Kaynak: tersetki.net Iskra tarafından yazıldı.
Pazar, 27 Mart 2011
Ters Etki: ”Ergenekon operasyonu’ ‘kapsamında yargılanmayıp, yasalarda yer alan kimi suçlardan yargılanan ve tutuklanan gazeteciler olduğunu biliyoruz. Ancak ana akım medya yazarları, özellikle Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasına tepki gösterdi. Sizce ana-akım medya yazarları seslerini yükseltmek için neyi bekledi?
Gün Zileli: Valla neyi beklediklerini bilmiyorum ama neyi beklemedikleri açık. İşlerin bu raddeye ulaşmasını hiç ama hiç beklemiyorlardı. Gerçi tutuklamalar epeyce yakınlarına yaklaştığı halde hâlâ “Ergenekon vaaaar” şarkısını söyleyen Ahmet Altan gibi, “doğruyum, çalışkanım, vicdanlıyım; yasam, küçüklerime sahip çıkmamak, büyüklerime temenna çakmak” diye ant okuyan Yıldırım Türker gibi; “bakın bakın Libya’ya uçak uçtu” diye dikkati başka yöne çeken yazılar yazmayı tercih eden Murat Belge gibi, durup dururken PKK sitelerini taramak gibi fuzuli işlerle uğraşan Halil Berktay gibi gazetecilerimiz de az değil. Tabii bir de, Oral Çalışlar ve Cengiz Çandar gibi, AKP iktidarına, “bizi ele güne rezil edeceksiniz, bütün argümanlarımızı elimizden alıyorsunuz, böyle giderse sizi nasıl savunuruz” diye uyarı yapan gazetecilerimiz var.
Ters Etki: Gazeteciliğin ve gazetecilerin özgür olması gerektiği bir yüzyılda,Türkiye’de sayısı onları geçen tutuklu gazeteci bulunmaktadır. AKP iktidarının özgürlük ve demokrasi getirdiğini söylediği ülkemizde gazetecilerin baskı altında alınmasını nasıl açıklayabiliriz?
Gün Zileli: Bence bu AKP iktidarı ile bağımlı bir olay değildir. Gazeteciler Türkiye’de Abdülhamit devrinden beri içeri atılır, horlanır, örselenir; yalnız gazeteciler değil, düşünen, yazan herkes için söz konusudur bu. İttihat Terakki iktidarında da, Atatürk devrinde de böyleydi; Milli Şef döneminde de; DP devrinde de böyleydi, 27 Mayıs sonrasında da; 12 Mart döneminde de böyleydi, 1970’li yıllarda da, hatta bu yıllarda çok sayıda gazeteci ve yazar öldürülmüştür de; 12 Eylül’ü söylemeye bile gerek yok; 1980’lerde de, 1990’larda da, 2000’lerde de. Sol dergilerin yazarlarına, ömür boyu hapiste kalmalarını sağlayacak cezalar yağdırıldı da hiçbirimizin gıkı çıkmadı. Neyse, sağ olsun AKP artık iyice gemi azıya alıp ana medyaya da saldırdı da, bu olay topluma mal olmaya başladı. Bu açıdan AKP iktidarına teşekkür borçluyuz.
Ters Etki: Ahmet Şık’ın hazırladığı ‘İmamın Ordusu’ isimli kitabın taslağının bulunduğu İthaki Yayınevi’ne ve Radikal gazetesine düzenlenen baskını nasıl okumak gereklidir? Hukuka uygun olan her kanunun, yasağın halk önünde bir meşruluğu var mıdır?
Gün Zileli: Yaptıkları meşru olmadığı gibi yasal da değil üstelik. Yani “hem kör, hem fodul” dedikleri cinsten. Yasaları yasa değildi zaten. Artık onlara bile uymak gereğini duymuyorlar. Sovyetler Birliği’nde devrimden sonra ölüm cezası kaldırılmıştı; en çok insan bu yasaktan sonra öldürüldü, tamamen yasalara aykırı bir şekilde. GPU bodrumlarında ensesine kurşun sıkılarak öldürülenler idam edilmiş sayılmıyordu, hatta ölüden bile sayılmadıklarından cesetleri bile yok ediliyordu, buharlaşıyorlardı yani. İşte bu iktidar da anayasayı “demokratikleştirdikten” sonra saldırılarını had safhaya çıkarttı. Kısacası, “anayasayı demokratikleştirdik, şimdi sıra ülkeyi azami ölçüde anti-demokratikleştirmekte” diyorlar. Bu tür polis devletlerinde işler hep böyle tersine yürür.
Ters Etki: Son olarak biz genç gazetecilere neler söylemek istersiniz?
Gün Zileli: Ne işiniz var gazetecilikle falan kardeşim. Oturun oturduğunuz yerde. Ya da illâ gazetecilik yapacaksanız mesela Nazlı Ilıcak ablanızı örnek alın. Yani makul olmayan baskıları kınayın ve geçmiş, halihazır ve gelecek bütün baskıcı iktidarları desteklemeye devam edin…
Gün Zileli
26 Mart 2011
www.gunzileli.com
TersEtki olarak Gün Zileli’ye teşekkürlerimizi sunuyor çalışmalarında başarılarının devamını diliyoruz.
yıldırım türker in fikirlerine katılmayabilrisiniz,eleştirebilirsiniz ama büyüklerine temenna çaktı demek düpedüz yalan söylemek ve kara çalmaktır. çok ayıp. özür dileyin!
Yıldırım Türker için ““doğruyum, çalışkanım, vicdanlıyım; yasam, küçüklerime sahip çıkmamak, büyüklerime temenna çakmak” diye ant okuyan” demişsiniz. Özellikle “büyüklerime temenna çakmak” kısmını çok yadırgadım. Maksadını aşan bir ifade gibi duruyor. Biraz açar mısınız bu ifadeyi?
gün bey, affınıza sığınarak soruyorum; kemalist öğrenci andını ters yüz ederek yıldırım türker’e tek bir temeli olmayan ithamlarda bulunmak vesilesiyle anlatmaya çalıştığınız dert nedir? türker’in sahip çıkmadıkları kimdir? temenna çektiği “büyükleri” kimlerdir? yaygaray oğur gibi türker’i yasin hayal’le eş tutanlar da mesela, türker’i birilerinin “büyüğü” sayıyorlardı. siz de mi bu hale düştünüz? öğrenci andını ters yüz etmek vesilesiyle ne demeye getirdiğinizi ise hiç anlamadım. türker, kemalistlerin bir başka yerdeki izdüşümü müdür?
türker alerjili koroya katıldığınızı görmek gerçekten şaşırtıcı.
Sanırım itirazda bulunan arkadaşlar, Yıldırım Türker’in OdaTV’ye yapılan baskından sonra yazdığı o çok ayıp yazısını okumamışlar. Bu sitede Ragıp Duran’ın onunla ilgili çıkan eleştiri yazısını okuyabilirler. Ben eğer ileri gittiysem özür dilerim elbette. ama Yıldırım Türker o berbat yazısı için özür dilemedikçe bunu yapmayacağım. eğer fazla ileri gittiysem bunun tek nedeni, o yazıyı yazıncaya kadar benim de sizin gibi, Yıldırım Türker’i sevmem ve saygı duymamdı. insan ancak sevdiğine kızar. Son olarak, “büyüklerine temenna çakmakla” kastettiğim şudur: Kanımca Yıldırım Türker o yazıyla AKP iktidarına ve onlarına savcı ve polisine temenna çakmıştır. O yazısının özeleştirisini vermedikçe ben bu sonucu çıkartıyorum.
Yıldırım Türker misyonu olduğu vicdan aynasını, Eyüp Can’lı Radikal’le tokalaştığı gün paramparça etti benim için de onun temenna’sı o zamandan başladı. Oda Tv yazısı elbette çok önemli bir dönüm oldu, onunla ilgili tam gaz giden nefreti ve bayağılığı görmek, okuyucusu olarak beni kendinden çoook uzaklara itti. GZ özür dilemiş dilememiş, gerçekten hiç bir önemi yok. Hayranı olduğumuz yazarlarla hayranlığımızı hak edip etmemeleri üzerine kritiğe gidilmeli… Yıldırım Türker, yazık ki kendini yenileyememin nefret gibi bir söylemle kurbanı oldu. Celladı da kendisi, işin tuhafı. Kimse bir şey yapamaz onun için.
gün bey,
türker’in akp ve şurekası ile haşır neşir olduğu, onlara selam veya temenna çaktığı gibi şeyler öne sürebilmek için tek bir yazıyı yeterli görüyorsunuz anlaşıldığı kadarıyla. ya diğer söyledikleri? bu yaptıüınıza haksızlık denir ki sizden beklenecek şey değil benim için. hayal kırıklığım bu yüzden. mezkur yazının/yazıların içeriğinden anladığınıza hiç katılmadığımı da ayrıca belirtmek isterim.
ragıp duran’ın eleştirilerini elbette yabana atmıyorum ancak bu söylediğinizin, yani türker’in akp’yle aynı safta durduğu iddiasının, ragıp duran’ın eleştirileriyle makul hale geldiği filan yok.
türker, ne avcı’nın ne de yalçın’ın bu şekilde tutuklanmalarını makbul gördüğünü söyleyen bir şey yazmış değil. türker’in yazdıklarını okurken, tıpkı akp’ye gömülü medyanın yapıtğı gibi planlı programlı bir dezenformasyon ve meşruiyet kazandırma çalışması içnide yer aldığını söylemek de biraz garip kaçıyor. hadi diyelim türker’in mevzubahis iki yazısından farklı şeyler anladık. yine de türker’in kim olduğunu, neyin savunucusu olduğunu hiç bilmemek gerekli ki böyle şeyler söyleyebilelim. oysa siz biliyorsunuz diye tahmin ediyorum.
ikinci olarak da şunu söyleyeyim, türker yazdığı kurumu suratına tükürmekten beter eden yazılar da yazdı. eyüp can geldikten sonra da yazdı, önce de yazdı. can gelmeden önce radikal çok matah bir yayın organı mıydı da okuyor, türker’i tutarlı buluyordunuz?
ben x’in y’ye özür borcu olduğunu iddia edecek filan değilim de insanların ne dediğine biraz dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. ülkede siyaset hemen her şey üzerinden ikiye bölünmüş durumda. türbanlı-laik, bölücü-vatanperver, dinci-ilerici filan gibi soyut bir sürü kutuplaştırma edevatı var elimizde. türker’i de bunlara eklemek nedir? benim merak ettiğim ve anlamaya çalıştığım biraz da bu.
Türkerin yaptığı çokta anlaşılmayacak bir şey değil, o onların gazeteci olduğuna inanmıyor. kendisini tehdit eden adamların gazeteci olduğuna inanmamasıda çok şaşırtıcı değil…
Sayın zileli yi tenzih ederek söyleyelim.
mesela ragıp duran da dahil, bu şimdi gazeteciliğe kitaplara sahip çıkanlar mesela ahmet altana sahip çıkarlar mı?
mesela hakkında açılan 58 dava var, hiç biri bırak kardeşim o bir gazeteci dedimi,
mesela mehmet metinere sahip çıkarlşarmı, gazetecilik adına yoksa onu gazeteciden saymazda (aynı Türkerin Yalçını saymaması gibi) oh oldumu dersiniz…
ah ah kendine demokratlık çok kötü…
sakın türker gibi düşündüğüm anlaşılmasın bu konuda…
sayın zilelide röportajda belirtmiş, kitaplar yakılırken susanlar, kürt gazeteciler öldürülür bombalanırken örgüt üyesi onlar deyip meşrulaştıranlar, bakın şimdide onlar diyor; o kşitap terör örgütüne hizmet ediyor, o gazeteciler gazetecilikten değil, örgütçülükten içerde diye…
ne kadarda özgür ülke ve özgür gündeme yapılanlar zamanındaki söylemle aynı…
o nedenle gerçekten özgürlüğe sahip çıkan zileli gibiler hariç o söylemler çok tarafgir kalıyor.
aslında ahmet şık üzerinden akp karşıtlığı yapılıyor, özgürlüğe sahip çıkma değil…
ama yinede sahip çıksınlar, hiç olmazsa yarın başkalarına yapılırken onlara bugünkü söylemleri hatırlatılır…
bunun için bu gün söyledikleri belge olur…
Ergenekon generallerinin emriyle kitap yazmak ve Malatya’da misyoner katliami yapmak ayni örgütün iki ayri eylemidir. Dolayisiyla bu eylemlere katilanlardan hesap sorulmasi dogaldir. Ak Parti ve Islam ve Türkiye halki düsmanligi nedeniyle canavarlari bile desteklemekten çekinmeyen sol maskeli kemalistler de gün gelince yine bir özlestiri ile kivirtip paçayi kurtarabilecekler mi, vicdan sorunu asil burada. …
Nedim Şener, Baransu’ya cezaevinden bir mektup gönderdi. Şener kendimi aklayayım derken iyice açığa düştü. İşte Baransu’nun Şener’in yalanlarını belgeleri ile ortaya çıkardığı o haber…
Hanefi Avcı’nın Haliç’ta Yaşayan Simonlar kitabının Cemaat bölümünü Nedim Şener’in yazdığı iddia edilmişti. Şener ise ısrarla bu kitabı basıldıktan sonra gördüm demişti. İki hafta önce Mehmet Baransu bu iddiayı çürüten belgeli haber yapmıştı. Çünkü Şener’in Posta Gazetesi’ndeki kitaptan yaptığı alıntılarla kitaptaki aslı birbirine uymuyordu. Bunun üzerine Nedim Şener Baransu’ya bir mektup yazmış ama bu sefer iyice batmış. İ
İşte Nedim Şener’in Baransu’ya gönderdiği mektup ve Şener’in yalanının ortaya çıktığı notlar;
Hanefi Avcı’nın kitabının Cemaat bölümünü Nedim Şener’in yazdığıyla ilgili iddialar üzerine iki hafta önce bu köşede bir yazı kaleme almıştım. Yazımda, Nedim Şener’in Posta gazetesindeki köşesinde, Avcı’nın kitabından yaptığı alıntıyla, kitapta olan bölümlerin bir birini tutmadığını, hatta bazı bölümlerin kitapta olmadığını yazmışım. Yazıyı kaleme almamın nedeni ise Şener’in kitap çıktığı günlerde kamuoyuna yaptığı bir açıklamaydı: “Kitabı masamda gördüm, daha önce gördüğümü ispatlasınlar gazeteciliği bırakırım.”
Bu yazı üzerine geçtiğimiz günlerde sevgili Nedim’den bir mektup aldım. Önce Şener’in cezaevinden gönderdiği mektuba yer vereceğim. Ardından da mektuptan yola çıkarak yaptığım araştırma sonucu Şener’i yine zor durumda bırakacak yeni skandalları anlatacağım.
“Sevgili Baransu, Hanefi Avcı’nın kitabı ile ilgili Posta’daki iki yazımdaki metinle, kitabın basılı metni arasındaki fark konusundaki yazından yeni haberdar oldum. Sorunda sonuna kadar haklısın. Ama çıkardığın sonuç hakkında şu açıklamayı köşende yayımlarsan sevinirim.
Kitabın basılı tek örneği bana gelince o akşam haber yaptım. Kitabı yazı işlerine bırakıp ertesi gün röportaj için H. Avcı ile Merter’deki Polis Konukevi’ne gittim. O akşam ve ertesi sabah gazetedekiler benden kitap istediler. Ben de görüşmede Hanefi Avcı’dan istedim. O da ‘Kusura bakma yok. Sınırlı sayıda basıldı. Ama ay sonunda yeni baskılar çıkacak’ dedi. Ben de ‘Okumak için hiç olmazsa elinizde bilgisayar ortamında varsa verin’ dedim. Avcı da word ortamındaki örneğini verdi. Benim kitap yazı işlerinde kaldığı için Avcı’nın verdiği word örneği üzerinden kitabı okuyup altını çizdim. Bu sırada kitap hakkında yazdığım yazılarda o örnekten yararlandım.
Kitap hakkında Milliyet’te yayımlanan habere bakarsan basılı kitap ile aynı olduğunu görürsün. Ama daha sonra kitap bende olmadığı için Avcı’nın verdiği word metinden yazılar yazdım. O metin uzun süre masamda kaldı. Sonra kitap alınca onları da attım.”
Şener’in cezaevinden gönderdiği mektup böyle.
Mektuba göre Nedim, Milliyet gazetesinde çıkan haberi kitaptan alıntılamış. Posta gazetesindeki köşesinde ise Avcı’dan aldığı word belgesini kullanmış. Köşedeki alıntıyla kitap arasındaki farklılığın nedeni, Avcı’nın kendisine edit edilmeden verdiği kopyaymış.
Peki gerçekler mektupta anlatılan gibi mi?
Sevgili Nedim…
Mektubundan yola çıkarak küçük bir çalışma yaptım. Mektubunda Milliyet gazetesine haberi verdikten bir gün sonra Avcı’yla görüştüğünü söylüyorsun. Milliyet’teki haberin 20 Ağustos 2010 tarihinde çıkmış. Aynı gün Doğan grubunun diğer gazetelerinde de Avcı’nın kitabıyla ilgili haberler var. Yani 19 Ağustos’ta haberi yazıp, gazetenin yazı işlerine bırakmışsın.
Mektuba göre bir gün sonra yani 20 Ağustos’ta, Avcı’yla Merter’de buluşup, kitabın word belgesini almışsın.
Sevgili Nedim. Ortada büyük bir skandal var. Skandal bunun neresinde diye soracak olursan…
20 Ağustos’ta word belgesini Avcı’dan aldığın görünüyor. Ancak senin Posta’daki “Korku ülkesi komplo ülkesi oldu” başlıklı kitapta olduğunu söyledin ancak kitapta olmayan yazının tarihi de 20 Ağustos 2010. Yani Avcı’dan, redakte edilmemiş word belgesini aldığın gün, çelişkili yazın Posta’da zaten yayımlanmış. Milliyet’teki haberin de aynı gün gazetede çıkmış. Gazetelerin bir gün önce hazırlandığı göz önüne alınırsa, köşeni 19 Ağustos’ta yazdığın görünüyor. Yani, word belgesini daha almadan, çelişkili bölümleri yazmışsın. Bu da kitabın redakte edilmemiş kopyasının sende çok önceden olduğunu ortaya koyuyor. Bu büyük bir skandal ve sanırım açıklanmaya muhtaç.
Gelelim mektubundaki diğer bölüme.
“Milliyet’te yayımlanan habere bak, kitaptan aynı olduğunu görürsün” demişsin. Sevgili Nedim haberine baktım. Maalesef gazetedeki haberle, kitabın da farklılıklar var.
Milliyet: Devletin vatandaşa iftira atması kabul edilemez. İzleme ve dinleme kontrol edilmezse ülkedeki tüm muhaliflerin hatta şimdiden sonra özel şirket ve holdingler için tehlike çok yakın hale gelmiştir.
Kitap: İzleme ve dinleme imkânları denetlenmezse ülkedeki tüm muhaliflerin hatta şimdiden sonra özel şirket ve holdingler için tehlike çok yakın hale gelmiştir.
Milliyet: Ama öncelikle şunların yapılması gerekir. İstihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalıdır.
Kitap: Asgari düzeyde şunların yapılması gerekir. Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı…
Milliyet: Adalet Bakanlığı’nda cemaat taraftarı olduğu bilinen Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ve cemaat yanlısı müfettişler görevden alınmalıdır.
Kitap: Adalet Bakanlığı’nda cemaat taraftarı olduğu herkesçe bilinen Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ve başta… cemaat yanlısı müfettişler görevlerinden uzaklaştırılmalıdır.
Milliyet: İstanbul Emniyet’indeki cemaat lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsmak için hakkımda araştırma başlattılar. Hakkımda araştırma başlatıldığını söyleyenler de cemaatin üst düzey polisleriydi.
Kitap: İstanbul Emniyet’indeki cemaatin lideri konumundaki polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sarsacak çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacaklarını söylemişlerdi. Hakkımda araştırma yapıldığını söyleyen kişiler cemaatin İstanbul’daki en üst düzey polisleriydi.
Aslında yazacak ve söyleyecek çok şey var ama bunları konuşmak için sevgili Nedim’in dışarı çıkmasını beklemek gerekiyor. Umarım en yakın zamanda aramıza dönersin ve bu çelişkileri yüz yüze konuşuruz.
NOT: Bu hafta Balyoz savcısı Albay Münger’in, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın açıklamalarına cevabımı ve Savunma Sanayi Müsteşarı’nın bana söylediği yalanı yazacaktım. Ahmet Şık’a yazılmak üzere teslim edilen, ona ait olmayan kitapla ilgili de değerlendirmede bulunacaktım. Bir sonraki yazımda bu konuları ele alacağım.
Gülen’e siddetli elestiri ve suçlamalar yönelten en 30 kitap piayasada satiliyor. Sizin akliniz savciligin Ahmet Sik’in kitabinin yayinlanip, dagitilmasini engellemek istedigine akliniz basiyor mu? Anlasilan Dogan Holding ruhunuzu tamamiyle satin almis. Savciligin tem amaci var, ergenekon generallerinin emriyle kitap yazan gazeteci kollektifinin üyelerini bulmak: Ikisi tamam devrimci (?) Ahmet ile devrimci (?) Nedim, ya diger 5 kisi? Hiç ummadiginiz isimler ergenekon lobicisi olarak desifre edilebilir. Gerçi bu siddet eylemleri yapanlarinki kadar agir bir suç degil, ama yine de suç, muhtemelen sebeke tam olarak ortaya çiktiginda tutuksuz yarginalacaklar, ama yine muhtemelen mahkum olacaklar.
Malum kitabi okuyan nadir insanlardan biri olan Aydin Engin, CNN Türk’teki Ahmet Hakan’in programinda kitabi anlatti ve Gülen ile ilgisi bulunmadigini söyledi. O halde? O halde ne? Kitabin tek amaci var ve içerigi var: Ergenekon ve Hirant Dink davalarini yürüten ekipleri gözden düsürmek. Aferin size solcular, ergenekon’a çok güzel hizmet etmektesiniz, pasa babalariniz yanaklarinizi oksasin.
Cikmamis kitabin yasaklandigi iddialari çarpitma. Savcilik taslaklari toplayarak degisik asamalarda hangi ergenekon ajanlarinin kara propogandaya dahil oldugunu bulmaya çalisiyor. Zaten kitap nasil olsa yayinlanacak ve iddianamenin eklerinde de mutlaka yer alacak. Generallerin emrindeki solcu gazetecilerin ve diger militanlarin açiga çikma endiseleri ortada, ancak korkunun ecele faydasi yok, hepsi desifre edilecek, tipki eski Stasi ajanlari gibi.
Ozan, endişe ve uyarıların haklı ve yerinde olabilir. Bunu dikkate alacağım. Mesela Türker’in bugünkü yazısı fena değildi (yine de yeterli değildi bence, biraz kafa karışıklığı var gibi). Her neyse, sana şunu diyeceğim. Türker’in söz konusu yazısını okudun mu? Bir özgürlükçü, düşmanı da olsa, ona dezinformasyon da yapmış olsa, bir gazeteci polis tarafından tutuklandığı gün öyle bir yazı yazamaz, yazmamalı. Haylooo’ya katılıyorum. ve şunu söylüyorum:
Karşıtının özgürlüğünü savunmayan kendi özgürlüğünü de savunamaz.
Bu bağlamda Hayloo’nun sözünü ettiği bütün gazetecileri, Metiner’i vb. savunurum. savunmak gereklidir. Yazdığından dolayı polisin takibatına uğrayan bütün gazetecilerin yanında olmak gerekir. Türker, hiç umulmadık şekilde bu ilkeyi ihlal etmiştir. Çok kötü bir şekilde ihlal etmiştir. Kızgınlığımız bunadır. Biraz ileri gitmiş olabilirim ama Türker o yazısını geri almadıkça ya da özeleştirisini yapmadıkça aşırıya giden sözlerimi bile geri almayı gerekli görmüyorum.
Son bir nokta: Burada devamlı saçmalayan AKP’li arkadaş bile diyelim ki yarın kemalistler tarafından tutuklanacak olsa (faraza diyorum) onu savunurum her şeye rağmen. Olay bundan ibarettir.
Zileli sen bu insanlarin gerçekten yazilarindan dolayi tutuklandiklarina mi inaniyorsun?
(site-teknik) içerdiği küfür nedeniyle fluu isimli kullanici mesaji kaldirilmistir!
Neferlere akıl sır ermiyor. Herhalde bunlara sanal alemdeki internet siteleri paylaştırılmış, “girin buralara, propaganda yapın, dezenformasyon yayın” diye, bunlar da elbette efendilerinin bir dediğini iki etmemek adına sabah akşam yemeden içmeden sitelerde yorum yazıyorlar. Ben bunun arkasındaki mantığı anlamaya çalışıyorum. Kara propaganda ile buradaki sosyalistleri ikna edeceğini zannediyor olamaz. O halde aklınca İmamın Ordusunun gücünü ve hegemonyasını diğer gruplara kabul ettirmek amacıyla psikolojik operasyon yapıyor, daha doğrusu yaptığını sanıyor. Acaba bu iş için bu nefer arkadaşlar para alıyor mu, yoksa Allah yolunda hizmet namına cennetten arsa garantilemek için yatırım olarak mı ifa ediyor görevini?
‘ikinci olarak da şunu söyleyeyim, türker yazdığı kurumu suratına tükürmekten beter eden yazılar da yazdı. eyüp can geldikten sonra da yazdı, önce de yazdı. can gelmeden önce radikal çok matah bir yayın organı mıydı da okuyor, türker’i tutarlı buluyordunuz?’
Anlaşıldı, Türker’in vazifesi de yazdığı kuruma tükürmek… Fazla amerikancı bir tarz değil mi? Chomsky-ABD ilişkisine benziyor.
Türker yıllardır o holdinglerin ‘özgürlükçülük’ iddialarının (bakın bize karşı ama bizimle çalışıyor) sembolü olmuştur. Eyüp Can devri başladığında da devam etti bu. Çocukken çok okurdum kendisini, duyarlılıklarımız aynıydı fakat o zaman dahi hiç anlamazdım neden radikalde yazdığını… Sonra da köylülük etme derdim kendime, vardır onun bir bildiği.., böylesi bir teslimiyetçiliğim vardı ona karşı ama yıllar geçti, büyüdüm. İşin aslını gördüm, kendimce. Türker, doğru duyarlılıkları işaret ederken yanlış yerlerde bulunuyor. Ki oda tv yazısındaki intikamcı-nefret söylemi de duyarlılıklarını da gözden geçirmemizi söylüyor…
gün bey, (beyli meyli yazışmanın resmiyetinden de tiksindim ama ne diyeyim, ağabey mi diyeyim bilemedim)
yazıları okudum elbette. elbette gazetecileri savunmak yerilecek bir şey değil. ancak “gazeteciler” mevzubahis ise. türker, yalçın2ı gazeteci olarak görmüyor. ben de öyle görmüyorum. eğer herkesin okuyabileceği bir yerde yazmıyor olsaydık soner yalçın hakındaki fikirlerimi iletir, tartışmayı bira da bu bağlamda düşünmenizi isteyebilirdim. yalnızca ikibine doğru dergisinin öldürülen muhabirlerini, ülke dışına kaçmak zorunda bırakılan günay aslan gibi gazetecileri filan hatırlatayım. oysa bu kişi, ülke sokaklarına boy boy polat alemdarların salınmasına vesile olmakla kalmadı, çatlı gibileri zihinlerde meşru ve makul hale sokan dizinin danışman kadrosunda yer aldı. yalnızca bu da değil elbette.
elbette salt fikirleri yüzünden başına çorap örülen herkesi savunmak gerekli. ilke elbette bu olmalı, hiç de karşı çıktığım yok. ahmet insel’in deyimiyle “zihniyet polisliğine” imkan asla verilmemeli. ancak ben bir nihal atsız hayranının veya en uç noktada (duran’ın chomsky örneğinden dolayı söylüyorum) bir ırkçının fikirlerini dile getirmesini savunacak değilim. yapana da karşı çıkacak değilim. tecavüzcüm cinayetten tutuklanmış, benden onu kollamama bekleniyorsa nefretimi kusma hakkım, onun ne menem bir insan olduğunu söyleme hakkım da herhalde vardır.
yine de türker’in yalçın hakkında yazdıklarında bu şekilde tutuklanmasını olumlayacak bir şey göremiyorum. bu konuya dair tek bir satır bile yok o yazıda. yalçın alnıdığında “mesele basın özgürlüğü” demişti hatırlayınız. türker de buna karşı çıkıyor.
açıkçası türker’in yazısı, sanki gazetede veya başka bir ortamda gerçekleşmiş bir tartışmanın üstüne yazılmış gibi görünmüştü bana. özgür mumcu’nun aynı gün yayınlanan yazısı da sanki ikisi arasında gazetede bir tartışma çıkmış da onun üzerine yayınlanmış gibi gelmişti. ancak mumcu, benim derdim türker ile değil diyerek, yazıların aynı gün yayınlandığını ancak birbirleriyle alakalı olmadığını söyledi twitter’dan. doğru olduğuna inanmamak için bir neden yok elimizde.
türker’in kanımca en öenmli eksiği, odatv’de abuk subuk şeylerle itham edildiğinde bile sesini çıkartmaması, köşesini bu işe ayırmak yerine daha önemli gördüğü konulara ayırmasıydı. odatv aylarca eşcinsel düşmanı, cinsiyetçi, zenofobik yayınlar yaptı. türker yıllar evvel türkçü bir sitenin gecesini bile yazmış, oraya katılanlara giydirmişti. odatv’yi köşesine iş buraya gelmeden almış olsa bunların hiçbirini konuşmuyor olacaktık. soner yalçın tutuklanınca yazması, insanlarda bu tutuklamayı meşru gördüğü gibi bir izlenim yarattı. tüm iktidar basını ve aygıtları bir koro halinde propagandaya başlayınca ve mevzu (hepimizin önceden korktuğu ve tahmin ettiği gibi) ahmet şık’a uzanınca türker’in yazısının yorumlanması da epey farklı bir boyut kazandı.
sizin ve ragıp duran’ın pozisyonlarını yanlış bulmuyorum ben. duran’ın yazısının sonunda “her boydan voltaire’lere ihtiyacımız var” deyişine katılmıyorum ancak şunu söylemeliyim: bizim cep voltaire’lerine değil, ragıp duran’lara, türker’lere ve size ihtiyacımız var.
ben böyle düşünüyorum. bilmem siz ne dersiniz?
Ozan, bu yazdıklarından sonra tartışma zaten bitmiştir. İdeolojik alanda cereyan eden bir mücadelenin polisiye alana aktarılmasına karşı çıkmak gerekirdi. Senin de Türdker gibi düşünmene üzüldüm.
Kendine sosyalist deyip aslinda kapitalizmin çocugu olanlar, kendine devrimci deyip Dogan Holding’den aferin almak için 100 metreyi 10 saniyenin altinda kosanlar, kendileri gibi olmayanlara akillari ermedigi için “acaba para mi aliyorlar” seklinde meraklara kapiliyorlar.
Ben de Yıldırım Türker’in ayıp ettiğini düşünüyorum. Bir gazetecinin ırkçı, cinsiyetçi yazılar yazdığını, nefret suçu işlediğini düşünebilirsiniz. Ama sırf bundan dolayı o gazetecinin “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla derdest edip içeri alınmasına “oh olsun” çekmek en hafif deyimiyle ilkesizliktir. Bugün cezaevlerinde toplam 68 gazetecinin tutuklu bulunduğu söyleniyor. Bu 68 gazeteci içerisinde fikirlerine katıldıklarımız, katılmadıklarımız olabilir. Ama “basın yoluyla örgütün menfaatleri doğrultusunda yayın yapmak” diye utanç verici bir suçlama ile karşı karşıya bu insanların çoğu; yani sözü, yazıyı, sloganı “rejimi değiştirmeye yönelik örgüt suçu” kabul ediyor. Böyle birşey olabilir mi? İster Soner Yalçın olsun, ister N.Şener ve A.Şık olsun, ister devrimci basın olsun, ister Kürt basını olsun, kim mağduriyete uğrarsa uğrasın buna karşı çıkmak gerekir.
Basındaki polis ajanlarının Ahmet Şık’a giydirmeye uğraştıkları deli gömleğini okuyoruz: Yok efendim S.Yalçın kitap taslağının üzerinde notlar almış, bunu Şık’a iletmiş. Varsayalım ki Şık, kitabının taslağını pek çok kişiye gönderdiği gibi S.Yalçın’a da gönderdi ve fikrini istedi, bunda nasıl bir sakınca olabilir? Önce Soner Yalçın’ın örgüt üyesi olduğunu kabul ediyorlar, sonra onunla irtibat kuran herkesi de örgüt üyesi sayıyorlar; Ergenekon davasının hali budur.
sayın Türker ayıp etmemiştir. sadece kendisine fütursuzca yüklenen kişiler söz konusu olduğunda ilk defa Gün hocanında belirttiği gibi ilkeyi bir tarafa koymuştur. ki koymamakta gerçekten Türkerin yerinde olan için zordur…
kaldı ki burada sadece yazma ve özgürlüğüne , kitap toplatılmasına karşı çıkıyorum. yoksa o tutuklanan kişilerin hiç birine kişi olarak kefil değil ve sahip çıkmıyorum.
Yıldırım Türker efendi, Aydın Doğan’ın ilk zamanlar liberal, liberal sola yönelik çıkardığı sonra AKP’ye hoş görünmek için sürdürdüğü, yeterli görmediğinde de başına Eyüp Can’ı getirip iyice pespayeleştirdiği bir gazetede, bir nevi medya patronlarının avucunun içinde oraya buraya pis bir üslupla sataşan bir köşe yazarıdır. Evet Yıldırım Türker tam olarak budur. Bunda uzlaşmak gerek.
Fakat bu demek değildir ki ağırlıklı olarak Türk milliyetçiliğine sövdüğü yazıları yanlıştır, yalandır, dolandır. Doğrudur, haklıdır. Zira bugün Türk milliyetçiliğine ve onun tüm kültürel boyutlarına sövmek çok büyük bir yürek istemez. Nitekim Doğan grubunun, başta tarif ettiğim amaca yönelik çıkan gazetesinde bunu yapmak işten bile değildir ki Doğan’ın her ay maaşını cebine koyduğu pek çok yazar bunu farklı tonlarda yapıyor zaten.
Önemli olan şey, onun, tarihin her döneminde iktidarların baskısına maruz kalan muhalif gazetecilerden olup olmamasıdır. Zira Türker’in bir devlet operasyonu olan Ergenekon’a alkış tutması ve ardından S. Yalçın’ın tutuklanma nedenini aşağı yukarı Başbakan’la aynı gerekçelere dayandırması, iktidarla olan ilişkisinde ne kadar önemli bir yerde olduğunu gösteriyor. Evet Türker önemsiz bir köşe yazarıdır. Yani iktidar açısından, sorun yaratmayan, “çok satan” “Avrupai” gazetede milliyetçiliğe sövmekten başka işi olmayan, bu nedenle milliyetçilikle, güncel politikada çok işi olmayan hükümetle sıkıntı yaşamayan bir nevi evcil bir muhalif sestir. Yanına gelen ekürisi ise Sırrı Süreyya Önder’dir.
Gün Zileli’nin gözünden kaçmamış, zira onun S. Yalçın hakkında yazdıkları yenilir yutulur şeyler değildi.
Gerçi Sırrı Süreyya’nın henüz o derece bir durumu yok ama Eyüp Can’la yanyana olmaları sinir bozmuyor değil…
ertan,
türker yazmakta olduğu medya kurumunu ülkede bitin gözüne sokan üç beş kişiden biridir. ne özkök kalmıştır bunun dışnıda ne h.c. güzel. yazdığı kurum hiçbir zaman türker üstünden meşrulaştırılmış, makul ve makbul kabl edilmiş değildir. bu sizin kendi absürd algınız olabilir ancak. türker’in üslubu pis ise ve “oraya buraya sataşmakta” ise kendisi, bundan en büyük payı alan akp hükümetidir. ne cemil çiçek, ne aksu, ne davutoğlu ne gönül ne de erdoğan bundan münezzehtir.
bir insana para kazandığı kurum üstünden saldırmak gayet kolay ve bu saçma sapan savlar “coca cola içen komünist olmaz” muhabbetine çıkmaktadır. buna göre komünistler üretileni tüketmez. mesela don da giymez veya don üretme fabrikasında da çalışmaz. niye? çünkü üretilen don patrona para kazandırmakta, patron elde ettiği kar üzerinden daha çok işçiyi sömürmekte, karını sosyal sorumluluk projelerine filan harcayıp sömürüsünü meşru kılmaktadır. o halde komünistler ne don giyer ne de don üreten fabrikalarda çalışır.
bu argümanın en başından zırva olduğu belliyken salt buna sarılmak nedir taktir edersiniz.
dünyadan habersizler gibi atıp tutmak ne kolay. türker daha pek çoğunuz kısa pantolonla dolaşırken kaybedilen, öldürülen gazetecilerin ve sivillerin haberini yapıyordu. express de herhalde doğan medyanın olmalı ki mesela bütün geçmişini salt doğan medya üstünden değerlendirmek gibi bir safsataya sığınıryorsunuz.
türker’in yalçın’ın tutuklanma nedenini başbakanla “aşağı yukarı” aynı gördüğü tek bir yazısını göstermezseniz yalancıdan başka bir şey olmayacaksınız. türker’in yazdığı yazıda yalçın’ın bir gazeteci filan olmadığından, basın emekçisi ile alakası bulunmadığından gayrı bir şey yoktur. buyrun gösterin eğer varsa. insanda biraz utanma olur. ülke say bakalım kaç kişiyizcilerle vahşi muhafazakarlar arasında tıkılıp kalmışken türker, polis yetkilerinin ne hale getirildiğini, denetimin nasıl azaltıldığını yazıyor, akpnin kendi yargısını yaratmak için neler yaptığını yazıyordu.
daha fazlasını da yazdım ama wordpress her nedense kabul etmiyor. fazla uzun oldu sanırım. bölmeyi denedim yine de eklenmiyor. türker’in 25 haziran 2007 ve 3 aralık 2007 tarihli yazıları ilk aklıma gelenelrdi. zahmet edin de bakın. insan şunları söylerken utanır.
Dogan Holding medyasi daha da genislese, daha çok gazeteler, dergiler, siteler, TV’leri olsa da bütün eski solculara oralarda yer bulunsa. Belki Kiliçdaroglu iktidara gelirse her aileye 600 TL verdigi, ofsayti kaldirdigi, mazotu 1 TL’ye sattigi gibi tüm eski solculara birer köse ayarlar, böylece nihayet CHP’nin sol bir partiye dönüstügü de anlasilmis olur. Ne var ki, fasist, amerikanci, islamci, yahudici ve haçli Tayyip seçimleri yine kazaninca Aydin Dogan dükkani kapatip kaçacak, Türker de, Calislar da, Candar da ve digerleri de ve bu arada büyük sol lider özkök de issiz kalacak, Dogan Holding’in yan kurulusu Oda Tv zaten simdiden buhranlarda eee belki o zaman Zileli de birazcik kendini rahatlatir, gerçi anarsistçilik oynayacak saha da kalmiyor ama en azindan raaaakipler de issiz kalirsa ferahlama gelir kendine.
Ozan arkadaşım, sakin ol, sadece Türker’i eleştirdim, anana sövmüşüm gibi davranma. Hemen nerden çıktı öyle utanmaz lafları falan, ayıptır. Seviyeni düşürme bahsettiğimiz adam “devrim şehidi” falan değil, iznin varsa eleştiri getireyim. Biz kısa donla gezerken o da Ekspress’e haber yapmış, evet, çok güzel bir savunu biçimi. Sen de muhtemelen kumda oynarken Zaman’ın kalemşoru Şahin Alpay devrim yapmaya çalışıyordu. Yine de üslubumu bozmadan cevap vereyim.
RTE Türkiye’de hiç kimse gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklanmadı derken pek devrimci Yıldırım Türker de bana Soner Yalçın gazetecidir dedirtemezsiniz diye çemkiriyordu. Bunun anlamı aklını ve vicdanını kaybetmemiş insanlar için çok açık. Türker efendi -ki yazdıklarının büyük çoğunluğu doğru olmasına rağmen, esas meselelerde, yani günümüzün hakim devlet operasyonunda hükümetle beraber tavır almış, Ahmet Şık vakasına kadar da bunu sürdürmüştür. Artık ona da bir boncuk bulsaydı kafasına kurşun sıkmış olacaktı. En pespaye hükümet sözcülerinin dahi “bir dakka” dediği bir durumdu çünkü.
Yukarda yazdıklarımı tekrarlamayacağım. Eğer okuduğunu anlayan biriysen bir daha dön oku. Bugün milliyetçiliği ya da Özkök’ü eleştirmek matah bir iş değildir. Ayrıca söylediğim “adama bak Doğan’dan para alıyor, demek ki önemsiz bir adam” düzeyine de indirilemeyecek şeylerdir. Cüneyt Ülsever dahi Doğan Medya’dan uzaklaştırılırken Türker’in önemini düşün dedim sadece. Azcık düşün.
Soner Yalçin gazeteci mi? Darbeci mi?
Hasan Cemal 9 Mart’ta gazeteci mi idi, darbeci mi?
Ya Uluç Gürkan?
Ya Dogan Avcioglu?
Ya Dogan Yurdakul
Ya Gün Zileli?
Ya Dogu Perinçek? Hah, iste bu sonuncu kisi kesinlikle gazeteci, çünkü kendisine “niçin Apo ile görüstün” diye soranlara “ben siyasetçi olarak degil gazeteci olarak görüstüm” diye yaltaklanmisti. Demek ki bu tipler islerine geldigi zaman büyük devrimci, islerine geldigi zaman gazeteci. Yemezler.
Malatya’daki misyoner katliami ile sorusturma çerçevesinde misyonerlikle ilgili kiskirtici faaliyetler yapan diyanet profesörlerinin evlerinde arama yapilmis. Gazetelerin internet sayfalarinda yorum yapan bazi hastalar , ister inanin ister inanmayin söyle yaziyorlar: “Misyoner olmak suç mu? Hakimler neden misyonerligi sorusturuyor. Bu AKP gericiliginin bir örnegidir. ”
Iste tas kafalarin, tas vizyonu.
Bu hasta kafalar için hiristiyan düsmanligi, ermeni düsmanligi ancak dindarlardan kaynaklanabilir, onlarin önüne konulan ot yiginida öyle yazarmis, bilmezler ki Türkiye’de hiristiyan düsmanliginin da, insanlik düsmanliginin da baslica kaynagi kemalsitiyle, ulusalci-solcusuyla laikçilerdir. Ama zaten ayni eylemi laikçiler yapinca onlara göre suç olmuyor, ancak dindarlar yapinca suç oluyor, bu nedenle ermeni soykirimi da olmamistir, TC dönelminde katliamlar, zulümler de olmamistir, ve ayni familyadan Gün Zileli’nin dedigi gibi éergenekon diye bir örgüt yoktur”. Tabii ilerde TSK da ergenekonun varligini kabul edince, Zileli de çark edip “DARILMA” basligi altinda bir kitap yazip özelestiri yapabilir.
Polis arkadaşım, sen burda yaza yaza humor yeteneğini geliştirdin, gülümseyerek izledim devam et böyle…
Emrin olur
ertan,
pis üsluplu değersiz köşe yazarı eleştiri, utanmıyor musun seviyeyi düşürmek.
müthiş bir savunu yahu: anana mı küfrettik? bir ona tepki vermem gerekli zaten. niye? ana kutsaldır. arkadaş bu ne ya?
ertan,
akp karşıtlığı seni doğru düşünmekten alıkoyuyor.
sol muhalefet bir prtiye karşı yapılan değildir.
yani akp gitse mesela yavaş yavaş savrulacağınız chp gelse gazeteciler, kitaplar yazarlar, düşünürler rahat mı edecek.
bu ülke cumhuriyetten beri chp yönetiyor, ya da kemalistler diyelim. varmıydı böyle bir özgürlük.
sadece sibel özbudunun dediği gibi, laikçi polis devletinden, cemaatçi polis devletine geçiş oldu. ya da şöyle tamamlayayım. polis devleti bir kesimden öbürüne geçti.
mesele kimin iktidarda olduğu meselesi değildir. mesele iktidarın varlığındadır.
bütün iktidarlara karşı mücadele vermek gerekir. o da onların yerine gelmek için değil. ortada iktidar kalmasın diye olmalıdır.
bırakın artık bu siyahla beyaz arasında tercih yapmayı ve buna göre şekillenmeyi ya da mevzilenmeyi.
bilinki onlar birbiri olmadan var olamazlar. ama hepsini bir den alaşağı etmeden özgür olamayız.
İnsanların yaşamındaki antagonizma kapitalist iktidarla- sosyalist iktidar arasında değildir. İktidarla- özyönetim arasındadır. Yani yönetici değiştirmeye değil yöneticisiz olmaya çalışılmalıdır. Devrimci pratik budur. Devrimci pratik geleceğe vaatlerde bulunmak değil, bugünden yapmaktır.
neyse ertan sen yıllardır bu sitede tartışıyorsun ama bir şey değişmiyor. doğmatikleşmişsin. değişime kapalısın… ne yapalım kal öyle…
Yıldırım Türker söylediklerini kesinlikle hak etmiyor.
belki sende benim söylediklerimi hak etmiyorsun ama…
öyle olmadığını yaz ya da banada hakeret et…
selamlar
Arkadaş kime hakaret etmişim ben? Yıldırım Türker’in “medya patronlarının avucunun içinde oraya buraya pis bir üslupla sataşan bir köşe yazarı” olduğunu söyledim. Bu mu hakaret? Bence sol kesimler Türker ne zaman ağzını açsa alkışa boğmaya alışmış olduğu için söylediklerimi küfür olarak algıladınız. Yalnızca Ozan’a söylediğim laf cinsiyetçiydi. Ondan özür dilerim ki kendisine kalsa benim utanma duygum vs. yok. Öncelikle kendi üslubunuzu bir tartın derim.
İkincisi ne Haylonun he de ozan’ın söylediklerinin benim yazdıklarımla bir alakası yok. Arkadaş bir kere de lafları eğip bükmeden değerlendirin. Ayrıca sanırım bu sitede görüşleri değişmeyen, dogmatik suçlaması en son bana yöneltilir. Ama daha yolunuz var, yavaş yavaş anlarsınız.
adama patron köpeği demişsin daha ne hakaret olur ki…
Türker, bir gazetede yazan olarak gazetecilere(ki yazdıklarının hiç birini doğru bulmam,gazetciliklerinide yalçınlar v.b. oda ekibi) sahip çıkmalıydı. elbette…
bunu daha önce yazdım.
sana dogmatik dedim. evet bu sitede klasik stalinist görüşleri ne zamandan beri savunuyıorsun, stalinin kendisi bile olsa kendi durumunda sahip çıkacak bir şey kalmadığını anlardı diye düşünüyorum. her neyse değişirim değiştim diyorsan ya da değişmem diyorsanda sana bir şey diyemem ki özgürsün…
ama sadece empati yapman için senin türker e söylediklerinin fazla olduğunu hatılamatmak için sana fazla söyledim…
mesela daha önce yorumda sormuştum, sanada sorayım. yıldırım türkere, ahmet altana , nazlı ılıcağa gazetcilik kimliğinden dolayı bir saldırı olursa sahip çıkarmısın , oh oldu dermisin…bir düşün…
ama sen bu sitenin tartışmalarına lazımsın… selamlar…
seni üzmek değil niyetim… sana hakaret asla değil…
eğer öyle anlaşıldıysa özür dilerim…
selamlar ertan arkadaşım…
Haylooocan, kusuruma bakma bir kaç gündür rahatsızdım internete bakacak zamanım olmadığından. Şimdi daha iyiyiym. Qijikareşi istanbulda mefisto kitabevinden ve amargiden alabilirsin. Başka illerdeki arkadaşlarda Vanda’ki arkadaşlarımızla irtibata geçebilirler dağıtım noktaları için.
qijikares@gmail.com 05333441628 arkadaşımızın telefon numarası.
yorumları okudukça yazabileceğim ama günlerdir geride kaldım. selamlar
birbirinize küsmeyin valla özledim siteyide sizleride canlar : )
merhaba karakarga,
bizde seni özledik…
verdiğin bilgi içinde teşekkürler.
dergiyi bir şekilde edineceğim…
bu arada geçmiş olsun….
sayın Zilelinin tavrı gibi bir tavırda İslamcı yazar İhsan Eliaçıktan…
kendine demokrat olmamanın güzel örneklerinden biri… üstelik o kendine yapılanlar zamanında aşağı yukarı alkışlayan ya da görmemezlikten gelenler için yapıyor bunu…
müsadenizle ilginize sunlaım…
bu yazı http://www.ihsaneliacik.org sitesinden alınmışıtr.
Postmodern darbede bile bu kadar olmadı
Etkin Haber Ajansı (etha)/ 29 Mart 2011 Salı, 14:55
FATMA KELLECİ- Yazar İhsan Eliaçık, 28 Şubat postmodern darbe öncesinde Kayseri Gündem Gazetesinde köşe yazarlığı ve yine Kayseri’ de yayın yapan Birlik FM’de yayın yönetmenliği yapıyordu. Aynı dönem yaptığı kitap çalışmaları nedeniyle “örgütsel döküman” gerekçesiyle gözaltına alındı, sorgulandı, yıllarca yargılandı. Eliaçık, dün potmodern darbe döneminde yaşananlar ile bugün muhalif gazetecilere yapılan muameleler için “Her iki durumda da olan bizlere ve muhalif gazetecilere oluyor. Olayla ilgisi olmayanlar ya da muhalif gazeteciler gümbürtüye gitti” diyor.
8 Şubat 1997′de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan ve irticaya karşı olduğu söylenen uygulamalar, İslami yazar ve gazetecileri de vurdu. Yazar İhsan Eliaçık da o dönemde yazdıkları ve söyledikleri nedeniyle operasyona maruz kalan, emniyet salonlarında dizilip teşhir edilen yüzlerden birisi.
Eliaçık, gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yargılandığını anlatıyor: “Mesela, çalıştığımız radyoya, ‘Burada örgüt propagandası yapıyorsunuz’ dediler. Gazete köşesinde ‘örgütün talimatlarını yayınlıyorsun’ dediler. ‘Adalet Devleti’ ve ‘İslamın Yenilikçileri’ diye bir kitabım vardı. Orada geçen ’3D’ diye bir söz vardı. 3D: Değişim, dönüşüm, devrim. Sen burada 3D diyerek irtica mensuplarına 555K der gibi (5′inci ayın 5′inde, saat 5′de Kızılay) der gibi… O kitabı okuyan insanları da beni de sorguladılar. Bize eziyet ettiler.”
YAZILARDA GEÇEN KELİMELERE ÖRGÜT MUAMELESİ
Yazar Eliaçık, aynı dönem Değişim Dergisi’nin yayın yönetmenliğini yapmış. Değişim dergisine de “Örgüt Dergisi” demişler: “Orada yazan ifadelerin örgüt ismi olduğunu iddia ettiler. Mesela, derginin adı ‘Değişim’, o zaman ‘Değişim Örgütü.’ Derginin sahibi Şafak Basın Yayın… O zaman örgütün adı; ‘Şafak adlı örgüt.’ 5-6 tane birden isim verdiler bize” diyor.
‘BİLGİSAYARIMI SONRA TESLİM ETTİLER’
Eliaçık’ın da operasyon sırasında yayımlanmaya hazır olan bir kitabı varmış. Eliaçık, şöyle anlatıyor: “O zaman basılmadan önce bilgisayarımdaydı. Bilgisayarımı alıp götürdüler. Sonra da teslim ettiler. Yani bugünki kadar olmadı. Bugün kopyaya da el koyuyorlar. Ben emniyette sorgulamamı yapanlara gözüm bağlıyken ‘Bunların hepsini kitap olarak bastıracağım’ dedim. 2003′de kitabımı bastırdım.”
