Devrimin yolunu devrim tayin eder (Ayça Söylemez)
Cuma akşamı Türkiye “generalleriyle” meşgulken, Mısır halkı Devlet Başkanı’nı devirdi. Türkiyelilere beğendiremediler devrimi ama ne gam.
Devrimin en güzel yanı, eski yönetimleri, dogmaları, değer yargılarını ortadan kaldırması. Tüm devrimlerde böyle olduğunu iddia etmiyorum tabi, ama “devrim” köhne teorilerin açıklamakta yetersiz kaldığı yeni kurallarıyla da devrimdir. Yasalardan ya da toplumsal normlardan da bahsetmiyorum sadece. Yaşam pratiklerinin radikal biçimde değiştirilmesine de devrim denir bazen. Sanırım bu nedenlerle Mısır’da olup bitenleri anlamakta zorlanıyoruz. Olup biteni bilindik teorilerin içine sığdıramıyoruz, uymuyor.
Karşılaştırdığımdan değil ama Paris Komünü’nün ilk günlerinde, Avrupa’da neler olup bittiğini ya da olacağını kaç kişi tahmin ediyordu? Ya da 1979’dan sonra İran’ın neye evrileceğini? Rusya’nın akıbetini 1917’de gören kaç kişi vardı? Tüm soruların cevabı: “Sadece birkaç kişi.”
Bu durumda, Türkiye’de ya da dünyada Mısır üzerine ahkâm kesmeye kalkanlar (ki fikirleri ya ulusalcılıkla ya cemaatle sınırlı çoğunun) nasıl bu kadar emin konuşuyor kendinden? Konuşan kafaların kendinden menkul özgüvenini sorgulamak değil niyetim. Derdim, “her şeyi bilen” dogmatik kanaat önderlerine gereğinden fazla kulak veriyor oluşumuz.
Aralarında, Mısır’ın bir askeri diktatörlük olarak yoluna devam edeceğini söyleyenler de var, orada sosyalist bir devrim olduğunu söyleyenler de, hiçbir şeyin değişmeyeceğini, ABD “demokrasisiyle” ilerleyeceğini söyleyenler de. Bunların hepsi olabilir, hiçbiri olmayabilir. Ancak bu tahminleri yaparken dayandıkları teorilerin ortak bir noktası var: Mısır’a zorla bir iktidar tayin etmek. İktidarın adını ne koydukları da önemli değil: (işkenceci) Ömer Süleyman, ordu, Google yöneticisi Vael Gonim (1), Muhammed el Baradey, Müslüman Kardeşler… “Bir yöneten olsun da.”
Eminim hepsi iktidar koltuğuna oturmak için can atıyor. Demokrasi havarisi olarak ülkeye “getirilen” el Baradey’in orduyu göreve çağırması da bunun bir kanıtı. Çünkü iktidar için her yol mubahtır, malum. Burada Gonim’in hakkını da yemeyelim, “halk lideri” denilen Gonim’in “gerçek kahraman Tahrir’deki isimsizler” demesi şaşırtıcıydı. Ha, iktidar onun da kanına girer mi, hep beraber göreceğiz.
Geçen hafta Türkiye basınının sevinçle manşetten duyurduğu “hükümet muhalefetle görüşüyor” parodisi de bu zavallılığın kanıtı. Hükümeti zora sokan halkın, “muhalefet” denilen ve yine hükümetin icazetiyle uzlaşma masasına oturan “liderleri” tanımıyor olması, ABD, Avrupa ve Türkiye medyasını durdurmadı. Birkaç gün ciddiye alınması için ite kaka sürdürülen propaganda, sonra başladığı gibi sessiz sedasız bitti. Nasılsa memlekette rezil de olunmuyor.
Dünya yüzünde hükmettiklerini mutlu kılmış tek bir muktedirin olmadığı gerçeği, iktidar arayışlarını durdurmuyor, durdurmayacak. Çünkü “yukarıdaki” makamlar tehlikeye girdiğinde, sıra “aşağıdakilere” gelecek. Çünkü kendi küçük krallıklarının baki kalması için koruyucu ve daha büyük muktedirlere ihtiyaçları var. Krallık değil kralcılık oynamaları da bundan.
Tamam, Mısır’da ordunun “durumdan vazife çıkarması” ilk anda umut vermiyor. Ancak halkın buna cevabının ne olacağını da bilmiyoruz henüz. Ama halkı küçümseyenlerin, bu günden sonra da halkın gücünü yadsımaya devam ederlerse iyice azalmış olan inandırıcılıklarının yok olacağını biliyoruz.
Eski alışkanlıkla üst yapıyı analize dalanlar, sokakta neler olduğunu da görmüyor tabi. Oysa Mısır halkı nasıl ki yekpare değilse, Tahrir meydanındakiler de değil. Mısır’da kendisiyle söyleşi yapılan bir sosyalist, meydandaki orta ve üst-orta sınıfların, askerle uzlaşı içinde seçime gidilmesini savunduğunu, “kaybedecek başka bir şeyi olmayan” alt sınıfların ise devrim istediğini söyledi. Tuzu kuru olanların Türkiye benzeri bir sömürü düzenine özenmesinde ilginç bir şey yok. Önemli olan, Kropotkin’in de dediği gibi, “devrimi yapacak olan ayaktakımının” ne istediği. Zizek’in de birkaç gün önce yazdığı gibi: “Kahire sokaklarında o kadar çok insanın ‘hayatlarında ilk kez yaşadığını hissetmesi’ anlaşılır.” (2)
Korkuyu bir kez üzerinden atan, direniş pratiği içerisinde değişen-dönüşen halk artık eskisi gibi olmayacak. Gücünün farkına vardı insanlar, bundan sonrası nereye varırsa varsın bir daha kolay kolay bir diktatöre boyun eğmeyecekler.
Not: Türkiye’nin yeni suni gündemi “kağıttan kaplan” meselesi üzerine onlarca yazı yazdılar. Birçoğu lafın orijinini lütfetme zahmetinde bulunmadı: Söz Mao’ya ait. Amerikan emperyalizmi için söylemişti. Şimdi buyurun kayıkçı kavganıza kaldığınız yerden devam edin.
(1) http://bianet.org/bianet/siyaset/127786-misirda-lider-gorulen-veil-gonim-asil-lider-halkin-kendisi
(2) “For Egypt, this is the miracle of Tahrir Square” http://www.guardian.co.uk/global/2011/feb/10/egypt-miracle-tahrir-square
Sayın Ayça Söylemez’in yazılarını bianettede takip ediyoruz.
Çok doğru tespitleri var yukarıdaki yazıda olduğu gibi. Genelde her dediğine katılıyorum. Bu linkten okunabilir kendisinin diğer yazıları herkese tavsiye ederim http://www.bianet.org/arsiv/ara?q=ay%C3%A7a+s%C3%B6ylemez&locale=tr selamlar
Iyi aydinlattin insanlari, “kagittan kaplan” sözünün Mao’ya ait oldugunu hiç kimse bilmiyordu, simdi senin tarafindan bilgilendirildikten sonra saçma tartismalara kaldigimiz yerden devam edebiliriz.
bu yazıdan aldığın tek şey bumu aferinci hocaefendi hazretleri?
Ben bilmiyordum ayrıca o sözün kime ait olduğunu. Agresifler basmış burayı babam…