Çok eski tarihlerden bazı anekdotlar anlattığım zaman, kendimi torunlarına masal anlatan dedeler gibi hissettiğimi itiraf etmeliyim ama toplumsal belleğin aktarmalarla oluştuğunu da biliyorum.
Provokatörlerle ilgili olarak Yarılma’da anlattığım bazı anekdotları buraya da aktarayım. 1960’lardaki gösterilerde yaşlı bir deli kadın vardı. Elinde bayrak, üstünde eski bir subay ceketi, önümüze düşer, yürüyüş kolunun başıymış gibi davranmaya çalışırdı. Biz de ona “deli teyze” muamelesi yapar, kalbini kırmadan önümüzden çekilmesini sağlardık. Bir gün gözaltına alındım. Ankara Emniyet Sarayı’nın 7. Katında bir odada bekletilmekteydim. Kapı hafif aralıktı. Bir de baktım, bizim “deli teyze”, üstünde aynı kıyafet, karşısındaki amirine rapor veriyor. “Deli teyze” deli taklidi yapan bir polis ajanıydı.
Bu o kadar önemli değil. Hâlâ tam olarak ortaya çıkmamış bir Sami Gürler olayı da vardır. Sami Gürler, bir polis provokatörü müydü, yoksa provokasyonlara alet olan yarı kaçık birisi miydi, aradan kırk yıldan fazla zaman geçtiği halde hâlâ açığa çıkmış değildir. Yarılma’da uzun uzun anlattım. DTCF’den mücadele arkadaşım Selçuk Polat da Mahşerin Beyaz Atlısı (Kibele) kitabında daha da ayrıntılı anlattı. Sami Gürler, deneyimsiz devrimci gençleri esrarengiz bir “illegal” örgütlenme içine sokmuş ve ellerine dinamit tutuşturup “kitleyi tahrik” etme adına örneğin SBF’yi vb. bombalatmıştı. Samsun Yürüyüşü sırasında DTCF’yi, sağ basının işaret ettiği şekilde silahlı bir şekilde işgal ettirme girişimi ise son anda engellenmişti.
Şimdi polis, kendi videolarını medyaya servis etmiş bulunuyor. Bu servis videolarında bir tuhaflık var. Polise ateş açan ve yaralayan birinden söz ediliyor ve bunun filmi gösteriliyor. Bir de barikatlardan taş atan direnişçilerin görüntüleri. Tuhaf olan nokta şu: Polise taş açan direnişçiler, açık seçik, yüzleri teşhis edilebilecek kadar yakından görüntülenmişken, silah atan nedense doğru dürüst görüntülenememiş. Hatta birkaç el silah sesi duyuluyor ama silahın nereden atıldığı bile net değil. Çok uzaktan ve flu görüntüler bunlar. Garajda savunmasız gençleri yirmi polisle kıstırıp dövecek kadar marifetli olan polis silah atmak gibi çok üst düzeyde bir eylemi gerçekleştiren kişiyi bırakın yakalamayı, filmini bile neden doğru dürüst çekememiş acaba?
Belli ki polisin amacı, sapla samanı, gerçek provokatörlerle direnişçileri birbirine karıştırmak, böylece bir taşla üç dört kuş vurmaya çalışmaktır. 1. Kuş: Polis masumdur. Ona ateş edildiği halde karşılık vermemektedir (Arınç’ın deha ürünü açıklamalarına göre, Ethem Sarısülük’ün öldürülmesi bile polisin silah tutan eline atılan taşın sonucuymuş); 2. Kuş: Göstericilerin arasına silah atanlar ve taş atanlar karışmıştır (ha silah sıkılmış, ha taş atılmış. İkisi de aynı onlara göre); 3. Kuş. Sizler terbiyeli çocuklarsınız. Aranıza karışan “provokatörler” bakın sizi nasıl istismar etmiş… Bu gidişle polisin medya servisçileri, Avcılar ve Atıcılar Kulübü’nden iyi bir sertifika alırlar gibi geliyor bana!
Bu “provokatör” lafını sık sık duyar olduk. Özellikle de görsel medyada kanal kanal dolaşan bir takım karanlık şahsiyetler bu kavramı sulandırarak ve çarpıtarak ortaya sürmekte birbirleriyle yarışıyorlar. Provokatör kavramı bizim saflarda bile olur olmaz kullanılmaya başlandı. Daha önceki bir yazımda örneğini verdiğim gibi: “Ön saftakiler provokatörler.”
Çevre kirliliği gibi kelime kirliliği diye de bir şey var. Yani kelimeler bu hercümerç içinde öylesine kirleniyor ki, tanınamaz hale geliyor. Sonuçta, barikatın en önünde direnen, en cesur direnişçiler, polisin, medya kurtlarının çabalarıyla ve bizim saflarımızdaki iyi niyetli ama aynı zamanda biraz safça ya da sınıf güdüleri nedeniyle polisin karanfillerle yumuşatılacağını sanan arkadaşların katkılarıyla “provokatör” olarak sunuluyor. Yahu kardeşim, provokatör, doğrudan doğruya polise çalışan kişi demektir bir kere. Bunun uzun söylenişi ajan provokatördür. Polise direnen insanlara provokatör yaftasını yapıştırmak gerçek provokatörlerin gizlenmesine hizmet eder.
Öte yandan, provokatör polisin ajanıysa, polis medyaya servis ettiği videolarla polise taş atan direnişçileri neden teşhir ediyor ola ki. Sadece bu bile, o taş atan gençleri aklayan bir şey. Saflarımızdaki suçlayıcı eğilime tekrar hatırlatmak isterim. Polise direnmek dünyanın en meşru eylemidir ve sizden daha atılgan olan mücadele yoldaşlarınıza olur olmaz yafta yapıştırmaktan vazgeçin.
Ben hiçbir mücadele biçiminin reddedilmemesini savunuyorum. Yerine göre en barışçı mücadele biçimleri de gereklidir, en kararlı özsavunma biçimleri de. Bunlar kendi aralarında hem bir çatışma, hem de işbirliği içindedirler. Yerine göre biri, yerine göre bir diğeri ön plana geçebilir.
Geçmişte, her önüne gelene “ajan” yaftası asanlardan birkaçının daha sonra gerçek ajanlar olarak ortaya çıktığını da toplumsal belleğe bir katkı olarak aktarmış olayım.
Gün Zileli
26 Haziran 2013
demir küçükaydın’ın gezi forumlarını “halkın vicdan mahkemeleri”ne çevirilmesini önerdiği bir yazısı var. bu önerinin forumlarda görüşülüp, son şeklinin verilebileceğini ifade ediyor.
ilgilenen olursa diye söyledim.
Oligarşinin saldırıları
karşısında birleşik direniş hattı oluşturmak
ve bu çerçevede halk kitlelerinin birleşik mücadelesini
geliştirmek, hiçbir teoriyle engellenemez
ve reddedilemez. Faşizmin bütün çabalarına
… karşın halk kitleleri zulüm ve sömürü
karşısında birleşmeye ve birlikte mücadeleye
hazırdır. Hazır olmayanlar, bir türlü küçük hesaplardan
kurtulmayan ve iktidarı hedeflemeyen
siyasi örgüt ve gruplardır
Otelinden çikip Polise tas atan Direnisçiyi provakatör diye tekmeleyen göbekli gebes CHP Milletvekili Soysal i unutturmayacagim….
DTK Genel Başkanı Ahmet Türk, Kürtlerin bütün taleplerini dile getirecek ve Kürtlerin tamamını temsil edecek bir komite, meclis ya da komisyon kurma kararı alacaklarını açıkladı.
ağaı böyle buyurmuş