SELAMLAŞMAYA ÖRGÜT MUAMELESİ
İhsan Eliaçık, “Durakta selamlaştık diye vatandaşa örgüt mensubu muamelesi yaptılar, sorguladılar. Dediler ki ‘Sen bununla durakta ne görüşüyordun?’ Dedi ki, ‘selam verdim.’ ‘Hayır, sen buna örgüt talimatı verdin.’ Yani bir irticai örgüt paranoyası, manyaklığı vardı. Şimdi şuan ki Ergenekon manyaklığı gibi. Şu anda muhalif gazetecileri tutuklayan Ergenekon manyağı olanlar var. Bazen böyle toplumsal histeri haline geliyor. Biz histerisiz yaşayamıyoruz yani. Halbuki olayların normal seyrinde akması suçluların titizlikle, aranarak bulunması lazım. Bunların yargılanması lazım. Tabii, adına Ergenekon denilen böyle bir örgüt vardır. Devletin içerisinde oluşmuş bir çete vardır. Bu Türkiye’de büyük zulümler yapmıştır. Şimdi bunların hesabını nasıl göreceğiz? Çevik Bir dışarıda. 12 Eylül’ü yapan Kenan Evren Marmaris’te resim yapıyor. Kimin hesabı soruluyor?” diye soruyor.
‘KİTABIN BASILMASI LAZIM’
Yazar İhsan Eliaçık, Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi muhalif gazetecilerin tutuklanmasına ilişkin ise şunları belirtiyor: “Bize yapılanların bir benzeri olarak görüyorum. Haksızlık, zulüm olarak görüyorum. Saçma bir şey olarak görüyorum. Velev ki içinde örgüt propagandası yapılıyor olsa bile, bu kitabın basılması lazım. Kitap basıldıktan sonra insanlar okur, mahkemeye vermek istiyorsan, gider mahkemeye verirsin. Ben orada sanıldığı gibi bir Ergenekon deşifresi yapıldığını zannetmiyorum. Emniyetin içinde bir kesimden bahsediliyor. Fethullahçı, cemaatçi şahıslar isim verilerek deşifre ediliyordu, henüz kitabı görmedim ama Hanife Avcı’nın kitabı öyleydi. Orada da İstanbul Emniyeti’nden bahsediliyor, şahıslar, isimler veriliyor. Onun için yaptılar. Dolayısıyla bu; öyle yayınevine gidip, nerede kopya diye bilgisayarları arayıp, olmadı gazeteye (Radikal) gidip orada aramak saçmalıktır, ilkelliktir. Çok çirkin bir davranış olarak görüyorum. Ben şunu söylüyorum: Bunu bize bile yapmamışlardı.”
‘ŞIK’I KENDİ GELENEĞİMLE TERSLEŞMEK PAHASINA DESTEKLİYORUM’
Ahmet Şık’ın yayımlanamayan kitabının başına gelenler için “Gözü dönmüşlüğü ifade ediyor” diyen Eliaçık, şöyle devam etti: “O dönemde evlerine baskın düzenlenenler, bilgisayarlarına el konanlar kopyasını alıp bilgisayarından gerisini imha etme gibi bir şey hiç görülmedi. İlk defa burada görüyorum. Ben şuanda evlerine baskın düzenlenerek tutuklanan, kitap kopyalarına el konan gazetecileri destekliyorum. Kendi geldiğim kökle tersleşmek pahasına bunu yapıyorum.
Ben Ergenekoncu 28 Şubatçılardan çok zulüm gördüm. Lanet olsun böyle bir çark var. Hükümetler değişiyor, o geliyor öbürüne baskı uyguluyor, diğeri geliyor öbürüne. Arada olan bize, muhaliflere oluyor. O zaman da vardı. Olayla ilgisi olmayanlar ya da muhalif gazeteciler gümbürtüye gitti.”
Bu arada İmamın Ordusu kitabı internette yayınlanmaya başlandı. Yasakçılar ve baskıcılar, teknolojik imkanları faşizme karşı sanal itaatsizlik yönünde kullanan 100 binler tarafından mağlup edildi.
sağolasın haylooo.
Dokunursan yanarsın formatlı olanı gerçek imamın ordusu olan sahte arkadaşlar. Artık durduramazlar kimseyi : )
nedense bu kitabı ve hanefi avcının kitabını hiç merak etmedim…
yani polis,sermayenim, laikin, imamın ya da sosyalistin ne farkeder polis polistir işi bellidir. varlık sebebi bellidir.
bizim hayalimiz polissiz bir dünya, yoksa ha imamın, ha imansızın …
haylooo,
Bence bu tür bir yaklaşım, kendi içinde gizli bir konformizm içeriyor. Yani “zaten olan bitenin sonucu ne olursa olsun bizi ırgalamıyor” gibi bir yaklaşım, toplumsal süreçlerde aktif bir özne olarak saf tutmayı değil, köktencilik görünümü altında etliye sütlüye karışmamayı getirmekte. Onun yerine, politikada “mevzi savaşına” ve kısmi yararlı gelişmelere önem verip ona göre pozisyon almak, düzeni kökten reddeden devrimci tutumumuzla bağdaşmaz diye mi korkuyorsunuz? Polis kurumunun toplumun özellikle alt sınıfları üzerinde bir baskı aygıtı olarak konumlandığı tartışmasızdır, lakin kağıt üstündeki “demokratik” sınırları dahi alt üst eden her türlü örgütlenmeye sorgusuz sualsiz tavır alınmalıdır; ister cemaatçi, ister ülkücü, ister Atatürkçü olsun. Bütün bunlarla ilgilenmek yerine sekter bir tutumla toplumsal-politik süreçlerden uzaklaşmak, sonuçta yine devrimcilere zarar verir.
Sanki bir kitabin okunmasi yasaklanmis da, bunlar mücadele veriyormus da…Geçiniz. Siz önce Istanbul’un, Ankara’nin, Izmir’in zengin semtlerinden çikin da …Gettolarinizdan disari basinizi uzatin da…Devrimmis, ne deviriyorsun birader, raki kadehi mi?
Amirim, sizin ekipler herhalde şu sıralar yasaklı kitabı indiren yüzbinlerce internet kullanıcısına baskın hazırlığı yapıyordur, siz ise işten kaytarıyorsunuz, internette İmamın ordusunun ideolojik hegemonyasını genişletme faaliyeti yürütüyorsunuz. Eh, sizin bileceğiniz iş. Sanırım sanal ortamda propagandadan beri kalan vaktinizde, Başakşehir’deki muhafazakar plazaların ve İslamcı holdinglerin güvenliğini sağlamak gibi vazifeler üstleniyorsunuz. “Allah rızası için”, “hizmet” yolunda iş hayatını kasıp kavuran abdestli kapitalizmin siyasal rejimini korumak da sizin üstünüze zimmetli bir görev. Hayatınızın büyük bölümünde oralara antenlerinizi çevirip, arada bir burası gibi halk için fikir üretilen yerlerde zaman geçirmeniz yine de sizin için bir kazanım.
can,
eğer biz demokratik mücadelemizi verirsek kurumlar mücadele karşısında “demokratikleşmek” zorunda kalırlar, buna amenna.
ancak ben bunun polis cemaatçi olduğu için anti-demokratik davranıyor kısmına inanmıyorum. polis polis olduğu için öyle yapıyor. ha şunuda görmezlikten gelmiyorum elbetteki bu devleti ele geçirme savaşında ergenekon denen devlet aygıtının eski yöneticileri ile onların yerine geçecekler arasında, görünen o ki polis yenilerden yana ve eskileri iyi takip ediyor.
bu cemaatçilik suçu değil, bu devletin sahibi olma mücadelesi… karşı olduğum burası.
bu mücadele tarzı polsi demokratikleştirmez derken kasteddiğim burası…
şimdi bu devletin eski sahipleri tekrar başa geçse, küçük bir operasyonla plisi kendine hizmete çevirir. ve bu sefer bugünkünün tersi durum şekillenir.
bir nevi 28 şubattaki gibi…
her neyse polsi uygulamalarına karşı çıkmak gerekir. çünkü polsin(devletin) görevi egemenlere(sermayeye) hizmet etmektir. sermaye grupları değişebilir. ancak hizmet yine sermayeyedir. devletlerin, polisin, yargının, meclisin asıl görevi budur.
emekçiler açısından değişmeyecek olan budur.
ama dersen ki mücadelede nefes almak için zorlayıp demokratikleştirelim. kısmi rahatlıklar elbetteki sağlanır. ben bunada karşı değilim.
son tahlilde derdimiz kaçmak değil, fotoğrafı görmekle ilgili…
Yine yazmaya devam ediyorsun , hayal gücün epeyi genis, sen ve senin gibilerin tek amaci var, hapisteki emekli ve muvazzaf generalleri serbest biraktirmak, bir iki alevi mahallesi disinda halkin oturdugu semtlere gitmeye bile korkarsiniz.
TSK’nin askerleri kobay olarak kullandigi, Doktor Mengele gibi deneyler yapildigi haberleri karsisinda tipki Dogan medyasi gibi, kendine anti militarist diyen sol gruplar da üç maymunu oynamakta.Ama tabii susacaklar, kemalist kökenleri izin vermiyor.
İlk 12 saatte 90 bin kere indirilen, mail gruplarında, sosyal paylaşım sitelerinde çok daha fazla paylaşılan “malum kitap”
AKP’nin hegemonyasının yüzünde patladı: http://www.scribd.com/doc/51984426/dokunan-yanar
Jitem’de ajanlik yapan birinin ifadesinde Zekeriya Beyaz ile misyoner rolündeki kendisinin ergenekoncu bir pasanin emriyle televizyonda kiskirtici yayinlar yaptiklari geçmekte. Bu sebekenin emir ve talimat iliskisini çözmek için Beyaz ve diger diyanetçilerin evlerinde aramalar yapildi. Ne dersin misyoner cinayetlerini kiskirtmak için, generallerin ve çetelerin emri ve katilimiyla TV’de program yapmak da fikir özgürlüg mü? Bu arada “yüzünde patladi” falan diye karanlikta islik çalan Ertan’a da 12 Haziran’da neyin nerede patlayacagini söylemeye gerek yok.
Tabii fasistlerin en kuvvetli oldugu, Islamofobya’nin güçlü oldugu bölgeyi tercih ediyor. Memleketi Erzincan’i hayal dahi edemez, hayatinin geçtigi Ankara ve Istanbul’un isçi semtlerini düsünmez bile. Ne biçim Isçi Partisi ise Islam disi kökenden gelen insanlarin Islamofobya egilimlerine siginarak, “bakin sizin kizdiginiz Anadolu insanlari bizi hapse atti, bize yardim edin” diyerek yardim dilenen zavalli Perinçek. Seni yalvarip, yakardigin saçlari sariya boyali subay karilari da kurtaramayacak, çünkü emir erine is yaptirirlar ama emir erlerini sevmezler, simdi sana “CHP’nin oylarini bölüyor” diye bir de küfür edecekler.
Ben okudum hiçbir yeni bilgi, hiçbir yeni suçlama yok. Bunlarin hepsi yazildi, çizildi. Biraz mantikli ol, savcilarin tek problemi vardi: çeteyi ortaya çikarmak, emirle kitap yazanlarin kimlere bagli olarak çalistiklarini desifre etmek, ama dertlerini anlatamadilar. Sen kitabin ifade özgürlügünü zedeler sekilde yasaklandigini iddia ediyorsan kitapta hangi konularin, hangi yeni iddialarin rahatsiz ettigini açiklamak zorundasin, bu isler vaveyla ile olmaz.
sol liberal nihat genç..
“sol liberal nihat genç…”
ilginç, o adam hem sol değil, hem de liberal…
ona ancak sağ milliyetçi denebilir…
bunu yazan açıklarmı lütfen…
Yıldırım Türker in kendisi değil herhalde…
ama umarım O’sunuzdur. burada yazışmak hoş olurdu…
çünkü sizin hakkınızdada epey tartışıldı…
Ah be sevgili imamın ordusu… Telefonlarımızı dinleyeceğinize sözümüzü dinleseydiniz rezaletleriniz bu denli afişe olmazdı, belki siz de bu denli rezil olmazdınız. Elbette sizden sosyalist ya da demokrat olmanızı beklemiyoruz ama doğrudan ırkçı ve ayrımcı olmak da zorunda mısınız kuzum? Dini sınırların izin verdiği ölçüde bile olsa, bir nebze adalet etiği geliştirmek bu kadar zor olmamalı; lakin siz dünyayı dar-ül harp olarak görüyorsunuz ve peygamberin “harp hiledir” hadisi uyarınca sizden olmayanlara karşı her türlü hile ve zorbalığı harpte başvurulması mübah olan yöntemler kategorisinde görüyorsunuz. Amacınız nedir, kendisini “hak yoluna” adamamış herkesin dünya gözüyle helak olduğunu görmek mi? Aleviler, sosyalistler, devrimciler, bazı Kemalistler, bazı sağcılar, eh yani, bu listede “Allahsızlığı Yayma Kürsüsü” kurucusu “ateist kafirler” de olmazsa olmaz size göre. Biliyorsunuz bu kürsü, imamın ordusu geleneğinin aynı tastan su içtiği kimseler tarafından planlanan Maraş katliamının fitilini ateşleyen sinema bombalanması sırasında gösterilen Cüneyt Arkın filmindeki bir unsurdur… Neyse, her ordunun görevi, düşmanını helak etmek; sizin de misyonunuz bu. Öyleyse elinizden geleni ardınıza koymayınız.
Beni iyi dinle polis ya da polis kafalı adam,
Şu sitede ne yazık ki senin adını andım, sıçrayan çamur gibi benim bir kelimeme kırk saçmalık yumurtlamayı başarmışsın. Hayır işin garibi sana bunları yaptıran psikolojiyi anlamaya çalışıyorum, anlayamıyorum. Madem seçim sonucu bizim bir yerlerimizde patlayacak, ne bileyim almış yürümüşsünüz, istediğinizi hiçbir kanıt olmadan yıllarca içerde tutuyorsunuz vs. ne demeye hala buralarda agresif agresif sağa sola saldırıyorsun? Bence psikolojik sorunlara sahipsin ya da bize çizdiğin o “pembe resimde” seni de rahatsız eden bir şey var. Rahat edemiyorsun, oturduğun yerde sana bir şeyler batıyor.
Oturduğun yerde sana batan şeyin tek adı ise hakikat. İçinde bulunduğun cenah o kadar büyük, pis işlere karıştı, tutturduğu yolda o kadar ilerilere gitti ki, kurduğunuz yalan imparatorluğu bir yerinden çatlasa tuzla buz olacak başınıza yıkılacak. Geri dönüşü de yok artık. Mesele ne kadar oy aldığın, ne kadar çok köşe yazarını ve “aydın”ı satın aldığın, ne kadar çok şirkete hükmettiğin değildir. Sizin açınızdan mesele tüm Türkiye’yi teslim alıp alamadığınızdır. Ve sizin karşınızda yüzde 50 oy da alsanız ağzınızla kuş tutsanız dahi size inanmayacak, güvenmeyecek diğer bir yüzde 50 hep var olacaktır. Siz adam tutukladıkça en olmadık yerlere varacaksınız. Ergenekon’da size destek çıkan Ahmet Şık’ı dahi Ergenekonculukla suçladınız. Yıllardır Gülen’e destek vermiş, devrimci katili bir polisi, Hanefi Avcı’yı Devrimci Karargah ve Ergenekon üyesi yapacak kadar saçmaladınız. Bunun bir ilerki adımı Ahmet İnsel gibileri, Ufuk Uras’ı falan Ergenekon’dan içeri tıkmanız olurdu. Nitekim cemaatiniz ve AKP saçmalıklarının farkına vardı ve geri adım attı. Şimdi uzunca bir süre idare etme siyaseti, yavaştan adam tutuklama politikanıza devam edeceksiniz ama artık deniz bitti! Bunu bil. Bir önceki yalanınızı kapatmak için attığınız yalanlar yaralarınıza merhem olmuyor artık. Evet saçmalaya saçmalaya öyle bir hale geldiniz ki, haklısın içinde farklı bir şey olmayan, bundan önce 40 defa yazılmış şeyleri bile sansürlemeye, yasaklamaya kalktınız. Yüzünüze gözünüze bulaştırdınız. Çünkü gerçek yalanla sıvanamaz. Er ya da geç, kurduğunuz yalan imparatorluğu çökecek, altında hepiniz kalacaksınız. Seni rahatsız eden hakikat bu.
Sen Perinçek’e veya başkasına öfkeni kusmakta serbestsin. Daha az önce sizin en has adamınız CNNTürk’te, 28 Şubat’ta Fethullah Gülen’in tüm okulları, her şeyiyle askere vermek istediğini, bunu teklif ettiğini kabul etti. Zaten bu ilk de değildi. 12 Eylül’de ne yaptığınızı da biliyoruz. Ama o beğenmediğin Perinçek, sende olmayan başka bir şeye sahip. Neye dersin? Adam bir defa cezaevinde, tecrit hücresinde ölmekten korkmuyor, sizin yüzünüze hala tükürecek ciğere sahip.
Siz asker gelince askerci, ABD gelince onun iti olursunuz. NATO’yu görünce kendi ülkenizin emirlerine amade edersiniz. Müslüman ülkeleri emperyalistlerin bombasına hediye edersiniz. Sizin topunuz yalan…
Seni rahatsız eden şey bu işte. Yalan dolansınız. Ve bunu sen de çok iyi biliyorsun.
Adını bile anmamışım o çamurun…
AKP hegemonyası lafını duyunca bir tarafına batmış, cevap verme gereği duymuş.
G.Zileli satır aralarında yine AKP’yi desteklemiş.
İşte anarşistlerin “en keskin”i bu.
AKP’nin Anarşizmi de bu kadar oluyor.
Gericiliğe karşı savaşımdan kaçmanın gerekçeleri ancak böylesi söz canbazlıklarıyla yapılabilir.
Halk savasi vardi. Bitti. Sosyal emperyalizme karsi ABD ile isbirligi vardi. Bitti. Apo ile Türkiye’yi paylasip birlikte devrim vardi. Bitti. Ergenekonla devrim yapip Milli hükümete bakan olarak girmak vardi. Bitti. Simdi Izmir’de laikçilere yalvarip seçilerek paçayi kurtarma plani var, buda tutmayacak. Eminim, bir iki yil içinde Perinçek çark edip Cuma’lara gitmeye baslar, o zaman ne yapacaksin Ertan efendi? Canim o da soru mu, “biz patlicanin degil, padisahin dalkavuguyiz “demis incili çavus. Sizin tarihiniz bitmeyen özelestiriler, bos kabadayiliklar ve ardindan gelen mizildanmalar tarihi, yani inleyen nagmeler. Diyorsun ki yüzde 50 oy alsan ne yazar, size karsi olacak yüzde 50 var. Iyi de sen o yüzde 50 içinde neredesin? MHP’de mi? Yok, yok…sen ve senin gibiler o yüzde 50 içinde degil, olsa olsa yüzde 0,50 içindesiniz , alacaginiz oy da bunu geçmez, ama siz de hep var olacaksiniz, istisna da gerek bir toplum için, istisnalar kaideyi dogrular.
baranas ,
hangi satır aralarında baktım baktım bulamadım.
perinçek mütemadiyen her 10 yılda bir çark eder. kim takar perinçeki? perinçeke gülenin perinçek kadar aklı yoktur.
türkeri ciddiye alıp tartışmak kadar boş beleş iş var mı.
aydın desen aydın değil. sanatçı desen değil. edebiyatçı değil. entelektüel hiç denemez… gazeteci desen gazetecilere ayıp olur. hepsini bir yana bırak, en önemlisi, devrimci siyasetle ilgisi desen, bir gençlik aşkı olarak dahi cefa çekmişliği yoktur.
cihangirde oturup, takma isimle arabesk dizi senaryoları yazan, boş vakitlerinde osman kavalaya mektup döşenen zamanımızın abuk bir kahramanı. nihat gencin muadili, zırıltılı hezeyanlarıyla, kerameti kendinden menkul sıradan bir köşe yazarı… resmini de değiştirmiş, eskisi daha güzeldi, fotoşoplu özel stüdyo çekim, ergen kızlar çok seviyor.
baranas üfürmeye başladın gene : )
gzye yakıştırma yapayım derken saçmalamayı şiyar edinmişiniz, üfürün babam üfürüüüün rüzgarınız gelmez bizeeee
Perinçek’in senin beyninle bir ilişkisi olmuş sanırım.
yıldırım türker mevzuunda yazan arkadaş,
şu kullandığın kavramlardan ne anladığını yazsanda bizde Türker’in uyup uymadığını anlasak.sanat,devrimci siyaset(çünkü devrimci yaşam olur, yaşam politiktir. kendine devrimci diyen bir örgüt tutmak devrimci siyaset değildir. iktidar siyasetidir.)
sanatın kendi devrimcidir. devrimcilerin adını falan andığın zaman devrimci sanat olmaz.
ve sanırım Türker bu ergenekon mevzuunda tüm modernist, kemalist solcular gibi ergenekondan yana durmadığı için bu tepkileri alıyor…
not: ergenekona olan görüşümde şudur bütün devletler ergenekondur. küçük bir çete falan değil, bizzatihi devletin kendisidir.
Ergenekon basta genel kurmay baskani olmak üzere eski kemalist devletin tüm unsurlarindan olusur ve politik olarak kendini sol veya sag olarak adlandiran kemalist sag ve sol destekçileri olmustur. Haa, diyeceksiniz ki Kemalist devletin yikilmasindan sonra veya kemalizmin tasfiyesinden sonra TC olmayacak mi? O baska mesele, en azindan ergenekon olmayacak , baska bir sey olacak, isterseniz ona karsi alinacak tavri da tartisabiliriz. (AKP’li dediginiz kisi)
arkadaşım benim bu konudaki tavrım hep böyleydi…
ve bende senin bu son yorumuna katılıyorum…
bencede devlet teşekkürleri egemenleri(sermayeyi )korumak kollamak içindir
eskiden aristokrasiyi ve kiliseyi, sonrada burjuvaziyi korumak içindi. sosyalist devletlerde(devlet kapşitalizmi) de egemen bürokrasiyi korumak içindir.
o zaman insanın özgürlüğünü esas alan(iktidarı kapma değil) bir ücadele yürütmek gerekir. totalitarizm kimden kime gelirse gelsin karşısında olmak gerekir.
yani daha öncede belirttim sorunumuz iktidardakiler değil, iktidar mefhumunun kendisidir.
bence de buradan tartışalım. eski devlet ve yenilenen devlet arasında tarfgirlik değil. bunu söylerken kısmi özgürlük kırıntıları bile varsa hakkını verip, geliştirmeye çalışmalıyız.
örneğin, akpnin 12 eylül söylemi onları yargılamansına yol açmazsa bile tartışılmasını sağlamıştır.
ordunun kutsallığını yıkmıştır,rahat konuşulur hale getirmiştir.
açılım adı altında bir özgürlük yoksada, en azından kürt ve alevi meselesinin daha rahat konuşulması sağlanmıştır.
tabi burada bunları söylerken bunun için mücadele edenleri es geçmiyorum. çünkü o mücadeleler olmazsa bunlar hiç bir şekilde gündeme gelemezdi v.b.
ve evet son olarak yeni devletinde anti-demokratik bütün söylemlerine ve uygulamalarına karşı olmak gerekir.
mesela konusu ya da yazanı kim olursa olsun kitap toplatılmasına karşı olmak gerekir.
v.b
Doğu Perinçek, penceresiz 3 metrekarelik tecrit hücresinden yazıyor:
Ergenekon davalarında şerefi olmayan, yalnız ve yalnız hakikattir!
Olmayan pencereyi ve olmayan kalorifer peteğini elbette göremezler
Bizim tecrit hücrelerini lağımlar basınca, Adalet Bakanlığı’ndan görevliler geldi; Silivri Başsavcısı da yanlarında. İnfaz hâkimi daha önce gelmişti zaten. Devletimizin gösterdiği ilgi bizi mest etti.
Yaşam alanı denen yerde pencere yok. Bu bir hakikat değil mi? Gelen adalet mensuplarının gözleri, olmayan pencereyi göremiyor. Haklılar, pencere bulunmadığına göre elbette göremeyecekler.
Kaloriferi de göremediler… Çünkü o da yok! Ama kapı var. Biz de görüyoruz, işte kapı var. Hakikatte buluşmuş oluyoruz. Ya kapı da olmasaydı?
Kapı var, fakat pencerenin ve kaloriferin olup olmadığı infaz hâkiminin kararında yok.
Havalandırmanın yüzölçümü yetmiyor mu?
İnfaz hâkimi ölçüm yapmış. Yaşam alanı denen yer, eni ve boyu bir adam boyu. Metre hesabı 1.80 x 1.80. Yani 3.24 metrekare. İnfaz hâkimi o kadar hakikat aşkıyla dolu ki, kararında havalandırmanın kaç metrekare olduğunu yazıyor. Ama yaşam alanının yüzölçümü yok!
Mimarlar infaz hâkiminden daha iyi mi bilecek
Cezaevi planında, kaldığımız yer “Tecrit Hücreleri”. Olsun mimarlar infaz hâkiminden veya Ağır Ceza Reisi’nden daha iyi mi bilecekler?
Tecrit Hücreleri, mahkeme hükmüyle koğuş haline getiriliyor. Adalet her şeye kadir!
Adalet bizi yaşamaya mahkûm etse
F – 6 / Alt Tecrit Hücrelerinde kalan E. Alb. Levent Göktaş, E. Dz. Bnbş. Levent Bektaş ve Doğu Perinçek olarak yüce adaletten bir hüküm daha bekliyoruz. 3.24 m² yerde oturmamıza, yemek yememize, savunmalarımızı hazırlamamıza, inceleme yapmamıza ve televizyon izlememize, özetle yaşamamıza hükmetse de, biz de bu hükmü uygulasak!
Bakınız yargı, idam cezasının kaldırılmasından sonra ne kadar modernleşti. Artık idama değil, 3 tutukluyu 3.24 m² penceresiz ve kalorifersiz alanda yaşamaya mahkûm ediyor.
Dünya ceza hukukuna Türk hâkimleri, dâhiyane katkılarını yapıyorlar: Yaşamaya mahkûm etmek!
Hakikat aşığı yargıçlarımızın seslerini duyuyorum: “Hücreleriniz var ayrıca.”
Evet var, bir yatak, bir tuvalet ve bir dolap.
Yatağın üzerine çıkıp oradan uçurtma bile uçurulabilir.
Ya birisinin Tecrit Hücrelerine konması gerekirse
Biz F-6 tecrit hücreleri sakinleri devletimizi o kadar seviyoruz ki, günlerdir aynı problemi çözmeye çalışıyoruz.
Ya cezaevinde Tecrit Hücrelerine atılmayı gerektiren bir eylemde bulunan çıkarsa, o zaman devletimiz zor durumda kalmaz mı? Çünkü Tecrit Hücreleri dolu. Pardon, mahkeme hükmüne göre, bu cezaevinde Tecrit Hücresi yok! Sorun, iyice çatallanıyor!
En sonunda bir çözüm buluyoruz. Son yargı içtihatları bize ışık tutuyor. Öyle ya, Tecrit Hücrelerinin koğuş olduğuna hükmeden yargımız, herhangi bir koğuşun da Tecrit Hücresi olduğuna hükmeder, olur biter!
“Yargı çözer” diye sevinçle haykırıyor ve alkışlıyoruz bu buluşumuzu. Devletimize güvenimiz yerine geliyor; rahat bir nefes alıyoruz.
Çözülmeyecek sorun yok, yeter ki…
Böylece bütün çözümlerin anahtarını da bulmuş oluyoruz. Hakikat duygusu ve vicdan türünden yüklerden kurtulduğunuz zaman, bu ülkede çözemeyeceğiniz bir sorun yok.
Olmayan bombalar olmayan yoğun diskler
Biz bu köklü çözümü Ergenekon tecrübesiyle keşfettik.
Örneğin Ümraniye bombaları yok, imha edildiği söyleniyor.
– Çözüm basit, görüntüler var ya!
İyi ama o görüntüler gecekonduda değil, Ümraniye karakolunda çekilmiş.
– Ne fark eder, görüntüler bomba görüntüsü değil mi?
– İyi de görüntüler patlar mı?
Patlaması şart mı, hem tutanak da var.
– Tutanağın saatine bakarsak, bombalar önce karakolda, bir buçuk saat sonra gecekondunun çatısında.
Bu durumda, polisler de darbecilerle işbirliği halinde! Bombayı darbecilere karakolda tutanak yapan polisler vermiş olamaz mı?
– Ergenekon’da her şey olur.
Sanallaşan yargı
Bütün Ergenekon, Poyrazköy, Kafes, Balyoz kanıtları böyle!
– Olmayan bombalar,
– Tarlada yetişen bombalar,
– Arama tutanaklarında bulunmayan yoğun diskler,
– Kimliği bilinmeyen ihbarcıların mektupları,
– Yeğenini fuhuş için satmaktan, ablasını öldürmekten hükümlü gizli tanıklar vb.
Her şey sanal!
Ama dev gibi bir hakikat var: Amerika böyle istiyor!
Hâkimler hakikat duygusunu yitirmişse
Hâkimler hakikat duygusunu yitirmişse, neyi ispatlayacaksınız?
– Yaşam alanında pencerenin bulunmadığını mı?
– Olmayan bombaların olmadığını mı?
– Kırık yoğun disklerin kırık olduğunu mu?
Hakikate kapandıysa kulaklar
Oktay Yıldırım, hâkimlere polisin Ümraniye karakolundaki çekimlerini izletiyor.
Herkes kulağıyla duyuyor. Polis, “Soruşturma Ergenekon olduktan sonra, sinkaf ederim hâkimini de savcısını da” diyor.
Mahkeme Başkanı dışında hiçbir hâkim ve savcı, polisin bu beyanatını duymuyor. Adli Tıbba gönderiyor. Adli Tıp herkesin çıplak kulağıyla duyduğu o sözleri raporuna yazmıyor.
Hakikatin şerefini kurtaran yok mu?
Diyeceksiniz ki, yargıçların ve savcıların şerefini korumak için yazmamıştır.
Hâkimlerin ve savcıların şerefi diyelim ki kurtuluyor; peki hakikatin şerefi?
Hakikatin de kurtarılacak bir şerefi yok mudur?
Ergenekon davalarında şerefi olmayan, yalnız ve yalnız hakikattir!
http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=3112
yani cezaevleri konforlu olsa bu cezaevlerini meşru mu kılacak?
kim kimi kim adına cezaevine koyuyor, sorgulanması gereken burası. cezaevi olmamalıdır. yoksa bu muhaliflikle adamlar cezaevlerinin koşullarını düzeltirler. yani tutsaklık biter mi?
hakikat tek taraflıdır. özneldir. herkesin hakikatı kendinedir.
bu nedenle hiç bir hakikat bir başkasını, hakikatinden dolayı yargılamamalı cezaevine atmamalıdır. sorgulama olacaksa buralardan olmalıdır. gerisi düzene içkin muhalefettir. ancak düzenin yeniden üretilmesine yarar.
zaten devletin olduğu her yer, egemenler dışındakiler için cezaevidir, kapalı açık, yarıaçık. okullar, fabrikalar, v.b. her yer hapishanedir.
her neyse sanırım derdimi anlatabildim…
haylooo sen kaç yaşındasın?
niye sordun, konuyla ilgisi var mı?
şu ergen anarşist tepkinin hastasıyım “hapishane konforlu olsa birşey değişecek mi..zaten devletin olduğu her yer hapishanedir”
bu arkadaşları şöyle bir haftalık boklu bir tecrit hücresine kapatalım da neyin ne kadar değişebileceğini bizzat kendileri tecrübe etsinler. ondan sonra ha sen yatıyorsun bok içinde ha ben burada, egemenlerin kapitalist hapishanesinde (yani sıcak evimde) elimde çay, önümde internet geviş getiriyorum.. ne fark var dimi anarşist süper devrimcim benim..
Hayloo’nun yazdıkları hiç de bu anlama gelmiyor. Hapishane düzenini kökten sorguLAMAK DAHA KÖTÜ ŞARTLARDAKİ HAPİSHANELERİ GÖRMEK VE BUNA KARŞI MÜCADELE ETMİEK GEREĞİNİ hiçbir zaman ortadan kaldırmaz. ama ben şu yukarıdaki yazıyı yollayan arkadaşa sormak isterim. Sizin düzeninizde hapishaneler olacak mı olmayacak mı? Stalin döneminde hapishaneler Çaerlık döneminden bile daha kötü olmuştu. Bugün hapishanelerden şikayet edenler ckendileri iktidara geldiklerinde hapishanreleri ortadan kaldıracaklar mı? Bana hiç de öyle olacakmış gibi gelmiyor.
Sevgili arkadaşlar, Doğu Perinçek ve diğerleri resmen linç ediliyor. Bunun son derece kanunsuz, mantıksız, yalan, dolana dayalı olmasını mükemmel biçimde anlatmış adam, gerçekten. Yani sizi bilmem ama ben bu duruma, yani şu dönemde, gerçekten saçma sapan nedenlerle adamların tecrite tıkılmasına her şeye rağmen şaşırıyorum. Böyle bir durum söz konusuyken Allah aşkına laf mıdır sizin düzeninizde hapis olacak mı sözü? Gün Zileli acaba Ginzburg’a da sordu mu bu soruyu? Yoksa Perinçek’in tecrite tıkılmasının gerekçelerini mi onaylıyor?
Ertan, asla onaylamadığımı biliyorsun. Bırak tecrite atmayı hapsedilmesine de karşıyım. Ayrıca bunu bana sormak saçma. Doğu Perinçek’le birlikte iki yılı aşkın süre aynı hapishanede, aynı hücrelerde yatmış biriyim. Hayatım boyunca hiçbir hapisliği onaylamadım ve onaylamam da. Yarın iktidara gelse beni hapse atacak olduğunu bildiğim biri bugün hapisteyse onun da özgürlüğünü savunurum. Burada tartışma o değildir. Ben sadece Haylooo’ya yazan ergen arkadaşa cevap vermek istemiştim. Çünkü Hayloo, bugün uygulanan tecrit ve hücre hapislerine karşı çıkarken aynı zamanda bütün hapishanelere karşı çıkmak gerektiğini belirtmişti ki. kendisine katılırım. Bu yüzden bu soruyu sordum ergen arkadaşa. Tamam bugünküne karşı çıkıyorsun da senin iktidarındaki hapishaneye de karşı çıkacak mısın diye. Çünkü Hayloo bütün hapishanelere karşı çıkmış ve bu yüzden ergen’in tepkisini çekmişti. O zaman benim de bu soruyu ona sormamda hiçbir acayiplik olmadığı gibi, D.Perinçek’e ve diğerlerine karşı bugün yapılanlara karşı çıkmamak gibi hiçbir anlamı olamaz. Bilmem açıklayabildim mi?
aptal olgun devrimci,
okuma yazman olmadan nasıl yorum okuyup cevap yazdın anlamış değilim…
cezaevi olmasın diyen biri , keyf içinde oturup çekilen acıları görmez olur mu?
yani ergen biri olsam hiç hapishane görmemiş olsam, gözaltına alınmamış olsam, bir fikrim ya da konuşma hakkım olamaz mı?
Sayın Zilelinin de anlattığı gibi o işin temeline karşı çıkmak mesele…
çekilen leri görmeyen düşünmeyen biri temeline niye karşı çıksın ki.
aaa benim yaşlı amcam…
bu genç kardeşine öğretsene…
Cezaevinde penceresiz, kalorifersiz 3 metrekare tecrit hücresinde yatan adama “Yani cezaevi konforlu olsa iyi mi olacak. Hepimiz cezaevinde değil miyiz? Okullar, fabrikalar…vs. Hepimiz mahpusuz, bunu komple kaldırmak gerek” dersen aslında bir şey demiş olmuyorsunuz sayın Zileli. Bu zaten hayloonun ilk verdiği tepkiydi ki sizin tepkinizden kesinlikle farklı. Sizin verdiğiniz tepki ise haylo arkadaşa verilen tepkiye karşı verilmiş bir tepki. Zaten hayloo öyle bir şey dememişti ve siz de aslında onun söylediği şeyi daha yenilir yutulur hale getirmişsiniz.
Demem o ki, söz konusu Perinçek olunca, yalanların vs. çok önemi kalmıyor sizin için. O nedenle ilk başta tartıştığınız şey mahpusluk kavramı, genel anlamda mahpusluk vs…işin öyküleştirilmiş kısmı…
Bu da özgürlükçü anarşistliğin düzenin ötelediği bazılarına daha çok özgürlükçü olduğunu kanıtlıyor.
Aslında esasen düzenin ötelediği Perinçek’i hasbel kader de olsa savunmanızı asla beklemedim. Sadece, çok önceleri bir tartışmada gösterdiğiniz gibi, Cumhuriyet kurulurken ki çıkan gerici isyanları, ezildiği için, Cumhuriyet karşısında haklı bulmuştunuz. Bir deneyeyim dedim, ideolojik olarak neredeyse aynı derecede uzak Perinçek’i de o nedenle savunabilecek miydiniz….
ertan,
gerçekten geçen söylediğimi doğruluyorsun…
kardeşim yazdıklarımı okumuyor musun?
hiç kimse khakikatinden dolayı başkaları tarafından cezaevine konulamaz demişim, zaten…
ve cezaevi olgusunun kendisinin sorgulanması gerektiğini söylemişim. Sayın Zilelide bunu dediğimin farkında, o kadar, orada yenilir yutulur hale getirmiyor, beni savunurken kendi düşüncelerini savunmuş oluyor. tıpkı bende onun yanlış anlaşıldığı zaman onu savunurken kendi düşünceleirimi savunuyorum. ama ktılmadığımız şeyler olduğundada belirtiriz.
perinçeke gelince onu ancak söz konusu olan bir canlının özgürlüğü ise savunurum. ki yaptım.
ama düşüncelerine zerre kadar katılmıyorum.
ama sen ısrarla ergenekon davasındaki tutukluları savunma istiyorsun, bunu yapmam. oluşan iki taraftan birini tercih etmem. çünkü iki ucu ….. değnek.
ama son defa söz konusu olan düşünce özgürlüğü ise onuda başkasınıda savunurum.
her taraf cezaevi konusuna gelince evet öyle düşünüyorum. özgürlüğün olmadığı her yer cezaevidir. okullar, örgütler, aileler v.b. devletin olduğu her yerde bütün kurumlar devlet gibi şekillenir, hepsi birer devlettir.
cezaevinin elbette farkı vardır. eziyeti daha çoktur…
selamlar.
ertan, nasıl anlamak istersen öyle anlayabilirsin. Ben sözümü söyledim. Şeyh Said’i de, Seyit Rıza’yı da, Doğu Perinçek’i de, Adnan Menderes’i de devletin zulmüne karşı savunurum, özgürlüklerini kendi özgürlüğüm bilirim.
olgusal düşünmek gerekir.
ancak Türkiyedeki sol (istisnalar kaideyi doğrulamak içindir)
proleterya diktatörlüğüne koşullandığı için ve kuracağıda dikatatörlük olduğu için…kendi tarafı ve karşı tarafıda belirlediği için. bu gün kednine yapılanın zulüm olduğunu yarın oda öbürüne yaparsa aynı şekilde zulümdür diyemez. çünkü kindar, kan davası güden bir anlayış vardır. “sermaye sınıfı işçi sınıfını ezmiştir o zaman bizde onları ezmeliyiz.”
başakasının özgürlüğünü engelleyenlerin kendisininde özgür olmadığını hatta daha büyük tutsak olduğunu göremez.
bizim zorunumuzun özgürleşmeye çalışmak olduğunu farketmez. kendimizin özgürlüğünden ziyade düşmanı yok etmekle meşgüldür.
bu nedenlede polis, cezaevi, ordu, zorunlu eğitim, aile v.b. oluşumlara karşı değildir. o ancak rakip iktidardayken kötüdür. kendisi işçi ,köylü sınıfı adına öbürlerini ezerken onlar hemen devrimci ordu, devrimci polis, devrimci okul, devrimci aile oluverir.
hal böyleyken kendileri dışındakilerin özgürlük savunusunu anlayamazlar.
hafzaka buna müsait değil.
hafzala olacaktı.
ergen aceleciliği işte…
Bu sitede tartışmaların düğümlendiği yer hep aynı, siz anarşistler reelde karşılığı olmayan aslında tüm komünistlerin temel idealini her şeye defacto çözüm olarak sunuyorsunuz, ben ve bazı arkadaşlar ise reele bakıp sizin söylediğiniz şeyin anlamsızlığından dem vuruyoruz ki haklıyız…Anarşistler tarihin bir aşamasında, Türkiye’de bir soruna müdahil olmuş değiller ki yazdıkları şey hayloo’nunkinden çok farklı olsun. Oturduğumuz yerden ne kadar kolay değil mi hayloo arkadaşım: “Sermaye sınıfı işçi sınıfını ezmiştir o zaman bizde onları ezmeliyiz.” Hey arkadaş, birilerini ezmeden devrim yapacağını da sanıyoruz ya. Evde kitap okuyarak devrimci olunmaz hayloo kardeşim. En kısa zamanda bu teorilerini Türkiye’nin acımasız reel siyasetinde pratiğe dökmeni ve en azından bir okul kantininde, bir mahallede bir taşın altına elini koymanı öneririm. Bakalım üst perdeden akıl verdiğin devrimci arkadaşlarının ne yaptığını/ne yapamadığını o zaman algılayabilecek misin? Bugün bir okulda bile, okul yönetimine karşı naif bir bildiri dağıtmak zor bir iştir. Bunu örgütlemek, insanlara derdini anlatmak, birçok yerde polis baskısıyla öyle lafta değil etiyle kemiğiyle yüzleşmek, faşistiyle dişe diş kavga etmek, bıçaklanmak, dayak yemek vs…bunları görelim, sonra devrimcileri böyle üst perdeden eleştirmeye hakkımız olsun. Eleştirme demiyorum ama her şeyi ben bilirim edasıyla yapma. Yapmayın. Önce taşın altına elinizi koyun. Anarşist teorilerinizi sokakta da bir test edin. Teori pratik diyalektiği, gerçi siz buna da karşısınız ya, size doğru bilgiyi verir.
Bence o zaman, bir kere dahi gözaltına alınmadan, tecrit hücresini “her yer mahpus be arkadaş” diye karşılamamayı öğrenirsiniz ve de hakkaten gerçekten bir anarşi mümkünse buna dahil olmaya yaklaşırsınız.
ertan arkadaş,
yapmadığımı nereden bliyorsun,
mesele benim yapıp yapmamam değil…
fikirlerimi söylüyorum. elini taşın altına koymaya gelince seninle bunları tartışmak benim için bir elini taşın altına koymadır. üst perdeden atmıyorum. eleştirdiim şeylerin çoğunu yakın uzak yaşadım. zaman zaman senin gibi düşündüğümde oldu. ancak bir şeilde içimde bir şeyler irademi tam teslim etmeme engel oldu, eleştirebildim.
benimki kendi çapımda bir özgürlük arayışıdır. hiç bitmeyecek olan.
ama sen kişi olarak beni boşver söylediklerimin yanlışlığını anlat. ben sıradan öylesine birisiyim.
ertan arkadaş,
birde yeri gelmişken ben diyalektiği sol-sağ olarak kurmuyorum. çizgiyi yatay çiziyorum. özgürlükçüler ve totaliterler olarak.
ayırdığım her iki kısmada sol ve sağdan girenler oluyor.
mesela sen totaliterlere soldan dahilsin.
birde bana ergen diyen arkadaş,
yaşım kırka dayandı…
ama hala artık bu kadar devrimcilik yeter artık chpli olayım (“laiklik”bana yeter demedim. daha özgürlükçü fikirlerle uğraşıyorum. hep değişime açık olarak…
yaş 40a dayanmış ama hala hücreye atılmış bir adamın feryadının altına “Yani cezaevi konforlu olsa iyi mi olacak. Hepimiz cezaevinde değil miyiz?” yazabiliyor…
ergenlik iyidir…ergen kimlik arayışındadır. derdi kendisiyledir.. bundandır ki somut olgular, “öteki”nin somut acıları, problemleri, karşısında ergenler için marksın, leninin, ya da bakuninin; anarşist liberalist, bilumum “izm” adına ortaya atılanlar daha gerçek gelir. bir yaştan sonra feryad eden adama, sıcak koltuklardan tutarlı bir dünya görüşüne sahibiyetini olumlayacam ayağına, ahkam kesmenin ÖKÜZLÜK olduğunun idrakine varır ve en azından susarsın.
Ayrıca, devletin olduğu her yer hapishane değildir. O şiar, bujuva özgürlüğünü değillemek için ortaya atıldı. Cezaevinde zulüm görenlerin taleplerini görecelileştirmek için değil. Kimlik bunalımındaki ergenler lafzi okudukları için böyle hap formülleri olur olmaz her yerde kullanırlar. 40’ında sonra, doktor, artık ne yersen ye demiş. Seninki o hesap haydo.
Bence elinizi taşın altına koymuş olsaydınız bu cümleleri böyle kurmazdınız. Ordan anlaşılıyor. Pek tabi yanılıyor olabilirim. Bunu söylemek istemiyordum ama eleştiri ve ukalalık arasında fark vardır.
İkincisi, sol totaliter olduğum konusuna gelince. Evet şahsen ben gericilere (faşistlere, cemaatlere), kapitalist ilişkilere (sermayedarlara), onların kolluk gücüne otoriter önlemler almadıkça devrim ve mücadele gibi kavramların bir öneminin olmadığını, kaldı ki bunların gereksiz olduğunu vs. ilan eden fikirlerin -ki bunlar sizin fikirleriniz oluyor, birer fantazi, reelde sınanmamış, masa başı ve senin de söylediğin gibi internette karşıtıyla fikir tartışmasını dahi “taşın altına elini koymak” olarak gören, gerçekle bağlantısı olmayan fikirler olarak görüyorum. Bu Gün Zileli’nin daha önceki bir yazısında, Bolşeviklerin sert tutumunun iç savaşı uzattığını söylemesinde mesela en belirgin şekilde ortaya çıktı. Gün Zileli, devrimden yaklaşık 100 yıl sonra, masasın başında bu tahlili o kadar rahat yapıyor ki sanırsınız ki o günlerde yaşamış ve hakkaten bunu görmüş. Ama o günleri görmüş ve en önemlisi bir gazeteci gözüyle dışardan izlemiş Reed Dünyayı Sarsan 10 Gün’de Bolşeviklerin Kerensky hükümetini devirmeyip de devrimi sizin eleştirdiğiniz o otoriter forma büründürmeseydi Aralık 1917’de müttefik orduları Rusya’da olacaktı demektedir. Aklıma geldi yazdım. Siz devrimcileri eleştirmekten devrim düşmanlarının neler yapabileceklerini kesin olarak görmekten vazgeçmiş insanlarsınız. O eleştirdiğiniz otoriterlik vs. devrimi boğmak isteyen, mücadeleyi her aşamada boğan unsurları yok etmek içindir. Bunu başardığın ölçüde varsınızdır. Devrimciler bunu başardığı ölçüde var oldular, örneğin Kürt hareketi bunu başardığı ölçüde Kürt hareketi oldu.
bu tartışmalara ilişkin çok kafa açıcı bir kitap önereyim bütün arkadaşlara:
Michel Ragon, Kaybedenlerin Belleği, çev: Işık ergüden, Ayrıntı, 2011
20. yüzyıl devrimlerinde neler oldu neler bitti, bir de buradan okuyalım. B ir roman kurgusuyla.
Olur ona da bakarız ben de çok kısa bir çeviri önerecektim, buyrun:
“Bu baylar acaba bir devrim gördüler mi hiç? Devrim, kuşkusuz, dünyanın en otoriter şeyidir; devrim, halkın bir bölümünün kendi iradesini, halkın öteki bölümlerine top, tüfek, süngüyle, otoriter araç olarak ne varsa hepsiyle, zorla kabul ettirdiği bir eylemdir ve zafer kazanan yan, boş yere savaşmış olmak istemiyorsa, iktidarını, silahlarının gericilere saldığı korku ile elde tutmalıdır. Paris Komünü, burjuvalar karşısında, silahlı halkın bu otoritesinden yararlanmasaydı bir tek gün dayanabilir miydi?”
http://partiokulu.tkp.org.tr/marksizm-okulu/otorite-uzerine-f-engels
İştüe engels’in bu mantığıyla zaten devrimlerin ardından en baskıcı rejimler kurulmuştur. akıllanmamış, daha yaşayacaklarımız var demek ki.
akıllanmamışız , olacaktı
“Şimdiye kadarki tüm hareketler, azınlıktakilerin hareketiydi veya azınlıktakilerin çıkarına hareketlerdi. Proleter hareket ise, son derece büyük bir çoğunluğun, son derece büyük bir çoğunluk çıkarı adına giriştiği özerk harekettir. “
Ertan Bey, Engels’den bir alinti yaparak esip savurmus. Iyi de o halde halkin bir bölümü içinde senin de oldugun bölüme iradesini zorla dayattiginda ne diye mizildaniyorsun, merhamet dileniyorsun, kendini acindiriyorsun, edebiyat yapiyorsun ? Hakikaten samimi olarak sormaktayim, sence bu çifte standart degil mi? Tabii simdi sen diyeceksin ki “biz ezilenden yanayiz, isçi sinifiyiz vs”. Iyi de ne malum, Türkiye’de solun nerelerde güçlü oldugu belli, oralar hiç de isçinin , yoksulun oldugu yerler degil. O zaman “biz devrimciyiz” diyeceksin, ne malum, buna “kerameti kendinden menkul” derler. Tipki birkaç kendini bilmezin örgüt kurup “biz isçi sinifini öncü örgütüyüz” demeleri gibi. Bak sana bir sey söyleyeyim: Senin mantigin her zaman güçlü olana yarar, hakli olana degil. Engels de, tabii bir burjuva olarak güçlülerden yana tavrini koymustur. Lanet olsun Engels gibi burjuvalara, zafer güçlü ol
Son cümle: Zafer güçlü olanlarin degil , hakli olanlarindir.
Adama bak, sen önce bir Marksizm oku duyduğun iki kelamla ahkam kesme poliskafa…Adam çoğunluk haklıdır dediğimizi sanıyor. Senin aklının ve vicdanının alacağı konular değil bunlar. Siz her zaman çoğunluğun yanına yanaşan yanaşma gibi davrandınız. 12 Eylül’de 12 Eylül’cü, 1990’larda Kürt düşmanı-tetikçi, 28 Şubat’ta Erbakan’ı satıp orducu, akabinde Ecevitçi, şimdi de AKPci sizin tarihiniz yanaşmanın tarihidir. Bugün halkın önemli kısmı AKP’ye MHP’ye oy veriyorsa bunun adı “yanlış bilinç”tir. Merak ediyorsan bir sınıf siyasi ve yanlış bilinç konusunda Marksizm okuması yapabilirsin.
aptal devrimci,
hücreye atılan o kişinin devrimci olduğunu düşünmüyorum.
ama buna rağmen onun hücre ye atılmasına karşıyım.
aramızdaki fark bu.
şimdi cezaevine karşyız, gazetecilerin tutklanmasına karşıyız diye,
sizin gibi kemalist halk düşmanı insanların fikirlerinede sahip çıkmamızı beklemiyorsunuz herhalde.
hani eertan demişya yanlış bilinç, işte halka tepeden bakış budur. onlar salak, onlara şimdi iktidar yanlış bilinç vermiş. bilinç taşıyıcı ertan ve aptal yaşlı onlara bilinç taşıyacak. yani kendileri çok üstte, halk ise salak taşı babam taşı…
sayın aptal yaşlı,
sen buraya yazıyorsan demekki sende şu anda silivride değilsin, yani hücrede değilsin, o zaman başkasının yattığı hücre üzerinden bana ne hava yapıyorsun.
ama eğer silivredeki hücrende internet varda oradan yazıyorsan özür dilerim…
Yahu ben de gerçek Kuran’dadir , her sey orada yazilidir saniyordum, meger hakikat Kapital’de imis. Marksizm okuyalim da gerçekten hayatin tüm sirlarini ögrenelim. Zaten insanlar 3 ayri gruba ayrilir. 1. Grup Ertan gibi marksizmi çok iyi okuyanlar ki onlar “mikemmmel ” insanlardir. 2. Grup marksizmi az okumus olan liberal pisliklerdir. 3.Grup Hiç marksizm okumamis olan killi ayilardir ki, sekerim ne banal insanlar öyle “bunlar”dan kurtulamadik bir türlü.
Kendini güzel bir kategoriye yerleştirdin polis efendi…Sizden bir kurtulamadı gitti şu insanlık…
Hani eskiden kamyonlarin ardina yazarlardi ya “rahmetli de sollardi” gibi. Troçki, Buharin, Zinoviev, Kamanev, Radek…binlerce ve binlerce marksist…Allah rahmet eylesin hepsi marksizm okumustu, ama nedense herkes kendine göre okumustu, eminim Ertan Hoca defalarca hatim indirmistir, sanmam ki Almanca biliyor olsun (kimbilir belki de biliyordur) , demek ki sadece mealini okumus, yoksa sirf yüzünden mi okumus?
Biz de Marksizm okuyamadik, bari mevlid okuyalim
Ger dilersiz bulasız oddan necât
Krali Karl Markus’a essalât.
Ol Henriette, Kral Markus ânesi
Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!
Gün gelip oldu Herschel’den hâmile
Vakt erişti hafta ve eyyâm ile.
Geçti böyle, nice ay nice sene
Vakt erişti bin sekiz yüz on sekize.
Merhaba ey baş halâskâr merhaba
Merhaba ey ruhu proletarya merhaba
(dikkat burada serbet dagitilmakta, itisip kakismayin)
Biz de senin ruhuna mevlid okuyacağız. Er ya da geç. Kurtulamayacaksın.
Senin amirin 1971 yilinda pasifist oldugu yönündeki elestirilerden bunalarak daglara çikmis ve çin tipi devrimi müjdelemisti (Söke’de turistik bölgede gerillalar!!!!). Olmadi, olamadi, senaryo çok uçuktu. Sonra 1980 yilinda Türkiye’de Sovyet Isgali olacagini, bu isgale karsi kurtulus mücadelesine önderlik edecek olan TIKP’nin devrimi gerçeklestirecegini müjdelemisti, bu senaryo iyice sizofrenikti, yatti. Daha sonra 2000 yilinda devrim olacagi neredeyse garanti idi, 2000’e Dogru dergisi bile adini bu nevrotik yaklasimdan aldi. Sonra Kizilelma dönemi basladi , ABD emperyalizmine karsi direnen ulusalci (40 yillik coni, olur mu yani) TSK’ya kurmaylik eden büyük komutan Perinçek bu kez stratejisinden çok emindi, ama atatürkçü ordusu Silivri önlerinde batakliga saplandi. Ertan Bey kardesim daha extravagan bir projeniz mi var, ne zaman ruhuma mevlit okuyacaksiniz? Satir aralarindan çikarttigim kadariyla ‘mevlit okumak falan) bu kez islami devrim yapacaksiniz herhalde. Aslinda Perinçek’e kizmiyorum, adam hakli, tabani onu bu projeleri yapmaya zorluyor, Seyh uçmaz müritleri uçurur hesabi.
Vazgeçtim senin zaten mevlidin okunmuş. Zihnen ölmüşsün sen.
Ister Gulag’a gönder , ister GATA’ya deney yapmaya, bana elektrik ver Ertan Bey, generaller askerleri kobay olarak kullaninca sesiniz çikmiyor, madem onlara yapilan uygulama normal imis, olagan imis aci çekmiyorlarmis, ayni uygulama generallere yapilsin
Senin beyin devrelerin zaten yanmış, elektiriği sanırım “Hacca gider gibi askere giderken” GATA’da vermişler sana. Yalan mı? Siz gönüllüsü değil misiniz o deneylerin?
http://tr.fgulen.com/content/view/3851/11/
Bugün işkence yapan da sizsiniz, tutuklayan da, postmodern GULAG’ları uygulayan da.
Söyle lan, Gülen hazretleriniz bu emrinden sonra GATA’da beynini aldırdın değil mi sen?
Bu arada bu AKP’li şahıs bence polis değil, dikkat ettim, her gün bu saatlerde ortadan kayboluyor, sabah işe başlayıp akşam işyerini terk eden bir vatandaş, polis olsa bu kadar mesaiye bağlı olmaz diye düşünüyorum. Üniversite mezunu, politikayla hobi seviyesinde ilgili, aileden cemaatçi yahut Amerika tarafından evcilleştirilmiş, dişleri sökülmüş piyasa İslamcısı, “ılımlı İslamcı” da diyebiliriz. İşten arttırdığı vaktini burda trolling icra ederek geçiriyor. Yanıldınız Gün bey…
Isinize gelmeyeni polis ilan edersiniz, isinize geleni ise kuskulanacak bir durum varken bile samimi kabul edersiniz. Bakin su Ertan’a, tam fisleme yapan biri gibi davraniyor,nereden ögrendin bunlari Ertan Bey, Karanlik Aydinlik’ta mi, Karanlik Oda’da mi? Zaten son 10 yilda sol örgütler iyice karanlik yerler haline geldi. 28 Subat’ta askerle isbirligi yapmaya basladiktan beri. Neyse ki hepsi bu yolun yolcusu degil.
Kimi beğeniyorsunuz efendim? Sakıncası yoksa paylaşır mısınız?
Askeri vesayeti benimsemeyen her görüsün basimizin üzerinde yeri var, mesela Perinçek grubu en azindan 1996’dan beri vesayetçi, önce burada anlasalim. Benim için Kemalist paradigmanin siyaset disina attigi bütün gruplar enternasyonalist sol, kürt milliyetçileri, siyasal islam kökenli akimlar basta olmak üzere Kemalist olmayan Türk milliyetçilerinden, gerçekten liberal olan sag görüslere bu yelpazede yer var, Kemalistleri ergenekon olarak görmekteyim, ama siddet hareketlerine ve komplolara bulasmamislarsa tolerans taninabilir. Ikide bir diline doladigin Gülen’e gelince demokratik toplumlarda Gülen Cemaati, Cem Vakfi Cemaati, Naksibendilik, Alevilik, Kadirilik, Bektasilik gibi tarikatlara yer vardir, ama sahsen ben kisilerin putlastirilmasi gerçeginden yola çikarak dini ve laik, sagci ve solcu seyhlerin basinda bulundugu hiçbir cemaata katilmam, tarikat ise bir tanedir, hepimizin mensup oldugu (senin de) tarik.
Çok şey söylenir ama bir şey demiyorum. Tam yeni dünya düzeni çocuğusun. Bu arada Aleviliği gidip cem vakfı ya da Gülenciliğin yanına yazdın ya helal olsun diyorum.
Ama esas söyleyeceğim şey şudur ki, şu sitede boy gösterdiğinden beridir ilk defa bir soruya insan gibi cevap yazdın. Bravo.
Aleviligi Cem Vakfi’nin yanina yazdin diyorsunuz, Cem Vakfi’nin tanimaz misiniz? Demek ki Alevi kökenli degilsiniz. Ama bi bir mazeret degil, nitekim tahmin edeceginiz gibi ben de alevi kökenli olmamakla beraber bu kesimin faaliyetlerini saygi ile takip ederim. Cem Vakfi, Dogan Dede’nin vakfidir, Aleviler içinde önemli nüfusu temsil eder. Su andaki Baskan Izzettin Hoca’nin babasi 1919 yilinda 4 yasinda iken dede postuna oturmustu, elestiri olsun diye söylemiyorum,haddim degil, yalnizca anektod olarak belirtiyorum. 1950 yillarinda Alevilerin çogu DP’ye yakindi, sonradan CHP’li oldular, Profesör Izzettin Dogan da bir aralar Demirel’e çok yakindi. Hersey görüldügü gibi degil.
Yahu ne diyorsun sen? Senin Cem Vakfı’nı Alevlikle kıyaslaman benim Gülen Cemaati’ni İslam’la kıyaslamam gibidir, saçmalıyosun habire. Bu arada Alevi’yim ben. Hadi eyvallah sana çok zaman ayırdım. Nitekim fikirlerin nereden tutsan elinde kalır.
Konu açılmışken Rıza Zelyut faşisti ve Cemal Şener gibilerinin de Alevi olmalarına rağmen Türk ırkçısı, MHP’li ve Kürt-Zaza-Dersim Alevilerini Türkçüleştirmek istediklerini unutmamak gerek. Yanlış anlamayın ben de Alevileri çok severim. Alevilerin çoğu ilerici ve solcu insanlardır. Ama bunlar gibi gericiler de var içlerinde.
Hem “aleviyim” dersin, hem dinsizim dersin, Alevi liderlerini tanimazsin, söylemistim ya “hem marksist, hem ulusalci, hem kürt milliyetçisi, hem enternasyonalist, hem gerillaci, hem pasifist, hem alevi, hem dinsiz” olunabilen tek ülke bura, bu ne yaman çeliski anne.
(küfür nedeniyle, bu mesaj silimiştir)
İçindeki Alevi düşmanlığını ilk defa kusmuyorsun buraya. Senin gibi yavşak biri ancak Cem Vakfı gibi yavşakları Alevilere kakalamaya çalışabilir. Faşist, senin o “saygın” dediğin itleri sizi olduğu gibi takan yok Aleviler içinde…
Arkadaşlar, üzgünüm ama son iki mesajın da sözlü şiddet nedeniyle yorum olarak kaldırılması için teknik bölüme mesaj yolladım. Haberiniz olsun.
Ben de üzgünüm sayın Zileli.
gün zileli’yi severim, yıldırım türker’i de. gün zileli de yakın geçmişe kadar türker’i sevip sayıyormuş. türker de muhtemelen zileli’ye karşı boş değildir. bu ikisinin beni sevip sevmedikleri konusundan ise fikrim yok, tanısalar severler bence.
her neyse, mesele şu ki zileli bir kaç gün önceki bir röportajında yıldırım türker’i küçüklerine sahip çıkmayıp büyüklerine temenna çakmakla suçluyor, hemen öncesinde de kendisine ulusalcıların o tuhaf karalama metodunu kullanarak, ne zamandan beri menfi bir anlama geldiğini kestiremediğim “vicdanlı” sıfatını alaylı bir şekilde kullanarak hitap ediyor. zileli’nin bahsettiği büyükler akp iktidarı ve onun savcıları ile polisleri. arkasından da insan sevdiğine kızar diye eklemiş. şayet zileli sevdiğine bu kadar aşağılıkça bir şeyi yakıştırabiliyorsa sevmedikleri hakkında neler düşünüyordur acaba. kendisinin şerrinden korktuğum gibi sevgisine mazhar olma arzumdan da vazgemiş durumdayım. yıldırım türker’in eleştirinden münezzeh olduğu gibi bir iddiam yok elbette ama onlarca senedir daima ezilenlerin yanından olmuş, kürtlerin, ermenilerin, eşcinsellerin, işçilerin yani aklınıza gelecek her türlü zulüm gören kesimin yanında saf almış olan türker’i, hem de her fırsatta akp iktidarına ayıp söven türker’i, hem de her dönemde her daim duruşu sebebiyle polisle, askerle, sistemin bekasının müdafisi savcılarla kavgalı olan türker’i, bu ülklenin polis hakkında en cesurca yazıp çizen, adalet sistemi hakkında sürekli en sert eleştirileri getiren insanı olan türker’i, akp iktidarına, polise ve savcılara temenna çakmakla suçlamaktan daha beteri olamaz herhalde. şöyle biri durup düşünüyorum da yıldırım türker’in yerinden olsam ve birisi beni hayatımı vakfettiğim davanın ve tüm inandıklarımın karşısında, senelerce karşısında cesurca durduklarımın ve her fırsatta en ağır şekilde, her şeyi göze alarak eleştirdiklerin safında gösterse kahrımdan ve sinirimden her şeyi bırakır, çeker giderdim herhalde. türker için polise selam çakıyor, savcılardan ve iktidardan yana tavır alıyor demek için nasıl bir ruh hali gerekiyor, zileli bunu hangi akla, hangi izana, hangi mantığa sığdırarak söyledi bilmiyorum ama benim inandıklarım açısından bunun tek ve açık karşılığı vicdansızlıktan başka bir şey değil. hele ki daha düne kadar sevip saydığını söylediği, bütün yazıp çizdiklerini takip ettiği bir insana, hem de senelerdir hem etnik hem dini ötekileştirmenin en büyüğünü yapan soner yalçın hakkındaki bir yazısı sebebiyle bunları yakıştırmasını hiçbir makul, hiçbir mantıklı, vicdanlı, ahlaklı zemine oturtamıyorum, kimse kusura bakmasın.
(coffee and cigarettes, 29.03.2011 14:03)
Ekşisözlük’te böyle yazmış birisi sana hocam
Gün Zileli yalnız değil…
http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1301992602&year=2011&month=04&day=05
Ahmet Şık ve Yıldırım Türker mevzusu devam.
Solcu geçinen DSP’li bakan, solcu geçinen hapishaneler genel müdürü ve yine solcu geçinen jandarma komutani tarafindan tezgahlanip onlarca gencin diri diri yakilmasiyla sonuçlanan “hayata dônüs” operasyonuyla ilgili belgeler gün isigina çikti ve gerçekte “tufan” adi verilmis olan bu operasyonda yogun gaz kullanimi (gençleri bogmak için) ve medya destegi öngörüldügü anlasildi. Bu katliama yazilariyla destek veren ve kamuoyu olusturulmasini saglayan Ertugrul Özkök, M. Yakup Yilmaz, Zafer Mutlu , Hikmet Sami Türk, Ertosun ve jandarmanin o dönemki tüm yetkilileri tutuklanarak, bu yaratiklardan hesap sorulmalidir. Sakin kimse “basin özgürlügü” falan demesin,diri diri yakilanlarin yasama hakki yokmuydu?
Yıldırım Türker, gazete binası içinde fiilen bulunup çalışmadığı için, istediği kadar ayaklanmaya, polise karşı durmaya çalışsın.
Evinin salonunda oturup bunları yazmak ne kadar kolay…. Yıllardır bir ezber tutturmuş, ölüm orucu, açlık grevi vs ‘ana akım medyada yazılmayan’ları yazma misyonunu sırtına geçirmiş, çok tabii yakınında olana ses çıkartmaz. Bizim Kürtler’i veya Kürt olmak şart değil duyarlı ‘muhalifler’i netameli konularla tavlamış gidiyordu. Yolda kaldı. Aşağıdaki yazının linki için teşekkürler Ertan. Ben serinkanlı yazamıyorum ama çok içerden, çok edepli bir yazı yazmış Başar Başaran. Daha da ne denir ki?
Çok radikal bir yazı
05 Nisan 2011
Haberi Paylaş |
Henüz basılmadan yasaklanan bir kitabın sağda solda kalmış bilgisayar kopyalarının peşindeki polisler Radikal gazetesine geldiklerinde ülkedeki tüm demokratlar ayağa kalktı. Ahmet Şık’ın, arkadaşı Ertuğrul Mavioğlu’na ön okuma için gönderdiği taslak metin mahkeme kararıyla Mavioğlu’nun bilgisayarından silinirken herkesin gözü kulağı Radikal gazetesindeydi. Yaşanan darbelere ve cunta dönemlerine rağmen ülke tarihinde sadece tek parti zamanında örneğini görülen böyle bir uygulama elbette herkesi tedirgin etmiş ve bu durumun karşısında ciddi bir kamuoyu oluşmasını sağlamıştı. Ancak gazetenin içerisinden bir sesin meseleye yaklaşımı hemen herkesinkinden farklı oldu. O da 28 Mart tarihinde yazdığı yazıda mesai arkadaşlarına ‘’ Neden o polislere direnmediniz’’ diye soran Yıldırım Türker’di.
Türker yazısında Radikal çalışanlarını şöyle eleştiriyordu:’’ Bu durum karşısında sıradan vatandaşın yapabilecek fazla bir şeyi yok diyelim, gazeteciler buna nasıl izin veriyor? Kapılarına dayanan polise, en değerli muhabirlerinin bilgisayarını kuzu kuzu nasıl ve neden teslim ediyorlar?
Neden o polislere savcılarını da utandıracak şekilde bir direniş gösterilmiyor?’’ Bu suallerin yanıtlarına ilişkin kendi tahminleri de olduğunu söyleyen Türker bunları şöyle sıralıyordu: ‘’Bu tahminlerin önde geleni, gazetecilik ruhunun bu memlekette tükenmeye yattığıdır. İkinci tahminim, Fethullah Efendi yandaşlarının bu kadar fütursuz davranacak kadar palazlanmışlığı karşısında herkeste artık açıkça görülebilen korkudur.’’
Yıldırım Türker’de hasıl olan direniş beklentisi ve hayal kırıklığı üzerine kendisine yardımcı olacağını düşündüğüm bir kupür var elimde. Siren İdemen’in Ahmet Şık ile yapmış olduğu bir söyleşi, Express dergisinin 2005 Temmuz sayısından kesilmiş. Başlığı ‘’17 kollu ahtapot’’ olan bu röportajda Ahmet Şık, Radikal gazetesinden nasıl ve neden kovulduğunu anlatıyor. Ben Yıldırım Türker’in şikayet ettiği ‘Ölmeye yatmış, sinmiş gazetecilik’ olgusunun medyada çok bilinen bu tekil örnek üzerinden daha doğru tartışılabileceği kanısındayım.
Ahmet Şık’ın sekiz yıldır muhabirlik yaptığı gazeteden kovuluş sebebi; çalışma koşullarının iyileştirilmesi için yürüttüğü mücadele neticesinde yönetimin kendisiden rahatsız olması olmuş. Ahmet Şık, röportajda iyileşmesini istediği koşulların neler olduğunu, haftalık çalışma saatlerini sürekli aşacak şekilde düzenlenmiş servis saatlerinden, Doğan Grubu’nda yaşanan besin zehirlenmesine, şirkete kanunen kurulması zorunlu olan kreşin kurulmayışından, çalışan önerilerinin dile getirilmeleri için oluşturulan şikayet sisteminin nasıl sansürlediğine varıncaya kadar uzun uzun anlatıyor. Kendisinin çalıştığı süre zarfında, dile getirdiği her şikâyette yönetim tarafından biraz daha mimlendiğini ve ‘’çıbanbaşı’’ kabul edildiğini anlıyoruz.
Ahmet Şık’ın anlattığı olaylar içerisinde en dehşet verici olan ise, üst yönetimin çalışanlardan değişecek olan iş yasası nedeniyle yenilemesini talep ettiği bir sözleşmenin içeriği. Buna göre; çalışanların maaşları bordroda düşük gösterilirken kalan kısım kendilerine telif olarak ödenmek istenmiş. Burada amacın, şirketin tazminat yükünü azaltmak olduğu anlaşılıyor. Tabii ki çalışanların hakları üzerinden yapılan böylesi bir tenzilat işçiler açısından bir kazanımın kaybı anlamına geliyor. İçlerinde Ahmet Şık’ın da olduğu pek çok insan bu duruma alenen karşı çıkıyorlar. Yönetim nezdinde yapılan bir sürü girişim ve görüşme sonuçsuz kalınca Şık, mahkemeye giderek çalışanlar için mevcut durumun devamını talep eden bir dava açıyor. İşte bu dava Ahmet Şık’ın Radikal’den kovulmasını hızlandıran süreci de başlatmış oluyor. Kendisini bu konuyu görüşmek için çağıran grubun en üst düzey yöneticilerinden Münir Cankurtaran, önce Şık’a davadan vazgeçmesi için para teklif ediyor, kendisi bu teklifi kabul etmeyince de ‘’Çoluk çocuğun var, yazık olur, sen işine gücüne bak’’ yollu nasihatlerle onu yola getirmeye çalışıyor. Bu girişimlerinden bir sonuç çıkaramayan Cankurtaran nihayet ‘’Biliyorsun sektörün yarısı Aydın Bey’in. Bu yarıda çalışamazsan öbür yarıda da biz seni çalıştırmayız, aç kalırsın’’ diyerek Ahmet Şık’ı aba altından tehdit ediyor. Bütün bunlara karşın haklarının gaspına karşı duracağını söyleyen ve uzlaşmayı reddeden Şık’a, yapılan bu telkinleri düşünmesi için bir mühlet veriliyor. Ve böylece Şık ve ailesi için sıkıntılı bir bekleyiş başlıyor. Bu sırada Ahmet Şık maaşının yatması gereken günde yatmadığını fark ediyor. Bu ona sonunun ne olacağına ilişkin kuvvetli bir fikir veriyor. Zira o dönem gazetede bir çalışan için maaşının yatmaması ve manyetik kartının kapı girişinde çalışmaması işten kovulduğu anlamına geliyor.
Ahmet Şık’ a beklediği telefon izinli olduğu bir cumartesi günü geliyor ve kendisine Münir Cankurtaran tarafından gazeteye çağırıldığı söyleniyor. Buradan sonrasını Şık’ın kendi sözleriyle okuyalım:’’’ Münir Bey, seninle görüşmek istiyor’ dendi. İzin günüm olmasına rağmen gazeteye gittim. Bir baktım odasının kapısında güvenlikçiler var. İçeride ise yayın yönetmeni İsmet Berkan, gazetenin avukatı, insan kaynakları müdürü ve Münir Cankurtaran…Üç hafta önce babacan muhabbet yapan adam, gayet sert. Bir kağıt uzattı:’’ yayın yönetmenin İsmet Berkan bir şikayette bulundu, son aylarda performansın düşükmüş savunma vereceksin.’’ ‘’ Tahmin edeceğiniz gibi savunmasından bir saat sonra aranan Ahmet Şık ‘Verdiğin savunma yeterli bulunmadı’ demek suretiyle işten atılıyor. Kendisine uygun görülen tazminat ise elbette bordrodaki maaşı üzerinden hesaplanıyor ve bu meblağ ‘’Kusura bakma bordrodan olunca böyle oluyor’’ denilerek Şık’a veriliyor. İlahlar karşısında tek başına kalan Ahmet Şık’ın çilesi ne yazık ki Radikal’den ayrılmakla da bitmiyor. Çünkü tam da Münir Cankurtaran’ın dediği gibi bu gruptan bu şekilde kovulan bir gazeteciyi basının diğer grupları da almıyorlar. Zira patronlar arasında bir centilmenlik antlaşması var. Bu sebeple Şık önce Alev Er’in’ Gel başla’ demesiyle Aktüel’e geçse de üç gün sonra Doğan Grubu’nun müdahalesi ile yeni işinden de atılıyor ve tekrar işsiz kalıyor.
O dönemde Radikal gazetesindeki sendika mücadelesini birlikte yürüttüğü arkadaşlarından Hakan Gülseven ‘’ Ahmet’e dokunan yanar’’ adlı yazısında Ahmet Şık’ı şöyle anlatıyor:’’ Ahmet Şık sendikal faaliyetin en canlı çalışanlarından biri oldu. Öyle kenarda parası falan olan tiplerden değildi, zar zor geçinirdi, her ay sonunu borçla getirirdi, yine de sendikal faaliyetten dolayı atılma tehlikesine karşı, her zaman yaptığı gibi gülümseyerek, bir göz kırpıp kat kat dolaşır, sendika propagandasına devam ederdi.’’ Gülseven’in Ahmet Şık ile ilgili aktardığı şu anısı onun patronajla ilişkisini anlamamız, dahası kovulma sebeplerini görebilmemiz açısından çok önemli. ’’ Kriz bahanesiyle Aydın Doğan bize ‘sıfır zam’ layık görmüştü. Maaşlar çok düşük. Hiçbirimiz geçinemiyoruz. Bir gün, ne hikmetse, Aydın Doğan hepimizi müdürlerin yemek yediği paralı alakart lokantasına davet etti. Izgara levrek ikram edilmişti. Aydın Doğan şirinlik yapmaya çalışıyor, ‘çalışanlarım beni sevsin’ gibi bir ruh halinde, hiçbir zaman üzerine yakışmayan ‘babacan’ pozuyla krizin etkilerinden falan söz ediyordu. Aydın Doğan’a ilk karşılık Ahmet’ten gelmişti: “Geç bu işleri,” der gibi, “Bize layık gördüğünüz maaşla yaşayamıyoruz!” diye kalkmıştı ayağa. Arkasından ben de ağzıma ne geldiyse söyledim. Aydın Doğan öfkeden morardı, hakiki haline döndü… O dönem yayın yönetmeni olan İsmet Berkan’a, “Sizin orada bildiğin komünistler çalışıyor!” demiş…’’
İşte Yıldırım Türker’in ‘’Yazdığı kitabın taslağını koruyamadınız’’ diye arkadaşlarına sitem ettiği Ahmet Şık’ın Radikal’den kovuluş hikâyesi tastamam böyle yaşanıyor. O günlerde de yine Radikal’de çalışan Türker’in bu meseleyi ele alan bir yazısı olup olmadığını arşivde kontrol ettim ama bulamadım. Görebildiğim kadarıyla kendisi Ahmet Şık’ın kovuluşuna ‘’direnmediği’’ gibi yazılarında da ne gazetedeki çalışma koşullarını ne de bu koşullara karşı çıkmanın karşılaştığı baskı ve sansürü dert edinmiş. Yani Ahmet’in kendisini patrona karşı bile koruyamamış arkadaşlarından, Ahmet’in kitabını polise karşı savunmasını beklemek gibi bir naifliği dile getiren Türker, o gün şimdi direniş beklediği insanlardan çok farklı bir tavra sahip olamamış. Eğer bunun aksi bir durum varsa ve ben bilmiyorsam peşinen özür dilerim. Ancak ne olursa olsun, kendisinin şimdi ‘’ölmeye yatmış gazetecilik’’ konusunda ‘tahmin’ aşamasına gelmiş olmasını sevindirici bulmak gerekir. Bir inkişafdan söz edebiliyoruz. Ancak işin bütününe bakınca, naifliğinin sınırı olmadığını da eklemek lazım. Zira içinde bulunduğu yapıyı tanıması için yeteri kadar zaman geçirmiş görünüyor. Yüreği temiz olduğundan insanlara konduramamış zahir.
Ne var ki; bir direnişin oluşması için orada beraberlik bilinci ve duygusu gerekir. İşsizlik korkusuyla iğdiş edilmiş, kariyer zırvalarıyla yabancılaşmış insanların tekelci düzen karşısında yalnızlığını gidermeden herhangi bir konuda ortak tepki ummak mümkün değildir. Geçim sıkıntısı, gelecek korkusu ve artan ihtiyaçlarının cenderesinde sıkışan insanların bu kaygılarının üzerine tek başlarına gidebileceklerini düşünmek safdilliktir. Sabah gazetesindeki grev sırasında, dışarıdaki arkadaşları ile yan yana görülmekten çekindiği için sigara içmeye çıkamayan insanların korkusundan söz ediyoruz. Ahmet Şık gibi yürekli olamayan çoğunluğun sendika denilince kaçacak delik aramasından bahsediyoruz. Bu insanların yalnızlık ve sinmişliği, taleplerinden vazgeçmesinin dayatıldığı toplantıda Ahmet Şık’ a Münir Cankurtaran’ın dışarıdaki insanları kast ederek ‘’ Değmez Ahmetçiğim bunlar için’’ demesindeki özgüveni sağlamaktadır. Patronu bu denli küstahlaştıran işçinin parçalanmışlığıdır Herkesin kendi menfaatini aradığı yerlerde hiç kimse mutlu olamaz. Türker gibi direniş destanları beklentilerine girmeden yapılması gereken önce kendi içinde bulunduğumuz düzeni değiştirmek için çaba göstermektir.
Yeni ‘’Devrimci’’ Radikal’de çalışan özellikle sol görüşlü yazarların meseleye bu açıdan bakmalarını ve çalıştıkları yerin tarifini doğru yaparak kendilerini bu devrim masalına kaptırmamalarını salık veririm. Çözüm olacaksa öncelikle ve sadece beraberlik ruhunun tesisi ile mümkündür. Yoksa mevcut sistem alabildiğine güçlenerek devam ederken Yıldırım Türker’den bir ‘’Özgür Gündem’’ öykünmesi okumak ya da Koray Çalışkan’ın herkesi ‘’Radikal’în içi boşalmasın’’ diyerek gazaya çağırdığını görmek en hafif tabiriyle absürttür. Eyüp Can’ı panzerlerin üstünde, Oral Çalışlar’ı barikatlarda savrulurken düşünmek gibi bir saçmalığı beraberinde getirir. Olan biten Sırrı Süreyya’nın Hakkı Devrim’e poşu alması gibi bir sürreal tablodur ki; bak bak bir şey anlamanız mümkün değildir.
BAŞAR BAŞARAN
twitter.com/nobasaran
Bizim polis görevlisi yine coştu… “Solcu geçinen hapishane müdürü, solcu geçinen komutan” ha… Hiç güleceğim yoktu, beni iyi güldürdün. Allah senden ve amirlerinden razı olsun evladım, mizah dergisi gibisiniz… (Hazır elin değmişken, tutuklanacaklar listesine, operasyona o dönem tam destek veren Zaman, Yeni Şafak, Akit yöneticilerini ve yazı işleri müdürlerini de katıverseydin)
Saga sola polis görevlisi demeye de devam et. Derin devlet için çalisan senin gibi ajanlar teker teker ortaya çikarilacak, eski Stasi ajanlari gibi kaçip saklanacak delik arayacaksiniz, sizi Israil bile kabul etmeyecek. Ertosun solcu geçinmiyor muydu, CHP’li degil mi? Yarsavci degil mi? DSP’lilerin çogu bugün CHP’de degil mi? DSP solcu geçinmiyor muydu? Cetin Dogan bile solcu geçinmiyor mu. Ve sen, sen solcu geçinmiyor musun? Diri diri yakilan genç kizlarin, genç erkeklerin laneti üzerinizde olsun, kemalizmin hizmetinde yaptiginiz tüm cinayetlerin hesabini ayaginizi sürüye sürüye, kolay kolay ölmeden, kör olmadan görün, herkes de sizin sonunuzu görsün de ibret alsin. Zaman, Yeni Safak, Akit senin Aysdinlik, Cumhuriyet, Hürriyet ve Vatan’dan kat kat iyidir, en azindan o gazetelerdeki insanlar Ergenekon’un kullanisli gazeteciler listesinde yer almiyor, kullanisli solcular listesi de yakinda açiklanir, o zaman seni de görürüz Can efendi, isminde heyir yok ki kendinde heyir ola…
Keh, keh, keh….
Delidir ne dese yeridir.
başar başaran da gerçekten çok zekice şeyler yazmış. türker’in neden direnmediniz diye sorması üstüne gelen yanıt aha şu: sen kendine bak!
türker’in kim olduğunu, nerelerde, kimlerle neye karşı mücadele ettiğini uzun uzun nalatmak isterdim ancak vaktim yok kısaca şunu diyeyim: türker, kendisi şık’ın işten atılmasına karşın mücadele etmemiş “olsa bile”, söyledikleri yanlış, haksız, yersiz, anlamsız olmuyor. radikalde yazıyon, sen nası solcusun diyenler için daha önce yazmıştım. yukarıdan bakabilirsiniz dilerseniz.
epeydir uğramamıştım, tartışma ne boyuta geldi bakamadım. abuk subuk insanların yazdığı kerameti kendinden menkul lakırdılar dışnıda gözüme çarpanlardan birine değinmeden geçemeyeceğim: doğu perinçek’e özgürlük diye bağırmamız bekleniyorsa çok beklersiniz arkadaşlar. biz zaten f-tipine, tecrite, onu bırak tüm hapishanelere ve düzenin kendi koyduğu çarpık kurallar ve yöntemlerle uyguladığı yaptırımlara karşıyız. ben f-tipine ve tecrite karşı haykırırken insan ayırmış değilim. şimdi, zamanında f-tipi güzellemeleri yazan tuncay özkan ve namlı nasyonal sosyalistlerin adını “özellikle” haykırmam bekleniyorsa, bekleyen yanına okuyacak bi şeyler alsın. uzun sürecek.
Başar Başaran’ın yazısı bence çok iyi bir Yıldırım Türker eleştirisi olmuş. Her daim basında tensikat denilen kıyımlara gidilmiştir ve bu konuda holding medyasında Umur Talu dışında kalem oynatan tek bir kişi olmamıştır. Yıldırım Türker, öyle düşündüğünden midir, yoksa başını patron katıyla derde sokmama gayretinden mi bilemem, basındaki yozlaşmanın kökeninde yatan temel meselelere hiçbir zaman değinmedi. Bu mesele için, “bize ne canım medyanın iç işleyişinden” diyecekler varsa büyük yanılgı içindedir kanımca. Medya holdingleri düzenin merkezindeki kapitalist işletmelerdir. Burada olan biten de basitçe oralarda çalışanlar ile yöneticileri ya da patronları arasında olmanın çok çok ötesindedir. Yıldırım Türker tabii ki, bu meselelere değinmek zorunda da değildi ama bu ilgisizliğinin sorgulanması ve eleştirilmesi de sonuna kadar haklıdır. Toplumsal konularla ilgili yazacağı tek şey, “Vah garip, çok yazık sana bunu hangi vicdansız yaptı? Kesin Ertuğrul Özkök alçağıdır…” tarzı yazılardan bir adım öteye gitmediği için ben hayran kitlesi arasında değilim. Bu medyadaki okunacak çok az yazardan birisidir ama öyle fazlaca da abartılacak bir yazar olduğunu düşünmüyorum.
Yine dügmeye basıldı ve savcı zekeriya öz acıga alındı Zekeriya Özün hata yapmasını kolladılar ve kitap basımı ergekoncuların umutu oldu olacaktırdada.Ama dikkat ceken en önemli husus ordunun içinde ergenekoncuları kollmayan geri plana atan insanların olması Basbug Kosaner gibi HERNEYSE olan ihale 2-3 gazeteecyi patlar demiştik dedigimiz çıktı insallah onlarada af cıkar bı daha onurlu yaşam biçimi kendilerine secerler yalakagının sonunun olmadıgını anlarlar.En önemli husus içimizdeki tüö özgür düşünclerin asla sona ermeyecegini içimizdeki tüm radikal düüsnceleri hep var edecegimiz bir dünya olsun YAŞASIN AŞK YAŞASIN DEVRİM YAŞASIN ANARŞİ
Sayın Önsöz Yazarı hocam gün zileli size degil o kendini burda biliyo Biz Libyaya İzmirden anca Devrim RUHUMUZU götürürüz Oda Bizi Götürmezler İŞlerine gelmez.İzmirden Lİbyaya anca HAYATIN ortaklasa paylasıldıgı doganın ve dünyanın tek yasam biçimi olan ANARŞİ ruhu anca kalkar
Doğu Perinçek’e, telefonda eşi Şule Perinçek’e seçim propagandası yaptığı gerekçesiyle soruşturma açılmış!
Sayin Zileli, siz Halil Berktay’a polis köpegi diyerek büyük bir hata yaptiniz, maalesef haddinizi bilmemektesiniz. Düzeyiniz bu imis demek ki.
Ben Halil Berktay’a polis köpeği demedim. Polis köpeklerine polis köpeği dedim.
Yıldırım Türker ucu hiçbir ciddi iktidar sahibine değmeyen, “ah yazık” demek düzeyinde vicdan pazarlamacısı bir yazar. En son Birgün’de yazaacaklarının duyurulduğu reklamın ardından sergilediği tutum da iktidar sahibini kerterizleyen, hesapçı tavrının açıklık kazandığı bir olaydır. Zileli az bile söylemiş. Diğerleri için de…