Lağımlara Girmeye Cesaret Etmek!

Ömer Faruk, Bir Aşağılama Aracı Olarak Çöp, Yeni İnsan, 2022

Ömer Faruk’u, 1990’lardan, Ayrıntı Yayınları’nın baş editörü olduğu dönemden bilirim. Doğrudan hiç karşılaşmadık ama onu ve izlediği çizgiyi hiç gözümden uzak tutmadım.

Ayrıntı Yayınları, Türkiye’nin 1970 sonlarından itibaren girdiği yeni düşünsel patikanın temsilcisiydi. Klasik sol, komintern çizgisindeki ömrünü tamamlamış ve solda büyük bir boşluk meydana gelmişti. Türkiye’de feminizm, anarşizm, Troçkizm gibi o zamana kadar sol tarafından baskı altında tutulmuş, marjinalize edilmiş akımlar çıkıyordu sahneye. Dahası, özellikle Batı’dan, klasik Marksizmin paradigmalarını sorgulayan yeni ve çeşitli felsefi akımlar kendilerini ortaya koyuyorlardı. İşte Ayrıntı, bu yeni düşünce ve akımların fikri takibini yapan, bunları titiz çevirilerle Türkçeye aktaran bir yayınevi olarak parladı.

Ayrıntı Yayınları’nın en değerli yanı, parlaklıkların peşinde koşmaması, unpopüler bir çizgi izlemesi, Türkiye entelijansiyasının henüz tanımadığı düşünürleri bulup ortaya çıkartması, çok satmayacaklarını bile bile bunu göze almasıydı. Ayrıntı, bu kitaplardan yayınını sürdürecek kazancı bile sağlayamadı belki ama o kadar çeşitli kitap basıyordu ki, “damlaya damlaya göl olur” sözünde olduğu gibi, bu geniş yayın yelpazesi sonuçta Ayrıntı’yı ayakta tutuyor ve yeni yayınları gündeme getirmesini sağlıyordu. Ayrıntı’nın, 1990’lı ve 2000’li yılların Türkiye fikir hayatının belirleyicisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O zaman bastığı kitaplar bugün de aranıyor, okunuyor.

İşte Ömer Faruk böyle iftihar edilecek bir geçmişten geliyor. Daha sonra, sanırım 2010’lara doğru Ayrıntı’dan ayrıldı ve uzun süre ortalıkta görünmedi. Meğer, o dönemde bastığı kitapların da bilgi birikimiyle artık kendi kitaplarını yazmaktaymış. Yarabıçak: Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları (İthaki, 2014); Dışarıdan Düşünmek (Chivi Yazıları, 2016); Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsiziliği (Altıkırkbeş, 2019); Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı (Altıkırkbeş, 2019); Bir Yaratıcılık İmkânı Olarak Kaos (Altıkırkbeş, 2020) kitapları birbirini izledi. Hepsi de, Ayrıntı’nın yirmi yıllık birikimini arkasına almış, felsefi derinliği olan eserlerdi.

Ömer Faruk, son kitabında, bu felsefi derinliği, toplumun lağımlarına inme cesareti gösterme noktasına vardırmış. “Cesaret” diyorum, çünkü üstü örtülen, gizlenen “pislik”lere, kısacası “bok”a ulaşmadan toprağın üstündekilerin gereğince anlaşılamayacağını anlamış Ömer Faruk. Bunun için “lağım çizmelerini” ve eldivenlerini giyerek işe koyulmuş.

Bu derinliklerde, anarşistlerin söz konusu ettiği aşağı yukarı her konuya girmiş, bireyi ezen bin yıllık tabuları ele alıp silkelemiş Ömer Faruk. Örneğin sünnet: “Her yıl 13.3 milyon erkek ve 2 milyon kız çocuğu sünnet edilmektedir. Üstelik bedene açılan bu yara çocuk 10 yaşına gel(e)meden, kendi kararlarını verecek kadar olgunlaş(a)madan gerçekleştirilmekte, bedenin bütünlüğü bozulmaktadır.” (s.96). 1960’lı ve 1970’li yıllarda “büyük devrim meseleleriyle” ilgilenen sol, örneğin bu konuyu gündemine almak şöyle dursun, “halkla arasını açmamak için” tabuyu bir kere daha tabu haline getirmiştir. Bu bir yana, çocukları için sünnet düğünleri düzenleyen solcuları da hatırlarım.

Örneğin çöp: Ömer Faruk’a göre “çöp”ün fazlalığı yasaların fazlalığıyla doğru orantılıdır. “Tarafların mutlak rızasıyla oluşmuş ‘az yasalı’ bir toplumsallığın en önemli özelliklerinden biri de ‘az çöp’tür!… ‘Az yasa’ varsa ‘az çöp’ ve ‘az çatışma’ vardır! ‘Az çatışma’nın olduğu her yerde daha ‘çok empati’ vardır!” (s. 135).

Ömer Faruk bu ve bunun gibi konulara girmekle de yetinmemekte, tarihin “çöplüğü”ne de girmektedir: “Sol/sosyalist politik pratik ise Bolşevik Darbesi’ni ‘devrim’ diye adlandırarak; aile, ümmet, millet, halk ve sınıftan oluşmuş bir toplumsallığı ‘seçilmemiş tek adam rejimi’ni desteklemeye çağırarak; bu toplumsallığı oluşturan her kişinin Berlin Duvarı’nın bir tuğlası olmasını isteyerek; V. Lenin’in V. Putin’in nedeni ve sonucu olduğunu bir türlü kabul etmeyerek; Karl Marx’ın Kapital’i yazarak kapitalizme yönelttiği geniş ufuklu eleştirisini siyasete taşı(ya)mayarak hayattan ve siyasetten düşmüş, yerlerde sürünmektedir.” (s. 178).

Ömer Faruk, zor işler yapan her insan gibi zaman zaman hırçınlaşabilmektedir de. Örneğin İlhan Selçuk’un bir köşe yazısında, adını vermeden de olsa Elias Canetti’nin Körleşme kitabını beğenmemesine, eleştirinin ötesinde, fazlasıyla amansız bir şekilde yüklenmekte, sadece İlhan Selçuk’la kısıtlı kalmayıp Cumhuriyet’in, yazının yayınlandığı 17.6.1984 nüshasının künyesinde yer alan herkesi “teşhir” etmektedir.

İlhan Selçuk, hataları ne olursa olsun, birkaç kuşağın sola yönelmesinde belirleyici rolü olmuş bir yazardır. Eleştiri gereklidir ama haşin olmamak kaydıyla. Yoksa, çok eleştirdiğimiz Stalinistlere ya da Bolşeviklere benzemeye başlarız. Hiçbir şey saf olmuyor ne yazık ki. İlhan Selçuk eleştirisi de Ömer Faruk’un bu değerli kitabında bir leke bence.

Umarım yazıyı bitirirken yaptığım bu eleştiriyi Ömer Faruk anlayışla karşılayacaktır. Zaten aynı eleştiriyi kendisine özel yazışmamızda da bildirmiştim.

Mutlaka okunması gereken bir köşe taşı kitabı. İnsanlığın ilerlediği yolu gösteren bir kilometre taşı da denebilir.

Gün Zileli

11 Mayıs 2022

gunzileli@hotmail.com

www.gunzileli.net

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

Yorumlarınız:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir