
Ey bu esir toprakların esir insanları!
Daha ne kadar omuz vereceksiniz bu kan emici düzene?
Daha ne kadar taşıyacaksınız boynunuzda bu esaret zincirini?
Daha ne kadar alkışlayacaksınız bu vahşi düzeni ve yalan torbası bu siyasetçileri?
Vakti gelmedi mi artık uyanmanın?
Şafak sökmeli artık, kül ufak olmalı bu zifiri karanlık.
Mazlumların kurtuluş ümidi sizde. Tarih sizden insanlığın şanlı özgürlük bayrağını göklerde dalgalandırmanızı bekliyor.
Ayağa kalkmalı ve başınızın çaresine bakmalısınız. Yoksa yoksulluk ve esaret demek olan bu düzen kimbilir daha kaç yüz yıl kaderiniz olmaya devam edecek!
Ya esirlik ya özgürlük! Seçim sizin.
Ne doğru analiz…
Gerçeği haykıran ne güzel cümleler…
idealist bir ufka varmanın ne güzel haykırış sesleri…
Ama… ama….
Ben de ilk turda “boykottan” yanayım…
Ama…. RTE nin görece düşük oyla seçilmesi için!
Ama… ama… acaba Eİ veya SD a oy vererek mi, yoksa boykotla mı sağlanacak bu…
M.A.’ın haykırışı,bu zavallı,seçeneksiz ve “sadaka” bekleyerek yaşamayı “sevinçle” kabullenmiş yığınların dünyasında ; özgürlükçü bir sosyalizmin hayallerinin bile kurulmadığı zamanlarda ne kadar da geleceğin dünyasına ait bir çığlık!
Elbette kusur ona değil… Bize ait… Veya güven verilmemiş halka!
Yine de bu çığlıkların hayatta er geç bir karşılığı olacak…
Bu “ses” çoğalmak zorunda…
Ve bu “sese” doğru ilerliyoruz… M. A. ların sesi er ya da geç duvarları yıkacak… 10 ya da 100 yıl sonra… Acelemiz yok!
Sevgili Gürsel’i okuyunca tüylerim diken diken oldu. Evet, Gürsellerle çoğalacağız. Dediği gibi, “10 ya da 100 yıl sonra… Acelemiz yok.”
Sevgi ve saygılarımla Mahmut Alınak
Yazıda biline gelen bir çok yön bulunsa da, “politik” bir dil olduğunu sanmıyorum…bir tür “zamansız doğrucu davutluk” bu, o kadar… Sayın ALINAK alınmasın ama, mesela, bu eleştiriler kendisi mebusken de geçerli değil miydi?
Bence , O. Gürsel’in notunda da belirttiği gibi, henüz daha vakti gelmedi… bazı şeyleri göze almak için de sistemsel kopuş için de yeterli hazırlığımız yok…hem de bunca kan ve direniş tarihine rağmen…
bu zamanın gediğini nerden anlayacağız?
desteklediğimiz adayın diyelim en az % 25-30 kemik oyu oluştuğunda…bunu topluma izah edecek bir bilinç açıklığına ulaşıldığında…
yani sistemden düşünsel kopuşu gerçekleşenlerin oranının dörtte biri bulduğunda, ancak böyle bir rest mümkün ve anlamlı olabilir. toplumda karşılığı bulunabilir…”politik bir dil” dediğim bu…
o zamana kadar, bu oyunu oynamaya, ama “amaca” (yani sistemden kopuşa) gerçekten de hizmet edecek, kitlelerdeki yanılsamayı alenileştirecek bu “politik tiyatroda rol kesmeye” mecburuz, bence… ta ki,sistemin (rejimin) omurgasındaki deformasyonun, iskeleti taşıyamaz hale geldiği dörtte bir oranına ulaşıncaya kadar. (zaten M. Alınak da O.Gürsel’e “yanıtta” bunu kabul ediyor görünüyor, bir bakıma…)
elbette burada sadece iç şartlar üzerinden düşünmemek de gerekir. artık iç-dış etkileşimi, bu ayrımı anlamsız kılacak denli girifttir.
bu yüzden bu aşamada seçimin içinde olmak gerekli bence…
yeterince doğru bir strateji izleniyor mu, bundan emin değilim…
bence Ekmeleddin İHSANOĞLUnun aday yapılması ile ERDOĞAN birinci turda seçilmeyi büyük ölçüde garantilemiş görünüyor.
bu oyunu bozup, en azından işi ikinci tura bırakmanın yolu, alevi ve kadın bir aday (Gültan KIşanak önermiştim) olabilirdi. bu basireti de HDP gösteremedi…
Şimdilik iş, SELAHADDİN DEMİRTAŞın karizmatik gücüne kalmış görünüyor ki bu konuda gerçekten de umulandan, beklentilerden daha iyi bir kampanya sürmektedir.
AMA BU DURUM, DÖRTTE BİR KOPUŞ İÇİN YETERLİ OLACAK MIDIR, GELECEK PAZARA KADAR BEKLEYİP, GÖRECEĞİZ.
Mahmut Abi, hangi “insanla” çoğalacağız 10 yıl,100 yıl ya da 1000 yıl sonra???….Duygular çok güzel ama pratik hayatta durum farklı…en başından günümüze ve geleceğe hiç bir sol örgüt, örgüt içi muhalefete, demokrasiye tahammül göstermezken mi çoğalacağız…
Mahmut Alınak yaşında olan solcuları-sosyalistleri,marksistleri,troçkistleri,anarşistleri,maocuları,aydınlıkçıları,yani kısacası bütün solcuları- alıp bi odaya koysak birbirlerini yerler.Ama iş yazıya gelince yazıyorlar da yazıyorlar.duygular şiirsel.biz bu geçmişin kliklerinden ne zaman kurtulacağız…geçmişlerinde birbirlerine,demokrasiye tahammül gösteremeyenler 60-70 yaşına gelince gençlere talkını veriyorlar da veriyorlar….30 yaşında liderinizin emrinden dışarı adım atmayan sosyalistlerdiniz….
Merhaba, eleştiri, uyarı ve sorular yerinde ve haklı. Evet, sözlerim benim milletvekili olduğum dönem için de geçerli. Daha o zamandan sistemden kopuş yönünde çalışmalar yapılmalıydı. Ancak yapmadım, ya da yapmadık. Sistemin cazibesi gözlerimizi kamaştırmıştı. Ben de gerçekleri ya görmüyordum ya da görmek istemiyordum. Küçük burjuva zaaflar… Bunu bir özeleştiri olarak kabul edebilirsiniz. Şimdiki düşüncelerime ulaştıktan sonra bir daha aday olmamaya karar verdim. Uzun yıllar önce yaptığım açıklamada artık muhtar azalığına bile aday olmayacağım, demiştim. Sistemin seçim oyununda figüran olduğumuz sürece o 10 yıl, 100 yıl hiçbir zaman gelmeyecek.
Peki ne yapılmalı? Bir çok şey… Ve bunları yapabilecek yeni bir sivil girişim. Sevgilerimle
17 yaşımdaydım. İ. Selçuk yazmıştı… Yeniçeri bir Yahudi’yi yatırmış, kılıcını saplayacak…” Lan siz İsa’yı öldürmüşsünüz ha!” Adam can havliyle “Ama bu 1500 yıl önceydi” demiş. Yeniçeri..” Onu bunu bilmem, ben yeni öğrendim!”
“Doğru” bir şey kaybolmaz! Biz, sosyalistler son otuz yılda doğru olarak ne yaptık? İnsanlara güven veren, “haklılarmış yahu” dedirtecek ne yaptık? Ben hatırlamıyorum…
Sosyalistler iktidar hesaplarına girdikten sonra “çirkinleştiler.” Kendi yoldaşlarına bile alçaklıklar, hainlikler yaptılar… Öldürttüler…
Başımız önümüzde!
Her şeye yeni baştan başlamak zorundayız!
Anarşizm ve Bolşevizm arasında bir sentez olmak zorunda!
O bilgelerin (2-3 bin yıllık süreçte yaşamış Yahudi, Hristiyan, Müslüman ve diğer) merhamet, şefkat, sevgi, acıma üzerine yazılarını “sosyalist” dünyamıza söylem ve eylem olarak dolgu olarak değil, içinde “yüzecekleri” bir ortam olarak almamız gerekiyor…
Korkarım şunu da çok geçmeden anlayacağız… Bilinen sol örgütler (partiler) ve önderlikleri ve zihniyetleri tümüyle tasfiye olmak zorunda… Varlıklarının bir yararı yok! Bu ülkenin en güzel ve en etkili isyanında hiç bir ağırlığı olamayanlar, bu ağırlığa uygun davranmalılar; kendilerini feshetsinler!
Yeni genç isyancılara ağabeylik etmesinler! Patronluk yapmaya kalkmasınlar…
TİP, TKP, EMEP, ÖDP vd… bir yıl tüm faaliyetlerini askıya alsalar bu ülkede ne değişir? RTE daha mı diktatör olur? “Zavallı halk” kimsesiz mi kalır? Yoksa daha taze, daha dinamik, daha ön yargısız, daha demokratik, daha insancıl ilişkilerin olduğu bir sol dalga mı yükselir… Bence ikincisi!
Son yirmi yılda bir adım bile ileri adım atamamış “bir işletme” kapatılmaz mı?
“Zararına” çalışıyorsa, bu “zarar” kime yazılıyor?
Bize elbette… Bu ülkede erdemli, dürüst, biat etmeden hizmet etmek isteyen, sol-sosyalist, demokrat insanın gideceği yer yok!
Kibirden katılaşmış, ego şişmesinden başkasına yer bırakmayan, tahakkümünü dilinin sopasına saklamış ebedi şeflerin sevgili, yüce, kutsal partileri….
Dürüstçe sormuyorlar kendilerine… Biz olmasak ne değişirdi buralarda… Hiç bir şey değişmezdi! Varlıkları yokluklarına eşit…
M. Alınak “ne olması gerektiğini” yazıyor. Ama “nasıl olacağı” konusunda da başka bir makalaesinde yazacaktır elbette… (Veya yazmıştır belki ama ben okumamışımdır.)
Bu “NE-NASIL YAPMALI’yı” KONUŞMAK GEREKİYOR.
Bu konuda yazılı kitap, makaleleri bilenler varsa (bolşevizm-anarşizm sentezi) yazarsa sevinirim…
özgürlükçü devrimci partinin lideri sen olabilseydin yukarda yazdığının yerine demirtaşın söylediklerini söyleyecektin???garip olan zileli alınağın yazısını kedi olalı fareyi yakalay gibi üstüne atlamasıdır???eee nede olsa işlevi cılızda olsa özgürlükçü toplumsal muhalefette ne zaman kıpırdanma başlasa zileligiller bunu itibarsızlaştırmak için alınağın yazısından olmadık nedene kadar penaltı arayan şikeci hakem gibi tepinip dururlar size rağmen bu seçimde ilk defa toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci politik alternatifi inşa edilecektir belki o zaman ne yaptığınızı daha iyi anlayacaksınız maskeniz düşecek asıl hizmet ettiğiniz efendilerinizin yanında kendinizi bulacaksınız devam edin
Sayın ALINAK,
Öncelikle gösterdiğiniz duyarlılık için teşekkürler…
Yazıda düşüncelerimi tam ifade edememiş olabilirim ama; kişi olarak sizi hedef almadığımı bilmeniz lazım.
Söylemeye gayret ettiğim şu;
Medyanın toplumu şekillendirmede bu denli etkili olduğu bir zamanda, parlamento dahil hiç bir alanı kürsü olarak kullanma lüksünden feragat edecek durumda değiliz…daha oraya çok zaman var.
Aksine bu alanlardan olabildiğince yararlanmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Kürt Direnişi bu ülkeyi belli bir noktaya getirmiş durumdadır ve bu büyük bir kazanım.
ANCAK BİLHASSA BATIDA, KUZEYDE KİTLELERDE BELLİ BİR SİSTEMSEL KOPUŞ EMARELERİ GÖRÜLMEKTE İSE DE, HALA YÖN TAYİNİ GEREKTİRECEK DÜZEYDE DEĞİL.
bunun için de, bu kürsüler hala değerlidir, bence…hatta hiç olmadığı kadar.
Siz kişisel bir kararla, bunu faydasız addedebilirsiniz. buna da saygılıyım. hatta bir anarşist olarak beni sevindirebilir de böyle bir kararlılık.
Ama dediğim gibi, tarih diye bir ırmak var ve bizi birlere sürükleyip getirdi.
Bundan sonra gidilecek yön, gelinen nokta gözardı edilerek tayin edilemez bence…
Belki de, sizin gibi “doğrucu davutlara” en ihtiyaç hasıl olduğu bir süreçte, daha farklı düşünmek gerekiyor olabilir, diye düşünüyorum.
Unutmayalım ki “imkansızı isteyenler, herkesten daha fazla, tabiri caizse taa dibine kadar gerçekçi olmak zorunda”…
slav u rumet
Sevgili Gürsel, sözleriniz çok sert, öncelikle bunu belirtmeme lütfen izin verin.
Çok haklı olarak, “Bu ülkede erdemli, dürüst, biat etmeden hizmet etmek isteyen, sol-sosyalist, demokrat insanın gideceği yer yok!” diyorsunuz. Ben de sizin gibi düşünüyorum ve sizinle aynı durumdayım. Peki bu durumda olan insanlar neden bir araya gelmiyorlar, ya da gelemiyorlar? Sizce neden ne? Ve bir araya gelinebilir mi? Saygılarımla
Read more: http://www.gunzileli.com/2014/07/29/mahmut-alinaksecim-tiyatrosu-ve-esir-figuranlar/#ixzz394H4Uj1Oyorumunuzun konusu olan bir yazı yazmaya kalkışsam ancak böyle güzel yazabilirdim.
Sevgili Ağabey…
farkındayım… Çok sert…
1980 lerden beri izlerim siyaseti… Bazen içerden, bazen dışardan…(1960 doğumluyum…)
Bu satırları acı duyarak yazdım…. Geldi… geldi… ve döküldü sonunda…
küçük bir makale yazıyorum.. Gün ağabey yayınlarsa (olmazsa yorum bölümünde) okursunuz.
Bir teorisyen değilim; siyasal literatürü yalamış yutmuş da değilim…
Herşeye karşın zamanında göze aldıklarımla ve “alacaklarımla” da bunları yazmaya, konuşmaya kendimde hak buluyorum. Bu hakkı kimi arkadaşlar vermeyebilir; onlara da bir sözüm olmaz…
Yazık ki…. Sezdiğim gerçek bu! Bu ülkede RTE gibi biri bunca yıldır bu şekilde siyaset yapabiliyorsa, her 3-5 yılda bir vites atarak acımasızlaşıyorsa, kimi “solcuları” peşine takabiliyorsa, gezi’de rol çalmaya çalışıyorsa… Tüm Türkiye’li insanların, Kürt Özgürlükçü hareketinin yoldaşı olmak yerine, bu hareketin yalnızca bir parçası olmakla yetinebiliyorsa, her beş yılda br daha da azalıyor, geriye gidiyorsa, bölünerek azalıyor, azaldıkça hırçınlaşıyorsa… vs. vs…
Bu ülkede Sosyalist Siyasal Hareket
Eleştirim dışarıdan değil, içeridendir; ben de o “yetersizlerden” biriyim sonuçta… Aralarından biriyim…
Bu yüzden küçük bir enfarktüs bile geçirdim… bu sol içi bencilliklere kahrımdan….
Yazık… “Anılarımızı” gömmek zorundayız!
Artık topluma ayak bağı bunlar… “Yeni bir sevda” bulmalıyız… Elbette bu “sevda” ile eski sevda arasında büyük benzerlikler olacaktır; hep birbirine benzeyen kadınlara sevdalandığımız gibi….
aslında 1975’den beri….
MC dönemlerinde yatılı okulda boykota giderdik…
Kuşatılmıştık… Onlara biat etmediğimiz için düşman bilinmiştik.. 15 yaşında çocuklar olarak Said-i Nursiciler ve “ülkücüler” arasında “solcu” takılırdık….
Okul idaresi odasına çeker bizi yumruklardı… Biat etmedik ya…
Ilginc tartisma.. ilk birsey.. Dünyaya örnek olur..
Mahmut Abi, sen güzel bi insansın….10 sene,100sene,1000sene de olsa umudumuzu kaybetmeyeceğiz…Devrimciler umutsuzluktan umut çıkaranlardır….4. ve 5. yorumları yazanlar bendim….Terzi Fikri umuduyla seni selamlıyorum….https://www.youtube.com/watch?v=jDpo9oUKwp0
Mahmut Abim, ellerinden öperim.
https://www.youtube.com/watch?v=SSRVtlTwFs8
Sevgili Murat, sen ve diğer arkadaşlar bu sohbete katıldığınız için hepinize teşekkür ederim. Sizler ezilen insanlığın umudu ve geleceğin mimarlarısınız. İyi ki varsınız. Sevgilerimle
M.A. bügün millet vekili olsaydı acaba yinede bu yazıyı yazarmıydı
M.A bugün milleyvrkili olmaz…M.A artık bugünle,geçmişle uğraşmıyor…M.A gelecekle de uğraşmıyor….Senin benim gibi öküzlere geçm.şle,bugünle uğraşmamamız için tecrübelrini aktarıyor..Aynı Gün Abi’nin yaptığı gibi….Onları ne kadar eleştirsek de gençler olarak onların tecrübeleriyle geleceği şekillendireceğiz egosuz ve lidersiz….
Sevgili arkadaşlar, istesem bir şekilde yine milletvekili olurdum, ancak içim hiç rahat değildi, hep halkın kandırılmasına alet olduğumu düşünüyordum. Bu nedenle o sayfayı çoktan kapattım. Değil milletvekilliğini cumhurbaşkanlığını da verseler dönüp bakamam. İstesem de bakamam, aksi halde kendimden iğrenirim. Geçmiş milletvekilliğimle ilgili olarak pek çok söyleyebilirim: Tarih bilincinin zayıflığı, dünya mücadele tarihini iyi kavrayamamış olmak, makam düşkünlüğü vb. küçük burjuva zaaflar ve daha birçok şey…
Bugün Mülk ve Servetler Halkındır, başlıklı bir makale yayımladım. Lütfen değerlendirin ve eleştirilerinizi yazın. Sevgilerimle