Türkiye, Mısır Modelini Örnek Almalıdır!
İnsanın kendini bilmemesi, boş böbürlenmelerle kendi kendini aldatması kadar kötü bir şey yoktur. Hayır, bunun en büyük kötülüğü insanın kendisinedir. Böyle durumlarda insan, iyice gerçeklikten kopar; kendisi hakkında olmayacak ilüzyonlara kapılır; kendini eleştirmekten, zaaflarını görmekten iyiden iyiye uzaklaşır; hatta bu yüzden olmayacak görevlere talip olur; gerçekleşmesi imkânsız projelere kalkışır; kendisiyle alâkası olmayan işlere girişir; karakteri ve yetenekleriyle tam zıt makamlara adaylığını koyar. Tabii ki, sonuç hüsran olur.
İşte şu anda Türkiye, AKP iktidarı tarafından teşvik edilip medya tarafından pişirilen tam da böyle bir kendini bilmezlik kampanyasıyla karşı karşıyadır. Efendim, devrim yapan Mısır halkı, Türkiye’yi model alıyormuş kendisine; Mısır’ın kendine en yakın bulduğu ve izleyeceği model Türkiye’ymiş; Mısır, Türkiye demokrasisini kendisine örnek alıyormuş; Mısırlıların tek hedefi Türkiye gibi olmakmış. Velhasılı kelam, Mısırlıların, ölümü göze alarak verdikleri mücadelenin tek gayesi Türkiye modelini kendi ülkelerinde de gerçekleştirmekmiş.
Şimdi, hastasını karşısına oturtup ona kendisi hakkındaki gerçekleri, kırmadan, özgüvenini yıkmadan ama bütün açıklığıyla ve sabırla anlatan bir ruh doktoru gibi, medyaya ve bu “biz neymişiz be abi” hezeyanına kapılan Türkiye vatandaşlarına Mısır’da devrim yapan halkın, Türkiye’den örnek alacağı bir şey olmadığını, hatta, söylemesi acıdır ki, Mısır devriminin bugünkü sorununun Türkiye’nin bulunduğu mecradan tam ters yönde ilerlemek olduğunu söylemek zorundayım. Bunları duyan “hasta” biraz sarsılsa da, belki ani şokun etkisiyle iyileşebilir ve kendi gerçekliğiyle yüz yüze gelip içinde bulunduğu böbürlenme hezeyanlarından kurtulabilir.
Mısırlılar, faili meçhullerde yüzlerce evlatlarının yok olması için mi model alacaklar Türkiye’yi? Yoksa sokaklarında, Kıpti liderleri, devletin ve polisin kasıtlı “tedbirsizliğiyle” suikasta kurban gitsin diye mi? Yoksa kadınlar, devletin ve polisin görmezden gelmesiyle kocaları ya da sevgilileri tarafından öldürülsün diye mi? Yoksa devletin ve polisin ötekinin de ötesi olarak dışladığı travestiler evlerinde katledilsin diye mi? Yoksa devletin göz yummasıyla işçinin canının kâr ateşine atılması sonucu iş kazalarında işçiler yansın, göçük altında kalsın diye mi?
Mısırlılar, hükümete muhalefet edenler uydurma suçlamalarla tutuklansınlar diye mi model olarak izleyecekler Türkiye’yi? Yoksa telefonları polis tarafından dinlensin diye mi? Yoksa, karakollarında ve emniyet müdürlüklerinde işkence devam etsin diye mi? Yoksa hak arayan işçiler tazyikli suyla dağıtılsın diye mi?
Mısırlılar, işsizlik daha da büyüsün diye mi Türkiye’nin yolundan gidecekler? Yoksa okulları işsiz üretmeye devam etsin diye mi? Yoksa gösterici kadınlar, karınları tekmelenerek çocuk düşürsün diye mi? Yoksa, Sünnilerden ve Araplardan başkasına hayat hakkı tanımamak, azınlıkları bastırmak, farklı milliyetleri ezmek, Arapçadan başka dile izin vermemek için mi? Hapishanelerini boşaltan Mısırlılar mı, cezaevleri tıklım tıklım dolu Türkiye’yi örnek alacak?
Mısırlılar, “Türkiye demokrasisi”ni mi örnek alacaklar? Türkiye’de iktidarlar seçimle belirlenirmiş de o yüzden. Evet ama Mısır’da da seçimler yapılıyordu. Oy kullanma oranı çok düşük olsa da, Mübarek’in partisi oyların yüzde seksen beşini alıyordu. AKP’lilerimiz bunun üzerinde hiç durmuyorlar. Mübarek örneği, seçim denen şeyin, hiç de halkın iradesini falan göstermediğinin, oylamanın kolayca maniple edilebileceğinin en açık göstergesidir. Daha üç dört ay önce oyların yüzde seksen beşini alan partinin iktidarı halkın ayaklanmasıyla gümbür gümbür yıkılmıştır. Yüzde on barajlı Türkiye seçim sistemi de, sırf bu baraj yüzünden bile Mısır’daki rejimin bir benzeridir. Sermayenin, medyanın ve diğer kurumların maniple edici gücü üzerinde durmuyorum bile.
Mısır’ın Türkiye’yi örnek alması için bir neden yoktur ama Türkiye’deki halklara Mısır Devrimi’ni örnek almaları salık verilebilir.
Gün Zileli
16 Şubat 2011
Türkiye medyası, iktidarların hizmetinde olmaya yeminli olduğundan yazık ki böylesi söylemlerle karşı karşıyayız. Ne kadar çeşitli söylemlere açık bireysel özelliğimiz olursa olsun sonuçta insanız, kulağımıza kar suyu kaçabilir… Türkiye sanki çok matah bir yaşam alanıymış gibi… Başbakanın Mübarek’e seslenmesine acı bir biçimde gülmüştüm. Had bilmezlik bazen iyi bazen de kötüdür. İyidir, kendini denersin. Kötüdür, denediğin kendin dediğin lafla örtüşmez.
Tüm bu Türkiye yüz karası olayları yazdığınız için teşekkür ederim Gün Zileli, hatırlamak lazım. Medya da unutturmaya koşuyor dörtnala. Demek ki bizlerin sekiz nala hızla gitmesi gerek.. Bu da böyle bir yazıydı, mersi.
Oldu mu simdi bu? Bu köse yazisi cinsi yazi sana uydu mu? Bosuna ugrasma, Tüsiadci medyaya zarf atarak komik duruma düsmektesin, onlar sana ekmek vermezler, seni Oguzhan Müftü gibi tv’ye çikarmazlar. Misir ne, sen kimsin, haritada Misir’in yerini gösterebilir misin? Islam ülkesi hakkinda yüksekten atarsin, iki satir Islam’i bilmezsin. Bosu
bosuna Türkiye’ye çamur da atma, sorunlari bilmeyen mi var?
“Oldu mu simdi bu? Bu köse yazisi cinsi yazi sana uydu mu? Bosuna ugrasma, Tüsiadci medyaya zarf atarak komik duruma düsmektesin, onlar sana ekmek vermezler, seni Oguzhan Müftü gibi tv’ye çikarmazlar. Misir ne, sen kimsin, haritada Misir’in yerini gösterebilir misin? Islam ülkesi hakkinda yüksekten atarsin, iki satir Islam’i bilmezsin. Bosu
bosuna Türkiye’ye çamur da atma, sorunlari bilmeyen mi var?”
ahhahahhahhahahahhahahhhahahhahahhahhahhahahahhahahahahahahahhahahahhahaahahahahahahahahahahhahahahhaah
sesli güldüm…
Olur mu efendim. Mısır Latin Amerika’da değil mi? İslamı nasıl bilmem? Katoliklik gibi bir Hıristiyan mezhebidir. Eh artık beni de köşe yazarı yaparlar umarım. Hayatta başka gayem yok ki. İyi tahmin etmişsin kardeşim.
mübarek bilmiyorduysada artık öğrenmiştir, bu kadar yayından sonra, sen esas söylediklerine bir eleştirin varsa onu söyle…
ya da yanlış bir bilgilendirme varsa onun doğrusunu söyle… aa milliyetçi kardeşim…
sen yoksa türkiyede demokrasi var, akplilerde müslüman mı sanıyorsun, akplilerin müslüman olup olmadığını öğrenmek istiyorsan recep ihsan eliaçıkı oku(www.ihsaneliacik.org)…
onların “abdestli kapitalist” olduğunu görürsün…
Komikçi,
Gün Zileli,ye çamurlarınız gereksiz. Herkesin ekmeği kendine.
Tr’ye gelince, coğrafi ve folklorik zenginlikleri değil iktidarlar ve onların tam da bu coğrafyaya ve folklorik yapıya uymayan baskıcı/yalan söylemleridir hedef.. Siteyi ve Gün Zileli’yi takip etme nedenimiz bunlardır.
Sorunları biliyorsanız, hala nedir bu milliyetçi-islamcı söylem? Daha doğrusu inancınızı sömürtmek neden bu kadar hoşunuza gidiyor ve size içten bir ‘uyan!’ çağrısından başka bir şey olmayan fikirler yazılar karşısında tuhaflaşıyorsunuz?
İnsan psikolojisi ilginç… Yok mu arttıran?
AKP’nin gülü belli ki, senin ömrün Mısır’da ve diğer Arap ülkelerinde geçmiş. Somut deneyimlerini anlatarak itiraz et de anlayalım ne dediğini.
Bir bilgisayar programı ya da telesekreter mesajı olduğun hissi veriyorsun insana. Böyle iki tane şablonu kodlamışlar sana. Her karşılaştığın metinden isimleri alıyor ve o şablondaki boşluklara yerleştirerek, “seni tv’ye çıkarmazlar, kemalist vıdı vıdı, darbeci bıdı bıdı, tüsiad hödü hüdü…” deyip duruyorsun. Bu monolitik yaklaşım ve zekasızlık ancak kötü bir bilgisayar programı ya da telesekreter türü bir şey olabilir ancak.
bence patlamış mısır’larımızı alıp türkiye nereye koşuyor adlı belgesel filmine gitmeliyiz.. duyduğuma göre hayvanlar alemindeki bir kaç tür de inceleniyor bu belgeselde.tavsiye ederim
anonim sen patlamis misirlarini al , demokrat insanlara “hayvan” diye hakaret etmeye devam et, arzu ettigin gibi sinemaya git. Zaten ancak sinemaya gidersin, ne kendine ne baskasina hayri olmayan senin gibileri de yaradan yaratmis, bir hikmeti var zahir.
küfür bir fikri şiddettir,
şiddete başvuranlar çaresiz durumdadırlar…
Herkes ileri!
Ve silahlarla ve yürekler,
sözlerle ve kalemle,
hançerle ve silahla,
istihza ve küfürle,
hırsızlıkla, zehir ve kundakçılıkla.
Haydi… toplumla savaşalım!..
Joseph Déjacque
çok beğendim yazınızı sayın Zileli.
Mısırda onca yıgın somut bir gerçeklige dayanmadan amaçsız bir şekilde sokaklara dolduysa ki onlara model önermelerinden bu anlaşılıyor zaten yapılabilinecek birşey yok demektir.
2 milyon insan sokaklara çıkmak yerine bireysel yaşam biçimlerini anti emperyalist bir konuma oturtmuş olsalardı bundan daha etkili kalıcı bir sonuç çıkabilirdi.burda atlanan bir nokta var sokalardaki insanlar sistemi sorgulamıyor sistemin içinde rol degişimi mücadelesi veriyor.
“Türkiye mısır ı örnek almalıdır”
gün abinin bu özelligine bayılıyorum:)
burjuva medyanın onlarca tv,gazete,radyosunu sözde gazetecisini “ortadogu uzmanını” 4 kelime ile madara etmiş:)
Yazınızı yazarken eminim atlamamışsınızdır ama Mısır’daki kilit nokta Müslüman Kardeşler gibi geliyor bana. Ordu bir şekilde iktidardan elini çektiği taktirde halkı “maniple” etmeleri ve iktidarı tekelleri haline getirmeleri olasılık dışı değil.
Şimdilik “halkla halktan yana” “triplerine” giriyorlar ama, ilerisi belli olmaz.
‘Türkiye’de zina ve eşcinsellik var’
Tahrir’de Hürriyet’e açıklama yapan eylemciler, Mısır için Türkiye modeli isterken Müslüman Kardeşler, “Kendi modelimizi geliştiriyoruz” dedi. Dün başlayan seçimlerin favorisi olan Hürriyet ve Adalet Partisi’ni destekleyen Müslüman Kardeşler Grubu’nun sözcüsü “Türk modelini istemiyoruz. Orada zina ve eşcinsellik var” ifadesini kullandı.
İSTANBUL – Arap dünyasının lider ülkesi Mısır, 30 yıllık Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinden 10 ay sonra şiddet ve politik krizin gölgesinde kaotik bir seçime gitti. Yaklaşık 40 milyon Mısırlı seçmen, parlamentonun alt ve üst kanadı için yapılacak üç aşamalı seçimin ilk aşaması için Kahire, İskenderiye ve diğer önemli birkaç kentte sandık kuyruğuna girdi. Böylece Arap dünyasının en kalabalık ülkesine demokrasi getirecek uzun süreç başladı. Dün başlayan ilk aşama bugün de sürecek. 14 Aralık ve 3 Ocak’ta ise diğer küçük kent ve bölgelerde seçim yapılacak. 29 Ocak’ta parlamentonun üst kanadı için halk bir kez daha sandık başına gidecek. Cumhurbaşkanlığı için de haziran sonu seçim yapılacak.
TÜRKİYE MODELİNE KARŞILAR
Sonuçları 13 Ocak’ta açıklanacak olan parlamentonun alt kanadı için yapılan seçimlerin en büyük favorisi, ülkenin en organize muhalefet hareketi olan İslamcı Müslüman Kardeşler’in Hürriyet ve Adalet Partisi. Partinin 15 milyon oy potansiyeli olduğu tahmin ediliyor. 1928’de hayır organizasyonu olarak kurulan örgütün sözcüsü Mahmud Gazlan ise Arap dünyasında esen Türkiye modeli fırtınasına tavır aldı.
Hürriyet’in haberine göre; Gazlan, Der Spiegel’ın internet sitesine yaptığı açıklamada, “Türkiye’de kadınlar üniversitede başörtüsü takamıyor. Zina ve eşcinsellik var. Buna Mısır’da müsamaha edemeyiz. Mısır, İslami bir ülke. Şeriat herşeyin temelidir” dedi. Bir yandan da Batı’nın önyargılarından şikayet eden Gazlan, “Herkes bizim sertlik yanlısı olduğumuzu söylüyor. 9 kişilik merkez komite üyelerimizin 5’i ABD doktoralı. Açık fikirliyiz. Mısır, İran değil. Kendi modelimizi geliştiriyoruz” sözlerini kullandı. Gazlan, yüzde 50’nin üzerinde oy alsalar da yönetimi paylaşmak istediklerini söyledi.
KADIN ADAYIN ‘ROKET’ İSYANI
80 milyonluk ülkenin yarısından fazlası okuma-yazma bilmediği için Yüksek Seçim Komisyonu her parti veya bağımsız adaya rastgele bir ‘sembol’ veriyor. Ancak milletvekili adayı eski aktris Hind Akif, kendisine “roket” simgesi verilince isyan etti. Çünkü ‘roket’ Mısır argosunda ‘hafifmeşrep kadın’ manasına kullanılıyor. Bir erkek adaya ‘kadın elbisesi’, Muhafazakar Parti’ye ise ‘tank’ simgesi verilmesi diğer ‘trajikomik’ rastlantılar oldu. Parti ve bağımsız adaylara 250 amblem dağıtıldı. Favori olan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin simgesiyse terazi.
