Fikret Başkaya’nın Mahkeme Savunması

Fikret Başkaya’nın “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan yargılandığı,Ankara’daki 21 Mart günlü duruşmada, Başkaya yüzün üstündeki izleyicinin önünde tarihi bir savunma yaptı. Ardından Başkaya’nın avukatları da kapsamlı savunmalar yaptılar. Duruşma, savcının esas hakkındaki mütaalasını okuması için 10 Eylül 2019 tarihine bırakıldı. Başkaya’nın ve avukatların savunması tam anlamıyla “Savunma Yargılıyor” dedirtecek cinstendi. Aşağıda Fikret Başkaya’nın savunmasını veriyoruz.

Savunma

Fikret Başkaya’nın 21 Mart 2019 da, Ankara 21’inci Ağır Ceza Mahkemesinde yaptığı savunmadır

Mahkemenin sayın başkanı, sayın üyeler…

7 Kasım 2016’da, Özgür Üniversite’nin internet sayfasında yayınlanan, “Asıl terör devlet terörüdür”, başlığını taşıyan yazıda, ‘terör örgütü propagandası’ yaptığım ileri sürülerek, savcı Yarcan Mutlu tarafından 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesi gereğince, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmam talep edilmektedir…

Teröre karşı yazılmış, daha da ötede,terörü lânetleyen bir yazıda, terör örgütü propagandası keşfetmek, her halde, sayın savcının ‘yüksel yeteneğiyle’açıklanabilirdi… Nitekim, 43 sayfalık iddianamenin, 29 sayfasında, PKK’nin tarihi anlatıyor, geri kalan 11 sayfada da ‘Terör örgütü propagandasına” dair bilgilere yer verilmiş. İddianamenin benimle ilgili kısmı sadece bir sayfa… Dava ile ilgili olmayan o iki parçanın bir yerlerden alınıp, bir sayfalık iddianın önüne monte edildiği anlaşılıyor… Dolayısıyla bu ‘gayri ciddi’ bir iddianamedir. Hiç bir asgari tutarlılığa ve inandırıcılığa sahip değildir… Üstelik mahkemenizi de boş yere meşgul etmektedir…

Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesinde tarif edilen suçun oluşması için gereken eylemler; “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermek, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini övmek, bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapmak” olarak tanımlanmıştır… Benim yazımın hiç bir yerinde söz konusuunsurların zerresi bile bulunmamaktadır… Yazıyı okuyan ‘ortalama biri’ asla öyle bir amacın mevcut olmadığını rahatlıkla teslim edecektir. Acaba sayın savcı, yazının neresinde bir örgütün eylemlerini meşru gösteren, övenveya o yöntemlere başvurmayı teşvik eden bir şeyler bulmuştur?

Oysa benim böyle bir yazı yazmaktaki amacım, terör ve terörist kavramlarına açık getirmek, egemenin söylemini açık etmek, söylemle gerçek arasındaki uyumsuzluğu teşhir etmektir… Bir örgütün propagandasını yapmak asla söz konusu değildir. Terör kavramı siyasi literatüre Büyük Fransız Devrimi döneminde girmiştir ve ilk defa Kasım 1794 de telaffuz edilmiştir. 5 Eylül 1793- Temmuz 1794 arasındakirejime verilen addır.

Bizim dilimizde terörün karşılığı tedhiştir ve tedhiş, ‘dehşet verme, dehşete düşürme, şaşırtma, korkutma, yıldırma’ demeye geliyor. Oysa, Bir baskı ve şiddet yöntemi olarak terör, devletin tanımında vardır, onda mündemiçtir ve devletle yaşıttır. Devlet, şiddet kullanma tekeline sahip yegane aygıttır. Bidayette de baskı, şiddet, korku, yıldırma, korkutmaya sayesinde, zora dayanaraktesis edilmiştir ve varlığını şiddeti, baskıyı, terörü sürekli kullanarak, manipüle ederek sürdürmüştür… Fakat egemen söylem devletin kendi şiddetini, kendi tedhişini tedhiş, kendi terörünüterör saymaz. Zira, neyin terör, kimin terörist olduğuna devletin adamları, onların akıl hocaları, egemen ideolojiyi/resmi ideolojiyi üretip yayan bilimi kendilerinden menkul zevat, “konunun uzmanı” denilenler karar verir… Boşuna, “nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir” denmemiştir… Bir devlet ne kadar büyükse, ne kadar güçlüyse, tedhiş [terör] uygulama, dayatma yeteneği de o kadar büyüktür. Şimdilerde terörle mücadelenin sembolü sayılan Amerika Birleşik Devletleri en büyük terörist devlettir. Tabii en büyük teröristin ‘terörle mücadelenin sembolü’ sayılması da rahatsız edici bir ironidir… ABD’nin İkinci Emperyalist Savaş sonrasında Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da, Orta-Doğu’da55-60 milyon insanı hunharca katletmesi ‘devlet terörü’ değil miydi?

İkinci dünya savaşı sona erdiği halde, ‘uygar dünyanın’ sembolü ABD, ürettiği yeni kitle imha silahını denemek amacıyla, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atıp, ilk anda 220 binden fazla insanı öldürülmesinden, geri kalanların da o gün bu gündür rodyoaktif zehirlenmeye maruz kalmasından, doğanın tahrip edilmesinden daha büyük terör olur muydu? Aynı şeyi devlet dışı, devletin terörist saydığı herhangi bir örgüt yapabilir miydi? Bir şey daha var: ABD’nin işlediği bu utanmaz cinayet, bu insanlık suçu, bir de Uygar Batı’dabir “bilimsel devrim”,bir “bilim harikası” sayılıp kutsanmıştı…

Arjantin’de Amerikancı askeri cuntanın 1978-83 aralığında 20 binden fazla muhalifi uçaklardan okyanusa atması, insan yağmuru denilen de bir devlet terörü değil miydi… Öyle bir vahşeti herhangi bir terör örgütü gerçekleştirebilir miydi? Siyonist İsrail Devletinin 1948’den beri Filistin halkına reva gördüğü de bir devlet terörü değil mi? Başta ABD, AB ve kolektif emperyalizmin uşağı olan devletler tarafından terör sayılıp hiç lânetlendi mi?.. Öyle bir şey mümkün müdür… Siyonist rejimin destekçilerinden öyle bir şey beklenebilir miydi?

Kaldı ki, devletler tarafından terör örgütü sayılan örgütlerin arkasında da ekseri devletlerin olduğu gerçeği gözlerden kaçırılıyor. Terör Örgütüdenilenler,genellikle devletler tarafından, onların istihbarat örgütleri tarafından peydahlanıyor, manipüle ediliyor, eğitilip-donatılıp sahaya sürülüyor, finanse ediliyor…

Devletlerin ve mülk sahibi sınıfların medyası, burjuva siyasetçileri, ‘terör uzmanı’ denilen zevat ve akademinin çok unvanlı efendileri gerçeği gizlemekte, yalanı büyütmekte kusur etmiyorlar… Mesela, Afganistan’da Ruslara karşı savaştırılan Taliban, bir ABD- Suudi ortak yapımıydı. Başlarda ‘Uygar Batı’da onlara “özgürlük savaşçıları’ deniyordu. Aynı örgüt ve türevleri daha sonra nasılsa katli vacip ‘terör örgütü’ sayıldılar, üstelik Afganistan’a emperyalist müdahalenin gerekçesi de yapıldılar… Bu, başlı başına terörün emperyalist çıkarlar için nasıl manipüle edildiğinin, nasıl kullanıldığının tipik bir örneğidir… Dolayısıyla, “terörle mücadele söyleminin” asıl işlevi, terörü bahane ederek, haklıdireniş hareketlerini etkisizleştirmek, özgürlük taleplerini püskürtmek, sınırlı demokrasi ve özgürlükleriyok etmek, baskıcı-despotik rejimleri dayatmak, başta ABD olmak üzere, emperyalistler tarafından ‘muteber sayılmayan’ devletleri çökertmektir…

Bu vesileyle yasallık/ meşruluk ilişkisini de hatırlamak gerekiyor. Zira, her zaman yasallıkla meşruluk veya yasal olanla meşru olan arasında doğru yönde bir ilişki yoktur. Her durumda yasal olan meşru olan değildir. Nitekim bir diktatör: Sıkı yönetim ilan ettiğimize göre, artık yasal olarak öldürebiliriz”demişti… 12 Mart, 12Eylül Amerikancı/NATO’cu askeri darbe dönemlerinde sıkı yönetim koşullarında yapılanlar devlet terörü değil miydi? Devlet kendi şiddetini, kendi terörünü “yasalara uyduruyor”. Terör, şiddet, tedhiş yasal olunca sorun çözülmüş mü sayılıyor?

Esasen, terör, terörist ve terörle mücadele söylemi, devlet terörünü gizlemeye, görünmez kılmaya yarıyor. Ya da aynı anlama gelmek üzere, devletin yaptığı terör sayılmıyor! Öyle ya “kutsal devlet” öyle bir şey yapar mıydı? Terörün faili her zaman başkasıdır… Bu ülkede sayıları binlerle ifade edilen ‘göz altında kayıplar’, “faili meçhul cinayetler” denilenler de aslında devlet terörü değil midir? Bir insan ‘göz ününde olsun’ diye göz altına alınır… Polis, jandarma ve asker insanları göz altına alıyor, bir de bakıyor ki, göz altına aldığı buharlaşmış… Bu saçmalığa kim ciddiye alabilir? Cumartesi Annelerine bak anlarsın… denecektir!Binlerle ifade edilen ‘göz altında kayıp’, ‘faili meçhul cinayet’ olur mu? Şeyleri adıyla çağırmamak bir yalan söyleme yöntemidir ve şeylerin gerçeğini söylemek de entellektüelin, misyonu ve varlık nedenidir… Elbette gerçeği söyleyenin düşmanı da çok olur. Santiago Rámon y Cagal şöyle diyordu: “Hiç düşmanın yok mu? Bu nasıl mümkün oldu? Her halde ya gerçeği hiç söylemedin, ya da adaleti hiç sevmedin!”

Roboski’de 18’i çocuk, 34 kişinin katledilmesi bir devlet terörü değil miydi? 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın, bedenine isabet eden 13 kurşunla katledilmesinden daha büyük terör olur muydu?

Harika yazar, dünya güzeliSabahattin Ali’nin hunharca katledilmesi bir devlet terörü değil miydi? Bu devlet, bu rejim, özgür düşüncenin, özgürlüklerin ve demokrasinin iflah olmaz düşmanıdır. Muhalifi düşman, farklı düşüneni hainsayıyor ve öyle muamele ediyor… En değerli yazarlarını, şairlerini, düşünürlerini, sanatçılarını, bilim insanlarını, gazetecilerini katletmediği zaman, mahpushanelerde çürütmüş, işsiz ve aç bırakmış, sürgüne zorlamıştır… Lâkin bir şey var: Özgür düşünceyi, özgür tartışmayı, ifade özgürlüğünü yasaklayan bir rejim, önünü göremez, yolunu bulamaz, çürür ve çöker…

Fakat devlet her zaman ‘kendi yasalarına’ uyma gereği de duymaz… Devlet bütçesinde “Örtülü Ödenek” diye bir kalem vardır. “Örtülü Ödenek” demek, yasa dışı, ahlak dışı, gayri meşru, insanlık suçu kategorisine giren, ‘kirliişler’, yapılacak, insanlık suçu işlenecekdemektir. Örtülü ödenek, ‘halkın duymaması, bilmemesi gereken’ kirli işler için ayrılır… Devletin ‘kendi yurttaşlarından’ gizleyeceği bir şeylerin olması, meşru mudur, kabul edilebilir bir şey midir?Bu durumu eleştirmeye kalktığınızda da cevap hazırdır: “O bütün devletlerde vardır” … Bütün devletlerde olunca yapılan meşruiyet ve masumiyet mi kazanıyor? Hani su-î misal emsal olmazdı…

2009’da, İstanbul’daki KCK eylemlerinde belediye otobüsüne molotof atılmıştı. Otobüste bulunan 17 yaşındaki Serap Eser yanmış, 29 gün sonra da vefat etmişti. Dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, İstanbul Küçükçekmece’de lise öğrencisi olan Serap Eser’in İETT otobüsünde yanarak yaşamını yitirmesine neden olan molotof kokteylini atan kişinin MİT elemanı olduğunu açıklamıştı… Bu, faili devlet olan bir terör eylemi değil miydi?

“6-7 Eylül muhteşem bir örgütlenmeydi” diyen,eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri,emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun: ” Eğer bir yerde halkın galeyana gelmesini arzu ederseniz, sizin saygın değerlerinize düşmanın, karşı tarafın bir şeyler yaptığını, küçültücü hareket yaptığını gösterirseniz, halkı galeyana getirirsiniz. Özel Harpte bir kural vardır: Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela…”General’in söylediklerinden,devletin bir işinin de ‘topluma tuzak kurmak’ olduğu anlaşılıyor…

