Kronstadt Tartışması…
Kronstadt 1921 isyanı, Marksist-Leninistlerle anarşistler ve konsey komünistleri arasında 100 yıldır bitmeyen bir tartışma konusudur. Burada 2016 yılında Sosyalist Emekçiler Partisi (SEP) adlı örgütün yayın organı olan Sosyalist Gündem‘de Güneş Gümüş adıyla yayınlanmış yazıyla, ona yanıt veren Ozan Yüzer’in yazılarını yayınlıyorum. G.Z.
2 Şubat 2016 – 23:19 Kronştad 1921 – Güneş Gümüş
Doğu Bloku’nun yıkılması ve Stalinizmin pisliklerinin üstü örtülemeyecek şekilde etrafa saçılmasından sonra burjuva propagandanın da büyük yardımıyla komünizm, kapitalizmden daha iyisini vaadetmeyen bir totaliter rejim olarak sömürülenler ve ezilenlerin hafızasına kazınmaya çalışıldı. Bu iddiaların en büyük anti-tezi daha 1920’lerin ortasından başlayarak gerçek sosyalizm deneyiminin bu olmadığını; Marks ve Lenin’e en büyük ihanetin Stalinizmden geldiğini ortaya koyan Troçki oldu. Bu nedenle de devrimci sosyalist hareketin bir geleceği varsa bu da Troçki’nin temsil ettiği geleneğin safından çıkacaktır. Halen yeni kuşak işçi ve gençlere devrimci Marksizm adına ilham kaynağı olma yeteneğinde olanlar Ekim Devrimi ile önderleri Lenin ve Troçki’nin geleneğinden olanlardır. Bu yüzden Bolşevikler ile Lenin ve Troçki’nin prestijini yok etmeye yönelik çabalar, bu açıdan, sadece onları değil, Marksizmi hedef alan saldırılar olarak görülmelidir. Bu bağlamda gerek Marksizme rakip ideolojik gelenekler gerekse burjuva propaganda açısından Kronştad ayaklanması hazine gibi değerlendiriliyor. Stalinizmin bir sapma değil, Marksizmin uygulamadaki ifadesi olduğu iddiasının en büyük kanıtı olarak özgürlük isteyen Kronştadlı bahriyeleri ezen, Stalin kadar despot Lenin-Troçki söylemi, bu çevrelerde oldukça popüler. Öyleyse bize de bu iddialara cevap vermek düşüyor.
Kronştad’daki ayaklanmanın başlamasında, gelişmesinde, taleplerinde anarşistlerin etkisi oldukça (anarşistlerin ayaklanma ile bağlantılı olmadığını belirten Ida Mett gibi) tartışmalıdır. Ama anarşistler, Kronstad’ı kendi politik varoluşları için kutsal bir çıkış noktası haline getirmişlerdir. Bizler de gerçekle miti ayırmak için yine anarşist kaynaklara (ve bu arada Marksistlerinkine) başvuracağız. Yazı boyunca Türkiye’nin ünlü anarşist simalarından Gün Zileli’nin çevirdiği Paul Avrich’in Kronstadt 1921; önemli bir anarşist olan Ida Mett’in Kronştad 1921 kitapları ile Kronştad ayaklanma liderlerinin 3-16 Mart arasında Kronstadt Izvestia adıyla çıkardığı 14 bültenden sıklıkla yararlanacağız.
Kronştad Ayaklanması
Diyalektik materyalist anlayış, tarihsel olayları bir ana hapsetmez, onu bir sürecin ürünü görerek kavramaya ve açıklamaya çalışır. Biz de Kronştad ayaklanması için aynı yöntemle yol alacağız. Bu bağlamda, Kronştad isyanının yaşandığı 1921 yılı ve öncesinde Rusya’daki durumu ele alarak başlamak en doğrusu olacaktır.
1917 Ekim Devrimi, içinde yer aldığı yüzyıla damgasını vuracak bir tarihsel gelişmeydi. Birçok ülke ilerleyen süreçte Ekim Devrimi’nden esinlenen devrimci kalkışmalarla sarsıldı; bu durum emperyalist-kapitalizmi uçurumun kıyısına getirmişti. Daha 1-2 yıl öncesinde birbirlerinin boğazına sarılan emperyalist güçler, ilk işçi iktidarını yıkmak için Rusya içindeki müttefikleriyle birlik olarak 1918’den fiilen 1920 sonlarına kadar sürecek çok kanlı bir iç savaş başlattılar. İç savaş Rusya için toptan bir yıkım anlamına geliyordu. Almanya ile imzalanmak zorunda kalınan Brest-Litovsk anlaşması ile önemli sanayi bölgelerinin kaybının üstüne 3 yıl süren iç savaşın yarattığı yoksulluk, ülke kaynaklarının- sanayisi ve tarımının harabeye dönmesi eklenmiş; devrime adanmış yüz binlerce yürek cephede kaybedilmişti. Sovyet rejimi, iç savaş süresince ayakta kalabilmek adına katı eşitlikçi Savaş Komünizmi politikalarını uygulamaya koyarak şehirleri ve orduyu beslemek için köylüden zorla alımlara (karşılığının ödenmesi çoğunlukla yapılamayarak) girişmişti. İç savaş döneminde yeni rejimin hayatta kalmasını sağlayan Savaş Komünizmi karşısında köylüler, toprağını sadece kendini besleyecek ölçüde ekme, ürününü-hayvanını saklama gibi yöntemlerle pasif bir direniş gösterse de Kızıl Ordu’nun yenilgisinin Çarlığın ve onlarla birlikte büyük toprak sahiplerinin hükümdarlığının geri dönüşü olacağının bilinciyle dişlerini sıkmakla yetiniyordu. İşleri büyük ölçüde değiştiren ise iç savaşın fiilen 1920 sonlarında bitişi oldu. Artık Beyaz tehdit görünürde ortadan kalkmıştı; köylülerin zor alımlarına tolerans gösterme limitleri azalmıştı. Herkes daha iyi yaşam koşullarına ulaşma beklentisi içindeydi; ancak sanayi tesislerinin neredeyse harabeye döndüğü, tren hatlarının zarar gördüğü, hammadde ve diğer ekonomik kaynakların yağmalandığı, madenlerin su basmalarıyla kullanılamaz hale geldiği koşullarda yaşam koşullarının hızla iyileşmesi mümkün değildi.
1914’ten beri savaş halinin yarattığı yıkımın ürünü olarak 1922’de sokaklarda yaşamak zorunda kalan en az 7 milyon çocuk vardı.
Sadece yoksulluk değil salgın hastalıklar da ülkeyi vuruyordu. 1920’de 3 milyon kişi tifüs yüzünden ölmüştü. 1921’de tarımsal üretim 1913’teki düzeyin yedide birine düşmüştü. 1921’de maden ve fabrikalardaki üretim, savaş öncesi dönemin %20’sine kadar gerilemişti. Pamuk üretimi 1913 düzeyinin %5’ine, demir üretimi ise %2’sine kadar inmişti. Rusya’nın yaşadığı yıkımın derinliği ve büyüklüğü toparlanmanın süresini de uzatıyor; ülkeyi ve halkını bir süre daha sefalete mahkum ediyordu. Ancak köylülerin artık tahammül sınırları aşılmıştı. İç savaş sırasında 5 milyonluk orduyu ve şehirleri beslemek, köylüler için çok ağır bir yük olmuştu. İç savaş sırasında da cepheden uzaktaki (Beyaz tehlikenin hissedilmediği) kırsal bölgelerde isyanlar çıkmıştı ve bunlar Kızıl Ordu tarafından ezilmişlerdi ama durum, rejimi tehdit edecek boyuta gelmemişti. Büyük köylü çoğunluğu, Kızıllara eski toprak sahiplerinin geri dönmesi korkusuyla ehveni şer olarak bakıyordu. Ancak iç savaşın bitmesiyle köylülük rengini çok daha açık bir şekilde gösterecekti. 1920 Kasım’ından itibaren yiyecek yükümlüğünden vazgeçilerek ürün üzerinden vergi uygulamasına geçilmesi yönünde köylü talepleri yükselmeye başlamıştı. Ancak Bolşevikler, iç savaşın tamamen geride kaldığından emin değildi. Polonya ile barış anlaşması daha imzalanmamıştı; karşı-devrimci Wrangel ordusu Fransa’dan aldığı destekle Türkiye’de konuşlanmaya devam etmekteydi. Bolşevikler bir yandan da rejime asıl tehdit olarak köylülük içinden yükselecek bir karşı-devrimin korkusu içindeydi: (Lenin) “Son derece tehlikeli, gizli bir düşmana, açıktan karşı devrimci olanlardan daha tehlikeli bir düşmana sahibiz: bu düşman, yaşamı bir tek düşünce – ‘Ben alabileceğim kadarını alırım, gerisinin ne olduğu umrumda değil’ – tarafından yönlendirilen… küçük mülk sahibinin yaratacağı anarşidir. Bu düşman, bütün Kornilov’ların, Dutov’ların ve Kaledin’lerin toplamından daha da güçlüdür.” (Cliff, s.160)
Geçmiş devrimci deneyimler dünya çapında bunun örnekleriyle doluydu. Dolayısıyla Bolşevikler, meta ilişkilerinin tekrar canlanmasına, köylülük içinde zenginleşmenin kapısının aralanmasına ancak aşılamaz zorunluluk koşullarında razı olacaklardı. Ki bu da 1921’in başında ülke çapında etki gösteren köylü isyanları, şehirlerde daha fazla yiyecek talebiyle yürütülen grevler ve son olarak da gerçeklikle çarpıcı şekilde yüz yüze gelmelerine neden olan Kronştad ayaklanmasıyla olacaktı.
1920-1921 arasındaki kış mevsiminin ekstra soğuk geçmesi; verilen yakıt, giysi ve yiyecek miktarlarında artış talebini tetiklemişti. Ülke çapında 1920 Kasımı’ndan 1921 Mart’ına kadar çok sayıda köylü ayaklanması yaşandı; karşı devrim ve sabotajla mücadele komisyonu ÇEKA, 118 tane kırsal ayaklanma rapor etmişti. En ciddileri Tambov, orta Volga bölgesi, Ukrayna, Kuzey Kafkasya ve Batı Sibirya’da yaşanmıştı. Tambov’da Antonov öncülüğünde 50 bin köylüden oluşan güçlerin isyanı “ülkeye sefalet, ölüm ve utanç getiren Komünist-Bolşevik iktidarını alaşağı etmek” (Avrich, s.17) hedefiyle en ciddi tehditlerden biriydi; kızıl komutan Tuhaçevski tarafından bastırılması bir yıldan fazla zamanı almıştı. İsyanlar, ağır kış koşulları ve yakıt sıkıntısı nedeniyle Trans-Sibirya demiryolunun işlemez hale gelişi kentlerdeki yiyecek kıtlığını da perçinliyordu. Bu demiryolu üzerinden gelecek hububatın ulaşmaması nedeniyle 22 Ocak’ta ekmek tayınında 1/3’lük kesinti yapılması, Moskova ve Petrograd’da da ekmek grevlerine yol açmıştı. İç savaş boyunca işçiler şehirlerde açlıktan ölmektense köylere giderek hayatta kalma yoluna gitmişti; bu gelenek hala şehirlerden kırsala gidip gelmelerle sürüyordu. Bu durum, köylerdeki zor alımların yarattığı hoşnutsuzluk ve öfkeyi şehirlere de taşımış oluyordu. 1921 başında Petrograd, Moskova gibi büyük kentlerde hoşnutsuzluk zirve noktasına çıkmıştı. Kronştad ayaklanmasının önde gelenlerinden Petriçenko, askerden köyüne gittiğinde ailesinin tepkisinin üzerinde yarattığı etkiyi şöyle anlatıyordu: “evimize döndüğümüz zaman ana babamız bize zalimler için neden dövüştüğümüzü sordular. Bu, bizi düşündürdü.” (Avrich, s.67) İşte Kronştad ayaklanması bu koşullarda gerçekleşiyordu.
Kronştad, Petrograd’ı denizden korumak üzere ada üzerine kurulan bir üstü. Finlandiya Körfezi’nde Petrograd’a 20 mil (yaklaşık 30 km) uzaklıkta bulunan bu üs 1921 yılında Baltık donanmasının en önemli üssüydü. 50 bin kişilik nüfusunun yarısını askerler ve bahriyeliler oluşturuyordu. Kronştad’la Petrograd arasındaki deniz Kasım sonundan Mart sonu ya da Nisan başına kadar donar, bu tarihten sonra ada ile kent arasındaki kara bağlantısı kopardı.
Kronştad’da ayaklanma şehrin ele geçirildiği 1 Mart’ta başlamış, bir hafta kadar süren görüşme, uyarı ve ikna çabalarından sonuç alınamayınca başlayan karşı taarruzla (7 Mart- 18 Mart) sona ermişti. Bolşevikler, Petrograd ile adayı birbirine bağlayan buzun eriyip müdahale etme şansını kaybetmemek ve varlıklarını hala Kronştad’ın dibindeki Finlandiya’da sürdüren Beyaz güçlerin Petrograd üzerine saldırısına zemin sağlamamak için harekete geçmek zorundaydılar. Troçki’nin “trajik bir gereklilik” olarak nitelediği bu olayda 600’e yakın Kronştadlı isyancıya karşın binlerce Kızıl Ordu askeri ölmüş, yaralanmış ve ateş nedeniyle kırılan buzun içinde kaybolmuştu.
Troçki ve Kronştad
Kronştad’la ilgili bütün iddialar (anarşistler ya da burjuva cephesinden gelenler) ayaklanmanın bastırılmasının sorumluluğunu Troçki’ye yükler. Anarşistlerin bu olay nedeniyle Troçkistlerle özel bir husumetinden bile bahsedilebilir. Başta da belirttiğimiz gibi ayırt edici siyasal hattı devlet karşıtlığı olan anarşist hareketin Kronştad ayaklanmasında bir etkisinden bahsetmenin ne kadar doğru olduğu tartışmalı, hatta anarşistler bile bunu kabul ediyor (“Elbette anarşistler Kronştad İsyanı’nı savundular. Bize öyle geliyor ki bu örgütlerden biri ayaklanmada rol oynasaydı anarşist basın bundan söz ederdi. Oysa o günlerin anarşist basınında böyle bir şey geçmiyor.” Mett, s.82). Hadi bu noktayı geçelim Kronştad isyanının bastırılması elbette ki Bolşeviklerin askeri ve siyasi inisiyatifiyle olmuştur, ama o sıralarda olay mahalinden binlerce km uzakta olan Troçki’nin şahsi özel bir sorumluluğu yoktur. Peki Troçki neden hedefleniyor?
Kronştad’daki ayaklanmacılar isyanlarının başından itibaren hedef tahtasına Zinovyev ve Troçki’yi oturtmuşlardı. Zinovyev ismi oldukça anlaşılır; Kronştad’ın siyasal olarak bağlı olduğu Petrograd komitesinin başında O vardı. Dolayısıyla isyanın bastırılmasıyla doğrudan ilişkiliydi. Ancak Troçki için aynı durumdan bahsetmek mümkün değil. Troçki, Kronştad ayaklanmasının çıktığı tarihte Urallardaydı, ayaklanma başladıktan sonra da 10. Parti Kongresi için Moskova’ya gitmişti. Kronştad’a yönelik operasyonlarda kişisel olarak yer almasının koşulları da yoktu. Petrograd komitesinin başındaki Zinovyev, o dönemde parti içinde süren sendikalar konusundaki tartışmada Troçki’nin en sert muhalifiydi. Onun siyasal yönetimi altındaki bir bölgedeki operasyonları yönetmesi düşünülebilir değildi. Troçki, kendinin de açıkladığı gibi Kronştad ya da sonrasındaki ayaklanmaların bastırılmasında kişisel olarak yer almamıştı.
Yanlış anlaşılmasın, Troçki her zaman ayaklanmanın bastırılmasının siyasi sorumlularından biri olduğunu ifade eder. Sonuçta hükümetin etkin bir parçasıydı. Eğer barış görüşmeleri ve ültimatom yoluyla isyancılar ikna edilemezse ayaklanmanın askeri güç kullanılarak bastırılması kararı, Troçki’nin doğrudan katılımıyla alınmıştı; ancak taarruzun doğrudan parçası olmamıştı. Peki neden Troçki’nin ismi isyancıların dillerine dolanmıştı. Öncelikle Troçki, Kızıl Ordu’nun kurucusu ve komutanı olarak orduyu beslemek için yapılan tahıl zor alımlarıyla ve de buna karşı yükselen köylü isyanlarının (Mahno örneğindeki gibi) bastırılmasıyla özdeşleşmiş olması etkili olduğu düşünülebilir. Ama bundan daha güçlü asıl etmen Zinovyev ve Troçki’nin Yahudi kökenleriydi. Başından beri anti-Bolşevik kampanyanın en çok kullandığı konu Yahudi karşıtlığıydı. Buna göre liderleri olduğu gibi Yahudi olan Bolşevikler hainler toplamından başkası değildi. Bu yüzden de Bolşevik rejime karşı nefretle birleşmiş bir anti-semitizm gericilik için önemli bir kaldıraç noktası olmuştur. Daha sonraları Stalin de Troçki ve önderlik ettiği muhalefete karşı aynı kozu oynayacaktır.
Baltık donanmasının askerlerinin çoğunluğu Rusya’da Yahudi düşmanlığının en güçlü olduğu Ukrayna ve Batı sınır bölgesinden geliyordu. Gün Zileli’nin çevirdiği Kronstadt 1921 adlı kitapta yer verilen, ayaklanma sırasında Baltık donanmasında dağıtılan metinde Troçki ve Zinovyev üzerinden yürütülen Yahudi düşmanlığına dayanan propaganda açıkça görülür: “Bolşevik rejime ‘ilk Yahudi Cumhuriyeti’ diye saldırılan hırçın bir pasajda bu özellikle belirgindir; ve Yahudiler, ‘Sovyet prensleri’ sınıfı, yeni ‘ayrıcalıklı sınıf’ olarak damgalandığında, ünlü Rus popüler miti olan ‘habis boyar’ teması açıkça ortaya çıkmaktadır. En büyük düşmanlığı Troçki ve Zinovyev ’e (ya da onlardan söz ederken sık sık kullandığı adlarıyla Bronstein’e ve Apfelbaum’a) gösteren metnin yazarı Kronstadt’a verilen hükümet ültimatomunu ‘Yahudi Troçki’nin ültimatomu’ diye adlandırmaktadır.” (Avrich, s.180)
1917 Kronştad’ı 1921 Kronştad’ı
Kronştad ayaklanmasına dair önemli iddialardan birisi de 1917’de Bolşeviklerin kalesinin artık onlara karşı döndüğü, yani aslında rejime kendi militanlarının sırt çevirdiği söylemidir. Bu iddia 1921 Kronştad’ı ile 1917 Kronştad’ını aynı kabul edilmesine dayanır ki bu gerçeklerin baştan aşağı çarpıtılmasından başka bir şey değildir.
Öncelikle 1917 Ekim Devrimi’nden kısa bir süre sonra ülke çapında kasıp kavurucu bir iç savaş yaşandı; milyonlarca Sovyet vatandaşı bu savaş sırasında hayatını kaybetti. Böyle bir savaşın içinden çıkmış bir askeri garnizonun 1917’den beri değişmediği söylenebilir mi? 1917 sonunda Alman birliklerinin ilerleyişinin Petrograd’ı tehdit etmesi nedeniyle hükümet, 1918 Mart’ında Moskova’ya taşındı; başkentin yer değiştirmesi sonrasında kritik önemini yitiren ve sonrasında gelişen iç savaşta savaş alanı dışında kalan Kronştad garnizonundaki askerler de ülkenin çeşitli yerlerinde süren iç savaşın en kritik yerlerine sevk edildiler.
Kaldı ki Kronştad ayaklanmasının önderlerinden Petriçenko, “Kronstadt garnizonunun ‘dörtte üçünün’ Ukrayna doğumlu olduğunu, bunlardan bazılarının Sovyet donanmasına girmeden önce, güneyde anti- Bolşevik güçlere hizmet ettiklerini” (Avrich, s.94) belirtmektedir. Paul Avrich Kronştad’daki 1917’den 1921’e asker profilindeki değişime dair şunları söylemektedir: “İç Savaş sırasında Baltık donanmasında gerçekten de geniş çaplı bir değişim olduğuna ve çok sayıda eski bahriyelinin yerini, Rus köylülüğünün derinden hoşnutsuzluğunu taşıyan kırsal bölgelerden yeni tertiplerin aldığına kuşku yoktur. Resmi rakamlara göre, 1917’de donanmanın önemli bir kısmını Petrograd bölgesinden endüstri işçileri oluştururken, 1921’e gelindiğinde denizcilerin dörtte üçten fazlasını köylü kökenli denizciler oluşturuyordu.” (Avrich, s.90)
Bu noktada devrim sırasında ve sonrasında köylülükle-işçi sınıfı ve onun iktidarı arasındaki ilişki meselesine girmek gerekiyor. Rusya’da 1917 Ekim Devrimi yaşanabildiyse bu, şehirlerde işçi sınıfının kırsalda yoksul köylülüğün taleplerinin buluşması ve işçi sınıfı öncülüğünde diğer ezilen sınıfların birleştirilebilmesiyle mümkün olmuştur. Bunun bilincinde olan Bolşevikler, devrimden sonra büyük toprak sahiplerinin bıraktığı toprakları yoksul köylülüğe dağıtarak işçi sınıfı ile köylülük arasındaki bağları güçlendirerek onların desteğini kazanmıştır. Ancak kısa süre içinde başlayan iç savaş, Marksizmin“kapitalistleri alaşağı et-küçük mülk sahiplerini kolektif üretim için ikna et” formülüne sadık kalınmasını engellemiş; savaşı sürdürmek için zor alımlarını, kolektif çiftlikleri gerektiren Savaş Komünizmi politikaları uygulamaya konulmuştur. Büyük toprak sahiplerinin geri dönüşü tehlikesi sürerken rejime göreceli olarak desteği süren köylülük, bu tehdit fiilen ortadan kalkınca küçük mülkiyetine bir tehdide dönüşen işçi iktidarına karşı dönmüştür. Lenin, bir defasında köylülerin kendilerine toprak dağıtan Bolşeviklerle bağımsız toprak mülkiyetine karşı olan (onları Savaş Komünizmi döneminde kolektif çiftliklere toplamaya çalışan) komünistlerin farklı olduğu düşündüğünü; Bolşevikleri severken komünistlerden hoşlanmadığını ifade etmişti. Dolayısıyla Kronştadlı askerlerin bir kısmının köylü kökeninin 1917’den 1921’e aynı kaldığını düşünülse bile köylülüğün Ekim Devrimi’ne karşı tutumu, küçük burjuva pozisyonları nedeniyle gericileşme ve düşmanlaşma yönüne kaydığı gerçeği kabul edilmelidir. Sırf Bolşeviklere, Marksizme, Lenin-Troçki’ye saldırmak için anti-komünist küçük burjuva damarından medet ummak, anarşistlerin yaptığı budur.