Mısır’da şeriat gösterisi
Mısır’ın başkenti Kahire’de bu kez halk şeriat talebiyle sokaktaydı. Halk, yeni anayasanın şeriat kanunları temel alınarak yazılmasını istedi.
KAHİRE – Mısır’ın başkenti Kahire’de bu kez halk şeriat talebiyle sokaktaydı.
On binlerce Mısırlı bir kez daha devrimin simgesi Tahrir Meydanı’nda buluştu.
Ancak bu gösteri diğerlerinden farklıydı. Kalabalık, şeriat talebini dile getirmek için sokaktaydı.
“Mısır müslüman bir ülkedir”, “Şeriat istiyoruz ” yazılı pankartlar taşıyan göstericiler, yeni anayasanın şeriat kanunları temel alınarak yazılmasını istedi.
Kahire’deki gösterinin , yeni anayasayla ilgili tartışmaların yoğunlaştığı döneme denk gelmesi dikkat çekti. Zira, taslak metin üzerinde anlaşmazlık sürüyor.
Meclisteki aşırı dinci temsilciler, metnin şeriat kanunundan yola çıkılarak hazılanmasını istiyor. Liberallerse buna karşı çıkıyor.
http://www.aydinlikgazete.com/aydinlikta-buguen/17439-07122012.html
BAŞYAZI
SERHAN BOLLUK/ Ulus-Tahrir modeli
Medya hemen sıfatı yapıştırdı: Liberaller.
Mursi iktidarına karşı yeniden Tahrir’e toplananlardan söz ediyoruz.
Gerçekten öyle mi?
Dünden beri Kahire’de bulunan arkadaşımız Yunus Soner’in izlenimlerine bakarsanız ilgisi yok.
“Yandaş” tabir edilen basın sözcüleri “merkez medya”dan daha doğru teşhis ediyorlar. Daha ilk günden “Mısır’ın Ergenekoncuları” demişlerdi…
Ulus’la benzerlikler çarpıcı.
Burada “Atatürk’te birleşenler” var, orada “Nasır” diyorlar.
Nasırcıların giderek hareketin merkezine ilerledikleri bir süreç gözleniyor.
Birlik oluşturan muhalefet partileri farklı hedeflere sahip.
“Mursi devrilene kadar” diyen de var. “Amaç son yasal değişikliği geri aldırmak” diyen de.
Laiklik ortak payda, bağımsızlık eğilimi güçleniyor…
Mısır halkı Nasır’ın başlattığı devrimi tamamlayabilecek mi?
Öncünün hareket içindeki yeri belirler.
Ancak bugüne kadar gelen bilgilerden şu sonuca varmak mümkün:
Ulus’ta ortaya çıkan model sadece bize has değil.
Meydanlara çıkanlar, karşısında ABD’yi ve işbirlikçilerini buluyor.
Program tehdide göre şekilleniyor.
Uzun ve kısa vadeli hedefler ona göre tartışılıyor.
Kalanı o ülkenin koşullarından çıkar.
Türkiye içlerinde en ilerisi.
Mısır krizi: Genelkurmay Başkanı’ndan ‘devlet çökebilir’ uyarısı
Mısır’da Mursi’nin atadığı genelkurmay başkanı General Abdul Fettah el-Sisi, ülkedeki siyasi krizin ‘devleti çöküşe sürükleyebileceği’ uyarısında bulundu.
Mısır Genelkurmay Başkanı, ülkedeki siyasi krizin “devleti çöküşe sürükleyebileceği” uyarısında bulundu.
General’in açıklaması kendisine ait Facebook sayfasında yayımlandı.
Genel Kurmay Başkanı ve Savunma Bakanı General Abdul Fettah el-Sisi, farklı siyasi güçler arasındaki mücadelenin devam etmesi halinde, gelecek kuşakların tehlike altına atılacağını belirtti.
Asker sevki
Sisi’nin uyarıları, Süveyş Kanalı üzerindeki kentlere asker sevki yapılmasının ardından geldi.
Sisi, asker sevkinin Mısır ekonomisi ve dünya ticareti açısından hayati önem taşıyan suyollarını koruma amaçlı olduğunu vurguladı.
Binlerce gösterici bu kentlerde gece sokağa çıkma yasağına uymayarak protestolara devam etti.
Gösteriler nedeniyle Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Port Said, Süveyş ve İsmailiye kentlerinde 30 günlük olağanüstü hal ve gece sokağa çıkma yasağı ilan etmişti.
Perşembe gününden beri devam eden protesto gösterilerinde 50’den fazla kişi öldü.
‘Sağlam duvar’
General, Harbiye okulu öğrencilerine yönelik konuşmasında, “Farklı siyasi güçler arasındaki mücadele devleti çöküşe sürükleyebilir” dedi.
Mursi’nin atadığı hükümette Savunma Bakanı olarak da görev yapan Sisi, ülkenin karşı karşıya olduğu ekonomik, siyasal ve sosyal sorunların “Mısır’ın güvenliği ve devletin uyumu bakımından tehdit teşkil ettiğini” vurguladı.
Sisi, ordunun, devletin yaslandığı “sağlam duvar” olmaya devam edeceğini söyledi.
Türkiye Model; Ama Hangi Türkiye?
Emre Kongar
Siz değerli okurlarımın önerileri ve sonra da teşvik edici onayıyla “Arap Baharı” denilen trajedi üzerine yazmaya başladığım “ABD’nin İslamla Tehlikeli Dansı” adlı kitabımın sonlarına geldiğimde, tam “Türkiye Bir Model olabilir mi?” sorusunu tartışırken Libya Başbakanı El Kib Türkiye’ye geldi ve “Türkiye’ye model olarak bakıyoruz!” dedi.
Hiç kuşkusuz bu çok sevindirici bir demeç.
“Arap Baharı” adı altında büyük trajediler yaşayan Arap ülkeleri ve Arap Alemi eğer Türkiye’nin demokratik ve laik, hukuk devleti rejimini model alırsa, bu sadece İslam Alemi için değil, tüm dünya için büyük bir uygarlaşma ve barış adımı olur.
Üstelik Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, Mısır, Tunus ve Libya’ya yaptığı ziyaretlerde Türkiye’nin laiklik ilkesine dayalı bugünkü rejiminin model alınmasını önermişti.
Her ne kadar çok tartışmalı olan “Ben laik değilim ama, devlet laiktir” söylemine dayalı bir yaklaşım sergilemişse de, bu öneri İslam Alemi’nin tek çıkış noktasını işaret ediyordu.
Arkasında ABD’nin de desteğinin de bulunduğu kuşku götürmeyecek olan bu yaklaşım, daha sonra ne ABD ne de Türkiye tarafından gündemde tutuldu ve desteklendi.
Elbette bu durum, bu sessizlik, önemli ölçüde kuşku uyandırıyor:
Acaba bu yaklaşım sadece bir “deneme çıkışı mıydı”, yoksa, gerçekten ABD önderliğinde Türkiye’ni de önemli bir rol oynayacağı İslam Alemi için bir “reform stratejisini” mi hedefliyordu?
Bu sorunun yanıtı henüz belirsiz.
ABD’nin pragmatik dış politikasının zaman zaman bütün ilkeleri ve genel stratejileri bir kenara ittiğini anımsarsak, İslam Alemi için genel bir demokratikleşme ve bunun kaçınılmaz ilkesi olan laikleşme sürecine tam bir stratejik destek verdiğine inanmak için henüz vaktin erken olduğu ortaya çıkar.
Tabii, acele etmemek gerek:
Çünkü, gerek ABD gerekse Türkiye için, İslam Alemi’nin demokratikleşmesi ve bunun için laikleşmenin sağlanması bir anda gerçekleştirilebilecek bir hedef değil, uzun bir süreçtir.
Bu açıdan gelişmeleri ve süreçleri, pek doğal olarak da Suriye, İran, İsrail, Ortadoğu krizlerini yakından izlemek ve dikkatli olmak gerekiyor!
* * *
Bugün irdelemek istediğim konu, Libya Başbakanının kullandığı “Türkiye’nin model alınması” söyleminin hangi Türkiye’yi kastettiği:
Bağımsızlık Savaşı ile kurulan, Atatürk Devrimleri ile çağdaşlaşan demokratik, laik ve hukuk devleti olan Türkiye mi?
Yoksa AKP’nin uyguladığı, demokratik yolla iktidara gelerek, demokratik, laik bir hukuk devletini, yavaş yavaş İslam ilkeleri çerçevesinde yeniden inşa eden bir strateji mi?
Bir başka biçimde ifade etmek gerekirse, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yaptığı gibi sözde demokrat görünüp, iktidarı Batı ve özellikle de ABD desteğiyle ele geçirip, ülkeyi, İslam ilkelerine göre düzenlemek mi?
İslam Alemi’ndeki sözde demokrat dinci partilerin, seçim sandığını kullanarak iktidara gelme ve ondan sonra ülkelerini dönüştürme modellerinde, Türkiye’deki AKP’yi model aldıkları bilinmektedir.
Bu ülkelerde bazı partilerin adları bile AKP ile aynıdır.
Üstelik bu partilerin liderleri çeşitli zamanlarda gerçekten de “AKP modelini” örnek aldıklarını belirtmişlerdir.
Örneğin hemen akla gelen örnekler arasında Malezya’nın siyasal İslam liderlerinden “Biz AKP’yi örnek alıyoruz” sözleri var.
Bu sözlerin önemini ve içeriğini anlamak için, Hürriyet’te 26 Eylül 2007’de yayınlanan Ezgi Başaran’ın yaptığı konuşmada söylediklerinin tümüne bakmak gerekli:
Malezya’nın dini lideri Nik Abdülaziz, uyguladığı politikalarda Türkiye’deki AKP iktidarını örnek aldığını belirtmiş.
Dinci PAS’ın yönettiği Kelantan Eyaleti’nin Başbakanı ve Malezya’nın dini lideri Nik Abdülaziz’le yapılan konuşmanın tümü şöyle:
“Ilımlılık Olmaz: Malaylar, laiklik taraftarı değildir. ‘Ilımlı İslam’ kavramını Malezya’da iktidar partisi UMNO çıkardı. Bu İslam’ın özünden kaçmaktır. Ama biz Kelantan Eyaleti’nde İslam’ın bir devlet ideolojisi olabileceğini kanıtladık. Ilımlı olmasına gerek yok.
Kelantan’da yıllardır uyguladığımız İslami program, insanların kendine güvenini ve refah seviyesini artırdı. İslam bankaları açtık ve Kelantan’daki bütün Müslümanların paralarını buraya yatırmasını zorunlu kıldık. Bu bankada faiz uygulanmaz çünkü faiz haramdır.
Yeni bir konut sistemi getirdik. Buna göre mimarlar her eve en az 3 oda yapmak zorunda. Biri ebeveyn için, biri erkek, biri kız çocuk için çünkü onların aynı odada kalması İslam’a aykırı.
Üçüncü önemli sistemimiz rehine dükkânları. Örneğin buraya altın bileziğinizi bırakıp karşılığında bir miktar para alıyorsunuz. Paranız olduğunda gelip tekrar bileziğinizi alıyorsunuz.
Dördüncü hareketimiz Kelantan’daki sigara fabrikasını kapatmak oldu. Çünkü sigara içmek İslam’a aykırıdır.
Beşinci kural da devlet dairesinde çalışan bütün kadınların türban takması zorunlu. Vatandaşlar için bunu zorunlu kılmadık ama telkinlerde bulunuyoruz.
Şu anda direkt olarak gayrimüslim olan Çinli ve Hinduların üstünde çalışmıyoruz. Ama ben her hafta vaaz veriyorum, gayrimüslimlerin cenazelerine katılıyorum. Her yerde İslam’ın güzelliklerini anlatıyorum ki onlar da isteyerek Müslüman olsunlar.
İran’daki İslam yönetimini destekliyorum fakat onlar Şii, biz Sunni’yiz. İran gibi olamayız. Bizim finans desteğimiz kişisel bağışlar ve özel şirketlerden gelen bağışlar…
Erbakan’ın davetlisi olarak gelip Atatürk Stadyumu’nda konferans vermiştim yıllar önce. Siz ilk Müslüman laik devletsiniz ve bunu Mustafa Kemal Atatürk yaptı.
Bana göre Atatürk’ün yaptığı İslam dinine aykırı. İslam devleti laik olamaz. İslam ve politika iç içe olmalıdır. Çünkü Hz. Muhammed aynı zamanda devlet başkanıydı.
Ben burada, AKP’nin uyguladığı birçok stratejiyi örnek alıyorum. Yavaş ve derinden ilerliyorlar. Orduyla ve AB’yle dengeyi kuruyorlar, kimseyi fazla sinirlendirmiyorlar. Çok iyi düşünülmüş, diplomatik bir stratejileri var. Ben onlarınkini Hz. Muhammed’in diplomasisine benzetiyorum.
Müslümanlar ve gayrimüslimler Hudey-biye Antlaşması’nı imzalarken, Hz. Muhammed ilk önce ‘Bis-millahirrahmanirrahim’ kelimesini kullanmak istemiş. Fakat gayrimüslimler itiraz edince, antlaşma ‘Tanrı’ın adıyla’ diye başlamış. İmzasını da ‘Muhammed Resulallah’ diye değil, ‘Muhammed’ olarak atmış. AKP bu tarihi biliyor, çok iyi özümsemiş ve aynı diplomatik yöntemi izliyor. Umarım Türkiye’de AKP sayesinde alevlenen İslam bilinci, laikliği yok eder.”
* * *
Görüldüğü gibi yukardaki satırlar açıkça, Türkiye’nin demokratik ve laik hukuk devleti rejiminin değil, AKP’nin bu rejimi İslami bir düzene dönüştürme stratejisinin “model alındığını” belirtiyor.
Aklımda bu sözleri tutarak El Kib’in konuşmasına baktım…
Ve neyi model aldığının ipuçlarını bulamadım:
Acaba demokratik, laik hukuk devletini mi model alıyordu, yoksa AKP’nin bu rejimi dönüştürme çabalarını mı?
Açıkçası, “model” kavramını hiç açıklamamış, ama bol bal AKP ve Erdoğan üzerinden övgü düzmüş olması ikinci olasılığı biraz daha öne çıkarıyor, ama ön yargılı davranılmamalı…
Libya’daki gelişmeler ve Türkiye ile ABD’nin tutumu beklenmeli.
* * *
Şimdi mu düşüncelerle El Kib’in konuşmasına ilişkin habere bir kez daha bakalım:
“Libya Başbakanı Abdurrahim El Kib, Türkiye’ye model olarak baktıklarını belirterek, ‘Öyle bir model ki, gerçekten çok kısa bir zaman içinde büyük başarılar sağlamış bir ülke olarak görüyoruz. Bu başarılar her alanda gerçekleşmiştir. Biz bunu tamamıyla Türk liderliğinin pozitif vizyonuna bağlıyoruz’ dedi.
El Kib, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile baş başa görüşmesinin ardından gerçekleştirilen heyetler arası görüşmeden sonra düzenlenen ortak basın toplantısında, Başbakan Erdoğan’a, kendisini Türkiye’ye davet etmesi dolayısıyla teşekkür etti.
El Kib, konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘Bizler burada, örnek ülkede, kendi ailemiz ve kardeşlerimizle beraberiz. Kendi adıma ve Libya halkı adına burada Türkiye Devleti’ne, Libya halkına göstermiş oldukları destekten dolayı teşekkür ediyorum. Yaşanmış olan sıkıntılar ve 17 Şubat devrimi sürecinde ve ondan sonraki süreçte gerçekten de büyük destek verdiler. Türk liderliğinin onurlu tavrından ve devrimcilerin başarıya ulaşması konusundaki desteklerinden dolayı özellikle teşekkür etmek istiyorum. Libya halkı Türkiye’nin bu duruşunu asla unutmayacaktır. Bu tarihi bir duruştur.’
El Kib, iki ülke arasındaki tarihi ve sosyal bağların kökten olduğunu ve bunların bugün de devam ettiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:
‘Tarih sayfasına baktığımız zaman Libya topraklarında çok şehit olmuş Türkleri görürüz ve yine Türkiye tarihine baktığımız zaman Türk topraklarında şehit olmuş Libyalıları görürüz. Halen ülkemizdeki birçok aile aslında Türk asıllıdır ve yine Türkiye’de Libya asıllı birçok aile olduğunu görmekteyiz. Asil ve asaletli Türk halkına büyük bir saygıyla ifade etmek istiyorum ki, bizler Türkiye’ye model olarak bakıyoruz.’
Türkiye-Libya ilişkilerinin bugüne kadar ticaret ve inşaat sektöründe özellik gösterdiğini dile getiren El Kib, ‘Bizler Libyalılar olarak, sadece bu alanlarda değil, ciddi olarak araştırarak ilişkilerimizi bütün alanlara yaymayı arzulamaktayız. Böylece gerçek bir stratejik ortaklığı her alanda gerçekleştirelim’ diye konuştu.
El Kib, Libya’da faaliyet gösteren Türk şirketlerinin tekrar ülkelerine gelmesini arzuladıklarını belirterek, bunun için ortak bir komite kurulup konunun incelenmesinin ardından büyük geri dönüşlerin gerçekleşebileceğini vurguladı.
İki ülkenin de sorunu olan çifte vergilendirme ve diğer meselelerin ortadan kaldırılması konusunda hemfikir olduklarını anlatan El Kib, Başbakan Erdoğan ile diğer farklı işbirliği alanlarını görüştüklerini, bunlar arasında güvenliğe değindiklerini kaydetti.
Konuk Başbakan El Kib, Türkiye halkına, kendilerine gösterdikleri kardeşçe tavır ve yakınlıktan dolayı teşekkür ederek, ‘Özellikle de yaralılarımızın yaralarının sarılması konusunda gösterilmiş olan yakın ilgiden dolayı tekrar teşekkür ediyorum. Değerli kardeşim Erdoğan’a, bize sunulan mali yükümlülükler konusunda tekrar beraberce çalışma talebimi burada yinelemek isterim. Yaralılar konusunun biz tekrar ele alınmasını ve mümkünse buradaki askeri hastanelerde bu yaralılarımızın tedavi görmesini ve özel durumlara sahip hastaların özel ilgiyle bu hastanelere alınmasını, alınan bazı özel vergiler konusunu ve diğer meseleleri ben burada gündeme getirdim. Kendilerinden birtakım taleplerde bulundum’ şeklinde konuştu.
Libyalı başarılı öğrencilerin Türkiye’deki bilinen ve uluslararası alanda saygı görmüş üniversitelerde okuduktan sonra ülkelerine döndüklerinde yeni Libya’nın kurulmasında aktif olacaklarını ifade eden El Kib, bu nedenle eğitime büyük önem verdiklerini söyledi.
El Kib, sağlık alanında hastanelerin iyileştirilmesi talebinde bulunduğunu anlatarak, hastane ekipmanları ve bütün personelin eğitimi konusunda Türkiye ile yapılabilecek işbirliği konularını görüştüklerini kaydetti.
El Kib, diğer önemli bir meselenin petrol ve doğalgaz olduğunu ifade ederek, bu alanda işbirliğinin önünün açık olduğunu söyledi.
El Kib, Libya’nın turizm alanında sahip olduğu olanakların şimdiye kadar kullanılmadığını dile getirerek, ‘Türk halkı ve liderleri bizim bu bağlamdaki yardım taleplerimize cevap verdi ve Türkiye uzman ekibiyle Libya’nın turizm haritasını çıkartacak. Bu bağlamda Libya’nın genelinde turizm olanaklarını ele alacak ve ben bu işbirliğinin de her iki ülkenin yararına olmasını temenni ediyorum’ diye konuştu.
Konuk Başbakan El Kib, yenilenebilir enerji konusunda da Türkiye’nin deneyimlerinden faydalanabileceklerini anlattı.
El Kib, ‘Bu toplantıda değerli kardeşim ve meslektaşımla bir araya geldiğimde sanki herhangi bir politik görüşme yapmıyorum da sanki yıllardan beri tanıdığım, bana yakın ve benim halkıma yakın birisiyle sohbet ediyorum. Bu bizim hiç yadsıyamayacağımız bir durum. Gerçekten iki ülkenin ortak kültürü ve ortak medeniyeti var. Olması gereken de bu diye düşünüyorum’ şeklinde konuştu.
* * *
Görüldüğü gibi El Kib, model olarak Türkiye’yi “çok kısa bir zaman içinde büyük başarılar sağlamış bir ülke olarak” gördüğünü ve “Bunu tamamıyla Türk liderliğinin pozitif vizyonuna bağladığını” belirtiyor.
Bu sözlerin ise hangi Türkiye’yi işaret ettiğini, ya da Türkiye’nin bugünkü rejimini mi, yoksa AKP’nin bu rejimi dönüştüren çabalarını mı model aldığını açıklamıyor!
* * *
Biliyorum, yazı, alıntılardan dolayı biraz uzun oldu.
Ama, gerçeği bütün çıplaklığıyla ve her olasılığı dikkate alan bir çözümleme ile okurlarıma aktarmak isteğim için konuşmaları olabildiğince bütünlük içinde ve ayrıntılı olarak aktardım.
Böylece değerli okurlarım, benim yorumlarına gereksinme duymadan, doğrudan doğruya kendi sonuçlarına da ulaşabilir.
http://www.kongar.org/guncel/2012/27sub2012.php
Türkiye’den Mısır’a sert yanıt
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, Mısır Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya tepki göstererek, bu açıklamanın “devlet yönetimi anlayışı silah-baskı-zulüm üçgenine dayanan Mısır darbe yöneticilerinin trajikomik çabalarından bir yenisini teşkil etmekte” olduğunu belirtti. Mısır Dışişleri Bakanlığı dün Türkiye’nin Mısır’daki 183 sanık hakkında verilen idam kararıyla ilgili açıklamasını kınarken, “Türkiye’nin başkalarının içişlerine karışmak yerine kendi ihlallerini düzeltmesi daha iyi olurdu” ifadesini kullanmıştı.
Bilgiç bir soruya verdiği cevapta, “Mısır Dışişleri Bakanlığı tarafından 4 Şubat günü yapılan açıklama, devlet yönetimi anlayışı silah-baskı-zulüm üçgenine dayanan Mısır darbe yöneticilerinin trajikomik çabalarından bir yenisini teşkil etmektedir. Mısır’ın, zulüm ve istibdadı bir idare şekli sanan mevcut yönetiminin, temel hak ve hürriyetleri benimsemiş çağdaş demokrasiler ile ortak hiçbir yönü olmadığı aşikardır” dedi.
Mısır’da 2013 Temmuz’unda yapılan darbe sonrasında siyasi kararlarla verilen toplu idam cezalarının sayısının bine vardığını, bu gidişatın tasvip edilmesinin mümkün olmadığını kaydeden Bilgiç, halkın belirli bir kesimini keyfi kararlarla cezalandırarak ve baskı altına alarak toplumsal barış ve siyasi istikrarın sağlanamayacağını bildirdi.
Bilgiç, Mısır’daki baskı rejiminin hukuku ve insan haklarını hiçe sayan, vicdanlara sığmayan uygulamalarının pek çok ülke ve uluslararası kuruluş tarafından da kınandığına ve son 183 idam kararının da diğerleri gibi uluslararası toplumun tepkisine yol açtığına işaret etti.
“ACZ VE KOMPLEKSİ GÖSTERİYOR”
Mısır’daki darbe yönetiminin, tepkilerini ortaya koyan birçok ülke ve uluslararası örgüt arasından Türkiye’yi kendisine yakışan bir üslupla hedef almasının, içine düştüğü acz ve kompleksin derinliğini gösterdiğini kaydeden Bilgiç, şu ifadelere yer verdi:
“Dolayısıyla Mısır’ın yaptığı açıklamanın ciddiye alınması söz konusu değildir. Türkiye’nin gerek gücünü tarihin derinliklerinden alan görgü ve gelenekleri gerek bölge ve uluslararası camia içinde üstlendiği konum ve sorumluluklar, böylesine zavallı bir teşebbüsü muhatap almasına imkan tanımamaktadır.
Kahire’deki darbeci zihniyet ne yalanlar uydurursa uydursun, Türkiye Mısırlı kardeşlerimizin barış ve refahı yönündeki ilkeli tutumunu sürdürecektir. Bu çerçevede, Mısır’da demokrasiye tam anlamıyla geri dönülmesine, kardeş Mısır halkının özgür iradesinin siyasi ve toplumsal hayata tam olarak yansıtılmasına ve
ülkede ancak bu şekilde kalıcı ve sürdürülebilir bir istikrar, güvenlik ve huzur ortamının sağlanabileceğine dair görüşlerimizi yüksek sesle söylemeye devam edeceğiz.”
MISIR NE DEMİŞTİ?
Mısır Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Türk Dışişleri Bakanlığı, Kirdase polis karakolundaki 11 polis ile 2 sivili öldürmek, polis karakolundaki 10 kişiyi öldürmeye teşebbüs etmek, tank ve araçları ateşe vermek ve üzerinde silah bulundurmak” suçlarıyla yargılanan bazı Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) mensupları hakkında Mısır yargısının verdiği idam kararıyla alakalı açıklamaları bizi şaşırtmıştır” denildi
“Mısır, Türkiye’nin açıklamalarını kınıyor” başlığıyla yayınlanan açıklamada, “Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin idam kararlarıyla ilgili açıklamaları ve yorumlarını görmezden gelme yoluna gitmiştir. Bu açıklamaların, yolsuzluk operasyonları ile yargı bağımsızlığına gölge düşüren olayların yaşandığı ve uluslararası toplumun insan haklarını açıkça ihlal etmek, barışçıl göstericileri öldürmek, gazetecileri yargılama olmaksızın tutuklamak ve sosyal paylaşım sitelerini kapatmakla suçladığı bir hükümet tarafından yapılıyor olması kınamayı gerektirmektedir” ifadelerine yer verilmişti.
“Türkiye’nin başkalarının içişlerine karışmak yerine bu ihlalleri düzeltmesi daha iyi olurdu” denilen açıklamada, “Türkiye’nin, Mısır halkının yanında yer aldığına işaret ederken, yetkililerinin Mısır halkının iradesine müdahale eden ve seçimlerini hafife alan söylemlerde bulunması gülünçtür” ifadesi kullanışmıştı.
İLK TÜRKİYE KINAMIŞTI
Önceki gün Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada ise, “Mısır’da 2013 Temmuz’unda yapılan darbenin ardından mahkemelerde alınan siyasi kararlar çerçevesinde sayıları 1000’e varan toplu idam cezalarının yeni bir bölümünü oluşturan 183 kişinin idam cezalarının onanmasını şiddetle kınıyoruz” denilmişti.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28125112.asp
http://marksist.net/selim-fuat/misirda-ayaklanmanin-yildonumunde-devlet-teroru.htm
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28336988.asp
http://www.haksozhaber.net/sisi-cuntasi-yalniz-degildir-29086yy.htm
http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/misirda-secimlerin-ilk-asamasindan-sonuclar-sandiklarda-siftah-yok
http://www.albaathpress.com/ar/news/view/3301.html
Beş Yılın Ardından “Arap Baharı” ya da Devrimini Arayan Ortadoğu
Kerem Dağlı
Burjuva ideologların “Arap Baharı” adını taktıkları halk ayaklanmalarının üzerinden beş yıl geçti. Tunus’la başlayıp Mısır’la devam eden bu dalga Arap dünyasının neredeyse tamamını etkiledi. İşsizlikten, yoksulluktan, sefaletten, baskıcı rejimlerden, diktatörlerden bıkmış olan Arap halkları beş yıl önce ayağa kalkarak sadece Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da değil tüm dünyada umut rüzgârları estirmişlerdi. Fakat bu rüzgârların etkisi maalesef fazla sürmedi. Devrimci alternatiflerin yokluğu ve genel örgütsüzlük koşullarında, Arap halklarının bu mücadelesi hızlı bir biçimde burjuva güçlerin iktidar kavgasına ve emperyalist kapışmaya angaje edildi. Ayrıca aradan geçen beş sene zarfında, emekçilerin uğruna sokaklara döküldükleri temel sorunların hiçbiri çözülmedi.
Tunus’ta diktatör Bin Ali ülke dışına kaçtı ama yerine geçen burjuva hükümetler ne işsizlik sorununu çözebildiler ne de yoksulluğu bir nebze olsun hafifletebildiler. Ülkede siyaseten de istikrar sağlanabilmiş değil ve “bıçak sırtı” durum sürüyor. Mısır’da ise Mübarek yerini bir başka diktatöre, Sisi’ye bırakmış oldu. Tunus’la benzer şekilde Mısır’da da halkın sefaletinde ve anti-demokratik uygulamalarda bir azalma olmadı. Siyasi baskılar Mübarek’i aratmayacak şekilde devam ediyor. Libya ise, emperyalist güçlerin daha işin başındaki müdahalesi nedeniyle, tamamen parçalanmış bir ülke görünümünde. Yemen ve Suriye emperyalist kapışmanın av sahasına dönüştüler ve her gün yeni trajedilere sahne oluyorlar. “Arap Baharı”nın şöyle bir uğradığı Bahreyn ve diğer bazı Körfez ülkelerinde de, ayağa kalkan halk kesimleri açısından bir şey değişmiş değil; Suudi gericiliğinin askeri yardımları ve müdahalesi sayesinde, egemenler açısından “düzen hüküm sürüyor” şimdilik. Sonuç olarak beş yıl önce umudun canlandığı Arap coğrafyasında bugün emperyalist savaş ve kaos rüzgârları esiyor.
Tunus’taki protestolar yeni bir isyan dalgasının habercisi mi?
Tunus’ta, beş yılın ardından, geçtiğimiz Ocak ayında bir kez daha kitlesel protestolar patlak verdi. Protestolar, Kasrin şehrinde 28 yaşındaki bir gencin, adının iş başvuru listesinden valilik tarafından silinmesine duyduğu tepki sonucu bir elektrik direğine tırmanması ve bu esnada elektrik çarpması sonucu ölmesinin ardından başladı. Elektrik teknisyeni olan gencin tepkisinin sebebi, ülkedeki yüksek işsizliğe güya çare olarak devlet tarafından sağlanan iş imkânlarının adam kayırma yüzünden hep iktidara yakın kişilere verilmesiydi. Öfkeli kalabalıklar sokaklara inerek valilik önünde toplandılar ve polisle çatıştılar. Gösteriler bir anda hükümet karşıtı bir nitelik kazandı ve başka şehirlere de yayıldı. Protestocuların temel talebi devletin gençlere iş bulmasıydı. Üniformalı polisler bile bazı şehirlerde kendi talepleri için sokaklara çıktılar.
Hükümet bir yandan sıkıyönetim ilan ederken bir yandan da göstericileri yatıştırmaya çalıştı. Acilen düzenlenen kabine toplantısının ardından kaymakam görevinden alındı ve 5 bin kişiye yönelik ek istihdam paketi açıklandı. Hükümetin açıklamasına göre bu acil önlem paketinde çeşitli sosyal reformlar, konut harcamaları ve işsizlik problemiyle ilgili iyileştirmeler de yer alacaktı. Bu açıklamalar ve hükümetin “anlayışlı” tutumu gösterilerin dozunu bir nebze düşürse de tansiyon tam anlamıyla inmiş değil.
Protestoların tekrar başlamış olmasının ve tam olarak yatıştırılamamasının asıl sebebi, yukarıda da söylediğimiz gibi, emekçilerin temel problemlerinin, yani işsizlik ve yoksulluğun artarak devam etmesidir. Bunlar, beş yıl önce Bin Ali rejimine karşı başlayan ayaklanmanın da ardında yatan ana faktörlerdi. Şu anda işsizlik %15 civarında; üniversite mezunları söz konusu olduğunda bu rakam ikiye katlanıyor ve bu da üniversiteli gençlerin neden protestoların başını çektiğini açıklıyor. Aradan geçen beş yıl zarfında satın alma gücü de %40 oranında düştü. Yolsuzlukların GSMH’nin %2’sine ulaştığı hesap ediliyor. Ülkenin dış borcu %53 arttı. Açlık sınırının altında yaşayanların oranı %10’larda seyrediyor. Bölgeler arası eşitsizlik de artmış durumda. Siyasi istikrarsızlık ve radikal İslamcıların tehditleri nedeniyle, ülkenin en büyük gelir kapısı olan turizm sektörü durma noktasına gelmiş vaziyette. Bu bağlamda Fransa’nın, kendisine yakın gördüğü Nida Tunus hükümetini desteklemek için 5 yıl içinde vereceğini vaat ettiği 1 milyar avroluk yardım da pek bir işe yaramayacak.
Bu ekonomik-sosyal tablonun yanı sıra, siyasi açıdan da ülke pek istikrarlı değil. Hatırlanacak olursa Bin Ali’nin ardından, tıpkı Mısır’da olduğu gibi, önce İslamcılar (Müslüman Kardeşler’in Tunus kolu sayılan En Nahda) iktidara geldiler. Ancak tek başlarına iktidarda kalamayacaklarını anladıkları için (ki bunda Mısır’da General Sisi’nin Müslüman Kardeşler’e yönelik gerçekleştirdiği darbenin ve bu darbenin gerek Batı’dan gerekse de Körfez ülkelerinden destek görmesinin önemli rolü oldu), Bin Ali rejiminin artıkları ve ulusalcı-laikçi kesimlerden oluşan Nida Tunus hareketiyle önce iktidarı paylaşmaya, sonra da tamamen onlara devretmeye razı oldular. Bu sayede Mısır’da İslamcıların başına gelen akıbetten de kurtuldular. Şu an cumhurbaşkanlığı ve hükümet Nida Tunus partisinin elinde. Fakat şimdi de Nida Tunus’un içinde çatlaklar oluşmaya başlamış durumda. Geçtiğimiz haftalarda, Nida Tunus’un 28 milletvekili partiden ayrılarak yeni bir oluşuma gideceklerini açıkladılar. Gerekçe olarak da En Nahda ile yani İslamcılarla girilmiş olan uzlaşmayı ve iyi ilişkileri gösterdiler. Bu yeni oluşumda yer alacak milletvekilleri, Nida Tunus içindeki daha “ulusalcı” ve eski Bin Ali rejimi yanlısı kanatta yer alıyordu. Ancak ülkedeki siyasi dengeler ne Nida Tunus’un ne de En Nahda’nın tek başına iktidarda kalmasına izin veriyor. Mevcut uzlaşma da bu sebepten oluşmuştu ve bir dengeyi ifade ediyordu. Şimdi ise siyasi dengelerin tekrar bozulması söz konusu ki, bu da Tunus’un kaotik bir ortama sürüklenmesi anlamına geliyor.
Kısacası, Tunus’un siyasi tablosu, bir istikrar görüntüsü çizmekten uzak ve bu tabloya ağır ekonomik-sosyal sorunlar eşlik ediyor. Bin Ali rejimini devirmiş kitleler işsizliğe, yoksulluğa, artan sefalete, yolsuzluklara ve diğer toplumsal sorunlara çare bulamayan burjuva hükümetlerden umudu kesmek üzereler. Eski Bin Ali rejiminin adamlarının yönetimde yer almasını istemiyorlar. Ama İslamcıların ülkeyi daha geri bir siyasi çizgiye sürüklemesini de istemiyorlar. İslamcı En Nahda’nın, tüm ılımlı görüntüsüne rağmen radikal İslamcı hareketlerin önünü açtığını düşünüyorlar.
Bu koşullar altında gerçekleşen son protestolar, kitlelerin mevcut düzen partilerine yönelik tepkilerinin büyüdüğünü ortaya koyuyor. Kitleler henüz bu burjuva düzeni yıkmak gerektiğini ve düzen partilerinin kangren hale gelmiş toplumsal sorunlara çare bulamayacağını bilince çıkarmış değiller. Bunun için daha önlerinde uzun bir yol ve devrimci bir önderliğe ihtiyaç var. Bu yolda Tunuslu işçi ve emekçilerin avantajı, halk ayaklanmalarının yaşandığı diğer Arap ülkelerine göre sınıf hareketinin biraz daha güçlü oluşu ve sosyalist hareketin daha elle tutulur bir durumda bulunmasıdır.
Mısır: Mübarek’ten Sisi’ye değişmeyen diktatörlük
Beş yıl önce başlayan halk ayaklanmalarının ikinci büyük durağı olan ve hızla merkezi ülke konumuna yükselen Mısır’da da işçi-emekçi kitleler büyük bir hayal kırıklığı içindeler. Tıpkı Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da emekçilerin ekonomik ve sosyal koşullarında gözle görülür bir iyileşme yaşanmış değil. Yoksulluk, işsizlik ve sefalet devam ediyor. Kitleler “devrimlerinin ellerinden çalındığı” hissiyatını taşıyorlar. Mübarek’in ardından iktidara gelen Müslüman Kardeşler, kitlelere ilk hayal kırıklığını yaşattı. AKP hükümetinin de yönlendirmesiyle hareket eden, tek derdi kendi iktidarını kurmak ve sağlamlaştırmak olan bu İslamcı hareket, anti-demokratik uygulamalarıyla kısa sürede kitlelerin tepkisini ve öfkesini üzerine çekti. Bunu fırsat bilen ordu ile Suudi Arabistan dahil onu destekleyen Batılı emperyalist güçler tarafından bir darbeyle devrildi. Başlangıçta ordunun “devrimi koruyacağını” zanneden kitleler, kısa sürede yanıldıklarını fark etseler de iş işten geçmiş oldu. Darbeyle yönetime el koyan ordu, ki aslında perde arkasında iktidarı hiç bırakmadığını söylemek daha doğru olacaktır, başa General Sisi’yi getirdi. Yapılan göstermelik cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleriyle ordu-Sisi iktidarına sözümona meşruiyet kazandırıldı. Devrik diktatör Mübarek ve tüm ailesi suçlamalardan beraat ettirildi. Sonuç olarak kitleler durumdan hoşnut olmasalar da, örgütsüzlüklerinden dolayı, şu anda hüküm süren yeni diktatörlüğe karşı koymaları pek kolay değil.
Bu durumun farkında olan Sisi de, baskıcı tedbirleri sürekli arttırarak olası bir yeni ayaklanma dalgasının önünü kesmeye çalışıyor. Son olarak, isyanın yıldönümü olan 25 Ocakta, gösterileri engellemek için ülkenin her yerinde 400 bin kadar asker ve polisi sokaklara çıkarttı. Tahrir başta olmak üzere bütün büyük meydanlar ve devlet kurumlarının bulunduğu güzergâhlar insan ve araç trafiğine kapatıldı. Başta Kahire olmak üzere pek çok kentte Müslüman Kardeşler yanlılarına yönelik yüzlerce eve baskınlar düzenlendi. Sisi, “Tahrir Devrimi”ni anmak isteyenlere sert yanıt vereceklerini açıkladı. Mısır’ın yeni firavunu Sisi’nin kolluk güçleri, “10’dan fazla kişinin bir araya geldiği” protesto gösterilerine anında müdahale ediyor ve göstericileri gözaltına alıyorlar. Elbette bu polis şiddetinden nasibini alanlar sadece Müslüman Kardeşler değil. İktidar daha yakın ve güçlü tehlike olarak onları görse de, sosyalistler, devrimciler, demokratlar ve liberaller yani diğer muhalif kesimler de bu baskılardan ve saldırılardan nasiplerini fazlasıyla alıyorlar.
Darbeci Sisi, geçtiğimiz Ağustos ayında da yeni bir güvenlik yasasını yürürlüğe sokmuş ve sürekli olağanüstü hal uygulamasını kurumsallaştırmıştı. Ayrıca en temel demokratik haklar dahi bu yasayla tırpanlanmıştı. Artık Sisi, “terör örgütü kuranlara ve liderlerine” idam cezası verebiliyor. Yasaya göre, “terörist” grupları finanse edenlere ömür boyu hapis cezası, örgüt üyesi sayılanlara 10 yıl hapis cezası, “halkı şiddete yönlendirmek ya da terör amaçlı mesajları yaymak üzere web sayfası kuranlara” 7 yıl hapis cezası, saldırılarda resmi yetkililerin açıklamalarıyla çelişen haberler yazan gazetecilere ağır para cezası verilebiliyor. Örgüt üyesi olmakla suçlananlar da özel mahkemelerde yargılanıyor ve yargı süreçleri hızlandırılıyor. Yasada yer alan maddelerden bazıları da, şiddet uygulayan polis ve askerleri hukuki yaptırımlardan korumaya yönelik.
Ancak, darbeci Sisi’nin bu baskıcı uygulamaları ülkede korkuya dayalı göreli bir “istikrar” yaratmış olsa da, bu istikrarın son derece yüzeysel kaldığı ve kırılgan olduğu da ortada. 2015 Ekiminde yapılan genel seçimler bu açıdan önemli bir örnektir. Önderliği ciddi biçimde ezilen Müslüman Kardeşler’in ve diğer bazı muhaliflerin boykot ettikleri seçimlere katılım %26’da kaldı. Bir muhalif, Mısırlıların yaşadığı hayal kırıklığını şöyle ifade ediyordu: “Gençler seçimlere katılmıyor. Yanlış giden bir şeyler olduğu kesin. Eski devlet başkanı Hüsnü Mübarek’in partisinde hâlâ aynı yaşlı yüzler görülüyor. Şahit olduğumuz büyük devrimin ardından hâlâ bunun sürmesi kabul edilemez.”
Tunus’takine benzer şekilde, Mısır’da da gençler şimdiye kadarki yönetimlerden ümitlerini kesmiş durumdalar. Her seçimde sandığa gitmekten ama hiçbir şeyin değişmemesinden son derece hoşnutsuz durumdalar. Son seçimde katılımın bu kadar düşük olmasının temel sebebini de bu hoşnutsuzluk ve bıkkınlık hissiyatı oluşturuyor. Ne Müslüman Kardeşler ne de şu andaki Sisi iktidarı onların taleplerini karşıladı. Oysa Mübarek’i deviren gençler ve emekçiler, kendi deyimleriyle “sosyal adalet”in sağlanmasını, işsizliğe çare bulunmasını ve iyi bir geleceğe sahip olmayı ümit ediyorlardı. Sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu.
Devrimini arayan Ortadoğu
Beş yılın ardından, halk ayaklanmalarının başını çeken Tunus ve Mısır’da durum budur. Libya, Yemen ve Suriye ise tamamen emperyalist paylaşım savaşının kanlı alanları haline gelmiştir. “Arap Baharı” için iki sene önce yaptığımız değerlendirmeler aynen geçerlidir. Şubat 2014 tarihli yazımızda şöyle demiştik: “Arap coğrafyasını altüst eden isyan dalgasının üzerinden üç sene geçti, ama Arap halklarına «artık yeter» dedirten koşullar ortadan kalkmış değil. Emekçi sınıfların ayağa kalktığı ülkelerin hiçbirinde sorunlar çözülmedi. Demokratikleşmeden söz etmek zor, siyasi istikrarsızlık hâlâ varlığını sürdürüyor. Barış ve huzurdan bahsetmekse hiç mümkün değil. Suriye’de kanlı bir iç savaş sürüyor ve diğer ülkelerde de iç savaşlara ucu açık çatışmalı-gerilimli durumlar mevcut. İşçi ve emekçilerin yaşam koşullarında en ufak bir iyileşme olmadı. Geçim sıkıntısı, yoksulluk ve işsizlik olanca ağırlığıyla kitlelerin belini bükmeye devam ediyor. Yolsuzluklar ve siyasi çürüme ise had safhada sürüyor.” (Kerem Dağlı, Ortadoğu’ya Devrim Gerekiyor, MT, Şubat 2014)
2014’ten bu yana yaşanan tek değişikliğin, emperyalist savaşın daha da kızışması ve yayılması, tüm Ortadoğu’da siyasi istikrarsızlığın tırmanması, en önemlisi de bölgenin büyük güçler arasındaki açıktan bir savaşa doğru hızla sürüklenmeye başlaması olduğunu söylemek mümkündür. Yani iki yıl öncesine göre çok daha beter bir tablo söz konusudur. Emperyalist savaş, sadece Suriye’de 450 bin insanın yani nüfusun %11’inin canını almış, milyonlarcasını ise sakat bırakmış, yerinden yurdundan ederek yeni mülteci dramlarının yaratılmasına sebep olmuştur. Üstelik Suriye’deki durum hiç de iyi yönde ilerlememektedir. Suriye halkı için ne Esad ve onu destekleyen Rusya-İran gibi güçler, ne Batı ve Türkiye-Suudi Arabistan gibi bölge güçleri, ne de IŞİD ve benzeri radikal İslamcı cinayet şebekeleri kurtuluşu sağlayacaktır. Yemen de Suudi-İran kapışması altında yıkıma uğratılmaktadır. Libya’da da halk çeşitli burjuva güçlerin kapışmaları yüzünden acı içinde kıvranmaktadır. Dolayısıyla iki yıl önce ortaya koyduğumuz çözüm yolu aslında çok daha yakıcı bir hale gelmiştir: “Sonuç olarak, aslında tüm olgular ve gelişmeler Ortadoğu’da işçi devrimlerine duyulan ihtiyacın son derece yakıcı hale geldiğini göstermektedir. Köklü tarihsel, sosyal, ekonomik ve siyasal sorunların başka türlü kalıcı olarak ve işçi-emekçi sınıflar yararına çözülmesi mümkün değildir. Sadece birbiri ardına patlak verecek başarılı devrimler, yüz yıl önce emperyalistlerin attığı kördüğümü çözerek halklara barış ve huzur getirebilir.” (age)
http://marksist.net/kerem-dagli/bes-yilin-ardindan-arap-bahari-ya-da-devrimini-arayan-ortadogu.htm
Mısır’da 8 polis öldürüldü
Mısır’ın başkenti Kahire’nin güneyindeki Helvan şehrinde düzenlenen saldırıda sekiz polis öldü.
İçişleri Bakanlığı, kimlikleri belirsiz silahlı kişilerin güvenlik güçlerini taşıyan bir araca ateş açtıklarını bildirdi. Bakanlık saldırı ile ilgili olarak soruşturma başlattı. Saldırıyı ilk olarak Müslüman Kardeşler ile bağlantılı Halk Direnişi Hareketi üstlendi.
Hareketin Facebook sayfasından yapılan açıklamada, saldırının, 3 Temmuz 2013’te darbeyle görevden uzaklaştırılan eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin destekçilerinin anısına düzenlendiği belirtildi. Darbeden sonra Mursi yanlılarının başkent Kahire’de kurduğu protesto kampları da askerler tarafından kanlı bir baskınla dağıtılmış, yüzlerce kişi hayatını kaybetmişti.
Halk Direnişi Hareketi Facebook sayfasına, öldürülen polislerin adlarını da yazdı.
Hareketin Facebook sayfasında yapılan açıklamanın ardından, saldırıyı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü de üstlendi.
IŞİD’in Mısır’daki kolu saldırının, ‘ülkede cezaevlerindeki zavallı kadınlara yapılanlara’ misilleme olarak düzenlediğini bildirdi.
http://www.hurriyet.com.tr/misirda-8-polis-olduruldu-40100924