Kürt Devleti Referandumu !
25 Eylül günü Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu var ve ortalık toz duman. Bütün bölge devletleri ayakta. Hepsi de kendi devletsel çıkarları açısından bölgede bir Kürt devleti kurulmasına şiddetle karşı. En başta da Türkiye geliyor. Oysa bildiğimiz gibi, Kürt devletinin kurulması, Türkiye’nin ulusal sınırlarıyla ilgili değil; Irak’ın ulusal sınırlarıyla ilgili bir olay söz konusu. Irak’ın hop oturup hop kalkması ve silahlı müdahaleden söz etmesi de pek hoş değil ama hadi diyelim ki, bu devlet kendi ulusal sınırlarının içinde bir başka devlet kurulmasından rahatsız oluyor olsun; evet ama İran’la Türkiye’ye ne oluyor? Şu oluyor ki, Kürtlerin uzun zamandan beri ilk kez bağımsız bir devlet kurmaya kalkmasının kendi ulusal sınırları içindeki Kürtleri teşvik etmesinden ve Kürtlerin bu devletin taraftarı olmasından ya da bu devletin Kürt nüfusunun yoğun olduğu yerlere yayılmasından korkuyorlar. Tamam da, I. Cihan Harbi’nin sonunda, diyelim ki Rusya, yeni kurulan Türk devletinin kendi içindeki Türkî nüfusa da yayılmasından korkup Türk devletinin kurulmasını zorbalıkla engellemeye çalışsaydı, bu doğru olur muydu?
Her şeyi bir yana bırakın bu, bir başka ülkenin iç işlerine karışmak anlamına gelir. Ne var ki, kurulduğu günden beri irredantist bir politika izleyen Türk devleti bu politikasını 2010’lu yıllardan beri artık iyice resmileştirmiştir ve halen Suriye’nin iç işlerine fiili müdahalelerde bulunarak sürdürmektedir. Bu yüzden Türk devletinin kopardığı kızılca kıyamette şaşılacak pek bir şey yoktur. Devletin başındaki AKP iktidarı da bütün yandaşlarıyla birlikte bu konuda en çığırtkan politikaları sürdürmekte ve yakın zamanlara kadar ittifak arayışında olduğu Barzani Kürt yönetimini açıkça tehdit etmektedir. Türk devletinin ve devletin başı AKP’nin arkasında başka bazı güçler de vardır: MHP, CHP, ulusalcılar ve Nasyonal Sosyalist Vatan Partisi.
MHP’nin durumu malum. MHP Başkanı Bahçeli, bölgesel yayılmacılığın mızrak ucu ya da koçbaşı rolü oynamaktan son derece memnundur. Her seferinde sözün öncelikle kendisine düştüğü düşüncesiyle öne fırlamakta ve bu konuda kendi faşist ideolojisi ve politikası için altın fırsatlar doğduğu zehabıyla Kürt referandumunu örgütleyenlere saçma sapan saldırgan laflar etmektedir.
CHP, her zamanki gibi, “vatan kurtaran aslan”lığı AKP’ye kaptırmama güdüsüyle bu konudaki sokak yaygarasında önlerde (MHP’nin bir adım gerisinde) gitmeye çalışmaktadır. Hatta AKP’yi, vakti zamanında Barzani’yle işbirliği yapmakla suçlayarak ucuz politika yapmaktan da geri kalmamaktadır. Ulusalcılar ise (Sözcü vb.) her zamanki gibi gayretkeş siyasetler peşindedirler. Bir de komik bir şekilde bu yönelimlerini “anti-emperyalizm”le yaldızlamaya çalışmaları var ki, insan gülmekten yerlere yatmaktadır. Efendim, ABD emperyalizmi Ortadoğu’da “Kürt kartı”na oynuyormuş. Aslında “Kürt kartına değil, bize oyna” demek istedikleri çok açıktır. ABD yarın öbür gün Kürtlerden yüz çevirip Türk devletinin yayılmacı emellerine “yürü ya kulum” dese (geçmişte işine geldiğinde bunu yapmıştır, yarın da yapması hiç ihtimal dışı değildir) hepsi celebin önünde koşuşan koyunlar gibi emperyalist siyasetlerin peşinden giderler.
Nasyonal Sosyalist Vatan Partisi’ne gelince. Çıkarttığı gürültüyle boyu posu ters orantılı olan ve bugün artık Hitler’in 1920’lerdeki “Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi”nden bile daha aşırı sağ bir profil veren bu parti işi gücü bırakmış, bütün gayretiyle Kürt referandumunu, daha doğrusu Kürt halkını hedef göstermektedir. Önerileri arasında ambargo uygulamaktan tutun silahlı müdahaleye kadar her türlü alçakça saldırı mevcuttur. Bunlar da gerekçelerini, diğer ulusalcılar gibi “anti-emperyalist” argümanlara dayandırmaktadır. Ortadoğu’da “ikinci bir İsrail”e izin verilemezmiş. Tamam da, ABD’nin Ortadoğu’daki tek dayanağı İsrail midir ki? Tamam, İsrail ABD’nin sağlam bir müttefikidir ama diğer Ortadoğu devletleri de şu veya bu ölçüde ABD’nin dayanağı konumundadır. Buna, kapitalist sistemin içinde yer aldığı için en ABD aleyhtarı gözüken İran devleti bile dahildir. Şii ağırlıklı bugünkü Irak devleti, 2003 yılındaki, ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte Saddam’ın Baas rejiminin yıkılmasının ardından ABD tarafından dizayn edilmiş ve kurulmuştur. Türkiye ise, NATO’nun Ortadoğu’daki ayağı rolünü oynayan, herdaim emperyalist politikalara cevaz vermiş bir devlettir. Eğer Ortadoğu’da “İkinci bir İsrail” istemiyorsanız, Ortadoğu’daki, İsrail benzeri bütün emperyalist işbirlikçisi devletlerin yıkılmasını istemeniz gerekir. Gerçek anti-emperyalizmin özü olan anti-kapitalizmden kopartılan ve yayılmacı devletlerin kaşağısı haline getirilen “anti-emperyalizm” söylemleri bugün faşistlerin devlet yalakalığından başka bir anlama gelmemektedir.
Ortadoğu’da yeni bir devlet mi? Bana soracak olursanız, yeni bir devlet demek yeni bir zorbalık merkezi demektir ve bir halk açısından yeni bir yanılgı anlamına gelir. Bununla birlikte, bırakın da bu yanılgıyı ezilen bir halk kendi deneyleriyle kavrasın. Zaten milliyetçilerin, ulusalcıların ve devletlerin derdi de bir halkın yanılmasını önlemek değil, o halkı ilelebet kendi zorbalıkları altında tutmaktır.
Devlet kurmak yanılgı olduğu kadar haktır da.
Gün Zileli
19 Eylül 2017
Kürt devleti türkiye yi iyilestirir Gün. Keske buna da deginseydun. Dedigin gibi haklarini kullansinlar bu dert bitsin.
Cok guzel bir yazi. Bu metne ilave etmek gerekmiyor. öyle bir gayret, kendini tatmin etmektir.
En faşistinde bile -Kürt iyi; Kürt devleti kötüdür- algısı oluşturulmuş memlekette, şimdi de oyunbaz genç kadınların -neden olmasın!- tarzı nazıyla – emperyalizm ve kapitalizm uyuşturucu gazıyla -olsun varsın!- tavrı geliştirilecek.
Bu tavrı, dincisinden dinbazından, millityeçisinden ulusalcısından, devrimcisinden evrimcisinden, herkesten duyar olacaksınız.
Satın alınmış siyasetçilerle devlet kurulmaz.
Coni, Solomon, Yuri, Mujik, Ahmet Mehmet… o Kürt sofrasındaki otantik yemeklerin en azından tadına bakmak için bir devlet ister hale gelir, tezgah şimdi bu işleyişte.
Hayır! Kürt, bir devlet kurmaya hak sahibi değildir. Geçmişi, evrimi, ona bu hakkı vermiyor.
Kürt bir devlet sahibi olacaksa, kedilerin de kanatlanıp birer kıtlangıç olması doğal sayılır.
Kürdler Ne İstiyor? – Nasname
Her zaman gündemde olan ve tartışılan bu konu, son zamanlarda, özellikle de Anayasa tartışmaları çerçevesinde daha yoğun olarak tartışılmaya başlandı…
Tartışmalar iki noktada yoğunlaşıyor ve bu iki nokta da gerçekte “Kürdlerin ne istediğini” tam olarak yansıtmıyor…
Birincisi;
İnsanların bireysel istekleri, önceliklerine göre farklılıklar gösterir. Bu Kürdistan’da yaşayan insanlar için de geçerlidir.
“Kürdler ne istiyor” sorusu, ‘tek tek bireyler olarak Kürdler ne istiyor’ mantığıyla ele alındığında, Kürdler adına ortak bir isteğin ortaya çıkması olanaklı değildir. Zaten bunun bilincinde olan sistem savunucuları da sıklıkla ‘Kürdlerin ne istediği belli değildir. Her kesim farklı bir şey söylüyor. Önce ne istediklerine karar versinler ki sorun çözülebilsin’ diyorlar. Bu yaklaşım sorunu çözümsüzlüğe götürdüğü gibi, tek çözümün sistemin dayattığının kabulü olduğunu, bunun dışında bir çözümün olamayacağını söylüyor aynı zamanda…
İkincisi;
Bir grup/parti/anlayışın isteklerini “Kürdler ne istiyor”un cevabı olarak gören yaklaşımdır. Bu yaklaşım, hem PKK’nin hem de devletin önemli bir kesiminin bilinçli olarak yarattığı ‘PKK=Kürdler’ mantığını esas alıyor. Devlet ve PKK’nin yaratmaya çalıştığı (PKK-Kürdler özdeşliği) bu algı, Anayasa tartışmaları sürecinde Türkiyeli birçok “aydın”, “demokrat” kesim tarafından da destek gördü. PKK’nin legal alandaki kurumu olan DTK, (Demokratik Toplum Kongresi) sanki demokratik bir yapıymış ve bütün Kürdleri temsil ediyormuş gibi bir görüntü vererek çeşitli toplantılar düzenledi. Bu toplantılarda her ne kadar “Kürdler ne istiyor” ve ‘bu istek Anayasaya nasıl yansımalıdır’ konuları tartışılıyor gibi görünse de, önceden belirlenmiş olan “Demokratik Özerklik” projesinin onaylanmasının ötesinde farklı isteklere yer verilmedi; dile getirilen farklı yaklaşımlar olduysa da dışarıya yansımasına olanak verilmedi.
Bu oyuna rağmen “Kürdler ne istiyor” ile “PKK ne istiyor”un aynı şeymiş gibi yansıtılmasına, tartışılmasına ve bu çerçevede bir çözüm(!) bulunmasına yönelik çabalar devam ettiği halde ciddi/güçlü bir itirazda bulunulmadı bu güne kadar. Bu çerçevede bulunacak çözüm, sadece PKK sorununu çözecektir. PKK sorununun öngörüldüğü tarzda çözümü ise, Kürd/Kürdistan sorununun çözümsüzlüğünü derinleştirecek, yeni bir Lozan’ı Kürdlere reva görecek ve PKK vasıtasıyla, Kürdlerin statüsüz kalması için gelecek 30-40 belki de daha fazla yıl devlet lehinde garantiye alınmaya çalışılacak…
Bu iki yaklaşım da, “Kürdler ne istiyor”un cevabı değildir/olamaz.
Üçüncü Seçenek ve Gerçekçi Çözüm;
Birlikte yaşama konusunda karşılıklı istek ve bu yönde karar verilecekse, Kürdlerin ne istediği, kişilerin/grupların isteğinden bağımsız olarak ele alınması ve ‘Ulus olmaktan kaynaklı haklar nelerdir’i merkeze alan bir anlayışla değerlendirilmesi gerekiyor. Bunun Yeni Anayasaya yansıması, ‘bu birlikteliğin gönüllülük esasına dayandığı, Kürdlerin kendi kaderleri hakkında söz sahibi olduğu ve gerek duyulduğunda bu hakkı farklı şekilde (bağımsız devlet) kullanabileceği’ şeklinde olmalıdır. Bunun dışındaki hiçbir çözüm, gerçekçi olmayacağı gibi yeni düşmanlıkların, çatışmaların da önünü alamayacaktır. Bu yaklaşım, (her ne kadar sesleri yeteri kadar duyulmasa da) Kürdlerin büyük çoğunluğunun isteklerini yansıttığı gibi adil ve gerçekçi bir yaklaşımdır da aynı zamanda. Bu yaklaşım, farklı şekillerde dillendirseler de, PKK dışında kalan bütün Kürd parti/kurum/örgütlerin isteklerini yansıtıyor. Zaten programlarına Federasyonu almakla bu düşünceleri savunduklarını teyit etmişlerdir.
Bireyler bazında da bakıldığında, Kürd aydın ve yurtseverlerinin de hemen hemen hepsi bu anlayışı paylaşmaktadır. Bu anlayışın özeti; Kürdler ulus olmaktan kaynaklanan haklarını istiyor! Hem doğru, adil hem de çoğunluğun tutumunu yansıtan bu anlayışın boğulmasına, etkisiz kalmasına izin vermemek için herkese ve her kesime sorumluluk düşmektedir… Tarihsel Çağrı
Genel hatlarıyla ortaya koymaya çalışılan, ‘Kürdler ne istiyor’ sorusu, tüm duyarlı kişi ve kurumun katılımıyla tartışılmalıdır. Tartışmalar sonucunda ortak bir metin hazırlanarak imzaya açılmalıdır. Görülecektir ki, sessiz çoğunluk ses verdiğinde ne PKK, ne devlet ne de uluslar arası güçler, Kürdlere rağmen Kürd sorununu çözme(!) cesareti gösteremeyecek ve bir oldu bittiye getirilerek yeni/yeniden ‘Lozan’ı dayatamayacaklardır.
Başta Kürdistanlı parti, örgüt ve kurumlar olmak üzere hem kurumsal hem de bireysel düzeyde herkesin görüşünü belirtmesi, tutumunu netleştirmesi ve dayanışmasını göstermesi umuduyla….
ÖZGÜR BİREYLER TOPLULUĞU
http://www.nasname.com/a/kurdler-ne-istiyor-1
Nasname kim ola? Sizin tren kalkti gitti bile. Siz son vagona dahi binemediniz. Sizi cok eskiden beridir tanirim. Tanidigim zamanlar , Rizgari ve alasi, Kawa 3. dün Teo ayrilanlar (denge Kawa ) Kurtulusculardan ayrilan Tekosin, sovyet yanlisi Ozgurluk Yolu ve DDKD gibiler. Siz 12 eylulden sonra kayboldunuz ve ayaga kalkamadiniz. Zaten var oldugunuz zamanda Kürd kimligi turkiyede tartisilmiyordu. Kürdlerin ayri bir ulus oldugu sadece devrimciler ( milliyetci, hatta fasizme yol acilan UKTH ) arasinda biliniyordu. Yani siz gecmiste kürdler ve kürdistan adina hic bir sey vermediniz. Türk devleti, TBMM ve Basin o zamanlar kürdlerden bahsetmiyordu. Deniz Gezmis idam sehpasinda Kürd halkindan bahsetti, Ibrahim Kaypakkaya yazilarinda degindi. Dünya ve türkiye basininda Kürd kelimesi bu kadar bahsedildi. Sizler Stalin kirmasi Kürd Kemalistlerdiniz. Biriniz Sovyetler, biriniz Cin, ötekiniz Arnavutluk , kiminizde orta yolda yürüyenlerdiniz. Gün Zileli’nin güzel yazisina gölge etmeyin okuyun. Kürdler ne istiyormus, ne istemiyormus, imza kampanyasiymis, güldürmeyin. Birakin bu isleri . Caniyla, varligiyla, inanciyla birseyler yapanlara karismayin. Birde Federasyondan bahsediyorsun. Moda oldu bu Federasyonculuk. Ulusalci, milliyetci, Marksist, leninst, stalinist, trockist herkes Federasyoncu. Mahsallah. Federasyon nedir, nasil isler siz bilirmisiniz? Bilseydin yukaridaki yorumu bu sekilde yazmazdin.
http://www.nasname.com/a/dunya-halklari-kobaneyi-kurtardi
Özgür Kuzey Kore işçi sınıfının devrimci liderliğine saldıran özgürlük düşmanı emperyalist diktatörler
Çin’i bölmeye çalışan emperyalizm maşası Uygurcular
Irak’ı bölmeye çalışan Siyonizm maşası Barzani ve Kürtçüler
Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmeye çalışmak ve Kemalist devrimi boğarak ülkenin muasır medeniyet seviyesine çıkmasına engel olmak amacıyla gerici isyanlar çıkarmış olan Şeyh Said’ler, Seyyid Rıza’lar, İhsan Nuri’ler
(Bunlar devrimciler için ironi değil gerçektir. İlerici, anti-emperyalist, bölücülük karşıtı enternasyonalist gerçek devrimciliğin özüdür.)
Tarihi Sınav; Bağımsızlık Referandumu…
Kürdler, dünyada devletleşmesi en zor olan ulusların başında gelir. Yaklaşık 50 milyonluk nüfusuna ve yüz yılı aşan ulusal mücadelesine rağmen hâlâ devletleşmemiş olması bu zorluğu yeteri kadar açıklıyor. Kürdistan’ın parçalanmış ve yerel sömürgeci devletlerarasında bölüşülmüş olması zorluğun bir boyutudur sadece. Yerel sömürgeci devletler kadar dünyaya yön veren tüm devletlerin de Kürdistan sorununa müdahil olması ve çoğunun bölgesel çıkarları gereği Kürdlerin devletleşmesine karşı olmaları esas zorluğu oluşturuyor. Bu zorluklara/engellere yerel taşeron çeteler de eklendiğinde durumun karmaşıklığı ve zorluğu artıyor. Bu nedenle Kürdistan sorununun yerel bir sorun olmayıp bir dünya sorunu olduğunu söylemek abartı olmaz.
Kürdlerin devletleşmesi Ortadoğu’da dengelerin değişmesini beraberinde getirecek; Ortadoğu’da dengelerin değişmesi ise başta ABD-Rusya ve AB olmak üzere neredeyse tüm devletlerin çıkarlarına bir şekilde etkide bulunacaktır. Bu gerçeklik, yerel sömürgeci ve dünyaya yön veren emperyalist devletlerin çıkar kavgaları Kürdler için bir olanak yaratıyor. Egemenlerin çelişkilerinden yararlanmak dışında Kürdlerin devletleşme şansı yoktur.
Güney Kürdistan’da devletleşme koşullarının oluşması da egemen devletlerin çıkar çatışmasının yarattığı bir olanaktır. Kuşkusuz ki verilen mücadele ve iç dinamikler çok önemlidir; ancak dış dinamiklerin (özellikle de Ortadoğu’da) toplumsal dönüşümlerde ve sınırların değişiminde belirleyici olduğu gerçeği Güney’in devletleşme aşamasına gelmesi için de geçerlidir. Egemen devletlerarasındaki çelişkilerden yararlanıp doğal bir hakkı/devletleşme hakkını elde etmek ne fırsatçılıktır ne de birilerinin çıkarlarına hizmettir. Bu noktada hem Sol hem de Din adına Kürdlerin eleştirilmesi sahtekârlıktan öte işgal devletlerinin direkt tetikçiliğidir. Gerekçeleri ne olursa olsun, Kürdlerin devletleşmesine karşı çıkan her İdeoloji ve her İnanç insanlık düşmanıdır/sapkındır. Kürdler, insanlık düşmanlarını/sapkınları ciddiye almamalı; onlara hesap vermek, açıklama yapmak yerine onlardan hesap sormalıdır; hem Kürdler adına hem de insanlık adına.
Devletlerarası yaşanan egemenlik/çıkar kavgasında hiçbir taraf ve devlet insani değerleri temsil etmiyor. Neredeyse hepsi aynı derecede kirli ve şaibelidir. Ve hepsinin de öncelikli amacı kendi çıkarlarını korumaktır. Bu gerçeklik göz önünde tutulduğunda Kürdlerin herhangi bir devletin veya cephenin taraftarı olması beklenmemelidir. Kürdler çıkarlarını ön planda tutarak ilişki kurmalı, geliştirmeli ve gerektiğinde bitirmelidir. Bütün ilişkileri ve kavgaları ulusal çıkarlar belirlerken, Kürdlerin Din ve İdeoloji adına yönlendirilmeye çalışılması aptallıktan öte ihanettir ve bazı devletlerin uşaklığıdır sadece. Basit bir mantıkla, ‘bağımsızlık referandumunu destekleyen her devlet dost, karşı olan her devlet ise düşmandır’ anlayışından hareket edilmelidir. Aynı şekilde Kürdistan’da yaşayan her kişi kurum için de ‘referandum destekçiliği yurtseverlik, karşıtlığı Cehşliktir’ düşüncesi ve duruşu Kürdlerin temel yaklaşımı olmalıdır.
Referandum kararı alan kişi/kurumlara bakıldığında, her inanç, her kültür, her ideoloji ve her halkın bu kararda söz sahibi olduğu görülür. Demokrasi, özgürlük, eşitlik, halkların kardeşliği, inanç özgürlüğü ve farklı kültürlerin biraradalığından söz edilecekse, Güney Kürdistan verilebilecek ilk örnektir. İran güdümlü Goran ve Komel dışında kalan tüm farklı Kürd politik çevreler; ‘Komünist/sosyalist/Şeriatçı/dindar/sosyal demokrat/liberal/milliyetçilerle birlikte Güney Kürdistanlı her halk ‘Süryaniler/Ermeniler/Türkmenler’ bu kararda söz sahibiyse söz bitmiştir. Güney’e saldıranların maskesi bir kez daha düşmüş ve kirli yüzleri görülmüştür. Bağımsızlığın öncüsü ve en etkin aktörü olsa da, referandum ve bağımsızlık sürecini Berzanî/PDK ile sınırlamak ya aptallıktır ya da bağımsızlığı engellemeye yönelik sinsi bir düşüncedir. Bağımsızlık referandumu da, olası bağımsızlık ilanı da devletleşmekten yana olan tüm siyasi partilerin ve tüm Kürdlerin/Kürdistanlıların ortak amacı ve eseri olacaktır…
Kürdler için gecikmiş bir hakkın (devletleşmenin) sınırlı da olsa (sadece Güney parçasında) elde edilmesi için 7 Haziran 2017 tarihinde (Goran ile Komel dışında) tüm Güney Kürdistan partileri ile Güney Kürdistan’da yaşayan diğer halkların temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşen toplantıda bağımsızlık referandumunun 25 Eylül 2017 tarihinde yapılması kararı alındı. Başta Başkan Berzanî olmak üzere bu tarihi kararın alınmasında rol oynayan herkesi kutluyoruz. Kuşkusuz ki bu tarihi kararı alanları Kürdler de, insanlık tarih de unutmayacaktır. Temennimiz alınan kararın kararlı bir şekilde hayata geçirilmesi ve bağımsızlıkla sonuçlanmasıdır. Referandum kararının bağımsızlıkla sonuçlanması için herkese farklı görevler düşüyor. Avrupa’da ve başka devletlerde yaşayan Kürdlerin yapacakları etkinlikler kadar Kürdistan’ın farklı parçalarında yaşayan Kürdlerin/Kürdistanlıların yapacakları etkinlikler de çok önemlidir. Özellikle Kuzey Kürdistanlılara özel bir görev düşüyor bu noktada. Kuzey’de egemen güç olan PKK’nin bağımsızlığa açıkça karşı olması ve pratiğiyle de engelleyici bir rol oynaması, Kuzey Kürdistanlılara referandum sürecinde çok önemli sorumluluklar yüklüyor.
Bu günden itibaren gündemin referandum ve bağımsızlık olması gerekiyor: PKK/HDP’nin yapay gündemlerine prim vermeden halkın referanduma odaklanması için kesintisiz etkinlikler yapılmalıdır. Bu noktada Kuzey’deki siyasi oluşumlar için PKK güdümünden kurtulma ve geçmiş hatalarını kısmen de olsa telafi etme olanağı vardır. Öncelikle tüm oluşumların ortak basın açıklamalarıyla bağımsızlık referandumunu koşulsuz desteklediklerini ve referandumun yapılmasına karşı her türlü engelleyici söylem ile eylemin karşısında olacaklarını sıkılıkla dile getirmeleri gerekiyor. Salonları terk edip sokak etkinlikleri yapmalılar ve referandumu bayram coşkusuyla kutlamalılar. Etkinlikler sürekli ve kesintisiz olmalıdır. Etkinliklerde parti/örgüt flamaları yerine Kürdistan bayrağı olmalı ve Kürdlerin devletleşmesini savunan her kesimin ortak eylemleri olmalıdır. Şimdiye kadar soyut olarak dile getirilen “birlik” söylemi, bağımsızlık referandumu etrafında birlik söylemiyle somutlaşmalıdır. “Kürdlerin Birliği” söyleminde kimin samimi/samimiyetsiz olduğu da kendiliğinden açıklığa kavuşmuş olur. Her samimi ve dürüst Kürd/Kürdistanlı bu etkinliklerde Ala Rengîn ile yer alır; farklı gerekçelerle bağımsızlık referandumu etkinliklerinde yer almayanların “birlik/kardeşlik” yalanları da teşhir ve mahkûm edilmiş olur. Bağımsızlık referandumu tarihi bir olanak olduğu gibi, herkesin samimiyetini ölçecek tarihi bir sınavdır da aynı zamanda.
Bağımsızlık referandumu etkinliklerine katılmayan ve türlü gerekçelerle engelleyici rol oynayan veya başka gündemlerle etkinlikleri etkisiz kılmaya çalışan her kişi/kurum tereddütsüz lanetlenmelidir. Çünkü Kürdler açısından bu tarihi olanağın gerçekleşmesine karşı olanların Kürd/Kürdistan düşmanlığı somut olarak tescillenmiş olacaktır. Önümüzde tarihi bir sınav var ve bu sınavda hiç kimsenin geçerli bir mazereti olamaz. Ya bağımsızlıktan, bağımsızlık referandumundan, Kürdlerden, Kürdistan’dan yanasınız; ya da karşısınız. Bu sınavda sadece iki seçenekli tek soru var!
Bu günden sonra Kürdlüğün/Kürdistaniliğin/onurun/özgürlüğün tek kriteri bağımsızlık referandumudur. Herkes alacağı veya almayacağı tutuma göre kendisini açıkça tanımlamış olacaktır!
25 Eylül 2017’de bağımsızlık referandumunun yapılması kararını alan ve bu kararın alınmasında rol oynayan herkesi bir kez daha kutlarken, kararın uygulanması ve bağımsızlıkla sonuçlanmasını, Kürdlerin devletleşme rüyasının gerçeğe dönüşmesini temenni ediyoruz…
Özgür Bireyler Topluluğu
09.06.2017
NOT: Referandum kararına rağmen Güney medyasının referandumdan çok Kuzey’de yaşanan ve Kürdlükle/Kürdistanilikle ilgisi olmayan asayiş olaylarına yer vermesi, bağımsızlık referandumuna vurulabilecek en ağır darbelerden biridir. Umarız birileri bunların kulağını çeker ve esas gündemlerinin bağımsızlık referandumu olduğunu hatırlatır. Bu noktada tüm duyarlı Kürdler de Güney medyasının bu handikabına karşı tepkilerini dile getirmelidir…
http://www.nasname.com/a/tarihi-sinav-bagimsizlik-referandumu
Enternasyonalizmle UKKTH çelişir mi?
Tam tersine, bir başka ulusun kölece bir boyunduruk altında tutulmasına sessiz kalan bir işçi hareketi enternasyonalist değil, şovenist bir temelde şekillenmiştir. Ezen ulus milliyetçiliğine karşı savaşım vermeyen bir enternasyonalist yaklaşımdan söz edilemez. Ezilen bir ulusun bağımsız devlet kurma istemini gerçekleştirmesi, işçi sınıfının ezen ve ezilen ulusa mensup kesimlerini birbirinden uzaklaştırmaz. Tersine, işçi sınıfının bu farklı kesimleri ancak bu sayede siyasal bakımdan benzer bir konuma ulaşabilir ve asıl sorunun kapitalizm olduğunu, emperyalist-kapitalist dünya sistemi yıkılmadıkça, her türlü ekonomik eşitsizliğin yeniden ve yeniden üretileceğini kavramaya daha açık hale gelirler.
Ezilen ulus milliyetçiliği ile ezen ulus milliyetçiliği bir tutulabilir mi?
Milliyetçilik burjuva ideolojisidir. Ne var ki bu gerçekten kalkarak, ezilen ve ezen ulus milliyetçiliğini aynı kefeye koymak büyük bir yanlıştır. Çünkü ezen ulus milliyetçiliği, egemen ve ezen bir devletin tüm toplum üzerindeki baskısının bir kılıfı durumundadır. Gerçekte var olmayan bir ulusal çıkarlar söyleminin üzerinde şekillenir ve bütünüyle sahtekârlıktır. Bu tür bir milliyetçilik hâlihazırdaki kapitalist bir devleti savunduğundan tümüyle gericidir. Oysa ezilen ulusun milliyetçiliği, bir ulusun ezilmesi ve tahakküm altında tutulması gerçekliğini dışa vurur. Ezenlere ve egemenlere dönük bir başkaldırının ifadesidir. Tıpkı 1789 Fransız devriminde olduğu gibi, ezilen ulusun milliyetçiliği gecikmiş bir burjuva demokratik devrimin ideolojisi olarak hizmet eder. Gecikmiş, geçmişten miras kalmış ve tarihsel ilerleyiş içinde henüz ulaşılmamış bir hedefi önüne koyması bakımından gerici değil, göreli bir ilerici rol oynar.
Marksist Tutum
http://marksist.net/sss/ulusal-sorun
Yav hocam,bazen sloganlaştırmak işleri kolaylaştırır,
Kurşunlar devletlerini,görsünler ebelerininkini.
ne demek istediğini anlamadım,anarşisttim devlete karşımıyım mı,aydınlıkçıyım , bunlar faşist mi daha girişte anti sovyetik olduğun görülüyor.sovyetler yok bugün, tıpkı anti kominizim varkende sovyetlerin olmadığı gibi,tamam ortadoğu hakkında bir bilgin yok,hiç değilse türkiyedeki oluşumları bu kadar küçümseme.küçük bir adada yaşasa bir insan dünya uzada bir küçük nokta olsada daha ciddi düşünmek gerekir.
kaan kardeş sanırım 12 eylülden pek etkilenmiş,yerden keçi gelmiyor,kız değil, tabanca değil, düzeltilecek bir yanı yok.aklında birşeyler kalmış sayıklıyor.o kavga sürüyor.
http://marksist.net/utku-kizilok/akpnin-tarih-efsaneleri-ve-ideolojik-manipulasyon.htm
tabii ki bir Kürt devletinin kurulması iyidir, meşrudur.
ayşe düzkanartıgerçek’te yazmış (20 eylül 2017)
”güney kürdistan olur da bağımsız bir devlet halini alırsa, tıpkı bugünkü gibi ve tıpkı israil gibi abd’nin müttefiki olacak, bu başta Filistinliler, ve aslında kürtler de dahil olmak üzere bölge halkları için berbat bir durum. ama kürdistan israil olmayacak çünkü filistin’i yok. hem illâ bir başka israil arayanların o kadar uzağa gitmelerine gerek var mı?”
söylemeye dilim varmıyor bari yazayım: ”…kürdistanın israili ol…”acak…PKK… yaşayıp göreceğiz….
GÜN HOCAM İLK NOTTA BİR SÖZCÜK YANLIŞ OLMUŞ BU DÜZELTİLMİŞİ ÖZÜR…
tabii ki bir Kürt devletinin kurulması iyidir, meşrudur.
ayşe düzkanartıgerçek’te yazmış (20 eylül 2017)
”güney kürdistan olur da bağımsız bir devlet halini alırsa, tıpkı bugünkü gibi ve tıpkı israil gibi abd’nin müttefiki olacak, bu başta Filistinliler, ve aslında kürtler de dahil olmak üzere bölge halkları için berbat bir durum. ama kürdistan israil olmayacak çünkü filistin’i yok. hem illâ bir başka israil arayanların o kadar uzağa gitmelerine gerek var mı?”
söylemeye dilim varmıyor bari yazayım: ”…kürdistanın filistin’i ol…”acak…PKK… yaşayıp göreceğiz….
Read more: http://www.gunzileli.com/2017/09/19/kurt-devleti-referandumu/#ixzz4tDnTkkD6
http://www.ozgurluk-dergisi.org/sizden-gelenler-3/2972-%C3%BC%C3%A7%C3%BCnc%C3%BC-b%C3%B6l%C3%BCm-lenin-ve-ulusal-sorun.html
ahmet aslan Heybeliada.12 eylul ‘den sadece benim etkilendim. ODP ve BHH gibiler sosyal demokrat ( Bernsteinci ve CHP ardicilari ) oldular. turk bayragi saliyorlar. Maocularin buyuk bir kismi Sosyal demokrat ve sosyalistlerin arasinda yalpaliyorlar. Bazi maocular kurd hareketini destekliyor. eski kurd solculari Barzani’ci (kurd burjuva asiretcisi) oldular. Devletler arasi polomigi önem veriyorlar. Sovyetler cizgisindekiler ise turk milliyetcisi oldu. Vatan bölünmesinden korku, Kemalizmin sol devrimciligi, terörü lanetleyen ( terör kelimesi devletlerin agzidir ) kelimeler, adalet arayislari ve demokrasiden bahsedip duruyorlar. Enternasyonal marsi yerine, izmir marsi söylüyorlar. Kiminlerin 12 eylulden sonra sag tarafa etkilenmis oldugu belli degilmi? Bunlardan hangisi ML bayragini dalgalandiriyor. Hangisi prolereyadan ve devrim mutefiklerinden , sosyalist devrimden bahsediyorki? Sen herhalde bu etkilenenleri takip etmiyorsun. Dogru bende etkilendim. Hic bir devleti, bayragini, dinini ( sunni ve alevi), töresini, sinirlarini, adaletini, ordusunu, ulusal kurtulus savasini, partilerini, örgütlerini, Sivili toplum örgütlerini. kisaca tum kurum ve kuruluslarini red ediyor ve karsi duruyorum. . Iste 12 eylulden etkilenip gittigim yer. burasi .
Aydinlikci ve kücük ada yasamak gibi gevezeliklerle suclamak, karsisindakini bitiremedigi gibi, seni de var edemez. Gün Zileli olusumlari kucumsemiyor. Onlari sitesinde muhatap alip yayinliyor , elestiriyor. Ben olsam muhatap alip yazilarini yayinlamam. Gün iyi bir Liberter’ki muhatap aliyor. Asil ben kücümsüyorum. Turkiyedeki olusumlari. Devletci, Reformist, Sosyal Milliyetciler olarak görüyorum. Milliyetcilik ve ulusalcilik ; fasizme dogru giden, sessiz ayak sesleridir.
Devrimci İşçi Partisi’nin açıklaması şaşırtmadı:
Kürt halkının eşitliğine ve özgürlüğüne evet! Emperyalist, Siyonist, sömürgeci himayeye ve Barzanistan’a hayır!
Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi
Eylül 20, 2017
“Barzanistan Kürt halkına özgürlük değil esaret vaat etmektedir”
“DİP’in tutumu: Kürtlerle barış, emperyalizmle ve Siyonizmle savaş!”
“Kürt halkı ve tüm halkların kardeşliğine, eşitliğine ve özgürlüğüne evet! Barzanistan’a hayır!
Türkiye’nin ve diğer bölge devletlerinin askeri müdahalede bulunmasına ve Kürt halkına yönelik ambargoya hayır!
Türkiye NATO’dan çıksın! İncirlik üssü kapatılsın!
Emperyalistler, Siyonistler, sömürgeciler Kürdistan’dan defolun!
Emperyalistler gidecek! İsrail yıkılacak! Türk, Kürt, Arap ve İran halklarının eşit ve özgür geleceği Ortadoğu Sosyalist Federasyonu ile kurulacak!”
http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/kurt-halkinin-esitligine-ve-ozgurlugune-evet-emperyalist-siyonist-somurgeci-himayeye
Bu sitede bir arkadaş “devrim” ve “işçi sınıfı” tartışılırken şöyle bir yorum yapmıştı yanlış hatırlamıyorsam:
“İşçi sınıfının eşref saatini mi bekleyeceğiz?”
“Ve şimdi, hele yenikliği ve marjinalliği içindeki solun, bir yığın gerekçesi yok mu, çevresine büsbütün öfke ve nefret saçmak için ? Ayrıca, bu solcu habislik, “devrimcilik”ten, “liberalizm” düşmanlığından, ya da özgür düşünceye zıt bir dogmatizmin aydın düşmanlığından mı ibaret ? Belirli bir “ideolojik kulübe”nin içine hapsolup, onyıllar boyu bütün toplumsal olgu ve akımlara karşı “teorinin icap ettirdiği” refleksleri verdiler (verdik). Bunun dışında düşünemediler (düşünemedik). Siyasette müthiş bir kısırlık ve güdüklüğe mahkûm oldular (olduk).”
Halil BERKTAY – (IV) Solculuk ve kötülük
http://www.duzceyerelhaber.com/Halil-BERKTAY/4361-IV-Solculuk-ve-kotuluk
Kuzey Kore’den şok benzetme: ‘Trump havlayan köpek gibi’
Kuzey Kore Dışişleri Bakanı Ri Yong Ho, Kuzey Kore’yi yok etmekle tehdit eden ABD Başkanı Donald Trump için “havlayan köpek” benzetmesi yaptı.
Birleşmiş Milletler (BM) 72. Genel Kurul toplantıları için ABD’nin New York kentinde bulunan Ri, gazetecilere Trump’ın “ABD, kendini ve müttefiklerini savunmak zorunda kalırsa Kuzey Kore’yi tamamen yok etmekten başka seçeneği kalmayacak.” şeklindeki sözlerini değerlendirdi.
Trump’ın “köpek gibi havlayarak kendilerini korkutmaya çalıştığı” ifadesini kullanan Ri, ABD Başkanı’nın Kuzey Kore lideri Kim Jong-un için “roket adam” benzetmesi hakkında da “(Trump’ın) Yardımcılarına acıyorum.” yorumunu yaptı.
ABD Başkanı Trump, BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında nükleer programını sürdürmesi halinde Kuzey Kore’ye karşı gerekli tüm adımları atmaya hazır oldukları mesajını vermişti. Trump, “(Kuzey Kore lideri) Roket adam, hem kendisi hem de rejimi için intihar misyonunda. Eğer ABD, kendini ve müttefiklerini savunmak zorunda kalırsa Kuzey Kore’yi tamamen yok etmekten başka seçeneği kalmayacak. ABD buna hazırdır, isteklidir ve bunu yapabilir ancak buna gerek kalmamasını umuyorum.” diye konuşmuştu.
BM Genel Sekreterliği, Kuzey Kore’nin bu yıl içinde 19 kez balistik füze denediğini, BM Güvenlik Konseyinin bu meseleyle ilgili 12 kez toplandığını açıklamıştı.
http://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/iraqi-kurdish-independence-referendum-preview-isis-krg-vote-a7955936.html
By playing the nationalist card, Mr Barzani also diverts the attention of voters away from the disastrous economic state of the KRG since 2014 when it lost its share of central government oil revenues and the price of its own oil plummeted. Irbil is full of half-completed buildings with rusting cranes beside them while many government employees have not been paid for months.
Despite the political uproar it has provoked, the referendum does not oblige Mr Barzani to secede from Iraq and establish an independent Kurdish state, though it will show that such a move has massive popular support. It will be very different from the British vote for Brexit in the referendum in 2016 because it does not force Kurdish leaders to break away from Iraq. A more certain result of the referendum will be that it will bolster Mr Barzani and the KDP in presidential and parliamentary elections 35 days later on 1 November. Previously, he held his post unconstitutionally, having outstayed his term as president which ran out in 2015, and effectively closed down the Kurdish parliament by preventing its speaker entering the Kurdish capital Irbil where it sits.
http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/kurt-halkinin-esitligine-ve-ozgurlugune-evet-emperyalist-siyonist-somurgeci-himayeye
Bu açıdan bakıldığında Kürt halkının bölgede birlikte yaşadığı diğer halklarla siyasi, kültürel ve ekonomik açıdan ayrı devlet kurmak da dahil olmak üzere eşit haklara sahip olduğu açıktır. Emperyalist ve sömürgeci güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda gündeme getirdikleri zamanlama sorununun bizim için bir kıymeti yoktur. Bir halkın eşitlik ve özgürlük talebi bir zamanlama meselesi değildir. Bir haktır!
Bununla birlikte 25 Eylül’de gündeme gelen referandum çelişkili bir biçimde Kürt halkının iradesi üzerinde değil, bu iradenin gaspının üzerinde yükselmektedir. Referandum kararını veren ve uygulamaya koyan Barzani’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanlığı görevi 20 Ağustos 2015’te sona ermiş ve “fiili” bir adalet bakanlığı kararı ile görev süresini 2017’ye kadar uzatmıştır. Ayrıca hükümette koalisyon ortağı olan Goran hareketinin bakanlarını da ihraç etmiştir. Yani Barzani, halkın iradesini hiçe sayarak, Irak Kürdistanı’nda seçim yapılmasını engelleyerek koltuğunu gasp etmiş bir kişidir. Serbest seçimlere gidilmesi halinde yolsuzluğa batmış iktidarıyla, emperyalist ve sömürgeci güçlerin işbirlikçiliğini yapmasıyla halktan aldığı desteği büyük ölçüde yitiren Barzani’nin diğer Kürt partileri karşısında kazanması zordur. Dolayısıyla Barzani, referandum gündemi ile Kürt halkının eşitlik ve özgürlük özlemini suistimal ederek kendi iktidarını sürdürmenin peşindedir. Bu anlamda Barzani açısından başka bir zamanlama söz konusu olamaz, referandum olmazsa seçim yapmak zorundadır ve kaybedecektir.
Barzani, Irak merkezi hükümeti ile petrol gelirlerinin paylaşımı konusunda bir anlaşmaya varırsa referandumdan vazgeçebileceği açıklamasını yapmış ve 2-3 günlük süre vermiştir. Eğer Barzani bu pazarlıktan istediğini alırsa, artan petrol gelirlerini Kürt halkının ekonomik ve siyasi taleplerini gerçekleştirmek için değil “fiili” iktidarını finanse etmek için kullanacaktır.
Barzani açısından esas mesele Kürt halkının kendi kaderini tayin etmesi değil kendisinin, aşiretinin ve iktidarından nemalanan kesimlerin kaderidir.
Türkiye hükümeti ise bölgede Barzani’ye en sıcak yaklaşan güç durumunda. Bölgede yaşayan Türkmenler bir ölçüde ikinci plana atılmış vaziyette. Bunun en önemli sebeplerinden biri Türkiye dış politikasında etkili olan mezhepçi yaklaşımın Şii ağırlıklı Türkmenleri dışlaması. Barzanistan’ı himaye ederek bölgenin petrolünden pay elde etme hevesindeki Türk sömürgeci sermayesinin çıkarları ise esas yönlendirici rolü oynuyor. Ne var ki iç politikadaki çelişkiler bu politikanın açıkça uygulanmasına mani oluyor. Erdoğan ve AKP iç politikada MHP ile bu başlıkta bozuşmaktan çekince duyuyor. TSK söz konusu olduğunda ise bu mesele üzerinden karşı karşıya gelmek bir yana Kürt sorunundaki tüm politikasını orduya teslim etmiş bir Erdoğan ve AKP iktidarı var.
Bu yüzden Erdoğan en son olarak karar mercii olarak MGK’yı işaret etti. Tarihi öne çekilerek referandum öncesi 22 Eylül tarihine alınan MGK’da Barzani’nin bağımsızlık girişimine karşı sert bir tavrın benimseneceği sinyalini verdi. Bu tavır bağımsızlık ilanını askeri müdahale gerekçesi yapacak kadar ileri gidebilir. Ancak sonuçta Barzani’nin “referandumu yapıp bağımsızlık ilan etmemesi” seçeneğine kapı kapanmayacaktır. Bu hem orduyu teskin edecek hem de Erbil’de Divan Oteli’nde karargâh kurup gözünü Kürt petrollerine dikmiş sömürgeci büyük sermayenin de önünü kesmeyecektir.
Sömürgeci sermayenin önceliği Barzanistan’ı yalıtmak ya da askeri olarak ezmek değil ona himaye etmek ve petrolden pay almaktır. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Barzani ve Irak merkezi hükümeti arasındaki petrol pazarlığında aracı ve garantör olma önerisi getirmesinin sebebi budur.
Listeye ÖDP’yi de ekleyin Gün Bey. Son gelen haberlere göre onlar da referanduma karşı bildiri yayınlamışlar.
“Bütün bölge devletleri ayakta. Hepsi de kendi devletsel çıkarları açısından bölgede bir Kürt devleti kurulmasına şiddetle karşı. En başta da Türkiye geliyor.”
Bunu nereden biliyoruz?
Yani, siddetle karsi olanlarin en basinda Turkiye’nin geldigini nereden biliyor veya cikarsiyoruz?
Siyasilerin sozlerinden mi?
Eger oyleyse, evet, haklisiniz; siyasiler hep dogrulari ve gercekleri soyledikleri icin, Turkiye’nin karsi oldugunu farzedebiliriz.
Yani, edebilirdik; ama, varsayimin birinci ayagi mesnetsiz olunca, ikinci ayaginin saglamasi gerceklesmiyor.
Sunu demek istiyorum:
Lafla (‘lip service’) soyleneleri bir yana birakirsak; bence Turkiye’nin karsi olmasi icin hicbir gercek sebep yok. Boyle bir sebebin varligini iddia edecek bir temel de yok.
Tersine, bence, Turkiye, karsi filan degil.
Isin dogrusu, KYIB (‘Barzanistan’ diyelim), kurulsa bile Turkiye’ye negatif bir etkisi olmaz; olsa bile ciddiye alinacak kadar olmaz.
Turkiye’eki Kurtlere cazibe merkezi filan laflari da, bence, ici bos korkulardir. Su anda, bolge, (ki, bunu Kurtlerden bagimsiz soyluyorum) Turkiye’den –neredeyse her acidan– 70 ila 100 sene geride sayilir.
Aksamdan sabaha mamur olsa bile, kolay mi, Turkiye’nin begenmedigimiz seviyesine gelmesi. Istanbul, Izmir ve diger merkezlerle asik atmasi.
O yuzden, korkular bostur, bence.
Ha.. ne olur?
Bence su olabilir:
Irak ve Iran devletlerinin hasmane davranis ve aktiviteleriyle bunalan (bunalacak olan) Barzanistan yontetimi, sukunu ve asayisi saglamak amaciyla Turkiye’yi yardima cagirabilir. Yani, bir cesit, Rusya’nin Suriye’deki mesru varligina benzer bir gelisme olabilir (su anda, zaten, Barzanistan’da Turkiye’nin ussu de var).
Yani, ufak ufak daha yogun bir entegrasyona dogru yol alabiliriz.
Bu korkuyu, Evropa kapilarinda memluk olmak icin can atanlar acisindan anliyorum; ama, ciddiye almiyorum.
“Barzanistan” (!)
(Bir soru: IKBY Barzanistan ise TC de Tayyibistan değil mi? Kemalistan kötü, Tayyibistan iyi mi?)
Barzani ve KDP yönetimine düşman (fakat hangi Güney’li güçleri desteklediği belirsiz) ve reelpolitikanın r’sinden uzak hayalperest “devrimci”ler hiçbir alternatif sunmuyor.
Suriye haric heryerde Kürtlerin bagimsiz Devlet kurma hakkini desteklerim. Emperyalizm ve Israil politikasiyla birebir örtüstügünü bilsemde. Ozellikle Turkiyede
ben böyle bir ulusalciyim. Suriye kürtlerini ise asla ve asla desteklemem bilakis teshir ederim
Bu ne zavalli bir mantiktir: ben devletin kötü birsey olduguna inaniyorum.( buna ok diyelim) ama halklarin yanlis yapma Hakki olduguna inaniyorum. bunada ok dee halk yanlis yaparken sen halka yanlis yapmi diyeceksin yapmami diyeceksin. Zileli anarsizm ile reel Politika arasinda sikismis yine
“Bütün İskoçlar cesurdur” diyenlere itiraz eden biri “Falanca İskoç ama çok korkak?” diye sorunca “Ama o gerçek bir İskoç değil ki!” diye yanıtlamışlar.
Reel sosyalistleri ve reel sosyalizmlere muhalif olup henüz sosyalizmi kuramamış devrimcileri eleştirenlere de aynı yanıtı veriyorlar.
Sözlük notları: Haşmetmeap
Arapça haşem حَشَم “bir kimsenin hizmetkârlarından ve bağımlılarından oluşan topluluk” – maiyet diyebiliriz, ya da Latince orijinal anlamıyla clientela. Vankulu Lugati “Bir kimsenin hademine ve tevabi’ine derler ki andan ötürü gazaba gelir olalar” demiş; Meninski “famuli & clientes” diye çevirmiş.
Aynı kökten bir de hışmet حِشمة var “gazap, özellikle aşağılanmadan ve utanmadan ileri gelen gazap” anlamında. İkisinin anlam bağını çözmek kolay değil, Vankulu’nun tanımının son bölümü sanırım bir anlam bağı kurma gayretinin ifadesi. Yine aynı kökten el-ihtişam إحتشام Vankulu’ya göre “bir kimseden çekinmek ve onun gazabından korkmak”, el-muhteşem مهحتشم “çekinilen ve gazabından korkulan kişi”.
Haşmet حَشمة biçimine belli başlı Arapça sözlüklerin hiç biri yer vermemiş. Kamus’ta yok, Tacül Arus’ta yok, Vankulu’da yok, Ahteri’de yok, Lane’de yok. Buna karşılık 11. yy’dan itibaren Türkçe ve sanırım Farsça metinlerde çok sık görülen bir kelime, “erkân ve maiyet sahibi olmak” anlamında, neredeyse devlet ( = “itibar ve statü sahibi olmak”) ile eş anlamlı. Arkasında bir sürü asalak, yalaka, koruma, siren vb. ile gövde gösterisi yapan şimdiki devletlüleri düşünmek lazım sanırım, o devirde de atlar, püsküller, zilli mızraklar, “destur” diye bağıran yiğitler vb. vardı. Kutadgu Bilik “kötülere haşmet ve siyaset gerek, iyilere sadece hürmet yeter” demiş, sene 1070 civarı. Türkiye Türkçesinin kesinlikle tarihlenebilen ilk eseri olan Gülşehri’nin 1317 tarihli Lisanü’t-Tayr tercümesinde “kimisi bir haşmet ü mansıb dutar / kimisi tacir olub alur satar” diyor, sanırım “maiyet ve makam” anlamında. Meninski, güncel kullanımlar için hep baş vurduğu Golius Lugatine atıfla “Comitatus copiosus, numerositas famulitii” diye eklemiş, yani “maiyet bolluğu, sürüsüne bereket ayakçı sahibi olma”. Fakat enteresandır ki Fransızca karşılık olarak “Court, ou suitte, magnificence, pompe” tanımlamasını seçmiş. Burada kavramın iyice soyutlandığını görüyoruz. 20. yy başında Şemseddin Sami sözlüğünde uşakların, hizmetçilerin izi silinmeye yüz tutmuş. Haşmetli karşılığında sadece “azamet ve heybet sahibi” görülüyor. Ve ayrıca “ecnebi hükümdarlara unvan olur”.
Haşmetmeab deyimi ilk kez Şemseddin Sami’de, yani 1900 yılında sözlüğe girmiş. Mesela 1876 tarihli Ahmet Vefik Paşa sözlüğünde, Schlechta-Wssehrd’in 1870 tarihli Osmanlıca hukuk ve diplomasi terimleri el kitabında, Barbier de Meynard’ın 1880 küsur tarihli Fransızca-Türkçe sözlüğünde yok. Sadece ecnebi hükümdarlara verilen diplomatik bir unvan, sanırım majesté karşılığı. Me’ab مآب “sığınak, melce, merci” demek. “Haşmet mercii” gibi bir şey kastedilmiş.
İçinde sanki bir ufak ayak oyunu da barındırıyor gibi geldi bana. Malum, İslam hukukunda ve Osmanlı zihniyetinde gayrimüslim hükümdarın “egemenlik” veya “beylik” içeren bir sıfatla anılması caiz değildir, zira egemenlik Allah’tan gelen ve sadece Müslim kullarına bahşedilmiş bir şeydir. Dolayısıyla yabancı padişahlara uygun bir diplomatik sıfat arandığında, iktidarın sadece dış görünüşüyle ilgili bir sözcüğün seçilmesi pek tesadüf olmasa gerekir. Hani, “tantananıza bakınca padişahmışınız gibi duruyor, ama bilemem” der gibi.
http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/09/sozluk-notlar-hasmetmeap.html
28 Anonim. Gün Zileliyi elestiriyorsun. ” Zileli anarsizm ile reel Politika arasinda sikismis yine” diyorsun. Sen nesin. Korkundan adini ( anonim ) bile yazamiyacak ögesin . Gün turkiyede hic bir kimsenin cesaret edemedigi sözleri TV programinda söyledi. Ben bu cesarete sahip olamam. Bu cesareti gecmisin devrimci sefleri dahi, birakin TV yi ,Gazetelere böyle bir beyanda dahi bulunamadi. 28 nolu illegal anonim zat, sen Gün’ün devrimciligini, anarsistligini sorgulayamasin. öncelikle sen o cesarete sahip ol, sonra ahkam kes. Cok merak ediyorsan internete bulursun. DHKP.C , Gezi eylemcileri ve kurd hareketi bile kendini böyle savunup anlatamadi. ben seyrederken onun adina korktum. Cesaret ve bos bogazlik konunun disinda bir polemikti, biliyorum. Düsünsel olarak Gün’nun yukaridaki makalesini destekliyor ve onayliyorum.
“‘Barzanistan’ (!)”
Ben, ‘Barzanistan’i asagilama kasdiyla kullanmadim.
Devletlerin kurucularinin (kurucu ailenin) ismiyle anilmasi cok eski bir gelenektir.
“(Bir soru: IKBY Barzanistan ise TC de Tayyibistan değil mi? Kemalistan kötü, Tayyibistan iyi mi?)”
Bence buradaki sorunun temelinde bir hata var.
Ismini ‘TC’ olarak kisalttigimiz devletin gercek ismi, yukariaki gelenege atifla, ‘Osmanli Cumhuriyeti’ gibi bir sey olsaydi daha isabetli olurdu.
Cunku, ne MKA ne de RTE sifirdan bir devlet kurdu/kuruyor. Reorganizasyon da onemlidir ama ‘kurmak’ anlamina gelmez.
Bu anonim yazanlar ne abzurt kimseler, kimisi kendini satmak icin bilgisini olanca gücüyle yaziya döküyor, kimisi elestirmek ve yok etmek icin cabaliyor. Burada ahkam kesenlerin hic biri Diyarbakir, cizre, sirnak sokaklarinda tas atmamis. Sizi ilgilendirmez irak kurt halklarinin referandumu. Sen ordami yasiyorsun. Siz öncelikle bulundugunuz topraklarda var olun, istediginiz devrimi yapin. Bilirkisi pozlarindan biktik. Tarih dersleri verenler , real sosyalizm laflariyla bla bla yapanlar. Yetiniz gari. Burjuva ve iktidar basinindan konuyu takip ediyor ve geyik yapiyorsunuz. Gidin baska bir yerde masturbasyon yapin.
Bla blacilar. Konunun muhataplari yorum yapiyor.
https://anfturkce.net/kurdistan/barzaniler-pdk-i-nin-kuerdistan-in-geneline-yansimalari-2-96473
Tarihin = değişimin akışına kürek çekmekte ve böylece üretici olmaktan çok tüketici = asalak hale gelmekte olan Türkiye, İran ve Irak devletlerinin genelkurmay başkanları tarihin = değişimin önünde engel olmak için bir araya geliyorlarmış.
