Komplo Suikastları!

Özgürlük direnişçisi Tahir Elçi’nin anısına

Yukarıdaki başlığı bilerek, ikili anlamıyla kullandım. Demek istediğim şu ki, eğer bir suikast doğrudan değil, dolaylı yollardan, hedefi şaşırtmayı amaçlayan bir komplo yoluyla düzenlenmişse, mutlaka sonrasında düzenlenecek başka bir komployu amaçlamaktadır.

Bu tür komplo suikastlarını düzenleyenlerin üç amacı vardır:

Birincisi, “sorun yaratan” kişiyi ortadan kaldırmak;

İkincisi, görünür failin ardındaki gerçek faili gizlemek;

Üçüncüsü, suikastı gerçekleştiren failin ya da faillerin arkasındaki “gerçek fail” (yani sahte fail) olduğunu iddia ettikleri düşmanlarını işaret ederek onların üzerine yürümek.

Tarihte bu tür komplo suikastlarının elbette birçok örneği vardır. Fakat ben bunun sayısını üç suikastla sınırlayacağım: 1 Aralık 1934 günü Sovyetler Birliği’nin Leningrad kentinde gerçekleşen ve Leningrad Parti Sekreteri Sergei Kirov’un öldürülmesiyle sonuçlanan ünlü Sergei Kirov cinayeti (bkz: Kirov Cinayeti ve Stalin, çev: G. Zileli, H2o, 2015); 19 Ocak 2007 günü, İstanbul’un Osmanbey semtinde gerçekleşen ve Agos gazetesi yöneticisi Hrant Dink’in öldürülmesiyle sonuçlanan Hrant Dink cinayeti; ve daha dün yaşadığımız, 28 Kasım 2015 günü, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde gerçekleşen ve Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesiyle sonuçlanan Tahir Elçi Cinayeti.

Her üç namlunun hedefinde de iktidara ve devlete sorun çıkaran, muhalefet eden insanlar vardı. Kirov, doğrudan bir muhalif değildi, devlete hâkim Stalinist kliğin önemli unsurlarındandı. Fakat dikkatle bakıldığında aslında içerde muhalefet yaptığı görülebilir. Stalin’in gittikçe totaliter bir hal almaya başlayan yöneliminden rahatsız olan parti yöneticileri Kirov’un etrafında toplanmaya başlamıştı. O halde onun Stalin tarafından ortadan kaldırılması gerekiyordu.

Hırant Dink, açık bir muhalif ve özgürlük savaşçısıydı. Tarihteki Ermeni katliamlarının aydınlatılmasını kendisine iş edinmişti. Ayrıca eski bir solcuydu. Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in köken olarak Ermeni olduğunu ortaya koyması, devletin namlusunu ona yöneltmesi için yeterli olmuştu.

Tahir Elçi, 1990’lardan beri faili meçhul cinayetlere karşı mücadele etmiş, korkusuz ve tutarlı bir özgürlük savaşçısıydı. Kürt halkının özgürlük mücadelesine kendini adamıştı. Baro Başkanı olarak yaptığı mücadelenin büyük etkisi vardı. Birkaç ay önce CNN’de çıktığı bir programda PKK’nın “terör örgütü olmadığı”nı söylemesi, Tahir Elçi’nin hakkında infaz kararı verilmesine yetmişti.

Kirov cinayetinin görünürdeki faili Leonid Vasiliyeç Nikolayev adlı, cinayeti işlediğinde otuz yaşında olan genç bir adamdır. Bir ara partiden atılmış ve bu dönemde Leningrad parti yöneticilerine karşı kinlenmişti. Böyle bir kişilik, Stalin’in emriyle bir suikastçı arayan NKVD için biçilmiş kaftandı. NKVD onu seçmiş, suikast için görevlendirmiş, silah eğitimi vermiş ve Leningrad parti yönetiminin merkezi Smolni’ye girip suikastı gerçekleştirmesi için her türlü kolaylığı sağlamıştı.

Hrant Dink cinayetinin görünürdeki faili Ogün Samast adlı gençti. Görünürde, Hrant Dink’in açıklamalarından dolayı milliyetçi bir hezeyana kapılmış ve gidip Hrant Dink’i vurmuştur. Fakat işin aslı şudur ki, Ogün Samast, MİT görevlileri tarafından bu suikast için seçilmiş, emniyet ve MİT görevlilerince eğitilmiş, onlar tarafından yönlendirilmiş, silahı temin edilmiş ve cinayeti işlemek üzere İstanbul’a gönderilmiştir. Suikastı gerçekleştirdiği sırada çevresinde MİT ve emniyet görevlilerinden bir grubun olay mahallinde gözcü olarak bulunduğu da bilinmektedir.

Tahir Elçi cinayetinin görünürdeki failini bilmiyoruz. Bu konuda çeşitli tezler var. Olay çok sıcak olduğundan bu tezlerin hangisinin galip ihtimal olduğunu bilmek mümkün değil. Yazının sonuna doğru ben kendi senaryomu yazacağım. Bu böyle olmakla birlikte, Tayyip Erdoğan ve yandaş medya, bilinen nedenlerle, son derece büyük bir acele ve telaşla ortaya atılıp failin PKK olduğunu açıkça ilan etmeye ya da ima etmeye giriştiler. Tayyip Erdoğan, bu olayın da “Teröre karşı mücadelelerinin ne kadar haklı olduğunu gösterdiğini” söyledi. Hilal Kaplan adlı ucube ise, “Her şey çok açık. Ateş eden PKK” diye twitler attı.

Bu suikastın görünürdeki fail veya failleri önümüzdeki günlerde, AKP iktidarı tarafından ilan edilecektir. Şu ihtimaller söz konusudur: 1. Fail veya failler hiç yakalanmayacak ve bunların, şimdiden yapıldığı gibi “PKK’li terörist”ler olduğu ileri sürülecektir; 2. Fail veya failler ölü ele geçirilecek ve yine aynı “PKK’li terörist” iddiası tekrarlanacaktır; 3. Son ve bence daha zayıf ihtimal, fail ya da failler yakalanacak ve “PKK’li” olduklarını itiraf edeceklerdir.

Stalin, Kirov cinayetini kullanarak, Büyük Temizliği başlatmış ve bütün muhaliflerini ölüme göndermiştir.

AKP iktidarı, Hrant Dink cinayetini kullanarak ulusalcı muhaliflerinin üzerine yürümüş, bu cinayeti onların sırtına yıkmaya çalışmıştır.

AKP iktidarının, Tahir Elçi cinayetinden, hem Kürt halkını bastırmak, hem de Saray diktatörlüğüne giden yolda muhaliflerini sindirmek için yararlanmayı düşündüğü anlaşılmaktadır.

Tahir Elçi suikastının nasıl planlanıp pratiğe konduğu hakkındaki tezimi de burada kısaca yazayım:

Suikast plancıları hedeflerine koydukları Tahir Elçi’yi kamusal bir alanda öldürmenin en uygun yol olduğunu düşündüler. Çünkü Tahir Elçi ortalıkta bir insandı. Suriçi’nde Dört Ayaklı tarihi minare için basın toplantısı yapacağını öğrenir öğrenmez harekete geçtiler.

Plan şuydu:

“Terörist” kılığındaki üç kişi arabayla, basın toplantısının yapıldığı sokağın açıldığı caddeye geleceklerdi. Hiçbir şeyden habersiz bir polis ekibine “şüpheli araba” ihbarı ulaştırılacaktı. Komplo suikastından habersiz polis ekibi, doğru dürüst bir önlem almadan arabayı aramaya kalkışacaktı. “Terörist” kılığındaki failler orada iki polisi vuracaklardı. Polislerin vurulmasındaki amaç, faillerin “terörist” olduğunu iyice göze batırmak ve orada çıkacak olay vasıtasıyla faillerin basın toplantısının yapıldığı sokağa kaçmalarını sağlamaktı.

Faillerden ikisi, planlandığı gibi, ellerinde silah, o sokaktan Tahir Elçi’nin bulunduğu tarafa doğru koşacaklardı. Basın toplantısını korumakla görevli polisler silah sesleri üzerine zaten silahlarını çektiklerinden kendilerine doğru gelen faillere ateş edecek, fakat vuramayacaklardı (vuramamalarının, senaryonun bir parçası mı, yoksa beceriksizliklerinden mi olduğunu henüz bilmiyoruz). O kargaşalıkta ve birçok silahın patladığı (ve patlayan bu silahların kamuflaj görevi yaptığı) ortamda daha önce uygun bir yere saklanmış keskin bir nişancı Tahir Elçi’ye uzaktan ateş ederek ensesinden vuracaktı.

Gerçek katili tanıyoruz. Zaten, çok yakında, bu suikasttan hareketle atacağı adımlarla kendini ortaya koyacaktır.

Not: Bir arkadaşım yavaşlatılmış görüntüleri yollamış. Yeniden izledim. Polis kaçanların üzerine neredeyse bir metreden ateş ettiği halde ne hal ise vurulmuyor kaçanlar. Daha sonra bir polisin silah değiştirdiği görülüyor. Polislerin silahlarında kuru sıkı olduğunu düşündürüyor bütün bunlar.

İkinci not: Yavaşlatılmış, İngilizce yorumlu görüntüler burada:

https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=1655721538046843&id=100008270389012&refsrc=https%3A%2F%2Fm.facebook.com%2F100008270389012%2Fvideos%2F1655721538046843%2F&_rdr

Gün Zileli
29 Kasım 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

84 Comments

  1. Dünden beri haber siitelerini ve televizyonları taradım bir kaç ”yandaş”medyasında gördüğüm ”Tahir Elçi’nin eşi ”katil pkk diye haykırdı” şeklinde verilen haberi başka hiç bir haber kanalı ve sitesinde göremedim.
    Ayrıca polislerin iki metre önünden koşan adamı vuramamış olmaları da ayrı bir ilginç noktadır..Bu işin içinde kesin bir bit yeniği var..Yani olay spontane gelişti demek pek akla yatkın değil..
    Diğer yandan ”devlet öldürmek istese bunu çok gizlide yapardı diyenler var ama şu da var, aynı şey pkk içinde geçerli..pkk’da istese bir suikastla bu işi halledebilirdi..
    Demek oluyor ki direksiyonun hakimiyeti derinlerin elinde.
    Tabi bu arada belirteyim yandaş medya pkk-fetö işbirliğinden de dem vurmaya başladı.Hatta rus ajanları yaptı diyenler bile var.Belki de RTE patinaj yapıyoruz derken kastettiği şey başkanlık sisteminin temel taşlarını döşemek olabilir.Ama ne yazık ki bu gerçekçi ve doğru bir yol değilidr.Bana göre doğru olanı;Bu ülkenin güvende ve huzur içinde olmasının yegane yolu standartları yükseltilmiş demokrasi,herkesin öz kimliğiyle kendini tanımlayabileceği bir özgürlük hakkı..
    Eğer bu iki kavram, demokrasi ve özgürlük kavramı gerçek anlamda hayat bulursa adalet,eşitlik ve düşünce filizlenmeye başlar ki;işte o zaman algıyla hareket eden toplum olmaktan düşünen topluma evriliriz..Düşünen toplumların öz güveni yüksek olur..Öz güveni yüksek olan bir millet geleceğe daha farklı bakar.
    Geleceğini kendi benliğinde şekillendiren bir toplum ise ister istemez üretir ve üretir.21 yy devrimi budur..Eski devrim söylemleri,eylemleri,ideolojileri artık geçerliliğini kaybetmiştir…

  2. “Terorist kiligindaki” diyorsunuz ama o iki kisiden en azindan birisi gercekten ydg-hli. Ustelik olay olduktan sonra ydghnin konrolundeki mahalleye dogru kaciyorlar ve belli ki oraya siginiyorlar.

    Tahir Elciyi yuksek ihtimalle sokaktaki polislerden biri vurdu. Bilerek ya da bilmeyerek. Peki catismalari sehirlere tasiyan pkk’nin bu olayda hic mi sorumlulugu yok?

  3. PKK’nin çatışmalardaki sorumluluğuna daha önceki yazılarımda değinmiştim. Fakat bu olayın tam bir MİT tertibi olduğu kesin. Ayrıca MİT’in Ydg’lilerin arasına adamlarını militan pozunda sokması hiç de zor bir şey değil.

  4. Demirtaş’ın dediğinin aksine devletsizlik değil tam da devlet….

  5. Gün, tezinin akla makullüğü yerinde. Ama şurayı abartmışsın gibi: “O kargaşalıkta ve birçok silahın patladığı (ve patlayan bu silahların kamuflaj görevi yaptığı) ortamda daha önce uygun bir yere saklanmış keskin bir nişancı Tahir Elçi’ye uzaktan ateş ederek ensesinden vuracaktı.”

    Tahir Elçi’nin öldürülmesi için, o dört ayaklı minarenin dibinde olan Tahir Elçi’yi katletmek için ve o sokakta (caddede, her ne ise artık) bir yere saklanmış keskin nişancıya gerek yok.

    Şöyle düşün:

    Haberlerden şunu öğrendik, Tahir Elçi basın açıklaması yaparken zaten (saniyeler sonra yaşanacak olay mekânında) sivil polis varmış. Ki Diyarbakır gibi bir şehirde, sivil polisin olması gayet normal. Tahir Elçi’nin çevresinde sürekli sivil polislerin dolaşması da gayet normal.

    Senin bahsettiğin “sahte failler”, caddeye varıp ateş açmaya başladığında, bu sözünü ettiğim sivil polisler de hemen silahlarını çıkarıp karşılık vermeye başladılar. Ve hatta Elçi’yi korumakla görevli polis öldürüldükten sonra o polisin silahı Elçi’nin ayağının dibine düşmüştü. Fotoğraflara bir daha bakarsan görürsün.

    Bu “sahte failler”; o daracık sokağı mermi yağmuruna tutarken Tahir Elçi’ye kasten ateş açıldığı, nişan alındığı, ve ensesine isabet ile öldürüldüğü açık.

    Ahmet Davutoğlu isimli RTE kuklası ne dedi:
    “Gaddar teröristler” ile “sivil polislerimiz” arasında çıkan çatışmada Tahir Elçi’nin mermiler arasında kalıp öldüğüne dair emareler var. Yani o “gaddar teroristlerin (sahte faillerin)” gözü, hem bir Kürt olan Tahir Elçi’ye acımayacak kadar, hem de kahraman polislerimizi katledecek kadar dönmüş! İşte tam da bu sebeple “terörizme karşı yürüttüğümüz mücadele”nin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anlamış oldunuz!

    Dediğim gibi tezin makul. Ama “uygun bir yere saklanmış keskin bir nişancı”ya gerek yoktu. Ateş açanlar, o dar sokakta nişan alıp Elçi’yi ensesinden vuracak kadar maharetli (MİT ve emniyet direktifleri doğrultusunda) suikast timine benziyor!

  6. Seçim öncesinde yürürlüğe girmiş pkk-akp koalisyonunun bu katliamın faili olma olasılığı da az değil bence. Bu operayon ile kürt hareketinin solu hdp(demirtaş çizgisine) bi gözdağı verildiği gibi akp’nin büyük temizlik benzeri bir operasyonu başlatması için imkan yaratılmış ve aynı zamanda da kürt hareketinin hitap ettiği kitlelere “barış için öldüğümüz yetti artık savaşalım, intikam alalım” fikri pompalanmış oluyor.
    zamanlama olarak da dış politikada bu kadar büyük bir çuvallama söz konusuyken hem bunun iç politikaya etkilerini muhalifleri polisiye/faşizan operasyonlarla baskı altına almak hem de ilgiyi rusya’nım akp’ye vereceğinayar ve ekonomik etkilerinden iç savaş ve operasyonlara çekmek açısından sinsice planlanmış korkunç bir oyunun içinde olduğumuzu düşünüyorum…

  7. Dediğin doğru olabilir. Bu da bir ihtimal.Fakat o yerdeki silah vurulan polise ait değil sanırım. Çünkü ölen polislerin ikisi de caddede, arabayı çevirdikleri esnada vuruluyorlar. Yani dört ayaklı minarenin orada vurulan sadece Tahir Elçi.

  8. Gün, bir şey daha var: Olay mahallinde gazetecilerin de çatışma arasında kaldıkları söyleniyor. Kameralar, mikrofonlar, cep telefonları kayıttaydı, hepimiz biliyoruz!

    O kameralı görüntüler hem TV’de hem internette tekrar tekrar gözüküyor ama çatışmayı yaşamış gazetecilerden ses soluk çıkmadı daha!

    Olayın şokunu atlatamamışlardır, deyip işin içinden çıkmak kolay yol!

    Emniyet ‘susun’ falan mı demiştir? Bağlı oldukları medya kuruluşları ‘susun’ falan mı demiştir? Bu soruları sormak için erken mi sence?

    Hatırlarsın, Paris saldırılarında, Bataclan’da konser veren ‘Eagles of Death Metal’ grubunun hayatta kalan üyeleriyle ilk röportaj (26 dk.) ABD’de yapıldı!

    https://www.youtube.com/watch?v=n74HBrrFnIc (İngilizce)

    Diyarbakır’da, dört ayaklı minarenin dibindeki gazeteciler yaşadıklarını ne zaman anlatacak?

    Sen bir bilgiye, habere ulaşırsan, paylaşır mısın?

  9. Kısa namlulu silahlar için 40-60 cm’nin üzerinde yapılan atışlardır. Konuyu yine bir yerinden Stalin’e bağlamak da uzun mesafe atış sayılmaktadır.

  10. Tabii ki paylaşırım. konuşmamış olmalaürı tuhaf gerçekten de.

  11. Bu sitenin tepesinde yer alan sözde olduğu gibi devlet cinayet işlemeye başladığında kendine vatan adını takar (Dürrenmatt). Tahir Elçi cinayetini de vatan adına hareket eden eli kanlı katillerin planlamış olma ihtimali çok yüksek. Ne de olsa bu devletin geleneğinde var, vatan adına cinayet işlemek. Ama yine de ben Tahir Elçi birkaç metre ileride basın açıklaması yaparken hendeğin arkasından ateş açan PKK’lilerin eleştiriye konu edilmemesini kabullenemiyorum. Ahmet Şık’ın bugünkü yazısı (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/436069/Ahmet_Sik__Elci_cinayetinde_karanlik_noktalari_ve_goruntulerin_sifrelerini_yazdi.html), iki ateş arasında kalma senaryosunun (polis kurşunuyla vurulduğunu, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koymakla birlikte) olasılıklar arasında olduğunu söylüyor nitekim.

  12. Peki Tahir Elçi ilk anda diğer avukat grubuyla birlikte oradan uzaklaşabilseydi bu senaryo ne olacaktı? Ya da oradaki gazetecilerin yanına duvar dibine kendini atabilseydi? Bunlar çok zorlama spekülasyonlar bence.
    Gerçekleşmiş bir olay üzerinden bunları yazmak imkanlı hale geliyor ama bu olan olayı her safhasıyla planlamış olmak kanımca imkansıza yakın.
    Peki olay yrti incelebilip de Elçi’yi öldüren kurşunun PKK’nin hendeğinden sıkıldığı ortaya çıkarsa? Bu da bence hiç ihtimal dışı değil.
    Bu komplo teorileri çok zorlama ve gereksiz. Gerçeği ortaya çıkarmak için faydalı da değil.
    Ben AKP’nin bu suikasttan çok panik olduğu kanısındayım.
    Ayrıca PKK’nin sivilleri hedef haline getiren şehirlerdeki eylem tarzını eleştirmek lazım. Bu katil devlete katliam fırsatı sunduğu gibi, Elçi gibi ya da tanımadığımız insanları da hedef haline getiriyor. Sonra da bu insanların ölümleri propaganda uğruna tüm taraflarca araçsallaştırılıyor.
    Bu etik bir savaş değil. Ve maalesrf PKK’nin de savaş etiği yok.

  13. Elçinin bulunduğu sokakta polis ölmemiştir.gazetecilerden dha ekibinin çekimiyle zaten kaçanlara ateş ederken elçi nin bulunduğu yöne polislerin ateş ettiğini diha çekip yayımlayınca gözaltına alındığı biliniyor.Galiba hazır fırsatı bulunca elçinin cıvarındaki polisler yada görünmeyip takip eden polisler bilerek yada bilmeden elçiyi vurdular gibi gözüküyor yalnız tek kurşun ve öldürücü nitelik olması bilmeden ateş ihtimalini biraz çürütüyor yoğun atışta birkaç kurşun isabet olabilirdi.iktidarın hemen her olaydan hareketle yapmak istediklerine alt yapı kullanması görüşüne katılıyorum.Bu sefer ankara katlimında tv lerde mezevenklık yapıp çarpıtan mezevenk melih gökçek olayı anlatmadığına göre iktidar ona bile ihtiyaç duymayan rahatlıkta.Elçinin eşinin söylemediğini söylemiş gibi gazetelerinde manşet yapabilenlerin cenazedeki açıklamalarından sonra utanacaklarını sanmam geniş bir kesim haberleri iktidar yada merkez medyadan izleyince gerçeklere ulaşmakta zorlaşıyor.Devlet-iktidar ne yaparsa yapsın artık kürdistan kentlerinde devletin güvenlik birimlerinin güvenlik görevi yapabilme maddi şartları ortadan kalkmıştır.galiba çekilmeden elimizden ne gelirse yapalım mantığıyla yapılanlar bunlar

  14. Şaşırmayacağını tahmin ediyorum. Suruç patlamasından Rus uçağının düşürülmesine Tahir Elçi’nin öldürülmesine kadar çok geniş bir akımda bütün bu yaşadıklarımız, 3. Dünya Savaşı’nda, küçük adımlarla Türkiye’yi ABD+AB tarafına yanaştırma programıdır.

    Rus uçağının düşürülmesi de bu programın bir adımıydı.

    Yarın öbür gün, Çin, Güney Kore, Tayvan, Hindistan, Japonya taraflarında patlak verecek taraflaşmada da, Türkiye yine ABD+AB tarafına yanaşmak için adımlarını küçük küçük atacak…

    Demedi deme Gün…

  15. AKP diktatövrlüğünü fazlaca kollamışsınız.

  16. Ben bu ABD komplosu senaryolarına inanmıyorum. Burada ne yaptığını belen tek güç MİT’tir.

  17. Aynı fikirdeyim, gerçekte olandan farklı bir izlenim oluşturmak için yapılmış bir kurgu gibi. Otopsi raporu ne kadar güvenilir o da belirsiz, ama otopsi raporunda merminin enseden girip aşağıdan hafif yukarıya seyirle vücudu terk ettiği yazılmış. Zaten Ahmet Şık da bugünkü yazısında şöyle diyor: “Tahir Elçi’nin otopsi raporunda yazan uzak atış mesafesi kavramı kafaları karıştırmasın. Bitişik atış, yakın atış ve uzak atış mesafeleri bellidir. Bitişik atışın ne olduğu adından belli zaten. 30 cm’ye kadar olan mesafeler yakın, 40 cm ve üzeri mesafeler ise uzak atış olarak tanımlanıyor.” Birkaç metre mesafeden vurulmuş olma ihtimali de var. Yani çok fazla tutarsızlıklar var.

  18. Tahir Elçi-nin öldürümesi ile Stalin cinayetleri arasında bağ kurmak için akıl tutulması gerekir.
    Tahir Elçi cinayeti ile Hırant Dink cinayeti arasında bir bağ kurulabilir.
    Ama Elçi cinayetiyle Stalin düşmanlığını bağdaştırmak ancak Hırant ve Elçi cinayetlerini planlayanlara anti-komünizm göndermesi yapmak olarak yorumlanabilir.
    Zileli en azılı komünizm düşmanı olarak anılmalı.

  19. http://fotibenlisoy.tumblr.com/

    Foti “şok doktrini” demiş. Ben de “faşizm yolunda aralıksız devlet terörü” diyorum.

    Tam faşizme geçiş de ekonomik zorlanma anında olacaktır. O zaman AKP’nin şimdilik televizyon izlemek dışında bir faaliyeti olmayan tabanı hesap sormak isteyecek, AKP de hedefi gösterecektir: Kürtler, Geziciler, mankurtlar…
    RTE’nin geçen haftaki yoksulluğa filan dikkat çeken konuşmaları bu açıdan ürkütücü. Otoriter rejim yoksulu işçiyi hatırlamaya başlayınca korkacaksın faşizm (nasyonal sosyalizm vs.) alametidir. Belki de asgari ücret konusunda yakında yaşanacak hayal kırıklığına karşı kitleler gözünde “RTE bizim çıkarımızı korudu ama dinlemediler” pozisyonu almak içindir. Bedelli askerlikteki gibi…

  20. olur, söylerim arkadaşlara 🙂

  21. yahu seni ne kadar geri zekâlı yetiştirmişler böyle. Eskiden böyle değildi bu hareket. En azından bir düşünce insicamı vardı. Ben Kirov cinayeti ile Tahir Elçi cinayeti arasında bağ mı kuruyorum… Sadece benzerliklerine dikkat çekiyorum. Valla tartışmaya bile değmezsin.

  22. Cinayet akıllara durgunluk verecek bir bilmece senaryo.

    Tabancayı namludan tutarak ateş eden polislerin karşısından gelip yanından koşup gitme işini gerçekçi bulmuyorum. Üstelik iki kişi bu şekilde koşup gidiyor. Polisler başka yere tehdit algısıyla ateş ediyor desen adamlar koşup gittikten sonra arkalarından yine ateş ediyorlar yine isabet yok. Ayrıca kaçarken bile tabancayı kabza ve tetikten tutup gerekirse kullanmak istemesi gerekir. Bu koşu bana “beni vurmayın, anladınız siz” koşusu gibi geldi. O kadar ıska yapılır mı 3-5 metreden.

    Bir de tabancayı atıyor ki önceki PKK eylemlerinde kullanılan tabanca olduğu ortaya çıksın. Benim spekülasyonum: Başka PKK cinayetlerinden yakaladıkları birine derin devlet teklifle gitmiş: “Ya 30 yıl yersin ya da bize şöyle bir hizmet yapıcaksın” denmiş olabilir. Tabi teorinin bini bir para.

  23. elde en ufak bir kanıt yok, ama kafada eskiden kalma, işe yaramaz, kof komplo teorileri. cilala, sür piyasaya.

    çatışma sırasında bir kaza kurşununa kurban gitmesi ihtimali ile bilerek öldürülmüş olması ihtimali arasında ağırlık hangisinden yana? tabii ki birincisinden. çünki elçi pkk’yi de eleştiren birisiydi. hendek savaşlarına karşı çıkıyordu. minarenin ayağı açıklaması da devlete ve pkk’ye eşit mesafeli bir “silahlara hayır” açıklamasıydı.

    devlet böyle birini neden öldürsün? ama çatışma sırasında kazayla kurşunlanmış olabilir. kaçan pkk’li gençlerin nasıl deli gibi koştuklarını gördük. kurşun bile isabet etmemişti o çılgınca koşuya. bu yüzden “kurusıkı” iddiaları piyasaya çıktı. oysa kurusıkı olsa onun da delili bulunabilir. ortada yüzlerce ipucu olmalı, değil mi?

    kurusıkıdan çıkanlarla gerçek silah mermisi rahatlıkla anlaşılabilir. sizin muhayilenizdeki mit bu kadar acemi mi? 🙂

    öyle acemi bir mit-komplo teorisi senaryosu ki, eski yeşilçam filmlerini aratır. polisiye romanı gelişmemiş bir ülkenin az gelişmiş komplo teorisyenleri de “cingöz recai”yi aratır. 🙂

  24. Eh, siz de devleti savunmakta hiç acemi değilsiniz. Bravo.

  25. Gün Zileli birkaç gün öncesine kadar Pkk’yı Mit ile Akp ile ortak hareket ediyor diye yazıyordun, o gün söylendiğinde itiraz ettiğin her şeyi bugün savunuyorsun. Dün yerden yere vurduğun hendeklerin arkasına mevzilenmişsin bugün. 🙂

  26. Elbette eleştirdim ve eleştiriyorum. Ama eleştirmek başkadır devletin açık komplo suikastını bu örgütün sırtına yükleme aymazlığına prim vermek tamamen başkadır.

  27. Bende bir tutarsızlık yok. Dün PKK’ya o eleştiriyi yaparken de AKP diktatörlüğünü hedef alıyordum, bugün komplonun gerçek kaynağını gösterirken de.

  28. Bende bir tutarsızlık yok. Dün PKK’ya o eleştiriyi yaparken de AKP diktatörlüğünü hedef alıyordum, bugün komplonun gerçek kaynağını gösterirken de.

  29. ben devleti savunmadım ki… devlet kaynaklı bir suikast ihtimalini reddetmedim ki… sanmamakla birlikte bu ihtimal var elbet.

    ama bu yüzden tekrar cevap yazmıyorum. asıl şundan dolayı cevap yazıyorum: hilal kaplan için “ucube” demeniz kibarlığa sığmaz. böyle yapmakla erdoğan’ın heykele ettiği o “ucube” hakaretini de meşrulaştırmış oluyorsunuz, ama farkında değilsiniz. demek yok birbirinizden farkınız. demek, erdoğan tam da sizin başkanınız. böyle başa böyle başkan. 🙂

    hilal hanıma ettiğiniz hakaretten dolayı kendisinden burada ve özelden özür dilemelisiniz. bekliyorum.

  30. Hilal Kaplan insan mı, yaşayan bir şahıs mı? Çok şaşırdım gerçekten. Onun bir yazılım, bir makine olduğunu sanıyordum. Yaşayan, duyguları olan bir varlık olduğunu bilsem hiç öyle laf eder miydim?

  31. MİT, bütün komplocular gibi hem çok kurnaz, hem de aptal. Büyük açıklar verir her zaman. Mesela Ceylanpınar cinayeti, dürüst bir savcı tarafından anında ortaya çıkarılırdı. O kadar beceriksiz bir tertipti ki. PKK merkezi bile ne yapacağını şaşırdı bu beceriksizlik karşısında, biliyorsunuz.

  32. çatışma sırasında bir kaza kurşununa kurban gitmesi ihtimali ile bilerek öldürülmüş olması ihtimali arasında ağırlık hangisinden yana? tabii ki birincisinden. çünki elçi pkk’yi de eleştiren birisiydi. hendek savaşlarına karşı çıkıyordu. minarenin ayağı açıklaması da devlete ve pkk’ye eşit mesafeli bir “silahlara hayır” açıklamasıydı.

    Varsayalım ki dediğiniz gibi olsun, Tahir Elçi, her iki güruha da eşit mesafeli “silahlara hayır” haykırışı yaparken, kaza kurşunu ile bu dünyadan göçüp gitti, diyelim.

    Peki bu durum, “devlet” isimli mekanizmanın bir cellat olduğu gerçeğini değiştirir mi? Elbette değiştirmez! Yüzyıllar önce var olan “devlet”ler de cellat idi, bugünkü “devlet”ler de cellat!

    Tahir Elçi’yi kim vurmuş olursa olsun, “devlet” nezdinde “bir kanıbozuk daha gitti!” diye içten içe sevinenler yok mu zannediyorsunuz!

    Tahir Elçi “PKK bir terör örgütü değildir!” demesine rağmen, cenazesi boyunca ve defnedildikten sonra, Elçi’nin “barış yanlısı duruşu” nedeniyle halk üzüntüsünü ve isyanını gösterdi, Elçi’nin PKK ile ilgili söylediği sözler nedeniyle değil!

    Bakın bakalım tekrar RTE ve AKP yemiyle beslenen medyaya, “PKK bir terör örgütü değildir!” sözünü ön plana çıkararak toplumun içine ilk önce nifak ekenlerden olmak için birbirleriyle nasıl yarıştılar!

    HDP’nin oylarının 7 Haziran’da niçin %13,12’ye yükseldiğini zannediyorsunuz! PKK’mi yükseltti bu oyları! Hayır PKK değil! Selahattin Demirtaş’ın “barış yanlısı duruşu” ve “Seni başkan yaptırmayacağız!” sloganı HDP’yi %13,12’lere taşıdı!

    7 Haziran – 1 Kasım arasında da AKP-PKK savaş koalisyonu nedeniyle, muazzam seviyede manipülasyon uygulandığından, HDP’nin oyları ne yazık ki %10,76’ya geriledi!

    UNUTMAYINIZ:

    “Devlet” isimli mekanizma, hükümranlığının daimi olması için, en yakınındakilerin bile önce “sözde saygınlığını” yerle bir edip, hemen ardından katledebilir! Kusura bakmayın: Kendilerine en uzak gözüken Tahir Elçi gibi birinin yok olması bile “devlet”in arayıp da bulamayacağı bir propaganda malzemesidir! “Gördünüz mü, Kürt’ler kendilerinden olanı bile öldürecek kadar canileşmiş! İşte bu sebeple terörizme asla geçit vermeyeceğiz!” Tırnak içindeki bu sözleri hangi zihniyetin söylediğini unutmayınız!

    “At” izi ile “it” izini birbirine karıştırmayınız!

  33. Gün, ben — “devlet”in arayıpta bulamacağı bir propaganda malzemesidir! — şeklinde yazmıştım.

    “arayıp da” olarak sen mi değiştirdin?

  34. Ben devletleri savunmadım ki. Tabii ki bu devletin de başka devletlerin de sicili bu konularda kabarıktır.

    Ama bu böyle diye her suçu olağan şüpheliye mi yıkacağız? Delil aratmayacak mıyız?

    AKP yanlısı kalemler dediğiniz gibi yazmadı. Aksine, Elçi’nin pkk’ye mesafeli tavrını öne çıkardı. Mesela Yıldıray Oğur…

  35. Ben sizin yazınızda tutarsızlık var demedim Gün Bey. Hükümetin ve devlet kaynaklarının söylediklerinde tutarsızlık var demek istedim. Meramımı kısa bir paragrafa sığdırmaya çalıştığım için anlatamadım sanırım.

  36. (1/2)

    HDP, ABDULLAH ÖCALAN’IN PROJESİDİR

    HDP, SADECE KÜRDİSTAN’DA SİYASET YAPAN BİR PARTİ DEĞİL, BİR TÜRKİYE PARTİSİDİR

    30 Kasım 2015
    Cemil Bayık
    OdaTv

    PKK lideri ve KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, 7 Haziran seçimleri sonrası “çözüm süreci”nin bitmesine neden olan Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi olayının kendileri ile ilgili olmadığını iddia ederek “Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi bizimle alakalı değil. Ceylanpınar’da o iki polisi öldürenler, kendilerini Apocu İntikam Tugayı diye adleden birileri. Böyle bir örgüt var mı yok mu o da şüpheli. Yine, iki polisin uyuduğu yerde vurulması bizim yöntemimiz değil” dedi.

    Olayın faillerinin ortaya çıkmadığını da hatırlatan Bayık, “Uluslararası, bağımsız bir güç, Ceylanpınar’da öldürülen polislerin kimler tarafından öldürüldüğünü araştırmalıdır, ortaya çıkarmalıdır.” ifadelerini kullandı.

    (HPG’nin Ceylanpınar açıklaması)

    KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, Kandil Dağları’nda BBC Türkçe’den Mahmut Hamsici’nin sorularını yanıtladı. Hamsici’nin olayı irdeleyen, ısrarlı sorularına Bayık’ın cevap vermekte zorlandığı görüldü.

    Bayık, artık kendilerinden tek taraflı bir ateşkesin beklenmemesi gerektiğini, hükümetin operasyonlarını sürdürmesi durumunda da “bu kışın çok şiddetli” geçeceğini söyledi.

    Türkiye’de hükümetin çözüm sürecinin canlandırılması için koşul olarak öne sürdüğü silahların bırakılması ve PKK’nın silahlı güçlerinin yurt dışına çekilmesi talepleri konusunda ”silahlı güçlerin çekilmesine Abdullah Öcalan ya da HDP’nin değil, örgütün kendisinin karar vereceğini” söyledi.

    HDP’Yİ KİM GELİŞTİRDİ

    KCK yöneticilerin yaptığı bazı açıklamalarda HDP’nin iradesini yok saydığı yönündeki eleştirilere de Bayık şu yanıtı verdi: “Türkiye’de HDP’yi kim geliştirdi? Önder Apo geliştirdi. Ve önder Apo’nun bu projesine PKK büyük destek verdi. 7 Haziran seçimlerine HDP böyle gitti. Kim diyebilir ki, PKK HDP’ye karşı. Bu büyük bir vicdansızlıktır. Şimdi AKP ve yandaşları şunu söylüyor: Önder Apo’ya PKK ve HDP tecrit uyguluyor. Yani biz mi tecrit uyguluyoruz önder Apo’ya?”

    HDP’NİN OYLARI NEDEN DÜŞTÜ

    PKK saldırılarının HDP’nin oylarını düşürdüğüne dair eleştirileri de kabul etmeyen Cemil Bayık, yine Mahmut Hamsici’nin ısrarlı soruları karşısında çelişkili cevaplar verdi.

    HDP’den AKP’ye oy kayması olmadığını iddia eden Bayık, insanların oy kullanmaya gitmediğini belirterek “Açık açık MİT, yine Osmanlı Ocakları denen devşirme bir ocak, insanları tehdit ediyordu. Eğer sandıklarda oylar çıkarsa, başınıza ne geleceğini siz düşünün diyorlardı.” dedi.

    Bunun üzerine Hamsici’nin “Ama seçime katılım oranının da düşmediğini görüyoruz… Sizin dediğiniz nedenle olsa, seçime katılım oranının da düşmüş olması gerekiyordu…” açıklaması üzerine ise “HDP’nin de hataları var elbette. Mesela mitingleri yapması gerekiyordu. Bütün tehditlere, katliamlara rağmen yine mitingler yapması gerekiyordu. HDP miting yapmadı. Seçim çalışması yapmadı. Hiçbir çalışma yapmadı.” cevabını verdi.

    İşte o röportajın tamamı:

    BBC Türkçe: Çatışmaların yoğunlaştığı bir ortamın oluşmasında siz hiçbir payınızın olduğunu düşünüyor musunuz?