Kronştad Ayaklanması: Köylülerin Rejime İsyanının Sarsıcı İfadesi
Kronştad ayaklanmasının 1920 sonundan 1921 baharına kadar süren köylü ayaklanmaları dalgasının bir parçası olmasını savunmanın anlamı nedir? Kronştad ayaklanmasının niteliğini anlamak açısından bu argümanın doğruluğu kritiktir. Sonuçta insanlığın kurtuluşunun kapitalist düzenin ortadan kalkmasında olduğunu düşünüyorsak bunun yolu sadece kapitalistlerin alaşağı edilmesi olamaz. Küçük mülk sahipleri var olduğu sürece kapitalizmin tekrar gelişeceği meta ekonomisinin zemini olmaya devam edecektir. Dolayısıyla devrimci hedef herkesin kolektif üretimin parçası olması, yani işçileşmesini sağlamaktır; küçük üreticilerin varlıklarını devam ettirmeleri değil. Böylece kapitalizmin ekonomik zemini ortadan kalkacak, sınıflar yok olacak ve dolayısıyla bir baskı aygıtı olan devlete ihtiyaç kalmayacaktır: (Lenin) “Bizim amacımız sınıfları ortadan kaldırmaktır. İşçiler ve köylüler varlıklarını sürdürdükleri sürece sosyalizm gerçekleştirilmiş olmayacaktır.” (Cliff, s.160)
Devrimden sonra küçük bir azınlığa tekabül eden kapitalistleri ve toprak sahiplerinin mülklerine el koymak kolaydır; ancak toplumun önemli bir parçasını oluşturan küçük mülk sahiplerini ikna etmek zorunda olduğunun bilinciyle dikkatli ve sabırlı davranmak gerekir. Bu, komünizme ulaşmak isteyen bir devrimci için bir gerçekliktir. Ancak küçük mülk sahiplerinin (köylüler ve küçük üretici) varlığını korumayı hedeflemek başka bir şeydir. Genelleşmiş meta ekonomisi olan kapitalizmin sızacağı küçük meta üretimi ve dolaşımı yanlısı bu tavır gerici bir tutum olacaktır. Bu eğilim, Kroşntadlı ayaklanmacıların 14 sayılık bültenlerinde -hem liderlerinin yazılarında hem de gönderilen okur mektuplarında- kendini sıklıkla göstermektedir.
7 nolu Kronstadt Izvestia’sında yer alan bir okur mektubunda yer alan “Biz, aldatıcı ‘proletarya diktatörlüğü’ sloganını bir kenara bırakacağız… Yaşasın işçi ve köylüler” adlı ifade yukarıda anlattığım söylemin bir yansımasıdır.
Bu bültenler köylülere yönelik zor alımlarını hedef alan ajitasyonlarla doludur. Örneğin 12 nolu bültende ise “Ezilenler, Ayaklanın!” adlı yazıda asker ailesinin son tavuğunun rejim tarafından alınmasından; en iyi toprakların komünal çiftliklere dönüştürülüp köylü sırtına toprak sahibi gibi binilmesinden dem vurarak köylülüğün bireysel üretimi yanlısı tutumunu göstermektedir.
13 nolu yayında ise “Komün Ne verdi” başlıklı yazıda şunlar söylenmektedir: “…insanlar ‘komün’ün üretici emeği çökerttiğini ve sonunda tamamen yok ettiğini biliyorlar… Ayakkabı tamircileri, terziler, su taşıyıcıları ve diğerleri gibi daha önce küçük zanaatkar olarak çalışanlar işlerini bıraktılar; kimi oraya, kimi buraya gittiler. Onlar liman bekçileri, gözcüleri olarak işçilerin saflarına katıldılar.” Aynı metinde yer alan “ev yaşamını yok etmek için yöneticilerimiz komünal yemekhaneleri açtılar” ifadesi aile kurumuna tutucu şekilde bağlı küçük burjuva anlayışını yansıtmaktadır.
14 nolu bültende de “Tırnak İçinde Sosyalizm” isimli metinde kolektif çiftliklerden bahsedip “Bolşevik sosyalizm altında köylülüğün özgür topraklarında özgür emeği yerine aldığı şey işte bu” diyerek küçük üreticiliği kalıcı kılmak istediklerini ortaya koymaktalar.
Beyazlarla İlişki
Kronştad ayaklanması konusunda Bolşeviklerin en çarpıcı argümanları bu ayaklanmanın karşı-devrimci Beyazlarla olan ilişkisine dairdi. Bu konuda önemli bilgilere, anarşist Gün Zileli’nin çevirdiği Kronstadt 1921 kitabının yazarı Paul Avrich’in (s.103-29) o dönemde Rusya’da faaliyet gösteren karşı-devrimci illegal örgütlenme Rus Ulusal Merkezi’nin yazışmalarını aktarması yoluyla ulaşabiliyoruz. Bu yazışmalara göre, karşı-devrimci Rus Ulusal Merkezi’nin bir ajanı Ocak-Şubat 1921’de hazırladığı raporda Kronştad’da bahar aylarında bir ayaklanma çıkacağı ve isyancılar iktidarı alırlarsa donanmanın onları izleyeceğini öngörüsünü üstlerine bildirmektedir. Kronştad’daki duruma oldukça hakim olan raporun yazarı ayaklananlara yardım amacıyla yiyecek teminin öneminden bahsedip bunun yollarını ortaya koymaktadır. Ayaklanmanın buzların eriyip müdahalenin daha zor olacağı bir zamanda başlamasının general Wrangel’in hareket geçmesi için de uygun olacağını belirten raporu yazan ajan, Sovyet rejimini ortadan kaldırmak için çok iyi bir üs olduğu belirttiği Kronştad ayaklanmacılarıyla aktif işbirliğine girişmenin önemine vurgu yapmaktadır.
Avrich, bu işbirliğinin ayaklanma öncesinde kurulup kurulmadığı sorusuna şu şekilde cevap vermektedir: “Acaba, isyana girişen bahriyelilerle gerçekten önceden kurulmuş bağlantılar var mıydı? 1921’in ilk haftalarında yazılmış olan Gizli Muhtırada yazar, ‘şu anda isyanın enerjik örgütleyicilerinden oluşan sıkı bağlara sahip bir grubun varlığından’ söz etmekte ve ‘Kronstadt’dan alınan’ bu bilginin muhtemelen Merkez’e dost kaynaklardan geldiğini belirtmektedir. Sözde isyancılardan oluşan örgütlü bir grubun önceden ortaya çıkmış olması, denizciler arasındaki hoşnutsuzluk aylardır geliştiği için hiç de ihtimal dışı değildir, hatta çok muhtemeldir. Ve eğer varsa bir isyan örgütünün, Geçici İhtilalci Komitenin gelecekteki üyelerini barındırması da olanak dahilindedir. Petrichenko’nun daha ayaklanmanın ilk anlarından başlayarak hakim bir role sahip olması… onun isyan patlamadan önceki faaliyetleri hakkındaki spekülasyonları güçlendirmektedir… Bu durumda, Petrichenko ve arkadaşlarının Gizli Muhtıra’nın umutlarını bağladığı ‘sıkı bağlara sahip grup’u oluşturmuş ve hatta Ocak ya da Şubat 1921’de Ulusal Merkez’in ajanlarıyla bağlantı kurmuş olmaları akla yakındır. Ihtilalci Komite’nin – daha sonra inceleneceği gibi – , isyanın bastırılmasından ve komite üyelerinin bazıları Finlandiya’ya sığındıktan sonra Merkez’le bir anlaşma içine girdiği inkâr edilemeyecek kadar açıktır ve bunun eski ilişkinin devamı olması ihtimali yabana atılamaz.” (Avrich, s.110-1)
Anarşist Ida Mett’in Kronştad 1921 kitabında, Petriçenko’nun Ocak 1926 tarihli bir yazısından yapılan alıntıda karşı devrimci faaliyetlerin örgütleyicilerinden olan Finlandiya Kızıl Haç’ından yardım aldıklarını Petriçenko da kabul etmektedir: “Bolşevikler yayınlarında bizi, Finlandiya Kızıl Haç’ından gelen yiyecek ve ilaçları kabul etmekle suçluyorlar. Doğrudur, bunda hatalı bir şey görmedik. GDK ve Delegeler Meclisi bunu kabul etmişti. Kızıl Haç’ı insani bir örgüt olarak değerlendirdik ve yardımın zararsız olduğunu düşündük. Kronştad’a gelen Kızıl Haç delegesi karargaha gözleri bağlı olarak getirildi. Ek toplantıda insani amaçlarla yapılan yardımı kabul ettiğimizi ama kendimizi onlara hiçbir şekilde borçlu hissetmediğimizi söyledik. Kronştad’da bir gözlemci bırakmak istediler, biz de kabul ettik.” (Mett, s.93)
Kronştad ayaklanmasını yöneten Geçici Devrimci Komite’nin başkanı Petriçenko, ayaklanma devam ederken, karşı-devrimci general Wrangel’in Finlandiya’daki resmi görevlisi olarak çalışan David Grimm’e yardım için de başvurmuştur: “Kronstadt’daki yiyecek stokları tükenmeye yüz tutmuştu, öyle ki, 13 Mart günü Petrichenko, Profesör Grimm’e telgraf çekmiş ve Finlandiya’yla diğer ülkelerin yardımını sağlaması konusunda ona yetki vermiştir.” (Avrich, s.122) Bu yardım ve Beyazların organize ettiği daha birçok yardım girişimi, ayaklanma yenilgiye uğramadan önce Kronştad’a ulaşamamıştır.
Ayaklanmanın önderliğini yapan Petriçenko ve arkadaşları ile Beyazlar arasında ayaklanmanın yenilgiye uğramasından sonra bir ortaklık da kurulmuştur. Finlandiya kaçan ayaklanmanın önde gelen isimlerinin, iç savaştan sonra Türkiye’de 80 bin askerlik karşı-devrimci ordusuyla tetikte bekleyen Beyaz general Wrangel ile girdiği ittifakın bilgisini Paul Avrich’den almaktayız: “…isyan bastırıldıktan ve isyanın liderleri Finlandiya’ya kaçtıktan sonra Kronstadtlılarla göçmenler arasında aktedilen bir çeşit anlaşmadan söz edilebilir. 1921 Mayıs’ında Fort Ino kampında bulunan Petrichenko ve sığınmacı arkadaşlarından bir çoğu General Wrangel’in ordusunda gönüllü olarak görev almaya karar verdiler. O ayın sonunda Wrangel’in Helsingfors’taki temsilcisi Profesör Grimm’e mektup yazarak, Bolşevikleri devirmek ve ‘1917 Şubat Devriminin kazanımlarını’ yeniden tesis etmek üzere yürütülecek yeni bir kampanyaya güçlerini katmayı önerdiler.” (Avrich, s.127)
Bolşeviksiz Sovyetler: Proleter Rejimin Tasfiyesi Demek
Kronştad ayaklanmacılarının yayınladığı bültene (Kronstadt Izvestia) baktığımızda başından beri komünistlere (Bolşeviklere) yönelik derin bir öfke ve nefret görülüyor. Kendilerini “Sovyet Rusya’nın komünist boyunduruktan kurtulması mücadelesi” yürütenler olarak tanımlayan isyancılar, fiilen, “Bolşeviklerin olmadığı Sovyetler” istemini yükseltiyorlardı. Komünistlerin iktidarının 300 yıllık monarşi hükümdarlığını gölgede bıraktığını söyleyecek kadar ileri giden Kronştad ayaklanmacılarının ana hedeflerinin Bolşevik yönetimden kurtulmak olduğu tartışma götürmezdir. Peki bu neye tekabül ediyordu? Kronştad’ın talepleri içinde Rusya’da örgütlü sosyalist partilerin tutuklu üyelerinin serbest bırakılması ve sovyet seçimlerine katılmaları vardı. Ancak bahsi geçen partiler neden yasaklıydı, neden bazı üyeleri tutuklanmıştı?
1921’de siyasi yasaklı olan Sosyalist Devrimcilerin (SR) ana gövdesi, Ekim devriminden hemen sonra karşı-devrim cephesine geçmiş; Troçki ve Lenin’e suikast düzenlemiş; iç savaşta Kızıl Ordu’ya karşı savaşmıştı: “1917’den önce devrimci, Şubat ve Ekim arasında muhafazakar, Sovyet rejiminin ilk günlerinden itibaren karşı-devrimciydi. S.R. Partisi Merkez Komitesi çoğunluğu, 26 Ekim 1917’de çabalarını bundan böyle Bolşeviklere karşı silahlı eyleme geçmekte yoğunlaştırmayı kararlaştırdı. Alındığı sırada gizli tutulan bu karar kamuoyuna, Aralık 1917’de Petrograd’da açık olarak yapılan S.R. Partisi 4. Kongresi’nde duyuruldu.” (Liebmann, s.55) “S.R.ler karşı-devrimci kampta iç savaşı başlatan öncülerdi. Kasım 1917’de kurmuş oldukları askeri komisyon Lenin’le Troçki’nin kaçırılmasını planlamış, bunun hazırlıklarını bir grup subaya emanet etmişti.” (Liebmann, s.56) Sosyalist Devrimcilerin devrimcilikle alakası daha Şubat-Ekim 1917 arasındaki dönemde kalmamıştı: “Jacques Sadoul, o yılın (1918) Nisan ayında Moskova’dan gönderilen bir mektupta, S.R. Liderleriyle yaptığı görüşmelerden çıkardığı sonucu şu sözlerle özetlemişti: ‘Şimdiye değin açık biçimde kabullenmeseler bile, içlerinden birçoğu, özel sohbetlerde, monarşinin restorasyonu gerekliliğini itiraf ediyorlar.’”(Liebmann, s.57) Sosyalist Devrimcilerin siyasi çalışmalarının önünün açılmasının, sovyet seçimlerine katılmaları aleni şekilde karşı-devrimci propaganda ve faaliyetlerin serbestleşmesinden, proleter iktidarının kendini arkadan hançerlemesi için karşı-devrimci güçlere alan açmasından başka bir anlamı yoktu.