Çok haklısınız Süleyman hoca’m, özür dileriz. Sayenizde doğru yolu bulduk, edebinizle edeplendik.
Bir adım içeri girerseniz dünya karşınıza dikilir – Ertuğrul Özkök
HİÇ itirazım yok…
Kürdistan referandumuna karşı çıkabilirsiniz…
*
Yapmayın, etmeyin diyebilirsiniz…
Tankları sınıra yığabilirsiniz…
*
Meclisinizden sınır dışına asker gönderme yetkisi alabilirsiniz…
Bunlar normal…
Amaaa….
*
İznini aldığınız o askeri sınırdan bir kilometre içeri sokabilir misiniz…
Tanklarınız iki kilometre içeri girebilir mi…
Askeriniz girebilir, tanklarınızı sokabilirsiniz.
Amaaa…
Gerçekten bunu yapmayı düşünüyorsanız, şu soruların da gerçekçi cevabını şimdiden vermeniz gerekir…
*
– Türkiye’nin imajı hem dünyada, hem Arap âleminde dip yapmış durumda.
– Osmanlıcılık, Turancılık hayalleri bütün bölgede şüpheli gözlerle izleniyor…
*
Yani diyeceğim…
Bir anda bütün dünyayı Barzani’nin yanında, Türkiye’nin karşısında bulabilirsiniz…
*
Ayrıca unutmayın…
Suriye politikanız dibe vurmuş, bütün cephelerde hezimete uğramış…
Caydırıcılığınız kaybolmuş…
*
Yani, umutsuz da olsam, vatandaşlık görevimi yapıp tekrar soracağım…
Referandum olayında bu kadar yüksek perdeden konuşmak iyi bir politika mı…
*
Türkiye Büyük Millet Meclisi asker gönderme tezkeresini bugün oylayacak…
MHP ve CHP de evet diyecek…
*
Siz, hepiniz yine de bunları bir düşünün derim…
*
Burada referanduma “Hayır” derken, bütün dünyanın “Evet” demesine yol açabilirsiniz…
BİZ ZATEN BUNLARA DEVLET MUAMELESİ YAPMIYOR MUYDUK
– Barzani Ankara’ya geldiğinde, Türk bayrağının yanına çektiğimiz o bayrak neydi?
Basbayağı bir Kürt devleti bayrağı değil miydi…
– O bayrağı çekip Barzani’ye devlet başkanı muamelesi yaparken, Irak’a sorduk mu…
– Kuzey Irak petrolünü alıp, Yumurtalık’tan tankerlere doldurup dünyaya satmaya çalışırken Irak’a sorduk mu…
– O tankerler ta Meksika Körfezi’nden geri çevrilirken, yani öteki ülkeler Kuzey Irak’a o ülkenin parçası muamelesi yaparken, biz ne muamelesi yapıyorduk…
Açık konuşalım…
Biz epeydir oraya basbayağı Kürdistan muamelesi yapıp, Barzani’yi de onun başkanı olarak kabul ediyorduk…
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/bir-adim-iceri-girerseniz-dunya-karsiniza-dikilir-40587725
Barzani’den son dakika açıklaması… Meydan okudu…
Referanduma iki gün kala Barzani Türkiye’nin net tavrı ve ‘Gayrımeşru’ ilan etmesine rağmen geri adım atmıyor. Son olarak bugün Amerika’nın Sesi’ne açıklama yaparak ‘sonunda ölüm olsa da hazırız’ diyerek meydan okudu.
Başkan Mesud Barzani, Bağdat’la uluslararası toplumların garantörlüğünde uzlaşmak istediklerini söyledi.
Amerikan’ın Sesi (VOA) Kürtçe Servisi’ne konuşan Başkan Barzani, Beyaz Saray’ın “referandumu erteleyin” talebine ilişkin şöyle konuştu:
“ABD’nin düşüncesinin değişmesi için çok çaba sarfettik. Bağımsızlık istemekle nasıl bir günah işliyoruz? Onlara, ‘Gelin amacımıza nasıl ulaşabileceğimizi konuşalım’ dedik. Ancak onlar ‘Referandum yapmayın ve gelin konuşalım’ diyorlar. İyi de neyi konuşacağız? Verilen herhangi bir garanti yok. Bunu yapma, ertele deniyor. ABD 14 yıldır aynı dille bizimle konuşuyor.
1960 ve 1970 yıllarında değiliz. Artık kendi kaderimizi tayin etme zamanı geldi. Hiç kimsenin bize yol çizmesini istemiyoruz. Bunun sonunda ölüm de olsa hazırız.”
Başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelerle iyi ilişkiler içerisinde olmak istediğini söyleyen Başkan Mesud Barzani, şöyle devam etti:
“Umarım referandum Türkiye ile olan ilişkilerimizi etkilemez. Ancak hiç kimsenin tehdidini de kabul etmiyoruz. Tehdit dilini kullanan Türk yetkililere bu mesajımın açık bir şekilde ulaşmasını istiyorum. Biz ne yaptık? Bir halk bağımsız olmak istediğini söylüyor! Buyrun bunu neden istediklerinin sorun.”
[Barzani] “Buyrun bunu neden istediklerini sorun.”
Ben, hala daha, neden Irak’a demokrasi getirmek istedigini, ve neden bir turlu gerceklestirilemediginin cevabini ABD’den duymus degilim. Yukaridaki soruya da cevap vereceklerini sanmam.
Kürt sorunu siyasi sorun olmaktan cikmistir. Insanlik sorunu olmustur. Depreme,kasirga,Ebolaya,isida karsi Insanligin Tutumu neyse kürt sorununa karsida o dur.
Hicbir yerde kurtlerin bagimsizlik haklarinin oldugunu tartismiyor.turkiyede deliler Hakim oldugundan konu ediliyor.
Millet delidir cunku;sayisiz turkce dili konusan nufusu kurtlerden az olan haklarin devlet olmasini sart gorur.dili farkli olan kurtlere reva gormez.100 bin nufusu olan kibrisa devlet kurar.10 Milyonlarca kürt e Türk olacaksin yasamak icin der.
Turkiye tum dunyadan enaz 60-70 sene geride. Iranda,irakta Kurdistan ozerk ligi varken burada kiyim olur boyle Birsey icin.
Irak Kurdistan zaten fiili olarak bagimsizdi..resmiyete dokulmesi ise turk hayvan kafalarinin eteklerini tutusturur.kurtlerin bagimsizlik hakki en fazla turkiye Kurdistanindadir.
“This will begin to make things right…”
https://www.youtube.com/watch?v=0wygTOpDlYE
“Hicbir yerde kurtlerin bagimsizlik haklarinin oldugunu tartismiyor.”
Bundan emin misiniz?
Su ana kadar, Israil haric, baska herhangi bir devletin ‘iyi olur; gec bile kaldilar’ dedigini ben duymadim.
Siz duydunuz mu? Duyan var mi?
Ote yandan, konunun ilgililerinin kullanmagi cok sevdigi bu ‘hak’ kelimesinin tam olarak ne anlama geldigini bildiklerinden ben hic emin degilim.
Her ne kadar, ‘hak verilmez, alinir’ gibi boyyuk bir laf varsa da, kazin ayagi perdeli, devletler arenasinda ‘hakkini almak’ demek, ‘uysa da, uymasa da’ turunden bir dayatma gucune sahip olmak anlamina gelir.
Yani, siz ‘devlet’ oldugunuzu iddia edebilirsiniz; ama, ‘taniyan’ olmazsa, lafta kalir –bkz. KKTC denen garabet.
KKTC ki, cok daha az zengin olmakla beraber, bir tur Lichtenstein gibi bir ‘devlet’tir; adam gibi bir ‘ordu’ kurmaga kalksa, ne okullarda ogretmen, ne de bag-bahceyi isleyecek ciftci kalir geriye –hepsini asker yazsan, yine de yetmez.
Yine de sansli sayilir, KKTC: En azindan bir kara parcasinin ortasinda tikanmis kalmis degil. Etrafi denizlerle cevrili. Imkan taninsa ticaretini yapabilir.
Teoride, tabii ki.
Cunku, ortulu ve acik ambargolar yuzunden, narenciyesini bile TC’ye satamiyor.
Buna ragmen, yine de sansli: Cunku, en yakin ve en buyuk komsusu (TC) ‘hasim’ degil. Rum Tarafi da, jeneratorler bozuldugunda karanlikta kalan bir ‘devlet’cik..
Barzanistan’a donecek olursak:
Tek urune dayali bir ekonomisi var. Petrol.
Hepmiz biliyoruz ki, ‘tek urune dayali’ ekonomiler halka pek de refah getirmiyor.
Yonetimdeki aile/hanedan/oligarsi isin kaymagini yiyor, geri kalana da ancak zirnik koklatiyor.
Yolsuzluklar filan girla yani. Bu tur ekonomilerin kaderi bu.
Bir de, ‘devlet’ oldum deyip devletler arenasina ciktiginda, etrafinda (bence, TC haric) hasim sayilmayacak devlet olmayacak…
Su anki zahiri manzaraya bakarsak, TC’yi de saymaliyiz; bu durumda, Barzanistan ticaretini nasil yapacak?
Herseyi havayoluyla mi alacak/satacak?
Diyelim ki, ABD’nin destegi var –ki, bence, var.
Var da, buna ne kadar zaman icin guvenilebilir?
ABD, Israil’e verdigi turden bir destegi Barzanistan’a da verir mi?
Verebilir mi –cunku, bence, ABD de eski ABD degil; ciddi kuresel ve dahili sorunlari var cozmekte cok zorlandigi..
Kisacasi, ben de bu noktada (‘hak’ kelimesine yonelik serhim sakli kalmak uzere) Zileli’nin yukaridaki yazisi ile hemfikir oluyorum: “Devlet kurmak yanılgı olduğu kadar haktır da.”
Fakat, sorun/mesele su:
Eger ‘yanılgı’ olmak ihtimali cok daha yuksek ise, bir baska Mahabad Cumhuriyeti denemesi, risklerine ragmen, deger mi?
Siz, anladigim kadariyla, bu soruya ‘gonul gozu’ ile cevap vermegi tercih ediyorsunuz.
Bir de ‘akil gozu’nu deneseniz…
Eğer, [iç dinamiklerle birlikte, diğer iki ülkenin başına gelebilecek ikinci bir Irak/Suriye olayı gibi dış dinamiklerin de sonucu olarak] Ortadoğu’daki “ezen ulus” olma sırası dört parçanın birleştiği bağımsız Kürdistan’ın sahibi Kürtlere, “ezilen ulus” olma sırası ise [belki Kürtlerin önceki durumunu bile aratacak şekilde savaş sonrası Suriyelilerin durumuna düşecek olan] bu dört parçadaki devletlerin sahibi olan uluslara geçerse, o mazlumlara üzülenler mi daha çok olur, yoksa, “bir asrın zalimleri yeni asrın mazlumları olmayı hak ettiler” diyenler mi?
Küçük beyinler “Demokratik Özerklik”i, orta beyinler IKBY’nin bağımsızlığını, büyük beyinler Bağımsız Birleşik Kürdistan’ı tartışır.
Türk güzellemesi
“Tarihte Türk milleti diye bir şey yok” diye buyurmuş gene bir sevgili arkadaşımız. Bizim Türkiye gayrimüslimlerinin sevdiği temalardandır. Son zamanlarda Kürt kardeşlerimiz de keşfettiler, pek sevdiler. Türk dili de zaten toplama bir dildir, Nişanyan da öyle demiş.
Elcevap: İngiliz milleti, Rus milleti, Ermeni milleti, Kürt milleti ne kadar varsa Türk milleti de o kadar vardır. Bin beş yüz yıldan beri dünya ve uygarlık tarihinde önemli – bazen olumlu, daha çok olumsuz – rol oynamıştır. Türk dili en azından yedi yüz yıldan beri dünyanın – en önde olmasa da – önde gelen kültür dillerinden biridir. İnkâr edersen sadece kendini aldatırsın.
Kırk yıldır durmadan tarih okumanın bana öğrettiği ilk ders şu: Türk milleti, köken itibariyle SİYASİ bir oluşumdur. Yani önce bir devlet, bir ordu, bir organizasyon, bir ideoloji vardır; “millet” onun ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir.
Daha okudukça fark ettim ki dünyadaki bütün milletler aşağı yukarı böyledir. Amerika kolay örnek, ama mesela Rusya da hiç farklı değil. Ermeniler de, ayıptır söylemesi, hiç farklı değil. Dünyanın en ilkel aşiretlerinin (mesela eski Germenlerin yahut prehistorik Arap aşiretlerinin) dibini kazısan onlar da değil. Çeşit çeşit insanlar tarihin bir noktasında bir ortak macera için bir araya geliyorlar; aralarında kız alıp verdikçe zamanla akraba oluyorlar; sonra bir masal uyduruyorlar “atamız filanca kişiydi, ezelden beri bir soy ve bir aileyiz” diye.
Hepsi anlatmışlar o masalı. Türklerin farkı (eğer varsa) şu. Osmanlı siyasi eliti, çok yakın döneme dek, siyasi nedenlerle, böyle bir “ortak köken” anlatısından özenle kaçındı. Sonra “Türk ırkı” teorisini Avrupalılardan duydular; günün siyasi ihtiyaçlarına uygun olduğunu fark ettiler; bir günden ötekine – de ki 1870’lerden 1900’e – yeni din bulmuş gibi şevkle benimsediler; bin yılda inşa ettikleri etnik kompozisyonu tahrip etmek için kullandılar. Özünde başka milletlerin ırk teorisinden çok farkı yoktur. Onlardan daha saçma veya daha yalan değildir. Farkı çok taze olması, dolayısıyla kulağa çiğ gelmesidir. (Bir yalanı bin yıl anlatırsan kulağın alışır; yüz yıl çok az süre.) Bir de, tarihte eşine az rastlanır bir dizi sosyal felakete yol açmış olmasıdır. “Türk ırkı” yalanını iğnelemekten belli bir zevk almamızın sebepleri bunlar. Hem çok kötülük yapmış, hem de kıçı açık – yani kofluğunu keşfetmek ve belgelemek nispeten kolay.
Milliyetçilik denen şey “her millete bir devlet” teorisidir. Tarihin bir aşamasında, spesifik olarak 1789 ve 1815’ten sonra, Avrupa’nın iç siyasi ihtiyaçlarından doğmuş bir düşüncedir. Üzerinde düşünürsen en azından “Allah” fikri kadar saçma bir fikirdir. “Demek lazımmış ki insanlar benimsemiş” deyip geçebilirsin belki. Ama bu çağ ve devirde halâ bir işe yarar mı diye sormadan edemezsin. Hayatında köyünden ve mahallesinden çıkmamış insanlar bu mevzulara Fransız kalabilir. Ama biraz dünya görmüş, mesela gidip bir sene Peru’da yaşamış, ya da Japon’la evlenmiş, Hint mutfağı üstüne risale yazmış birinin devletle millet arasında zorunlu eşdeğerlik kurması daha zormuş gibi geliyor bana. Yani, evet, çağdaş milliyetçilik, tıpkı çağdaş din gibi, bir cehalet sorunudur özünde.
*
Gelelim Türk diline. Hayır, Nişanyan Türk dili yoktur, ya da toplama dildir gibi saçma bir lakırdıyı hiçbir zaman söylemedi, aklından da geçirmedi. Aksine Türk dili güzel ve zengin ve değerli bir şey olduğu için ömrünün şunca yılını onu etüt etmeye adadı. Bir dilin, ırkçıların cahilane zannettiklerinin aksine, çok geniş bir kültürel havzadan beslendiğini göstermek o dilin değerini düşürmez. Tam tersine, artırır. Bir dil eğer kültürel harmanına Çinceyi, Arapçayı, Farsçayı, Yunancayı, Fransızcayı, İngilizceyi katıp kendi özgün bileşimini yaratabilmişse çok güçlü ve orijinal bir dil demektir. Yok birtakım dıngılların iddia ettiği gibi Ortaasyalı ilkel bir kabilenin diliyse ve bin yıldır o aslından asla taviz vermemişse, asıl o zaman pek zavallı bir şey olduğuna hükmetmek gerekir.
Bugün dünyada konuşulan 7000 (sayıyla yedi bin) dil var. Türkiye Türkçesi, bunlar arasında, gerek konuşan kişi sayısı, gerek yazılı üretim hacmi, gerek sözlüktü, ansiklopediydi, filolojik çalışmaydı, üniversite kürsüsüydü gibi kültivasyon belirtileri bakımından yirminci ila otuzuncu arasında bir yerlerdedir. Yani İngilizcenin, Çincenin, İtalyancanın yanında cılız kalır, ama mesela Estoncaya, Sinhali’ye, Xhosa’ya, Swahili’ye, Özbekçeye, İsviçre Romanşçasına, Rohingya diline, hatta bizim Batı Ermenicesine ciddi fark atar. Geçmişe baktığında da önemli bir kültür dilidir. Modern çağdan önce dünyada Yunanca, Latince, İbranice, Arapça, Farsça, Hintçe, Çince, Japonca gibi yedi sekiz egemen dilin epey ardından da olsa, en çok yazılı eser üretmiş dillerden biridir. Ne yazık ki o eserlerin büyük bölümü halen yayınlanmadan durmaktadır. Başta “ecdat” muhabbetiyle beyni efsunlanmış cühela takımı olmak üzere kimsenin umurunda değil.
http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/09/turk-guzellemesi.html
Kürt devleti referandumu vs Katalan devleti referandumu:
Katalonya’da Referandum – Oktay Baran – Marksist Tutum
http://marksist.net/oktay-baran/katalonyada-referandum.htm
“Katalan işçilerin çoğunluğunun kendisini, bir Katalan burjuvasından ziyade İspanyol işçisiyle kader birliği içinde gördüğünü, İspanya sınıf mücadeleleri tarihinden de biliyoruz. Gerici Bourbon hanedanına, Franco faşizmine ve kapitalist sömürüye karşı yıllarca omuz omuza aynı sendikalar ve aynı devrimci örgütler içerisinde mücadele vermiş İspanyol ve Katalan işçilerin birliklerini korumaları, geliştirip pekiştirmeleri, İber yarımadasının işçileri için en uygun yoldur. Bağımsız ama kapitalist bir Katalonya, Katalan emekçilerinin hiçbir sorununun çözümüne hizmet etmeyecek, tersine onlara da İspanyol sınıf kardeşlerine de çok büyük şeyler kaybettirecektir.”
Hayir.tartislmaz meselenin tartismaga girmemle ayagimi kaydirmayacagim.
Iki nedenle konuya tekrar gidecegim.
Ilki gun zilelin ilke olarak heryerde devlete karsi olma kaygisiyla kürt devletinin kurulmasini hatali ama demokrasinin geregi olarakta bu hata yapma hakki oldugu gibi ince izahi uzerine deginmek istedim.
Ikincisi sayin necip beye gecenlerde fasist fikri savunmasi uzerine fasist uslupla cevap verdik.cok bozulmustu (?!!..)kustu sanmistim.
burada daha once degindigim kürt sorunu uzerine iki gun once eski MHP Li olan onun tuzugunu yazan Taha akyol gazeteci ustaligiyla bir cumlede guzelce ozetlemis.
Ortadoguda cek ve slovaklar gibi sorunu tokalasarak yada isvicreliler gibi medeni bicimde birarada yasayamdiklari icin sorun cozumlenmiyor diyor.demekki herkes deli degilmis.akilli olanda var.
Gelelim esas soruya.iyimi olur?
Cevab; kurtler icin mutlak iyi,bolge icin cok iyi, turkiye icin Cook iyi,dunya icin cok iyi olur.
Kendi dilini,kulturunu yasatmayan,gelistirmeyen milletin ekonomiside kalkinamaz.ezilen, egitimi olmayan bir toplum kendisine faydasi olmaz..bir koy dusunun turkiye kurdistaninda,oraya bir Türk ogretmeni yollayin.onun kendi cocuklari baslar kurtce konusmaga. Kurtleri asla turklesmez.. istersen avrupaya yollayin.
Boyle bir toplum nasil gelissin?ozgur olmayan,kendi kendini yonetemeyen bir toplum sakat bir toplumdur.
Pril,pril bir 4 Kurdistan i hayal ediyorum.kendi dilini, kulturunu gelistirmis, ekonomiside. TR.den ileri.iste o zaman turkiye de dahada gelisir,dunxayla,avrupayla komsularla sifir sorunu olur.
Siyaseti sadece askeri gozle yada dost dusman gozuyle bakarsan zaten bitersin.turkiye avrupaya kicini cevirip araplara donuyor.arabalara giden yolda Kurdistandan geciyor!!
Anlayacagin turkiye nin cikari kurtistanla iliskisine dikkat etmelidir.akilli ise eger.gonnul degil.
Barzani, sağcı ve emperyalizmin oyuncağı bir siyasetçi. Dostlarına bakınız; bizde Özal, Tayyip.. dışta Trump, Bush vb.. Hatta aynı cenahtalar. Ben böyle bir adamın devlet kurma oyununu, tayyiplerin, akşenerlerin, sarıgüllerin parti kurma oyunu gibi görüyorum. Yani oradaki bir grup üzerinde hegamonya sağlayıp, bankalar getirip, vergi düzenleyip keyif çatacaklar. Aman ha ey Kürtler, akıllı olun!
basindan: ABD YPG SDG ye 310 tir dolusu silah ve muhimmat gonderdi.
Basindan: ABD Suriye ordusu firatin dogusuna gecerse vurulacagini söyledi.
…………….
Türkiyeli (ve avrupali)bir sürü sol örgüt, YPG SDG yi yalniz birakmamanin enternasyonal bir gorev oldugunu söyler.
yorumlamalimiyim…?
Şu cümleler sanki Necip’in ağzından çıkmış; (Kürt sorununa değinen kısımlar dışında. Nasname’deki bir yazıdan alıntı. Şimdi kalkmış görünüyor. Daha önce bu sitede paylaşıldığı için yazabildim.)
Sistemler ve acı gerçekler
Adına “kapitalist sistem” denilen, şu an dünyadaki mevcut sistem, binlerce yıllık bir evrimsel süreçten geçerek, bugünkü şeklini almıştır. Ve sürekli bir hareketlilik içerisindedir. Zamana, şartlara, beklentilere, ihtiyaçlara ve teknolojik ve bilimsel gelişmelere bağlı olarak, olumlu veya olumsuz, sürekli değişime uğruyor. Ne 200 yıl önceki kapitalist sistem ile 100 önceki kapitalist sistem aynıydı, ne de 100 yıl önceki kapitalist sistem ile bugünkü kapitalist sistem aynıdır. Günümüzde de, dünyanın her tarafında, farklı farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor.
Bugünkü mevcut sistem, binlerce yıllık ticari, kültürel, siyasi, askeri, dini, felsefi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin “pozitif” ya da “negatif” bir ürünüdür.
Zoraki sistemler yürümez, tutmaz, uzun vadeli olamazlar. Ne kapitalist sistemin zoraki biçimleri uzun vadeli olabilirler, ne de insanlara zorla dayatılan yepyeni sistemler.
Sosyalizm 70 yıllık varlığını, ancak diktatörlüklerle sürdürebildi. Ve diktatörlüklerin bilinen sonu: önce hızlı bir çıkış yaparlar, bir süre sonra zayıflamaya başlarlar, gittikçe güç ve kontrol yitirirler ve gün gelir, yok olup giderler. Sosyalist devletlerde de olan buydu.
Sovyet, Çin ve doğu-blok ülkelerinde yaşayan halklar, tüm özgürlükleri ellerinden alınıp, diktatörlüklerle yönetilirlerken, sosyalizmi kitaplardan öğrenen dünya sosyalistleri de, bunların en radikal olanları belki de Kürdlerdi, onlarca yıl, sosyalist devletlerin gönüllü propagandasını yaptılar.
Biz Kuzeyli Kürdler, bir 40 yıl boyunca, ulusal sorunumuzu sosyalizm çerçevesi içinde çözmeye çalıştık. Bu, yaptığımız en büyük hatalardan biriydi.
http://www.nasname.com/tr/7590.html
“Ikincisi sayin necip beye gecenlerde fasist fikri savunmasi uzerine fasist uslupla cevap verdik. cok bozulmustu (?!!..) kustu sanmistim.”
Isin dogrusu, hatirlamiyorum. Buyuk bir ihtimalle, ‘her yerde cikar boylesi’ filan gibi bir sey deyip gecmisimdir.
Kusmek konusuna gelince. Malum, kusmek, gonul bagi sozkonusu oldugunda ihtimal dahilinde olabilir. Boyle bir sey sozkonusu degil.
“burada daha once degindigim kürt sorunu uzerine iki gun once eski MHP Li olan onun tuzugunu yazan Taha akyol gazeteci ustaligiyla bir cumlede guzelce ozetlemis.
Ortadoguda cek ve slovaklar gibi sorunu tokalasarak yada isvicreliler gibi medeni bicimde birarada yasayamdiklari icin sorun cozumlenmiyor diyor. demekki herkes deli degilmis. akilli olanda var.”
‘Akilli’ buldugunuz lakirdi bu mudur?
Ceklerin (ya da Slovaklarin) baskalarinin cok arzu ettigi, sahip olmak veya kontrol etmek istedigi neleri varmis da, buyuk bir basari eseri olarak, tokalasip ayrilmagi becermisler?
“Gelelim esas soruya. iyimi olur?
Cevab; kurtler icin mutlak iyi,bolge icin cok iyi, turkiye icin Cook iyi, dunya icin cok iyi olur.”
E. Bravo. Kerametli hukum buyurmak da ancak bu kadar olurdu herhalde.
Herkes icin ‘iyi olur’.. fakat, (sizden gayri) kimse bunun farkinda degil. Degil mi?
“Kendi dilini, kulturunu yasatmayan, gelistirmeyen milletin ekonomisi de kalkinamaz. ezilen, egitimi olmayan bir toplum kendisine faydasi olmaz..”
Katalanlar, hatta Basklar, buyuk bir ihtimalle sizden farkli dusunuyorlardir bu konuda. Yani, onumuzde ziyadesiyle cari ornekler var –sizi yanlislayan.
“bir koy dusunun turkiye kurdistaninda, oraya bir Türk ogretmeni yollayin. onun kendi cocuklari baslar kurtce konusmaga. Kurtleri asla turklesmez.. istersen avrupaya yollayin.”
Sidika Avar, mesela, sizin gibi dusunumuyordu gibi geliyor bana.. Icraatleri de sizi pek hakli cikarmiyor sanki.
“Boyle bir toplum nasil gelissin? ozgur olmayan, kendi kendini yonetemeyen bir toplum sakat bir toplumdur.”
Bunlar beylik laflar. Her toplumda, o toplum ne kadar ‘ozgur’ olursa olsun, yeterince ‘zogur’ olamadiklarini dusunenler vardir.
‘Kendi kendini yonetmek’ de oyle. Ne demektir ‘kendi kendini yonetmek’?
Yuzde 5-8-10 bile tutmayan bir ideolojik azinligin dayatmasiyla mi olacak ‘kendi kendini yonetmek’?
Bir de, anlasilan, siz, ‘Kurdistan’ ismiyle anilan cografi bolgenin homojen bir sekilde Kurtlerden olustugunu saniyorsunuz..
Neredeyse her asiretinin basinda bir ‘seyyid’ olan, o soydan geldigini iddia eden birilerinin nasil olup da ‘Kurt’ oldugunu hep merak etmisimdir.
Sonunda bir cevap buldum: Bkz. Semdinli Roprtaji, Muzaffer Ilhan Erdost.
{Mealen}
Ve Tarih Yazıldı!
Bağımsızlık referandumu Kürdler/Kürdistanlılar açısından tarihi bir sınavdı kuşkusuz. Tüm engellemelere, ihanetlere, tehditlere, baskılara, şantajlara ve şer ittifaklarının kirli oyunlarına rağmen bu tarihi sınavın başarıyla sonuçlanması, hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmadığını/olamayacağını gösterdi.
Bu hayati sınavın tarihi bir başarıyla sonuçlanması; Bağımsızlık ilanı ve Kürdistan Devleti’nin Birleşmiş Milletlerde onurlu bir üye olma sınavlarında da başarılı olacağına dair umudu pekiştirdi. Referandum sürecinde yaşananlar, bağımsızlık ilanı sürecinde de birçok zorluğun Kürdleri beklediğini gösterdi. Ancak referandumun iptali veya ertelenmesi için yapılan baskılara boyun eğmeyen irade, yeni zorluklarla baş edilebileceğini de gösterdi. Bu açıdan bakıldığında bağımsızlık çok zorlu olacak; ama mutlaka (ne pahasına olursa olsun) başarı sağlanacak ve Kürdler de devletleşecektir.
Referandumun gerçekleşmesiyle Kürdler ve Kürdleri temsil eden siyasi aktörler/kurumlar birçok ezberi bozdu. Başkan Berzanî şahsında temsil edilen Kürdistanî tutum, sadece cesaret ve kararlılıkla sınırlı değildi; aynı zamanda doğal bir hakkın en demokratik, en sade ve en mütevazı şekilde dünyaya anlatılmasıydı. Bu haklı dava ve kutsal amaç karşısında maskeleri düşen Batılı “demokratik” devletler, demokrasi ve insan hakları noktasında ne kadar sahtekâr ve ikiyüzlü olduklarını bir kez daha gösterdiler. Yerel sömürgeci devletler ise, her zamanki gibi tüm çelişkilerini unutup “Kürd anasını görmesin!” diye birbirlerine sarıldılar; yeni “Cezayir Anlaşmaları” için çırpınmaya başladılar. İran mollalarının hemen yaptırımlara başlaması, Tayyip ve Binali’nin küstah açıklamalarının devamında T.C.’nin de benzer yaptırımları dillendirmesi Kürdlere karşı şer ittifakının tekrar canlandırıldığını gösterdi. İşgal devletlerinin askeri girişimlerde (direkt olmasa da kendilerine bağlı taşeron çeteler aracılığıyla) bulunması ihtimal dâhilindedir. Öncelikle ekonomik ablukayla bağımsızlığın önünü kesmeye çalışacak olan işgal devletleri, devamında her türlü ahlaksızlığa, manipülasyona, kara propagandaya, provokasyona başvurmaya kalkışacaklardır. En kötü senaryo olan koordineli fiili işgali de deneyebileceklerini göz ardı etmemek gerekiyor. Kısacası işgal devletleri, kirli soykırımcı tarihlerine yakışan her türlü insanlık dışı eyleme başvurmayı düşüneceklerdir…
Ancak ne dünya eski dünya ne de Kürdler eski Kürdlerdir. Tüm insani, demokratik ve yapıcı tutumlarına karşın Kürdlerin ulusal varlığına kastedilirse, kasteden devletlerin de ve bu devletlerin politikalarını destekleyenlerin de yaşama şansı kalmaz. Kürdlerin devletleşmesi engellenirse bunun hesabı sadece “dağlar mesken tutularak” sorulmayacaktır artık! İşgal devletleri başta olmak üzere, karşı çıkan veya sessiz kalarak işgal politikalarını onaylayan herkes Kürdlerin hedefi olacaktır. Kürdler, ‘bize yaşama şansı vermeyen hiç kimsenin de yaşama hakkı yoktur’ anlayışıyla hareket edeceklerdir. Devletleşmeyi engelleyenler sadece Kürdlerin politik aktörleri ve kurumlarıyla muhatap olmayacaklardır.
Öyle bir an gelir ki, kimse siyasi aktörleri ve kurumları dinlemez ve bireysel inisiyatif kullanarak hayatı felç etmeye çalışır. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış 50 milyon Kürd vardır. Gelişen teknoloji hesaba katıldığında, tek tek bireylerin veya çok küçük grupların bile en güçlü devletlerde hayatı felç edebileceğini biliyoruz. Kürdlerin en doğal hakkı olan devletleşmeyi engelleyen devletler kadar, devletlerinin bu kirli politikalarına destek olan siviller de sorumlu olacaklardır. Yüz yılı aşkın mücadele sürecinde sayısız katliam ve soykırıma rağmen sivilleri hedef alan bir tek terör eylemine başvurmayan Güney Kürdistan, en demokratik ve en haklı bu girişiminde bile işgal devletlerinin terörüne maruz kalıyor. Devletleşmeyi engelleme çabası içinde olanların muhatabı sadece Güney Kürdistan politik kurumları olmayacak artık. Bağımsızlıktan yana olan ve devlete susamış tüm ulusalcı Kürdlerin muhatap olacağı yeni bir süreç başlayacak. Hayalleri yok edilecek olan milyonlarca insanı hiçbir siyasi kişi/kurum durduramaz. Haklı öfkelerini dışa vurmak için kuralsızlığı kuşanıp hayatı herkese zehir edecekler, üstelik Kürdlere karşı girişilen yok etme politikalarına sessiz kalanlar, Kürdlerin olası hiçbir eylemini “insan hakları” gerekçesiyle kınama şansına da sahip olamayacaklardır. Çünkü Kürdlerin doğal hakkının engellenmesine çanak tutanlar ve sessiz kalanlar en büyük insanlık cürümünün suç ortaklarıdırlar.
Kürdler, Ortadoğu bataklığında olabilecek en demokratik, en şeffaf ve en şaibesiz referandumu gerçekleştirdi. Tüm kirli girişimlere karşın olay çıkmadı ve karmaşa yaşanmadı. Katılımın yüksek olması ve açılan ilk sandıklara göre yüksek oranda “EVET” oyunun çıkması, Kürdlerin devletleşme kararlılığı yanında demokrasi kültürünü de gösterdi. Bu durum başlı başına büyük bir başarıdır ve bu başarı bağımsızlıktan yana olan tüm Kürdistanlıların ortak emeğinin ürünüdür. Bu başarıda rol oynayan tüm siyasi aktörleri/kurumları ve kişileri ayırım yapmadan kutluyoruz.
Kürdler, bu tarihi başarıyı karnaval havasında coşkuyla kutlarken provokasyonlara karşı da dikkatli olmalılar ve Kürdistan’da yaşayan diğer halklara/kültürlere/inançlara karşı her zamanki gibi dostça ve sevgi ile yaklaşmalılar.
Pasaklı ve ilkel devletlerin/örgütlerin kirli oyunlarına prim verilmeden bağımsızlık halayları çekmenin ve coşmanın tam zamanıdır; tarih yazmanın keyfini çıkarın!
İşgal devletlerinin kirli girişimleri sonuç vermeyecek ve hevesleri kursaklarında kalacak; bütün dünya bağımsız Kürdistan’ı tanımak zorunda kalacak!
Kimse tarihin çarkını tersine döndüremez!
Tarih, Kürdlere olan borcunu gecikmeli ödüyor; üstelik şimdilik sadece ¼’ünü;
Darısı diğer parçaların başına…
25.10.2017
Haber/yorum
Nasname
http://www.nasname.com/a/ve-tarih-yazld
[Bir oncekinde bicemleme hatasi olmus. Mumkunse onu siler misiniz.]
“Ikincisi sayin necip beye gecenlerde fasist fikri savunmasi uzerine fasist uslupla cevap verdik. cok bozulmustu (?!!..) kustu sanmistim.”
Isin dogrusu, hatirlamiyorum. Buyuk bir ihtimalle, ‘her yerde cikar boylesi’ filan gibi bir sey deyip gecmisimdir.
Kusmek konusuna gelince. Malum, kusmek, gonul bagi sozkonusu oldugunda ihtimal dahilinde olabilir. Boyle bir sey sozkonusu degil.
“burada daha once degindigim kürt sorunu uzerine iki gun once eski MHP Li olan onun tuzugunu yazan Taha akyol gazeteci ustaligiyla bir cumlede guzelce ozetlemis.
Ortadoguda cek ve slovaklar gibi sorunu tokalasarak yada isvicreliler gibi medeni bicimde birarada yasayamdiklari icin sorun cozumlenmiyor diyor. demekki herkes deli degilmis. akilli olanda var.”
‘Akilli’ buldugunuz lakirdi bu mudur?
Ceklerin (ya da Slovaklarin) baskalarinin cok arzu ettigi, sahip olmak veya kontrol etmek istedigi neleri varmis da, buyuk bir basari eseri olarak, tokalasip ayrilmagi becermisler?
“Gelelim esas soruya. iyimi olur?
Cevab; kurtler icin mutlak iyi,bolge icin cok iyi, turkiye icin Cook iyi, dunya icin cok iyi olur.”
E. Bravo. Kerametli hukum buyurmak da ancak bu kadar olurdu herhalde.
Herkes icin ‘iyi olur’.. fakat, (sizden gayri) kimse bunun farkinda degil. Degil mi?
“Kendi dilini, kulturunu yasatmayan, gelistirmeyen milletin ekonomisi de kalkinamaz. ezilen, egitimi olmayan bir toplum kendisine faydasi olmaz..”
Katalanlar, hatta Basklar, buyuk bir ihtimalle sizden farkli dusunuyorlardir bu konuda. Yani, onumuzde ziyadesiyle cari ornekler var –sizi yanlislayan.
“bir koy dusunun turkiye kurdistaninda, oraya bir Türk ogretmeni yollayin. onun kendi cocuklari baslar kurtce konusmaga. Kurtleri asla turklesmez.. istersen avrupaya yollayin.”
Sidika Avar, mesela, sizin gibi dusunumuyordu gibi geliyor bana.. Icraatleri de sizi pek hakli cikarmiyor sanki.
“Boyle bir toplum nasil gelissin? ozgur olmayan, kendi kendini yonetemeyen bir toplum sakat bir toplumdur.”
Bunlar beylik laflar. Her toplumda, o toplum ne kadar ‘ozgur’ olursa olsun, yeterince ‘zogur’ olamadiklarini dusunenler vardir.
‘Kendi kendini yonetmek’ de oyle. Ne demektir ‘kendi kendini yonetmek’?
Yuzde 5-8-10 bile tutmayan bir ideolojik azinligin dayatmasiyla mi olacak ‘kendi kendini yonetmek’?
Bir de, anlasilan, siz, ‘Kurdistan’ ismiyle anilan cografi bolgenin homojen bir sekilde Kurtlerden olustugunu saniyorsunuz..
Neredeyse her asiretinin basinda bir ‘seyyid’ olan, o soydan geldigini iddia eden birilerinin nasil olup da ‘Kurt’ oldugunu hep merak etmisimdir.
Sonunda bir cevap buldum: Bkz. Semdinli Roprtaji, Muzaffer Ilhan Erdost.
{Mealen}
Bir de, tabii ki, Yavuz’un kovusturmasindan kacip bolgeye siginanlar var. Hala daha, asiretin yarisi Kurt, diger yarisi da Turk oldugunu iddia eden..
Boyle daha nice detay var kimbilir. PKK’nin ve ceberrut TC’nin baskisiyla ne oldugunu dile getiremeyen..
Bu farkliliklari yok sayip, siz, hala daha ‘4 parca’ ‘Kurdistan’in ‘kendi kendini yonet’ebilecegini mi saniyorsunuz, gercekten?
‘Kendi’ kimdir?
PKK/PYD mi?
“Pril, pril bir 4 Kurdistan i hayal ediyorum. kendi dilini, kulturunu gelistirmis, ekonomiside. TR.den ileri. iste o zaman turkiye de dahada gelisir, dunxayla, avrupayla komsularla sifir sorunu olur.”
Hayallerinize katiliyorum.
Ama, ben, cogu zaman, iyi temenniler/hulyalar/hayaller dile getirenlere katilirim zaten..
“Siyaseti sadece askeri gozle yada dost dusman gozuyle bakarsan zaten bitersin. turkiye avrupaya kicini cevirip araplara donuyor. arabalara giden yolda Kurdistandan geciyor!!”
Bu bir tercihtir. Baska tercihler gibi, olumlu/faydali yanlari oldugu gibi, tersi de sozkonusudur. Bugun boyle olur, yarin da baska.
“Anlayacagin turkiye nin cikari kurtistanla iliskisine dikkat etmelidir. akilli ise eger. gonnul degil.”
Bu dogru. Bu cikar iliskisinde, tabii ki, karsiliklilik da onemli.
Barzani’nin Referandum Hamlesi Vesilesiyle Bir Kez Daha Uluslar ve Ulusçuluk Üzerine
En sondan başlayalım.
Türkiye, İran veya Irak hükümeti müdahale eder mi?
Isıracak köpek dişini göstermez.
Türkiye, İran ve de Irak hükümetinin tehditleri bu referandum kararı karşısında hiçbir şey yapmayacakları ve yapamayacaklarının en sağlam göstergesidir.
Hatta bu tehditler aslında Barzani’nin değirmenine su taşımakta, Kürtler içinde ona en karşı olanların bile onun kararının ardında toplanmasına yol açmaktadır.
Eminim ki Türk devletinin kurmayları, Barzani’nin bu güçlenmesinin PKK’nın bir zayıflamasına, zayıflamasa bile hareket alanının daralmasına yol açacağının hesabını da yapmaktadırlar.
Zamanı mı?
Bir şeyin zamanı olup olmadığı o işi yapanın kendi amaçları açısından değerlendirilebilir.
Çünkü taktikler strateji içinde, strateji de tabi olduğu amaçlar içinde değerlendirilebilir.
Türkiye, İran veya Irak’ın veya ABD’nin veya diğer güçlerin Kürdistan’da bağımsız bir devlet kurmak gibi amacı mı var ki zamanı mı diye itiraz ediyorlar?
Öte yandan, hukuksal olarak en azından yaygın uygulama ve kabullerle, bir ülkede veya bölgede yaşayanlar istedikleri zaman istedikleri konularda referandumlar, eğilim yoklamaları, seçimler vs. yapabilirler. Böyle karar ya da danışma veya eğilim belirlemeleri orada yaşayanların kendi bilecekleri bir şeydir. Bunun için kimseye soru sormaları veya izin almaları gerekmez.
Ve nihayet, bu referandum hemen ayrı bir devlet kurulacağı, Kürdistan’ın Irak’tan ayrılacağı gibi bir anlama da gelmemektedir.
O halde bu referandumu ortaya atan ve gündeme getirenin amaçları ve çıkarları açısından, zamanı mı, doğru mu diye sormak gerekir.
Böyle baktığımızda Barzani açısından bu referandum tam zamanında yapılmış son derece akıllı bir hamledir.
Barzani zaten çürümüş ve ekonomik kriz içindeki bir yönetimin başıydı. Fiilen meclisi fesh etmişti. PKK her yerde bir yükseliş içindeydi. Öte yandan Irak’ta IŞİD’e karşı savaşa katılarak elverişli bir pozisyon elde etmişlerdi. Coğrafi olarak sınırları fiilen genişletmişlerdi.
Ortadoğu’ya Rusya tekrar geri dönmüş ve ABD karşısında belli bir ağırlık oluşturmuştu.
Daha da uzatılabilecek bütün bu koşullar bir daha hiçbir araya gelmeyebilirdi.
Fırsat tekrar gelse bile kendisi bu günkü konumunda bulunamayabilirdi.
Bütün bu koşullarda Barzani bu hamlesiyle, hem kendi tecridine ve güç kaybına son vermiş, hem Kürtler içindeki bütün diğer rakiplerini köşeye sıkıştırmış ve karşı duramaz durumda bırakmış, hem de aslında bölgesel ve dünya çapındaki rekabetler de göz önüne alındığında aslında riski çok az bir hamleyle çok büyük bir kazanç sağlamıştır.
Yani demek ki zamanıymış.
Aslında “zamanı değil” itirazları Barzani’nin kendi amaçları açısından tam da zamanı olduğunun en esaslı kanıtıdır.
Karıştırılan konu
Karıştırılan bir konu var: Referandum ayrı ve bağımsız bir devlet anlamına gelmemektedir. Sadece bu yönde bir irade beyanı olacaktır. İstediklerim verilmezse bağımsız bir Kürt devleti olurum demektir.
Zaten Türkiye, İran ve Irak’ın bütün tehditlerine rağmen hiçbir şey yapamayacakları bu farkla da ilgilidir.
Referandum sonucu fiilen bir ayrı devlet kurma anlamına gelmediğinden ve gelemeyeceğinden, Türkiye ve/veya İran’ın müdahalesi Irak’ın topraklarına bir tecavüz olur.
Irak merkezi hükümeti saldıramaz, çünkü kendi yurttaşlarına karşı, onların anayasal haklarına karşı saldırmış olur.
Özetle bu referandum kararı sadece Kürtler içinde Barzani’nin rakiplerini zayıflatan ve onların hareket alanını kısan, kendi konumunu güçlendiren bir işlev görmemiştir.
Aynı zamanda gerek Irak, gerek bölge devletleri, gerek ABD, Avrupa, Rusya gibi dünya güçleri karşısında Barzani’nin pazarlık gücünü arttırmıştır.
Karar fiilen bağımsız bir devlet anlamına gelmediği için, aynı zamanda bölge devletlerini de hareketsiz bırakacaktır.
Yapabilecekleri tek şey kuru tehditler ve belki uzantıları vasıtasıyla provakasyon ve karışıklıklar vs. olabilir.
Bir sosyalistin ve demokratın tavrı tavrı ne olmalı?
Bir sosyalist ve demokrat, sosyalistler en tutarlı demokratlar olacağından veya olması gerektiğinden, elbet bu olguya kendi amaçları açısından bakar.
Ama önce biraz işin alfabesinden başlayalım. Tabii bu alfabe yaygın olarak bilinen yanlış alfabe değildir.
Sosyalist olmak demek, devlet, millet ve sermaye düşmanlığı demektir. (Eski alfabede Millet düşmanlığı yoktur, milliyetçilik karşıtlığı vardır. Ama milliyetçilik de milliyetçilerin milliyetçilik tanımlarıyla tanımlanır; eski alfabede Devlet Düşmanlığı en başta yer almaz. En başta Sermaye Düşmanlığı yer alırdı.)
Devlet ve millet düşmanlığı özünde insanların biçimsel olarak eşit (yurttaşlar) olmasıyla, yani demokrasi ile özdeştir. (Elbet demokrasi de bir devlettir, ama o anlamda devlete sıra gelmesine daha çok var. O anlamıyla devlet düşmanlığı, sermaye düşmanlığının yan ürünüdür.)
Sermaye düşmanlığı, ise sosyalizm yani ekonomik ve sosyal eşitlik demektir.
Biçimsel eşitlik (Demokrasi) olmadan sosyal eşitlik (Sosyalizm) olamaz.
Dolayısıyla öncelik demokraside, yani devlet ve millet düşmanlığındadır.
Yani her sosyalist sermayeden önce devlet ve millet düşmanı olmalıdır.
Hele o devlet merkezi ve bürokratik bir şark despotluğu ise; hele o millet bir dille, dinle, tarihle, soyla, ırkla vs. tanımlanmış, böyle tanımlamaya karşı tanımlanmamış bir gerici millet ise, bir demokratın en baş görevi bu devlet ve millete karşı savaşmak ve onları yıkmaktır.
Öte yandan bir sosyalist önce “kendi” devletine ve “kendi” milletine karşı savaşmalı, onu yıkmayı hedef almalıdır.
Sosyalistler tebası oldukları devleti bu devlete ilişkin olarak bu devlet benim devletim değildir, ben zaten devlete karşıyım, içinde bulundukları milleti bu millet benim milletim değildir, ben milliyetsizim diyerek sorumluluktan kaçamazlar. Milletsiz olmak mümkün değildir pratikte.
Uluslar politik varoluşlardır. Yani devlet ve millet birbirinden ayrılmamaktadır pratikte.
Yani devletsiz ve milletsiz olmak fiilen mümkün değildir.
Bu ancak şu koşulda mümkün olur: devlet vergi vermemek, onun yasalarını tanımamak, kanunlarına uymamak, askere gitmemek, onun okullarına gitmemek, verdiği evrakı tanımamak ve kullanmamak vs..
Ama böyle yapanın hiçbir yaşama ve var olma şansı olmaz. O halde her demokrat ancak ilk Müslümanların, puta taparlar dünyasında yapmak zorunda kaldıkları gibi, “takiye” yapmak zorundadırlar. Yani düşmanı oldukları, yıkmayı hedefledikleri devletle bir uzlaşma yaparlar onu var olup yıkabilmek için.
Bu nedenle “Uzlaşma yok” bir anarşist palavrasıdır.
Bu nedenle sosyalistlerin ve demokratların “onuru” olmaz. Küçük burjuvaların onuru olur. Çünkü onlar en büyük onursuzluklarda onursuzluk görmezler.
Çünkü en büyük “onursuzluğu” yaparak yıkmayı hedefledikleri devleti vergileriyle, askerlikleriyle, onun mahkemeleri, evraklarını tanıyarak vs. aynı zamanda yaşatırlar.
Yani düşmanı oldukları devlet ve milletle uzlaşmak zorundadırlar onu yıkabilecek koşullara ulaşabilmek için.
O halde, her sosyalist ve demokrat ne kadar içinde yer aldığı millet ve devleti yıkmayı hedeflerse hedeflesin, bunları yapmadığı sürece aynı zamanda vergisiyle, askerliğiyle, eğitimiyle, kağıtlarıyla o devleti tanıdığı ve ayakta tuttuğu için, yani “takiye” yapmak zorunda olduğu için, o devletin ve milletin yaptıklarından sorumludur. Yani istediğimiz kadar Türklüğün düşmanı olalım, Türk olmaya devam ederiz. Sosyalist veya demokratik hedef ve inançlarımız bizi örneğin Türk olmaktan çıkarmaz.
O halde her demokrat öncelikle düşmanı olduğu ve yıkmayı baş görev edindiği “kendi” devlet ve milletini zayıflatacak, yıkacak gelişmeleri ve güçleri desteklemekle yükümlüdür.
Hele kendi devleti ve milleti egemen ve ezen ise, yine aynı gericilik içinde bile olsa, başka bir milleti ve devleti eziyorsa, onun görevi o ezilenden yana tavır koymak onu desteklemek olabilir.
Bu durumda bir sosyalistin tavrı, “kendi” devlet ve milletini zayıflatacağı için, Kürtlerin devlet kurmasına veya ayrılmasına veya mücadelesine destek olmaktır.
Kürtlerin ayrı bir devlet kurması demokrasi anlamına gelmez.
Çünkü o devlet de tıpkı Türk devleti ve diğer devletler gibi, kendini ve ulusu bir dille, bir tarihle tanımlayacaktır; ulusun ve devletin bir dille, dinle vs. tanımlanmasına karşı olmayacaktır.
Yani desteğin gerekçesi, “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” gibi, tarih ve toplum üstü, aslında ulusu bir dille veya dinle tanıma hakkından başka bir anlama gelmeyen anti demokratik, eşitliğe karşı bir hakkı savunmak olamaz.
Desteğin gerekçesi, Türklükle tanımlanmış bu egemen devleti ve milleti zayıflatacağı olabilir.
Demokratın Baş Görevi
Türkiye’de yaşayan bir sosyalistin ya da demokratın acil görevi bu Türklükle (ve Sünni Müslümanlığın çok özel devletçi bir yorumuyla) tanımlanmış devleti yıkmak; ulusu bir dille, dinle, tarihle tanımlanmaya karşı tanımlayan ve merkezi ve bürokratik olmayan bir demokratik devlet ve ulus kurmaktır.
Demokratik bir ulusta Kürtlüğün ya da Türklüğün politik bir anlamı olmaz. O tıpkı gerçekten laik bir ulusta ve devlette dinin kişilerin özel sorunu olması gibi özel bir sorun olur. Üç kişi bir araya gelip istediği dini kurabilecekleri gibi istediği ulusu kurabilir.
O halde sosyalistin veya demokratın savunması gereken ilke, “ulusların kaderini tayin hakkı” değil, ulusu bir dille, dinle, kültürlü, tarihle vs. tanımlamayan bir ulus ve devlet oluşturma hakkı olabilir.
Bugün yeryüzündeki ulusların ve devletlerin hiç birisi bu hakkı tanımamaktadır.
Sosyalist ve demokratlar da bu hak için savaşmamaktadırlar.
Kendisi de gizli bir varsayım olarak ulusu bir dille, dinle, tarihle, kültürle tanımlayan bir milliyetçi olan Marks’ın “Ezen bir ulus özgür olamaz” sözüne atıfla demokratın ve sosyalistin parolası: “Ulusu bir dille, dinle, kültürle, tanımlayan ulusları ezen bir ulus özgür olabilir”dir.
Demokratik bir cumhuriyet ve ulus, ulusun bir dille, dinle, soyla, tarihle tanımlanmasını kabul etmeyen, kendisini ve ulusunu böyle tanımlamaya karşı tanımlayan bir ulus ve cumhuriyet olabilir.
O halde demokrat ve sosyalistlerin görevi, önce “kendi” devlet ve uluslarının bir dille, dinle, soyla, tarihle tanımlanmasını ortadan kaldırmaktır.
Yani türkleri Türklüğe karşı mücadeleye sokmak ve çekmektir.
Tıpkı ilk İslam’da, puta taparların puta taparlığa karşı mücadeleye girmeleri gibi. Yani Türklerin kendilerine, nefislerine karşı kutsal bir savaşa girmeleri gerekmektedir.
Türkler ancak Türklüğe karşı mücadele ederek demokrat olabilirler ve Türklük kişilerin özel bir sorunu olabilir.
Bu program savunulduğu takdirde, Türkler böyle bir dönüşüm geçirmeye başladığı takdirde, Kürtler onlardan da hızlı Demokrat olmaya başlarlar.
Çünkü o zaman kendini Kürtlükle tanımlayan bir devlet olmadan da demokratik bir cumhuriyetin ve ulusun eşit yurttaşları olabileceklerini Türklerden çok daha iyi ve hızlı görebilirler.
Ama buna daha çoook yol var.
Çünkü Türkiye’nin (hatta bütün dünyanın) bütün sosyalistleri bile birer gerici milliyetçiden başka bir şey değildirler.
Çünkü hala gerici milliyetçiliğin, yani ulusu bir dille, dinle tanımlayan milliyetçiliğin sloganı olan, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı savunuyorlar ve referandum karşısındaki tavırlarını bu ilkeyle belirlemeye çalışıyorlar.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, ulusu bir dille, dinle, tarihle, kültürle tanımlama, böyle eşitsizliğe dayanan uluslar ve devletler kurma hakkından başka bir şey değildir.
Gerçek demokratlar ve sosyalistler ise, ulusu bir dille, dinle, tarihle, kültürle belirlememe, böyle belirlemeye karşı belirleme hakkı için savaşırlar ve savaşmalıdırlar.
Ve üstüne üstlük, bu henüz ulusların ve ulusçuluğun aşılması bile değildir.
Sadece demokratik bir ulusun ve ulusçuluğun savunulmasıdır.
Bunu ulusçuluğun aşılması, ulus devletin aşılması olarak görmek veya tanımlamak, ulusların tarihe, dile, dine, soya, kültüre, ortak yaşantıya, dayanan insanların kabulü dışında var olan toplumsal yapılar olduğunu kabul etmekten başka bir anlama gelmez.
Ama ulusları böyle tanımlamak tam da gerici ulusçuların ulus tanımıdır. Yani tamı tamına gerici ulusçuların ulus tanımını kabul etmekten, yani demokrasiyi savunur gibi görünürken gerici ulusçuluğu yeniden üretmekten başka bir anlama gelmez.
Ulusların tarihi yoktur.
Onlar din gibidirler. Aslında modern toplumun dini olan Aydınlanma’nın karşı devrime uğramış biçiminden başka bir şey değildirler.
Uluslar olduğu için ulusçular değil, ulusçular olduğu için uluslar vardır.
Sosyalistler ve kendini demokrat olarak görenler gerici ulusçular oldukları için, yani ulusların bir dil, din, tarih, kültür vs. ile oluşmuş, sınıflar gibi, insanların kabulleri dışında var olan şeyler oldukları varsayımına dayandıkları için, bugün dünyayı gerici uluslar ve ulusçuluklar kaplamıştır.
Kendi yanlışımızın sonuçları karşımıza, o yanlışlardan kurtulmamızı adeta olanaksız kılan nesnel koşullar olarak dikilmektedir.
Demir Küçükaydın
25 Eylül 2017 Pazartesi
https://demirden-kapilar.blogspot.com/2017/09/barzaninin-referandum-hamlesi.html
sevgili kaan , yeni mesleğinde başarılar, hukuk kalmasada avukatlık önemlisenin doçentliğini kutluyorum, bu konuda doktora vermiş bir halin var,ben her düşüncenin kutsal olduğuna inanan biri değilim.ama düşüncenin açıklanma hakının kutsallığına inanıyorum.dünyanın sağa kaydığı ortamda , türkiyenin dahada sağakaydığı bir gerçek,tıpkı önceki solcu halinin bir abartma olduğu gibi.izmir marşı bir tornistan olabilirde buna birde haluk leven tin bilmediği konuları eklemiştir eklediği kişileri hiç tanımazmarşlardaaraklama yapılabilir.senin var olmamı kabul etmemenlede ben var olmam.dün vardık bugün varız yarında çoğalarak var olacağız.
Benedict Anderson’in ulusların hayali varliklar olduğunu gösterdiğinden bu yana yaklaşık 30 yıl geçti. Lenin’in 100 yil once kim bilir hangi reel politik kaygılarla sahip çıktığı ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını “dinimizin sartıdir” diye savunmak bana açıkçası sacma geliyor. Marksist olsak belki ama anarşistler ve ozgurlikculer için, “akidemizin kutsal sartlari” diye bir sey yoktur, diye düşünüyorum. Evet, bunca eziyet gördukleri için Kürtler kendi yoluna gitmeli elbette ama bu olgu, milli şairlerin, milli tarihlerin, hayali ve metafizik bir varlık olarak milletlerin (milyonlarca insanın tek bir varlığın parçası olması) ilerici bir yanı olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Küçükaydın haklı beyler! ; Anarsistlerin uzlastigindan bahsediyorsun. Sosyalistler ne zamandan beri devlete karsi? sizler kapitalizme karsi degilsiniz, kapitalistlere karsisiniz. Marksist leninstler yasal parti kurarlar, secimlere girerler, turk bayragi tasirlar, Kemalizme dokunmazlar, bagimsiz ulke olmalarini isterler, vatanseviciler. Devrimci bireyler; bazilari isyeri acip zengin olur, vakif kurup para yerler, Dernek acip köselerinde burokratlik yaparlar. Askere giderler, dügün ve feodal eylencelerindende geri kalmazlar. Emlakci ve dukkanci sosyalistler vergide veriyor, ataturkun resminide asiyorlar. SOSYALISTLER siz Ne zamandan beridir Devlete karsisiniz?. Koca bir yalan. Her teoriniz devlete cikiyor. Her solaganiniz iktidara cikiyor. Vicdani redci Maksist gostersenize? Hangi ML örgüt militarizme karsi? Bay demir siz ne aldiniz? Kafaniz iyi herhalde. Anarsistlere bu kadar atip tutugunuza gore, bir komleksiniz var. Cunku Anarsistler devlete karsidir, milliyete karsidir, vatana karsidir, demokrasiye karsidir, otoriteye karsidir, hiyararsiye karsidir. Tüm bunlarin karsisinda Engels ve Mark Anarsistlere azgin bir sekilde saldirmistir. Bakunin sizin kurdugunuz Sovyetlerin nereye varacagini yillar once gördü ve söyledi. Utanini , birde kalkmis yalan söylüyorsun. Sol dedikleriniz CHP kampanyalarinin arkasinda yuruyen ve eyleme davet cigliklari atan, ulusun bagimsizligini isteyen sizler degilmisiniz. Sen istedigin kadar lafla bay demirkucukaydin . Belgeler, tarih ve pratik gosteriyor. sosyalistlerin milliyeci ve devleti olduklarini. Ac tavuk kendini dari ambarinda hissedermis. isterseiz sizin miliyetci, devletci solaganlarinizi siraliyayim mi?
Necip, iki yuzlulugu, cirkefligi, beyninden pislik sacmayi birak.
16 Nisan 2017 referandumunu ‘dikte eden’ diktator Erdogan’i hakli gostermek icin laf cambazligindaki ustaligini sergiliyorsun, ama, 25 Eylul 2017 referandumunu ‘dikte eden’ diktator Barzani’yi bir kasik suda bogmak icin yine bu sitede antrenman yapiyorsun.
Sen ilk once tutarli olmayi, durust olmayi ogren kapitalist nemrut Necip.
Teknik hatalarinizi bende duzeltecegim.
Catalan,bask ispanyanin 11ayaletlerindendir.turkiyede Kurdistan ozerkligi gibi..
Evet milletler heryerde karismis..su turkler kadar karismis millet varmi?dilleri karismis,dinlerin karismis
Padisahlarinin ananasinin anasi bile gavur. Bunlara degil devlet millet demek bile bin sahit ister..!
YouTube de bir kazaklinin,birde azerinin demesi,onlar Iran,Mirandan gitme,bizle ilgisi yok ne duzgun turkcesi,nede duzgun bir Türk degil.karismis.yuzde 1-2 belki turktur.ayrica onlar dinciler..
Yanlismi?
Turkiye devleti kuruldugundaki nufuzun cok ustunde kurtlerin sayisi.gelismik yonu ise haliyle kiyaslanmayacak kadar ileridirde..
Du ulkeler onemlimi..bu ulkeler onemlimi yada bir insana sen soyle yasayacaksin,boyle yasayacaksin,hele bunu baska millete zorluyacaksin.. bunlari tartisacak degilim.haklisin derim.dunyanin ne onemi var hapini unutma derim.kim kurarsa kursun kurdistani.kim kurtarirsa kurtarsin kurlerin ozgurlugunu..kahramandir..yuzde 1 der olsalar..simdiye kadar onlarin yasamlarina karistin..gelecekteki yasamlarina karisma aliskanligindan kurtulmanin tibben zamani artik!
Kucukaydin’in yukaridaki yazisinda soyle bir pasaj var:
“Öte yandan, hukuksal olarak en azından yaygın uygulama ve kabullerle, bir ülkede veya bölgede yaşayanlar istedikleri zaman istedikleri konularda referandumlar, eğilim yoklamaları, seçimler vs. yapabilirler. Böyle karar ya da danışma veya eğilim belirlemeleri orada yaşayanların kendi bilecekleri bir şeydir. Bunun için kimseye soru sormaları veya izin almaları gerekmez.”
Kucukaydin, bunu neye dayanarak soyluyor?
Boyle bir kural vardi da benim neden haberim yok?
Birisi lutfen bana bunu teyid etsin; cunku, ben de (mahalleyi ikna edemem belki ama, en azindan) bizim apartmanda oylama yapip bagimsizlik ilan etmek istiyorum.
O da olmazsa, bizim dairenin bagimsizligi sozkonusu olur –ev halki beni dinler herhalde.
Bagimsiz olunca, devlete/belediyeye vergi filan vermemek gibi avantajlari var; cazip bir cozum olacagi kesin.
Sicagi sicagina haber!
Baskan delidogan konustu.kosovalilara devlet kurmak okadar kolaymi?dedi
1.5 milyon nufusunla ne guzel ozerkliginle ,kosava adinla,kendi kendini yonetiyordun dedi.sirplar yemedi yedirtdi.niye nankorluk yapsiyorsun diye cikisti.herturlu onlem Slip kosovalilarin,ac,susuz birakacagini,sirplarla diger ulkelerle ski diplomatik,casusluk iliskilerine gireceklerini acikladi.
Ote yandan Irak Kurdistandanina bagimsizlik,ve devlet kurmalari icin askeri.diplomatik,ekonomik,insani yonden her turlu yardima baslayacaklarini acikladi!
Haber yanlismi?!!!
Delilerle boyle konusulur..
Necipistan kurmak isteyen necip beye de Bol sanslar..kendini ulusla kiyaslanamaz deliligine kimse ulasamadi..
“Teknik hatalarinizi bende duzeltecegim.”
Iyi olur.
Hic kimse hatadan munezzeh degil.
Ve, sadece teknik olanlari degil; hangi hatami gorup duzeltirseniz mutesekkir olurum.
“Catalan,bask ispanyanin 11 eyaletlerindendir. turkiyede Kurdistan ozerkligi gibi..”
Bu konu apayri bir konu.
Onu konusacak isek, o zaman, daha bir genelleyip, Turkiye’nin geri kalan kisminda da ozerklikleri konusmak gerekir –daha dogru olur.
Bir tur bir prensip olarak vazetmem gerekirse, bolgesel ozerkliklere ben sicak bakmiyorum.
Sebebi de basittir: Ozgurluk filan taniyoruz diye baslayan boyle bir surec, kisa zamanda, derebeyliklere gider. Boyle bir sonucun da, benim gibi siradan insanlar icin, olumlu/hayirli olacagini dusunmuyorum.
Bu dediklerimle hemfikir olmayabilirsiniz; onu tartisabiliriz.
Ama, Kurdistan ozelinde bir farklilik/ayricalik onermemi benden beklemeyin.
“Evet milletler heryerde karismis..su turkler kadar karismis millet varmi? dilleri karismis, dinlerin karismis”
Evet. Yukarida bir yerde Nisanyan da bunu soyluyor ve hem ona hem de size katiliyorum.
Fakat, bu dediklerinizden (ve Nisanyan’in da dediklerinden) zaten su da cikar: Turkiye’de, devlet denen sey, bir ‘irk’a dayanmaz. Dayanamaz, cunku genetik seviyede oyle bir ‘irk’ yok.
Eger bunda mutabik isek, sanal seyler uzerinde cok fazla kafa yormak anlamli degil bence.
Yani, Kurtlerin devleti, Turklerin devleti (ya da sunlarin bunlarin devleti) cinsinden degil de, belli bolgelerde, ya da belli cografyalarda yasayan insanlarin (ki, bunlarin homojen bir ‘irk’ olmadiginda herhalde mutabikiz) hizmet gormesi ve ‘adam/insan/vatandas yerine konmasi’ konusunu konusmak bence cok daha akilci/rasyonel.
“yuzde 1-2 belki turktur. ayrica onlar dinciler..”
‘Dinci’ olup olmadiklarini ben bilemem. Oyle olsalar bile, bu, onlari yok farzedebilmek icin mesru bir sebep degil bence.
“Turkiye devleti kuruldugundaki nufusun cok ustunde kurtlerin sayisi. gelismik yonu ise haliyle kiyaslanmayacak kadar ileridir de..”
Bu doru olsa bile, hala daha ‘Kurtler’i homojen bir kitle sayiyor olmak handikapiniz devam ediyor.
Birey bazinda bakarsaniz, bence, hem Kurtler, hem Turkler (hem de baskalari) ‘homojen’ diyemeyecegimiz kadar cesitlilik arzeder.
“kim kurarsa kursun kurdistani.kim kurtarirsa kurtarsin kurlerin ozgurlugunu.. kahramandir.. yuzde 1 de olsalar.. simdiye kadar onlarin yasamlarina karistin.. gelecekteki yasamlarina karisma aliskanligindan kurtulmanin tibben zamani artik!”
Yok. Ben bu bakisi fazlasiyla Jakoben (ya da Kemalist) buluyorum.
Yani, Kemalistlerin yaptigi hatayi tekrarlamak olarak goruyorum.
O yuzden, katilmiyorum.
Yuzde 99’a hic sormadan etmeden, yuzde 1’in getirecegi ‘ozgurluk’ler, cok olsa, yuzde 1’in isteklerini karsilar.
Ben, boyle ozgurlukcululukleri ne samimi bulurum, ne de ciddye almagi dogru bulurum.
“25 Eylul 2017 referandumunu ‘dikte eden’ diktator Barzani’yi bir kasik suda bogmak icin yine bu sitede antrenman yapiyorsun.”
Bu dedikleriniz dogru/isabetli degil: sizin, kisisel, gorusunuzdur.
Benim, Barzani ile, dogrudan bir sorunum yok.
Barzanistan’da da isim yok –yani, maddi bir cikarim filan sozkonusu degil.
Soran olursa, kurulacak olan devlet hakkinda goruslerimi (oradaki ahali acisindan endiselerim dahil) soylerim.
Siz begenirsiniz, katilirsiniz ya da begenmez veya katilmazsiniz.. o sizin bileceginiz bir sey.
Ne soyleyecegimi size onceden sormak ihtimali sozkonusu olmadigindan, kendinizi fikir/beyan/ifade muhtari/kahyasi sa[n/y]maniz abes.
Begnmediginiz seyleri okuMAzsiniz, olur biter.
Kapitalist nemrut Necip, cimbiz kullanmakta da ustasin.
Mesele, senin tutarsiz olmandir, iki yuzlu olmandir.
Kaytarma yapmadan, cevap ver:
’16 Nisan 2017 referandumunu ‘dikte eden’ diktator Erdogan’i hakli gostermek icin laf cambazligindaki ustaligini sergiliyorsun, ama, 25 Eylul 2017 referandumunu ‘dikte eden’ diktator Barzani’yi bir kasik suda bogmak icin yine bu sitede antrenman yapiyorsun.’
Ilk once, nicin bu iki yuzlulugu yaptigini izah et.
Demir Küçükaydın:
““Uzlaşma yok” bir anarşist palavrasıdır.
Bu nedenle sosyalistlerin ve demokratların “onuru” olmaz. Küçük burjuvaların onuru olur. Çünkü onlar en büyük onursuzluklarda onursuzluk görmezler.”
“Uzlaşma var” bir Marksist palavrasıdır.
Bu nedenle anarşistlerin “onuru” olmaz. Küçük burjuvaların onuru olur. Çünkü onlar en büyük onursuzluklarda onursuzluk görmezler.
DEVAMI
‘Yuzde 99’a hic sormadan etmeden, yuzde 1’in getirecegi ‘ozgurluk’ler, cok olsa, yuzde 1’in isteklerini karsilar.
Kapitalist nemrut Necip, bu yazdiklarin, 16 Nisan 2017 referandumunu ‘dikte eden’ diktator Erdogan icin de gecerli mi?
‘Yuzde 99’a hic sormadan etmeden, yuzde 1’ oldugunu zannedip, 16 Nisan 2017’de referandumu dayatan diktator Erdogan’a hic toz kondurMAmanin nedenleri ne Necip?
Diktator Erdogan’in kicini nicin yaliyorsun kapitalist nemrut Necip?
Iyi,guzel.kurtlerinde icinde seyit story sinde oldugu gibi karisanlar var vede devlet kurmak icin Engel degil ohalde.
Ayrica o seyhlerinde mahkemede kurtce ifade vererek o sekilde konusmasi daha anlamli..
Neyse zeytin yagini cok yemise benziyorsunuz..oda ii..
Panturkizm,pankurdizmi kimse tartismiyor.
Barzaniyi fazla bilmem ama Israelin destek veriyor olmasi sasirtici degil. Cunku bir milleti yok etmenin,baski altinda yasamanin ne oldugunu israillerden daha iyi bilen olamaz..
Ulkeler fasistlerin dedigi gibi rekabet,yaris, dusmanlik uzere kurulmaz.her ulkenin digerine yarari vardir..
Referandumda zaten sonucu belli.ezici cogunluk kahramanlarini destekliyor..
Turkiyede ,istNbul, Izmir.ankara,Adanada destek yuruyusler yapilmalidir.keske bulent uluerde megafonla basinda olsaydi..
http://marksist.net/oktay-baran/irak-kurdistaninda-referandum.htm
Suriye yönetiminden flaş ‘özerklik’ açıklaması!
Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, DEAŞ’ı yendikten sonra Suriyeli Kürtlerle özerkliğin konuşulabileceğini açıkladı.
Suriye yönetimi, terör örgütü DEAŞ’ın yenilgiye uğratılmasından sonra Kürtlerle özerkliği konuşabileceklerini açıkladı. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, gelecekte müzakere edip bir formül bulabileceklerini söyledi.
Russia Today’e konuşan Muallim konuyu, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumuyla ilgili soruya yanıtında gündeme getirdi. Muallim bağımsızlık referandumu hakkında “Bu meseleyi kategorik olarak reddediyoruz ve Irak’ın birliğinden yanayız” dedi.
‘MASAYA OTURABİLİR, MÜZAKERE EDEBİLİRİZ’
Muallim, “Suriyeli Kürtler Suriye Arap Cumhuriyeti’nin sınırları dahilinde bir tür özyönetim istiyor ve bu mesele müzakere edilebilir, tartışılabilir. Ve DEAŞ’ı ortadan kaldırdıktan sonra onlarla masaya oturup geleceğin nasıl şekilleneceği üzerinde anlaşabiliriz” diye konuştu.
http://www.hurriyet.com.tr/suriye-yonetiminden-flas-ozerklik-aciklamasi-40590748
Kuzey Kore ve Küba da Kürd olmamasi ne büyük sanssizlik Amerika icin
“Referandumda zaten sonucu belli. ezici cogunluk kahramanlarini destekliyor.”
🙂
[Su vieoyu izlemenizi oneririm: https://www.youtube.com/watch?v=PKTp15Tu2og
Cocuk ne de guzel seyler soyluyor.. Akilli/akilci degil, ama guzel. Ozgurluk konusunda laf etmek de hep boyle degil midir zaten.]
Bugun, ‘tam bagimsizlik istiyor musunuz?’ diye bir soru ile referandum yapilsa, eminim, Turkiye’deki secmenin de yuzde en az 99’u can-i gonulden ‘evet’ der.
Soru anlamli midir, degil midir, kimse bakmaz..
Herkes mesrebine gore ozgurluk/bagimsizlik/huzur/refah/zenginlik/saglik/sihhat ister.
Mesele, herkesin farkli olan beklentilerinin nasil cevaplandirilacagi, yani ‘vaad’in icinin nasil doldurulacagi..
Barzanistan’da buna yonelik henuz bir sey soylenmis degil.
Isin dogrusu, soylenmesini de beklemiyorum: Durduk yerde birilerini hayal kirikligina ugratmanin ne alemi; birakin ozlem ve hasretle nurlu gunler beklesinler. Siyaset bunu gerektirir.
“Keske Bulent Uluer de megafonla basinda olsaydi.”
Ne diyebilirim ki..
Sagliginda cok etkili olmus, siyasi hayatimizda silinemez izler birakmis birisinden bahsediyorsunuz cunku..
Kürtlerin muhtesem yolculugu devletsiz bir halktan Petrol ve dogalgaz zengini bir Ulusa (suriyedeki deyr ez zor dogal gaz kaynaklarinin fethinden sonra) Haydi solcular enternasyonalist dayanismaya:)
Necip [zeka ve bilgice] büyüktür ama [bazen] mide bulandırır [ve zeka ve bilgisini böyle kullanması yazıktır].
Suudî Arabistan Krallığı ve Erdoğanî Türkiye Cumhuriyeti
“Suudi Arabistan’da kadınların otomobil kullanmasına izin çıktı” haberinin altındaki bir okuyucu yorumu:
“biz geri gidiyoruz araplar moderleşiyor.kıyamet günü mü yaklaşıyor hayırdır inşallah”
%1 olsada olur halkin destekli,desteklemek zorunda kalmasi nedeniyle soz konusu olur.
Barzani, PKK onderlik ediyor.baska grup.parti varsa isteyen onlari destekler..
Olumlu birsey yaptiginda akpyi bile o an icin desteklenir..ki mutlaka vardir..birara kürt acilimi yapmisti.cok desteklenir.birara kürt acilimi baslatmisti.destek olmustum.kayndirmis megerse!
Bulent uluer kendini biliyor.teorisyen falan degildi.ama sosyal olaylarda heycanli yapisiyla , Mikrofon U iyi kullanmasiyla,son zamanlarda kürt sorununa cok ilgilenmesi nedeniyle ona yakisirdi..
Tum bolgede orman yaniyor.4 ulke yaniyor..sen ordan cocuk oyunu oynuyon daha..muthis guzel seyler olacak.herkes icin renkli olacak.. cocuklar gibi sevinin.
Devlet, ulus, bağımsızlık, özerklik gibi soyut tartışmalar bir yana bırakılıp şu somut adımların uygulanmaya başlanması gerekir;
1) Dünyadaki bütün devletlerin bütün silahlı güçleri (ordu, polis, jandarma, koruculuk, sahil güvenlik, özel güvenlik, taşeron milis ve örgütler) tamamen lağvedilmelidir.
Böyle bir durumda güvenlik toplumu yok edecek derecede ortadan kalkmaz, hayat eskisi gibi devam eder. En fazla mevcut savaş (bu durumda ordular yerine başka gruplar arasında), cinayet, katliam, terör, hırsızlık, gasp, asayişsizlik olayları eskiden olduğu seviyelerde devam eder. Dolayısıyla insan neslini yok edecek şekilde daha kötü bir duruma yol açamaz.
Bunlarla geçinen insanların başka geçim yolları bulabileceği, bulamasalar ve bunun sonucunda işsizlik, yoksulluk, açlık ve ölümle karşılaşsalar bile bunun da toplumu yok etmeyeceği, çünkü şimdiye kadarki işsizlik, yoksulluk, açlık ve bunların neden olduğu ölümlerin insan neslinin tükenmesiyle sonuçlanmadığı da ortadadır.
2) Dünyadaki bütün devletlerin bütün sınırları ortadan kalkmalı, herkes kimlik kontrolü, pasaport, vize olmadan istediği yere gidebilmelidir.
Böyle bir şeyin de mülteci krizlerini tırmandırıp toplumu yok etmeyeceği, aksine, en ileri ve en geri ülkeler arasındaki mevcut uçurumu ortadan kaldırarak bunlara bir son vereceği ortadadır.
3) Devlet eğitiminin zorunluluğu ve bu eğitimde dayatılan bütün resmi ideolojik, etnik, dini unsurlar tamamen ortadan kaldırılmalı, bütün bu resmi ideolojiler, etnik kimlikler ve dini inançlar tamamen kişilerin özel hayatına hapsedilmelidir.
Bunların insanları bir arada tuttuğu ve ortadan kalkmaları durumunda toplumun yok olacağı da artık söylenemez. Aksine, eskiden toplumu birleştirir iken artık onun parçalanmasına neden oldukları açıktır.
https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201709251030302090-rus-uzman-abd-isid-is-birligi/
Yalanmidir? Sanmiyorum…
http://haber.sol.org.tr/dunya/sdg-komutani-abdnin-suriyede-kalmasini-istiyoruz-sdgyi-birlikte-kurduk-211237
Yorumsuz
Türklerin muhtesem yolculugu Osmanlı tebaası bir halktan NATO ve AB zengini bir Ulusa (Güney Kürdistan’daki dogal gaz kaynaklarinin fethinden sonra) Haydi solcular enternasyonalist dayanismaya:)
“%1 olsa da olur halkin destekli, desteklemek zorunda kalmasi nedeniyle soz konusu olur.”
Bu dediginizin Turkceye tercumesi, ‘topuzumun hakki icun’dur.
Yani, ‘guc (topuz) bende; itiraz edenin kafasina elimdeki topuzu indirir ve itirazi gideririm’..
Gercek hayatta bu yaklasimin yeri yok mudur? Vardir, tabii ki.
Ama, kendi halkina (ahaliye) karsi bu yontemi kullanmak, bence, faydadan cok zarar dogurur –orta ve uzun vadede.
Bu yuzden, ben, yeralti orgutlenmesi ile (ve bu tur orgutlenmenin zorunlu kildigi sekilde) dar katilimli bir kabal tarafindan ortaya cikarilacak ‘onderlik’lere itibar etmiyorum.
Zaman alacak olsa da, daha zor ve mesakkatli olsa da, genis katilimli, ahalinin her kesiminin sozunu soyleyebilecegi bir surec bence daha saglikli sonuclar verir.
‘Sol’un bu surecte oynayacagi cok onemli roller var; ama, heyhat, ‘sol’ dedigimiz kesimler –zaman icinde– dar kliklera (faksiyonlara) donustuler ve bu onlari daha fazla militanize etti.
Yani, kendi ‘dogru’lari haricinde baska kimseyi –hicbirseyi– duymaz, dinlemez hale geldiler. [Bunu, kendi aralarindaki fiziksel siddetlere (ve cinayetlere) varan catismalardan da gorebiliyoruz.]
Ben, buna, ‘cocuksulasmak’ diyorum. ‘Cocuksulasmak’ (zihinsel anlamda), soyut (ve cogu zaman ici bos veya ici doldurulamaz) kavramlarla baskalarina dayatmalarda bulunmak tesebbusudur ve –daha da beteri– bunu suret-i haktan gormektir.
Kisacasi, ‘cocuksu’lasmis ‘sol’umuz, ‘muzakere’ denen seyi unutmus (ya da duymak bile istemez hale gelmis), kendisini butun ‘dogru’larin sarsilmaz temsilcisi sayar hale gelmis..
Baska bir bakis acisiyla, herbiri birer ‘peygamber’ sayar olmus kendisini –ya da, yuzde 1’den olusan kollektif bir ‘peygamberlik’… baska herkes ‘kafir’, ‘zindik’ ya da –en azindan– ‘hain’..
Bu yaklasimla bir yere varacagimiza dair benim bir umidim kalmadi.
“Barzani, PKK onderlik ediyor. baska grup, parti varsa isteyen onlari destekler..”
PKK ile baslayalim.
Kurulusunda ‘Urbanization of Vietnam’in cok fazla izi var. Yani, dagda tasta serpisik insanlari kontrol etmek zordur; onlari duze indirmek, topluca bir arada olacak sekilde duzenlemek gerekir. Boylece, bir karakol ile binlercesini kontrol altinda tutabilirsiniz. Dahasi, ucuz isgucu ve pazarda tuketici haline gelirler. Yani, bazilarimizin cok sevdigi kelime olan ‘kapitalizm’e katkida bulunurlar.
PKK, bu ‘hizmet’i cok uzun yillar boyunca ‘basariyla’ yerine getirdi. Ve, buz ‘hizmet’ bir ‘beka’ filan sorunu degildi; sadece bir ‘asayis’ sorunuydu ‘devlet’ acisindan.
PKK’nin donusumu ve donusturulmesi surecinin analizine devam etmek isterdim ama bu baslik latinda luzumsuz.
O yuzden sadece sunu soyleyerek devam edeyim: PKK, kurulus itibariyle, bagimsizlik filan pesinde olan bir orgut degil. Hala daha da degil. ‘Onderlik’ de hala daha o eski kadrodan olusuyor. O/bu ‘onderlik’ten beklenebilecek seyler kisitlidir.
Barzani’ye gelecek olursak. Hikaye daha farkli. Var olmak, yok olmak arasinda kalmislikla baslayan bir hikayeden bahsediyoruz. Dolayisi ile, ucunda bagimsizlik olan bir hareket diyebiliriz.
Burada bir tek sorun su: Gol hem cok sig hem de kucuk.. Esasen bir asiret yapilanmasindan bahsediyoruz. Her ne kadar tarihte asiretlerden devletler cikmissa da, dinamikleri daha farklidir. Disaridan kadro devsirebilenler basarili olmuslardir.
Barzanilerde ise bunu pek goremiyoruz. Butun detaylara hakim olmamakla beraber, Barzanistan’da nereye baksam, hangi onemli makamda kimin oturduguna baksam, hep ‘Barzani’ soyadli birisini goruyorum.
Umarim yaniliyorumdur; ama, eger bu dogruysa, bence, buradan bir devlet cikmaz. Yanlis baslangictir cunku.
Yazi yinje uzun oldu. Daha fazla uzatmak istemem.
Ama, sunu soylemek isterim: Ben, Kurtlerin (ya da kendisine Kurt diyenlerin) baska bir yerde devlet aramasini hep yadirgadim. Kurucusu olduklari bir devlet zaten var. Ondan dislanmis olmalari ise, bizim (bizim, yani kendisine Kurt demeyenlerin) hatasidir.
Biz, yani kendisine Kurt demeyenler, bu hatamizi duzeltmeliyiz.
Ama, yapamiyoruz.
Bu noktada iki temel sorumlu aklima geliyor:
1) Basini kuma gommus, kendi ‘dogru’larindan milim sapmak istemeyen, muzakereye kapali, estetik/ideolojik sebeplerle, ulkenin dogusunu yok sayan, onemsiz sayan ‘sol’umuz.
2) Balkan Oligarsisi ve murtezikasi. ‘Iktidar’i paylasmak istemeyen, korkan; ve bu ugurda olmadik seyler yapan bir kitle.
“Bulent uluer kendini biliyor. Teorisyen falan degildi. Ama sosyal olaylarda heycanli yapisiyla, mikrofonu iyi kullanmasiyla, son zamanlarda kürt sorununa cok ilgilenmesi nedeniyle ona yakisirdi..”
Seyir sporlarinda amigolarin, tabii ki, yeri onemlidir.
Becerikli bir amigo da, iyi bir performans sergileyebilmek icin, galeyana getirebilecek kalabaliklara, taraftar kitlelerine muhtactir.
Bu bakimdan, ‘son zamanlarda kürt sorununa cok ilgilenmesi’ pek de sasirtici olmasa gerek.
“Tum bolgede orman yaniyor. 4 ulke yaniyor.. sen ordan cocuk oyunu oynuyon daha.. muthis guzel seyler olacak. herkes icin renkli olacak.. cocuklar gibi sevinin.”
Cocukluk etmemek lazim.
Sizin ‘muthis guzel seyler olacak’ dediginiz sey, korkarim, ciddi bir herc-u merc anlamina geliyor.
Bu bakimdan, bana, bizim ufuksuz ve devirmeci solumuzu hatirlatiyor…
‘guc (topuz) bende; itiraz edenin kafasina elimdeki topuzu indirir ve itirazi gideririm’..
Gercek hayatta bu yaklasimin yeri yok mudur? Vardir, tabii ki.
Ama, kendi halkina (ahaliye) karsi bu yontemi kullanmak, bence, faydadan cok zarar dogurur –orta ve uzun vadede.
Bu yuzden, ben, yeralti orgutlenmesi ile (ve bu tur orgutlenmenin zorunlu kildigi sekilde) dar katilimli bir kabal tarafindan ortaya cikarilacak ‘onderlik’lere itibar etmiyorum.’
TERCUME:
Diktator Recep Tayyip Erdogan’in kicini yalayan Necip: ‘guc (topuz) bende; itiraz edenin kafasina elimdeki topuzu indirir ve itirazi gideririm’..
Gercek hayatta bu yaklasimin yeri yok mudur? Vardir, tabii ki. Ornek, diktator Recep Tayyip Erdogan.
Ama, kendi halkina (ahaliye) karsi bu yontemi kullanmak, bence, zarardan cok fayda dogurur -orta ve uzun vadede Turkiye’de gozlemledigimiz uzere.
Bu yuzden, ben, yani diktatör Erdogan’in kicini yalayan Necip, yeralti orgutlenmesi ile (ve bu tur orgutlenmenin zorunlu kildigi sekilde) dar katilimli bir kabal tarafindan ortaya cikarilacak ‘Diktator Recep Tayyip Erdogan’in onderligi’ne itibar ediyorum.’
http://www.abcgazetesi.com/irak-kurdistani-halkin-iradesi-mi-asiret-sultasi-mi-65306h.htm
Hocaya sormak isterdim,e peki ne olacak ne diyecegiz kürtlere ? Arkadas Emperyalizm var eger sen Devlet kurarsan Emperyalizme piyon olursunmu diyecegiz. O zaman Emperyalizme firsat vermeden Türkiye Iran Irak Suriye bu sorunu kürtlerin lehine çözmeli degilmi? Bu çözümsüzlugu Emperyalizm kullaniyorsa , bas sorumlu Kürtlermidir? Kürt sorununu Emperyalizm suistimal etmesin diyorsa eger Tuekiye Iran Irak Suriye , bir güzel Kürdistan kurmaldirlar kardes kardes komsu komsu yasamalidirlar, yada Emperyalizmden (en azindan bu devletler) bahsetmemelidirler.
Bazi yorumlara bakiyorumda , aslinda çok basit sade ifade edilebilecek bir düsünce , önerme, gereksiz süslemeler laf eebelikleri, söz oyunlariyla Lise münazarasi, bir acayip ego, bir acayip Populism e dönüsuyor, Soyut soyut üzerine.. Yillarin Zileli si sade bir dil kullanirken öznti yorumcularina ne oluyor yahu.
Birileri öDP ye Mahir Cayan in yeni sömürgecilik , gizli isgal tezlerini animsatmali. ortadoguda Emperyalizm in bölücü politikalarindan bahsetmek onlara düsmemeliydi. Ne yani Türkiye bagimsiz bir ülkemidirki bölünmesi kaygisi bizim kaygimiz olsun. Emperyalizmin gizli isgali altindaki yeni sömürge bir ülke, Emperyalizmin dissal degil icsel oldugu bir dönemde ( Mahir Cayan böyle tespit eder) bölünse ne olur bölünmese ne olur.
Emperyalist oyunlari bozmak için Türk ordusu sinirda manevra yapiyor. Hangi Ordu? Nato generallerinin yönettigi Ordu. Yerseniz
Kürt diyemeyip ülkenin Dogusu demek ne Kadar hos:)))
“İki karşıt/uzlaşmaz çizgi:
1-Hayalleri gerçeğe dönüştüren Ulusal Kurtuluşçular
2-Gerçeği fantastik hayallere kurban eden Cehşler…”
(Nasname’nin bir Tweet’i)
Örneğin;
1- IKBY, Barzani, Nasname, Tevger, Katalonya özerk yönetimi vb.
2- PKK, HDP, DİP, Kurtuluş Cephesi, Demir Küçükaydın, Gün Zileli’nin sitesine yorum yazan zır delinin teki vb.
87 Nolu yorumcu Kurtulus Cephesi????
Hayalleri gercek yapan Ulusal Kurtulusculuk , gelecegin schovenizmidir, tanri insanligi onlardan korusun.
Your dictatorship is gone. He was weak and foolish like his Necip.
(“Your son is gone. He was weak and foolish like his father.”)
Birleşik bağımsız Kürdistan yetmez!
Türkiye, İran, Suriye ve Irak devletleri de tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Toprakları da Kürdistan’ın yanı sıra Yunanistan, Ermenistan, İsrail gibi devletler arasında bölüşülmelidir. Bir kısmı uluslararası bir manda yönetimine de bırakılabilir.
Türk, İran, Suriye ve Irak kimlikleri de ortadan kaldırılmalı, bu kimlikleri benimseyen herkes başka uluslar içinde asimile edilip kimlikleri yok edilmelidir. Çünkü Türklük, İranlılık, Suriyelilik ve Iraklılık ilerlemeye engeldirler. Ortadoğu’da ilerlemeye yatkın yegane ulusal kimlikler İsraillilik ve Kürtlük, azınlıklar içinde de Hıristiyan Arap’lar, Ermeniler, Süryaniler ve Yahudilerdir.
91 e yanit . olur
Gün bey,
Kolay okunurluk açısından, beyaz zemin, siyah yazı fontu daha tercih edilir olmaz mı? Bir deneseniz keşke…
Okumak zulme dönüşüyor biz gözü bozuklar için inanın:)
Selamlar
Aciklamama gerek yok sanirim.1 kisi dahi olsa bir milleti kurtarirsa,millet de,dunyada desteklerse…
Bosver biz en iyisi necipistan kurma hayaline donelim.belki ne kadar cocuksu dusundugu,vedevedevede asla ikna olam
arkadaşlar ilgileniyor.
“87 Nolu yorumcu Kurtulus Cephesi????”
Yalçın Küçük’tür ama mide bulandırır. Kurtuluş Cephesi ise Küçük’tür ama yazılarıyla gülmekten kırdırır. Tıpkı bu site gibi. Bu sitedeki yorumlar komedinin kralı.
“Yaşar Kaya’nın sözüyle, “ipliği pazara çıkmış” bir Yalçın Küçük’ün “deli saçması” denilebilecek tezlerini kimsenin ciddiye almayacağı iddia edilebilir. Kemal Derviş için söylendiği gibi, onun da girdiği her yeri bozduğu, yıkıp-dağıttığı da söylenebilir. Hatta “hadi canım” diyerek “küçük”senebilir. Ama sabetayist avcısı Yalçın Küçük’ün, “medya sabetayistleri”ni deşifre ederken, aynı “medya” tarafından sürekli reklamı yapılması hiç de “küçük”senebilecek bir olay değildir.”
Yeni-Osmanlıcı Efendi Bir “Bilimadamı” – KURTULUŞ CEPHESİ – Temmuz-Ağustos 2004
http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc80_3.html
Nasname’deki bir yorumcu Demir Küçükaydın hakkında şöyle yazmış;
Barzan • 5 gün önce
A§agidaki yorumda Tirk irkcisi Demir Kùçùkaydin yerine .Ali yazdim.yanli§itir.Dogrusu Tirk irkcisi Demir Kùçùkaydin olacakti.
Barzan • 6 gün önce
Kurd ulusunun dù§manlari ve vatan xainleri.
Yalçin Kuçik.
Hatib Dicle.
Dogu Perincek.
Duran Kalkan.
Av.Ahmed Okcuoglu.
Ali Kùçùkaydin.
Av.Hùseyin Yildirim.
Taib Erdogan
Mahir Sayin
Ahmed Davutoglu.
Cùmle i§galçi katilleri ve Kurdistan vatan xainleri.Olmaz ve mùsade etmeyiz dediginiz Kurdistan bagimsizlik referandumu ba§ladi.
Kurdistan bagimsizlik sava§ini referandumla resmile§tirmek istiyen Kurd ve Kurdistan parti ve orgùtlerinin TV kanalarinda onbinlerin §ahitligi ilà dùnaya devletlerine bu karardan vàz etmediklerini hepimizin gozù ve kulagina beyan ettiler.
Kurd ulusunun dù§manlari ve Kurdistan ùlkesinin bagimsizligina kast ve qarezi olan xainler:biz Kurdler coskulu ve heyecanliyiz.
çùnkù bagimsizlik tahtina ulusumuza ba§kan olacak onderlerini il ebed, ebedi olacagim muhakak.
Meselde oldugu gibi kayib kuzusunu bulan cobanin sevinci ve mutlulugu bizimdir.
Dilerim sizde kahr olursunuz.
Saldirilarinizi ve fitne ve fesad xainliginize gogsùmùz Kurdi bir §ohretli yigitlikle açik.
HODRI MEYDAN çakallar ve vatan xainleri.
Ahmedè Xani,nin ruhu §ad olsun.Sultan Selhattinin tahti serdamiza taht olacak.
Siz ise kahr olacaksiniz.
Gayr-ı Kanuni Referandumun (Başkanlık) Gayrı-Meşru İktidarına (Erdoğan) Karşı Mücadele
KURTULUŞ CEPHESİ
Gayr-ı Kanuni Referandumun (Kürt devleti) Gayrı-Meşru İktidarına (Barzani) Karşı Mücadele
NECİP CEPHESİ
‘Mahşerin Dört Atlısı’ filminde dehşetengiz atlı, bulutlu koşuda, o diktatörleri birisi, Stalin. Onu, İkinci Dünya Savaşı düzleminde savaş başarısı SSCB egemenliğinde geniş coğrafyada siyasal ve sosyal dizayncılığında değerlendirsek!? Lenin, Troçki, diğerleri…-iç çatışmalar düzleminde yanılıp fraksiyonel takım tutmacılık hatasına düşülmüyor mu?
Cengiz Dağcı’nın Yurdunu Kaybeden Adam’ında Stalin’in ezip süpürdüğü Kırım, Solohov’un Durgun Don’unda Perişan olan Kazaklar, Pasternak’ın Jivago’sunda mağdur edilen burjuva… Bu sanatçıların bu eserleri, tarihsel birer tanıklık. Stalin’i Naziler, Avrupalılar da sevmez, ancak syasal ve askeri yönünü somut yaşanmışlıklarla değerlendirirler.
Bir Türklük algısıyla bakılınca, evet, Bolşevizm, sonra Stalin diktatörlüğü, düşmanımız. Övündüğümüz Attila’nın, yakınımız Cengiz Han’ın, hayranı olunan İskender’in de birer ‘mahşer atlısı’ olduğu gerçeği!..
Stalin’i, Hitler’i, Kızıl ordusu’yla ininde basmışlığıyla, Cumhuriyetler ve Halklar Birliği başarısı- acımasızlığıyla, bir bölgeyi adeta evrensel bir kültüre ulaştırma çabasıyla… İyiliği, kötülüğü, her şeyiyle bir ‘Mahşerin atlısı’ olarak görüyorum ve sadece kötülüğüyle değerlendirmiyorum Sayın Gün.
“Bosver biz en iyisi necipistan kurma hayaline donelim.”
Yok. Yok.
Ismi ‘Necipistan’ gibi banal bir sey olmayacak.
‘Tchaghdashia’ cok daha cagdas/modern.
Referandum Fiyaskosu Ve Barzani Gerçeği
Hortlak Fiyaskosu Ve “Tchaghdashia” Gerçeği
İşgalci-sömürgeci-soykırımcı TC devletine ve arkasındaki şoven-devletçi kitlelere vurulabilecek “doğal” darbeler ne olabilir?
İstanbul ve hatta bütün Marmara’yı vuracak büyük bir deprem mi mesela?
Yoksa 15 Temmuz’u gölgede bırakacak bir iç savaş gibi “yapay” afetler mi?
Yazma ve gonderme sorunu olmustu. necipistan konusuyla yada simdi gordum,cagdasistan tekrar girelim.
Ve gorelimki bu turlerin,yakinlarimdanda bilirim,asla ve asla ikna olmayacaklar.bakalim alay ettigi apartmanan devletini koca Kurdistanla kiyaslanmasina vede kibirle cek ve slovaklarin kaybedecek birseyleri yokmus lafina. Basindan diyorum;Ge
ne ikna olmayacaktir sonsuz sacmaligini sergilesemde..
Necipistan devletini kurunca,yemek icmek, alisveris yapmak zorundasiniz.icinde gizli vergiler,ozel vergiler, Lux vergiler,tabi kdv odersin.elektrik su,cop Kanalisazyon,hastahane,itfaye ,aracin ,internetin ucreti, calisirken ssk.icin vergiler.. bitmedi..karsinizda hirsizistan diye bir baska guclu devlet var.guvenliginiz icin para odersiniz.sonuc olarak devlet kurmak soytariliktan baska birsey degil.kurdistan devletinin icindede bu apartman devletini kurabirsin.
Soraririm simdi,bu kafaylami 10milyonlarca kurde akil veriyorsun?!
Onlarin hayatini belirlemege yelteniyorsunuz?!
Begenmedigin. Cek slovak larin ihracati turkiye den fazla ve saglikli.nufuslarini toplasan bir Istanbul etmez..ayrildilar avrupa icinde birler kalkindilar.bundan iki onemli sonuc cikiyor.daha dun turkiyeye bavul ticareti yapan bu ulkeler gelismis ulkelerede verecegi ,alacagi duruma gelmistir.her iki taraf icin kazancli durum olmustur.kurdistanin ozgurlugu ve kalkinmasi turkiyeye faydasi olacaktir.kalkinmasiyla Cok ovundugunuz turkiye nerdeyse bavul ticareti icin oralara gidecek…
Ikinci sonuc sizlerin bu kafayla avrupada Isiniz olmadigidir..
Peki Sen Kimsin?
Özellikle sosyal medyada “sen kimsin?” diye hesap sormaya kalkışan karanlık tiplere sıkça rastlanır. Ve genellikle de hesap vermesi gerekenlerdir bu hesabı sormaya kalkışanlar. Bu insanların çoğu sahte hesap kullanır ve kendilerini gizlerler. Çünkü kendi kişilikleriyle ortaya çıktıklarında bırakın hesap sormayı, utanç verici yaşantılarından/geçmişlerinden dolayı konuşacak yüzleri olamayacağını bilirler. Bu karanlık tiplerin ortak özelliği bir güce dayanması ve o güç adına konuşmasıdır. Çünkü kendi bireysel kimlikleri yoktur; kendini, kişiliğini satıp bir güce angaje olmuştur. Türkiye’de ya Kemalizm ya da din vasıtasıyla devlete bağlanan bu tipler genelde devşirmedir. Türklükleri de, dincilikleri de var olabilmeleri için bir araçtır. Bu araçlar sayesinde devlete “kutsallık” atfederler ve bu “kutsal devlet” sayesinde güç olup insanları aşağılamaya kalkışırlar. Varlık nedenleri devlet/örgüt olduğu için bu kurumlara yaranmak için her şeylerini verirler. Hiç kimseyle birebir ve kendi kimlikleriyle hesaplaşamazlar; çünkü kendi başlarına bir hiçtirler. Bu nedenle, devlet/örgüt/lider savunuculuğu yapıp geçmişe dair mitolojik öğelerle süslenmiş kahramanlık destanlarıyla övünürler; kendilerinin övünülecek bir geçmişi, bir tarihi yok ki!
Osmanlı devşirme sisteminin amacı da buydu zaten! Geçmişi silinmiş, tarihi olmayan ve sadece devlete hizmet ederek varlığını sürdürebilecek zavallılar yaratmak! Osmanlı devşirme sistemi olduğu gibi T.C.’ye devredildi. Ümmetçilik ve Türkçülük adına devleti kutsayanların ve bu kutsama teorisini yapanların geçmişi araştırıldığında fazla ilerleme şansı olmaz. Çünkü ya başka dinden ya da başka milletten devşirilmişlerdir. İki-üç, hele hele dört kuşak öteye geçtiğinizde, “şanlı geçmişleri”ne rastlayamazsınız. Dahası bu gün salya-sümük ve barbarca saldırdıkları inançların, milletlerin bir ürünü olduklarını görürsünüz.
Kendi bireysel ve aile tarihleri olmadığı için, tarihi kutsadıkları devletle/örgütle başlatırlar. Bu anlayışın yerel Kemalistler vasıtasıyla Kuzey Kürdistan’a taşınması da tesadüf değildir…
Hesap vermesi gereken devşirmelerin “sen kimsin?” diye hesap sormaya kalkışmasına karşı yapılması gereken şey, ‘peki sen kimsin?’ diye hesap sormaktır. Her şeyden önce birine “sen kimsin?” diyen birilerinin önce kim olduğunu açıklayabilmesi gerekiyor. Açıklayamıyorsa, demek ki geçmişi yoktur; karanlıktır ve utanç duyduğu bir geçmişe sahiptir…
T.C.’nin başında bulunan Tayyip’in, Başkan Berzanî’ye “sen kimsin?” deme küstahlığını yaptırtan da onun devşirme geleneğinden gelmesidir…
Ortalama zekâya sahip ve biraz dünyadan haberdar olan her insan Başkan Berzanî’ye saygı duyacak kadar tanır. Çok uzaklara gitmeye ve Berzanîlerin mücadele tarihini ayrıntılı bir şekilde anlatmaya gerek kalmadan, Şêx Abdulselam Berzanî, Şêx Ehmed, Melle Mistefa Berzanî isimlerini hatırlamak yeterlidir. Buna Başkan Berzanî’nin 16 yaşından beri işgalcilere karşı mücadele eden bir Pêşmerge olduğu da eklenince, “sen kimsin?” diye sorma küstahlığını gösteren Tayyip ve tüm T.C. yöneticilerinin zavallılığı, rezilliği kendiliğinden anlaşılır…
Peki, Tayyip sen kimsin?
Üç kuşak öteye gidip övüneceğin bir aile/inanç/millet tarihin var mı?
Ne zaman Türkleştin?
“Kutsal devlet” sayesinde adam olduğunu mu sanıyorsun?
Hırlayıp gürlediğin insan 16 yaşından beri haksızlığa karşı savaşıyor…
Bu savaşta/mücadelede ailesinden binlerce kişinin ölümüne tanıklık eden Başkan Berzanî, Pêşmerge kimliğini başkanlıktan/koltuktan çok çok üstün görerek hala cepheye gidebiliyor; Üstelik hep ön saflarda ve çocukları, yeğenleri, torunlarıyla birlikte…
Peki, Tayyip sen savaş naraları attığın halde savaşa gidebilecek misin?
Burak’ı, Bilal’ı, damat Berat’ı yanına alıp savaşa gidecek cesaretin/ahlakın var mı?
YOK!
Öyleyse haddini bil! Kim olduğunun hesabını vermeden, cesaret testinden geçmeden bir daha kimseye “sen kimsin?” diye sorma küstahlığını gösterme;
Hele hele Başkan Berzanî’ye hiç yapma; REZİL-RÜSVA olursun…
29.09.2017
Haber/Yorum
NOT: T.C.’nin kurucusu ve Türklerin atası Mustafa Kemal’in babasını tespit etmek için 1937 yılında TBMM’de bir heyet oluşturuldu. Selanik’te araştırma yapan heyet Atatürk’ün babası olma ihtimali olan üç tane Ali Rıza buldu. Üçünde de aradıkları “asaleti” bulamadılar ve içlerinden en uygun gördüklerini Atatürk’ün babası Ali Rıza olarak tayin ettiler…
Nasname
http://www.nasname.com/a/peki-sen-kimsin
“Katalonya halkının doğal devletleşme hakkı için yapacağı bağımsızlık referandumunu dostça selamlıyoruz; başaracaklarına inanıyoruz;
Bir değil, iki, üç daha fazla Kürdistan/Katalonya….
Yaşasın Katalonya
Yaşasın Kürdistan!
Kahrolsun sömürgecilik ve “sol”, “demokrat”, “din” maskeli işbirlikçileri…”
(Nasname)
Niçin Türkiye’den, mesela bir Kırşehir’den – Nevşehir’den, bir Çankırı’dan – Çorum’dan, bir Erzincan’dan – Erzurum’dan, bir Yozgat’tan – Tokat’tan, bir Uşak’tan – Afyon’dan, bir Kocaeli’den – Sakarya’dan bir Newton – Einstein, bir Graham Bell – Edison, bir James Cook – Neil Armstrong, bir Jules Verne – J.R.R. Tolkien, bir James Dean – Leonardo DiCaprio, bir Adriana Lima – Kendall Jenner çıkmamış?
Recep Tayyip Erdoğan herkesin örnek alması gereken dünyanın en aydın, en kültürlü, en medeni, en mütevazı, en tatlı dilli, en nazik, en sevgi dolu, en kibar, en iyi kalpli melek gibi bir lideridir. Değil mi sn. Necip? Değil mi sn. Zileli?
“Recep Tayyip Erdoğan herkesin örnek alması gereken dünyanın en aydın, en kültürlü, en medeni, en mütevazı, en tatlı dilli, en nazik, en sevgi dolu, en kibar, en iyi kalpli melek gibi bir lideridir. Değil mi sn. Necip?”
Siz, musfik ve varligiyla gurur duyabileceginiz bir baba ya da bir es [*] mi ariyorsunuz?
Degilse, bu yazdiginiz sifatlari hakeden herhangi birisinin ‘lider’ olmayacagini; olsa olsa, mutlu mesut fakat onemsiz birisi olabilecegini bilmeniz lazim.
‘Lider’ olacak kiside, en once, ‘killer’s instinct’ (yani, ‘oldurme/katl icgudusu’) olmali. Tabii ki yeterli degil; ‘surubasi’ olmak icin gereken diger ozellikler de lazim. Bunlarin arasinda, sizin yukarida yazdiklarinizin hicbiri elzemlerin basinda gelmez.
[*: Cinsiyetinizi/egiliminizi yazmamissiniz; o yuzden ‘kari’ ya da ‘koca’ yerine ‘es’ dedim.]
106’dan bir düzeltme ve özür
Bir örnekte yanılmışım. Saydığım illeri bilmem ama bizim buralarda etraf Kendall Jenner’larla dolu. Bu durumda öbürleri olmasa da olur aslında.
Türkiye’yi mahveden yedi büyük günah
Ahmet Hakan – 2 Ekim 2017
1- YALAKALIK
Öyle yalakalaşıyoruz ki… Yalakalık yaptığımız şahıs bir süre sonra “Amerika, Avrupa, Asya falan hepsi… Ben tek” demeye başlıyor.
2- ATALARLA ÖVÜNME
Fatih’lerle, Kanuni’lerle falan sonuna kadar övünüyoruz. Ama Deli İbrahim’leri atıyoruz unutma bahçesine.
3- ŞAHSİYETSİZLİK
“Ben de bir insanım, benim de kafam çalışıyor, benim neyin eksik” demeden, “Ben bilmem büyüğüm bilir” diyerek eziyoruz kendimizi.
4- TARAFGİRLİK
Kimin tarafındaysak… Hep onu haklı görüyoruz… Kimin karşısındaysak… Hep onu haksız görüyoruz.
5- EMPATİ YOKSUNLUĞU
Kürt’ün, Alevi’nin, Yahudi’nin, Ermeni’nin, Roman’ın, az olanın, azınlık olanın yerine koymuyoruz kendimizi…
6- GÜCE TAPINMA
Güçsüzken biniyoruz tepesine… Güçlüyken geçiveriyoruz hazır ola… Ortamız yok yani. Hiç yok.
7- KURTARICI BEKLEME
Hep bir kurtarıcı bekliyoruz. Hep bir mehdi bekliyoruz. Elimizi taşın altına asla sokmuyoruz. Biri çıksın ve bizi kurtarsın istiyoruz.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/turkiyeyi-mahveden-yedi-buyuk-gunah-40596609
“Bir ülke hem sömürgeci hem de demokrat olamaz!
Katalonya’nın bağımsızlık referandumuna barbarca saldıran İspanya
bu gerçeği bir kez daha göstermiş oldu…
Katalanlara yapılan faşist saldırıyı lanetliyoruz!
İspanya ile Katalonya arasında yaşananlar,
Sömürgeci devletleri “demokratikleştirmek” adına Kürdleri heba eden;
Kürdistan’ı harabeye çeviren PKK’nin fantastik hikayelerini bir kez daha mahkum etmiş oldu…
Tarihten ders çıkarmayanları tarih af etmez!…”
“Kürdistan bağımsızlık referandumu,
bağımsızlık amacı olan tüm ezilen uluslara esin kaynağı oldu/olacak!
Güney Kürdistan,
‘bütün dünya sana karşı olsa da, haklı davandan vazgeçme’ mesajını tüm ezilenlere iletmiş oldu…”
(Nasname)
Ahmet Hakan’ın yukarıdaki yazısında Kanuni’den bahsetmesinden aklıma geldi.
Ahmet Altan bir yazısında, neden İkinci Abdülhamid şeytanlaştırılır iken iki öz oğlunu (ve onlardan olan torunlarını da) boğdurtan (bunun dışında “siyaseten katl” ettiği vezirlerini ve devlet adamlarını da unutmamalı) Kanuni gibi bir padişah yüceltilir diye soruyor, cevabını da veriyordu: İttihatçılar ve onların devamı olan Kemalist cumhuriyet (Balkan oligarşisi).
Soyut ve ütopik kapitalizm – sınıflı toplum tartışmalarında Necip kazanıyor.
Somut ve gerçek olan sömürgecilik – ulusal sorun tartışmalarında ise kaybediyor.
Çünkü “gerçek”le savaşan, elbette alt olur gider.
Erdoğan ve AKP taraftarı olan Haşmet Babaoğlu şunları yazmış:
Sonda söyleneceği başta söyleyeyim:
Tv’lerde İspanya’nın özerk bölgesi Katalonya’dan görüntüler izliyorsunuz ya, Barselona, Girona ve Terragona’da sert polis müdahalesi görüntüleri, fakat olup biteni anlamak için sadece İspanya’ya bakarsanız, yanılırsınız.
Katalonya bağımsızlık referandumunun örtülü hedefi Fransa’dır.
Şaşırmayın! Doğru okudunuz!
Çünkü asimilasyon baskısı çeken Katalonya toprakları aslen Fransa sınırları içinde. Fransa’da, en az yarım milyon civarında Katalan yaşadığı hesaplanıyor.
Daha açıkçası, ‘Yeni Dünya Düzeni’ kavgasında, ‘Pentagon’ ile ‘Küreselciler’ arasında bir türlü karar veremeyen Macron’a (son BM zirvesinde herkes boşuna mı onun peşindeydi?) bir de bu yolla aba altından sopa gösteriliyor.
Bağımsızlık yanlısı Katalan liderler hedefledikleri coğrafyanın Fransa’daki bölgelerini kapsadığını hiç saklamadılar. Ne manidardır ki, Avrupa medyası bu gerçeği hep görmezden geldi, hâttâ üzerini örttü. Sadece medya değil, AB kurumları da olayı İspanya’nın içişleri olarak yansıtıp bütün yükü Madrid’in kaldırmasını bekledi.
Ancak dün ilginç bir gelişme daha yaşandı.
Fransa’daki ‘Breton’ların siyasal temsilcileri, başkentleri saydıkları Nantes’da bir yürüyüş düzenleyip Katalonya’ya selam gönderdiler. ‘Nantes’ı istiyoruz’ sloganları atıldı. Oysa ‘Kırmızı Şapka’ (Birleşik Breton Hareketi) bir süredir sessizdi.
Görünen o ki, bu haftayı sadece Madrid değil, sadece AB yönetimi değil; Macron da uykusuz geçirecek!
O halde, birdenbire hızlandırılıp Madrid’i hazırlıksız yakalayan ‘Katalonya süreci’ni de bir yana bırakıp ‘oralarda esas olarak ne oluyor?’ diye soralım.
Bir süredir yazıp çiziyoruz. 21. yüzyılın ikinci yarısını dizayn etmek için ‘Küreselci Merkez (İngiltere-Çin)’ ile ‘Pentagon (Derin Amerika)’ arasında çok ciddi bir kapışma var.
Avrupa’nın göbeğinde art arda gelen terör saldırıları;
Muazzam tarihsel bir hamle olarak ‘Brexit’,
Türkiye’de ’15 Temmuz 2016 darbe girişimi’;
Çin’in ‘İpek Yolu projesi’ çerçevesinde Katar krizi;
Ve en son Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu bu kavganın aşamaları…
Dolayısıyla ‘AB kalacak mı? Kalacaksa, nasıl kalacak?’ sorusuna da cevap aranıyor.
Malum, Almanya ve İtalya şimdilik Pentagon’un yanında duruyor.
Peki Macron nerede duruyor? Şu sıra Avrupa için en kritik soru bu.
Sabah gazetesi, 2 Ekim
Bağımsız Kürdistanı Hulk seçti
Duygusalliga kapilip gercekciligi elden birakmamak lazim. Evet, TC Kurtlere cok zulmetti/ediyor ve bunun savunulacak hicbir tarafi yok. Ama ayni zamanda bolgeye – eger olmasa baskalarinin goturemeyecegi -hizmetleri de goturdu/goturuyor. Soruna bu acidan DA bakmadan, bu basit gercekler gozardi edilerek yapilan elestirilerin cozumsuzluge son veremeyecegi, bir alternatif ortaya koyamayacagi acik degil mi?
“Duygusalliga kapilip gercekciligi elden birakmamak lazim.”
Bu [#116] yorumu ben yazmadim.
Subemiz de yoktur.
Başkasının yazdığını söylemene gerek yok, baş harften bile anlaşılır. Bunun bir şaka olduğu belli. Neden acıtıyor? Çünkü gerçek payı var da ondan!
1 Ekim Şırnak, 3 Ekim Silvan, 4 Ekim (bugün) Hakkari, ve önümüzdeki günlerde sürecek olan, yakın gelecekte bitmeyeceği kesin görünen saldırılar bize ne söylüyor?
Mesela şunu mu?
“Sen kendi sınırların içindeki bir bölgede yaşayan bir halkı kazanamamışsın, o halkın kendi sınırların dışında yaşayanlarına karışmak ne haddine?”
“Irak Kürtleri bağımsız olursa Türkiye Kürtlerinin sesi daha çok çıkar, onun için karşı çıkıyorlar” muhabbeti tamamen hikaye diyenler var. Doğru mu?
devletler korkak ve paranoyaktır
Türkiye Kürt hareketinin hangi kesimi (çoğunluktaki geleneksel PKK çevreleri mi, devletleşmeci muhalif azınlık mı?) düzene daha büyük bir tehdit oluşturuyor?
Eskiden devletleşmeci muhalif kesimler (Barzanici Nasname, Tevger vb) olduğunu düşünürdüm.
Fakat PKK’nin son dönemde Türkiye’nin batısına iyice yayılan eylemleri (bugün Muğla, geçenlerde Karadeniz, yine daha önce Karadeniz ve İzmir’in bazı bölgelerindeki gibi) bir düşündürüyor.
Bakan Soylu: Örgüt, Akdeniz ve Ege açıklarına gelip, tatil beldelerine sızmaya çalışıyor
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Muğla’nın Köyceğiz İlçesi’nde, güvenlik güçleriyle PKK’lı teröristler arasında çıkan çatışmaya ilişkin “Örgütün lider kadrosunun talimatı üzerine örgüt üyeleri, Suriye’nin liman kenti Lazkiye’den Akdeniz ve Ege açıklarına gelip buradan da Muğla, Fethiye, Köyceğiz gibi tatil beldelerine sızmaya çalışıyor” dedi.
TBMM İçişleri Komisyonu’ndaki çalışmalara katılan İçişleri Bakanı Soylu, Köyceğiz’de güvenlik güçlerinin düzenlediği operasyonla ilgili kendisine yöneltilen soruyu yanıtladı.
Terör örgütünün yeni bir yöntem geliştirdiğini dile getiren Bakan Soylu, “Örgütün lider kadrosunun talimatı üzerine örgüt üyeleri, Suriye’nin liman kenti Lazkiye’den Akdeniz ve Ege açıklarına gelip buradan da Muğla, Fethiye, Köyceğiz gibi tatil beldelerine sızmaya çalışıyor. Terör örgütlerinin bu yeni yolunu tıkayabilmek için tüm güvenlik güçlerimiz çalışıyor. Terör örgütünün önünü tıkadıkça yeni tehditler olarak önümüze çıkmaktadırlar.” diye konuştu.
Türkiye’nin batısına yayılan PKK eylemleri ve Suriyeli mülteciler bana Yüzüklerin Efendisi romanında geçen şu cümleleri hatırlatıyor:
“- … önümdeki tehlikenin varlığını biliyordum elbette; ama tehlikeyle bizim Shire’da karşılaşmayı hiç beklemiyordum. Bir hobbit Su’dan, Nehir’e emniyet içinde gidemeyecek mi yani?
– Ama burası sizin Shire’ınız değil ki. Hobbitlerden önce burada başkaları yaşamıştı; hobbitler yok olduklarında da başkaları yaşayacak. Etrafınızda uçsuz bucaksız dünya uzanıyor. Kendinizi buraya kapatabilirsiniz, ama dünyayı sonsuza dek dışarıya hapsedemezsiniz.”
“Başkasının yazdığını söylemene gerek yok, baş harften bile anlaşılır.”
[Kucuk] ‘necip’in benden bagimsiz davranabildigini herkes bilmeyebilir. Bunu hatirlatmakta fayda var.
“Neden acıtıyor?”
Uzgunum; ama, dedim ya, benim dogrudan dogruya bir dahlim yok.
“Sen kendi sınırların içindeki bir bölgede yaşayan bir halkı kazanamamışsın, o halkın kendi sınırların dışında yaşayanlarına karışmak ne haddine?”
Devletler, karisabiliyorsa, karisir; karisamiyorsa, evet, o zaman, ‘ne haddine’.
“Utangaç Apocular Ve Utanmaz Orta Yolcular” (Nasname’nin bir yazısının başlığı)
“Utangaç Kemalistler Ve Utanmaz Orta Yolcular” (Bir demokrat, bir Kemalist takılan, son yazısında ise yine Kemalist statükoyu savunan A. Hakan ve benzerleri)
Yalcin Kucuk un kücük lügü üzerinden yürümek isteyen arkadasa biri `islev´in daha önemli oldugunu anlativersin.
https://2.bp.blogspot.com/-IrM1XacZAH0/Wd2kZPXBuQI/AAAAAAAAB4I/uaCjMO3RToAtJp6dxWE2YtH5s4O8_KmCACEwYBhgL/s1600/Kurtsuz%2Bdevlet%2Byeni.jpg
Linkteki resime tesadüfen denk geldim;
http://kulilk.com/up/upload/%D8%B9%D8%AF%D9%88%20%D8%B9%D8%AF%D9%88%D9%8A.png
“Hizbü’l-Ummâli’l-Kürdistân ve nizâmü’l-Esed – Adüvvu adüvvî sadîkî”
Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve Esed rejimi – Düşmanımın düşmanı dostumdur
Yazısının linki de şu;
http://kulilk.com/portal/node/29254
Biraz okumaya çalıştım. Yazının başında PKK’nin Hafız Esad döneminden beri Suriye rejimiyle olan bağlantılarından falan bahsediyor.
Son paragraflarda muhalif (galiba Barzani/IKBY’ye yakın) Suriyeli Kürt siyasetçilerden Mişel Temo’yu PYD’nin Kamışlı’da bir suikastle öldürdüğü yazıyor. Bu haberi o zaman Nasname’de okumuştum ama fazla bilgim yok. Partisinin adını yazıp aradım. Kürtçesi “Partiya Şepela Peşerojeya Kurd (ŞPKS)” imiş. Başka bir linkte şu bilgiler var;
http://rojavabilgi.blogspot.com/2013/11/bati-kurdistanda-siyasi-partiler.html
ŞPKS-Şepêla Pêşeroja Kurdî li Suriyê – Suriye Kürt Gelecek Hareketi
Şepêla Pêşeroja Kurdî li Suriyê, 2005 yılında daha önce Saleh Bedreddîn’in partisi Partiya Hevgirtina Gelê Kurd li Suriyê (PHGKS) içerisinde yer almış ve PHGKS’den 1998 yılında ayrılan Mişel Temo tarafından kuruldu. 2011 yılında Mişel Temo’nun uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirmesiyle birlikte partide yaşanan liderlik çekişmesi sonucunda Rêzan Şêxmûs partinin yeni başkanı oldu. Mişel Temo’nun partisi Suriye muhalefetiyle iyi ilişkilere sahip bir partidir. Muhalefetin şekillendiği İstanbul toplantılarında aktif bir şekilde yer almıştır. Serêkaniyê gibi Rojava’nın bazı şehirlerinde ÖSO ve Al Nusra birlikleriyle birlikte YPG’ye saldıran gruplar arasında ŞPKS’nin de üyeleri yer almıştır. Taban desteği diğer partilere oranla daha düşük olan ŞPKS, Mişel Temo’nun ölümü ve çetevari faaliyetleriyle daha kötü bir konuma gelmiştir. Rojava siyaseti üzerinde etkisi yok denecek kadar azdır.
Bağımsızlık Sürecinde Hedef Başkan Berzanî Olacak!
Son üç yıldır İran ve Irak devletleri Başkan Berzanî’yi tasfiye etmek için her yola başvurdu; Kürdistan’ın bütçe payına el konulması, Petrol satışının engellenmesi ve ismi konulmamış birçok ekonomik yaptırımlar son üç yılda devredeydi. Yaşanan ekonomik sıkıntıyı bahane edip bundan siyasi bir sonuç almaya çalışan GORAN/KOMEL ve YNK’nin bir kesimi de bu planın yerel ayaklarıydı. Güney’de sosyal olayların öncülüğünü yaparak halkı PDK/Berzanî’ye karşı ayaklandırma provaları yaptılar. Anayasayı değiştirerek Başkan Berzanî’yi yerinden etmek istediler. Bu kadar kirli oyun yaşanırken ve Kürdistan Anayasası en kritik anda değiştirilmeye çalışılırken amaç Başkanlığı ve Başkan Berzanî’yi işlevsiz bırakmaktı. Bu kirli planın askeri ayakları ise PKK ve Haşdi-Şabi idi. Şingal’de birkaç kez ilan edilen “demokratik özerklik” ve Kerkük’teki benzer girişimler de kirli planın parçalarıydı. Bu süreçte PKK medyasının Berzanî/PDK’ye yönelik olarak yürüttüğü psikolojik ve kirli savaş, örgütleri aşan ve bu konuda fazlasıyla tecrübeye sahip olan egemen devletlerin aklıydı. Yani Berzanî’yi tasfiye etmeye çalışan İran’ın aklıydı…
Her taraftan kuşatılan ve iç ihanetle mücadele eden Güney Kürdistan Yönetimi’nin ekonomik ve siyasal alanda sorun yaşamadığı veya en az sorun yaşadığı tek yerel devlet Türkiye idi. Karşılıklı çıkarlar Güney Kürdistan-Türkiye ilişkilerinde söz konusuydu. Fiili olarak devlet olan Güney Kürdistan, devletlerarası ilişkilerin gereğini yapıyordu kuşkusuz. Bu nedenle bu ilişkinin eleştirilmesinin ahlaki olmadığını ısrarla belirttik. Ancak Başkan Berzanî/PDK’yi etkisiz kılmaya çalışan İran öncülüğündeki şer ittifakı, PKK medyası vasıtasıyla Güney-T.C ilişkilerini bahane ederek Başkan Berzanî’ye çirkince saldırdı. Sanki Başkan Berzanî illegal bir örgüt lideri, Güney Kürdistan da illegal bir yapıymış gibi değerlendirmelerde bulundular. Sömürgeci devletlerle giriştiği her ilişkide Kürdlerin ulusal haklarını pazarlık konusu yapan ve bu hakları satan PKK, Berzanî/PDK’yi de kendisi gibi kirli ilişkiler içinde göstermeye çalıştı…
İran ve bağlı taşeronların Başkan Berzanî’yi hedef almasının tek nedeni, olası bağımsızlık referandumunu ve devamında bağımsız Kürdistan ilanını engellemekti. Bu amaçla her türlü gayri ahlaki yola başvurdular. Tüm dış baskılara ve iç ihanetlere karşın Başkan Berzanî öncülüğünde bağımsızlık referandumunun başarıyla gerçekleşmesi taşları yerinde oynattı; yeni ittifaklara yol açtığı gibi yerel taşeronları da aptallaştırdı ve siyaset yapamaz hale getirdi; çünkü tüm argümanları çöktü, yalan propagandaları yüzlerine çarpmış oldu…
Güney ile ilişkisinde kendisini Osmanlı Padişahı, Başkan Berzanî’yi de “kendisine bağlı bir Vali” gibi düşünen Tayyip Erdoğan, bağımsızlık referandumunun kararlıkla hayata geçirilmesi karşısında adeta aptallaştı. Aptallaştığı için de küstahça Başkan Berzanî’ye saldırdı. Bağımsızlık referandumunun gerçekleşmesi sadece T.C.’yi aptallaştırmakla kalmadı aynı zamanda PKK’yi de şok etti. Son ana kadar referandumu engellemeye çalışan ve Duran Kalkan gibi ihanetçilerin ağzından “asla referandum yapılamaz” noktasında olan PKK, referandumun gerçekleşmesiyle ne yapacağını şaşırdı. ..
Bağımsızlık referandumunu engelleyemeyen Komel’in son günde tavır değiştirmesi , GORAN’ın tabanını serbest bırakması Kürdler açısından bir kazanımdı kuşkusuz. Ancak bu tavır değişikliklerini doğru okumak gerekiyor. Her iki yapı da tabanlarını kaybedeceklerini gördükleri için tavır değiştirmek zorunda kaldılar…
Referandum sonrası şok olan PKK, tabanını kontrol etmekte ve ikna etmekte zorlanıyor. Zorlandığı için de “karşı değiliz” türünden istemeye istemeye açıklamalar yapıyor. PKK içinde hala Başkan Berzanî öncülüğündeki bağımsızlıkçıların geri adım atması veya egemen devletler tarafından etkisiz kılınması için büyük bir “umut” vardır; bunun adı ihanet umudu olur ancak.
PKK’nin etrafında hem Kürdlerin ulusal değerlerinden nasiplenen hem de “demokratik özerklik” gibi ulusal haklara karşıt düşünceleri savunan belli bir kesim vardır. Bu kesimin referandumu kerhen desteklemesi ve Başkan Berzanî’ye karşı ılımlı bir tutum takınmasının birden fazla nedeni vardır:
a-) gelişen bağımsızlık düşüncesinin PKK’yi zor durumda bırakması ve PKK tabanında yaşanan huzursuzluğu giderme çabasıdır.
b-) bağımsızlık referandumuyla popülaritesi fazlasıyla artan ve tüm ulusalcı Kürdlerin saygısını/güvenini kazanan Başkan Berzanî’ye karşıtlığın PKK’ye zarar vereceği düşüncesidir.
c-)Güney Kürdistan’ın hem Kürdlerde hem de dünyada kazandığı prestijden pay alma hesabıdır.
d-) ‘PKK içinde de ulusalcı kanat vardır’ algısını yaratmaya ve PKK’nin entegrasyoncu özelliğinin sorgulanmasını engellemeye yönelik bir tutumdur.
e-)Kürdistan’ı harabeye çeviren anlamsız savaşa karşın hiçbir ulusal kazanım elde etmeyen (zaten böyle bir amacı yoktur) PKK’yi ulusal güçlerin bir parçası gibi gösterme ve kazanımlardan nemalanmasını sağlayarak ömrünü uzatma amacıdır.
f-) geçmiş açık ihanetleri unutturmaya yöneliktir. Yedincisi, Güney’deki kazanımdan nemalanıp Kuzey Kürdistan’da ulusal güçleri bloke etmeye ve PKK/HDP politikalarının hizmetine sokmaya yöneliktir.
g-) PKK’nin bağımsızlık karşıtlığını gizlemeye yarayacak “ulusal” bir perdeye ihtiyacı vardır. Bu ulusal perde sayesinde dikkatleri üzerinden dağıtacak olan PKK ihanetlerine daha kolay devam edebilir…
T.C.’nin Başkan Berzanî’yi hedef alan yeni tutumu, İran ve bağlaşıklarının referandum öncesi tutumlarıyla örtüştüğü için T.C-İRAN-IRAK arasında ilişkileri yumuşattı ve onları doğal müttefik haline getirdi. Dikkat edilirse, hem Ruhani’nin hem de Tayyip ve Binali Yıldırım’ın açıklamaları örtüşüyor. Her iki devlet yetkilileri de “Kürdlerle bir sorunumuz yok, referandum kararını alanlar bedel ödemeli” noktasında birleştiler. Kuşkusuz ki söz ettikleri Başkan Berzanî’den başkası değildir. Çünkü bağımsızlık ile Başkan Berzanî’nin kişilikli duruşu özdeşleşmiş durumdadır. Bu nedenle, Bağımsızlık düşüncesine karşı olanlar Başkan Berzanî’yi, Başkan Berzanî’ye karşı olanlar da Bağımsızlığı hedef almış oluyorlar…
Türkiye’nin yeni tutumu, tıpkı referandum öncesi İran/Irak/PKK/ Goran/Komel ve kısmen YNK’nin tutumuyla bire bir örtüşüyor. Başkan Berzani referandum öncesinde şer ittifakının hedefiydi; şimdi T.C. de bu şer ittifakında yer aldığına göre direkt ya da dolaylı olarak ve daha güçlü bir şekilde Berzanî’ye saldıracaklardır. İran-Irak ve T.C.’nin bilinen açık düşmanlığı amacına ulaşamayacaktır. Ancak başta Haşdi Şabi olmak üzere, Başkan Berzanî ve bağımsızlık düşüncesiyle sorunu olan PKK/GORAN/KOMEL ve kısmen YNK, “seçim, demokrasi, ekonomik sorunlar, ulusal birlik, Kürdlerin birliği” gibi söylemlerle üç sömürgeci devletin politikalarını hayata geçirebilirler. Bu yapıların değiştiğini ve eskisi gibi davranmayacaklarını söylemek için elimizde hiçbir olumlu veri yoktur. Özellikle “ulusal kongre” söyleminin piyasaya sürülmesine çok dikkat etmek gerekiyor. İyi niyetle “Kürdlerin Birliği” ve Ulusal Kongre” talep edenlerin sorgulaması gereken nokta, PKK’nin ulusal bir güç olup olmadığıdır. Teorilerinde, parti programında ve pratiğinde bağımsızlık (ulus devlet) karşıtlığı açık olan bir hareketi ulusal hareket olarak görmek aşırı saflık ve abartılı bir iyi niyettir. Bu kesimler samimiyse ve PKK’nin de içinde yer aldığı ulusal bir birliği istiyorlarsa, bu söylemi dillendirmeden önce PKK’nin üstüne gitmelidirler. PKK’nin legal ve illegal alandaki kurumları programlarını değiştirmeli ve ulus devlet karşıtlığını içeren tüm söylemleri ayıklamalı, programına devletleşmeyi, asgari ulusal federasyonu koymalıdır. Ve en önemlisi de pratiğini bu programa uygun olarak değiştirmelidir. İşte o zaman PKK’nin de içinde yer alabileceği ulusal kongreden de, ulusal birlikten de söz edilebilir. Zerre kadar samimiyet varsa PKK bir günde bunları gerçekleştirebilir. Ama programını ve bağlı olarak pratiğini değiştirmeyecek olan PKK’yi yine de ulusal güç olarak görmek ve “birlik” çağrıları yapmak açıkça bağımsızlığın önünü kesmeye çalışan işgal devletlerinin ekmeğine yağ sürmektir. Bu noktada herkes daha dürüst, daha akıllı ve gerçekçi davranmalıdır…
Sonuç olarak;
Bağımsızlık sürecinde egemenlerin ve bağlı taşeronların ilk hedefi Başkan Berzanî olacak! Referandum sonrası gelişen ulusal duyarlılık, herkesle mücadele etme/baş etme gücünü ve iradesini ulusalcı Kürdlere vermiştir. Yeter ki iç ihaneti meşrulaştıran adımlardan kaçınılsın ve entegrasyoncuların ulusal çizgiye gelmesi/gelmek zorunda kalmasıiçin çaba sarf edilsin. Bunun en pratik yolu, tıpkı bağımsızlık referandumunda olduğu gibi ulusal hakları merkeze alıp sonra herkesi samimiyet testinden geçirmekten geçiyor…
Haber/Yorum
12.10.2017
Nasname
http://www.nasname.com/a/bagimsizlik-surecinde-hedef-baskan-berzani-olacak
İdlib Macerası: Türkiye Halklarına Yeni Acılar
Oktay Baran
10 Ekim 2017
“Astana sürecinde” varılan mutabakata dayanarak TC, 7 Ekim günü önce desteklediği “Özgür Suriye Ordusu” birliklerini, ardından da kendi tanklarını Suriye topraklarına soktu. Özellikle yandaş medya ve AKP ideologları bu adımı büyük bir gaza olarak selamlayarak milliyetçi duyguları köpürtmek için seferberlik ilan etti. Hükümetin koltuk değneği MHP, “devletin ve hükümetin yanında olduğunu” açıklayarak, bunun yetmeyeceğini, Barzani’ye karşı da harekete geçilmesini savunurken, CHP de beklendiği gibi İdlib operasyonunu desteklediğini ilan etti. Hatırlanacağı gibi tüm bu düzen partileri birkaç hafta önce de Kürt düşmanlığı temelinde ortaklaşmış ve Irak ile Suriye’ye asker gönderilmesine dair tezkereyi hep birlikte onaylayarak uzatmışlardı.
Onlara kalırsa, TC, orada sıkışan halka insani yardım ulaştırılabilecek bir “insani koridor” oluşturmak üzere harekete geçmiştir. Ama gerçeği gizlemek mümkün değil. Burjuva medyada bu insani yardım vurgusuyla başlayan yazıların da, yürütülen tartışma programlarının da döne dolaşa Afrin meselesine, “Kürt koridorunu engellemeye” ve “Akdeniz’e ulaşma hayallerini” boşa çıkarma hususuna odaklaşması her şeyi anlatıyor. Gerçek dertleri Kürtlerin kazanımlarını yok etmektir. Bunun için Suriye’de oluşan kantonları yok etmeyi amaçlıyorlar, gözlerine ilk kestirdikleri de yalıtık durumda ve kuşatma altındaki Afrin kantonu.
Yaz ayları boyunca Afrin sınırlarına yığınak yapıp, Rusya ve ABD’den izin koparmak için çırpınmasına rağmen umduğunu bulamayan egemenler, şimdi Rusya’nın kendilerine çıkardıkları İdlib’i temizleme faturasını ödeyerek, bir sonraki evrede onun Afrin’e müdahale için yeşil ışık yakacağını umuyorlar. İdlib’e girmişken Afrin kuşatmasını tamamlamak ve Kürtlerin Afrin’den daha güneye inmesini engellemek istiyorlar. Fırsatı değerlendirerek İdlib-Afrin sınırında birkaç askeri üs kurmayı ve böylece o bölgeyi bloke etmeyi hedefliyorlar. Rusya ise Kürtleri tümüyle Batılı güçlerin (başta da ABD’nin) kucağına itmemek için onların TC tarafından ezilmesine şu ana kadar onay vermedi. Tersine, Suriye Kürtlerine bir statü verilmesi konusunda Esad rejimine baskı uyguluyor. Suriye’deki gelişmeler bu minvalde devam ettiği sürece Rusya’nın bu konudaki esnek ve ikili politikasını değiştirmesi için bir neden bulunmuyor.
Erdoğan’ın “İdlib’den sonra yeni inisiyatifler almaya devam edeceğiz” sözleri, Suriye’de etkin bir güç oldukları imajını yaratarak Türk şovenizmini pohpohlamayı ve Erdoğan’ın toplum içinde gerileyen tasvibini ve desteğini bu temelde toparlamayı amaçlıyor. Ayrıca bu tumturaklı ve iddialı söylemlerle Rusya’nın kendilerine biçtiği temizlikçilik rolünü de örtmeye çalışıyorlar.
Astana sürecindeki mutabakatın ne olduğuna baktığımızda Türkiye’ye biçilen rolün mahiyetini daha rahat anlayabiliriz. Bu mutabakatı kısaca özetlemek gerekirse: Suriye’de, içlerinde İdlib vilayetinin de olduğu birkaç “çatışmasızlık bölgesi” oluşturulması; bunlardan İdlib’deki bölgede çatışmaların azaltılması için Rusya, İran ve Türkiye’nin bölgede sınırlı sayıda güçle gözetleme ve engelleme faaliyetinde bulunması. Hangi ülkenin İdlib’in hangi bölgesini ve ne şekilde kontrol edeceği hususunda kâğıt üzerinde anlaşmaya varılmış durumda. Ne var ki bu kâğıt üzerindeki mutabakatın sahaya ne ölçüde ve nasıl yansıyacağı tam bir muamma. Daha ilk günden gelen çelişkili haberler de bunu doğruluyor.
Astana görüşmelerinde, bu bölgeler, Rusya tarafından “gerilimi azaltma” bölgeleri olarak adlandırılırken, AKP’li egemenler ve medya “çatışmasızlık bölgesi” kavramını tercih ediyor. Bunun nedenlerinden biri, AKP’nin “biz yıllardır çatışmasız bir tampon bölge oluşturulsun diyorduk, ABD kabul etmiyordu, şimdi Rusya’yla bunu yapıyoruz” propagandasını kolaylaştırmak. Ama bu nüansın arkasında bir başka farklılık daha yatıyor ki, TC’nin orada ne kadar ve nasıl kalacağı da tastamam bu konuda yaşanacak gerilimin nasıl çözüleceğine bağlı.
Rusya, El Nusra’yı ve onun temel omurgasını oluşturduğu Heyet Tahrir el Şam’ı (HTŞ) terörist bir örgüt olarak adlandırıyor. HTŞ, Astana’da varılan mutabakatı tanımadığı gibi, Rusya da bu örgütün İdlib’deki varlığının tümden ortadan kaldırılmasını istiyor. Bir başka deyişle HTŞ, diğer muhalif Suriyeli gruplar gibi ateşkes kapsamında değil, ona karşı savaş devam edecek. Dahası, tam da onun İdlib’de elde tuttuğu bölgelerin denetimi TC’ye verildiği için aslında Rusya TC’ye, “bu pisliği sen temizleyecek, bölgeyi HTŞ’den arındıracak ve sonra Suriye’ye teslim edeceksin” demiş oluyor. Ne de olsa bunları orada yıllarca besleyen ve kollayan gücün kim olduğunu dünya âlem biliyor.
Rusya’nın TC’ye biçtiği rol HTŞ’yi bölgeden temizlemek olsa da TC’nin bunu yapmaya gücünün yetip yetmeyeceği bir tarafa, buna ne denli isteksiz olduğunu biliyoruz. 2012’de ABD El Nusra’yı terörist ilan ettiğinde, Erdoğan buna şiddetle karşı çıkmış, onun da muhatap alınması için çaba harcamıştı. Ardından 2015’te, Suudi Arabistan ve Katar finansmanıyla ve Türkiye’nin donatımıyla El Nusra’nın başını çektiği Fetih Ordusu oluşturulmuştu. Bu ordu İdlib’i ele geçirdiğinde Türkiye’de camilerde kutlamalar yapılmış, zafer lokumları dağıtılmıştı. Astana görüşmelerine alınmaması ve bu konuda TC ile ters düşmesinin ardından El Nusra, geçtiğimiz Temmuz ayında İdlib’deki diğer TC destekli grupları püskürterek bölgede egemenliğini kurmuştu. Ancak bundan sonradır ki, TC ile El Nusra arasındaki ilişki soğumuş ve son dönemde Erdoğan’ın ağzından onun da terörist olduğu sözlerini pek gönülsüz bir şekilde olsa bile duyabilmiştik. Erdoğan ve hükümeti, bir dönem IŞİD’le yaşadığı süreci şimdi de El Nusra ile yaşamak zorunda kalıyor.
Yalnızca geçmişteki ortaklık ve siyasal nedenler değil TC’yi isteksiz kılan. Askeri nedenler de mevcut. TC, HTŞ ile savaşmadan sorunu çözmek istiyor. HTŞ de Suriye rejimiyle karşılaştırıldığında çok daha güçlü ve organize olan TSK ile çatışmaya girmeyi istemiyor. İdlib operasyonunun ilk günlerinde bölgeden gelen “HTŞ ile TC anlaştı” şeklindeki bilgiler, her iki tarafın da çatışmadan şimdilik uzak durmayı arzuladığını gösteriyor. Öte yandan bölgede İdlib operasyonuna karşı savaşmak üzere bazı grupların işbirliğine gittiği ve yeni oluşumların şekillendiği haberleri de geliyor. Tüm bunlara, onlarca irili ufaklı silahlı grubun boy gösterdiği, her gün bir gruplar koalisyonunun kurulup diğerinin bozulduğu, tüm emperyalist güçlerin ve bölgesel güçlerin ajanlarının kol gezdiği bu bölgenin her türlü provokasyona açık olduğu gerçeğini de ekleyelim. Dolayısıyla HTŞ’yi makyajlayarak meseleyi böyle çözdüm diye Rusya’ya yutturmak kolay gözükmediği gibi, TC ordusunun çatışmalardan kaçınması da mümkün olmayabilir.
Eğer TC, ister savaşarak ister makyajlayıp kontrol altına alarak El Nusra’nın omurgasını oluşturduğu HTŞ’yi devre dışı bırakamazsa, Rusya’nın ona “geri dön” diyeceği de çok açıktır. Dolayısıyla, TC’nin İdlib’e girişi TC-Rusya ilişkilerinde yeni bir gerginlik potansiyeli anlamına geliyor. Rusya’yla ortak iş tutmasından ötürü daha da bozulan TC-ABD ilişkileri düşünüldüğünde, böylesi bir gelişme Türk egemenlerini daha da zora sokacaktır. Bunun da dönüp içerideki siyasi atmosferi daha da zehirlemesi, iç çatışmayı ve baskıları daha da körüklemesi muhtemeldir.
Çözümden kaçanların “beka” demagojisi
Erdoğan “ikinci bir Kobani istemiyoruz” diyor. Hatırlanacağı gibi, 2014’te IŞİD canileri Kobani’yi kuşatıp bombalamaya başladığında, AKP ellerini ovuşturuyor, “Kobani düştü düşecek” diyordu. Kobani düşmedi ama TC’nin Kürt politikası orada iflas bayrağını çekti. Kobani’de IŞİD çetelerine karşı direniş gösteren Kürt örgütleri Batı kamuoyunda büyük bir sempatiyle karşılanırken, büyük emperyalist güçler de Rojava’daki Kürt direnişine askeri destek sunmaya başladılar. Kobani’de yaşananlar gerek Rojava gerekse de Türkiye’deki Kürt hareketinin yaklaşımında önemli bir değişimin başlangıcı olduğu gibi, AKP hükümetinin o güne dek düşe kalka yürüttüğü ve esasında oyalamaya dayanan “çözüm süreci”ni sonlandırmasında da belirleyici etken oldu. Aynı zamanda bu durum, yürüyen otoriterleşme sürecini de ivmelendirmişti. O günden bu yana iç siyaset giderek tek sesli hale gelip, rejim artan ölçüde totaliterleşme yoluna girerken, Kürt sorununda imha stratejisine geri dönüldü.
Kürt hareketinin Rojava’da ciddi kazanımlar elde etmesi, Irak Kürdistanı’nda bağımsızlık referandumundan evet sonucunun çıkması, ABD ve Rusya’nın Suriye’de birbirleriyle kapışsalar da her ikisinin de Rojava Kürtlerini ve Irak Kürdistanı’nı himaye etmesi TC egemenlerinin eteklerini tutuşturuyor. Kürt sorunu uluslararası bir sorun haline gelmişken, bu gerçekliğe gözlerini kapatıp Kürtleri verili esaret durumunda tutmaya devam edebilmek için gösterilen çabalardan bir sonuç elde etmek mümkün değildir. Bu gerici çabalar, bir yandan Kürt halkının acılarını arttırırken, diğer yandan Türkiyeli emekçilerin yeni emperyalist maceralarda helak olması sonucunu doğurabilir. İflas etmiş politikalarla haksız ve kirli savaşı körüklemek, bu ülkenin yoksullarına daha fazla acı, daha fazla sefalet ve daha fazla ölümden başka bir şey getirmez. Demokratik çözümden uzak duran egemenler, çözmeyip körükledikleri sorun büyüyüp karşılarına devasa boyutlarda dikildiğinde, bu kez de “devlet elden gidiyor, beka sorunu var” diye emekçileri aldatıp kendi arkalarında yedeklemeye girişiyorlar. Oysa varolan sorunu yaratan ve çözmemekte ısrar ederek her geçen gün daha da büyüten kendileridir.
Yeni Osmanlı hayalleriyle “bu kez oyun kurucu biz olacağız” diyerek giriştikleri maceralar iflasla sonuçlanan egemenler, başkalarının kurdukları oyunları bozmak için beyhude bir şekilde çırpınıp duruyorlar. Ama tek hedefleri Kürt halkının demokratik hak ve özgürlüklerini kazanmasına engel olmak olduğu sürece, koşar adım kendi sonlarına gitmekten kurtulamazlar. Oysa bu karabasandan tek çıkış yolu, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını tanımak ve böylelikle sorunun demokratik, adil ve barışçıl bir çözümünün önünü açmaktır.
Marksist Tutum
http://marksist.net/oktay-baran/idlib-macerasi-turkiye-halklarina-yeni-acilar.htm
Başkan Berzanî’yi Sahiplenmek!
Bütün Ulusal kurtuluş mücadelelerinde bir kişi mücadeleyle, amaçla ve ulusun kendisiyle özdeşleşir; söz konusu kişi partilerüstü bir konum elde ederek farklı örgütlerin, düşüncelerin ve inançların ortak güvenini kazanır. Bu kişiler herhangi bir parti lideri olsa da, zamanla parti ile bağları zayıflar; buna karşın tüm partilerle ve halka bağları gelişir. Bu aşamadan sonra söz konusu kişiyi bir parti ile anmak olanaklı olmaz; çünkü artık ulusa malolmuştur. Çoğu zaman bu kişiler anılmadan söz konusu ulusun mücadele tarihinden de, geleciğinden de söz edilemez. Bu kişilere bazen hak ettiklerinden fazla bazen de az değer biçilmektedir…
Günümüzde Kürd-Kürdistan derken, Kürdlerin ulusal haklarından ve devletleşmesinden söz ederken herkesin aklına gelen ilk kişi Başkan Berzanî’dir kuşkusuz. Çünkü Berzanî Kürdistan ve bağımsızlık amacıyla özdeşleşmiş durumdadır ve bu özdeşliği de; cesareti, mücadelesi, tarihi geçmişi ve devletleşme amacındaki kararlılığıyla elde etmiştir. Bu özellikleri taşıyan biri her zaman egemenlerin hedefinde olur; çünkü onu bitirmekle ezilen ulusu sakat/topal bırakacaklarının bilincindedirler…
Tam da Başkan Berzanî’nin bu özelliklerinden dolayı hedef olması hiç şaşırtıcı olmadı. Nasname olarak yıllardır bu noktaya dikkat çekiyor ve ‘Berzanî’ye yönelik saldırıların altında yatan neden Berzanî’nin bağımsızlık düşüncesiyle özdeşleşmesidir; Berzanî’ye saldırmak, bağımsızlık amacına saldırmaktır’ diyoruz…
Bütün dünyayı karşısına alma pahasına bağımsızlık referandumundan geri adım atmayan Berzanî, egemenlerin ve yerel işbirlikçilerinin son darbesiyle Kerkük oyunu ile karşı karşıya kaldı. Kuşkusuz ki Kerkük oyununda hedef Kürdistan’ın bağımsızlığıydı. Ancak aynı zamanda hedef Berzanî idi. Çünkü ikisi bir birinden ayrılmaz şekilde bir bütün oluşturuyorlar; biri hedef alındığında diğeri de kendiliğinden hedef olur…
Referandum öncesinde kurulan şer ittifakında, yılların stratejik müttefikleri İran/YNK-HERO/PKK/KOMEL/GORAN ve yedekleri her türlü ahlaksız propagandayla Berzanî’yi yıpratmaya ve bağımsızlık referandumunu engellemeye çalıştılar. Hem dünya devletlerine, hem yerel işgalci devletlere hem de cehşlere rağmen bağımsızlık referandumunun yapılması tarihi bir zaferdi Kürdler açısından. Bu tarihi zaferin bağımsızlıkla sonuçlanmasının kaçınılmaz olduğunu gören şer ittifakı, Amerika’nın onayıyla ve yanlarına T.C.’yi de alarak harekete geçtiler. Kirli yüzlerini Kerkük’te gösterdiler…
YNK-Hero kanadının açık ihaneti, başta Kosret Resul olmak üzere YNK’nin Kürdistani kanadını açık tavır almaya sevk etti ve ihanet YNK’nin Kürdistani sesleri tarafından dillendirildi. Bu acı gerçeğe rağmen şer ittifakının en kirli ortağı PKK, işgalcilerin istihbaratları tarafından yönetilen basınını harekete geçirdi; tıpkı Şingal trajedisinde olduğunu gibi. Belli ki PKK medyası Kerkük oyununda hazır kıta bekliyordu. Açık ihanetin failleri bile kendilerini gizlemezken, PKK ısrarla Başkan Berzanî’ye saldırdı/saldırmaya devam ediyor. Başkan Berzanî şahsında pêşmergeyi “korkak” olarak lanse etti/ediyor. Sanki YNK-Hero kanadı ihanet etmemiş ve bu kanada bağlı pêşmergeler cepheden çekilmemiş gibi ısrar ve özellikle Başkan Berzanî hedef yapıldı PKK basını tarafından…
PKK, efendilerinden aldığı talimat gereği Berzanî’yi kara propagandayla yıpratmayı amaçlıyordu; askeri alanda da Haşdi-Şabi çetesi, Pasdaran terör örgütü ve İRAN/IRAK devletleri Hewlêr’i saf dışı bırakacıktı… PKK üstüne düşen ihaneti fazlasıyla yaptı/yapmaya devam ediyor; ama efendileri amacına ulaşamadı ve Başkan Berzanî’yi etkisiz kılamadılar…
Bu gün;
Diriliş ve daha kararlı şekilde Bağımsız Kürdistan için mücadele etme günüdür.
Bu gün;
YNK-Hero ve müttefiklerinin ihanetini lanetleyip daha fazla bilenme günüdür.
Bu gün;
İhanet çetelerinin Berzanî’ye yönelik saldırılarını bertaraf etme günüdür.
Bu gün;
Başkan Berzanî’ye saldıran cehşlerin yüzlerine tükürme günüdür.
Bu gün;
Şeref ve namus günüdür.
Bu gün;
Başkan Berzanî’yi sahiplenme günüdür.
Bu gün;
Tüm ihanetçilere karşı tavır alma ve bağımsızlık şiarıyla Berzanî’ye/Kürdistan’a sahip çıkma günüdür.
Berzanî’ye sahip çıkmak, Kürdistan’a ve bağımsızlığa sahip çıkmaktır…
Berzanî’ye saldıranlar aslında Bağımsız Kürdistan amacına saldırıyorlar…
Sadece YNK-Hero değil, onunla müttefik olan PKK ve türevleri de Kürdlere hesap verecek!
İhaneti cezasız bırakan uluslar devletleşemezler…
Kahrolsun sömürgecilik ve yerel ayakları
Yaşasın Bağımsız Kürdistan
Yaşasın Pêşmerge…
Özgür Bireyler Topluluğu
19.10.2017
****
NOT: Başkan Berzanî’ye sahip çıkmak için ne PDK’li ne de Berzanîci olmaya gerek yoktur; Kürd/Kürdistanlı olmak ve bağımsız Kürdistan’ı istemek yeterli nedendir…
Nasname
http://www.nasname.com/a/baskan-berzaniyi-sahiplenmek
İhanet ve Ulusal Birlik!
Yıllardır Süleymaniye merkezli “Ulusal Kongre” çalışmaları yapılıyor. Bu çalışmayı başlatan, yürüten ve organize ederek çalıştaylar düzenleyen ise PKK’nin kurduğu KNK’dir (Kürdistan Ulusal Kongresi)…
Bu ismi (Kürdistan Ulusal Kongresi/KNK) yıllardır bir örgüt almışsa ve hâlâ ulusal kongreden söz ediyorsa bu başlı başına bir sorundur…
Esas sorun, ulusal haklara karşı olan ve “ulus devlet dönemi bitmiştir” diyen bir anlayışın ısrarla “Kürdlerin birliğinden” söz etmesi ve bu amaçla da “Ulusal Kongre”nin toplanması için çalışması…
Süleymaniye’nin merkez tutulmasında asıl neden YNK’nin güçlü olduğu bir alan olması ve YNK ile PKK arasındaki yakınlıktır. Kongre çalışmalarında YNK/PKK/GORAN’ın en aktif kurumlar olması ve üçünün de İran’a yakın olması tesadüf değildir.
En son Temmuz 2017’de yine süleymaniye’de toplanan “birlikçiler”, yayınladıkları ortak bildirinin sonunda “yaşasın halkların kardeşliği” sloganını atarak amaçlarının ulusal birlik olmadığını, aksine bütün Kürdleri ulusal çizgiden uzaklaştırmayı amaçladıklarını bir kez daha göstermiş oldular…
Bu kongre ile bütün örgüt/partileri “devlet gereksizdir” kararına ortak etmek istediler. Şayet bu kongre gerçekeştirilmiş olsaydı, işgalcileri Kerkük’e davet etme görevini “Ulusal Kongre” yerine getirecekti. O zaman da itiraz edecek hiçbir ulusal güç olmayacağı gibi bütün dünya da “Kürdlerin tercihi” diyerek onaylayacaktı…
Yani bugün Talabani ailesinin İRAN ile yaptığı ve Kürdistan’ı sattığı anlaşmayı bütün Kürdleri temsilen tüm siyasi kurumlar/kişiler de ortak olacaktı…
Bu gün günah keçisi olarak Talabani ailesi seçilmiş ise de, (kuşkusuz ki suçlular ve açıkça ihanet etmişlerdir) onların bir anlamda kullanıldığı ya da yalnız bırakıldığı da bir gerçektir. Çünkü bu kararın esas sahibi PKK’dir. Ve bu kararın hayata geçirilmesi için de en büyük çabayı sarf eden de PKK’dir. Bu gerçekliği örtbas edip sadece Talabani ailesine yüklenmek, cehşlik sıfatını sadece onlara özgü kullanmak haksızlık olduğu gibi cehşlikle hesaplaşmanın da önünü keser.
Bu kirli oyunun farkında olduğumuz için ısrarla ‘ulusal olmayan güçlerle ulusal kongre yapılamayacağını’ belirterek karşı çıktık. Konuya dair sayısız değerlendirme arşivimizde bulunuyor. Dahası söz konusu tartışmalar yaşanırken kimlerin hararetle bu kongre için çalıştığı da yazılı belgelerle mevcuttur. Bu suçun işlenmesinde sanıldığından çok daha fazla kurumun/kişinin rolü vardır. Sorunu Talabanilerle, ya da YNK içindeki bir kesimle sınırlı tutarsak, günah keçisi olarak seçilen üç-beş kişiyi aforoz edip kamuoyunun haklı tepkisini hafifletiriz ve kendimizi de kandırmaya devam ederiz. Dahası, ihanetin mimarlarının ihanetlerine devam etmesine yeşil ışık yakmış oluruz…
Hatırlanacağı gibi kongre hazırlık aşamasında PKK kurduğu onlarca yan örgütü ayrı ayrı örgütlermiş gibi göstererek ayrı ayrı delege kontenjanını elde etmişti. Hatta hızını alamayarak KESK’ten bile delege yapılmıştı. KESK (KAMU EMEKÇİLERİ SENDİKASI) yani bir devlet kurumu. Kürd olmayan bir kurumun dahi ulusal kongrede yer almasında sakınca görmemişlerdi. PKK istediği kararları alacak şekilde bir delege sistemi kurgulamış ve hayata geçirmeye çalışıyordu. Bu sürece bütün Kuzey Kürd oluşumları tanıktır. Daha önce Hewlêr’de yapılması düşünülen kongre, PKK’nin oyunları fark edilince ertelenmişti…
Kürdler bu gün ulusal anlamda varlık-yokluk savaşı verirken, yokluk olasılığını/koşullarını oluşturan zihniyetle hesaplaşmak zorundadır. Bu zihniyet de, yıllardır “hakların kardeşliği” diyen ve ulus devletin gereksizliğini, ilkelliğini dile getiren PKK zihniyetinin kendisidir. Dün, ihanet kongresinin toplanması için içi boş “birlik” söylemlerine sarılıp duygu sömürüsü yapanlar, ne yazık ki yaşananlardan ders almayıp bu gün bile “birlik” diyebiliyorlar. Ama dün olduğu gibi bu gün de Ulusal haklar için birlik veya devletleşmek için birlik diyemiyorlar. Soyut ve sadece entegrasyonculuğu meşrulaştıran birlik söylemi en tehlikeli söylemdir. Ve bugünün ihanet koşullarının oluşturulmasını sağlayan etkenlerin başında gelir…
Talabaniler bir gün oturup “ihanet edelim” diye karar vermediler. İhanetin asli unsurlarıdırlar; cehşlikleri alınlarına yapıştı ve asla çıkmayacak. Ama bu da bir gerçek ki; birçok kesimle yıllardır ön hazırlığı yapılan bir ihanet projesi sadece Talabani ailesinin üstünde bırakılmak isteniyor…
Bu tür kirli tuzaklardan kurtulmak için öncelikle kimlerin Ulusal Kongre bileşeni olduğunu/olabileceğini açıkça dillendirmek gerekiyor. Kürdistan’ın bağımsız bir devlet olmasını amaçlayan, en azından Kürdistan için federasyon talep eden, daha da aşağısı ulusal bir özerklik/otonomi dahi isteyen güçlerin ulusal kongre yapması anlaşılırdır. Ama içinde Kürdistan bile geçmeyen ve ulusal hiçbir içeriği olmayan ”Demokratik Özerklik” veya içeriği bilinmeyen “Statü” için ulusal kongreden söz etmek ya cehalettir, ya da ihanet…
Ulusal birlikten söz edenler samimiyse, halkın %93’nün evet dediği bağımsızlık referandumunun arkasında durmaktan daha anlamlı ve daha çoğulcu bir ulusal birlik sağlanamayacağını görüp, Berzanî öncülüğündeki devletleşme mücadelesinde yerlerini alırlar. Samimi değillerse ve ihaneti “Ulusal Kongre” adı altında tekrar ısıtmaya çalışıyorlarsa, bir yandan Berzanî’ye saldırıp, öbür yandan “birlik zamanıdır, Ulusal Kongre toplanmalı” demeye devam edeceklerdir…
İhanetle hesaplaşmadan, ulusal birlik sağlanamaz!
İhaneti etkisiz kılmak için ise önce ihanetin teorisi ile hesaplaşmak gerekiyor; “Demokratik Özerklik” ile hesaplaşmak gerektiği gibi…
Yaşasın Bağımsız Kürdistan
Yaşasın Pêşmerge
Haber/Yorum
22.10.2017
****
NOT: Temmuz 2017 tarihinde Süleymani’de PKK’nin organize ettiği “Ulusal Kongre Çalıştayı” ile ilgili haberin linkini okuyucularımızla paylaşıyoruz. Görüleceği gibi birçok güzel ve süslü birlik cümlesi kurulmuş; ama Kürdlerin ulusal hakları ve devletleşmesi hiç konuşulmamış. Dahası Kürdistan Bayrağı bile asılmamıştı. Yani bayraktan, devletten ve ulusal haklardan arınmış bir “ulusal kongre Çalıştayı”!!!
Haberin linki: https://www.artigercek.com/calismalar-ulusal-kongre-gerceklesinceye-kadar-surmeli
Nasname
http://www.nasname.com/a/ihanet-ve-ulusal-birlik
Yeni ulus devletlerin ve ezilen ulusçulukların bölücülük olduğunu savunan bağımsız Kürt devleti ve Kürt kimliği karşıtları haklı!
Ulus devlet ve ulusal kimlikler, gerçekten de bölücülüktür!
Bu nedenle, bütün ulusal kimlikler gibi Kürt kimliğinin de yasaklanmasını savunmak doğrudur!
Tıpkı Türk kimliğinin yasaklanması ve Türklüğü benimsemenin Neo-Nazizmi benimsemek gibi bir suç olması gerektiği gibi!
http://www.nasname.com/a/peki-berzani-ne-yapsin
“Berzanî, “bağımsız Kürdistan doğal hakkımızdır” dediği ve buna uygun bir duruş sergilediği sürece tüm namuslu Kürdlerin temsilcisidir; devletleşme umududur…
Berzanî de, PKK gibi “Kürdlerin devletleşmesi yanlıştır”, “Devlet fikrini çöpe attık” dediği zaman kuşkusuz ki hiçbir değeri kalmayacak ve hiçbir yurtsever tarafından sahiplenilmeyecektir; dahası aforoz edilecektir. Çünkü Berzanî’yi değerli ve saygın kılan onun ulusal duruşudur. Bu ulusal duruşun bozulmayacağına inanıyoruz; Berzanî’nin mücadele geçmişi, bu inançta olmamızı sağlıyor…
Bedeli ne olursa olsun Bağımsızlık Referandumu Kürdistan tarihinin en önemli ve en doğru ulusal adımıydı. Bu adım, her zaman bağımsızlık kervanının bir kazanımı olarak değerini koruyacak ve mutlaka bağımsız Kürdistan’ın mihenk taşı olacaktır.
Çaresizliğin dayatılması sonucu bağımsızlık referandumunun askıya alınması, bu tarihi ve önemli adımın değerini ortadan kaldırmıyor. Şayet samimiyseniz, Berzanî’ye değil, Berzanî’ye çaresizliği dayatan cehşlerle hesaplaşacaksınız; en başta da “Kürdistan fikrini çöpe atan” PKK cehşleriyle…
“Kürdistan fikrini çöpe atan” PKK’nin açık ihanetine kılıf bulmaya çalışan düşkünlerin, askıya alınan referandum kararından dolayı “Kürdistani” maske ile Berzanî’ye saldırması samimiyetsizlikte öte ahlaksızlıktır…
Tüm ihanetlere ve tüm barbar devletlere rağmen bağımsız Kürdistan kurulacaktır!
Yeter ki ihanet tüm boyutlarıyla ve tüm bileşenleriyle sorgulanıp mahkûm edilsin…
Ortadoğu’da an be an dengeler değişiyor, geçici zaferlerle sarhoş olmak ne kadar tehlikeliyse, geçici yenilgilerle yıkılmak ta o kadar tehlikelidir!
Kürdistan tarihine bakın, ulusalcı Kürdlerin her sendelemeden sonra bağımsızlığa daha hızlı adımlarla yürüdüklerini göreceksiniz; yine daha güçlü bir şekilde bağımsız Kürdistan’a yürünecektir…”
Cehşlik Ya Da Anti-Kürd Nizam!
Nasname
http://www.nasname.com/a/cehslik-ya-da-anti-kurd-nizam
“Cehşlik Ya Da Anti-Kürd Nizam!”
Ismail Besikci’nin calismalarini genellikle onemsemekle beraber, giderek bir nebze normalize olmaga baslamissa da, fazlasiyla ‘angaje’ bir durusu oldugunu dusunurum.
Belli bir futbol takiminin fanatik taraftari olan spor yazarlarina/yorumcularina benzer cok tarafi var.
Nasname ise, ‘bilimsel calisma’ filan yapmadigi icin, daha mazurdur benim gozumde.
Sorun su: Hem Besikci, hem de onu ornek veren Nasname, Kurtce konusan herkesin hep ayni sey istemesi gerektigini ve –dahasi– bunun ne olmasi gerektigini de kendilerinin tayin edeceginin kabulunu dayatiyorlar.
Tutmayan bu dayatmanin, aslinda, asikar ettigi derin bir realitenin oldugunu dusunuyorum; heyhat ki Besikci bunun farkinda degil, ya da degilmis gibi davraniyor.
Kurtce konusan herkes bir tornadan cikmis degil. Diger Kurtce konusanlara yonelik guvenleri/itimatlari, Kurtce konusmayanlara yonelik guvenlerinden/itimatlarinden daha fazla degil.
Baska bir deyisle, Kurtce konusan bir grubun kurmaga heveslendigi ‘devlet’in catisi altinda yasamak konusunda hic de hevesli olmayan cok sayida Kurtce konusan var.
Gerek PKK olsun, gerekse de Nasname cevresinin (Barzanicilerin?) bunun cok ciddi bir hayal kirikligi olarak gormesini, ve geri kalan herkesin ‘cahs’ sayilmasi gerektigini habire soylemelerini –kendi ic siyasetleri acisindan– anlayisla karsilayabiliriz.
Oyle soylemek zorundalar –cunku siyasette ‘aranim kara’ demek intihardir.
Ama, realitenin acimasizligi da ortada: Kurtce konusan herkesi ikna edici bir projeyle ortaya cikamadilar. Simdi, ‘eksi uzum’leri oynuyorlar.
“İsmail Beşikçi Dükkanına Geri Döndü” yani?
Bir dakika, o deyim öyle değildi galiba.
Tamam şimdi buldum doğrusunu;
Ertuğrul “Kürkçü” Dükkanına Geri Döndü
http://www.nasname.com/a/ertugrul-kurkcu-dukkanina-geri-dondu
Ertuğrul Kürkçü’nun dedesi olan Kadri Ahmet Kürkçü hakkinda sunu diyor:
“Koçgiri’de özel görev alıp Kürdleri katletmiş ve katliamlardaki başarısından dolayı Binbaşı rütbesiyle ödüllendirilmiş…”
Iyi de, Koçgiri asireti ‘Kurt’mudur?
Kurtce konustuklari icin mi Kurt sayiliyorlar?
https://turkalevi.com/2012/03/08/kocgiri-asireti-kurt-mu-turk-mu/
http://www.basnews.com/index.php/tr/news/kurdistan/337061
https://www.atlasdergisi.com/kesfet/kultur/kocgiri-asireti-sirri-arayanlar.html