“İşçisin Sen, İşçi Kal!”
Gebze Belediyesi’nin katlettiği
sokak hayvanlarının anısına…
“Verilen görevi” yaptın! Belediye’nin “Temizlik İşleri” müdürü, sana ve diğer işçi arkadaşlarına, “barınağa toplanan hayvanları” zehirleyerek öldürme “görevini” verdi. Emir emirdi, “demiri keser”di. Askerde de öyle değil miydi? Ne var ki “kesecekleriniz” demir değil, aynı senin gibi bir canlıydı. Onun da iki gözü, bir burnu, bir ağzı vardı. Onun da midesi, ciğerleri, kalbi… Aynı senin gibi. Ve sinirleri. Aynı senin gibi canı vardı. O da senin gibi ölümden korkardı. Öldürüleceğini sezdiği zaman kalbi küt küt atardı, korkardı. Aynı senin gibi!
Küçükken, evde de babanın verdiği emirleri yerine getirdin. Askerde de komutanın. Evet ama kanunsuz emirler yerine getirilmezdi, suçtu bu! Kendini böyle savunabilirdin ama bunu hiçbir zaman yapmadın, düşünmedin bile. İçinde bir dürtü “yapma!” dese de yapardın, yaptın. Ama savaşta yaralıyı öldürmek suçtu, insanlık suçuydu. Esiri de öyle. Belki askerdeyken böyle şeyler başına gelmedi. Başına gelse yapar mıydın? Yaralı bir esiri öldürmeye elin varır mıydı? Bilmiyorsun değil mi?
Ama capcanlı bir hayvanı öldürme emrini diğer işçi arkadaşlarınla birlikte yerine getirdiniz. Bu ay da o kısıtlı maaşını alacaksın. Çocuklarına yiyecek bir şeyler götüreceksin o maaşla. Sofranın başına ailecek oturacaksınız. Öldürdüğün o hayvanlar hiç gözünün önüne gelmeyecek mi? Eminim, müdürün hiç böyle bir vicdan sızlaması duymayacak. Çünkü o emri verdi ve gerisini sizlere bıraktı. Elini “kana bulamadı”. Ya sen, ya arkadaşların?
Zehirli şırıngaları, çengel ve ipleri, naylon torbaları yanınıza aldınız. Çizmelerinizi ayaklarınıza geçirdiniz. “Görevinizi” yerine getirmek üzere seferber oldunuz. Her şeyden habersiz, o sıkış tepiş barınakta yaşayan köpeklerin yanına sokuldunuz. Köpekler sizi dost bilerek kuyruklarını sallayıp yanınıza geldiler. Onları seveceğinizi sandılar. Boyunlarına kementleri geçirdiniz. O anda anladılar kötü bir şeyler olacağının. Gitmemek için direndiler. Sürüklediniz, zorla, gaddarca. Tenha bir köşede “işlerini bitirecektiniz”. Biriniz hayvanın boynuna bastırdı, öbürü iğneyi basıverdi. Çok sürmedi. Hayvan inleyerek yere yığıldı. Gözlerinden son bir yaşam parıltısı geçti. Biraz çırpındı ve hareketsiz kaldı. Artık nefes almıyordu.
Teker teker hepsini öldürdünüz. Sonra da verilen emre uygun olarak torbalara tıkıştırdınız hayvan cesetlerini, üst üste yığdınız, torbaların ağızlarını bağlayıp konteynerlere attınız. “İşinizi” bitirmiştiniz!
Eh artık kantine, öğle yemeğinizi yemeye gidebilirdiniz. Üstüne bir de sigara tüttürmek vardı!
Cem Karaca’nın, 1970’li yıllarda ağızlarda dolaşan çok hüzünlü bir şarkısı vardı, bilir misin? Bir zengin kızına âşık olan tamirci çırağının acıklı öyküsünü anlatırdı. “İşçisin sen, işçi kal”! Bu, tamirci çırağı için sınıfsal bir zorunluluktu. O zengin kızına hiçbir zaman ulaşamayacaktı. İşçiliğini bilmeli ve işçi kalmalıydı.
Sen de işçisin ve işçi kalmalısın temizlik işçisi arkadaş. Sana verilen emir kanunsuzdur, ayrıca insanlık suçudur. Sen işçisin, cellat değil! İşçisin sen, işçi kal!
Gün Zileli
12 Ekim 2024
Yazıda hayvanlara karşı gaddarlık, bunu yapanların duygusuzluğu, hayvanlarda acı çekme ve öldürülme hisleri olduğunu hatırlatma yanı sıra “diğer” canlı varlıklara karşı şefkatsizlikte aynı duyu hissi yokluğu/azlığının yaygın olduğunu kınamak çok yerinde ve çok değerli bir hatırlatma.
Aynı zamanda bu şahane eleştiriyi artık tamamıyla iflas etmiş işçi-izm kalıbına sokmak da çok sorunsal: Şu an tüm insanların milliyetçiliği emekçiliğe tercihi apaçık. Sanki nasıl belediye işçisi amirini işitir ve köpekleri öldürmeyi düşünmeden yaparsa, solcu devrimci de düşünmeden, alışıklarına uyarak zengin bir düşünceyi iflas etmiş bir ideoloji kalıbına sokar.
Önsöz.
– Beyazlarla hiç bir teması olmamış Yanomamileri ilk defa arayıp bulanların anısı: Ormanı kat ederken halihazırda beyazlarla temasları olmuş çıplak vahşilere rastlarlar. Beyazların ırkçılık nimetlerinden yararlanan bu vahşilere göre Yanomamiler “irracionales” ( irrasyoneller). Seferi yapanlar şaşırırlar ama Yanomamileri bulduklarında anlarlar: Kadınlar hayvan yavrularına da sütlerini vermekteler.
– Taş üzerine yapılmış tarih öncesi taş devri çizim/resim bulunur. Resimdeki kadınları şimdi bile yolda rastlasan tanırsın ama erkekler “kibritimsi”. Kadınlar devşirici, erkekler avcı/öldürücü. Öldürülen hayvanın akrabaları avcıyı tanır intikam alır diye avcı tanınmaz kılınmış.
– Ok-yay Avustralya’ya girdiğinde bazı aşiretler mızrakla avcılıktan vazgeçmek istemediler. Aborijenler, öldüreceğin hayvana yaklaşıp avının yaşlı/yavru, gebe, erkek/dişi olduğunu bilmek ve hatta göz göze gelerek “ölmeye razı” olup olmadığını tespit etmek gerektiğine inanırlar.
– Çok daha kısacası, bazı antropologlara göre sadece ve sadece Batı kültüründe insanların doğal dünyadan evrimle geliştiğine inanılır ve insan/doğa düalizmi vardır. Diğer tüm kültürlerde insanların tanrılardan geldiklerine ve tüm ilkel kültürlerde hayvanların insan-akraba olduklarına inanılır.
Hayvan sevmek başka, hayvanı sevmeyi sevmek başka.
Artık tek gerçek dünya olmuş Batı çılgınlığına bir örnek: Yaşadığım yerde bir köpek sevmeyi sevme modası çıktı ve şimdi 3-4-5 köpek gezdirenler saymayla bitmez oldu. Köpekler de çeşit çeşit: “çok güzel”/”çok çirkin” vb. Bu bile BİREYLERİN, b*kunda boncuk bulanların si*ik yarışı oldu.
Benzeri olarak, işçinin işçi kalmamasını kendisi mi ister onlar adına konuşan devrimci, solcu, ilerici, politika uzmanları mı ister? Kalmasa da ne olacak? Anasından doğmadan önce (genetik yazısı, alın yazısı falan filan) ya da doğduktan sonra üniversiteler bitirip Devlet-Endüstri-Banka aziz üçlüye faydalı enayi olmayacak mı? Sadece son olaylarla ilgili bir örnek. İsrail’in 1948 soy kırımına hazırlık devresinde bu diplomalı alçaklardan biri, bir vatansever kimya uzmanı, tıpkı Arşimed gibi koşarak o zamanın İsrail Devlet başıkanına Filistinlileri kör edici bir madde geliştirdiğini müjdeler. Çok, çok iyice çok büyük beyinli Oppenheimer nedense Hiroşima’ya bomba atılırsa ne olacağını bilmeyecek kadar mankafa ama atıldıktan sonra bilimsel gözlemine şükür, olanları görür ve o zamanın en büyük dolandırıcısı ırkçı Truman ile görüşüp vicdan azabı sineması yapar.
“Sineması yapar” lafımla sahtekar olduğunu ima etmiyorum. Çoğu vicdan azabı bile çekmez; suçu, dünyanın %90’nının temsil ettiği cahillik bankasına yatırır. Medya da bunu harıl harıl beyin yıkama haberlerine çevirir. Zaten %90 sıradanların umurunda bile değil. Olanlar artık ekranlarda olmakta. Bakire, masum bilim adam ve kadınların vicdanı, para yıkama gibi, temizlenir, temiz iş(çi) vicdanı olur.
Oppenheimer’i dinleyen dolandırıcı katil ruhlu ırkçı Başıkan etrafındaki dalkavuklara “bu mızmızı bir daha yanıma getirmeyin” emri verir.
Şu an kendi ve çoluk çocuklarının canları pahasına, bazen bayağı büyük yekûn para vererek BAL VE SÜT diyarları Amerika ya da AB devletleri, İngiltere Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi Amerika uyruklarına (vasallarına) ulaşıp işçi olmak isteyenlere ne derler acaba bu hızlı devrimciler? Japonya da bir ABD uyruğu ama oraya gitmek isteyenler sadece Şinto temizliği, Maskaralık olmuş Çay İçme Merasimine katılmak isteyenler ve bilim-teknoloji sever entelektüeller.
Zengin ülkelerdeki işçilerin büyük bir çoğunluğu, hem tarihte hem şimdi, bir evi, bir arabası, bir yazlık evi gibi güvenlik ve başarılı olduğuna şahitlik eden mal mülk birikiminin rahatlığı içinde, halinden memnun tatsız tuzsuz orta sınıflılar. Amerika’da iç, Avrupa’da dış turistlik ederler. Solcu devrimciler işçilere bakıp onları tercihlerinin aslında tercihsizlik dünyasında yaşadıklarını anlamak yerine solcu devrimci kalıplarına sokup parti kurma çığırtkanlığı ederler.
Türkiye’den gelip Avrupa’ya kapa atmış olan işçiler de tamamıyla orta-sınıflılar. Gerçi artık başka bir şey de yok ama o ayrı bir konu.
Bunların özeti: Çalış, genellikle döner veya şekerleme gibi insanın düşmanına yedirmeyeceği pislikler sat, evi ucuz ve adi cincik boncukla doldur, ucuza yaşa, para biriktir, Türkiye’den arsa al, çok katlı binalar inşa ettir, kirasını topla. Arada bir Türkiye’ye turistik yerlere git, hayatta ne kadar başarılı olduğuna yeryüzü allahı PARA’nın ayıp donu olan gökyüzü Allaha şükür et.
harika hocam
“03 Kasım 2024 harika hocam” yorumunu yapana bir soru.
Harika olan “İşçisin Sen, İşçi Kal!” yazısı ve yazan ilerici ve devrimci mi, yoksa
“Anonim dedi ki: 01 Kasım 2024” yazısını yazan gerici ve tutucu mu?
Selamlar