Rusya’da solun diğer önemli bir parçası olan Menşevikler ise doğrudan karşı- devrimci güçlerle ittifak kurmamış, Ekim devriminden sonra Bolşeviklerin yönetimine karşı çeşitli sabotajlar, etkili olduğu sendikalar aracılığıyla grevler yoluyla engellemelerin ötesine geçmemişti. 1921 yılında faaliyetlerini devam ettiren Menşevikler, açıkça karşı- devrimci faaliyetlerin odağı olmasa da Ekim devrimine en çok karşı çıkan güçlerden biriydi. Rusya’da burjuva Kadetler öncülüğünde bir burjuva devrim gerektiğini ideolojik olarak savunan Menşevikler, Şubat-Ekim 1917 arasında Kadetlerin hükümetinde yer almış, burjuva düzenin sürmesinden yana tavır almıştı.
Kısacası Rusya’daki sosyalist partilerden Sosyalist Devrimcilerin çok büyük bölümü karşı-devrim cephesine doğrudan geçmiş; Menşevikler ise kapitalistleri alaşağı edecek bir proleter devrime karşı çıkıp iktidarın burjuvaziye teslim edilmesi gerektiğini savunarak ipler eline geçtiğinde oynacağı rolün fiilen karşı- devrimciliğe tekabül edeceğini daha Şubat 1917’den sonra göstermişti. İşçi iktidarının (Sovyet rejiminin) kurulmasını isteyen, bir devrimci ayaklanma ile bunu yaşama geçirilmesine öncülük eden tek devrimci güç Bolşeviklerin sovyetlerin yönetiminden uzaklaşmasının devrimin boynunu kendi rızasıyla eski egemen sınıfların satırının altına uzatmasından başka bir anlamı yoktu.
NEP: Köylü Brest Litovsk’u
1921’in başlarında patlak veren köylü isyanlarının üzerine Kronştad ayaklanması Bolşeviklerin durumun yakıcılığını anlamalarını sağladı. Köylülere ödün vermeden, onların serbest ticaretinin önünü açmadan Sovyet iktidarının dayanma şansı yoktu. “…diğer ülkelerde devrim gerçekleşene kadar, sosyalist devrimi, ancak köylülerle varılan bir uzlaşma koruyabilir.” diyen Lenin ve Bolşevikler, -ürün üzerinden vergi ödenmesi ve kar oranının sınırlandırılması koşuluyla- köylülere ürünlerini pazarda satış hakkı tanıyan NEP (Yeni Ekonomik Politika) programını yaşama geçirme kararı aldılar. Rejimin geleceği açısından tehlikeli bir gidişin kapısını aralayan NEP, köylü Brest-Litovsk’u olarak görülüyordu. Herkes, proleter iktidarın geriye doğru bir adım attığının bilincindeydi ancak rejimin köylü isyanlarıyla yıkılması istenmiyorsa başka çıkar yol yoktu.
Sonuç
Kronştad üzerine şimdiye kadar söylediklerimizi özetleyerek yazıyı tamamlarsak… Kronştad ayaklanması, 1920 sonunda 1921 baharına kadar Rusya çapında etkili olan köylü ayaklanma dalgasının bir parçasıydı. İç savaşta ayakta kalabilmek için uygulanan Savaş Komünizmi’nin yiyecek zor alımlarına karşı ayağa kalkan köylülüğün serbest şekilde küçük üretimine ve ürünlerinin ticaretine devam etme isteği bu ayaklanmaların yakıtı olmuştu. 1921 yılında serbest piyasaya müthiş ödünler veren NEP programının uygulanmaya başlamasıyla bu ayaklanmaların durulması da bunun bir göstergesiydi.
Kronştad ayaklanmacılarının liderlerinin Beyazlarla (ayaklanma öncesi ve/veya sonrası) ilişkileri vardı. Ayaklanmayı yöneten komitenin başkanı Petriçenko, askerden terhis edilip memleketine gittiğinde Beyazlara katılmak istemiş; bir dönem Bolşeviklerin içinde yer aldığı için bu talebi reddedilmişti (Avrich, s.95). Ayaklanmanın başındakilerin ruh hali başlarken dahi işte böyleydi. Ki ayaklanma sırasında sağlanan gıda desteğini ve ayaklanmanın yenilgisinden sonra Finlandiya’da Beyazlarla kurulan ittifakı zaten anlattık.
Beyazlar, Petrograd’ın dibindeki Kronştad’da Bolşevik rejime karşı başarılı bir isyanın karşı-devrim için çok önemli bir üs olduğunun bilinciyle ayaklanmaya ellerinden geldiğince yardımda bulunmaya çalışmışlardı. Bolşevikler de tehlikenin farkındaydı ve ona uygun şekilde müdahale etme şansını kaybetmeden önce çok sayıda kayıp vermeyi de göze alarak harekete geçtiler. Köylülerle-işçi sınıfı ve onun iktidarı arasında ilişkinin geldiği bu durumu üzüntüyle karşılayan Bolşevikler açısından köylülüğün isyanına tercüman olan Kronştad ayaklanmasının bastırılması trajik bir gereklilikti.
Yazıyı bitirirken Kronştad’ı kendi Kerbela’ları haline getiren anarşistlere bir tavsiyede bulunalım: sırf Bolşevizmle hesaplaşmak için, örgütsel-ideolojik bir bağınızın bulunmadığı, anti-semitik bir ruh haliyle hareket eden, çıkış noktası küçük burjuva özel mülkiyet hakları olan ve anarşistlerin kendi kitaplarında da kabul ettiği üzere Beyazlarla çeşitli ilişkiler kurmuş böyle bir ayaklanmayı kendi destanınız yaparken dikkatli olun.
Kaynakça
Marcel Liebman (1992) Lenin Döneminde Leninizm-II, Belge: İstanbul. Paul Avrich (2006) Kronstadt 1921, Versus: İstanbul.
Ida Mett (1998) Kronştad 1921, Kaos: İstanbul.
Tony Cliff (1996) Lenin 3, Z: İstanbul. V.İ. Lenin (2010) Sosyalizme Geçiş Döneminde Ekonomi, Agora: İstanbul.
Kronstadt Izvestia’nın 3-16 Mart tarihleri arasındaki 14 sayısı, https:// www.marxists.org/history/ussr/events/ kronstadt/izvestia/
——–
Ozan Yüzer’in yanıtı
Selamlar.
Güneş Gümüş’ün Kronştad 1921 yazısı oldukça kapsamlı olmakla birlikte, meselenin bir başka boyutuna daha eğilmek istiyorum. Kronştad İsyancıları ne istiyordu ve uzlaşılabilseydi sonuçları neler olurdu? Öncelikle isyancıların taleplerine bakalım:
- Sovyet organları için hemen yeni seçimler yapılmalıdır. Halihazırdaki Sovyetler köylü ve işçilerin taleplerini yansıtmamaktadır. Yeni seçimler gizli oy ve serbest propaganda özgürlüğüyle yapılmalıdır.
- İşçiler, köylüler, Anarşistler ve Sol Sosyalist partiler için konuşma ve basın özgürlüğü.
- Sendikalar ve köylü örgütleri için özgürlük.
- En geç 10 Mart 1921’de gerçekleştirilecek olan partilerden bağımsız bir toplantı düzenlenecektir, toplantıya Petrograd ve Kronsdat bölgesi işçiler ve askerleri katılacaktır.
- Tüm sosyalist partilere ait siyasi mahkûmlar ve işçi sınıfına mensup tüm mahkûmlar serbest bırakılmalıdır.
- Hapishanelerdeki durumu öğrenmek amacıyla bir komisyonun seçilmelidir.
- Ordudaki tüm siyasi kurumlar kapatılmalıdır. Hiçbir siyasi parti propaganda için ayrıcalığa sahip olmamalıdır ve devletten yardım almamalıdır.
- Köylerde ve kırsal alanda oluşturulan silahlı milisler dağıtılmalıdır.
- Tehlikeli işler hariç tüm işçiler için sağlanan gıda miktarı eşit olmalıdır.
- Ordudaki tüm milis örgütlenmeleri kapatılmalıdır. Fabrikalardaki muhafızları işçiler seçmelidir.
- Köylülere ücretli işçi çalıştırmadıkları hallerde istediğini yapabilme özgürlüğü verilmelidir.
- Tüm askeri birlikler ve subaylar bu kararnameye uymalıdır.
- Bu bildiri basında yayınlanmalıdır.
- Gezici işçi denetçi gruplarının kurulmasını istiyoruz.
- Ücretli emek sömürüsüne dayanmayan el işleri üretimi yasadışı olmaktan çıkarılmalıdır.
Gümüş’ün yazısında iddia edildiği gibi ‘’Bolşeviksiz Sovyetler’’ ve karşıdevrim istemi şöyle dursun, işçi demokrasisinin, aşağıdan sosyalizmin talepleriyle karşı karşıya olduğumuz aşikardır. Nail Satlıgan’dan alıntılayacağımız satırlar, bir devrimci Marksist’in son derece dürüst ve cesur ifadeleridir:
‘’Bugün her yerde olduğu gibi ülkemizde de Sovyet devrimiyle ilgilenen herkesin Kronştad Ayaklanmasının patlak vermesinde –sonraki yönlendirme çabaları ne olursa olsun– Sosyalist Devrimcilerin, Menşeviklerin, yabancı devletlerin vb.’nin parmağı bulunmadığını, Kronştadlıların talepleri arasında sermayenin, toprak ağalarının iktidarının ihyasının yer almadığını, Kronştadlıların olsa olsa ‘savaş komünizmi’ uygulamasına karşı orta köylülüğün haklarını savunduklarını, bunun ise Rus Komünist Partisinin tam da ayaklanma günlerinde toplantı halinde bulunan X. Kongresinde kararlaştırılacak olan NEP’e ters düşmediğini, hareketin tümüne keskin bir Bolşeviklik düşmanlığı hakim olmakla birlikte ayaklanmanın başından sonuna dek ‘bütün sosyalist partilerin –yani Sosyalist Devrimciler ile Menşeviklerin, ayrıca anarşistlerin– katılacağı özgür seçimlerle Sovyetlerin yenilenmesinin savunulduğunu, yoksa Bolşeviklerin Sovyetlerden ihracına ya da Sovyet sistemi yerine Kurucu Meclisin toplantıya çağırılmasına yönelik herhangi bir talebin ortaya atılmadığını bilmeye hakkı vardır.’’1
Gerçekten de 11. ve 15. maddeler dışındakiler sosyalist çoğulculuk ve özgürlükçülük, ücret eşitliği gibi konular ve gümbür gümbür gelen parti/devlet kaynaşmasına ve monolitizme yönelik tedbirler içermektedir. Karşıdevrimci sayılabilecek 11. ve 15. maddeler bilindiği gibi NEP kapsamında bizzat Bolşevikler eliyle hayata geçirilmekle birlikte, diğer maddelerin hiçbiri gerçekleşmemiştir. İsyanın gerisinde karşıdevrimci güçlerin olup olmamasından, hatta isyanın kendisinden bağımsız olarak, bu taleplerin sovyet sisteminin, işçi demokrasisinin varlığı için hayati önemde olduğu su götürmezdir. Kronştad’a bakıştaki temel eksiklik budur. Kronştad bir başlangıç değil bir sonuçtur.
IV. Enternasyonal’in temel programatik metni sayılan Geçiş Programı’nda, SSCB’yi yeniden işçi devleti rayına oturtmak için ileri sürülen en önemli maddelerden biri çok partili sovyetlerin tesis edilmesiydi.2 1921 koşullarında da devrimi kurtaracak adımların başında bu gelmiyor muydu? SR’lerin ve Menşeviklerin karşıdevrimci kampa geçmiş olduğu ileri sürülebilir. Peki Sol SR’ler ve anarşistler? Onların da sovyet sisteminin birer yıkıcısı haline geldiğini varsayalım. Parti içindeki İşçi Muhalefeti ve Demokratik Merkeziyetçilik gibi gruplar? Bunlara özgürlük tanımak, işlevsiz birer uzantı haline gelmiş sovyetleri yeniden canlandırmak şöyle dursun 10. Kongre’de parti içi hizipler yasaklanmıştır. Üstelik o hizipler Kronştad İsyanı’nı fiilen bastıranlar arasında olmasına rağmen.
Thermidor’un yükselişinin ve devlet kapitalizminin varlığının nerede/nasıl filizlenmeye başladığını saptamak insanlığın geleceği için de yaşamsaldır. Rosa Luxemburg’un henüz 1918’de kaleme aldığı Rus Devrimi adlı incecik broşüründeki analizlerin –lll. Enternasyonal’den Bolşevikler tarafından ihraç edilen Konsey Komünistlerinin uyarıları gibi– devasa kehanetler olduğunu bugün bütün berraklığıyla görebiliyoruz. Kronştad İsyanını Luxemburg’un öngörülerinden bağımsız ele almak mümkün değildir. Bu noktada Tony Cliff’in satırlarına göz atalım:
‘’Rosa Luxemburg Bolşevikleri, işçi demokrasisini dipten torpillemek ve sınırlamaktan sorumlu tutuyor ve eleştiriyordu. Bu konuda, Rusya’nın tüm trajik tarihi, onun bir kahin kadar ve mutlak olarak haklı olduğunu ispatlar.’’3
Luxemburg’un eleştirileri 1918 gibi çok erken bir tarihte kaleme alındığına göre, ‘’Rusya’nın tüm trajik tarihi’’ bağlamında karanlık 1921 yılı ve Kronştad İsyanı da bu öngörülerin, yani işçi demokrasisinin 1918’den itibaren ‘’dipten torpillenmesinin ve sınırlandırılmasının’’ sonuçlarının kapsamındadır. Bütün olumsuzlukları iç savaş, emperyalist saldırılar, geri kalmışlık gibi karşıdevrimci faktörlere yüklemek açıkça kolaya kaçmaktır.
Stalinizm görüntüsüyle peyda olan Sovyet Thermidor’u kuşkusuz Bolşevizmin katilidir ve onun diyalektik olumsuzlanmasıdır. Ancak Thermidor’u yaratan zeminin döşenmesinde Bolşeviklerin de payı vardır. Biçimsel olarak oldukça benzeyen iki olgunun, içerik olarak ne kadar farklı olabileceğini ‘işçi devleti’ ve ‘devlet kapitalizmi’ kıyaslamasıyla Tony Cliff ifade etmişti.4 Rusya’da işçi devletinin bitip devlet kapitalizminin başladığı kıyılar nerededir? Stalinizmin şiddetiyle, Bolşevizmin devrimci şiddetinin içeriksel zıtlığını apaçık tespit etmek mümkün. Ancak yalnızca zıtlıklara değil içeriksel paralelliklere işaret eden detayların üzerinde düşünmekte de yarar var. Stalin’in bütün hasımlarına karşıdevrimci etiketi yapıştırmasıyla ve Troçki’nin/Troçkistlerin arkasında emperyalizmin olduğunu pervasızca iddia etmesiyle, Kronştad İsyanının Bolşevikler tarafından doğrudan emperyalizm destekli bir karşıdevrim kalkışması olarak yaftalanması arasındaki yalnızca biçimsel değil, içeriksel paralelliği de görmek zor değil. Kronştad’ın işçi demokrasisinin tesis edilmesi yönündeki devrimci taleplerinin bastırılması, Stalinist Thermidor’un doğuşunun somut koşullarını hazırlayan nedenlerden olmuştur. Devrimi karşıdevrimden korumaya çalışırken sürekli yönelinen monolitik tutum, sosyalist ideallerden daha Lenin ve Troçki iktidardayken sapıldığının, ortada korunacak bir devrimin kalmadığının göstergeleridir. Bunun zorunluluklardan kaynaklı geçici önlemler olarak gerçekleşmesi Bolşevizmle Stalinizmin farkını ortaya koysa da, pek çok kalıcı yasağın zorunluluklardan kaynaklı ve(ya) geçici olarak doğabildiğini unutmamak lazım. Önemli olan zorluklar karşısındaki yönelimlerdir, sonuçları belirleyen faktörlerin başında gelenlerden biri budur. 1921’de korunmaya çalışılan olgu artık sovyetlerin değil, Bolşevik Partisi’nin iktidarıdır. Ne kadar devrimci olursa olsun, bir partinin hükümetinin, işçi devletinin varlığının garantisi olmadığını hayat bütün insanlığa göstermiş bulunmaktadır.
1905 Devrimi bastırıldığında Troçki’nin Çarlık devletinin mahkemelerinde yaptığı savunmayı hatırlamakta fayda var:
‘’…halkın bilincini berraklaştırmak, halka çatışmanın kaçınılmaz olduğunu izah etmek, bize verilen her şeyin pek yakında geri alınacağını anlatmak, hukuku yalnızca gücümüzle koruyabileceğimizi ortaya koymaktı yaptığımız.’’5
Kronştad İsyancıları’nın da adım adım kaybedilen işçi devrimini ‘yalnızca güçleriyle koruyabileceklerini –daha doğrusu yeni baştan tesis edebileceklerini– ortaya koymaktı yaptıkları’. Çünkü işçi demokrasisi kanalları kapalıydı ve hızla kapanmaya devam etmekteydi. Nihayetinde Stalinizmin temsil ettiği, Çarlık despotizmi gibi bir despotizmle karşı karşıya kalmaları çok uzun yıllar almayacaktı.
Bugün devrimci Marksistlerin Kronştad’a bu bağlamdan uzaklaşarak bakmalarıyla Stalinizmin devrimci Marksizme bakışı arasında pek de uzak bir mesafe yoktur. Kronştad İsyanı’nın ve taleplerinin devrim tarihindeki yeri Şubat ve Ekim Devrimlerinin, Rosa Luxemburg’un, İşçi Muhalefeti’nin, Sol Muhalefet’in, Konsey Komünistlerinin, Ryutin Platformu’nun ve lV. Enternasyonal’in yanıdır. Aksi halde 1953 Doğu Almanya, 1956 Macaristan, 1968 Çekoslovakya, 1956, 1970, 1979/1981 Polonya ve 1989 Çin Ayaklanmalarına içlerinde ve/veya arkalarında kapitalist unsurların olması nedeniyle karşıdevrimci etiketi yapıştırmakla aynı pozisyona düşeriz.
Söz konusu Lenin ve Troçki de olsa kimse korkunç hatalardan ve sert eleştirilerden azade değildir. Tutkulu bağlılığımız yalnızca gerçeğe olmalıdır. Ancak bu halde sosyalizm yeniden insanlığın biricik umudu haline gelebilir.
İyi çalışmalar.
1 Nail Satlıgan, Kronştad 1986, Onbirinci Tez Kitap Dizisi, İstanbul: Uluslararası Yayıncılık, 1986, Sayı 2, sf. 232.
2 Lev Troçki, Kapitalizmin Can Çekişmesi ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri, çev. Erdal Tan/Masis Kürkçügil, İstanbul: Yazın Yayıncılık, 2003, sf. 58/59.
3 Tony Cliff, Rosa Luxemburg, çev. Yurdakul Fincancı, Ankara: Anadolu Yayınları, 1968, sf. 89.
4 Tony Cliff, Rusya’da Devlet Kapitalizmi, çev. Ali Saffet/Tarık Kaya, İstanbul: Metis Yayınları, 1990.
5 Sungur Savran, Trotskiy’in Tarihteki Yeri, Devrimci Marksizm Sayı 24, 2015, s. 27/28.
Yazı biraz karışık olmakla birlikte oldukça önemli.
İkinci bölümde Ozan Yüzer’in yanıtı Kornstad isyancılarının taleplerinin ne kadar haklı olduklarının da kanıtı oluyor.
İlk bölümde dikkat çekilmesi gereken (7 nolu Kronstadt Izvestia’sında yer alan bir okur mektubunda yer alan “Biz, aldatıcı ‘proletarya diktatörlüğü’ sloganını bir kenara bırakacağız… Yaşasın işçi ve köylüler”) yazılı mektup.
„Proletarya Diktatörlüğü“ gerçekten sahte bir slogandır. Komünistlerin baskı rejimini maskesi olmaktan öte bir gerçekliği olmayan bir tabir.
Kimse işçi gibi yoksullara iktidarı vermez. Nitekim hiçbir devrimde, elit bir tabaka ve bu nedenle emekçilere kıyasla paylaşımdan daha fazla pay alan komünistler, iktidar koltuklarını onlara terk etmediler. Üstelik utanmadan aslında kendilerine söylenmesi gereken “proleterleş” tavsiyesinde bulundular.
Madem sosyalizm yukarıdan aşağı inşa edilecek, önce liderlik kurumunu ortadan kaldırmak gerekiyor. Sonra da yönetim koltukları işçilere terk edilmeli. Yahut yönetim organları da peyderpey lağvedilmeli. Aksi taktirde adı sosyalist olan iktidarlar burjuva demokrasilerini mumla aratıp dururlar.