İbrahim Adıgüzel / “Mevsimler”le Siyasi Tarih
Birgün gazetesinin 26 Eylül 2014 tarihli nüshasının kitap sayfasında yayınlanmıştır.
Gün Zileli’yi çoğumuz Türkiye sol tarihine damgasını vuran Yarılma ve Havariler isimli özyaşam öyküleri ile tanıdık. Sapak, Sığınmacılar ve Ev ile devam eden seride edebiyatçılıktan, sosyalist mücadele ve anarşizme uzanan ilginç bir yaşam öyküsü okuma fırsatını bulabilirsiniz. Gün Zileli’nin edebiyatçı yönü pek bilinmese de gençliğinde annesinin kendisine hediye ettiği emektar daktilosu ile yazdığı ilk öyküleri Yaba yayınları tarafından 2012’de Yüreğe Yağan Kar adıyla yeniden yayınlandı. Ayrıca daha önce yayınlanmış üç romanı daha var Deniz Orada (Sel, 1995); Bahar ve Tipi (Telos, 1997) ve de Komün (Yaba; 2007). Son romanı Mevsimler ise zamanlaması manidar bir şekilde 12 Eylül 2014’de İletişim’den okurla buluşturuldu.
Mevsimler’den bahsetmeden önce Gün Zileli’nin edebiyatçılığını ve gelecek tahayyülünü daha iyi anlamak için, 2007’de yayınlanmasına rağmen ilginç bir şekilde Gezi Direnişini öngören Komün’den bir sahne aktarmakta fayda görüyorum:
‘Evet, bize gelen haberlere göre, birkaç saat içinde, bölgemizdeki işletme ve hizmet işyerlerinin birçoğunda işçi konseyleri yönetimi devralmışlardır… Marmara Eyaleti’nin başka bölgelerinde de benzer gelişmeler olmaktadır… Öte yandan, Trakya-Rumeli Eyaletinde de bir komünal yönetim kurulduğu haberini bugün aldık. Avrupa Birleşik Devletleri’ne bağlı Balkan Federasyonu’ndaki birçok komün ve konsey girişimiyle zaten bağlarımız var… Dersim-Zaza Eyaletinde, Konya Özerk Eyaletinde, Azerbeycan Özerk bölgesinde çeşitli komünal girişimler söz konusudur…’
Mevsimler’in girişinde alıntılanan Albert Camus’un “Oldum olası içimde biri var, var gücüyle hiç kimse olmamaya çalışıyor.” sözünde kendini bulan kahramanının gözünden 1950’den 12 Eylül sonrasına bir Türkiye ve devrimci sol hareket panoraması sunuyor okura Gün Zileli. Nehri olan soyisimleri ile uyumlu olsun diye oğluna Gediz adını koyan, gazete tahsisçiliğinden emekli babası üzerinden hayatı sorgulamaya başlar kahramanımız. Önünde rakı kadehi ile tek başına oturup “tükendi nakd-i ömrüm” şarkısını söylerken resmedilir babası. Kaderin garip bir cilvesi olarak Gediz de emekliliğin tadını süremeden bu dünyadan göçüp giden babasının ardından aynı gazetede işe girer. 1 Mayıs 77’de yaralanıp malülen emekli olana kadar da sürdürür aynı kaderi.
Demokrat Parti 1950 seçimleri ile iş başına gelmiş, kendi çevresinde yeni zengin aileler oluşturmuştur. Gediz orta halli bir ailenin çocuğuyken kuzenleri sayesinde o dönemler bohem hayatlar yaşayan bu ailelerin çocuklarından edebiyat eleştirmenliği yapan Suat ile tanışır. Yolları 27 Mayıs darbesi sonrası kurulan Türkiye İşçi Partisi ve daha sonrasında da illegal devrimci mücadelede sürekli kesişir. Gediz Nehri’nin oldukça ilginç politik yaşamı solda insanların dahil olduğu örgüt veya yapıların pek de kendi seçimleri olmadığını, çoğunlukla arkadaş çevresi ve tesadüfler sayesinde belirlendiğini gözler önüne seriyor.
Mevsimler’de sizi bir sinema filmi izliyormuş gibi hissettiren, 6-7 Eylül pogromunun içinde yeralmış gazete patronu Barbaros’un itiraflarından, Sabahattin Eyüboğlu ve Azra Erhat ile birlikte Ruhi Su’yu dinlemeye gitmelerine, TİP içierisinde gizli TKP’lilerin örgütlenmelerinden, illegal örgütlerin devrimci subaylarla yaptıkları toplantılara kadar daha bir çok anektod var. En dikkat çekici olanı ise Ankara SBF kantininde Mahir Çayan’ın da konuşmacı olduğu Dev-Genç toplantısının anlatıldığı bölüm, okuru o atmosferin içine alıp götürüyor.
12 Eylül darbesine giden günlerde devrimci mücadele tüm şiddetiyle sürer, her gün on-onbeş insan siyasi çatışmalarda öldürülürken Gediz’in Kuruçeşme parkında gördüğü insan manzaraları daha önce bir yerde okuduğu, Nazi toplama kamplarının yanıbaşındaki insanların uzun yıllar herşeyden habersiz yaşadıklarını hatırına getirir. Tıpkı Gezi gibi toplumun büyük çoğunluğunun sahneye çıktığı bir direniş sonrası yapılan devam eylelerinde halkı yanımızda göremememize benzemiyor mu bu durum?
12 Eylül darbesinden sonra hapishanede yoları kesişir Gediz ile Suat’ın. Suat’ın yenilgi sonrası örgütünden de dışlanmasıyla yaşadığı moral bozukluğu ile “keşke edebiyata devam etseydim, şu an burda olmak yerine Cenevre’de olabilirdim, batı müziğini dinlemeliydik” yakınmalarına Gediz de içten içe katılmaktadır. Hatta bir diyaloglarında Suat’ın Nazım’ın meşhur “güneşi zaptedeceğiz” dizelerini abartılı bulması ve gereksiz bir ajitasyon demesi içlerinde bulundukları ruh halini daha iyi yansıtır okura.
Hapishane koşullarında kendisini tecrit eden örgütünün yaptıklarını anti komünist olarak bildiği “Orwell’in 1984’ünü de geçti yaşadıklarımız” diyerek dile getirir Suat. Bir ara kendilerini dışlayan örgüt içindeki bölünmeden tekrar umuda kapılan Suat, eski mücadele azmine dönmeye çalışır ama sonu Aytekin Yılmaz’ın son kitabı Yoldaşını Öldürmek’te anlattığı hikayelerden çok da farklı olmaz. Kim bilir daha kaç özverili insan ya hayatıyla ya saglığıyla ya da ülkeden ayrı düşmekle ödemedi mi örgüt iradesi denilen o bir kaç yönetici kadronun hırslarının bedelini? O hırslı arkadaşları temsil eden Halis karakterinin kağıt işçisi iken başladığı devrimciliğe, polis işbirlikçiliğinden kağıt patronluğuna kadar nasıl evrildiğini çok güzel anlatıyor kitap.
Gün Zileli Mevsimler metaforu ile dört mevsimde anlattığı romanını Gediz’in hapishaneden çıkıp eski bir hesabını görmesi ile sonbahar mevsiminde bitirir. 80 sonrası yaşanan süreç de malum kış olduğuna, Gezi ile yeni bir baharı yaşadığımıza göre eski örgütsel bölünmüşlükleri bir kenara bırakıp, tıpkı Komün’deki fraksiyon yasakları gibi bir birlikteliği sağlayıp yazı beraber yaşamanın zamanı gelmedi mi?
Son sözü Gün Zileli’ye bırakarak bir çoğunuzun hayatlarından kesitler göreceği Mevsimler’i muhakkak okumanızı tavsiye ederek bitiriyorum yazımı :
“Toplumsal hareketin dalgaları beni edebiyatın kıyılarından alıp alıp sürükledi ama ben her seferinde yeniden o kıyıya doğru yüzmeye çalıştım. Aceleci ve atılgan karakterimdi beni edebiyattan koparıp toplumsal mücadelenin dalgalarına atan. Şimdi düşünüyorum da, aslında bir bakıma böyle karmaşık bir süreç yaşamam iyi de olmuş. Toplumsal mücadelelerin içinde yoğrulmasam Mevsimler gibi bir roman yazamazdım.”