    Bayık: Biz payımızın olduğunu düşünmüyoruz. Eğer biz çatışmadan yana olsaydık şimdiye kadar dokuz kez tek taraflı ateşkes ilan etmezdik. Yine eğer biz savaşta ısrarcı olsaydık biz Kürt halkını, Türkiye solunu, bütün muhalif güçleri HDP çatısı altında bir araya getirmeye çalışmazdık ve bunları parlamentoya taşımazdık. Biz Türkiye’nin bütün sorunlarını parlamentoya taşıdık. Parlamentoda sorunları gündemleştirmek, çözmek istedik. Türkiye yıllardır Kürtlerle, solla uğraşıyor ama bir türlü sonuç alamadı. Ama önder Apo, PKK, bütün bu güçleri, onların yasa dışı dedikleri bütün bu güçleri parlamentoya çekti. Bütün sorunları parlamentoya taşıdı ve parlamentoda sorunları tartışmak, çözmek istedi.

    Çatışmaların başlamasından sizi sorumlu tutan kesimlerin öne sürdüğü bazı gerekçeler var. Bunlardan biri de Ceylanpınar saldırısı. Bu saldırıyı PKK mı gerçekleştirdi?

    Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi bizimle alakalı değil. Ceylanpınar’da o iki polisi öldürenler, kendilerini Apocu İntikam Tugayı diye adleden birileri. Böyle bir örgüt var mı yok mu o da şüpheli. Yine, iki polisin uyuduğu yerde vurulması bizim yöntemimiz değil.

    Peki öyleyse bu saldırıyla ilgili açıklama neden HPG tarafından yapıldı?

    Bayık: HPG biz bu polisleri vurduk demedi. HPG dedi ki, “kendilerine Apocuyum diyen bir grup bu eylemi yaptığını söylüyor”. Biz yaptığımız her eylemi üstlenmişiz, yanlış eylem yaptığımızda da bunun özeleştirisini vermişiz. Onun için Ceylanpınar’daki iki polisin öldürülmesinden hiç kimse bizi sorumlu tutamaz.

    Dikkat ederseniz Türkiye devleti ve onun hükümeti, Erdoğan ve Davutoğlu, sözde PKK’yle savaşı geliştirmenin nedeni olarak bu iki polisin öldürülmesini gösterdiler. Sanki ondan önce polisler ölmemiş, askerler ölmemiş, siviller ölmemiş, ilk kez bu iki polis ölmüş.

    ‘ULUSLARARASI, BAĞIMSIZ BİR GÜÇ, CEYLANPINAR’I ARAŞTIRMALI’

    Her ne hikmetse iki polisin öldürülmesi gerekçe yapıldı. Bu polislerin de kimin tarafından öldürüldüğü hâlâ meçhuldür. Ben burada şu çağrıda bulunuyorum. Uluslararası, bağımsız bir güç, Ceylanpınar’da öldürülen polislerin kimler tarafından öldürüldüğünü araştırmalıdır, ortaya çıkarmalıdır.

    Açıklamada HPG’ce gerçekleştirildi denmiyor ama birincisi açıklama HPG tarafından yapılıyor ikinci çok içeriden bir dil kullanılıyor. Polislerin “cezalandırıldığı” söyleniyor…

    Devlet, hükümet bizi o eylemden sorumlu tutabilir diye HPG o açıklamayı yaptı. Yani “bu eylemi biz yapmadık, kendilerine Apocuyum diyen bir grup yapmıştır, cezalandırdığını söylemiştir, bizimle bir ilişkisi yoktu”r diye.

    Ama çok içeriden gelen bir bilgi değil mi bu? Cezalandırma, polislerin silahlarına el konulması vs…

    Hayır, bu onların açıklamasıdır. Onlar “biz cezalandırdık” diyor. HPG de “o grup bu eylemi yaptığını ve onları cezalandırdığını söylüyor” diyor.

    Ama HPG bu açıklamayı neden kendi açıklaması içinde yayınlıyor? Bu açıklama üzerine olayı HPG yapmış gibi algılanması normal değil mi? Bu açıklama yapıldı ve medya bu açıklamayı PKK Ceylanpınar’daki saldırıyı üstlendi diye okudu. Bu durumda bunu düzeltmek için neden farklı bir açıklamada bulunmadınız?

    Hayır HPG hiçbir zaman onu ne yaptı ne üstlendi. Bizim savaş ahlak ve kültürümüzde uyuyan, bizimle çatışmayan birini vurma diye bir şey yoktur. Biz bunu suç sayarız. Biz defalarca açıklamalar yaptık. Dedik ki “Bu olayın bizimle bir ilişkisi yoktur. Biz sürekli açıklamalar yaptık. Daha ne yapacaktık?

    ‘TRAFİK POLİSİNİ BİZ NİYE VURALIM?’

    Bu olaydan bir gün sonra Diyarbakır’da bir saldırı oldu. Bir trafik kazası ihbarına giden polislere ateş açıldı, orada bir polis öldü. Bu eylemi onaylıyor musunuz?

    Trafik polisini biz ne diye vuralım? Bir trafik polisidir. Bizimle savaşan, bize karşı kurşun sıkan biri falan değildir. Bizim savaş kültür ve ahlakımız var. Ama Türk devleti çok kirli bir devlet. Meşhurdur, Osmanlı’da oyun çoktur derler. Geçmiş mücadele tarihinde de Türk devletinin yaptığı birçok kirli katliamlar var. Ve bunları hep PKK’ye mal etmiştir.

    Peki bunların da önüne geçmek için, örneğin Yenişehir’deki, trafik polisine saldırı olayını PKK’nın yapmadığını açıklayamaz mıydınız?

    O eylemin PKK, HPG tarafından yapıldığına dair bir açıklama var mıdır? Böyle bir açıklama yoktur. Biz tek tek olayları değil, çizgimizle bağdaşmayan birçok olayı tasvip etmediğimizi, kınadığımızı kamuoyuna defalarca açıklamışızdır. Mesela yapılan bazı gençlik eylemleri var. Belediye otobüslerine yönelik, dükkanlara yönelik vs… Bunları tasvip etmediğimizi, yanlış gördüğümüzü biz kamuoyuna açıkladık.

    Ama böyle bir ortamda Diyarbakır’da bir polise saldırı olduğunda kamuoyunun aklına bunu PKK’nın yapmış olduğunun gelmesi doğal değil mi? Bu durumda bunun böyle olmadığını açıklamanız gerekmez mi?

    Türk devleti her şeyi PKK’ye mal ediyor. Kendisinin yaptığını da PKK’ye mal ediyor, yaptırdığını da PKK’ye mal ediyor. Türk devleti psikolojik özel savaş yürütmede oldukça mahirdir. Birçok olanağa da sahip. Bizim öyle olanaklarımız yok. Eruh’ta korucuları minibüs içerisinde yaktılar, dediler ki “PKK yapt”ı, insan hakları dernekleri bile buna inandı ama birkaç yıl sonra bunun kendileri tarafından yapıldığı ortaya çıktı hatta İHD bu konuda özeleştiri verdi.

    Böyle durumlarda çok daha net açıklamalar yayınlayamaz mısınız?

    Biz her zaman açıklamalarda bulunuyoruz. Bir de bizim Türk devleti gibi ya da çeşitli devlet ve ülkeler gibi basın imkanlarımız yoktur, hemen dakikasında, anında açıklamalarda bulunalım. Çünkü bizim bilgi alma sürelerimiz sınırlıdır, günlerce sonrasında bilgiler alabiliyoruz. Bunu basına vermek gene günler alıyoruz. Eğer hemen anında cevap veremiyorsak nedeni budur. Yoksa bunları tasvip ettiğimizden değil.

    Ceylanpınar’daki Apocu Fedai Timi örneğinde olduğu gibi bu tip yerel grupların PKK ile ilişkisi nedir?

    Kendilerine isim takabilirler. Türk devleti de, JİTEM’i de, MİT’i de bir takım olaylar yapıyor, sahte isimler kullanıyor. Ve çoğunlukla da Kürt özgürlük hareketini mahkum edebilecek isimler kullanıyor. Biz adlara bakmayız. Biz yapılanlara bakarız. Kürt özgürlük hareketinin hedef ve amaçlarına hizmet ediyor mu etmiyor mu? Hizmet etmiyorsa, hangi adla kim yaparsa yapsın, elbette ki biz onun karşısında tavır alırız. Eğer bizim çizgimizle, amaçlarımızla, kültürümüzle, geleneklerimizle, anlayışlarımızla uyuşuyorsa biz elbette ki ona sahiplik yaparız.

    KCK Yöneticisi Duran Kalkan 25 Ağustos’ta bir açıklama yaptı. “Operasyona çıkmayan, gerillaya ve halka saldırmayan, karakolunda duran askerlere dönük saldırı yapılmamalıdır” dedi. Ama sonrasında bu açıklamayla çelişen PKK saldırılarının da olduğunu görüyoruz. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

    Biz hiçbir zaman savaş istemedik. Erdoğan, AKP, Türk devleti, ulus devlet üzerine kurulan cumhuriyet bu seçimlerle çökünce, inkar ve imha siyaseti darbe yiyince ikinci cumhuriyet, demokratik cumhuriyetin zemini ortaya çıkınca artık burada buna karşı darbe yaptılar. Ve darbeyle savaşı daha üst düzeye tırmandırdılar. Bizim yaptığımız buna karşı kendimizi savunmaktı. O açıklamayı da onun için yaptık. Dedik ki “bize saldırmayan hiçbir güce saldırmayacağız, bize saldıran güçlere karşı da kendimizi savunacağız”. Bu da bizim en doğal hakkımız.

    Ama bu açıklamaya uymayan birçok saldırı görüyoruz…

    Biz hep bu açıklamaya bağlı olarak savaştık. Yer yer, bunun dışına çıkan pratikler oldu elbette. Bunlar ortaya çıktığında da biz eleştirdik. Dedik ki, “bu, çizgimizi aşıyor, bu, amaçlarımızı aşıyor”. Bu konuda arkadaşlarımızı uyardık, eleştirdik ve bize saldırmayan güçlere saldırı yapılmamasını söyledik. Ama saldırılar o kadar korkunç ki, vahşi ki hiçbir savaş kuralına Türk devleti uymadığı için ve bütün silahları Kürtler üzerinde denediği için, uçaklarla, tanklarla, toplarla, yeni geliştirilen akıllı bombalarla saldırılar yaptığı için, yine siyasi operasyonlar yaptığı için.

    ‘YER YER KONTROLÜMÜZÜ AŞAN DURUMLAR ORTAYA ÇIKABİLİYOR’

    Belediye başkanlarını tutukluyor, her yerde saldırıyor, her yerde linçler, yakmalar, hakaretler yapıyor. “Her yere Türk’ün gücünü göreceksiniz, size göstereceğiz” yazılıyor. Elbette ki bunlar insanları tahrik ediyor. İster istemez bazılarında bizim çizdiğimiz çerçevenin dışına çıkmalar da oluyor. Devlet tahrikle bunu yaratıyor. Biz kontrol kurmaya çalışıyoruz. Elbette ki yer yer kontrolümüzü aşan durumlar ortaya çıkabiliyor. Ama bundan da hiç kimse Kürtleri sorumlu tutamaz.

    Söylediklerinizden şunu da mı anlamamız gerekiyor? “Biz bu açıklamayı yaptık, şu anda bu çizgideyiz ama bu ortamda güçlerimizi savunma çizgisinde tutmamız zorlaşıyor”…

    Evet. Eğer Türkiye devleti belirttiği gibi ya teslim olacaklar ya da tek kişi kalıncaya kadar hepsini öldüreceğiz derse elbette ki kimseyi biz bu çizgide tutamayız. Hiç kimse de bizden bunu bekleyemez. Türk devleti yaptıklarıyla Kürt halkıyla Türk devleti arasındaki köprüyü yıkmıştır. Biz bu köprüyü hep onarmaya çalıştık. Biz hep, Türkiye’de sorunları parlamentoya taşıyıp parlamentoda çözmek istedik. 7 Haziran bu sonucu yaratmıştı. 7 Haziran aslında Kürt halkıyla Türkiye halkı, devleti arasında bir köprüyü geliştirmeydi ama maalesef bu köprüyü yıktılar.

    ‘DEVLETE DİRENMESEYDİK HDP MECLİSE GİREMEYECEKTİ’

    Türkiye’de sizin hareketine dostane yaklaşan kesimler içinde size şu tür bir eleştiriyi yapanlar var…. Bu kesimler çatışmalardan asıl olarak devleti sorumlu tutuyor ama size de “devletin istediği sizi tahrik etmekti, tahrik oldunuz” eleştirisinde bulunuyor. Siz bu eleştiriyi kabul ediyor musunuz?

    Biz bu eleştiriyi kabul etmiyoruz. Biz Türk devletine karşı direnmeseydik 1 Kasım’da HDP ve demokrasi güçleri, parlamentoya da giremeyecekti. Eğer girebildilerse bizim direnmemiz sonucunda girebildiler. Biz doğru eleştirileri kendimiz için esas alıyoruz, gereklerini yerine getiriyoruz ama yanlış eleştirileri de doğru görmüyoruz ve hiçbir zaman da o eleştiriler vardır diye ciddiye almıyoruz.

    Kamuoyundaki genel kanının aksine, hendeklerin kazıldığı, yoğun çatışmaların yaşandığı ilçelerde HDP’nin oylarının pek düşmediğini görüyoruz. Ama Bitlis, Van gibi yerlerde HDP’nin oylarının düşmesinde PKK’nın son dönemdeki stratejisinin de herhangi bir payının olabileceğini düşünüyor musunuz?

    Olduğunu düşünmüyoruz. Tam tersini düşünüyoruz. Kim HDP’nin yerinde olsaydı, değil parlamentoya girmek, dağılırdı. Çünkü öylesi bir saldırı var ki üzerinde…. Erdoğan, devlet, HDP’yi seçim çalışması yapamaz hale getirdi. Bütün iktidar olanaklarını kullandılar. En önemlisi de DAİŞ’i (IŞİD) çok iyi kullandılar. Hem Türkiye içinde kullandılar, hem Avrupa’ya yönelik kullandılar. Erdoğan bu konuda oldukça başarılıdır. Mültecileri Avrupa’ya doğru sürdü. Onların içerisinde DAİŞ de Avrupa’ya gidiyor. Avrupa büyük bir paniğe kapıldı. Erdoğan DAİŞ’le hepsini korkuttu. Türkiye’de büyük bir korku yarattılar. Herkesi bununla tehdit ettiler. Onun için AKP dışında kimse seçim çalışması, mitingi yapamadı. Deniyor ki HDP’nin oyları AKP’ye kaydı. Öyle bir durum söz konusu değil. HDP’den AKP’ye giden tek bir oy yoktur. AKP’ye giden oylar Saadet Partisi’nin, Büyük Birlik Partisi’nin, Hüda-Par’ın, Vatan Partisi’nin oylarıdır. Bunlar AKP’ye oy verdi. Onun için AKP’nin oylarında artış oldu.

    Ama Kürt illerinde bir önceki seçime kıyasla HDP’nin oylarının düşüp, AKP’nin oylarını artırdığı yerler var…

    Düşüş var tabi. Niye düştü? Çünkü büyük bir yıkım sürdürdü AKP. Bu şehirlere yönelmelerinin bir nedeni de neydi? Halkı göçertmekti. Halkın oy kullanmasını önlemekti. Ve gerçekten oy kullanmayan insanlar oldu. Bir kısmı kaldığı yerde kalamaz duruma geldi, devletin yönelimlerinden dolayı, başka yerlere göç etti. Eğer HDP’nin oylarında düşüş olduysa nedeni budur. Oy kullanamadılar, onun için oylar düştü.

    Peki bu tür olayların olmadığı yerlerdeki düşüşü nasıl açıklarsınız? Van, Bitlis vs… gibi. HDP’nin oylarının düşüp AKP’nin oylarının yükseldiği yerleri?

    AKP medyası diyordu ki, öz yönetimlerin, demokratik özerkliğin ilan edildiği yerlerde HDP’nin oyları düştü, çünkü halk benimsemiyor… Tam tersine oralarda HDP’ye oyların verildiği, demokratik özerkliği halkın kabul ettiği ve HDP’ye de bunun için oy verdiği ortaya çıktı. Oy verilmeyen yerler nereler? Diğer yerler. Peki diğer yerlerde devletin baskıları yok muydu? Göçertmeler yok muydu, halkı korkutması yok muydu? Elbette genelde vardı, her yerde vardı. Ama demokratik özerkliğin ilan edildiği yerlerde halk, saldırılara rağmen kahramanca direndi. Diğer yerlerdeyse belki bu tarz bir direniş ortaya çıkmadı. Korku sindi. Van’da Davutoğlu dedi ki, bize oy vermezseniz Beyaz Toroslar dolaşacak. Van halkını tehdit etti. Elbetteki Van’da insanların bazıları oylarını vermedi, sandıklara gitmedi. Eğer HDP oy kaybettiyse bunun için kaybetti.

    O halde size göre bölgede hiçbir yerde HDP’ye verilen oylardan AKP’ye geçme olmadı…

    Geçmedi, hiçbir yerde geçmedi. Türkiye’de bile HDP’nin oylarında düşüş oldu. Oradakiler bile korkularından sandığa gitmedi. Çünkü kendilerini güvencede görmediler. Açık açık MİT, yine Osmanlı Ocakları denen devşirme bir ocak, insanları tehdit ediyordu. Eğer sandıklarda oylar çıkarsa, başınıza ne geleceğini siz düşünün diyorlardı.

    Ama seçime katılım oranının da düşmediğini görüyoruz… Sizin dediğiniz nedenle olsa, seçime katılım oranının da düşmüş olması gerekiyordu…

    HDP’nin de hataları var elbette. Mesela mitingleri yapması gerekiyordu. Bütün tehditlere, katliamlara rağmen yine mitingler yapması gerekiyordu. HDP miting yapmadı. Seçim çalışması yapmadı. Hiçbir çalışma yapmadı.

  37. (2/2)

    Kamuoyunda çok konuşulan konulardan biri de PKK ve HDP’nin ilişkisi. PKK ile HDP’nin ilişkisini nasıl tarif ediyorsunuz?

    HDP ile PKK ayrı güçlerdir. HDP, Türkiye yasalarına göre kurulan bir legal partidir, demokratik siyaset yürütüyor. PKK ise Türkiye’de legal olmayan, illegal olan ve silahlı mücadele de yürüten bir harekettir. HDP hiçbir zaman PKK olamaz, PKK de değildir. HDP’nin Kürdistan’da dayandığı zaman PKK’nin de dayandığı zemindir. Ama HDP sadece Kürdistan’da siyaset yapan bir parti değil, bir Türkiye partisidir.

    HDP’yi dönem dönem eleştiriyorsunuz…

    Desteklerimiz olduğu gibi eleştirilerimiz de oluyor. Çünkü biz Türkiye’nin sorunlarıyla yakından ilgiliyiz. Bu da bizim en doğal hakkımızdır çünkü siyaset yürütüyoruz…

    Bu eleştirilerdeki tarz, üslup bazen HDP’nin siyasi iradesini önemsememek anlamına gelmiyor mu?

    Bunlar, psikolojik savaş merkezlerinin yürüttüğü propagandalardır. HDP’de kimler var? Türk solunun birçok örgütü var değil mi? Yine Müslüman birçok örgütler, çevreler, demokratlar, akademisyenler, sanatçılar, Aleviler, Ezidiler var. Şimdi bu nasıl PKK olabiliyor?

    Bir kere HDP içinde birçok insan var, düşüncelerini de açıklıyorlar, basında da açıklıyorlar. Onların düşünceleriyle PKK’nin düşünceleri bir midir? Amaçları HDP’yi kapatmaktır. Bunun için HDP ile PKK ilişkisini kurmaya çalışıyorlar, zorluyorlar. HDP birçok eğilimi kapsıyor. Gerçek Türkiye toplumunu kapsıyor.

    Elbette biz HDP’yi destekliyoruz çünkü HDP’de demokrasi güçleri var. HDP’nin dışında kimi destekleyeceğiz Türkiye’de? AKP’yi mi? MHP’yi mi? CHP’yi mi? Büyük Birlik Partisi’ni mi? Bunlar Kürt sorununu inkar eden güçlerdir. Bunlar Kürt sorununu tasfiye eden güçlerdir. Türkiye şu anda demokrasiyle diktatörlük arasında, faşizm arasında. Yine ulus devletle demokratik ulus arasında çok ciddi bir mücadele var. Bizim safımız elbette ki demokratik ulustan yana, demokrasiden yana olanlardan yanadır.

    KCK yöneticilerin yaptığı bazı açıklamalar HDP’nin iradesini yok sayıyor gibisinden eleştiriler HDP’yi destekleyen bazı kişiler tarafından da yapılıyor.

    Türkiye’de HDP’yi kim geliştirdi? Önder Apo geliştirdi. Ve önder Apo’nun bu projesine PKK büyük destek verdi. 7 Haziran seçimlerine HDP böyle gitti. Kim diyebilir ki, PKK HDP’ye karşı. Bu büyük bir vicdansızlıktır. Şimdi AKP ve yandaşları şunu söylüyor: Önder Apo’ya PKK ve HDP tecrit uyguluyor. Yani biz mi tecrit uyguluyoruz önder Apo’ya?

    “Bizim faaliyetlerimiz olmasa HDP yüzde 5’i bile bulamaz” dediniz. Geçmişe bakıyoruz, Kürt siyasi hareketine yakın siyasi partiler yüzde 7’lere yakın oy oranına kadar ulaştılar. HDP ise bunu ikiye katlayan bir oy oranına ulaştı. Bunu söylemek, HDP’nin bir siyasi parti olarak başarısını küçümsemek anlamına gelmiyor mu?

    Bu büyük vicdansızlıktır. Bu, önder Apo’ya, PKK’ye gerçekten büyük bir hakaret olur. Eğer HDP Türkiye’de bu kadar geliştiyse, bütün saldırılara rağmen parlamentoya girdiyse, bunda önder Apo’nun, PKK’nin çabalarını görmek gerekiyor. Önder Apo, PKK’nin Türkiye’de geliştirdiği projedir. Bunda ısrarlı olduğu için HDP bu gelişmeyi sağladı. Dikkat edilirse 7 Haziran’dan önce ne diyorlardı. Yine bağımsız girsinler.

    Buradan öz yönetim tartışmalarına geçecek olursak… Çok tartışıldı ama açıkçası hala Türkiye kamuoyunda, özyönetim deyince birçok insanın aklında net bir şey canlanmıyor. Ya da aynı anda çok fazla şey canlanıyor. KCK’nın savunduğu özyönetim nedir?

    Avrupa’da yerel yönetim şartları var değil mi? Kendi kendini yönetme, demokrasiyi artık merkezden değil, yerelden geliştirme… Kürdistan’da da PKK’nin, KCK’nin geliştirdiği budur. Artık Türk devletinin Kürdistan’da Kürt halkına vereceği bir şey yoktur. Türkler’e de yoktur. Biz 7 Haziran’da bütün sorunları parlamentoya taşıdık ve parlamentoda Kürt sorunu da dahil Türkiye’nin sorunlarını çözmek istedik, ama Türk devleti, Erdoğan, AKP buna müsaade etmediler.

    Onun için Kürdistan’da halk, madem bu parlamento bize kapalıdır, sorunlarımızı çözmüyor, o zaman biz kendi sorunlarımızı kendimiz çözeriz dedi. Yerel alanlarda, demokratik özerklik böyle gelişti. Yani Kürdistan’da geliştirilen özyönetimler, yerelde demokrasiyi geliştirmedir.

    Bunu nasıl bir stratejiyle geliştirmeyi planlıyorsunuz?

    Biz bunu barışçıl, demokratik yolla geliştirmek istedik. Ama Türk devleti, değil Kürtlerin öz yönetimini, Kürtlerin kendisini kabul etmiyor, halk olarak kabul etmiyor. Sorunu bir terörizm sorunu olarak görüyor. Dikkat edin, kamuoyuna nasıl yansıtıldı. Sanki orada hendeklerle işe başlandı, onun için Türk devleti saldırdı. Öyle bir durum yok. Orada yerel meclisler vardı, mahallerde, şehirlerde, halk bu meclislerle söz sahibi olmak istedi. Kendi kendini orada yönetmek istedi. Türk devleti bunu kendisine karşı bir tutum olarak, bir meydan okuma olarak gördü, ve üzerine gitti. Tankıyla topuyla her şeyiyle üzerine gitti. Halk tabi ki kendisini koruyacak. Halkın elinde tank yok, top yok, A 4’ler yok, Kanaslar yok. Halk saldırılara karşı neyle kendini koruyacak? Hendek koyarak, torbalar koyarak, butarzda kendisini savunmaya çalışacak.

    Biz kendi valimizi, kendi kaymakamımızı kendimiz tayin etmek istiyoruz. Halkımız bunu seçmeli. Halkımız kendi kendini yönetmeli. Kendi güvenliğini sağlamalı. Avrupa’nın yerel yönetim şartları var, biz bunların olduğu gibi kabul edilmesini istiyoruz.

    ‘GERİLLA DA ŞEHRE İNER VE HALKI KORUR’

    “Hendekleri halk kazdı, kendini korumak için, silahı yok” dediniz. Hendeklerin arkasında silahlı grupların da olduğunu görüyoruz…

    Olacak tabi. Türk devleti tankı, topuyla girecek, yakıp yıkacak, her gün onlarca sivil insanı katledecek. Biz de buna seyirci kalacağız. Olabilir mi? Elbette ki gençler bu halka sahip çıkacak. Eğer daha da şey olursa gerilla da şehre girer ve halkı korur. Bizim görevimiz halkımızı korumaktır.

    Özyönetimi silahla getirmeyle çalışıyorlar gibisinden bir görüntü oluştu. Hatta HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın özyönetim silahla değil sivil itaatsizlikle getirilmeli gibisinden bir açıklaması olmuştu…

    Doğru. Biz de sivil itaatsizlikle geliştirmek istedik, Türk devleti buna müsaade etmedi. Ne yapacaktık? O zaman silahla kendimizi korumayacak mıyız?

    Bölgeye giden gazeteciler olarak şunu görüyoruz. Burada halk asıl olarak, yaşananlardan devleti sorumlu tutuyor. Ama onların içinde “devlete tepkiliyim, ama gençlerin, YDG-H’ın bu süreci bu şekilde yönetmesine çok sempatiyle bakmıyorum” diyen insanlara da rastladık. Bu eleştirilere nasıl bakıyorsunuz?

    Halk homojen değildir. Halkın içinde benimseyen olur, benimsemeyen olur. AKP yanlısı var, korucu olan var, çatışmalarda çıkarı sarsılan var. Orada devletin saldırısına elbette ki gençler halkı savunacak. Savundu mu dükkancı dükkanını açamaz. Sahibi işyerini açamaz, dolayısıyla kredilerini ödeyemez, esnaf ekonomik yönden zarar görür. Tabi ki çatışma istemez, bu gayet anlaşılır bir şey. Bu, PKK’nin, gençlerin direnişinin haksız olduğu anlamına gelemez. Eğer onların olması istenmiyorsa Türk devleti bu halkı iradesini kabul etsin. Bu halk Türk devletinden ne istedi? Türk devletinin topraklarına mı, değerlerine mi göz dikti?

    ‘YDG-H PKK’DEN AYRI BİR ÖRGÜTTÜR’

    Peki PKK ile YDG-H arasındaki ilişkiyi nasıl tarif ediyorsunuz?

    YDG-H ayrı bir örgüttür. Bir gençlik örgütüdür. PKK falan değildir. Elbette onların direnişi haklı bir direniştir. Meşru bir direniştir. Biz sonuna kadar destekliyoruz ve destekleyeceğiz de. Elbette ki bazı hatalı eylemleri vardır, olur. Biz onları da eleştiririz. Yerine getirirler, getirmezler o onların bileceği şeydir.

    AKP yeni, farklı bir süreç başlatabileceğinin mesajlarını veriyor. Burada silah bırakılması veya silahlı güçlerin ülke dışına çıkarılması gibi talepler var. Sizin şu aşamada çatışmaların durması için en temel talebiniz nedir?

    Çift taraflı ateşkes olması gerekiyor. Artık tek taraflı ateşkes olamaz. Ve ateşkesi tarafsız bir izleme komitesinin de izlemesi gerekiyor. Önder Apo’yla müzakerelerin eşit ve özgür şartlarda başlatılması gerekiyor. Müzakerelerde de Dolmabahçe’de mutabakata varılan 10 maddenin temel alınması gerekiyor. Müzakere sürecinde de üçüncü bir tarafın müzakereleri izlemesi gerekiyor. Bunlar olursa biz hemen ateşkesi ilan ederiz, hemen müzakerelere başlarız. Ama bunlar olmazsa, eskisi gibi yine tek taraflı ateşkes ilan edilsin, denirse, silahlı güçler çıksın, silah bırakılsın denirse bu bizim tarafımızdan asla kabul görmeyecektir.

    ‘BİR DAHA TEK TARAFLI ATEŞKES OLAMAZ’

    Biz çünkü bunların hepsini defalarca yapmışız. Biz bugüne kadar dokuz kez tek taraflı ateşkesler ilan etmişiz. Biz gerillayı mevzilerinden tek taraflı çekmişiz, çıkarmışız. Biz esirleri tek taraflı bırakmışız. Bunların hiçbiri çözümü yaratmamıştır. Ne diye biz bir daha yaşananları yaşayacağız?

    Yani bir daha tek taraflı ateşkes olmayacak mı?

    Olamaz. Kimse bizden bunu isteyemez. Bu büyük bir haksızlık olur. Bu, sorunun çözümünü istemeyenler tarafından öne sürülebilir. Bizden istediler, biz seçim sürecinde tek taraflı eylemsizlik ilan ettik ama bu güçlerin hiçbiri buna sahiplik yapmadı. Bu güçlerin hiçbiri AKP’ye neden sen saldırıları iki katına çıkarıyorsun demedi. AKP, bu tarzla tek taraflı geliştirdiğimiz eylemsizliği de sürdürülemez noktaya getirdi ve ortadan kaldırdı. Şimdi biz ne diye bir daha tek taraflı ateşkes ilan edeceğiz.

    ‘BU KIŞ ŞİDDETLİ SAVAŞ YÜRÜYECEK’

    AKP’nin silahsızlanma veya silahlı güçlerin dışarı çıkarılması talebini kabul etmiyorsunuz. Bahsettiğiniz talepleri de AKP kabul etmiyor. Bu durumda bu kış ne olacağını beklemeliyiz?

    Bu kış şiddetli savaş yürüyecek. Çünkü AKP açık söylüyor, biz diyor sonuç alma aşamasına girdik. Biz sonuç alacağız. O yüzden kimse bize ateşkeslerden bahsetmesin, çözümlerden bahsetmesin. O yüzden savaşı daha da üst düzeyde geliştiriyorlar.

    Bunun karşısında sizin siyasetiniz ne olacak?

    Buna karşı kendimizi sonuna kadar savunacağız.

    Bugüne kadarki savunma çizgisini mi söylüyorsunuz?

    Artık o, gelişmelere bağlı olur. Hiç kimse bizi teslim alamaz.

    Savunma çizgisinden çıkıp topyekun savaş ilan etme ihtimaliniz var mı?

    Ben bu konuda şimdi bir şey söylemek istemem. Bize karşı savaşanlar kaybeder. Şimdiye kadar kaybettiler, bundan sonra da kaybederler. Kim ki PKK’yle, Kürtlerle dost olursa o kazanır.

    ‘ÖCALAN’LA İLGİLİ HABERLER YALAN’

    Hükümetten Abdullah Öcalan hakkında bir takım açıklamalar geliyor…

    Bunlar yalandır. Önder Apo’yla hiçbir görüşme yoktur. Hiç kimse görüşmezken, tecrit içinde tecrit uygulanırken önder Apo’nun adıyla bazı açıklamalar yapmak neyin nesidir? Bunlar tamamen psikolojik amaçlıdır. Bununla hem önder Apo’yu yıpratmaya çalışıyorlar hem de önder Apo’yla güya HDP’yi, PKK’yi karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar.

    ‘MADEM ÖCALAN HDP, PKK’Yİ ELEŞTİRİYOR DİYORLAR, O ZAMAN ONUNLA GÖRÜŞSÜNLER’

    Madem ki önder Apo, HDP’yi, PKK’yi eleştiriyor diyorlar, o zaman gitsin, önder Apo’yla görüşsünler. Önder Apo ne söylüyorsa açıklasınlar. Belki AKP başkalarına güvenmediğini söylüyor, onun için göndermediğini söylüyor. Kendi basınını göndersin, gitsinler önder Apo’yla görüşsünler bakalım önder Apo neler söylüyor. Niye önder Apo üzerinde tecrit uyguluyorlar? Niye bu yalan haberleri yayıyorlar? Çünkü önder Apo kesinlikle AKP’nin politikalarına karşı durduğu için. Önder

    Apo en son görüşmesinde, HDP heyetine söylemiştir, “Dolmabahçe müzakereleri temelinde müzakere olacaksa gelirsiniz, yoksa gelmenize gerek yoktur” demiştir.

    Hükümete yakın medyada hükümetin Kandil’i ve HDP’yi bypass edip İmralı üzerinde bir süreç yürütmek istediğine dair yorumlar yapılıyor… Böyle bir şey mümkün mü sizce?

    Peki madem böyleydi. Neden 5 Nisan’dan beri önder Apo üzerinde tecrit üzerine tecrit uyguluyorlar? Eskiden de söylüyorlardı, önder Apo çözüm için çalışıyor, makuldür diyorlardı. Neden bu kadar çözüm için çalışan, makul bir insana karşı niye 5 Nisan’dan beri tecrit uyguluyorlar?

    Peki sizin, HDP’nin, İmralı’nın sürece bakışında bir takım farklılıklar olursa bunu normal karşılamamalı mıyız? Bu çok doğal bir şey olmaz mı?

    Pratiği biz yürütüyoruz. Önder Apo orada çarmıkta gerilmiş durumdadır. Sürekli kameralarla izleniyor, sürekli baskı altındadır. Ellerinde rehinedir. Güya önder Apo’yla hareketi vurmaya çalışıyorlar. Bunu hiçbir zaman başaramayacaklar. Önder Apo baş müzakerecidir. Müzakereyi kabul ederlerse eşit ve özgür şartlarda bu müzakereyi yürütür. Pratiği yürüten biziz. Pratikten biz sorumluyuz, önder Apo sorumlu değil. Önder Apo’nun İmralı’da yapacağı bir şey yoktur o anlamda. Önder Apo, oradan ne hareketi yürütebilir ne pratiği yürütebilir, ne de bu konularda herhangi bir karar verebilir. Öyle bir şansı, öyle bir imkanı yoktur. Önder Apo’ya o imkanı tanımamışlardır. Önder Apo’yla hareketimizin herhangi bir ilişkisi yoktur.

    ‘HİÇ KİMSE ÖNDER APO’YLA PKK’Yİ BİRBİRİNDEN KOPARAMAZ’

    Biz Önder Apo’yla görüşmeden hiçbir adım atmayız. Hiç kimse de önder Apo’yla PKK’yi birbirinden koparamaz. PKK’yi, HDP’yi, demokrasi güçlerini sürecin dışında tutacaklar, önder Apo’yla yürütecekler. Onlar bir şahıs durumuna düşürmek istiyorlar güya onu. Önder Apo bir şahıs değil, bir hareketin, bir halkın önderidir. Önder Apo ve PKK dışında hiç kimse bu sorunu çözemez.

    Onun dışında hangi güç mücadele yürüttü, bedeller ödedi ki, sorunu onlarla çözecekler?

    ‘KENDİ KÜRTLERİNİ YARATMAYA ÇALIŞIYORLAR’

    Sürecin asıl muhatabı kim?

    Bir tarafı hükümettir, devlettir, bir tarafı Apo’dur, PKK’dir ve Türkiye’de demokrasi güçleridir, HDP’dir. Bunun dışında herhangi bir muhatap olamaz. Kendi Kürtlerini yaratmaya çalışıyorlar, onlardan muhatap yaratacaklar, boş bir çabadır.

    ‘Silahlı güçlerin çekilmesine biz karar veririz, önder Apo ya da HDP değil’

    “Pratik bizde “dediniz… Mesela silahlı güçlerin yurtdışına çekilmesi gibi bir karar ancak ve ancak buradan mı alınabilir?

    Evet. Onun kararını ancak biz veririz, başkası veremez. Ne HDP verebilir ne de önder Apo verebilir. Önder Apo rehinedir ellerinde. Önder Apo bu koşullarda hangi kararı verebilir?

    Onun öyle bir olası çağrısı olursa…?

    Olamaz. Olsa da biz karar veririz. O bizi ilgilendiriyor çünkü pratiği biz yürütüyoruz. Silahlı güçlerin çekilip çekilmeyeceğine biz karar veririz, başkası karar veremez. Bunu söylediğimiz için diyorlar ki, “Kandil’le Apo arasında çelişki var, Kandil artık Apo’yu tanımıyor”. Bu onların hangi amaçlar peşinde koştuğunu gösteriyor.

  38. İlber Ortaylı’dan Rusya değerlendirmesi:

    https://www.youtube.com/watch?v=1gcY_oLN6M8

  39. Özür dilerim o zaman.

  40. Evet. Çünkü imla olarak yanlıştı ve anlaşılmıyordu. Hata mı ettim?

  41. Saçma!’dan cevaba cevap (26)

    Yıldıray Oğur’u tanımasak, Hilal Kaplan’ı tanımasak, Cem Küçük’ü tanımasak, Nihal Bengisu Karaca’yı tanımasak, Kurtuluş Tayiz’i tanımasak, Melih Altınok’u tanımasak, Meltem Gayberi’yi tanımasak, Emre Aköz’ü tanımasak, Engin Ardıç’ı tanımasak, Mehmet Barlas’ı tanımasak, Mahmut Övür’ü tanımasak, İbrahim Karagül’ü tanımasak, Yusuf Kaplan’ı tanımasak ve bütün bunlar gibi arpası devlet tarafından sağlananları tanımasak yazdıklarınız doğru derdim, ama değil, ne yazık ki!

    Zileli’nin yukarıdaki yazısında “Delil aratma/aratmama” gibi bir durum sorgulanmıyor!

    “Devlet” tarafına meyilli olan kişileri (Kaplan gibi, Oğur gibi) önümüze sürerek burada oyun oynamaya çalışıyorsunuz! Mesele bu!

    “Acıları yarıştırmayalım” diyoruz ya:

    Hodri meydan:
    RTE çıksın ve Berkin Elvan’ın annesinden özür dilesin, ben de Hilal Kaplan ve Yıldıray Oğur’dan özür dileyeceğim!

    Bakalım “acılar üzerinden nemalanmak” nasılmış herkes görsün!

  42. Hareket’de bir farklılık yok.Farklılık Zileli-nin önyargılarında.
    Tahir Elçi cinayetiyle Kirov cinayeti arasında koşutluk ya da benzerlik kurmak,Elçi cinayetinin üzerini örtmek yanında bu cinayeti işleyenlere anti-komünizm göndermesi yapmaktır.
    Bu çok açık görülüyor.
    Sizler DİNK cinayetinde de aynısını yaptınız.
    F Tipi Gladyonun cinayetini gizlediniz ve Amerikan elçisi arkasından yürüyüş yaptınız.
    Bugün de yine aynı yerdesiniz.

  43. Sn Zileli ayrıca size geri zekalı vb demeyeceğim ama artık yaşlandığınız çok belli.
    Sizde unutkanlık ve düşünsel bulanıklık başlamış.

  44. BBC muhabiri sorularıyla pkk çete şefini maskara etmiş.
    Bugüne dek kullandığı retorik bu sefer işe yaramıyor, çünkü karşısında danışıklı dövüş yapacak gazeteci yok. Daha önce bizden giden gazeteciler hep öyle yapıyordu.
    Retorik boşa çıkınca ve hiç hesapta olmayan sorularla karşılaşınca cevap bulamıyor ve teker boşa dönmeye başlıyor.

  45. ABD, SURİYE’YE BARIŞ GETİREBİLİR Mİ?

    Cemil Bayık
    1 Aralık 2015
    OdaTv

    Geçtiğimiz günlerde PKK liderlerinden Cemil Bayık bir kez daha ABD’ye seslenerek arabulucuk talebinde bulundu. Alman Bild Sonntag gazetesi aracılığıyla bu talebini dile getiren Bayık, gazeteye “Biz, müzakere ve siyasi çözüm istiyoruz. Biz bu görevi ABD veya Avrupa Birliği’nin bir parçası olarak Almanya’nın üstlenmesini istiyoruz(1)” ifadelerini kullandı.

    Cemil Bayık, 2014 yılı Ağustos ayında İngiltere’de yayınlanan Daily Telegraph gazetesi’ne verdiği röportajda da çatışmaların bitmesi için PKK’nin ABD ile temasta olduğunu ifade ediyor ve aynen şu cümleleri kullanıyor:

    “ABD’nin Türkiye ile aramızda arabuluculuk yapması gerektiği çağrımı yineliyorum. Bize bir garanti verirlerse üzerimize düşen rolü yerine getiririz. Ancak bir garanti verilmezse tek taraflı adım da atamayız.” (2)

    Yine aynı isim bu kez 2014 Aralık ayında İMC TV’ye verdiği röportajda Kürt sorunun çözümünde uluslar arası güçlerinde devreye girmesi gerektiğini belirttikten sonra bu güçlerden ABD’nin devreye girebileceğini de sözlerine ekliyor.(3)

    Cemil Bayık, PKK’nin temsilcilerinden bir tanesi. Zaten onun bu sözlerine karşı, anılan örgütten onu yalanlayan bir açıklama da gelmedi. Dolayısı ile Bayık’ın ABD’yi “Kürt sorununda” bir kurtarıcı/arabulucu olarak görmesi aynı zamanda PKK’nin de örgütsel görüşüdür diyebiliriz. Peki ABD’nin temsil ettiği ekonomi-politik paradigma, kurtarıcı/arabulucu rolüne uygun mudur; örneğin ABD bir nevi Gandi olabilir mi? Diğer bir ifade ile ABD savunduğu değerler ve pratik tarihi ile bugüne kadar halkların mı yoksa egemen küresel güçlerin yanında mı yer almıştır?

    GEREKİRSE DÜNYA YANSIN

    Eğer bu sorulara “küresel güçlerden” yana cevabını veriyorsak ve ABD “halkların kardeşliğini” değil, emperyalizmin kanlı politikalarını temsil ediyorsa, Bayık’ın açıklamalarını nasıl değerlendirmeliyiz? Zira ABD’nin kanlı savaşlarında yaşamlarını kaybeden milyonlar, yine ABD’nin temsil ettiği kapitalist-emperyalist paradigmadan dolayı aç sefil yaşayan milyarlar ortada iken PKK’nin bu talebi, tabiri caizse “bizim ulusumuz kurtulsun da gerekirse dünya yansın anlamına gelmez mi?”

    Ne söylediğimizin farkındayız. Eğer bir ülke siyasi ve askeri paradigması ile küresel bir savaş sorunun baş aktörlerinden biriyse, ondan barış beklemek ne siyasi ne ahlaki ne de insani sebepler gösterilerek meşrulaştırılacak bir durum değildir! Evet, bu kadar açık! Bakın dev küresel mali örgütler olan Dünya Bankası, İMF sözüm ona barış örgütü olan Birleşmiş Milletler, küresel jandarma gibi hareket eden NATO bile ABD’nin hâkimiyeti altında. Ekonomik gücüne gelirsek söyleyecek söz bile bulamıyoruz. Çok uluslu şirketler başta olmak üzere, kapitalist pazarın en güçlü ülkesi yine ABD. Askeri yayılmacı gücü ise, ABD’nin dünyada nasıl bir yer işgal ettiğinin en açık göstergesi zaten. Öyle ki, Antartika hariç neredeyse bütün kıtalarda ABD üssü bulunuyor. Sayıları değişiklik gösterse de hali hazırda 120’den fazla ülkede 1400’den fazla ABD üssü bulunduğu açık bir gerçek. Bu anlamda karşımızda adeta askeri bir ahtapot gibi dünyayı kuşatmış bir ülke bulunuyor. O ahtapotun ağzındaki kan kokusu ise sadece bugünle sınırlı değil.

    Gelin bu konuda biraz daha geriye gidelim.

    400 BİN SAKAT DOĞUM

    Vietnam savaşı ile başlayalım. 1955-1975 arasında gerçekleşen bu savaşta ABD, 1965 ve 1972 yıllarında büyük kimyasal silahlar olan Napalm ve Turuncu Unsur kullanır. Dahası ABD savaş boyunca çoğunluğu sivil bölgelere olmak üzere 400.000 tondan fazla Napalm atar. Yine bu yıllar arasında ABD kuvvetlerince 73 milyon litre Turuncu, Mavi, Pembe, Mor ve Yeşil Unsur sıkılır. Sonuç mu; 4,8 milyonun üzerinde ölüm ve 400.000 sakat doğum!(4)

    1980-1988 yılları arasında süren Irak-İran savaşında ABD, sonradan işgal edeceği Irak’ı ve elbette Saddam Hüseyin’i destekler. Irak bu savaşta kimyasal gazlarla 5000 Halepçe’li kürdü ve 20.000 İran’lıyı katleder.

    Sene 1990. ABD bu kez 28 ülke ile birlikte Körfez savaşına dahil olur. Savaşın sonunda yüz binlerce insan yaşamını kaybeder. ABD eski Başkanı Richard Nixon, bu savaşa katılma gerekçelerini ise şöyle açıklar:

    “Biz oraya demokrasiyi müdafaa etmek için gitmiyoruz, çünkü Kuveyt demokratik bir ülke değildir ve o bölgede demokrasi ile idare edilen bir ülke de yok. Biz oraya diktatörlüğü yıkmak için gitmiyoruz, aksi takdirde Suriye’ye gitmezdik. Biz oraya milletlerarası meşrûiyeti savunmak için de gitmiyoruz. Biz oraya gidiyoruz ve bizim oraya gitmemiz lazım, zira bizim hayati menfaatlerimize dokunulmasına müsaade etmeyiz.”

    Yıl 2004. ABD bu kez Irak’tadır. Ülke işgal edilir. ABD bu savaşta Beyaz Fosfor, Napalm ve Fakirleştirilmiş Uranyum kullanır. Yapılan bir araştırmaya göre bu savaşta en çok zarar gören kentlerden Felluce, atom bombaları ile saldırıya uğrayan Hiroşima ve Nagasaki’de olduğundan daha yüksek kanser, lösemi ve bebek ölümü oranına sahiptir.”(5) Sakat doğan çocuklar, lösemi vakalarındaki yüzde 38’lik artış, kadınlarda göğüs kanserinde 10 kat artış, yetişkinlerde lenfoma ve beyin tümöründe de ortaya çıkan artışlar Irak’ın “kaderi” gibidir artık. Fail ise ABD’dir!

    İfade ettiğimiz gibi ABD Irak’ta beyaz fosfor kullanmıştır ve bu gaz son derece yüksek sıcaklıkta yakmakta ve isabet ettiği kişiyi cildinden kemiklerine kadar yakabilmektedir. Irak’ta beyaz fosfor kullanımı sebebiyle ölen ve yaralananların sayısı ise hala bilinmiyor.(6)

    Biraz daha geriye gidelim. ABD 2. Dünya Savaşı sonunda Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine attığı atom bombaları ile daha ilk anlarda 200 bin (kimi rakamlara göre 350 bin insan) insanın ölümüne sebep olur. Yüz binlerce insanda takip eden dönemde bombaların neden olduğu radyasyonun etkisiyle yaşamını yitirir.

    SİZ İSA’NIN ASKERLERİSİNİZ

    Öte yandan ABD’li başkanlar neredeyse bütün bir Amerikan tarihi boyunca kendilerini dünyanın efendisi olarak görürler ve işlemiş oldukları katliamlara dini, siyasi bir kılıf üretmekten de çekinmezler. Örneğin ABD’li başkan John Adams bu durumu şöyle ifade etmiştir:

    “Amerika, insanın kendi kimlik ve kişiliğine kavuşacağı mekan olması için Yüce Allah tarafından yaratılmıştır.”

    Yine ABD’nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson da kendi halkının “Tanrı’ın seçilmiş halkı olduğunu” belirtir. 1969-1974 yılları arasında ABD Başkanı olan Richard Nixon da benzer bir şekilde “Allah Amerika’yla birliktedir, Tanrı Amerika’nın dünyayı yönetmesini istiyor” biçiminde ifadeler kullanır. 1912’de Meksika’yı işgal eden ABD’nin o dönemki başkanı William Taft’ta bu noktada şöyle bir beyanat verir:

    “Meksika’nın hükümeti İsrail’de bir Tanrı bulunduğunu ve O’na itaat etmenin bir vazife olduğunu anlayıncaya kadar, halkımızı ve onun Meksika’daki mülklerini korumaya mecburum.”

    Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine atom bombası atılmasından sonra gelen açıklamalarda tüyler ürperticidir. ABD Başkanı Harry Truman bu bombalar sonrasında şu açıklamayı yapar: “Tanrıya şükran borçluyuz ki, bu bomba düşmanlarımızın yerine bize verildi; bu yüzden O’nun yöntemiyle ve O’nun amaçları doğrultusunda kullanabildiğimiz için dua ediyoruz.” Son olarak Vietnam Savaşı sırasında New York Başpiskoposu olan Kardinal Spellman da, Vietnam’da türlü katliamlar gerçekleştiren ABD askerlerine; “Siz İsa’nın askerlerisiniz” diye seslenmekten kendini alamaz!(7)

    2014 yılında 610 milyar dolarlık askeri harcamasıyla dünyada birinci sırada yer alan ve dünya toplam askeri harcamasının tek başına yüzde 34’ünü gerçekleştiren ABD’nin kimi nasıl kurtaracağını, hangi saiklerle barış elçisi gibi hareket edeceğini bilemiyoruz! 23,7 milyarlık ihracatıyla en büyük silah tüccarı unvanını da elinde bulunduran ABD’nin en önemli müşterileri arasında ise dünyanın en antidemokratik ülkeleri arasında yerini alan Suudi Arabistan geliyor. Hatırlayın ABD’nin başını çektiği işgalci güçler 2011 yılında demokrasi sorununu bahane ederek Suriye işgal operasyonuna açık destek vermişlerdi. Oysa aynı ABD, Suudi Arabistan’ın en büyük silah tedarikçisi olmaktan bir an bile imtina etmiyor!

    250 bine yakın insanın yaşamını kaybettiği ve 4 milyon insanın mülteci durumuna düştüğü Suriye savaşının arkasında da elbette Büyük Ortadoğu Projesi ve o projenin sahibi ABD bulunmakta. Tıpkı Irak, Libya, Afganistan işgalleri gibi! Bu noktada, Kapitalist/emperyalist bir paradigmaya sahip olan ve yayılmacı, işgalci pratiği ile halklara adeta kan kusturan bir ülkeden arabuluculuk talep etmek, nasıl oluyor da “ezilen ulusun” halk mücadelesi anlayışıyla örtüşebiliyor? Biz şimdilik şu kadarını ifade edelim ki, ABD’nin gerek dün gerekse de bugün temsil ettiği değerler ve ezilen halklara karşı işlediği acımasız katliamlar ortada iken “ezilen ulus” adına ABD’den medet beklemek en hafif ifadeyle, onun tasavvur ettiği dünyayı onaylamaktır. Söylemler her ne kadar farklı olsa da pratikte yaşanan budur çünkü!

    1 http://www.haberler.com/cemil-bayik-turkiye-ile-yeniden-savas-halindeyiz-7921548-haberi/

    2 http://www.radikal.com.tr/turkiye/pkk-abd-ile-temasta-catismalarin-bitmesi-icin-arabulucu-olun-1416600/

    3 http://www.aydinlikgazete.com/politika/pkk-amerika-arabulucu-olsun-h59366.html

    4 http://www.uhim.org/images/rapor/1309435277.pdf

    5 A.g.e

    6 http://www.dunyabulteni.net/haber/274439/abdnin-kimyasal-silah-tarihi-abdurrahman-aydin

    7 Ag.e s.20-40

  46. Arif Kuş, beğenin beğenmeyin mücadele veren insanlar için “çete şefi” türünden egemenlerin ağzına yakışacak ifadeler kullanmanız hiç hoş değil. Bu tutumunuzu bir gözden geçirseniz iyi edersiniz. Deyiminiz doğrudan hakaret içermediği için yayınladım ama sizin adınıza da üzüldüm.

  47. sağol. Bir doktora görüneceğim ilk fırsatta…

  48. Ve Hırant Dink için yürüyen on binlerce insana “hepiniz Amerikancısınız” diye slogan atarak hakaret ettiniz, öyle değil mi?

  49. Ayhan Demir,

    “F Tipi Gladyo” ile (diyelim ki 3 Kasım 2002 milat olsun) 3 Kasım 2002’den beri kolkola RTE (ve AKP) değil miydi!

    10 yıldan fazla süre, RTE ile Fethullah Gülen’in ortak iş gördüğü öküz öldü, ortaklık bozuldu!

    Şimdi hem RTE, Gülen’e; hem Gülen, RTE’ye beddualarını kusuyor!

    Utanmadan yazmışsın: “F Tipi Gladyonun cinayetini gizlediniz ve Amerikan elçisi arkasından yürüyüş yaptınız.”

    İlk önce kendi “eskimiş” müttefikinizle yürüttüğünüz kumpasları, Hrant Dink suikastını düzenleyen “eskimiş” müttefikinizle yürüttüğünüz düzenbazlıkları oturun sakin kafayla araştırın bakalım! AKP’nin de yediği haltları öğrenince, 32’de yazdıklarına pişman olacaksın!

    Halâ aynı kafadasınız!

    Halâ utanmadan arlanmadan, Fethullah Gülen Örgütü kumpasçılarını çamura bulamak ama kendinizi (yani RTE ve AKP’yi) tertemiz göstermek derdindesiniz!

    Her ikisi birbirinden beter!

    Halâ, “devlet”in ağzıyla konuşmaya teşnesiniz!
    Halâ aynı kafadasınız!

  50. 31 no’lu mesaja cevap:

    sol olarak karşı tarafı fazla tanımıyoruz. sağ da karşı taraf olarak solu fazla tanımıyor. fazla tanımayınca sapla samanı biz de, onlar da karıştırabiliyor. tanıdıkça ayrıntılar belirginleşiyor. ama maalesef bizim sol halihazırda ışid’le öso’yu bile ayıramıyor. birbiriyle savaşan bu iki örgütü karıştırıp yorum yapan solculardan geçilmiyor ortalık.

    Yıldıray Oğur, Hilal Kaplan, Cem Küçük, Nihal Bengisu Karaca, Kurtuluş Tayiz, Melih Altınok, Meltem Gayberi, Emre Aköz, Engin Ardıç, Mehmet Barlas, Mahmut Övür, İbrahim Karagül, Yusuf Kaplan.. bu isimleri aynı potaya sokmamak gerekir. aralarında ortak nokta (akp) olması bir şeyi değiştirmez. ne demek istediğimi, etyen mahçupyan’ın bugünki (1.12.2015) yazısını okuyarak daha iyi anlayabilirsiniz.

    yıldıray oğur ve hilal kaplan’ı kendi islamî çerçeveleri içinde dürüst ve ilkeli tavırları nedeniyle beğeniyorum. şimdiye dek bir olumsuzluklarına rastlamadım. varsa bildiğiniz, bana yazın, ben de inceleyip kabul veya red edeyim. tahir elçi’nin o sözlerinden dolayı yargılanması girişimine oğur karşı çıkmıştı. hilal kaplan’ı da zorunlu din dersine karşı çıkan, itiraz eden bir müslüman yazar olarak takdirle anıyorum.

    ayrıca oğur’un, sıradan toplumun vasat yanlış algılarını somut kanıtlar sunarak çürütüşünü de beğenerek izliyorum. özellikle gezi’den bu yana algılarımızla çok oynanıyor. oğur da bunlara karşı maddî doğruları arşivlerden çıkarıp sunuyor.

    erdoğan politikacı. yarın kalkıp berkin elvan’ın ailesinden özür dileyebilir de. bu çok şaşırtıcı olmaz. çünki sertliğini ve kabalığını politik gerekçelerle de sürdürdüğü zamanlar da var. yarın gerek duyar, özür diler veya üzüntüsünü bildirir. ayrıca berkin hastanede yatarken erdoğan’ın pek çok kez arayıp onun sağlık durumunu sorduğunu okumuştum. sonradan aileye yönelik yakışıksız tavrında, ailenin malum örgüt tarafından kullanılmasının da payı var. sonradan bildiğiniz gibi, aile bu kullanılmayı geç de olsa farkedip, çekildiğini açıkladı.

    yıldıray ve hilal’den özür dilemelisiniz. siz de, gün de…

  51. iktidar yalakalarından asla özür dilemem arkadaş. Son cevabım budur.

  52. çok dışlayıcısın, ötekileştiricisin gün. bir anarşist bu kadar katı olmamalı. sen bu tavrınla daha çok sözcü çizgisine yakın duruyor gibisin.

    bir kere “ucube” diyerek hakaret etmen baştan haksızlık. şimdi de “yalaka” diyerek haksızlık ediyorsun.

    tek bir tür akp yanlısı yok. solda olduğu gibi, orada da farklı türde insanlar var.

  53. mesela sen diyelim mi 🙂

  54. hayır, ben anlamaya çalışan biriyim.

  55. Ama anlamıyorsun arkadaşım. Bunlar iktidar gazetecisi ya da yazılımı. Ruhlarını, her şeylerini satmışlar. O yaptıkları numaralar bile bu satışı gizlemeye yönelik. Beni katı biri sanma. Ellerini çeksinler iktidardan o zaman düşünürüz. Bak bir zamanlar Mehmet Altan da desteklemişti AKP iktidarını. Ama adam gördü ne olduklarını ve şimdi aslanlar gibi savaşıyor ona karşı. Yüreği olan insan öyle yapar.

  56. “Sol olarak karşı tarafı tanımıyormuşuz!” Bak bak bak… Saçmalamak serbest!

    Celal Şengör’ün b*k yemekten hoşlanması, 12 Eylül Diyarbakır zindanlarını övmeye fırsat araması ile Hilal Haplan, Yıldıray Oğur gibi devlet arpası ile beslenenlerin kafası aynı!

    Celal Şengör en azından bir radyo programına katılıp, Diyarbakır zindanlarında işkencenin feriştahını görmüş Dr. Sinan Olcan’dan özür diledi!

    [ http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/429721/Prof._Dr._Celal_Sengor_den_geri_adim__incittiysem_ozur_dilerim.html ]

    Hani nerede RTE ve kuyruğunda dolananlar nerede! Ne zaman Berkin Elvan’ın annesinden özür dileyecekler!

    Yazık!

    Ölmüşüz de ağlayanımız yok!

    YUKARIDA AÇIK AÇIK YAZDIK:

    “Devlet” tarafına meyilli olan kişileri (Kaplan gibi, Oğur gibi) önümüze sürerek burada oyun oynamaya çalışıyorsunuz! Mesele bu!

    “Acıları yarıştırmayalım” diyoruz ya:

    Hodri meydan:
    RTE çıksın ve Berkin Elvan’ın annesinden özür dilesin, ben de Hilal Kaplan ve Yıldıray Oğur’dan özür dileyeceğim!

    Bakalım “acılar üzerinden nemalanmak” nasılmış herkes görsün!

  57. Ben sadece ortaya bir senaryo atmıştım. Ayrıca bu örgütün içinde MİT unsurlarının ne kadar faal olduğunu unutmamak gerekir.

  58. gün zileli: asil; sade; temiz; ve duru.. okuduklarımdan hissettiklerim. bin yıllar yaşa… gün..

  59. 1.Peki Tahir Elçi ilk anda diğer avukat grubuyla birlikte oradan uzaklaşabilseydi bu senaryo ne olacaktı? Ya da oradaki gazetecilerin yanına duvar dibine kendini atabilseydi? Bunlar çok zorlama spekülasyonlar bence.
    Tam da o zaman polisler durdururdu veya durdurdu; “hocam sizi koruyacağız, yanımızdan ayrılmayın!”

    2. Kaçan o iki ydg-h’li “bizden” açıklamasını okudum. Polislerin 3 metre önünden, tabancayı ters tutmuş, çılgın gibi koşan.. Tabancayı ters tutması, o mesafeden vurulamaması.. Bu açıklamayı da şüpheli kılar; ceyaln pınar açıklaması ya da polisin adamı olarak ydg-h içinde olmaları gibi..
    Merak ediyorum; karşı duvardaki mermi izlerine değinen oldu mu? Sıva yapılmadıysa acilen karşı duvar, kepenklerdeki kurşun izlerine bakılsın; kuru sıkı mı?

  60. Gün abi gazeteci doğan özgüdenin vatansız gazeteci isimli otobioğrafisini okudunmu…yarılmadan sonra beni en çok etkileyen kitab oldu…kendisine çok sayğı duydum Deniz’i bir kez daha sevdim Harun Karadeniz’i tanıdım sana hak verdim ve çok kişiye lanet ettim gerçekten 9 mart olsa Türkiye yarılırmıydı 12 mart sonraki 9 martı bastırmak için mi yapıldı merak ettim sonra and dergisinin bulabildiğim kapaklarına baktım ve şaştım kaldım her şey nasıl neden niçin bilemedim…

  61. ilk fırsatta okuyacağım.

  62. Bulamazsan gönderebilirim abi

  63. Bugün bir arkadaş bakacaktı. Bulamazsa sana müracaat ederim. Sağol.

  64. Arkadaş Kadıköy’de bulamamış. Benim mail adresime kendi mail adresini yolla da sana adresimi vereyim. Kitabı bana gönder. Şimdiden sağol. gunzileli@hotmail.com

  65. tahir elçi devlet ve pkk tarafından takip edilen insan hakları savunucuysuydu. devlet pkk nın harketlerini pkk ise devletin hareketlerini bilebiliyor olayda görülenlere baktıgımızda iki tarafında kana susamış oldugu kanısına varıyoz dünyamızı şiddetsiz bir dünya için mücadele etmemiz gerekmektedir.çok zor oldugunu biliyorum ama çok zor olanları kolaya çevrirebiliriz….

  66. tahir elci’nin kim oldugu ve devlet tarafindan öldürüldügü ortada. devletin tahir elci gibi toplumsal muhalefetin liderlerini öldürmede ki amaci da sir degil. burda, yazar ve yorumcularin bir kismi adeta birer “komser colombo” kesilmisler, cinayetin ayrintilarini tartisiyorlar. cinayetin nasil planlandigi ve nasil gerceklestigi cok mu önemli? “kriminel” spekülasyonlar yapmakla insanlari aydinlattiginizi mi düsünüyorsunuz?

  67. karsi tarafta USA ab NATO turkiye israil varsa, bu tarafta olmamak insanlik sucudur……..

  68. 53 numara,
    “bu tarafta” kim var?
    Taraf olacağımız yerin adını da bilelim.

  69. Hilary killing tonu protesto etmiyen femen?????

  70. Tahir Elçi; ense sol kulak altından giren, sol göz üstünden çıkan bir kurşun ile hakkın rahmetine giderken suikastçinin nerede olması gerekiyor?

    Hendek te mi? Bir binada mı?

    Senaryoyu bunun üzerinden kurarsak Stalin’in ne kadar haklı olduğunu anlamış oluruz(!)

    Bu memleketin iktidarı Stalinci, Maocu yanlarca kurulmuş olsa %90 dan fazla halk kitlesi memnun mu olacak veya nasıl memnun olacak?
    Doğu Perinçek’teki iktidar hırsı her halde bütün eski solcularda virüs olarak yerleşmiş…

Comments are closed.