Irmak Zileli / Sefalet Mülkün Temelidir

IRMAK ZİLELİ
irmakzileli@gmail.com

Sefalet Mülkün Temelidir

Tüyap Kitap Fuarı’nda 13 yaşında bir çocuğun başına gelenler hepimizin vicdanını sızlattı. Can Yayınları’nın standından kitap çaldığı zannıyla üstü aranan çocuğun rencide edilmesi yayın dünyasında tartışmalara yol açtı. Hatta Can Yayınları resmi bir açıklamayla özür de diledi. Çocuğun kitap çalmadığının ortaya çıkmasından dolayı, tepkilerin ağırlık merkezi 13 yaşındaki bir çocuğun haksız yere hırsızlıkla suçlanmış olmasıydı. Peki çocuk kitabı gerçekten çalmış olsaydı ne olurdu?

Bu olaydan hareketle bazı yayınlar “kitap çalmak mübah mıdır?” diye özetlenebilecek bir tartışma açtılar. Soruşturmalara yanıt veren yazarlardan ve yayın sektörü içinden bazıları “Kitaplar çalınırsa bu sektör nasıl ayakta kalacak; yazarı, editörü, çevirmeni nasıl para kazanacak?” minvalinde açıklamalar yaptılar. Hatta biri, yazar Oruç Aruoba’ydı ki, şöyle diyordu: “Hırsızlık en eski suçlardan biri, bunun bahanesi yok”
Bunu okuyunca bir soru sorma gereği duydum; hırsızlık ne kadar eski? Mesela ihtiyaç fazlasının, dolayısıyla artı değerin olmadığı çağlarda da hırsızlık var mıydı? Artı değer yoksa henüz mülkiyet kavramı oluşmamış demektir. Mülkiyet kavramı oluşmadıysa hırsızlık da oluşamaz. Öyleyse evet hırsızlık eski bir suç ama hemen hemen tüm suçların kaynağı bu mülkiyet belası değil mi?”

Denilebilir ki, e ne yapalım canım ilkel çağlara geri dönecek halimiz yok ya, artık mülkiyet diye bir gerçeklik var ve başka birinin malını çalmak suç. Madem öyle, tarihsel kökleri bir yana bırakıp, mülkiyet kavramının kendisini konuşalım. “Kitabın mülkiyeti kime aittir?” sorusundan başlayabiliriz mesela. Yazara mı? Yayınevine mi? Yoksa sayfa sekreterine ya da editörüne mi? Diyelim ki kitabın sahibi yazar. Kitabın satışından elde edilen kârın ne kadarı yazarın cebine giriyor? Öyle ya eğer sahibi oysa kitap satışlarından kâr elde etmeli. Ama hepimiz biliyoruz ki yazar en iyi ihtimalle yüzde 15’lik bir telif alıyor kitabından. Şu durumda kitabın sahibi yayınevi mi? Yayıneviyse, kitabın üretiminde çalışan işçiler hak ettikleri karşılığı alıyor mu? “İnsanlar kitap çalarsa çevirmen, editör nasıl geçinecek!” diye veryansın eden arkadaşın sorusu, ne kadar iyi niyetli görünse de aslında sektörün emekçilerinin haklarını değil patronların kazancını dert edinmiş oluyor. Serbest piyasa ekonomisinin kendisi bir hırsızlık ekonomisi. Sırtını emek hırsızlığına yaslıyor.
Bu tartışmanın gelip dayanacağı yer eninde sonunda “bilgiye ve sanata erişimin bir hak olup olmadığı”dır. Bu da bilginin ve sanatın nasıl bir iktidarın şemsiyesi altında üretildiğiyle doğrudan ilişkili. Kitap çalan çocuğu hırsız diye yargılayacaksak, sözgelimi parasız eğitimden de yana olmamamız gerekir. Parasız eğitimden yanaysak, birisini hırsızlıkla suçlamadan önce kitaba erişimin ücretsiz olarak sağlandığı araçların geliştirilmemesinden şikâyet etmeliyiz. Ama nedense bu tartışma sürecinde, parası olmayan insanların da kitap okuma imkânı edinmesi için kütüphane açılmaması, açılanların köhneliği kimse tarafından sorgulanmadı.
Bilginin üretimi, kullanımı ve dolaşımı üzerine söylediğimiz her söz ideolojik bir yaklaşımı beraberinde getirir. Bilgiye erişimi ücretsiz olarak herkese açmamak, iktidarın bilginin kullanımını kendi tasarrufunda değerlendirmek istemesinden kaynaklanır. Her iktidar kendi ideolojisi doğrultusunda bilgiyi gerekli gördüğü kişilerin erişimine açar ya da kapar. Bugün serbest piyasa ekonomisinin iktidarını yaşadığımıza göre de, insanların kitaba özgürce ulaşmasının koşullarının yaratılmadığı bir ülkede kitap hırsızlığına veryansın etmek, bilginin tekelleşmesini savunmaktan başka bir kapıya çıkmaz.

Acı olan, bilgiyi ve sanatı üreten kişilerin bunu bu denli içkinleştirmiş olması. Onlar adına üzücü olduğu kadar, onların üreteceği eserler konusunda da kaygı verici bir durum. Çünkü çalışma masasının arkasında asılı duran ticari sahiplik belgesinin yazıya gölgesi düşecektir ister istemez…

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

1 Comment

  1. === “ARTI (ARTIK) DEĞER” TEORİSİ ===

    Karl Marx’ın [çoğu zaman Engels’in katkılarıyla] “(Almanca) Mehrwert” ismiyle kavramlaştırmaya çabaladığı teorinin adı “(İngilizce) Surplus value”, “(Türkçe) Artı [artık] değer”dir.

    “Artı” mı, yoksa “artık” mı olarak nitelenmesinde tam uzlaşma sağlanmamıştır. Fakat her iki kelime de, teorinin açıklamasında önemli manâlar içerir. İkisinin de kullanılması yerindedir.

    Birçok Marxiste göre, işçinin (Mavi Ya-LA-ka veya Beyaz Ya-LA-ka olması farketmez!) emeğinin karşılığını ölçecek bir formül, hem “meta” hem “ücret & para” bağlamında, yoktur; ve belki de olmamalıdır. “Emeğin ücretlendirilmesi ve nasıl ücretlendirileceği”; tarih boyunca tartışılagelen bir husustur. Fakat “kapitalizm”i bir motor hâline dönüştüren, 2015’de bile sürmekte olan “kapitalist piyasa ekonomisi”nin temellerini atan kişi olan Adam Smith’in tespitlerinden sonra “emek = ücret” konseptinin dünya genelinde kullanımı yaygın hâle gelmiştir. (Bu konsept; elbette Smith’den önce vardı! Fakat “yaygın hâle” gelmesi Smith’den sonra olmuştur!) Marx da bu süregiden kullanımda kendi teorisini ortaya koymuştur. Marx’ın teorisi Adam Smith’e keskin eleştiriler yöneltirken, aynı zamanda Marx’ın özgün fikirlerinden biridir.

    “Artı (artık) değer” teorisi, ilk kez 1861-63 arasında dile getirilmiştir.

    [Almanca]
    “Zur Kritik der Politischen Oekonomie”
    (Altbaşlık)
    “Theorien über den Mehrwert”

    [İngilizce]
    “A Contribution to the Critique of Political Economy”

    Aşağıdaki tanım yapılagelmektedir:

    [Almanca]
    https://www.marxists.org/deutsch/archiv/marx-engels/1863/tumw/standard/

    [İngilizce]
    https://www.marxists.org/archive/marx/works/1863/theories-surplus-value/

    “Artı (artık) değer”; üretici konumda olan kimselerin yaşamsal faaliyetlerini sürdürmesi, yaşamlarını idame ettirmesi için gerekli olan asgari materyaller ne ise, bütün bunlardan farklı olarak icat edilmiş bir tür toplumsal üründür.

    Bu “değer”in formülü “emek harcanırkan kullanılan zaman” olarak ifade edilir. “Artı (artık) değer”, üreticilerin ücreti ödenmemiş çalışma vakitlerinin birikmesi ile oluşur. Burjuva toplumda, emekçinin “artı (artık) değer”i; kapitalist-patron tarafından zaptedilir. Kapitalist-patron, özel mülkiyet temelinde konumlanmış üretim araçlarının sahibi kişi olarak; emekçiye, sadece “emek gücü”nü satarak karşılığında para kazanma dışında bir seçenek bırakmaz. Kapitalist-patron sadece üretim araçlarının sahibi olmakla ve üretim esnasında kullanmak üzere satın aldığı emekçinin “emek gücü”nün sahibi olmakla yetinmez; bütün bu sürecin sonunda üretilen “ürün & mal”ın da sahibidir. Emekçiye ücretini ödemesinden sonra, kapitalist-patron; emekçinin terini akıtmasından yani “emek gücü”nden farklı olarak “artı (artık) değer”in sahibi olur.

    İşbölümü olan bütün toplumlarda, toplumsal “artı (artık) değer” de mevcuttur. Burjuva toplumda yaşanan ise; “artı (artık) değer”in bir sermaye hâline bürünmesidir. Kapitalizmde “artı (artık) değer”; tam manâsıyla üretimin özünü teşkil eder. Sadece ama sadece verimli bir emek, yani “artı (artık) değer” yaratan bir emek; kapitalist sistemde yüceltilir. Bunun dışındaki bütün “verimsiz emek”ler ortadan kaldırılır.

    Kapitalistler; işçi sınıfının sırtından “artı (artık) değer”in arttırılmasını iki yolla yapabilir:

    [1] Mutlak “artı (artık) değer”: Çalışma süresini mümkün olduğunca yükseltmek.

    [2] Göreceli “artı (artık) değer”: Ücretleri azaltmak.

    Bir kapitalist, kârını yükseltmek için yeni makineleri imalâthanesine kurduğunda veya üretim sürecini herhangi bir teknikle hızlandırdığında; bu kapitalistin rakibi diğer kapitalistler piyasa paylaşımında konumlarını korumak, yeni konumlar elde etmek için, aynı makineleri kullanmaya veya tekniği uygulamaya başladıklarında; sistem hata verir. Üretim süreçlerinde bütün bu yaşananlar nihayetinde şunlar meydana gelebilir: “Emek gücü”nün verimliliği yükseltilebilir. Fakat “artı (artık) değer” orantısal olarak arttırılmadıkça; kâr oranı düşecektir.

    Bir sermaye olarak biriktirilen “artı (artık) değer”; mülk sahiplerine, bankacılara ve diğer parazitlere de dağıtılabilir. Ve mevcut sosyal dokunun muhafaza edilmesi uğruna vergi yolu ile harcanabilir.

    **********

    Marx’ın “artı (artık) değer” izahı 24 kısımdan oluşmaktadır.

    Keskin eleştiriler yönelttiği “Adam Smith”; Marx’ın teorisinin 3. kısmında yer almaktadır.

    [Chapter] 3. Kısım: Adam Smith (Marx, 11 altbaşlıkta sıralamış.)

    SADECE “ADAM SMITH”İN TESPİTLERİ ÜZERİNE MARX’IN KRİTİKLERİ VE KENDİ TEORİLERİ YOKTUR.
    MARX ŞÖYLE DEVAM ETMEKTEDİR:

    [Chapter] 10. Kısım: David Ricardo ve Smith’in “maliyet fiyatı” tespitlerinin tutarsızlığının ispatı.

    [Chapter] 11. Kısım: David Ricardo’nun “kirâ teorisi” (13. Kısım’a kadar devam ediyor.)

    [Chapter] 14. Kısım: Adam Smith’in “kirâ teorisi”.

    [Chapter] 15. Kısım: David Ricardo’nun “artı (artık) değer” teorisi.

    [Chapter] 16. Kısım: David Ricardo’nun “kâr teorisi”.

    [Chapter] 17. Kısım: David Ricardo’nun “sermaye birikimi” teorisi, ve kritiği (Sermayenin, krizlerin oluşumuna sebep olduğu üzerine tespitler).

    [Chapter] 18. Kısım: “Üretim süreçlerinde makine kullanımı işçi sınıfı üzerinde nasıl etkiler doğurabilir?” David Ricardo ve John Barto’nun görüşleri.

    [Chapter] 19. Kısım: Thomas Robert Malthus üzerine.

    [Chapter] 20. Kısım: Ricardo ekolüyle ayrışmalar.

    [Chapter] 21. Kısım: (Ricardo’nun teorisine göre) İktisatçılara & Ekonomistlere muhalefet.

    [Chapter] 22. Kısım: George Ramsay üzerine.

    [Chapter] 23. Kısım: André Cherbuliez üzerine.

    [Chapter] 24. Kısım: Richard Jones üzerine.

Comments are closed.