Düşünceyi engellemek de , entellektüeli caydırmak da mümkün değildir…

O halde sadede gelebiliriz… Hiç bir ‘terör örgütü propagandası’ imasıdahi içermeyen bu yazı neden dava konusu yapılmış olabilir? Aslında amacın düşünceyi yasaklamak, sansürü ve oto-sansürü dayatmakla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Bu tür yasaklar sadece cezalandırılmak istenen kişiyi hedef almaz… Benzer şeylere tevessül etme potansiyeli olanların önünü kesmeyi de amaçlar. Her ne kadar sansür, baskı ve yasaklar sadece aykırı, muhalif, yeni ve orijinal fikirleri ortaya atanlara yönelse de, kapsam ve etkinlik alanı sanıldığından daha geniştir. Birilerine yönelik baskı, egemenler tarafından başkalarını “ehlileştirmenin” bir aracı olarak görülür. Düşüncelerinden dolayı birilerini cezalandırmak, başkalarını korkutmayı, göz dağı vermeyi amaçlar. İnsanlar, şunu yazar, bunu söyler veya resmedersembaşıma bir iş gelir mi? sorusunu sormaya başladıklarında artık sansür ‘içselleşmiştir’… Oysa, sansürün ‘içselleştirildiği’, ‘olağanlaştırıldığı’ bir toplum, bilimsel, estetik, entellektüel yaratıcılığı ve dinamizmi dumura uğramış bir toplumdur ki, öyle bir rejimin sorun çözme yeteneği de kaçınılmaz olarak zaafa uğrar…

Entellektüel işlev sadece bazı yeni, aykırı, orijinal fikirleri ortaya atmaktan ibaret değildir. Entellektüelin gerçek anlamda entellektüel sıfatını hak edebilmesi için söylediklerinin, savunduğu fikirlerin gereği olan bir ‘duruş’ da sergilemesi gerekir. Velhasıl, sözünün eri olmayan birinin entellektüel sayılması mümkün değildir. Entellektüel, hiç bir düşünce yasağına, hiç bir resmi ve egemen ideoloji kategorisine, hiç bir tabuya itibar etmez. O, hiç bir Kiliseye tâbi değildir. Julien Benda’nın zarif bir şekilde ifade ettiği gibi: “Entellektüel, tüm dünya yalan karşısında secde ederken bile, insanlık vicdanını savunabilendir”. Şöyle de söyleyebiliriz: Eğer baskı ve yasaklar onun bilincini hapsetmeyi amaçlıyorsa ki, öyledir, buna mutlaka itiraz etmelidir. Bilincini hapisten kurtarmak için vücudunun hapsedilmesini göze almalıdır… Tabii, gerektiğinde daha fazlasını da…

Entellektüel ‘uzman’ değildir. Uzman, sınırlı bir konuda bilgi sahibidir ama ‘bütünden’ habersizdir. Ağacı görür de ormanı görmez… Egemenlik sistemi, sömürü düzeni, uzmanı boşuna yüceltmez.Oysa hakikat [gerçek] bütündedir. Entellektüel bütüne odaklanır, şeylerin gerçeğine nüfuz etmeyi, şeylerin gerçeğini açık etmeyi amaçlar..

Eğer düşünce ‘gerçek düşünceyse’, onu engellemek, etkisizleştirmek mümkün değildir. Zira düşünce ifade edilip muhatabına ulaştığında, insanlar tarafından içselleştirildiğinde artık “gerçekleşmiştir”… Tabii, insanın kafasında bir şeyi tasarlaması, aklından bir şeyler geçmesi düşünce değildir. Ya da aklından öylesine ne geçen şeyler düşünce değildir. Eğer düşünce bir amaç için tasarlanmış, söylenmiş veya yazılmışsa ve muhatabı olan kitleyeulaşmış ve onlar tarafından içselleştirilmişse, düşünce sayılabilir. Ancak bu durumda gerçek anlamda düşünceden ve düşüncenin gerçekleşmesinden söz edilebilir…Bu yüzden, ‘düşünceler, fikirler kitleler tarafından içselleştirildiğinde, kitlelere mâl olduğunda maddi birer güç haline gelirler’ denmiştir. Bu niteliğinden ötürü de, gerçek düşünce baştan sona ‘soyut’ bir şey değildir. Dolayısıyla ‘düşünce özgürlüğü doğrudan sınıf mücadelesini angaje eden bir şeydir…

Nasıl çocuk doğmadan çocuk değilse, düşünce de ‘gerçekleşme olmadan’ düşünce değildir. Aynı kapitalist toplumda ‘artı-değerin’ gerçekleşmesinde olduğu gibi… Nasıl, kapitalist toplumda ‘gerçekleşme’ ancak üretilen mal satıldığında gerçekleşiyorsa, düşünce de hedef kitleye ulaşıp-içselleştirildiğinde gerçekleşmiş olur. Artık o aşamadan sonra yazılanı, söyleneni, resmedileni, vb. yasaklamanın, cezalandırmanın bir kıymet-i harbiyesi, bir anlamı yoktur…

Her halde “düşüncenin gerçekleşmesi” dediğime en çarpıcı, en öğretici örnek, Galileo Galilei’nin serüveni olabilir., XVII’inci yüzyılda yaşamışolanGelileoGelilei, bilimsel araştırmalarının sonunda geçerli hakim düşünce sisteminin, dönemin egemenlerininasla kabullenemeyeceği bir şey söyledi, yeni bir tez ortaya attı: “Sabit olan, hareketsiz olan dünya değil, güneştir, güneş dünyanın etrafında dönmüyor, dünya güneşin etrafında dönüyor” dedi. Böylece dönemin egemen ideolojisinde,egemen düşünde sisteminde büyük bir gedik açılmış oluyordu… Katolik Kilisesinin Kardinalleri bunu kendi düşünce sistemlerine ve egemenliklerineyöneltilmiş büyük bir saldırı saydılar ve harekete geçtiler. Galileo Galilei, 22 Haziran 1633’de, Roma’da, Santa Maria Sopra Minevra kilisesinde kurulan Engizisyon Mahkemesinde, Kardinaller tarafından yargılandı. Gerçi Galileo, mahkemede geri adım attı, iddiasını geri aldı, inkâr etti ama artık iş işten geçmiş, ok yaydan çıkmış,su köprüyü bölmüş,, “düşünce gerçekleşmişti”.Galileo Galilei, mahkemede entellektüele yaraşır bir tavır ortaya koyamasa da,insanlık ve uygarlık tarihinde yeni bir çağın habercilerinden biri olacaktı… Böylece, modernite ve aydınlanma devrimine giden yol aralanmış oluyordu…

Dava konusu yazıyı bahane ederek beni cezalandırmak beyhude bir çaba olur, zira ‘düşünce gerçekleşmiş”, amaç hasıl olmuş bulunuyor… ‘Düşünceyi engellemek mümkün değildir” derken söylemek istediğim budur…

Maruzatım bundan ibarettir… Saygılarımla…

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

14 Comments

  1. Zileli bey,
    Fikret Baskayanin – Oysa, Bir baskı ve şiddet yöntemi olarak terör, devletin tanımında vardır, onda mündemiçtir ve devletle yaşıttır. Devlet, şiddet kullanma tekeline sahip yegane aygıttır – fikrinden cikan sorular
    Simdiye kadar devletsiz toplum oldumu Siyasi felsefede toplum ve devlet esanlamli degilmi Devlet olmasa kulturde, sanatta, edebiyatta, muzikde, bilgide, egitimde gelisme ve ilerleme mumkunmu Devlet olmasa yasalari kim yapacak ve icra edecek Devlet olmasa sinirlari kim savunacak Yollari, kopruleri okullari kim yapacak Ormanlari dogal kaynaklari kim koruyacak Parayi kim basacak bu alanlarda devletsiz toplumlara kiyasla devletli toplumlarin cok daha hizli ilerledilklerà dogru degilmi

  2. Tamamen hatalı bir bakış açınız var. İnsanlık tarihi yüz binlerce yılı kapsar. Toplumların tarihi ise on binlerce yılı. Devletli toplumun tarihi ise sadece on bin yılı. Devlet dediğiniz şey saydıklarınızın hepsinde bir ayak bağıdır. Size Rudolf Rocker’in Kaos Yayınları’ndan yeni çıkan Milliyetçilik ve Toplum kitabını okumanızı salık veririm. Sorularınızın hepsinin yanıtı orada var. Burada iuse yanıtlamam çok uçun sürer.

  3. “İlkel komünal toplum”da devlet yoktu çünkü sınıflar yoktu çünkü artık ürün yoktu. Bu tarım öncesi toplum tipinin tarihi tarım sonrası devletli toplumların tarihinden kat kat uzundur.

    Toplum ve devletin eşanlamlı olduğu yani bildiğimiz anlamda toplumdan ayrı ve toplumun tepesinde duran devletin olmadığı durumlar çok istisnaidir. Akla neredeyse sadece antik Atina demokrasisi geliyor. Bu tarz bir idealin yeniden yaratılması komünizme dair ütopyaların parçasıdır, anarşistler için bu konu Marxist komünistlerden daha da önceliklidir.

    Kültür, sanat hatta bilim icat gibi yaratıcılık gereken konularda devletin rolü ikirciklidir. Rocker’ın kitabı bu konuda antik, ortaçağ ve modern dönemde devletin yaratıcılığı boğduğunu ortaya koyar. Bu günümüzde de özellikle baskıcı devletlerde aynen geçerlidir. Fakat meselenin bir başka boyutu daha var günümüzde. Piyasa ve özel sektör bu alanlarda ceberrut devletten farklı saiklerle (miyopik ve bencil kısa dönem kar güdüsü) ama benzer şekilde kontrolcü bir eğilim içindedir. Bu ortamda temel bilim ve araştırmanın, hatta piyasada hemen alıcı bulamayan avantgarde kültür-sanatın fonlanmasında düzgün şekilde örgütlenmiş devlet politikaları etkili olabilmektedir. Örneğin Roosevelt’in New Deal döneminde binlerce tiyatro oyuncusu, yazar, aktör, şair vb. devletçe fonlanmıştır. Bilim-teknoloji-tıp gibi alanlarda da devletin fonlamak ama yeterli otonomiye izin vermek koşuluyla hayati rolü vardır. İnternetten tutun uzay yolcuğuluna kadar en göz alıcı ilerlemelerde devletin rolü kurucu olmuştur. Bu konuda Mazzucato’nun “Girişimci Devlet” adlı eserini tavsiye ederim. Burada devletin nasıl bir vizyon ile hareket ettiği önemlidir.

    Yol köprü eğitim sağlık gibi altyapıların devletten ziyade “kamu” tarafından yapılması akla uygundur. Bu kamu, hiyerarşik ve bürokratik bir devletten ziyade, anarkosendikalist veya özgürlükçü belediyecilik tarzı federatif bir yapıda olabilir. Böyle bir yapıya sadece kamu idaresi boyutu olduğu için devlet dememek gerekir, burada kavram ve terimleri kullanmakta zorluk çıkıyor çünkü değişik düşünce ekollerinde değişik göndermelere sahip (liberal, Marxist, anarşist…). Benzer şeyler çevre koruma kuralları ve (sönümlenmediği varsayılırsa) para rejimi için de geçerli…

  4. Size yazmamin nedeni Baskayada bu site yorum yapan medeniyete karsi ilkelcinin etkisini gorup sasirmam – ben ilkelciye karsiyim siz ve Baskayanin medeniyeti olumlu buldugunuzu dusunyordum – ilkelci icin medeniyet ve devlet beraber dogdu –kac defa devletle medeniyet mundemic ve yasit dedi- cevabiniz da ilkelcinin etkisi altinda oldugunuzu gosterdi – neolitik on bin yil once 6 bin yil once de medeniyet ve devlet- devletsiz medeniyet varmi? devlet ayak bagi diyorsunuz ama ilkellerin haline bakarsak medeniyet ve devlet yasamina gecilmeseydi gunumuzden daha iyi olacagina inanmak imkansiz- devletli toplumlarin bilgi yuksekligi karsisinda ilkeller savunamadilar- cok az guruplar haric hepsi dunyadan silindi – Rockerda ilkellerin doga karsisinda cahilliklerine dikkat ceker-cahillikten bilgili olmaya gecis neolitikle basladi ve sonra devlet ve medeniyetle buyuk hiz kazandi- baslangicta devlet ayak bagimiydi? degilse ne zaman ayak bagi olmaya basladi?- saydiklarimi siz ve Baskaya gibi derin dusunurlerde ilkelciye karsi ve medenici oldugunuz icin ekledim- yinede Rockerin kitabini okuyorum daha iki bolumde cok sorun var- Rocker son yillar arastirmalari bilemezdi – mesela animizm fetisizm ruh totemizm – mullerin dilde hata teorisi teorisinin hatasinda bulundu-yani dinlerin hatali kokenlerini arama akiminda – durkheimin (rocker 1873 –1958 durkheim 1858-1917 tanimiyor) totemizimde kurgu kaynagi doga degil – doganin kurgu kaynagi toplum yada kultur- avustralya gibi- ama bitirene kadar elestiri yapamam- kaos Rockerin Milliyetçilik ve Kultur kitabi Milliyetçilik ve Toplum etmis yani kultur ve toplum ayni – halbuki almanca kultur ve medeniyet ayni- hemde benim sorum Ulusculuk ve Toplum degil Devlet ve Toplumdu – ilkelcinin etkisi altina girmeden once Baskaya ve siz Chomsky ve Bookchin ve diger medeniyet savunanlar etkisi altinda onlara benzer akla yatkin makul olumlu ileriden umutlu yazilar yazdiniz- fikirleriniz ne zaman degisti ne zaman ilkelciye katildiniz?

  5. Sayın 2 MS
    Yazınızda değinme, inceleme ve eleştirmeye değer çok sayıda noktalar var: artık ürün, ʻtarihʼ kavramı (kozmos / tarih dikotomisi), hayalî düşüncelerin mitik olmaktan çıkıp toplumsal boyut kazanmasının kökeni ve kapitalist-burjuva doğuşuyla hız kazanması, faili kim olursa olsun yaratıcılığı boğma (veya teşvik etme), kamu idaresi, Atina demokrasisi…

    Doğa bilimlerinde temel metafizik ve ontolojik varsayımlar ortaktır, bütün katılanlar paylaşırlar. Gerçi bu da son zamanlarda sorun oldu ama bolluk yaratıcısı endüstrilere şükür güven azalacağına arttı. Toplumsal bilimler böyle bir temel uyuşumdan yoksundur. Daha çok ideolojik renklere bürünmüş takımlar var ve takım içlerinde bile farklı görüşlere rastlanır.

    Daha acil ve vahim bir sorun daha var. En katı, en otoriter ve monolitik bilgi dalı matematikte bile iki matematikçi birbirini anlamaz oldular. Matematiğe güven doğa bilimlerinden çok daha ağır bir darbe yedi ama ŞİMDİCİ ve İLERİCİ ideologlar umursamazlar
    Doğa bilimlerindeki darmadağınlığın altlara süzülmüş adları: hoşgörü, demokrasi, insan hakları, fikir özgürlüğü, basın özgürlüğü… Yani, hiç yoktan iyi.

    ARTIK ÜRÜN
    [“İlkel komünal toplum”da devlet yoktu çünkü sınıflar yoktu çünkü artık ürün yoktu. Bu tarım öncesi toplum tipinin tarihi tarım sonrası devletli toplumların tarihinden kat kat uzundur.]

    Artık üründen önce ʻtarihʼ yoktu. Yazılı ʻtarihʼ de kazananlar tarihi. Ama ʻtarihʼ kelimesini sizin anladığınız anlamda kullanacağım.
    Dünyanın çok yerinde artık ürün vardı tarihte sadece bir yerde, Mezopotamya ve Sumer, gasp edildi ve hatta orada bile önce eski toplumsal geleneklere uygun olarak rahipler tarafından kamu yararına kullanıldı. Başlarda çok ürün çok çocuk, az ürün az çocuk idi. Tam kopuşun olmadığı diğer bir örnek de İnka. Her ikisine ortak aynı zamanımız fabrikaları gibi dıştan komutla harekete geçenlerin, yani ilk makine emeği üretimi. Ancak doğanın bolluğundan dolayı artık ürünlerin olduğu ama gaspın olmadığı çok sayıda coğrafyalar ve toplumlar var. Kısa bir süre önce bir kadın ʻʻtopladığımız yiyecekler bize fazlasıyla yetiyor, kalanları kuşlar ve hayvanlara bırakıyoruz ama bize tarım yapmamızı söylüyorlarˮ dedi.1990ʼlarda, Brezilyaʼda baraj girişimi ile hayatlarının sonunun geldiğini gören bir vahşi çıplak kadın Brezilyalı baraj mühendisine ʻʻsiz geldiniz geleli hep daha fazla enerji istiyorsunuz, bize dahasız nasıl yaşanacağını hiç sormadınız!ʼ dedi. Çevreciler iklim değişmesiyle geçim kaynaklarını kaybedenlerden birine yol parası verip Paris (COP21, 2015) katılmasını sağlarlar. Bu asil ruhlu, dünyayı oyuncak edenlere ʻsizden yardım istemiyoruz, girişimlerinizle geçimimize engel olmayı durdurmanızı istiyoruzʼ diye hitap eder ve sonra da sonsuz pasifist olmasına rağmen Paris’te gördüğü dünya liderleri için ʻʻhiç bir canlının canına kıymak istemedim ama bu toplantıda konuşanların hepsini severek öldürürüm’ dedi. Köyünde, döndükten sonra karıncalara bakarken ʻberaber yaşamasını bilen karıncalardan bile örnek alamıyorlarʼ diyerek küçük harfle başlayan felsefe yapar. Tabii, yaratıcı karınca bilim adamı E. S. Wilson ve sayısız diğer yaratıcı dahiler hariç. Artık ürünle dünyayı harabeye çeviren girişimcilerin dâhisi Wilson keskin zekâsıyla karıncalardan başka şey öğrenir: Dünyanın harabeye çevirme insan genlerinde ve yaşam evriminde. Yani doğal! Bence bunun sağ ve solun bıkmadan çiğnediği Galile sakızından hiçbir farkı yok. Galile de doğada neler gördü maşallah. Bu site böyle bilimsellik ve yaratıcılığa hayranlarla dolu. Örneğin diğer bir yaratıcı Nobelci bilim adamı atom altı parçacıklarda özgürlük görmüş, bu sitede, şimdi muallâkta eski bir Marksist, yaratıcı da bu atom altından insan özgürlüğü kanıtı çıkarmış. ʻKuranʼda yazılıysa doğrudurʼ çılgınlıkları. ʻʻİnsan her yerde özgür doğar ama her yerde zincirlere bağlanmışˮ, LaBoétie, Vico bilimsel değil, boş konuşmalar galiba. Marks bile tezini atomlara özgürlük veren Epikür üzerinde yazdı ve bilşmsellikte çuvalladı. Ayıp, ayıp!
    Dünyanın birçok yerinde kişisel artık ürün birikimi ya ideolojilerle ya da ünlü ʻpotlachʼ ve benzeri diğer yollarla engellendi. Benim en çarpıcı bulduğumda çözüm harem! Diğer bir şahane çözüm Captain Cockʼdan önceki Hawaiʼde. Yani ʻtarih öncesiʼ vahşiler, artık ürün mahsulleri medeni kölelerin düşündükleri gibi geri zekâlı fosil değiller. Her halükârda, M. Sahlins bu akıl almaz salt mantık ürünü ʻartık ürünʼ peri masalının bir peri masalı olduğunu belgelerle ispatladı. Daha geniş çerçeveden bakan J. Cauvin, artık ürünün çıkış yeri Mezopotamyaʼda, daha neolitik başlangıcında ve artık ürünlerden önce dünyayı düzene sokanlar veya sizin deyişinizle artık ürünün ʻtepesinde duranʼ varlıklar buldu. Yani kapitalist-burjuva, Marksist ve Anarşist toplum mühendisliği pek yeni değil.
    TARİH
    Bence ʻtarım öncesiʼ aynı zamanda ʻtarih öncesiʼ. Sizin tarım ile dünyanın sayısız yerlerinde rastlanan bitki evcilleştirme ve ekip biçme tarımı arasında çok önemli bir fark var. Sizin tarımda insan kitleri beraberce bir makine gibi dıştan bir komutla üretim yaparlar. Rengârenk çiçekle ve kuş sesiyle dolu bahçe tarımından farklı olarak nereye baksan aynı, renksiz, uzayıp giden tarla. Bu emekçilerle şantiye şeflerinin zamanla dünyaya egemen olmaları, Marksist ve anarşistlerin gözlerin kamaştırıp ağızlarında salya akıttırmaları doğal değilse de tarihsel doğal. Tarım sonrası tarih biliminin bel kemiği yazılı belgeler ve dolayısıyla değişme kayıtları. Bakınız Kramerʼin ʻTarih Sümerʼde başlar. Doğada değişme doğal ve hatta kısa sürede öneme alınmayacak kadar az. Artık ürün ve yaratıcılık ve girişimlerle dünyanın değişmesi ise devasa, saray /tapınak memur/rahipleri yazarlar sayısız. Tarih öncesi genellikle arkeoloji ve antropoloji ile canlanır. Ama güzeli: ʻʻtarih öncesi tarih yok, biyografi var!ˮ
    ÜTOPİK YAZILAR
    Yazılı tarihte reformlar ilk devletler kadar eski. Bir de kişilerin veya gurupların tüm insanlık adına fikir yürütme çağı var: Axial Age (MÖ 800- MÖ 200). Toplum mühendisliği veya ütopik daha sonra gelir. En ünlülerden biri Platonʼun ʻCumhuriyetʼ. Daha henüz Kapitalist –Burjuva düzeni doğma sancıları esnasında ve sonra ütopik yazılar hızla artar. Sonlu evrenin sonsuz olması, gökyüzündeki cennetin yeryüzüne inişi ( Newtonʼın ilham kaynağı, belki?), Eski Ahitʼde mutlak egemenlik kurması için insana verilen doğa ve dünyanın ʻyeni keşiflerleʼ kat kat artışı… Nihayet endüstrinin göz kamaştırıcı başarıları. Bu süreç 19. yüz yılda zirveye ulaştı diyebiliriz. Toplum mühendislikleri de, değişik ideolojik giysilerle ve bilim dalları adlarıyla, bu gelişmeye ayak uydurdu. Şimdi de bütün dünya bu vizyon içinde yaşamakta: Batılaşan ülkeler, Marksist Komünist Rusya ve Çin vb. Okuduğum en son eserde Wallerstein ütopik yerine daha alçak gönüllü ütopistik teriminin kullanılmasını önerir.
    FAİLİ KİM OLURSA OLSUN BOĞMALAR
    Giriş: Başlangıca sondan başlayalım. Şu anki yaratıcılık boğmaları. Genetik kes-yapıştır, transhümanizm, yapay zeka… Biraz eski ʻludditesʼ. Tarihçileri çok meşgul eden soru: Çin, Hindistan ve İslam aleminde pazar yerleri Batıʼya kıyasla arı kovanına benzediği halde neden kapitalizme ve dolayısıyla modern bilime geçiş Batıʼda oldu?…
    İlkel ve geleneksel toplumlarda her türlü yenilikten şüphe edilir ve hatta engel olunurdu. Ben yüzlerce örnek biliyorum.
    Medeniler arasında bile Babil Kulesi, Ikarus, Prometheus, Frankenstein, Şeytanın insanı bilgi ağacından ayvayı yedirtip yoldan çıkarması…hemen aklıma gelenler. Ne var ki, asıl doğru olan Marksist ve anarşistlerin saplanıp kaldığı, tarihte TEK bir defa olan sosyal devrim amilleri kapitalist-burjuvanın dine karşı propagandası. Kapitalizm ve modern bilim temellerinin manastırlarda atıldığı da yanlış. Orta Çağda dualarına daha çok zaman ayırmak için her türlü günlük işlerini icat ettikleri mekanizmalara yaptıran rahipler de idealistlerin yalanları. Daha kısa bir süre önce Budist rahiplere tarımda hasadı iki misline çıkaracak yenilik çekinerek önerildi. Budist rahipler de dua zamanlarını arttırmak için hemen kabullendiler. Türk solcularının Cheʼlerinden bir Y. Güneyʼin Yol filminin yeniliği eleştirisi yanlış bir yorum. Sayısız bildiklerim arasında göz açıcı ve hiç beklenmedik bir engellemeye Avustralya aborijenler arasında rastlanır: ok yay yaratıcılığını reddetmelerinin nedenlerini okumanızı çok tavsiye ederim. Tabii, bunların hepsi bu sitenin sonsuz bilgili, sonsuz koca beyinli anarşist dâhilerin bilmesine bile değmez. Bakunin, Marks, Lenin, Mao, Bookchin, Chomsky, S. Amin, F. Başkaya ve 19. yüzyıl bolluk peygamberleri yeter artar bile. Benim anlattıklarım çoktan bildikleri şeyler. İnşallah!
