Son sözü sokak söyler (Süleyman Arıoğlu)
Nil Devrimi’nden sonra şüphesiz dünya artık bir kez daha başka bir yer. Mısır’da yüzbinler, milyonlar Tahrir Meydanı’na toplanıp, başkanlık saraylarıyla, parlamentolarıyla, ordu, polis ve tüm kurumlarıyla, Mübarek’in arkasına dizilmiş yerel ve küresel iktidar aygıtlarını, bir anda işlevsizleştirdiler ve diktatörü sallayıp yıktılar. Sokak, barış, özgürlük ve kardeşleşmenin timsali oldu. Hiçbir merkezi otoritenin öncülüğüne, idaresine, koordinasyonuna ihtiyaç duyulmaksızın tek bir şiddet eylemine girişmeden bunu yaptılar. İktidar olmayan bir toplumu şimdilik mümkün kıldılar. Bunu da devrim mümkün kıldı. Bugün dünyaya hala iktidarların merceğinden bakanlarca görülmeyen ve anlaşılmayan budur.
Batı dünyasının adlandırmalarıyla “Ortadoğu”, “Yakın doğu”, “Doğu Akdeniz”, “Merkez” ya da “Beş Deniz Bölgesi”nin kalbi Mısır, bütün bir bölgede, kitlelerin tarihin gidişine yön verdiği bir deneyimi yaşadı. Bu bölgeye ilişkin bütün siyasi okumalar birinci ve ikinci paylaşım savaşları sonrasındaki paradigmanın içinde kalıyor. Devrimi (birçoğu buna hala ayaklanma, protesto demekte ısrarcı) anlamaya çalışırken gözünü ABD’ye, Müslüman Kardeşlere, diğer muhalif örgütlenmelere, Türkiye’nin tavrına, İsrail’e vs. dikenlerin yaptığı buydu. Tümü işlevini yitirmiş, devrimi gerçekleştiren milyonların nezdinde hiçbir etkisi olmayan iktidar çevreleri… Tahrir Meydanı’ndakiler sadece Mübarek’in altından koltuğunu çekmekle kalmadı, iki paylaşım savaşı ve soğuk savaş sırasında kurulan düzenin biçimlenmelerini de tasfiye etti. Hem yeni sömürgecilik biçimleri hem de buna tepki ideolojileri olarak ortaya çıkan ve Baas partilerinde somutlaşan Arap milliyetçiliği ile Müslüman Kardeşler örgütünde vücut bulan siyasal İslam, Nil Devrimi ile kapanışını tamamladı.
İktidarcı bakışın uğraklarını kendi meşrebimce anlamaya çalıştığımda görünen manzara çok ilginç. Devrim öyle bir sonuç yarattı ki, sömürgeciler ile onlara tepki olarak ortaya çıkan siyasal İslam ve bugüne kadar dönüşerek başkalaşan ve sürekli diktatörler üreten Arap milliyetçiliği ortaklaştı. Evet, Cemal Abdülnasır ile Enver Sedat ve onunla da Hüsnü Mübarek arasında büyük farklar vardır ancak aynı membaadan türemiş ve birbirlerinin de devamıdırlar bir yanıyla. Bu devamlılık da sadece bir halef-selef ilişkisi değildir. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle bir dönemin o “görkemli” Baas’ının seyri de buralara vardı aslında.
Peki ya siyasal İslam! Nil Devrimi ile Mübarek’in işkenceci Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman’ın kapısına muhalefetin temsilcisi olarak dizildiler. Oysa Tahrir Meydanı’nda hiçbir etkileri yoktu. Süleyman ile fotoğraf çektirip, yüzbinleri evlerine döndürmek üzere anlaştılar ama tam anlamıyla kıçlarının üzerine oturdular. Zizek’in Mısır Devrimi üzerine yazdığı son derece güzel yazısında kullandığı bir benzetme var. Mübarek’i, çizgi filmlerde uçurumun kenarına gelip de farkında olmadan boşlukta koşmaya devam eden kediye benzetiyor.* İşte bu benzetme Mübarek’in dışındakilerin tümü için de geçerli.
Bakın devrim nelere kadir! Mübarek’in diktatörlüğünü 30 yıldır destekleyen ve bugün her biri şaşkın ördekten farksız küresel ve yerel iktidar odakları, Müslüman Kardeşler’i bile iktidar alternatifi olarak kabul edebilecek bir çaresizlik içinde. Müslüman Kardeşler de Gün Zileli’nin yazısında belirttiği gibi Mısır’ın Kadetleri olma yolunda**.
İktidarlar cephesinde manzara bu. Tükenmişlik, çıkarcılık ve özgürlükleri boğmak üzerine kirli ittifaklar. Oysa bir de öte yanda sonu her nereye varacaksa varsın, daha şimdiden tüm bu tükenmişliğin üzerine sünger çeken devrim var. Daha yılbaşında, İçişleri Bakanı’nın parmağı olduğu ortaya çıkan*** İskenderiye’de bir kilisenin bombalanarak 20’nin üzerinde insanın öldüğü Mısır’da, devrim birkaç gün içinde öyle kökten bir değişim yarattı ki, Cuma namazı kılan müslümanları, el ele vermiş hıristiyanlar koruyordu. Bu göz yaşartan kardeşleşme ancak bir devrim ile mümkün olabiliyor. Ulusal Müzenin bir insan çemberiyle koruma altına alındığı görüntüler de hafızalarımıza kazındı. İşte Tahrir’den yansıyan fotoğraf karelerinde bu kardeşleşme görüntüleri varken öte yanda Müslüman Kardeşleri ile Mübarek’i, işkenceci Ömer Süleyman’ı ve onların ardındaki bütün bir iktidar çevresi bulunuyor. İşte kitleler ile bu egemen çevreler arasında uzlaşmaz bir çelişki var. Tahrir Meydanı ve Mısır’ın tümündeki kitleler bu çelişkinin herkesten daha fazla farkında. Dünya medyası, Mısır’dan sürekli askerlere karşı sevgi gösterisi manzaraları gösteriyor. Ben burada sokağın çok ince bir siyaseti nasıl da beceriyle yürüttüğünü düşünüyorum. Yoksa yönetimi “devraldığını” açıklayan Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi Başkanı generalin konuşmasında Mübarek’e “hizmetleri nedeniyle teşekkür etmesini” değerlendiremiyor değiller.
Bugüne kadar “yol gösterecek” hiçbir öncüye, kendi adlarına iktidarı sahiplenecek hiçbir temsilciye pirim vermeden bir destanı yazan bu kitleler, birilerinin cahil diye nitelediği halk kitleleri. Aralarında en alttakilerin yanı sıra, Mübarek’in baskı rejiminden yılmış orta ve orta üst sınıflar da var elbette. Bundan sonrasında belki de kendi içlerinde de bölüneceklerdir. Belki yarın dönüp evlerine gideceklerdir. Belki de aralarında uzlaşmaz çelişki bulunan iktidar çevrelerine karşı sokakta üretilen bu, kardeşleşme siyasetini, devrimi sürdüreceklerdir. Bunları uzaktan izleyerek öngörmek çok mümkün değil. Buradan sonrası her nereye varırsa varsın yaşanan bir devrimdir ve bu devrimin ardından hiçbir şey öncesindeki gibi değildir.
*Slovaj Zizek, “Mısır için, Tahrir Meydanı Mucizesi”, BirGün Gazetesi, 11 Şubat 2011. http://www.birgun.net/worlds_index.php?news_code=1297421808&year=2011&month=02&day=11
** Gün Zileli, “Şimdi Sıra Kadetlerin Devrilmesinde”, 11 Şubat 2011.
http://www.gunzileli.com/2011/02/11/simdi-sira-kadetlerin-devrilmesinde/
*** Ayça Söylemez, “İskenderiye’deki Kiliseyi Eski İçişleri Bakanı mı Bombalattı?”, 8 Şubat 2011, Bianet.
http://www.bianet.org/bianet/siyaset/127751-iskenderiyedeki-kiliseyi-eski-icisleri-bakani-mi-bombalatti