Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

O. Gürsel/Toplumsal süreçleri ZEKA belirlemez; TEMEL İHTİYAÇLAR belirler… Sağ ve sol’cuların zekası eşittir!

Duyurular, Konuk Yazılar, O.Gürsel Yazıları, Seçimler, Stalinizm

İnsanbu sitesinden alınmıştır. 31.7.2014

“Solcuların siyasi zekası çok düşük…” başlıklı yazı “tıkandığımız” sol-sosyalist siyasal sürece ait “bir an önce” tartışılması gereken çok önemli konuları gündeme getirdiği için kıymetlidir. Bu tür yazılar “temel sorunları” ele alma fırsatı verdiği gibi, “geri siyasal zekalı herif” hatta “gri zekalı siyasal herif” gibi irkiltici bir söylemle, bir soğuk duş etkisi uyandırarak bizi olumlu anlamda rahatsız ediyor.

Tartışmaya davet eden “iddiaları” şöylece özetleyebiliriz sanıyorum… “Sosyalistler ‘siyasal zeka’ olarak esnek değildir; geri’dir. Siyasal başarı (iktidar mı? ) için “geniş kitleleri yönlendirebilme, yönetme becerisi” kazanmalı…”

 

Bu “eleştirinin”, eleştirisinde üç olguyu öne çıkartarak, konunun dağılmasını önleyelim…

1. Siyasal düşünceleri iktidara götüren araçlar içinde “Esnek zeka” bu “araçların” neresindedir?

2. “Sosyalist” bir siyasetin amaç ve araç bütünlüğü olmalı mıdır?

3.Siyaset yalnızca İktidar için mi yapılır?

Biliyoruz ki herkesin “kendine göre bir sosyalizmi” var! Hitler bile sosyalistti; D. Perinçek de hala ‘sosyalist’. Bu bağlamda burada anılan sosyalizm “çalışabilen ve tüm insanların -kadın ve çocukların da!- sömürülmediği, toplumsal üretimin “adil” biçimde paylaşıldığı; bireysel- insani ve topluluk özgürlüklerinin yaşandığı, azınlık haklarının korunduğu, herhangi bir kişisel veya örgütsel tahakküm ve keyfiliğin aşağılandığı; devlet, parti, emek, din, milliyet gibi hiç bir kutsalın bulunmadığı…vs. bir ortak yönetim şekli” olarak anlaşılmalıdır…

 

1. Zeka Sorunu

İnsan-lık “uygarlığı” zeka “gücü-yapısıyla” değil, alışkanlıkları, gelenekleri ile yakaladı ve idame ettirirdi. “Gelenek ve alışkanlıklar” zeka ile bağlantılı olsa da “zeka” bu sürecin içinde yalnızca “etkileyici”, daha çok belleğe ait bir işlev görüyordu. Biriken deneyimler yüzlerce yıl sonra, sıçramalı “özgünlükler” olarak bir nesnede “şekil alıyordu.” Ta ki Modern çağ’a kadar! Ve bu çağda “zeka” dolaylı işlevini artırdı; örneğin “akıllı” uluslardan biri olduğuna emin olduğumuz Almanya’nın o iki büyük savaşta dünyaya ve kendilerine yaptıkları “zeka” ile açıklanabilir mi?

Ve modern çağı kaçıranlar, “Doğu”, yani buradakiler,  hala eski usul yaşarlar; gelenekler ve alışkanlıklarla… “Burası”, hala “zekanın” hiç bir şekilde işlev göreceği bir “toprak” değildir. Ve “Sağ” ve “Sol’un” zekası da hala aynıdır! Davranış biçimi, alışkanlıkları, düşünme yöntemleri çok benzer! Bundan dolayı olmalı yalnızca “Sağ” ve “sol” yalnızca bir diğerini değil, özellikle “sol”, bir diğer “sol” yapıyı her zaman “siyasal geri zekalı” olarak tanımlar. Her sol’cu için sağ’dakiler bir yana zaten kendi gibi düşünmeyen diğer tüm solcular “siyasal geri zekalıdır!”

 

A. İlhan TV 2 de sohbetinde anlatıyordu. 1970’lerde bir kaç gençle oturuyormuş. Bu sırada ziyarete gelmiş Sevgi Soysal bir süre bir kenarda toplantının bitmesini beklemiş. Uzaktan izlemiş. Gençler çıkınca sormuş A. İlhan’a sormuş; “devrimcilerdi değil mi?” A. İlhan “hayır, demiş. “Ülkücülerdi!” Ya da tam tersi. Sonuçta A. İlhan bu örnekten yola çıkarak, bir “aynılığı”, büyük “benzerliği” açıklamaya çalışıyordu. Sorun siyasal zeka değildi; kültürel kodlardı! Düşünme alışkanlıkları…

 

MHP’nin, Dincilerin tabanı insanlık idealleri açısından bilinen “solculardan” çok mu uzak! Hayır; Böyle iyi olacak sanıyorlar; inanmak istiyorlar. Daha mı şiddete yatkın bir dünya görüşleri var! Daha mı “biat” kültürüne aitler; Hayır; Stalinist terör iktidarı, hiç bir padişahla karşılaştırılamayacak şiddeti taşıyordu; Parti ve Öndere biat ile “sağ” tarafta Allaha, Peygambere, lidere biat arasında fark var mı? Yok! Bu anlamda her iki yakada da zeka ve karakter eşitliği vardır! Tipik “ülkücü” ile tipik “Stalinist Sosyalist” arasında karakter olarak fark var mıdır?

Bugün mecliste “sol” ve sağ” arasında zeka açısından milletvekilleri sayısına bakmadan “siyasal  zeka” olarak hangi taraf ağır çeker! “Örgüt sözcüleri”, kanaat önderleri, yazarlar, gazeteciler olarak hangi tarafın zekası ağır basar? Bu ölçülemez ama bir yargıda bulunmak gerekirse bence “sol” taraf ağır basar; kitleye gelince; bu kez rastgele 100’er kişi alındığında korkarım aynı oldukları görülür; eşit ağırlıkta olurlar! Taşra teşkilatındaki partililerden 100’er örnek alınsa burada “sağ” tarafın hırsı, ahlaksızlığı, disiplini, mülkiyet-çıkar örgütlülüğünün motivasyonu ile “siyasal zeka” da görünmezleşir, önemsizleşir; bu sonuçlara göre bu teori çöker! Sağı “şimdilik” üstün kılan “Siyasal Zeka” değil, “neolitik” düşünce ve hayat alışkanlıkları üzerinde siyaset yapmaları ve elbette “biat” kültürüdür! (Bu feodal kültür-dinsel önyargı, “sol’un” gerçek yokuşudur; “hayatın” yokuşu! Koşanın nefesi kesilir!)

Zaten “zeka” bilinen mülkiyetçi düzene ait sınıfların iktidara uzanması, korunması, devrilmesi süreçlerinde hiç bir zaman rol oynamamıştır; önce ekonomik iktidar ele geçirilmiş, sonra öyle ya da böyle siyasal iktidar ele geçmiş, geçirilmiştir. bu bağlamda Lenin’in zekası istisnadır. Ve bu istisnanın sonuçlarına bakıldığında, olmasaydı daha mı iyi olacaktı sorusu sorulabilir!

*

İnsan türü bundan 200 bin yıl kadar önce, bir önceki atasından evrimleşerek şimdiki durumuna geldi. İnsan aklı da doğal seçilim üstünden yürüyen bu evrimin sonucudur… İnsan son 10 bin yılda “uygarlığı” kurdu..” İnsan bir “uygarlık kurma” amacında değildi. İhtiyaçları onu bu yola sürükledi! Sosyalizm de sonuçta akli olarak karar verilecek bir siyasal-sosyal yapı olmayacak; ihtiyaçların zorlayacağı bir sürece bağlı olacak; zeka sürecin hızını, insani-ekonomik maliyetini nicelik olarak değiştirebilecek ancak!

 

“içerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almaz; onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.”

 

Marks’ın “kronolojik” olarak yanıldığı, aşırı pozitivizmi, “yanlış” anlaşılmış alt yapı-üst yapıya ait mekanik diyalektik yorumlar bir yana, yalnızca şu yukarıdaki cümle bile onun dehasını anlatır! Görüldüğü gibi sorun bir “zeka” sorunu değildir… Yukarıdaki cümleye göre ne 1917’de Rusya’da;  ne de yakın geçmiş ve yakın gelecekte bu topraklarda bir Sosyalist Devrim hayali kurulması baştan yanlıştır!

İşte tam da bu nedenle mi günümüz “acil” Sosyalist Devrim” modelinde “Stalinizm’e” ihtiyaç olduğu sanılıyor; “nesnel koşullar” yeterli değilse “öznel irade” çoğaltılır!

RTE esnek zekası ile mi iktidar oldu?

RTE Stalinist politikalar uyguluyor. Kurduğu ittifaklarla düşmanlarını temizliyor; sonra yeni ittifaklar kurarak eski müttefiklerini hallediyor. Bakınız, F. Gülenciler operasyonu!

RTE’nin ABD, F. Gülen, Sol Liberaller vs. ittifaklarına bakalım. Bu “teknikler” için “esnek zeka” deniliyor olmamalı…

İnsanlara yalan söylemek, söylediklerini inkar etmek, asıl niyetini gizleyerek (takiye) ile bir iktidarın ele geçirilmesi “esnek zekanın” kanıtı mıdır; yoksa ahlaksızlığın mı? Faşistik bir yöntemdir bu; birbiriyle çelişen söylem ve politikalar aynı doğrulukla dayatılır. “Tek dil…” diyen adamın daha sonra aynı hırsla “demedim, yalan” demesi gibi…

Sosyalistler “araç-amaç” bütünlüğünü kaybettikleri için de o “eski saygınlıklarını” kaybettiler.

2. Zamansız iktidar, “ölümcüldür!”

İktidar için bir aceleye gerek var mı?

Biliyoruz ki iktidarı kotaracak “önder adaylarının”  çoğu bu kapitalist siyasal ilişkiler içinde de hayatlarını “iyi” sayılabilecek bir şekilde idame ettiriyorlar… Kurtarıcıların olduğu yerde daha sonra bu “kurtarıcılardan” kurtulmak kolay olmayacaktır!

İnsanlar bu “balık tutma” işine girmek zorunda; “halka-bireyler” bir şeyi zorla yaptırmak iktidarları yoldan çıkartır; kirletir, vahşileştirir. Böylesi koşullarda “devrimin” ahlakı da, felsefesi de kan içinde boğulur! Örnekleri çok; Stalin, Mao, Pol Pot… “Zeka” nesnel koşulların olgunluğu içinde “maliyeti” azaltabilir; sürecin yönelimini belirleyemez. Marks’ın, Lenin’in, Troçki ve Stalin’in sorunu zeka değildi; nesnel koşullardı.

3. İktidar ve Muhalefet…

Hem Özgürlükçü bir Sosyalist ideolojinin, hem “geri siyasal zekaların” egemenliği altındaki örgütlülüklerin hem de toplumun “olgunlaşma” yetersizliği gerçeğinde

Önümüzde iki yol görünüyor…

Ya insanları bilinen sağ-muhafazakar-faşist  veya sosyal demokrat partiler gibi  aldatılacak, yönetilecek, güdülecek varlıklar olarak öngören ve bir “esnek zeka” ile iktidarı ele geçirme politikaları…

ya da

İktidar istemeyen bir Ortak Muhalefet Hareketi ile toplumun “ekonomik-sınıfsal” gelişme sürecinde aynı zamanda “demokratik, özgürlükçü, isyancı” karakterini eğitmek…İktidar istemeyen, temel insan, emekçi, azınlık, kadın, inanç, tabiat hakları çevresinde “Bize bunu yapamazsınız” diye her an isyana hazır bir ortak muhalefet hareketi. Gezi İsyanı da bize bu yöntemin olası ve değerli olduğunu kanıtladı…

 

BİR NOT;

Stalinizm’i savunan sosyalistler, “zekayı reddeden” geleneğe yaslanırlar.

“Parti dışında kalıp bilmektense, yanılmak evladır!” Bu söz 1960’ların Stalinist İspanyol Komünist Partisinin gerçeğiydi… Ve tüm Stalinist partilerin elbette!

Stalinist Sosyalistler; Bildiklerini biliyorlar. Bildiklerini bilmezden geliyorlar. Bilmediklerini bilir gibi yapıyorlar. Bilmediklerini bilmiyorlar!

Yeryüzündeki cennet arayışı “Sosyalizmin”, SSCB’de nasıl da bir cehenneme döndüğü gerçeği ile yüzleşemeyenler, yer yüzünün en riyakar en  vahşi bir cinayet şebekesi ve elebaşısının insanlık var oldukça, insanlık vicdanı tarafından her geçen on yıl daha da artan bir tiksintiyle anılacağını anlamazlıktan geliyorlar. Bu, bir “sol sapkınlığı” yumuşatma, bir şekilde önemsizleştirme çabasını sürdüren “sosyalistlerin” kötü insanlar olmalarından kaynaklanmıyor; onlar da insanları “sopa-politika” ile güdülecek “zavallı”, “aciz” varlıklar olarak görüyor! Ceza yetkisi elinden alınmış, saydam, en sıradan insanın hesap vereceği kadar ayrıcalıksız “iktidarsız” bir yönetim olmadıkça egemen vahşiliğinin sürmeye devam edeceğini, kendi kişisel iyimserlikleri-iyi niyetlerine inanarak reddediyorlar.

Lenin de kuşkusuz vahşi, acımasız bir iktidarı kurduğunu bilmiyordu; sonuçlarını öngörse bu işe kalkışmazdı!

 

“Anti-Stalinist “yobazlardan” biri olduğumu itiraf ediyorum.

Bu “yobazlık”, tüm Dünya Sosyalist siyasetindeki “insancıllığı” yozlaştıran, yoldaşlık ilişkilerinde “her an birbirini katledebilecek” riyakar karakteri meşrulaştıran,  parti içinde iktidarı ele geçirmek için her tür alçaklığın, geçici ve “öldürücü” ittifakların yapılmasını olağanlaştıran ilişkilere ve acımasız katil çetelerine “Parti” denilerek tapınma istenilmesine isyanla başlar.

Bu “yobazlık”, insanın mücadele yoldaşlarına, karılarına, çocuklarına yapılmış akıl almaz zulümlere duyulan tiksintiden beslenir.

Bu “yobazlık”, vahşi bir cinayet şebekesinin insanlara Engizisyon mahkemelerinden daha ağır -Engizisyon muhaliflerin eşleri ve çocuklarını işkence etmiyor, yağlı kütüklere çıkartmıyordu-  zulmedenlerin, “sosyalizm cübbesi” giymiş olmasına ait bir nefretle yaşar. (T. Kara’dan alıntı yapalım… Nazi’ler samimiydi. Ve ekleyelim… SSCB çetesi de riyakar!)

Bu “yobazlığın” anlaşılması ümidiyle bazı rakamlar da verilebilir…

  • Elimizde Kruşçev döneminin KGB’si tarafından 1930-1953 verilerine göre yaklaşık 3.800.000 kişi “karşı devrimci suçlardan” tutuklanmıştır. .. verilen idam kararlarının sayısı 700.000’dir. … 1.600.000 kişi hapiste ölmüştür. (M. Levin. s.162) Aynı sayfalarda diğer kaynaklara ait hesaplamalar da yer alıyor. Benzer sonuçlar veriliyor.
  • 1934 deki … kongre delegelerinin çoğunluğu -1108- kişi tutuklanmış, 848’i kurşuna dizilmiştir. (M.L. s.138)
  • .. 1939 baharında toplanan bir sonraki …kongrede 1934 deki 17. kongrede hazır bulunan 1827 delegenin yaklaşık 37’si hayatta kalabilmişti. (Eric H. s.527, Kerblay’dan alıntı.)
  • Stalin ve Molotov 1937-1939 arasında yaklaşık 400 idam listesini (toplam 44.000 kişi) bizzat imzalamışlardı. (E.H. s.139)

İKİNCİ NOT

Diktatörü deviremiyorsan, moral desteğini azalt!

Son olarak da siyasal analiz yapma “özgürlüğünün” aşağılanmasında riskler bulunduğunu ekleyelim; kişisel bir “nemalanma” beklentisi olmadan yapılan analizleri “saygı” ile karşılamak gerekir. Böylece sonuçlar çıktıktan sonra daha “tatlı” sohbetler mümkün olacaktır. Ağustos sonunda bu olası “tatlı” sohbete katkı amaçlı yazıyorum…

 

“CB seçiminde ilk turda boykotun RTE’nin lehinde” olduğunu düşünmüyorum. Diktatörlük kurmak için çırpınan bu adamın devrilemiyorsa, dayandığı moral gücü azaltmanın da bir seçenek olduğu düşünülebilir. Örneğin RTE ilk turda % 51, 2. turda % 59 ile seçilirse mi daha güçlü olur? Yanıtı vermek kolay değil! İlk turda % 46-49 alan RTE, ikinci turda SD’nin tüm oylarını alır mı; hatta “çekim gücü” ile diğer “sağ” seçmenden de! Sakın % 60’lar düzeyinde olmasın; o zaman başımıza neler gelir?

 

En azından boykot, RTE’nin ilk turda oylarını görmeyi sağlar; 2. turda gerekirse Kürt Siyasal Hareketi de boykota zorlanabilir; güçlü Diktatörcük üretmemek için… Yine de bu konular 1. turdan sonra konuşulmalı… İlk tur boykot; sonrası sonra!

Daha önemlisi de bu ülkede artık seçimleri öncelikle iktidarların gücünü azaltmak, parçalamak için kullanmalı; her iktidar kötüdür çünkü! Seçimler de bu kötülüklere meşruiyet sağlayan tiyatro gösterileri…

İktidar istemeyen bir muhalefet yapılanması önümüzü açacak bir “proje” olabilir. Toplumsal süreçte kısa ve orta vadede bu bize yepyeni bir ufuk sağlayacağı gibi uzun vadede iktidarın “nasıl olmasına” ait çok önemli deneyim ve bilgi sağlayacaktır…

O. Gürsel

 

 

 

 

16 Comments

  1. Hasan

    Türkiye Sol -Sosyalist kişi ve grupların tamamının HAYIR ve BDP’nin ise Boykot kararı aldığı 12 Eylül 2010 referandumunda Ağrı, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Iğdır, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Van olmak üzere toplam 14 ilde katılım oranı %49.31, Evet oyları % 85.60. BDP çizgisi siyasetin çok baskın olmadığı Bingöl(76.99katılım), Bitlis(70.01katılım) ve Şanlıurfa(68.44) illerini çıkardığımızda katılım oranı yaklaşık %41 olmakta. Bunun dışında Bingöl, Bitlis, Tunceli ve Urfa’yı çıkardığımızda 10 ildeki boykot oranı en az %40’lara ulaşmakta*. Ancak Bu tabloya rağmen AKP stratejistleri bölge halkına teşekkür etmeyi marifet saymışlardır. yani sizin ilk turda boykot RTE ‘ye yaramaz ve oylarını görmesini sağlar tezi çokta öyle işlemiyor. isteyen istediği gibi rakamları kullanıyor. ayrıca bugüne kadar boykot yöntemini kullanmayan Sol Sosyalistlerin bu seçimlerde boykota sarılmaları sadece iki şeyden kaynaklanmaktadır.
    1- Kürt Hareketinin içinden gelen bir adaya oy vermemek
    2- vicdanlarını rahatlatmak. yani Gun ZiLELİ nin deyimi ile “Türk İslam Cumhuriyetine teslim olmadık” savunma pozisyonları alabilmektir. eğer bu kesimler gerçekten her iki turda da boykot deseler o zaman inandırıcılığı olurdu. Bunu da benim “sosyal meraklı” bir bakış ile yaptığım bir okuma olarak kabul edin. onunda dışın ilk turda işine yaramaz ikinci turda işine yarar söylemleri gerçeklik ile değerlendirilmesi için daha çok veriye ihtiyacımız bulunmaktadır.
    * http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=660&makale=Dersimiz%20Boykot:%20K%FCrtler,%20Referandum%20ve%20B%F6lge%20%DCzerine%20Notlar

  2. Gün Zileli

    Antep’te Demirtaş’ın konvoyuna saldırı olmuş, yaralılar varmış. Muhtemelen faşistlerdir saldıranlar. elbette sonuna kadar HDP’nin yanındayız bu tür saldırıların karşısında. Eğer seçimler 2. tura kalırsa HDP’nin gerçek bir boykot uygulaması çok iyi olur. Ama seçmenini “serbest bırakırsa”, o oylar çoğunlukla AKP’ye gider. Bu olasılığın üzerinde ciddi bir şekilde durman gerekir arkadaşım. HDP henüz 2. turdaki boykotunun nasıl bir şey olacağı konusunda net bir şey açıklamış değil.

  3. Hasan

    ilk turda HDP nin karşısında olmayıp ikinci turda HDP yi bir yerlere sürüklemek ne kadar ilkeli. HDP nin birinci turda alacağı oy oranının koltuk kazanıp kazanmama ile ilgili olmadığını, bunun farklı yansımalarının olacağını siz benden daha iyi okuyorsunuzdur. Birleşik Mücadele istediğimiz zamanlarda yalnız bırakıp, istediğimiz zamanlarda yanımıza çağırmak değildir. ayrıca ikinci turda bir yerlere oy vereceğini deklere edenlerin bir kesimi de boykota çağırması ne kadar doğru….. İlk Turda DEMİRTAŞ diyenlerin böyle bir talebinin olması çok doğal. ancak birinci turda bitecek bir seçimin özeleştirisini bu kesimler verecek mi?

  4. Anonim

    Benim burada bu konuda yazdığım ilk yazıda “toplumsal muhalefetin” SD’a oy vermesinin “yararlı” olacağı yönündeydi.
    Yani Kürt hareketine karşı bir önyargım yok.. Hatta RTE yerine SD’ı tercih edeceğimi de yazdım…
    Geniş bir toplumsal muhalefet ortaklığı kurulduğunda, milyonlarca insanın “iktidarın gücünü azaltmak, parçalamak, geriletmek” amaçlı bir ortak irade birliği oluşturulduğunda bu tür “taktik” olanaklar doğabilir… Bugün bu ortak akıl-irade yok… Acz ve “küçük hesaplar” içinde yazık ki savrulup gidiyoruz!
    Ama RTE’nin görece kıl payı kazanması toplumsal muhalefetin “moral gücü” olarak yararlı olabilir kanısında olduğum için bu “tezi” öne sürüyorum…

  5. O. Gürsel

    önceki yorum… OG
    *
    Özeleştiri söz konusu olamaz… Zaten bu seçimin ilk turda bitmesini (RTE’nin görece düşük oy oranıyla seçilmesini) dilediğim için Boykot önerisi bana çekici geliyor ya….

  6. hasan

    RTE nin düşük oy oranı ile seçilmesi mi toplumsal muhalefet Icin onemli yoksa SD nin %10 nun üzerine çıkması mi? Benim fikrim: ikinci durumun daha on açıcı ve cesaretlendirici sonuçlar doğurur. Bu nedenle ilk turda boykotun olmaması gerektiğini dusunuyorum. Aksi taktirde geçerli oy oranlarına dönük sayısal oyunlar RTE ve sistem içi kesim Icin geçerli olacak. ikinci turda her kesimin( HDP dahil) cok aktif bir sekilde boykot etmesi anlamlıdır. Tercihinde ikinci tür ikin aktif boykottur.

  7. O. Gürsel

    PKK henüz bir Zapatista hareketi deği!
    Olsaydı eğer….
    Bu ülke başka ülke olurdu…
    Yine de kaybedilmiş bir şey yok…
    Kürt Siyasal Hareketi bu sürece yönelebilir…

    Çok, ama çok üzgünüm… Bunu olası görmüyorum…
    Bu Avrasya Bağnazlığı, bu poposu sıkıştığı an, “Din’e teslimiyet” geleneği….
    İktidarcı, tahakkümcü yatkınlık….
    Bilgelikten çok uzak, gündelik-aylık-iki yıllık politikacı zihniyeti….

    Kişisel iyimserliklerimiz, tarihsel budalalıkları aşamaz….
    Kürt önderlik bir çok olumlu yanlarına karşın bu coğrafyanın “budalalıkları” karşısında “büyük politikalar” üretemiyor…
    Bu nedenle RTE konusunda Kürt Önderlikten olağanüstü bir çıkış beklenemez… Beklemeye de kimsenin hakkı yok!
    O zaman da RTE ilk turda seçilsin…
    Ama toplumsal muhalefet de kendine düşen sandık dışı yoğunlaşmayı sürdürsün….
    Kürt tarafında değil, Türk tarafında gerçek muhalefet sokaklarda toparlanmak zorundadır… Bu nedenle de RTE düşük oyla seçilmelidir… Bu düşük oyla seçim de ilk turda olasıdır…

  8. hasan

    Spinoza nin kemikleri sizliyordur. Toz tutmuş gözlerinizin camlarını oarlatmazsaniz hep ayni şeyleri görürsünüz. Kör bilginin size bir faydası olmaz. Siz öğrenilmiş bilgilerin doğruluğunu ispatlamaya çalışıyorsunuz. Buda sizi bir adim öteye götürmez. Götüreceği yer devrimcilere karsi pozisyon almanızı getirir…….

  9. O. Gürsel

    Spinoza’yı çok severim.
    Elbette yanılabilirim… Elbette “takıldığım” bir şey “gerçeği” görmemi önleyebilir…
    Bu “yorumlarımda” yanılmayı dilerim zaten… “Keşke……”
    İlk turda bu “diktatörcük” seçilmesin… İkinci turda en azından kıl payı seçilsin.

    Ama Spinoza’nın kemiklerini sızlatmak… Bunu yapmayı istemem… Zaten bilerek de yapamam…

    Devrimcilere gelince….
    Kendi devrimlerini yapamayanların devrimleri ile 40 yıl geçirdim! Konuşulan devrimler 17 yaş hayallerine aittir… Artık devrimden önce de yapılacak çok şey olduğunu görelim lütfen… Yoksa yapılan devrim, yeni bir zulüm hikayesi olacak yalnızca… Devireceğimizin yerine ne koyacağımızı kimse bilmiyor; devireceklerin kendisi bile! Spinoza Tanrı’nın yerine ne koyduğunu biliyordu…

    Gerçek devrim heykelleri dikilecek adamlar tarafından yapılmayacak! ,Yeni biat edilecek adamlar için yapılana devrim denmeyecek artık…

  10. hasan

    Boykotun onemli bir tepki oldugunu kabul ediyorumm. Ancak bu secime dönük cevaplanamayan soru var: ilk turda boykot nasil birilerinin seçilmesini önleyecek. Aksine ilk turda boykot secilemeyecek olana seçilme fırsatı vermiyor mu?. Cunku bizler tarafından seçilmesi istenmeyene gidecek oy sahipleri boykot etmeyecekler. Aksine yuzdelik dengeleri belirleyecek ve diğer ıki adaya gidebilecek olası oy sahipleri boykotu dillendiriyor.. boykot iddia edildiğinin aksine RTE’nin ilk turda seçilme şansını arttırıyor…
    Devrim konusuna gelince. Iste tamda burada görmemiz gereken bir durumun oldugunu iddia ediyorum. Bugun yanibasimizdaki ve bizide etkileyen Rojava’da gerçekleşen durumu, beyan edilen özerklik hedeflerini, vazgeçilmis Ulus Devlet hedefinin devrim oldugunu görmemiz gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Devirecegimizin yerine ne koyacağımız cok uzun zamandır belli.Katki sunup sunmayacagimiz aslında belli olmayan(belli kesimler Icin) Bunun Icinde tamda G.ZILELI’binde dediği gibi ” Devrim İcinde Devrim” politikalarini görmemizi engelleyen unsurlardan arinmamiz gerekiyor. O yüzden sayfalar arasındaki sıkışmılığımızdan kurtulup çevremize gormek Icin bakmamız gerekiyor….

  11. Anonim

    Boykot önemlidir. Zamanında yapılırsa. Ancak bu seçimlerde boykotun birilerinin önünü açtığını görmemiz gerekiyor. Nasıl mı? Bu seçimlerde ERDOĞAN’a oy verecek kesimler zaten Boykot etmeyecek. Yüzdelik oranlarını oy kullanarak değiştirecek, DEMİRTAŞ ve/veya İHSANOĞLUNA oy verecek , kesimler Boykot çağrısında bulunuyorlar. Aslında ikinci turda boykot ERDOĞAN’a yarar önermesinin tamda karşılığı İlk turda Boykot ERDOĞAN’a yarar şeklindedir. Çünkü Hesaplama kullanılan geçerli oy oranları üzerinde yapılacak. Boykot edilen ve geçersiz kullanılan her oy yüzdelik dilimlerini çok etkileyecek. Tamda eğer “ilk turda seçilmesin” gibi bir düşüncemiz ve siyasal belirlememiz varsa Boykot edilen ve Kullanılmayan her oyun ERDOĞAN’a verilmiş olacağının farkında olmamız gerekir.
    Devrim konusuna gelince;
    Yanı başımızda ve kapitalist güçlerin yalnız bıraktığı Rojavadaki Devrim esasında Paylaşımcı bir yaşama geçme devrimidir. Her türlü Toplumsal Gereksinimler Paylaşımcı bir yaşama arzusu üzerinden şekillenmiş ve Neo Liberal pazardan kopuşun adımlarıdır. Rojava’da oluşan Özerkliğe karşı Uluslar arası güçlerin baskısını ve Rojava halkını yalnız bırakma çabalarını doğru okumak öncelikli sorumluluklarımızdır. Nedir bu doğru okumak. Oluşan özerklik Kapitalist Pazardan kopuşun adımıdır. Bu adım Kapitalist Ekonomi Politikalarının ter yüz olması demektir. İşte bu korkudandır ki Uluslararası Sermaye Yönetimi korku telaşının politikalarını uygulamakla meşguldür. Neo Liberal Politikalara bağımlı Ulus Devletlerin her dönem korktukları olgu; kendilerine ihtiyaç duymayan unsurların kendini yönetmesi olmuştur.
    Kürt Siyasal Hareketin Ulus Devlet hedefinden vazgeçip tüm Türkiye ve Ortadoğu Halkları için beyan ettiği ve “teorik şemalandırmasını-formülasyonunu” somutlaştırdığı Demokratik Özerklik, Devireceğimizin yerine neyi Koyacağız sorusunun cevabıdır. Bunlar G.ZİLELİ’nin deyimi ile “Devrim içinde Devrim” tezinin pratikleşmiş halidir. Belli olmayan devireceğimizin yerine neyi koymamız değil, muğlak olan, gözlüklerimizin camını kirleten tozdan dolayı göremediğimiz-belirleyemediğimiz almamız gereken yeni pozisyonlarımızdır. Ve gerçekten görmek istediklerimiz-görmek istemediklerimiz ile alakalıdır….

  12. Yusuf Cemal

    http://www.radikal.com.tr/yazarlar/baskin_oran/faideli_bir_rehber_ikinci_kenan_evren_nasil_olunur-1205557

    Şu son notlara bir bakmak gerek…

  13. Anonim

    “… Kapitalist haberleşme sistemi ‘halkın ahmaklaştırılması’ diye adlandırabileceğimiz bir sonuç doğurmaktadır. İnsanları entelektüel seviyesi çok düşük, çocukça bir evren içine hapsetmek amacını gütmektedir. Kesat zamanlarda heyecanlı haberler verme imkânını sağlayan gönül maceralarının boyuna şişirilmesi bu bakımdan tipiktir.
    Krallar, kraliçeler, prensler, prensesler ve öteki sözde büyüklerin, giyinişlerinin ve içinde yaşadıkları dekorun şatafatı, uyandırdıkları belirsiz tarihsel hatıralara eklenir… Halkı ahmaklaştırma tekniklerinin daha birçokları sayılabilir. Sinema ve spor da bunun birçok örneklerini verirler. Bu çeşitli vasıtalarla halk gerçek dışı, yapmacık, hayali ve çocukça bir alemle daldırılır, dikkati de böylece gerçek problemlerden başka yana çekilir…”

    http://www.milliyet.com.tr/hediyeleri-gorelim/gundem/ydetay/1923392/default.htm

  14. O. Gürsel

    Evet, çoğu TV’da haberler çok hoştur!
    Hani “haberler” başlığı altında bazı “haberleri” vermek zorundalar ya! Haberler başlığı altında haberimizin olması gerekenlerin verilmediği bir “haberleri izlediniz” programları…
    N. Hikmet 1946’da yazmış…
    “Annelerin ninnilerinden
    spikerin okuduğu habere kadar,
    yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
    anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
    anlamak gideni ve gelmekte olanı.”….

    G.Zileli’nin sitesi de bu işlevi üstlenmiş… “Yalanı Yenmek!”
    Ve Ahmet! “Hayran olunacak” bir inatla “yalanları” savunuyor. Bu savunusundaki çabası, bilgileri ister doğru, ister çarpıtma kullanışı…
    Ahmet, yalan’ın yenilmesindeki güçlüğün en “güzel” örneklerinden birisi…
    Büyük olasılıkla bu olgu insan denilen bizlerin ne denli eksikli varlıklar oluşunun apaçık örneği…. Ahmet’in varlığı elbette yokluğundan iyidir! Bizi uyarıyor; bildiklerimizi gözden geçirmemize yardımcı oluyor… Sanırım Ahmet bu yaklaşımı ile er ya da geç “doğruyu” bulacak… Belki de sorun biz de… Onun aklında kuşku uyandıracak “kanıtı” sunamadık!
    Yine de en çok merak ettiğim, Ahmet’in sosyalizm tanımı… Nasıl bir sosyalizm insanlığın daha az şiddet, daha çok barış ve refah-adalet içinde yaşatabilir?
    Stalinist Sosyalizm’in bir anlamda, bir şekilde “sopa ile kurulmaya çalışılan sosyalizm” olduğunu kabul etsek… Bu onun “başka yolu yok” kabulü ile savunduğu sosyalizm mi?
    Ahmet’in Sosyalizmini bilmeden mi konuşuyoruz yoksa?

  15. Anonim

    Medya, gazeteler, dergiler, televizyonlar, ıslah edilmelidir. Bugünkü dedikodu yayıncılığına, müstehcen neşriyata, ıvır zıvır, fasa fiso haber ve yorumlara son verilmezse Türkiye düzelemez. Büyük medya on milyonlarca halkı dedikodu ve polemik bağımlısı yapmıştır. On milyonlarca İslam evindeki televizyonları açıyorsunuz, ekranlardan içeriye günah, isyan, tuğyan, ahlâksızlık, faziletsizlik, mâlâyâni akıyor. Diyelim öteki kurumları ıslah ettiniz ama medyayı ıslah edemediniz, kötülük yine ortadan kalkmaz.

    Siyaset mutlaka ıslah edilmelidir. Siyasetin vasıfsız=kalitesiz olduğu bir ülkede her şey dejenere olmaya mahkûmdur. Rahmetli Adnan Kahveci’nin “Türkiye’de Siyaseti Islah Projesi” vardı. Bu konuda yazılı bir metin var mıdır, bilmiyorum. Bu proje derhal hayata geçirilmelidir. Siyaset nasıl ıslah edilir? İngiltere’deki Eton Koleji, ülkesine on dokuz Başvekil kazandırmıştır. Böyle okullarımız olmazsa siyaseti ıslah etme işi lafta kalır. Bu konu üç yüz sayfalık bir kitapta bile özetlenemez. Siyasete bilgelik, fazilet, ahlâk, vatanseverlik, yüksek kültür hâkim olmalıdır.

    Türkiye’nin başındaki en büyük bela M. Kemal Paşa’nın ölümünden sonra uydurulmuş resmî ideolojidir. Bu ideoloji resmî olmaktan çıkartılmalı, özelleştirilmelidir. Komünist Partisi serbest bırakıldı, son mahalli seçimlerde küçük bir belediyeyi de kazandı. Kemalizm de öyle olmalıdır. Kemalistler partilerini kursunlar, çoğunluğun oylarını alabilirlerse iktidara geçip Türkiye’yi idare etsinler.

    Milletimizin, devletimizin, ülkemizin bin yıldan fazla kullandığı millî alfabe serbest bırakılmalı ve istisnasız bütün okullarda öğretilmeli ve okutulmalıdır. Aksi takdirde tarihimizin en büyük ve vahim kültür kopukluğu ve ârızası sürüp gidecektir.

    Türkiye hukuk ve yargı bakımından korkunç, dehşet verici, korkutucu bir kriz içindedir. Bu sahada da radikal ıslahat yapılması gerekir. Bugünkü Medenî Kanunla, Ceza Kanunu ile bu ülke ayakta duramaz.

    İç barış, sosyal mutabakat berhava edilmiştir. Türkiye’de birbirine düşman halklar oluşturulmuştur. Dış düşmanlarımız ve onların içimizdeki yardakçıları, Türklerle Kürtleri, Sünnilerle Alevileri, dindarlarla laikleri birbiriyle çatışır hâle getirmiştir. Olumlu çeşitlilikler içinde birlik, barış, mutabakat sağlanamazsa Türkiye parçalanmaya mahkûmdur. Bu birlik nasıl sağlanacak? Aydın, ziyalı, seçkin geçinenler projelerini ortaya koysunlar.

    Türkiye’nin 2013 yılına ait şeffaflık ve temizlik notu, 10 üzerinden ancak 5’tir. Bu düşük notla ülkenin, devletin ıslahı mümkün değildir. En az 7 olması gerekir. Bu not ülkemize, devletimize nasıl kazanılacaktır?

    Türkiye şifahî kültür statüsünden yazılı-medenî kültür seviyesine yükselmedikçe ıslah edilemez.

    Türkiyenin devlet, halk, ülke olarak ıslah edilebilmesi için son yüz yıllık tarihimizdeki bütün ârızalar, kazalar, kopukluklar tâmir edilmeli; tarihî, sosyal, kültürel devamlılık mecrasına dönülmelidir. Böyle bir niyet, istek, irade olmadan ıslah gerçekleşemez, sadece edebiyatı yapılmış olur.

    http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Turkiye_Icin_Buyuk_Islah_Projesi/20983#.U-e3jaOaKho

  16. Anonim

    Akıl

    Arapça caqil devenin kaçmaması için ayağına bağlanan bukağı, caql bildiğimiz akıl.

    Yani şimdi Arapça akıl devenin ayak bağından mı geliyor? Yok hayır, Araplar o kadar saçma insanlar değil. Doğrusu iki kelime AYNI KÖKTEN türemiş, ikisinin de altında “dizginlemek, gem vurmak, zaptu rapt altına almak” gibi bir fikir var. Şark kültüründe akıl, Batıdaki gibi bir serbest spekülasyon alanı olarak görülmemiş, bir tür fren ya da disiplin unsuru olarak algılanmış. “Akıllı ol Orhan Pamuk” deyiminde de aynı anafikir geçerli. Pamuk’un kendini kontrol etmesi, serbest düşünce ve davranışlardan kaçınması öneriliyor.

    Son yıllarda akil adamlar diye bir şey türedi, uzun a ile. Eskiden bu sözcük Iğdırın ı’sıyla telaffuz edilen âkıl idi, yüzyıllarca Türkçede “akıllı, uslu” anlamında çok sık kullanıldı, ancak 20. yüzyıl ortalarına doğru tedavülden düştü. Yanlış telaffuz ve yanlış imlayla piyasaya dönüşü üç, bilemedin beş senelik iş.

    cÂqıl’ın Arapça çoğul hali cuqalâ, akıllılar. Bu kelime Türkçede bugün tekil sıfat sayılıyor, anlamı da kaymış, ama dikkatli düşünürseniz çoğul kullanımın izleri hâlâ mevcut. “Kendini ukaladan sanıyor” demek, kendini akıllı kişilerden sayıyor (ama değil) demek. “Ukaladan bir zat”, akıllılardan biri anlamında.

    http://www.taraf.com.tr/yazilar/sevan-nisanyan/akil/3455/

    Akil adamlar

    Memlekette şimdi âkil adam modası çıktı. Halbuki bunun aslı uzun â ve kısa ı ile âkıl’dır, isterseniz aakıl diye de yazabiliriz, yani عاقِل. Eski yazıda kaf’tan sonra esrenin /i/ okunmasına imkân ve ihtimal yoktur. Kef ile yazılan âkil آكِل “yiyen” demektir. Akilül lühum = etobur, akilül küll = hem et hem ot yiyen, yani omnivore.

    Eski Anadolu Türkçesinde âkıl çok sık geçen bir kelimeymiş, Yunus Emre’de, Aşık Paşa’da filan her sayfada karşına çıkar. 20. yüzyıla doğru tedavülden düşmüş. 1930’lardan 1980’lere dek basında sadece âkıl ve bâliğ kalıp deyiminde geçiyor, “aklı eren ve büluğa ermiş” anlamında hukuk tabiri. ı’nın i’ye dönüşmesi acaba o deyimi kafiyelendirme alışkanlığından doğmuş olabilir mi? Âkil ve baliğ yazımına en erken 1944’te rastladım. TDK sözlüğünün 1945 ve 55 baskılarında yok, ilk kez 1966 baskısına akil ve baliğ şeklinde alınmış. Akil adamlar lafı 1995’te icat edilmiş.

    Akıl kârı diye bildiğimiz deyimin doğrusunun âkıl kârı olduğunu Şemseddin Sami hatırlatmış. Kâr burada “iş” demek, elbette “akıl işi” değil, “akıllı işi” kastedilen. Bir de akıldane diye bir söz var, aslı uzun a ile âkıl ve dânâ, yani “akıllı ve bilgili”.

    Âkıl’ın çoğulu ukalâ’dır عقلا “akıllılar” demek. Cümle içinde kullanılışı şöyle olmalı: “Sevan Efendi ukalâdan adamdır.” Yani “akıllılardan”.

    http://nisanyan1.blogspot.com/2013/04/akil-adamlar.html

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