    Her neyse, son 4-5 yüzyılda bir dualite odağa geldi: bir yanda insanlık kadar eskilere giden ahlakın MUTLAK AHLAK arzusuna dönüşüşü, diğer yanda 4-5 yüzyıllık modern bilimin MUTLAK ŞÜPHECİLİĞİ. Bence dünyaya ideolojik gözlüklerle bakanlar bu ikiliği görmüyor, ikiliğin sentezini şakşakçılık ve şantajla başarıyorlar. Örneğin Marksist ve anarşist ʻalçak kapitalistlerʼ nakaratı. Sanki kapitalizmin bir ekonomik kavramı ve ekonominin de 4 yüzyıl önce bir bilim, cebir, hesap işi olduğu önemsiz. Bilimde ahlak kapıdan girince bilimselliğin pencereden uçtuğu da önemsiz. Çin komünist mi, kapitalist mi? Aynı soru eski Rusya için de soruldu. Tabii cevap verilmez! Ama okullara ve basım evlerine iş çıkar. Gel kurtar felek bu cahilliğimi, Özgür Üniversite profesörlerinin ilahilerini dinleme zamanı geldi.
    KAMU İDARESİ
    ʻʻBu kamu, hiyerarşik ve bürokratik bir devletten ziyade, anarkosendikalist veya özgürlükçü belediyecilik tarzı federatif bir yapıda olabilir. Böyle bir yapıya sadece kamu idaresi boyutu olduğu için devlet dememek gerekir,…ˮ lafınız. Ben bu lafınızda isim değiştirmeyle devleti yok ettiğinizi görüyorum. Anlatayım.
    Zamanımıza egemen olan ve beni tiksinidren dünya görüşü, istesek de istemesek de, ʻinformationʼ üzerine kurulu.
    Binlerce örnek arasından en fazla ağız sulandıranını seçeceğim : TIP & SAĞLIK. Diğer bir deyişle, Darwinʼden bu yana diğer bütün insan değerlerini silip süpürerek merkez ve odak olan: HAYAT.
    Daha önce ve hâlâ çoğu yerde insanın varlığını elinde tutanlar insana egemen oldular. Bu uzun ve ince bir konu. Bazı örneklerle yanlış anlamaya engel olmak isterim. Dünyanın en ünlü bir mistiğine ruhunun önemi hakkında soru yöneltilir. Mistik , ʻʻyahu, ben bedensiz ruhumu ne yapayımˮ der. Hıristiyanlıkta, bence, en derin dogma, Allahʼın bile bedene girip insan gibi hissetmeyi istemesi. Tabii bunlar kapitalist, Marksist ve anarşistler için nostalji. Hepsi daha yeni ʻyeni cesur dünyayaʼ hazırlar.
    Gerçi şu an bütün dünya ruhsal oldu ama Marksist ve anarşistler hâlâ eski efendilerinin materyalist peri masallarına inanır havaları içinde.
    Telefon, CD, televizyon, internet, sosyal medyayı düşünün yeter. Hepsi bedensiz temaslar. Benimle alay edenleri pompalayanların ideal geleceği: bedensiz dijital varlıklar uzayda Demokratis’in atomları gibi vızıldayacaklar.
    ʻInformationʼın önemine somut bir örnek: uzun yaşama, hastane, ilaçlar, mucize vari ameliyatlar, yedek parçalarla ayakta tutmalar… saymakla bitmez reklamlar. Artık ürün öncesi deyin hemen bunlar kusulur.
    ŞİMDİ ve İLERİCİ kesimlerde bilgisayar ve yapay zekânın teşhis ve tedavide çok daha üstün olmasının nedeni ʻinformationʼ birikimi, muhafazası, hızla ayıklama ve kıyaslama algoritmaları vs.
    Yani, sizin ʻkamu idaresiʼni en iyi, en maksimus, en optimus en kısa zamanda bir bilgisayar yapar ama buna ʻdevlet dememek gerekirʼ. Yüzmek yerine vapura binmek gibi bir şey. Kim demiş makineler asla insan yerine geçemez!
    ATİNA DEMOKRASİ
    Bence artık ürünle en önemli değişme biyolojik olmayan akrabalığa dayanan toplumun siyasi toplum olması. Geri kalan yokuş aşağı. Atina’nın özgürlük peri masalına daha güzel cevabı diğer bir yazımda bir arkadaşımın alıntısıyla vermiştim. Tekrar yazıyorum.
    “Now begins the rise of that great and greater Athens so highly admired by the later Western Spirit and its so-called Renaissance. The following six generations will teem, in armored Western eyes, with infinitely varied “forms of freedom.”
    The “forms of freedom” will be visible to those who look at Athenian Rhetoric and not at the slaves, grapes and olives.ˮ
    Not: “forms of freedom” Bookchin ile alay.
    BAZI DEĞERSİZ KATKILARIM
    1. Sevdiğim şahane bir anarşist bir sloganı: ʻʻMarksistler herkes orta sınıf olsun isterler, biz herkes aristokrat olsun isteriz!ˮ
    Bence bu slogan bu sitedeki anarşistler için çok daha geçerli. Tabii salt bu site değil, bu siteye model olan Avrupa ve ABD 19. yüz yıl dünya görüşüne saplanmış endüstri, bolluk, ilerleme, yaratıcılık, yenilik, bilim-teknoloji, akılları sıra akıl yürütme anarşistleri çok. Marksist E. P. Thompson sordu: ʻʻKimin akıl yürütmesi?ˮ Bu site anarşistleri cevap verir: Bookchin, Chomsky ve diğer ılımlı, olumlu, bilim ve teknoloji medeniyet sever akıl yürütmeleri.
    Burjuvalar çoktan bohçalarını toplayıp yeryüzünden toz oldular. Yerini silik ruhlu orta sınıflar aldı. Bir dinsel benzetmeyle izah edeyim. Solcu-devrimci-marksist- anarşist burjuva eşsiz güzel ezanı gizli saklı dinlerdi. Orta sınıflı, ki bu site bunlardan oluşur, ezana göbek atan yarı çıplak güzel bir kızın youtube adresini bana göndererek aklı sıra benim erdemlik taslamam ve cesur dijital gelecekten korkmamla alay eder. Asıl başardığı kendi ve şimdi artık evrensel olan ve asla bahsi edilmeyen seks açlığını sergiler. Lenin ve cellâtları Bolşevikler seks işini tıplaştırıp bilimselleştirmeden önce halk toplantılarında en fazla konuşulanlardan biri kadın-erkek ilişkileri ve seks sorunuydu. Bolşevik Özgür Üniversiteleri işi çok daha ciddiye aldılar. Mesela çocukların karınları üzerinde yatmalarını engelleme.
    2. Benim bildiğim kadar son zamanlarda bu kapitalist-burjuva-marksist-anarşist temel dünya görüşü dışında tek bir dünya görüşü geliştirildi.
    Bu ʻyeniʼ görüş aslında yeni değil. İnsan artık üründen önce 2-4 milyon yıl pekala yaşadı. Artık ürün sonrası buna dolaylı işaret edip çok savunanlar oldu. Yazılı tarihte ilk (ama tek değil) Daoist, özellikle benim çok beğendiğim Chuan Tzu, filozoflar en ünlü örnekler arasında. Tarım toplumlarındaki mitler de ima ederler. Cennetten atılma, altın devri vb.
    Eskilerin diliyle ʻʻdoğanın ve toplumun işine burnunu sokma, daha kötü edersin. ˮ Benim dilimle ʻʻdoğa ve toplum mühendisliği yapmaktan vazgeç, daha kötü edersin.ˮ
    3. Kitaplar ve yazarlar.
    Dediklerinize hakkıyla değinmem imkânsız, kitap ve yazar adları vermek de beni aşırı tedirgin eder. Kitap ve yazar isimlerini istemeyerek verdim. Zaman kazanmaya esir olduğumu saklayacak değilim ama bu esirliği erdem edenleri de günahlarımdan daha az severim.
    Adını verdiğiniz The ʻEntrepreneurial Stateʼ kitabı buldum ve gelecek 2-3 ay içinde okurum. Ne var ki okumak yetmiyor. Asıl sorun, yorum farkları. Örneğin bu site ve dünyada egemen olan vizyon ŞİMDİ ve İLERİ. Yardan da serden de geçmek istemeyen Marksistler ve anarşistler bilim ve teknolojinin getirdiği felaketleri bilim ve teknolojiyi elinde tutanların ʻcheerfulʼ robotlığını yapmakta: ʻʻfelakete tek çare felaketlere neden olan bilim-teknoloji!ˮ Yani, kapitalist dünya düzeninin ʻʻbaşka çareniz yokˮ şantajını tamamıyla içermişler. Sorumsuzluk içinde ‘şimdi daha iyi ama daha da iyi olacakʼ ilahileri okuyup duruyorlar.
    SONUÇ
    Peki, peki de, benim derdim ne? Neden bir türlü bana verilen ʻʻit ürür, kervan yürürˮ mesajını anlamıyorum ? Neden fikir-insan-demokrasi-hoşgörü-farksız farklı fikirlere saygı kabuğuna çekilmiyorum?
    Çünkü bence önemli olan bilgi değil bilgiye değer katan yorum. Bu site yorumları yavan, tatsız tuzsuz yerel dedikodular. 1960ʼların bolluğa kavuşma solculuğunun yeniden dirilişi. Bir somut örnek. Farz edelim inançlarının bütünü ben-o, canlı-cansız ve benzeri klasik medeniyet mahsulleri düalizmlerle biçimlenmiş ve 19. yüzyıl kavramlar. Böyle ayırımlar yapmayan insanların, çok sayıda beni olanların, emeğin ne olduğunu bile bilmeyen insanların varlığı ve 15. yüzyıldan beri kapitalistler ve Marksist komünistler tarafından kıyımdan geçirmeleri karşısında ya temel inançlarını tekrar gözden geçirirsin veya bu sitedekiler gibi utanmadan ʻkahrolsun alçak kapitalistlerʼ, ʻkahrolsun Erdoğanʼ, ʻyaşasın Marksizm, ʻyaşasın anarşizmʼ, ʻyaşasın emekʼ huu huuları çekerek ne kadar kökten ırkçı ve ne kadar yobaz cahil olduğunu sergiler ve ŞİMDİ & İLERİ şantajı yaparsın.
    Pompalayanların en büyük kozu: ʻʻevren oldu olalı her olan doğal.ˮ
    Pompalananların nakaratı: ʻʻÖnce dört ayak, sonra iki. ŞİMDİ ve İLERDE ne el ne ayak, ne vücut. SALT RUH veya bilimsel adıyla DİJİTAL BEYİNLER.ˮ

  6. Gün Abi,
    Devletin şiddet tekeli ve dolayısıyla terrörin devlete içkin olduğu sosyal bilimlerde bilinir. Bu tanım özellikle sosyolog Weber tarafından sarih bir biçimde ifade edilmişti.
    Bir bakıma hocamız Fikret Başkayaʼnın suçlanması bilimin suçlanması saçmalığı olmuyor mu?
    Diğer bir saçmalık da devletin bir özelliğini dile getiren hocamız Fikret Başkaya “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan yargılanmakta iken devletin öz varlığına saldıran anarşist fikirlere müsamaha gösterilmekte.
    Siz bunu nasıl açıklarsınız?

  7. Anarşistlerin bir yayın organı bile yok. Aktüel dünyanını içinde yer almıyorlar. İktidarların tutumuna göre bazı akımlar hakkında karar verilemez. Örnek verecek olursam, Çarlık, RSDİP’den çok SR’leri hedef alırdı.

  8. Gün Abi,
    Sınavlardan dolayı cevabınızı geç okudum, özür dilerim.
    Hocamızın yazısı ʻinternet sayfasıʼnda yayınlandı. Bu nedenden sizin sayfanız da bir yayın organı oluyor. Ayrıca, bizim bildiğimiz kadar, hem Türkiyeʼde hem dünyada çok sayıda anarşist dergi, gazete, internet sitesi sayfaları, yayın organları ve yayın evleri bile var. Zaten yargılanan yayın organı değil, hocamız.
    İktidarların tutumlarında daima istikrarlı ve rasyonel olmadığı da hayret edilecek bir şey değil. Sorumuz iktidarın neden istikrarlı olmadığı değildi.
    Bir yanda, devletin varlığını tehdit eden anarşist tutum bir ideoloji ve inanç. Diğer yanda, devletin bir özelliğinin tarihsel ve sosyolojik bilgisini açıklayan bir kişinin, hele bir üniversite profesörünün, yazısından dolayı mahkemeye verilmiştir ve hatta hapis cezası istenmekte. Hocamızın açıkladığı bilim dünyasında bilinir. Max Weber devleti şiddet tekeli olarak tanımlar. Hobbes, dolaylı da olsa, Devletʼin doğuşunu tek şiddet gücü olmasına bağlar.
    Sizce hocamız anarşistlerden daha büyük bir tehlike mi arz ediyor? Neden?

  9. kimin ne tehlike arz ettiğini bilemem. ayrıca bu o kadar önemli mi?

  10. Gün Bey,
    Sudanʼda fiyatların artmasıyla direniş ve eyleme geçen halk hükümeti düşürmede başarılı oldu.
    Fransaʼda sarı yelekliler aylardır aynı nedenden direniş ve eylem yaptıkları halde başarılı olamıyorlar.
    Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz ?

  11. temsili demokrasilerle açık diktatörlükler arasındaki fark!

  12. Gün abi,
    Bu konularda çok tecrübeli ve bilgili olduğunuz için farkın önemini size sorduk.
    Devlet, Abdullah Öcalan, Selahattin Demirtaş, hocamız F. Başkaya, F. Gülen ve taraftarları vb kişilerin devleti değiştirme gibi realpolitik, yani gerçekçi ve olağan amaçlarını tehlikeli bulup ve ciddiye almakta.
    Diğer yandan aynı sizin gibi, yani ʻAktüel dünyanını içinde yer almıyorlarʼ, yani günümüz dünyasında değiller, neredeyse yok sayıldıklarını düşünen devlet, doğal olarak olmayan anarşistlerden korkmuyor.
    ʻayrıca bu o kadar önemli mi?ʼ cevabınız farkın önemli olmadığını ima ediyor. Şimdi de bunun kaynağını merak ettik.
    Seçim, başkan adayları, günlük olayları analizleriniz daha çok realpolitik ideolojisini benimsediğinizi gösteriyor. Gün abi, bu önemli değişme ne zaman ve neden oldu?

  13. Gün Bey,
    Sudan ile Fransa arasındaki farkı ʻʻtemsili demokrasilerle açık diktatörlükler arasındaki fark!ˮ olarak yorumladınız.
    Julian Assangeʼın başına gelenlere bakarsak en az üç, ABD, İngiltere ve İsveç temsili demokrasiler birden bire açık diktatörlükler oldular. Zaten çoktan böyle öyle ama galiba size kapalı diktatörlüğü temsili demokrasi olarak yutturmuşlar.
    Doğrusu sizin gibi dünya ve özellikle Türkiye politikasında keskin ve yerinde analiz jurnalistliği (veya jimnastçiliği) yapan birinin bu kadar bilinen bir enayi hapını yutmuş olmanız çok şaşırtıcı.
    Hele Sarı Yeleklilerin başarısızlığı ile Sudan halkının başarısı arasındaki farkın Fransa devletinin çok çok daha güçlü olduğundan kaynaklandığını bilmemeniz gerçekten utanılacak bir durum.
    Ama siz anarşistsiniz ve ʻBut Brutus is an honorable man!ʼ misali, sizin gibi anarşistler namuslu insanlardır.

Yorumlarınız:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir