Hoca da Haklı !

Artıgerçek

Nasrettin Hoca’nın “sen de haklısın” fıkrası bizleri her zaman güldürmüştür ama bu fıkranın derin anlamı üzerinde pek de fazla düşünmemişizdir. Aslında Nasrettin Hoca, düşüncelerini ironik fıkralarla aktaran büyük bir filozoftur. O fıkrada da Hoca, gerçeğin bölünmüşlüğünü ve gerçeğin bütününü kimsenin tek başına elinde tutamayacağını anlatmak istemiştir.

Evet, gerçek, çelişkilidir. Bazısı onun bir yanını elinde tutar ve gerçeğin bütünü sanar, diğeri de gerçeğin diğer yanını. Bununla ilgili bir fil hikâyesi de vardır, biliyorsunuz. Karşı karşıya gelen her iki taraf da kendini “haklı” ilan ederken hem yanılmakta hem de yanılmamaktadır. Aslında herkes yarı yarıya haklıdır. Bununla, elbette, “haklı” diye bir şey yoktur demek istemiyorum. Belli bir anda gerçekten haklı olan, bir adım ötede haksız duruma düşebilir, demek istediğim bu.

Tarihten, siyasi mücadelelerden örnekler verelim. O kadar çok ki. Örneğin, Jakobenler, devrimi kararlılıkla savunmakta haklıydılar ama Jirondenler de onların şiddet savunuculuğuna karşı çıkarken haklıydılar. İkisi de gerçeğin birer tarafının savunucusuydu. Jakobenler başta haklı gözükürken, şiddete  başvurdukça, Jirondenler haklı hale geldi. Ondan sonra gelsin “Mösyö Giyotin”!

Lenin, 1917 Nisan’ında, savaş yanlısı Kerenski Hükümeti’nin derhal devrilip “bütün iktidarın Sovyetlere” geçmesini savunurken haklıydı ama 1917 Ekim’inden sonra Sovyet’te tek parti iktidarı kurulmasının yanlış olacağını söyleyen Menşevikler ve SR’ler de haklıydı. Lenin, başta haklıyken, tek parti uygulamalarıyla haksız konuma düştü. O zaman gelsin “Diktatörlük Efendi”!

1968 döneminde, MDD’ciler, TİP’in gençlik hareketleri karşısındaki pasif konumunu eleştirirken gerçeğin bir yönünü dile getiriyorlardı. Öbür yandan, TİP’liler de MDD’cilerin “Türkiye’nin yarı-feodal bir ülke olduğu” tezine karşı çıkarken ve bir sosyal mücadele örgütü olan TİP’i savunurken bir gerçeği ifade ediyorlardı. Gerçek ikiye bölünmüştü. Başta haklı olan MDD’ciler, bir adım ötede haksız konuma düşmüştü. Ondan sonra gelsin “Sayın Şiddet”!

1971 yılında, THKP-C içindeki bölünmede, Yusuf Küpeli kesimi, “silahlı mücadeleye bu şekilde devam edilmesinin intihar” anlamına geleceğini söylerken son derece haklıydı. Bununla birlikte, Mahir kesiminin de, Yusuf’ları “teslimiyetle” eleştirirken haklı olduğu, Yusuf-Münir kesiminin mahkemelerdeki tutumuyla ortaya çıktı. Bazen haklılık da gözün kararmasına neden olabilir. Ondan sonra gelsin “Bay Saldırgan”!

Ergenekon davaları sırasında, sol-liberal eğilim, “vesayet rejimi”nin sona erdirilmesi gerektiğini söylerken haklıydı ve gerçeğin bir yönüne işaret ediyordu. Fakat “vesayet rejimine son verme” söylemiyle Ergenekon tutuklamalarına girişilmesinin AKP iktidarının pekiştirilmesine hizmet edeceğini söyleyen ulusalcılar ve diğer muhalifler de gerçeğin diğer yönünü ifade ediyorlardı. Ergenekon davasına destek verenler başta haklı gibi gözükürken, ulusalcıların ve genel olarak muhalefetin ifade ettiği gerçeği görmediklerinden süreç içinde haksız ve AKP destekçisi konumuna düştüler. Ondan sonra gelsin “Postallı Hocalar demagojisi”!

Bugüne gelecek olursak, örneğin bugün muhalefet AKP sultasına karşı çıkarken bir gerçeğe işaret etmekte ve son derece haklı bir konumda bulunmaktadır. Bununla birlikte, “6’lı masa” diye ifade edilen resmî muhalefet sözcülerinin son zamanlarda “göçmen” sorununda ya da Suriye konusunda gerçeğin ipini ellerinden kaçırdıkları gözlenmektedir. İktidar nasıl göz kararmasına yol açarsa, zaman gelir, muhalefet etmek de göz kararmasına neden olabilir. Sırf iktidara muhalefet edeceğiz diye, göçmenleri kapı dışarı etmekte gayretkeş bir tutum sergileyen ya da AKP iktidarı Suriye hükümetiyle görüşme olanakları arıyor diye, “Putin’den talimat aldılar” söylemine sarılan, daha da kötüsü, sınır ötesi harekâtla “30 km’lik kuşak” gibi bölgesel hegemonyacı girişimlere en ufak bir tepki vermeyen muhalefet veya CHP giderek gerçeklerden uzaklaşmaktadır. Oysa, iktidar daha önce Suriye’ye düşmanlık yaptığı için Şam’la görüşülmesini isteyen kendileriydi. Hükümetin uygulamalarına göre rota belirlemek sizi yanlış yerlere sürükler. Ondan sonra gelsin “Majestelerinin Muhalefeti”! (Elbette sadece potansiyel bir tehlike anlamında söylüyorum bunu, bugün muhalefet henüz bu kadar kötü bir noktada değil.)

Tarih, hırslarına yenilip gerçeğe sırtını dönen, demagojiye, giderek şiddete, saldırganlığa, monolitikliğe, hatta diktatörlüğe yönelen bütün siyasi güçleri daima yere çalmıştır ve çalacaktır.

Nasrettin Hoca ise, “hocam, her ikisi birden nasıl haklı oluyor” diye soranlara, her zamanki alaycılığıyla, “sen de haklısın” diye cevap verecektir.

Hoca da haklı!

Gün Zileli

28 Ağustos 2022

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

7 Comments

  1. Daha da kötüsü, katil de haklı, maktül de. Cahil de haklı, bilen de… Halk bilgeliği, Nasrettin ile bu çelişkiyi fıkralaştırmış. Herkesin çıkarı öncedir, nalıncı keseri de örnek benzetme. Bir arkadaşımızı, haksız kazanç peşinde koşmakla eleştirdiğimde, “O senin kendi düşüncen!” şeklindeki itirazı karşısında bir de ahlak dersi verme durumunda kalacak insan. Böylesi kişi ahlak dersi alır mı! Öğrencilik yıllarımda, siyasal görüşüme aykırı kişilerle genellikle tartışmadan kaçınmama neden olan bir olay yaşamıştım. Her sözüme,” Yanlış düşünüyorsun!” diyor, benim, “Hayır! Farklı düşünüyorum.” sözümü dinlemiyordu bile. Okul ortamında onun düşüncesi muktedirdi ve doğru düşünenin kendisi olması hususunda “haklı”ydı. Dogmatik yaklaşım, genel ahalinin mayası. Bir doktorun halk sağlığını korurken, insanların ve düzenin, onu” “Bir Halk Düşmanı” olarak görmesi, film bile olmuş. Ha bir de diyalektik yaklaşım var ilişki ve iletişimde, o zor şu ortamda. Bunalıyor insan.

  2. Devrimlerin en önemli karakteri Özgürlük ve Özgürlükçü yeni düzen inşa etmektir. Bu yönüyle ilk örneğiniz Fransız devriminde bilinenin aksine büyük bir devrim gerçekleşmesine rağmen özgürlükçü düzen inşasında başarısız olmuştur. En önemli nedenlerinden biri devrimin kazanımlarını korumanın yolunu özgürlük inşası ile değil şiddet ve terör ile koruma yolunun seçilmesi olmuştur ve sonuç olarak 1789 dan sonraki fransada kaç cumhuriyet ihtiyacı olması yeni özgürlükçü düzen inşasındaki başarısızlığı gösterir. Tam tersine başlangıcı farklı olması gibi nedenlerle yeni dünya Amerikan devrimi Birleşik krallıktan bağımsızlık kazanmasından sonra yeni özgürlükçü düzen inşasında başarılı olma örneği olmuştur. En önemli nedenlerinden biri kuşkusuz kolonilerin kent meclisi konseyleri geleneğiyle yerellik ve kendi kendini yönetme pratiği güçlü merkezi otoriteyi değil konfederal yetkilerin yerellere tanındığı yeni bir anlayışa oturup yeni ve daha insan haklarını önceleyen nisbeten dönemine göre özgürlükçü bir düzen inşa edilip uzun dönem varlığını sürdürebilmiştir. Şu ergenokon mevzuna çok takılıyorsun sanki bu ülkede darbeler olmamış askeri vesayet olmamış gibi zorunlu askerlik olan her yerde askeri darbede vesayette olur hele bizde bırak görevdekileri emeklileri bile dinleyince buram buram darbeci kokarlar. Hoca da haklı ama bir miktar 8-10 yıl önceki yazılarına ve yapılan tartışmalara bak şimdi durduğumuz yerden nasıl göründüğünü o zaman kimler neyi savunmuş bir bak ankara gar katliami sonrası yazılarda bu sitede kimler suçlanmış devlet-iktidarın yalanını kimler yeniden üretmiş şimdi yargılanan İŞİD liler açıkça işin failleri olduğu belli iken o zaman neler demişiz Fransadaki kadın cinayetleri ve katilin ankara mesaisi açık iken bu sitede ne manüplasyonlar yapıldığını hatırlayıp eski yorumlara baktım bu sitede özgürlükçü gibiler neler yaşamış şimdi daha iyi anlaşılıyor. Logosunda CNT-FAİ yazan siteye daha özgürlükçü yazılar bekliyorum. Özellikle Murray Bookchin in geleceğin devrimi kitabındaki düşman kardeşler Marksizm-Anarşizmi birleştirmeye çalışan Toplumsal Kömünalizm analizi iyi belediyeler ile kapitalizmi ve ulus devletleri aşındırma tahlilleri hakkında ne düşünürsün yazmaya değer olabilirmi?. Kamp platz dergisinin 10 sayısında kitap eleştirisi bölümünde Soner Torlak’ın Dinle Kömünalist Gelecein devrimi üzerine kitabının elştirisi hakkında ne düşünüyorsun Torlak’ın son cümlesi ”Birer askeri-endüstriyel terör aygıtına dönüşmüş devletleri yıkıp yerine eşit ve özgür bir geleceği nasıl inşa edebileceğimize dair kafa yorma mesaimiz illaki sürecek ve Bookchin bu meseleye şenlikli ve yaratıcı bir katkı sunuyor” Zilelinin görüşü bu kitap eleştirisi Türkiye anarşistlerince ilgi ile bekleniyor. Kürt özgürlük siyasetinin bu konudaki tutumunu zihninden atıp Bookchine şimdiye kadar biriktirdiğimiz özgürlükçü anarşizm ilkeleriyle yaklaşmanı beklerim kürt meselesi en liberterlerin bile zihnini zehirleyip millici savrulma yaşattığını hatırlatırım.

  3. Özgürlükçü de haklı! yazılması gerekir bunların.

  4. Hoca Nasredin’in metaforu, kumpas davalarına pek oturmuyor Sn Zileli.

    Yani haklı olmayan bir taraf var. Kumpas davalarına destek veren sol (yapımcı ve yönetmen dışında destek veren her kimse) burnunun ucunu göremedi.

    Sn Zileli ABD imalatı ve kontrolündeki iki yapının ortak kotardığı tezgahla, askeri (veya sivil) vesayetle mücadele ediliyorsa; bilinmeliydi ki, karşı olunan vesayet değil vasinin kimliğidir. Ve üstelik yıktıkları vesayetin yerine inşa ettikleri nitelik ve karakter olarak yıktıkları vesayetten çok daha gerici çok daha baskıcı. Önceden bir türlü hukuk devleti olmayı başaramadık diyorken yasa devleti niteliğimizi de kaybettik.

    Denilebilir ki “niyet okuyamazdık” Bu da tatmin edici bir açıklama veya kabul edilebilir gerekçe değil. Çünkü yapının her iki kanadı da niyetlerini gizlemediler. Azıcık hafıza gerçeği görmek için yeterliydi. Dahası toplumun her katmanından gerçeği görenler de oldu.

    Bunların sesine kulak vermek yerine arkalarına aldıkları büyük medya gücüyle “Ulusalcı-Ergenekoncu-Vesayetçi” diye terörize ettiler.

    Türkiye Solu, burnunun ucunu (Bunca açık kanıta rağmen) görememiştir. Öyle ya nefret ettikleri (ki bunda haklılar) bir yapıyla mücadele ediliyor. Yerine başka bir vesayet inşa ediliyormuş. Deliller sahteymiş. Haysiyet cellatlığı yapılıyormuş. Yargısız infaz varmış. Zerre umurlarında olmadı.

    Yani Sn Zileli “Askeri vesayetle mücadele edildiğine” inandıkları için destek vermekte haklıydılar tespitiniz, pratikle örtüşmüyor.

    Suriye politikasında makas değiştirmeye karşı çıkan hiç kimse yok. Yıkıcı ve gecikmiş bir süreçten sora nihayet doğru yol bulunduysa buna itiraz edilmez. Eden de yok. “Putin’in isteğiyle oldu” Yaklaşımı da eleştiri veya itiraz değil. Durumun tespitidir.

    Ezcümle Sn Zileli. Muhalefetin, Esad’la görüşün çağrısı karşılık buldu diye (Putin’in dayatmasıyla da olsa) muhalefet mevzi değiştirmemiştir. En azından Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda.

    Hoca Nasreddin’in “Sen de haklısın” metaforu bu konuya da tam oturmuyor.

    Sağlıcakla kalın Sayın Zileli

  5. Gün Zileli,

    Biz gençler Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşta taraf tutmakta size katılıp Ukrayna tarafını tuttuk. Şimdi ise gün geçtikçe Ukrayna savaşı kazanmakta, hatta Nisan ayından bu yana Rus sınırları içinde saldırılarda bulunmakta. Bir anarşist olarak temel ilkenizin daima yenilen tarafı tutmak olduğunu ilan etmiştiniz. Bu ilke biz genç anarşistlere de çok yararlı oldu.
    Şimdi Ukrayna yerine yenilgiye uğrayan Rusya tarafını mı tutacaksınız?
    Daha derinde bir sorumuz daha var.
    Bu “daima doğru ve iyi tarafı” tutma ilkesine nasıl eriştiniz? Önce savunduğunuz ideolojilerin iyiden kötüye dönüşme diyalektiği mi neden oldu? Doğru ve iyi tarafı nasıl tespit ediyorsunuz? Kıstasınız sadece kazanan/yenilen mi?

  6. öyle denilebilir. Ukrayna Rusya’yı işgale girişirse Rusya’yı tutarım. Sorunuzdaki alaycı tonu fark etmediğimi sanmayın bu arada.

  7. Sayın Gün Zileli,

    Alaycı gibi görünen tonun nedeni iyi amaçlı ideolojilerin “kötüye” dönüşmesinde iyi ve kötü ikircikliği ve seçim yapmada kullanılan kıstasa güvenme kuşkusu neden oldu.

    Sizi doğru anladıysak anarşizm teorisi saldırgana karşı olmayı gerektirir. Ama anarşizm de türlü türlü.
    Hazreti İsa bunun en radikalini öne sürdü ama o bile, anarşizm gibi sayısız değişik yorumları olsa da, “dünyaya ateş ve kılıç ile geldim” dedi. Unutmamalı ki onun adına milyonlar öldürüldü. Buda yoldan çıkanlara saldırdı ve “Indra bile görevini yapacağına yeryüzü kralları gibi böbürleniyor” dedi. Muhammed kılıca sarıldı.

    İdeolojiler dünyasında diğer önemli unsurlar da var: Zaman boyutu, yargı yapanın önyargıları ve dünya görüşü. İdeoloji gerçekleştiğinde (İngiliz, Fransız, Amerikan, Rus ve Çin devrimleri gibi) karşı ideolojiler, silah teknolojisi, ekonomik zenginlik tarihin akışına yön verir. Bu bile, zaman açısından, geçici olabilir.

    Örneğin Sovyetlerin yıkılması “kötüye” dönüşmesinden mi? Batı’ya boyun eğmesi geçici olabilir mi? Sovyetler tarihine geri bakarak hatalar bulmak gerekli ama yeterli mi? Hatalar hangi teorilere dayanarak değerlendirilmekte? Önyargılar yok mu? Gülünç gelse de Putin saldırıya bir bahane olarak faşizme karşı can veren milyonlarca Rus halklarını bahane etmekte.
    Çok önemli olan kültür ve tarih farklarını ihmal edersek, iyiden kötüye dönüşen günümüz Çin’i eski Sovyet başarısızlığına ışık tutabilir düşünüyoruz. Çin dünya ekonomik şartlarının zorunluluğuna uymaktan kaçınamaz. Batı’da olduğu gibi halkını tatmin edici bir tüketim ekonomisine geçmek için halkın bir kesimini sömürmek zorunda. Çevre sorunları, savunma için kullanılan enerji kaynakları vb çok sayıda etkenleri göz önüne alması gerekmekte. Eski Sovyetlere bakarak sadece ideolojik yükümlülüğüne bağlılığını bir kıstas olarak kullanmak biz öğrencileri tatmin etmiyor. Hatta henüz bilemeyeceğimiz gelecekteki gizil gücü hesaba katmadan hangi değerlendirme ile ideolojik başarısızlık kanıtlanabilir?

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir