Çarpıtılmış Portreler

Tarihi ideolojik amaçlarla çarpıtanlar, bunun için, ilk bakışta birbirine zıt gibi görünen, aslında aynı kapıya çıkan iki farklı yöntem uygularlar: Birincisi, geçmişteki ideojik ayrılıkları olduğundan büyük göstermek, abartmak yoluyla çarpıtmaktır; ikincisi ise, bazı ayrılıkları olduğundan küçük göstermek, minimize etmek, hatta öyle bir ayrılık olmamış gibi davranmak, bu ayrılıklardan söz etmek kaçınılmaz olarak karşılarına dikildiğinde de aniden “ciddi bir ameliyat geçirerek” ortadan toz olmaktır (Bkz: Hikmet Çiçek, Devrimci Portreler, Kırmızıkedi, 2018, s. 241 -Arslan Kılıç’ın İbrahim Kaypakkaya ile ilgili yazısının “sonu”-).
Bu iki yöntemin de amacı aynıdır: Parti taraftarlarının kafasında farklı bir imaj yaratmak amacıyla “portreler”e kendi istedikleri biçimi vermek. Örneğin, bugün, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Sinan Cemgil, İbrahim Kaypakkaya gibi isimler devrimci gençlerin gözünde birer idol ve kahraman mıdır, o zaman onlarla geçmişte yaşanan ayrılıklar ya örtbas ya da en azından minimize edilmeli; bugün bir kısmı hayatta olan “ideolojik düşmanlar” için ise geçmişe ilişkin alabildiğine olumsuz bir tablo çizilmelidir. Elbette geçmişteki ideolojik tartışmaların bugün yeni bir gözle değerlendirilmesini ve o zamanki ayrılıkların bugünden bakınca anlamsızlaşmasını saptamak, bunlardan ders çıkarmak yerindedir, fakat ideoloji kalelerinin “nöbetçi şövalyelerinin” amacı bu değildir. Onlar, geçmişte ve her zaman olduğu gibi bugün de azami ideolojik kazanç peşinde koştukları için böyle davranmakta ve kelle kesen ideolojik kılıçlarını bugün de sağa sola sallamaktan geri kalmamaktadırlar. Onların geçmişin idol haline gelmiş devrimcilerine saygı duydukları falan yoktur. Tek amaçları vardır, o da bu idolleri bugün nasıl kendi çıkarımıza kullanırız hesabıdır.

Karalamak için Abartma örnekleri

Bu girizgâhtan sonra, yukarda künyesini verdiğim Devrimci Portreler adlı kitabın içindeki, sözünü ettiğim türden çarpıtmaların en belli başlı örneklerine geçebilirim. Önce, farklılıkları yalan yoluyla abartma örneklerine değineyim:

“TİP yöneticileri… üyelerinin bilimsel sosyalizmi öğrenmesini önlemek için engeller çıkardılar. Mars, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun eserlerinin okunmasına sıcak bakmadılar.”(s. 26)

Birinci bold cümlecik “engel olmak için engel çıkardılar” türü bir Türkçe garabeti. Herhalde yayınevinin Yayın Yönetmeni Enis Batur’un gözünden kaçmış olmalı. Yoksa okumuyor mu?

Öte yandan, ikinci bold cümlecik de bir muğlaklık ve sübjektivizm abidesi. “Sıcak bakmamak” ne demek? Nasıl tespit ettiniz? Sıcaklığı ya da soğukluğu hangi ölçülere göre belirlediniz? O dönemde (1964-1969) TİP’e gidip gelen biri olarak benim gözlemim tam tersi yönde. Sözü geçen kişilerin kitapları, hele Marx ve Engels’inkiler TİP’te her zaman baş köşedeydi. Lenin, Stalin ve Mao’nun okunması ise ne yasaktı, ne de bunları okuyan üyelere yan gözle bakılırdı. Sadece partinin başkanı Mehmet Ali Aybar, sadece bu tür kitapların okunup, örneğin bir Proudhon’un okunmamasını TİP’in Ankara İl Kongresi’nde eleştiri konusu yapmış, bu sözleri de, edepsizliği iyice ele almış, benim de içinde bulunduğum MDD’ci gençler tarafından yuhalanmıştı. Kim kime sıcak bakmıyormuş acaba?

Bir diğer sübjektivist tarih anlatısı örneği şudur: “Ancak kongrenin birinci günü Perinçek’in yaptığı konuşmada milli demokratik devrimi savunması ve bu yönde bir karar tasarısı vermesi, başta Sadun Aren olmak üzere TİP yöneticilerini rahatsız etti.” (s. 33)

Nasıl yani? Bu “rahatsızlığı” nasıl tespit ettiniz? Yanındaydınız da, Sadun Aren orada bulunanlara “çok rahatsız oldum bu konuşmadan” mı dedi? Yoksa bu konuda bir yazı mı yazdı? Hayır, bunların hiçbiri olmadı. Yazar, TİP yönetiminin FKF yönetimine karşı daha sonraki tutumuna bakarak böyle bir senaryo yazmış. Oysa “Kongre’nin birinci günü” Doğu Perinçek “Milli demokratik devrimi savun”madığı gibi, tersine, TİP yönetimine bu yönde bir eğilimi olmadığı konusunda teminat verdi. Yaptığı konuşmada, “benim partiye karşı olduğumu söylüyorlar, bunun gerçekle hiçbir ilgisi yok” dedi de, benim gibi, kongrede mücadele eden iki grup karşısında tarafsız bir konumda olan ama aynı zamanda partiye de bağlı olan gençler Doğu Perinçek ekibine oy verdiler.

Sorun şu: o zamanki TİP yöneticilerinin bugünkü solcu gençler üzerinde herhangi bir etkisi yok. O zaman vur abalıya! İşte yazarımızın tarihi olaylara sadakati bu kadar.

Bir başka örnek, yazarın, Türk Solu dergisinde yayınlanan, FKF içindeki “Sosyalist devrimcilerin” ihracı haberini, bir matahmış gibi, eleştirisiz, hatta destekleyen bir havada kitaba koymasıdır. Türk Solu’nun, 14 ekim 1969 tarihli 100. Sayısında şöyle denmektedir:

“Kongre çalışmalarına başlarken verilen bir öneri ile oportünist tutumlarından ötürü devrimci saflarda bölücülük yapan İstanbul İktisat Fakültesi Fikir Kulübü üyesi Sıtkı Coşkun, Edebiyat Fakültesi Fikir Kulübü üyeleri Veysi Sarısözen ve Osman Saffet Arolat örgütten atılmışlardır.” (s. 100-101)

Bu rezil uygulamayı elli yıl sonra da olsa eleştirmek kaçınılmazken, yazarın destekleyen bir havada kitabına alması gerçekten ibretliktir . Öyle ya, o zamanki “Sosyalist devrimci” gençleri bugün nasıl olsa kimse hatırlamaz, dolayısıyla pek savunan da çıkmaz. Bir kere daha vur abalıya!

Yazar, o dönemki silahlı eylemlerin başta gelen sorumlularını, neredeyse eleştirisiz yere göğe koyamadığı halde, bu eylemler için bir günah keçisi aramış ve sonunda bulmuş: Ant dergisi.

“Bu sunuşta, kapağı kurşun delikli kitaplarıyla dönemin ‘Ant Yayınları’ olumsuz ve uğursuz bir rol oynadı. Che Guevara’nın Savaş Anıları, Gerilla Günlüğü, Alberto Bayo’nun Gerilla Nedir?, Douglas Bravo’nun Milli Kurtuluş Cephesi, Daniel John Bendit’in Anarşizm, Carlos Marighella’nın Şehir Gerillası türünden maceracılığı kışkırtan kitapların tümü ‘devrimcilik’ adına Ant Yayınları tarafından piyasaya sürüldü.” (s. 105)

Oysa ant Dergisi, “maceracılığı” değil, Ortodoks Marksizmin dışında düşünmeyi teşvik eden, “başka yollar da var” diyen ve bunu göstermeye çalışan bir dergiydi. O yıllarda Latin Amerika’da gelişen gerillacı akımın örneklerini Türkiye’de tanıtmak sadece ortodoksiyi rahatsız ederdi. Yazar da sadece bu rahatsızlığı dile getirmiş zaten.

Yazar, 107 sayfa tutan anlatımı içinde önemli bir yer tutan FKF-Dev-Genç tarihini anlatırken, Dev-Genç’in son başkanı Ertuğrul Kürkçü ve yönetimine gelince birdenbire anlatımına son vermiş. Sakın o da Arslan Kılıç gibi “ciddi bir ameliyat” geçirmiş olmasın tam bunu yazacağı sırada!

Yazar, THKP-C içindeki ayrılıklara burnunu sokup olayın aslını astarını araştırmadan bir tarafı tek yanlı olarak suçlayan beyanlara yer verirken, örneğin Bingöl Erdumlu gibi teslimiyetçilikle uzaktan yakından âlâkası olmamış devrimcilere de çamur atmaktan ve “Teslim olanlardan Bingöl Erdumlu” gibi yaftalar yapıştırmaktan geri kalmamış. Üstelik neymiş, Bingöl Erdumlu, kaynağı ve kime yazıldığı belirtilmeyen bir “mektubunda”, “Gerçeği buldum ben, insanlığıma kavuştum” demiş. Aman ne büyük teslimiyet ve ihanet! (Mektup konusunda Bingöl Erdumlu’dan aldığım sözlü açıklamayı buraya ekliyorum: “Buraya alınan satırlar, o sırada Sağmalcılar Cezaevinde bulunan eski eşim Tülay Tat’a yazdığım bir mektupta geçmektedir. Bu mektuba cezaevinde el koyanlar adına şu anda bile utanıyorum. Neredeyse elli yıl önce yazılmış bu mektubun, kitabın yazarlarının eline nasıl geçtiğinin yorumunu ise okuyuculara bırakıyorum.”)

Farklılıkları Gizlemek İçin Parlatma Örnekleri

Kitabın yazarı şöyle yazmış:

“Hukuk Fakültesi asistanı Doğu Perinçek ve SBF asistanı Erdoğan Güçbilmez FKF içindeki muhalefet hareketini başlattılar. Sinan Cemgil de bu ekibe katıldı.” (s. 33)

Ben hatırlamıyorum ama Sinan Cemgil’in başlangıçta muhalefete yakın bir tutum almış olabileceğine itiraz etmem. Çünkü o zamanki FKF yönetimi, yalnız o sırada bir avuç bile olmayan MDD yanlısı gençlerin değil, neredeyse bütün FKF tabanının tepkisini toplamıştı. Fakat yukarıdaki, “Sinan Cemgil de bu ekibe katıldı” cümlesi son derece yanıltıcı ve Sinan Cemgil’in daha o zamandan MDD saflarına katıldığı izlenimi yaratmaya yönelik bir çarpıtma. Üstelik gerçek bunun tam tersidir. Sinan Cemgil, neredeyse 12 Mart 1971 darbesine yakın bir tarihe kadar TİP’li ve “Sosyalist Devrimci” kaldı. Nitekim, Necla Ülkü Kuglin’in yazısında da belirtildiği gibi, 1969 yılında TİP üyesi ve “sosyalist devrimci” Şirin Cemgil’le evlenmesi de, o dönem için tipik olan, “ideolojik yakınlığa bağlı ilişki” olgusunun bir sonucu olarak görülmelidir. Öyle ki, biz o zamanki MDD’ci gençler, Sinan’ın saf değiştirdiğini, ancak bir THKO’lu olarak dağa çıkıp vurulduktan sonra öğrenmişizdir. Yazar belli ki, Sinan’ın devrimci saflardaki büyük prestijinden bugünün MDD’ciliği olan ulusalcılığın değirmenine su taşımak istemiş.

Yazar, kimi yerlerde Doğu Perinçek değirmenine su taşımak için tarihi olayları çarpıtmaktan da geri kalmamış. Örneğin ilk gençlik işgalleri 10 Haziran 1968 tarihinde DTCF’de başladığı halde, el çabukluğu ile bir değişiklik yapıp şöyle demektedir:

“Demokratik Üniversite Hareketi, 10 Haziran 1968 günü Ankara’da Hukuk Fakültesi’nin işgaliyle başladı. Birkaç saat sonra DTCF işgal edildi. Ertesi gün de Fen Fakültesi.” (s. 57)

Bilmeyen de, yazarın elinde kronomotre ile zaman tuttuğunu sanacak. Oysa öyle bir saat farkı yok. İşin gerçeği şu: ilk işgal eylemi 10 Haziran’da DTCF’de başlamış, ertesi gün Hukuk Fakültesi’nin katılmasıyla işgaller yayılmış ve İstanbul’a sıçramıştır. Peki, yazar, belki yüzlerce yerde, yüzlerce defa yazılmış bu olguyu neden çarpıtma gereği duymuştur? Bütün bunların Doğu Perinçek’i parlatmak için yapıldığı çok açık:

“İşgallerin Ankara Hukuk Fakültesi’nde başlamasında, o zaman fakültenin asistanı olan Doğu Perinçek’in rolü oldu.” (s. 58)

İşte size güzel bir sübjektif tarih yazımı örneği. Mahçup bir şekilde de olsa, aslında işgallerin başlatıcısının Doğu Perinçek olduğunu kanıtlamak için, ya “MİT raporlarında, işgalleri Doğu Perinçek’in başlattığı ve yürüttüğü belirtiliyordu” (s. 58) diyerek, MİT’in, olayları şahıslara bağlayan çarpık bakışını gerçeğin yerine koyarsınız ya da olayların sırasını değiştirerek olayı D. Perinçek’in asistan olduğu okula taşırsınız. Oysa bu boşuna bir çabadır. Çünkü o tarihi kitle hareketi hiç kimse tarafından değil, sadece ve sadece öğrenci kitlesi tarafından başlatılmıştı. Yarılma’da anlattığım gibi (s. 287-298), olay DTCF’de, tesadüfen benim de bulunduğum bir ortamda başladığı halde başlatılmasında ne benim, ne DTCF’nin o zamanki başkanı Celal Kargılı’nın en ufak bir rolü olmuştur. Sübjektif tarih anlatımları, kitleleri trübünlere oturtup sahneye şahısları çıkartır. Oysa gerçekte tam tersi söz konusudur. Gerçek olaylar sahnesinin baş oyuncusu isimsiz kitlelerdir.

Önümde bu sefer Hasan Yalçın’ın rolünün parlatılmaya çalışıldığı bir başka örnek var:

“İstanbul’daki gençlik eylemlerine Deniz Gezmiş ve arkadaşları, İTÜ’de de Hasan Yalçın önderlik ediyordu.” (s. 87)
O olaylara önderlik eden, Deniz Gezmiş ve DÖB’lülerdi (Devrimci Öğrenci Birliği). O sırada İTÜ Öğrenci Birliği Başkanı, “sosyalist devrimci” Harun Karadeniz’di. Kaldı ki, o günlerde Hasan Yalçın da henüz bir “sosyalist devrimci”ydi ve Deniz Gezmiş ve DÖB’lülerin eylemlerini tasvip etmiyordu. Dolayısıyla Dolmabahçe olaylarında Hasan Yalçın’ın önderlik edenlerden biri olması mümkün değildi. Olaylara katılmıştır muhakkak ama, Deniz Gezmiş’in hemen yanı başında adının zikredilmesi sadece bir “tarihi yaratım” ürünüdür.

Bu konuyla ilgili son bir noktaya değineyim. Kitapta, Doğu Perinçek’in ilk kez, politik önder vasfından bir an için de olsa görece sıyrılıp insani bir tarzda anı anlatmaya giriştiğini, bunun tatlı heyecanını duyduğunu görmek doğrusu beni biraz şaşırttı. Belki de ’68 adına bir ucube olan bu kitabın tek olumlu yanı budur. Ne var ki, politik kişiliği ortadan kaldırmak, böyle bir “çocuklaşma” anında bile tamamen mümkün olamamaktadır:

“Mamak’ta ikinci kez Kontrgerilla’ya götürülen ilk kişi benim. Daha sonra Gün ve Hasan Yalçın’ı götürdüler. Sadece Hasan’a işkence yapmışlar.” (s. 359)

Kendimden söz etmek istemezdim ama götürüldüğümüz MİT merkezinde, “sadece” Hasan Yalçın’a değil, bana da işkence yaptılar. Nitekim, Hasan Yalçın’ın kitabın 311-315. Sayfalarında yer alan mektubunda bu teyit edilmektedir.

Bazı Maddi Hatalar

Sayfa 28’de, “İlk antiemperyalist miting”in 12 Kasım 1966’da olduğu yazılmış. Oysa ilk antiemperyalist gösteriler, 28 Ağustos 1964 günü Ankara’da başlayıp dört gün süren gösterilerdir. 12 Kasım 1966 mitingi, ilk öğrenci tutuklamalarının olduğu antiemperyalist mitingdir ki, yazar bunu yazmayı da ihmal etmiş. Tutuklananlar arasında Doğu Perinçek, Hasan Yalçın, Ferit İlsever vb. olsaydı yazmayı kesinlikle ihmal etmezdi.

Sayfa 33’te ODTÜ’lü gençlerin Elmalı köy mücadelesine gittiklerinden söz ettikten sonra, “Gidenlerden biri de Sinan Cemgil’di” (s. 33) diye eklemeyi ihmal etmemiş (parlatma görevi gereği) yazar. Ne var ki, ODTÜ öğrencisi ve TİP üyesi Can Savran’ın oraya giderken bir araba kazası sonucu öldüğünü yazmaya değer görmemiş.

s. 45: “Nispi bakiye sistemi” değil, “Milli Bakiye sistemi”.

s. 71: Muzaffer Köklü, “68 kuşağı gençlerinden” biri olarak sayılmış. Oysa, aynı kitabın 124. Sayfasında doğru olarak belirtildiği gibi Muzaffer Köklü bir provokatördü. Editör Mehmet Ali Güller görevini iyi yapmamış.

s. 76: Mehmet Ali Zaufçu değil, Zarifoğlu olacaktı.

s. 100. Atila Sarp’ın “her iki grubun dışında” olduğu yazılmış. Böyle bir durum yoktu. Atila Sarp, Mihri Belli-Mahir Çayan kesiminin adayıydı.

s. 161: “Mahir’in, TİP’li Cem Somel’le karşı karşıya geldiği… polemik yazıları”ndan söz ediliyor. Cem Somel değil, Kenan Somer olacaktı.

s. 365: Mahkemedeki protestoda benim de yer aldığım ve tutuklandığım söylenmektedir. Oysa ben bu protesto olayında bulunmamış, dolayısıyla tutuklanmamıştım.

Not: Aynı kitapla ilgili olarak, sitedeki şu yazıya da bakılabilir: http://www.gunzileli.com/2018/08/17/irmak-zileli-devrimci-portreler-erkek-mi/

Gün Zileli
13 Ekim 2018
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

43 Comments

  1. 30 yıl sonra ilk kez yayımlanan “12 Eylül döneminde siyasi haklar” belgeseli (38 dk):

    https://www.youtube.com/watch?v=0LAD62boIyU

    Nafiz Bostancı’yı tanıyor musunuz Gün bey?

  2. Evet, Londra’dan tanışırız.

  3. Macaristan küçük boyutlu bir ülke olsa da, faşist uygulamaları abilerini aratmıyor:

    — Bugünden itibaren “evsizlik”, Macaristan’da “adli suç” haline geldi. Evsizler, gözaltına alınacak ve “kamu yararına çalıştırılacak”. —

    — Sadece evsizlik değil, Macaristan’da “açık havada uyumak” toptan “suç” oluyor… —

    https://dailynewshungary.com/demonstration-held-in-budapest-against-new-law-banning-homelessness/

    Cevabınız nedir Gün bey?

  4. Bu kadar keskin cezalar tartışılabilir tabii. Ama, hoboluk da lümpenlik yani… Bir çözüm bulunup, topluma kazandırılmalı bu insanlar. Sonu feci üzücü, feci kriminal, feci kin biriktirici oluyor. Bkz. Suriyeliler…

  5. Eşcinselliği “lümpenlik” diye dışlamak yanlış bir bakış. Ayrıca lümpenliği dışlamak da yanlış. Toplumsal bir olgudur. Toplum varsa tortusu da olacaktır.

  6. GZ’nin “homo”luk olarak yanlış okuduğu “hobo”luk evsiz/göçerler için kullanılan bir terim (ABD’de özellikle). Bunlara lümpen denilip geçilmemeli, örneğin IWW’nun geçmişinde yer tutarlar.
    Macaristan’a gelince, söz konusu uygulama lümpenlikle kriminallikle alakası olmayan bir erken aşama toplama kampı uygulamasıdır. Bu aşamaya Orban yönetimindeki önfaşist rejim adım adım geldi. Önceleri evsizler Budapeşte metro duraklarında uyku tulumlarıyla hiç olmazsa soğuktan korunacak şekilde yaşardı. Metrolardan sürdüler sokaklara, sonra sokakta yatanlara ceza kesmeye başladılar, tabii bu cezaları ödeme şansları yoktu, şimdi de toplama kampı… Tam bir gaddarlık ve alçaklık. Suriyeli düşmanı ırkçılığını da açık eden Ozan’ın içinde birikmiş kin, sokakta yatanda değil.

  7. gerçekten yanlış okumuşum, özür.

  8. Bakınız Suriyeliler…. diyene…ve Suriye göçmenlerine nefret söylemi üretenlere…
    İktidarın Suriye politikası ve Suriye Göçmenlerine ait politikasını tartışmak yerine bu zavallı, yerinden yurdundan edilmiş insanların şahsına yönelik acımasız duygu ve davranışlar insanı ırkçı-faşizme suç ortağı eder.
    Bu zavallı insanlar burada da iktidarın bir “enstrüman” daha edinme politikasının parçası da olsa.. bu onları iki kez kurban haline getirir..
    Suriye politikasını eleştirme başka… zavallı göçmenleri aşağılama başkadır. Eşeği dövemeyen semerini döver ucuzluğu bu..

  9. Hoboluk, zencilerin 1920ler Amerikası’nda sokakta yellenmesi, osurması, böğürmesi, trenlere kaçak binmesi ve blues’u dejenere etmesi ile ilgili bir kavram. Eşcinsellik değil. Dönemin diyelim ki trende seyahat eden kadın hemşiresi, bu tarz adamlardan rahatsız olmuş… Eşcinsel karşıtı değilim. Gerçi Brian Johnson gibi efsane bir müzisyen de tutunana kadar hobo idi 😛

  10. Bir kitap yazılmış; çarpıtmalar, karistirmalarla dolu. Yazanın gerçek amacını ortaya sermek yerine, gerçeği ve doğruları aktarıyor G. Zileli. Böyle bir kitap niçin, ne amaçla yazıldı ki! Anlayamadım.

  11. Gün bey şaka olsun diye, dalga geçmek için sormuyorum.

    Askerlik durumunuz ne oldu? Eğer isterseniz, anlatır mısınız?

    Sizin yaşınızda birini ‘bakaya’ bahanesi ile sürekli rahatsız edeceklerini aklım almıyor..

    Sonuç ne oldu Gün bey?

  12. Geçen sene bacağımdaki ameliyattan yeni çıkmıştım ki (daha ayılalı yarım saat olmuştu) hastane odasına iki sivil polis daldı. Hastane kayıtları polise gittiğinden beni askerlik için yakalamaya gelmişler. Fakat yaşımı başımı görünce onlar da şaşırdılar ve askerlik şubesine gitmemi söylediler. Olur dedim ve hastaneden çıktıktan sonra şubeye gittim. İlgilenmediler bile. “Yoklama kaçağı” kaydını kaldırmaya çalıştım. O da bir sürü bürokratik muameleyi gerektiriyormuş. Dolayısıyla öyle kaldı. Yine bir gün ameliyat falan olursam ya da bir otelde kalırsam, ziyaretime geleceklerdir elbette. Durum budur. kısaca.

  13. Gün

    Şu fotoğraftaki ihtişama, şu bıyıklardaki haşmete bakar mısınız Gün?

    https://cdn.rbth.com/web/en-rbth/images/2014-08/extra/RIAN_00432647_b.jpg

    Ne güzel değil mi?

    Keşke yeniden aramızda olsa…

  14. aynen aynen 🙂

  15. “Gün Zileli, Ekim 15th, 2018”,
    “Eşcinselliği “lümpenlik” diye dışlamak yanlış bir bakış. Ayrıca lümpenliği dışlamak da yanlış. Toplumsal bir olgudur. Toplum varsa TORTUSU da olacaktır.”
    1. tortu: Bir şeyin BAYAĞI, işe yaramaz duruma gelmiş olanı; Bir topluluğun SOYSUZLAŞMIŞ üyeleri.
    2. tortu = feces = dışkı, tortu, pislik, kaka, bok
    Yani, Çingeneler, eşcinseller, lümpenler, hırsızlar, kriminaller … Bazı psikologlara göre de bunlar sağlıklı olduklarından hasta ve sapıklık dolu baskı toplumlarına ayak uydurmayanlar.
    Ayak uyduranlar ise daha çok orta sınıf, iyi tahsilli, iyi diplomalı, iyi meslekli, evcilleşmiş, uslu, süt çocukları. Asıl hasta ve sapıklar. Baskı düzenini içselleştirenler. Genellikle bastırdıklarını topluma olumlu katkılarla kontrol altında tutarlar. Ama arada bir tencerenin kapağı atar, bu uslu, terbiyelilerin içlerine attıkları dünyayı kana boğar. Faşist patlamalar bunların bastırdıklarının yüzeye çıkmasıyla olur. Şu an dünyanın her yerinde buna şahit olmaktayız.
    Bence “Çarpıtılmış Portreler” yazısında çarptıranlar dünya düzenini özümseyen, dünya düzenini yin yang gibi tamamlayanlar. Mevcut düzenin ayrılmaz parçaları. Bunlar doğal olarak sağlıklı Çingeneler, eşcinseller, lümpenler, hırsızlar, kriminalleri tortu gibi görürler ve küçümseler.
    Kanıtı bile var: “Çarpıtılmış Portreler” yazısının ta kendisi. Çarpıtanların yaptıkları okuyanları aldatma mı, kendi kendilerini aldatma mı, bir zamanlar kendilerinin benzeri çarpıtmalarla aldatılmış olduklarını saklama mı, bastırdıkları için aynı huzur ve rahatlık içinde aynı zırvalamalara devam etme mi …?
    Aynı Trump ve Erdoğan ve … gibi değil mi?
    Çarpıtanlara benzeyenler de sayısız enayi, solcu ama enayi, okur ve inanır. Önemli olan da o. Ve zaten yine medyada dolaşan binlerce haber gibi kimse yalanla doğruyu ayırt edemez. Yalan uyduranlar medyanın yalanlarla dolu olduğuna işaret edip medya gibi medya aracılığıyla enayi avcılığı yaparlar ve başarırlar da.
    Her yerde, özellikle Yemen, Afganistan, Irak, Suriye gibi yakın yerlerde, insanlar sinekler gibi öldürülür, 9 kişi dünya nüfusunu yarısı kadar servete sahip, her evde ve yolda genç ihtiyar ellerindeki telefonla sevişir, Çin “sex toy” satıp trilyonlar kazanır, sıradan hüsran dolu sıradan ucuz düşünürler medya artistleri olmak için g*tlerini yırtarlar, gençler ve çocuklar kanlı canavar videoları ile içlerini boşaltırlar, yüksek zekalılar insanları AI, gen kes-yapıştır, uzay turizmine, robotlara hazırlarlar. İnsanlar arası savaş yerine yüksek zekalı orta sınıflıların yaratıcılıklarıyla yapacakları robotlar arası savaş, cyber savaşlar olacağı faşist ruhlulara pompalanır.
    “Çarpıtılmış Portreler” yazısına adı geçenler, Hortlak- Sungur Savran, Nişanyan, Demir Küçükaydın, Necip Bey, Samir Amin, Fikret Başakaya ve binlerce diğer ciddi ve evcilleşmiş azılı sağcılar ve solcular bu durumu Yeni Cesur Dünya gibi kuacaklarlar. Koca kelleleriyle sosyolojik, politik, ekonomik, tarihsel, marksist, anarşist cici bici bilimsel yollarla incelerler.
    Ve işte 20 Ekim 2018’de çıkan [] içinde bir yayının kısaltılmşı.
    [Why the Media Couldn’t Care Less About Khashoggi
    October 20th, 2018
    So what about Jamal Khashoggi? Yes, it is now clear that Saudi Arabian man was murdered. But what are the facts of his death and do they matter to you? Or to America?
    First things first. It is important to understand that Khashoggi—whose name the mainstream media seems to be having such difficulty pronouncing, even though no one had any difficulty for decades with his uncle Adnan Khashoggi, the late billionaire arms dealer—was neither an American nor was he strictly speaking a journalist Secondly, he was not a journalist
    Take the U.S. newspaper where Khashoggi had published his commentary, the Washington Post. With a straight face its employees have lavished praise on the missing Saudi national, lauding him as a champion of free speech and democracy.
    “Free speech” and “democracy?” This is a man who was a fully paid up member of the Muslim Brotherhood, the ideological mothership that gave us Hamas, al-Qaeda, and, eventually, the Islamic State. He is the same man who, under the banner of his organization, DAWN (Democracy for the Arab World), was providing the glide path for Islamists to pervert and subvert any nascent structures of representative government in the Middle East. Shades of Orwell and 1984’s “War is Peace” Newspeak. But this time it’s “Democracy is Salafist Theocracy.”
    Allegedly serious outlets are publishing stories about the Khashoggi death relying on little more than hearsay, as in “someone who spoke to a Turkish official who knows someone who heard the audio of . . .” As far as “journalism” goes, this is laughable, especially when one considers the Turkish government and what Erdogan has wrought as he tries turn Turkey into his own neo-Ottoman play thing, imprisoning thousands along the way, including more journalists than any other government in the world.
    Khashoggi did not deserve to be killed. At the same time, in their coverage of his murder, the majority of the American media has proven that they do not deserve America’s respect.]
    Not: 2 Kasım 2018. Çok güvenilir haber:
    1. Khashoggi murder: Saudi prince ‘said he was dangerous Islamist’
    2. During the call with President Donald Trump’s son-in-law Jared Kushner and national security adviser John Bolton, Prince Mohammed said Khashoggi had been a member of the Muslim Brotherhood, a transnational Islamist organisation, the Washington Post reports. The phone call is reported to have taken place on 9 October, a week after Khashoggi disappeared.

  16. Otobiyografi kitaplarınız var.

    Başkalarının (oto)biyografilerini de okumayı sever misiniz, özellikle ‘resmi tarih hegemonyası’nın dışarıda tuttuklarını?

    Fraklı Komünist: Friedrich Engels’in Devrimci Hayatı
    Tristram Hunt
    Çev. Işın Eliçin, Mehmet Ratip
    İletişim Yayınları

    https://www.kitapyurdu.com/kitap/frakli-komunist-friedrich-engelsin-devrimci-hayati/454317.html

    Okudunuz mu?

    Okuduysanız, nesnel bir kitap mı? Sloganvari göndermeler var mı?

  17. otobiyografik kitapları çok severim. Çevirilerimin yüzde doksanı biyografi ve otobiyografidir. Sözünü ettiğiniz kitabı okumadım ama objektif olduğunu tahmin ediyorum.

  18. Sayın Zileli, Rus arkadaşlarımın çoğu, SSCB’nin dağılıp Rusya Federasyonu’na geçiş döneminde, halk zemininde epey çalkantılı ve hâttâ ölümlü olayların yaşandığını, mafyanın ve oligarkların en kanlı mücadelelerinin 1990’ların başında olduğunu söylemişti.

    Vurucu bir örnek olması açısından, onyıllar boyu SSCB hükümetlerinin kanatları altında istihdam edilmiş milyonlarca Rus vatandaşının, özellikle ekonomik sistemin 1991’de bıçakla kesilmişçesine değişmesi ve ‘özelleştirme’nin ne demek olduğunu, nasıl uygulandığını henüz bilmeden, el yordamıyla üç beş ruble kazanmak uğruna hayatın tam ortasında dımdızlak kalması sebebiyle; insanların birbirine olan güveninin azaldığını, pek çoklarının ‘güvencesizlik ve belirsizlik’ yüzünden intihar ettiğini, Sovyet üniversitelerinde eğitim veren akademisyenlerin, üniversitelerin bütçe yetersizliği nedeniyle bir anda dışarıda ve maaşsız kaldığını, bütün bunların üzerinde mafyanın ve oligarkların egemenlik kurduğunu anlatmışlardı.

    Sizin, yukarıda kısaca bahsettiğim spesifik dönemle ilgili tecrübeleriniz, duyduklarınız, okuduklarınız, anılarınız var mı?

    Özellikle, (İngilizce de olabilir) önereceğiniz kitaplar var mı? Birkaç tanesinin ismini ve yazarını aşağıya yazar mısınız?

    Sorularımı size komünizmle ilgili ideolojik polemik başlatmak amaçlı sormadım, sadece bahsettiğim dönemle ilgili bildiklerinize istinaden sordum, ‘insan hikayeleri’.

  19. Büyük toplumsal altüst oluş dönemlerinde, devrimlerde ve karşı devrimlerde de, ne yazık ki, böyle büyük acılar yaşanır. Çünkü düzen değişmiştir ve yeni düzen yerine oturmamıştır, böyle durumlarda ya bürokrasiler ya da mafyatik oligarklar beceri gösterip işe el koyarlar. İnsanlar ise alışıldık geçim kaynaklarından bile (örneğin maaşlarından ve emekli maaşlarından) yoksun kalıp açlıkla boğuşurlar, intiharlar da bu dönemde çoğalır doğal olarak. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra yaşananlara ilişkin anlatıların eksiği vardır fazlası yoktur. Tabii bazıları buradan, çöken Sovyetler Birliği rejimini savunma sonucunu çıkarmaktadır. Evet ama bunun, Sovyetler Birliği’nin ilk kurulduğu yıllarda yaşanan açlığı, acıları göstererek “Çarlık rejimi daha iyiymiş” demekten ne farkı vardır? Bu konudaki kaynaklara ne yazık ki vakıf değilim.

  20. Gün Zileli, fraksiyonel egilimleri ile devrimci kişiliklere, başta Stalin’e haksızlık etmiyor mu? Onun suçlarını, kabahatlerini aramış gibi uzun yıllardır. Sovyetleri tarumar eden Gorbacov, Yeltsin gibiler, bizdeki Özal ve devamlari niye hiç gözetim alanında değil Zileli’nin? Gorbili Yeltsin’li donemde bir binaya kistirilmis komünist kadroların top atesleriyle katledilmesi filan daha önemli kitap konuları olabilir. Fakat eski onderlere haksızlık ve buhtan daha kolay herhalde.

  21. işin o yanını da siz aydınlatıyorsunuz. Hiçbir itirazım yok.

  22. “Gorbili Yeltsin’li donemde bir binaya kistirilmis komünist kadroların top atesleriyle katledilmesi filan daha önemli kitap konuları olabilir.”

    Konuyu ayrıntılı şekilde aşağıya yazar mısınız?

    Bu bilgileri edindiğiniz kaynakları belirtir misiniz?

  23. Moskova merkezde Rus silahlı kuvvetleri, komünist asker, politikacı, gençlik güçlerinden oluşan direniş gücünü helikopter, uçak ve topçu ateşiyle binayı vurarak katletmiştir. Haberini, görüntülerini siz arayıp bulun. 90’li yılların olayıdır.

  24. Tamam da, böyle bir olaydan kimsenin haberdar olmaması tuhaf değil mi? Basında yer aldıysa buraya bir link atın lütfen.

  25. Tuhaf değil Zileli. Gökte Çoban Yıldızı var diyorum, vardır yoktur gevezeligi mi yapacağız. ” 1993 Rusya Anayasa Krizi” olayı. Vikipedi’den okuma imkânınız varsa buyrun !

  26. kardeşim, tuhaf olan şu ki, iddialarda bulunuyorsunuz ama kanıt getirmiyorsunuz. Söylediklerinize itiraz etmiyorum. Sadece sizden bir link rica adiyorum. Wikipedia’ya biliyorsunuz Türkiye’den girilemiyor. Fakat copy past yapıp yollayabilirsiniz buraya. Madem siz bu tür kaynaklara sahipsiniz.

  27. İddiada bulunuyorum. Soyut bir kavram değil dile getirdiğim. Dediğim. Sadece şu: 1993’te Yeltsin komünist güce karşı bir darbe girişiminde bulunup yeni Rus Anayasa’ni dayatti. Binlerce kişi Parlamento binasının onunde protesto gösterisi yaptı. Parlamento binasının önündeki kere ateş açıldığı gibi, binanın üst katlarına da topçu ateşi açıldı. Önemli bir komünist kadro katledildi. Bina önünde ve binada ölenlerin sayısının Yeltsin ekibi 187 olarak açıkladı. Yıllar sonra Kırım Komünist Partisi, ölü sayısının 1500 olduğunu belirtti.
    Tamam mı kar de sim! ..

  28. Yanlışlıkla “iddiada bulunuyorum” yazmışım. Doğrusu, “iddiada bulunmuyorum” .

  29. Tamam değil kardeşim. Anlattığın olay şudur: Komünist Partisi içinden bir grup darbeye yapmaya kalktı, bunun üzerine Yeltsin ve taraftarları direndi ve darbe yenilgieye uğradı ve ardından Gorbaçov çıkıp rejimin sonunu ilan etti. Bu olaylar sırasında ölenler olmuştur elbette ama sözünü ettiğingibi bir katliam söz konusu değil. Eğer böyle bir katliam olduğunu ileri sürüyorsan kanıtlarıyla getirmen lazım. en azından bir gazete haberi. İngilizce de olsa olur.

  30. madem bu kadar biliyorsun en azından Kırım Komünist Partisi’nin açıklamasını getir buraya

  31. Degmez kar des!

  32. Siz müneccim değilsiniz.

    Bu ülkenin geçmişine çoğumuzdan daha vakıf bir insan olarak söyler misiniz, sizce önümüdeki yıllarda Türkiye, yeniden parlamenter sisteme döner mi? Süre sormuyorum.

  33. bugün bir yazı yazacağım, belki sorunuzun cevabı orada da bulunabilir.

  34. https://avarosmindenkie.blog.hu/

    Macaristan’da evsizler örgütleniyor ve mücadele ediyor…

  35. Sayın başkan Zileli konu dışına çıkma yasağını kaldırmışa benziyor.
    Mesela, “21 Anonim 10 Kasım 18, Macaristan’da evsizler örgütleniyor ve mücadele ediyor…”
    Ama bu arada kuluçkaya yatıp altın yumurtlar yumurtlayanlara karşı daha sert kıstas koşulu koymuş. Mesela “Eskici” adlı kırık plaktan kanit belgeleri istemiş. Bu hilkat garibesi “eskici”, “insanlığın iyiliği için” katliam yapan güncelleşmiş Trump, Erdoğan, Putin, Xi Jinping, Jair Bolsonaro, Mohammad bin Salman ve 10-20 daha az tanınan iyi kalpli diktatörleri ya görmüyor ya görüp tanımıyor ya da otistik… Bence, işi daha kurnazca yürüten, derslerini öğrenip “Hitler öldü, yaşasın Hitler” yöntemleriyle sağ ve solcuların taptığı emek ve emekçi yaratmak için milyonların canına kıyan sarışın mavi gözlü Avrupa bıyıksız iyi kalpli Merkel, May, Macron ve diğer zengin ülke başları da bu listede olmalı ama bu sitedeki yüksek zekalı, sonsuz bilgili, akademik ince eleyip sık dokuyuculardan korktuğum için ayrı tutuyorum. Mesela, bu demokrasi ve özgürlük şampiyonları mavi gözlü sarışınların destekledikleri ülkeler, Kapitalizm için, insan kıyımında Stalin ve Mao gibi kasapları bile arkada bıraktılar. Her ne ise, “Eskici” kafaya Stalin amcasının eski güzel günlerine takmış, yeni iyi kalpli kasapların akıttıkları kanları görmüyor. Böyle sağ ve sol sapıkları çok. İşin enteresan tarafı Zileli’nin birden bire altın yumurta yumurtlayanlardan destekleyici belgeler istemesi. Necip adlı bir herif, bilgim olmadığı Türkiye iç dedikodular ve medya haberleri dışındaki yazılarında sayısız altın yumurtalar yumurtladı ama belge sorulmadı.
    Bir ara İNSANLAR TEK BAŞLARINA gezerlermiş; İKTİDAR ilk çocuğun doğmasıyla başlamış; KAPİTALİZM, tarihte ilk defa iki kişi bir araya geldiğinde başlamış, yani ebedi; her şeyi ve tersini açıklayan İNSAN DOĞASI varmış. Matematik, simülasyon, fizik, yeni alın yazısı Uzay Denklemleri gibi sonu gelmez, akıl almaz zırvalamalar! Bu kadar hızlı kuluçkaya yatan, bu kadar hızlı yumurtlayandan bir defa olsun destekleyici belge sorulmadı. Eh, ben de insanım, arada bir zamanımızın paranoya ve komplo çılgınlığına katılıp bu iki Türk superstar aydın entelektüel arasındaki bağda bir bit yeniği olduğunu düşünmedim diyemem.
    M. Sahlins belgelerle taş devri insanlarının bolluk içinde yaşadığını ispat etti ama Zileli ile aynı okuldan mezun Hortlak ve sayısız diğer zerre kadar antropoloji bilmeyen kara cahiller, “useful idiot” solcular, “eskici” gibi Zileli’nin hoşuna gidecek eski ayinlerinde öğrendikleri ilahilere devam ettiler. Bu solculuk afyonu yutmuşlar, döne döne, kapitalistleri kötüleme huu huuları çeke çeke vecde gelirler. Sağ anarşisti Necip, Sahlins gibi şapşalları ciddiye bile almaz, tabii. “Ne Mutlu Türküm Diyene” falan filan, yani.
    “21 Anonim 10 Kasım 18, Macaristan’da evsizler örgütleniyor ve mücadele ediyor…” yazan “adsız” da bir hilkat garibesi. Bana, Yehova Şahitlerine tıpa tıp benzeyen, çoğu Troçkistlerin ayak işi yapan solcu enayileri hatırlattı. Salı pazarlarına benzer sıradan halkın yoğun olduğu açık hava pazarlarıda gazete dağıtırlardı.
    Çok enteresan bir ek: solcular, sarışınlar ülkesinde tipimden yabancı olduğumu anlayarak yaklaşıp sorarlardı: “Do you know what’s happening in the Middle East?”
    Çoğu siyah olan hırsızlar da yaklaşıp ceketlerini açar, içindeki çeşitli ziynet eşyalarını gösterip sorarlardı: “Hey man, do want buy a gold watch for your girl friend?”
    Ben hırsızları sever solcu enayilerden gıcık alırdım.

  36. Zileli “kar de sim”, hilkat, garibe, yumurtlamak vb. İfadeleri görüyorsun yazılarımızın altında. Bunları sen mi yazıyorsun ya da yazdiriyorsun? Bu kişinin söylemleri “iddia” değil mi sana göre? Hadi o da kanitlasin dediklerini, kar de sim!..

  37. 1. Sayın Zileli, 2. Sayın Eskici

    Sayın Zileli,

    Önce kendimi tanıtayım.

    Writing appears to be necessary for the centralized, stratified state to reproduce itself …. Writing is a strange thing …. The one phenomenon which has invariably accompanied it is the formation of cities and empires: the integration into a political system, that is to say, of a considerable number of individuals … into a hierarchy of castes and classes …. It seems to favor rather the exploitation than the enlightenment of mankind.

    Stalin’e önderine haksızlık edenleri azarlayan komünistlerin “useful idiot”u Eskici beyin iddiasını kanıtlayan sayısız belgeler var. Olay Ekim 1993’de dünyanın en ünlü gazeteleri , nerde b*k, orda sinek, Guardian, NewYork Times, Washington Post, Le Monde …, en ünlü televizyonları, aynı Batı “useful idiot”u Kaşıkçı haberi gibi, günlerce, bıkıp beyin kanallarını değiştirene kadar, seyircileri meşgul ettiler. Ne yazık ki, daha henüz sizinki gibi İnternet blague yoktu. Siz derinlemesine dalıp inceleyerek satha çıkarırdınız.

    Burjuvaların getirdiği her yeniliğe dört elle sarılan sağ, sol, Devletler, önderler, her türlü fazlalıklar, falan filanlar, bu mahalle ve köy dedikodusunun ulusal ve küresel olmasına coştular. Haberler, salt Devlet ve güçlülerin işine yaradı ama solcular, ilericiler, aydınlar bunun geçici olduğuna inançla, gün gelir ayak takımlarının da işine yarar peri masalları ustaları oldular. Haberler hâlâ salt güçlülerin işine yaramakta ve solcuların ekmeğine yağ ve kaymak sürmekte. Ve solcular “Bekle eşeğim yaz gelsin!” milli marşlarına devam etmekteler.

    Her neyse. Komünizm “useful idiot”u Eskici’yi destekleyen belgeler arasında en kısa ve sarihi https://www.theguardian.com/world/1993/oct/05/russia.davidhearst. Wikipedia’da ve Vikipedi’de de var ama çok dandik. Uzun olduğu için eklemedim ama isterseniz kopya-yapıştır ederim. Yasak sitelerden de yazı isterseniz kopya-yapıştırım.

    Sayın Eskici,

    Günaydın Eskici bey: It has beeen a dog-eat-dog world for the last 7 thousand years. Bu sürede egemen olan bütün ideolojilerden tek bir tanesi bunun tersini ilke edindiği halde bütün diğerleri gibi boyun eğmeyenleri, ayaklarına dolaşanları, karşı gelenleri kırımdan geçirdi, o da Hıristiyanlık. Diğerlerinin hepsi için kendilerine katılmayanları katletmek muaftı ve şimdi de muaftır.

    Yani, siz ve Zileli’nin belge saplantınız aslında bilimselliğe özenti saplantısı.

    “Hilkat”, “garibe”, “yumurtlamak” sözlerim çok hafif. Yazdıklarımdan Zileli ile aramdaki farkı görmemeniz yüksek zekanızdan olmalı çünkü, çok aşikâr. Zileli asla Sahlins gibi bir geri zekalıyı ciddiye almaz. Sahlins yeşil ot yemeyi savunan ilkel anarşist. Sizlerin tam tersi: Sahlins’ göre “istemezsen gereksiz.” Sizler için “çok, daha çok, daha daha çok …” Burjuva-kapitalistler,Marksistler, endüstri anarşislere göre Allah veya Doğa, doğayı sizlerin yiyip bitirmesşi için yaratmış. More the better, quoi.Bu farkımız bile sizi derin uykudan utandırmamış. Ama Zileli size saygılı ve demokratik davrandı, kanıtlayıcı belgeler istedi. Bana gelince, Stalin gibi bir celladı özleyen birini ciddiye almam için silahı kafama dayatman gerekir.
    Zileli ile aranızdaki farkı da görmemiş, büyütmüşsünüz. Bu fark geleneksel dinlerde de var: Allah aynı Allah, yollar farklı! Siz ve Zileli benzerleri için Allah Kapital, yollar farklı: kapitalizm-sosyalizm-komünizm-endüstriyel anarşizm falan filan.
    1993’den çok daha önce Moskova duvar yazıları:
    – Kapitalizm, insanın insanı sömürmesi. Komünizm tam tersi.
    – Stalin, Lenin falan filan önderlerimiz Rusya’nın komünist olduğu numarası yapıyorlar. Biz de onlara inanıyoruz numarası yapıyoruz.
    – Bilimsel sosyalizmi kim buldu?
    Karlos Markos önderler önderi.
    Keşke bizim üzerimizde denemeden önce fareler üstünde deneseydi.
    Güncelleştireyim.
    – Tez: Kapitalizm.
    Anti-tez: Komünizm.
    Sentez: Çin.
    – Karlos Markos: Din insanların afyonudur,
    Markos Karlos: Madde(madde -tüketimi) insanların afyonudur.
    Son sözler:
    – Şiddete karşı şiddette her zaman şiddet kazanır. Ama doğrusuma, sen Eskici gibi kasapları özleyenleri acımak imkansız gibi.
    – Gereklilik dünyasında gerekeni yapacaksın. Stalin, Lenin, Hitler, Mao, Trump, Merkel, Putin, Atatürk, Cesar, Erdoğan ve benzeri binlerce pez*venker gibi. Özgürlük dünyasında yoldan çıkarsın.
    But since Karlos Markos-Lenin-Stalin-Mao and Co. did not like the idea that Eskici, straying from the main roads, should be wandering all over the land to obtain his own opinions of the world, they presented him with a carriage and horses (idology, if you like). “Now you do not need to walk (think, if you like)”, were their words. What they meant was: “You are no longer allowed to walk (think).” The effective reality: “You can no longer walk(think).”

  38. Gevezelik ve arsizlik. Bir de fes takarsin başına, anonimmus mısın nesin! (Zileli “kar de sim”e bir şey demiyorum. Sanmıyorum senin gibisinin yanında olsun. Dalkavuklugun bile boşlukta.) Bütün bu yazdıklarının kanitlarinin linkini bile atmamissin buraya. Bak sana da “kar di sim” der. İyi dur.

  39. “Gevezelik ve arsizlik. Bir de fes takarsin başına, anonimmus mısın nesin! (Zileli “kar de sim”e bir şey demiyorum. Sanmıyorum senin gibisinin yanında olsun. Dalkavuklugun bile boşlukta.) Bütün bu yazdıklarının kanitlarinin linkini bile atmamissin buraya. Bak sana da “kar di sim” der. İyi dur.”

    Sayın pipsqueak’in yazdıklarını daha önce okumamışsınız galiba Eskici. Görüşlerinin ne olduğunu, ne uyarılar yaptığını bilmiyor olmalısınız ki; gevezelik ve arsızlık yaptığını iddia etmişsiniz. Yanılıyorsunuz.

    Sayın pipsqueak, ‘başına fes takan’ ucubelerden değil. (Kadir Mısıroğlu gibi bir ucube, ‘iktidar kutsayıcısı’dır. Sayın pipsqueak ise tam tersidir. Benzetmeniz kökten yanlış Eskici.)

    Sayın pipsqueak’in uyarılarını anlamanız için; öncelikle, ‘iktidar’ın tuzaklarını saptamak hususunda bir miktar tecrübeli olmalısınız, ikinci olarak, antropoloji konusunda detaylı araştırmalar yapmalısınız.

    İlk önce ‘iktidar’ın tuzaklarını saptamayı, ‘iktidar’a karşı olmayı deneyiniz; ‘Stalin iktidarı’ da dahil.

    Tecrübe edindikçe; ‘kapital’in, ‘hız’ın, ‘genç kalma arzusu’nun ve ‘rekabet’in iktidarlarına da karşı olmayı öğrenirsiniz Eskici.

    Sayın pipsqueak’e boş yere sataşmayınız, size yardımcı olmaya daima hazır. Üslubu, sizi kızdırMAmalı.

    “Quis custodiet ipsos custodes?” (Juvenal)

  40. -“kar di sim”ler birliği- ile muhatap olmak bile utandırıyor beni. Hoşçakalın kar diş ler. Sizleri bu hale getiren şeylerin hiçbiri benim dunyamda yok.

  41. “26 Eskici’ye ” yazınızda … pipsqueak’e boş yere sataşmayınız, size yardımcı olmaya daima hazır.” demişsiniz.

    9 aylık bir Japon bebek halihazırda ‘r’ ve ‘l’ söyleyişlerini ayırt edemiyor. Bir Cizvit papaz “bir çocuğu 5 yaşına kadar bana bırakın, o benim” dedi. Antropologlar benzeri, “5-6 yaşında çocuk öğrenilecek her şeyi öğrenir”, gözlemlerde bulundular.

    Tabii, bunlar, ne eğitim endüstrisi antropologları ne de Zileli ve diğer aydınlar gibi “cahillere eğitim lazım efendim” nakaratı şakırdatan Atatürk’ün torunları. Freud bile bu bereket danasını az sağmadı. Avrupa’nın en iyi eğitiminden geçen Almanların çoğu Nazi oldu. Şimdi hızla artan faşist ülkeler. Türkiye bir örnek ama dahası da var. İşte bir makale: “The ordinary people making the world more right-wing, By Prof Richard Youngs Carnegie Europe, 5 November 2018”

    Bu korkutucu gerçeklere katılmamak zor:
    Örneğin Eskici, ‘Eski Eskici’ Zileli, High IQ Necip, Hortlak, Fikret Başkaya, Samir Amin ve bu site sayesinde tanışma şerefine eriştiğim Demir Küçükaydın, Sevan Nişanyan, Yalçın Küçük gibi diğer ciddi, uslu, terbiyeli, evcilleşmiş sağ/sol işgüzarlar; sağ ve sol ‘useful idiots’. Bunların değişik düşünmesi imkansız gibi. Yıllarca yatırım yapmış herifler, doğrusu semeresini toplamayı hak etmişler.

    En iyisi konuya başlangıçtan başlamak – yani, şimdi: En önemli örneklerin en önemlisi.
    2018 Doomsday Clock Statement; it is now two minutes to midnight.
    Bulletin of the Atomic Scientists

    Şimdi de Eskici, Zileli, yukarıdakiler ve diğer yüz binlerce yüksek zekalı şakşakçı ponpon sert erkekleri peşlerine takanların gece yarısına daha da yaklaştıkları bir güne dönelim.
    Binlerce arasından aşırı vahim bir örnek: 7 Kasım 1983.
    [The Wargame, Able Archer 83, That Could Have Ended the World.
    On 7 November 1983, around 100 senior military officers gathered at Nato headquarters in Brussels to ‘fight’ World War Three.
    Earlier in the year, US President Ronald Reagan had branded the Soviet Union an “evil empire.”
    The world was on a nuclear hair-trigger.
    By 11 November 1983, global nuclear arsenals had been unleashed. Most of the world was destroyed. Billions were dead. Civilisation ended.
    By 11 November 1983, global nuclear arsenals had been unleashed. Most of the world was destroyed. Billions were dead. Civilisation ended.
    “There’s evidence at the highest levels of the Soviet military that they were finding it increasingly difficult to tell drills from an actual attack,”
    The Soviet leadership didn’t believe Able Archer was an exercise, but instead a cover for a genuine first strike nuclear attack, and they prepared to retaliate.
    “There’s a document where Andropov telling KGB officers: ‘your number one priority is not to miss a nuclear strike’,” and “KGB operatives were tasked with trying to detect this and report it every two weeks.”
    “These people (KGB operatives) were close to the West, they lived in the West and knew there were no plans for a first strike but they reported what they were told to report,”
    “Moscow collected these reports and drew dire conclusions and, as this reporting was going on, Able Archer 83 occurred.”
    Far from being a terrifying footnote in Cold War history, Able Archer 83 is still relevant today.
    “IF A CRISIS COMES ALONG, THE CHANCES OF A MISUNDERSTANDING OF THE SORT WE SAW IN 1983 WILL BE GREATER.” ]

    Bu örneği seçmemin nedeni eski ve çok daha somut olması. Diğer bir nedeni daha var- O da sonsuz önemli bir fark arz etmesinde.

    Hayat başlayalı, yaklaşık 4 milyar yıl önce, sayısız doğa felaketleri oldu.
    “More than 99 percent of all species, amounting to over five billion species, that ever lived on Earth are estimated to be extinct.”
    Buna rağmen canlılar yaşama devam etmenin yollarını buldular. Hele hayvanlara,diğer canlılara, insanların arasında da ilkellere biraz yakından bakarsanız burnu havada medeni büyük beyinliler çok tiksindirici.

    Kapitalist-Komünist kovboylar, yani sapık baş artistlerle onları alkışlayan sapık müritleri nerdeyse yaşama son vereceklerdi ve hâlâ verebilirler.
    Örneğin, 30 ekim 2018 raporu.
    Humanity has wiped out 60% of animal populations since 1970, report finds
    The huge loss is a tragedy in itself but also threatens the survival of civilisation, say the world’s leading scientists.

    İşte benim anlamadığım hâlâ, Goya’nın akarkum üzerinde şarpışan silahşörlerini andıran, iki kovboy ve taraftarları “useful idiot”larının maceralarını tartışmalar.

    Son teknolojilere şükür, dünyayı insanlardan ve bütün canlılardan arındarmayı amaçlayan ama daha soyut olan projeler de var. Çok sayıda sapık bilim adam ve karıları materyalist ve bilimsel yöntemlerle geliştirdikleri AI, Transhumanizm, Robotics, Uzay Seyahati, Gen Kes-Yapıştır falan filan.
    Yüksek zekalı, yüksek IQ’lü, burnu havada sağcı/solcular, böyle henüz soyut ve fütürist projeleri anlamadıkları için bu tasarımlar ‘çok uçuk’ numarası yaparak kafalarını kuma sokmaktalar.
    Teknolojinin en temel “yapılabilirse, yapılacak” ilkesini bilmemeleri beni şaşırtmıyor. Ama deniz altı nükleer atıklar, taşıtların hava kirliliği, suni gübre ve böceklere karşı kimyasal zehirlerin toprağı ve suyu zehirlemesi, plastiğin dünyayı kaplaması gibi “what is good for industry and economy is good for humankind” enayi avcılığını bile düşünemedikleri gibi para güçlülerinin ve devletlerin düzeni muhafaza etmek için Kapital tanrıya milyonlarca insan kurbanı vermelerini de, mürit toplama propagandası hariç, bilmez gibi davranıyorlar. Sağa ve sola ortak doğal dünya ve sosyal dünya görüşü zerre kadar farklı değil. Nereye baksalar “biz ve onlar” görüyorlar. Canlı/cansız; canlı insan/ canlı hayvan; büyük beyinli insan/ küçük beyinli insan; sarışın ve güzel/ benim gibi biçimsiz çirkin insan; gol atan/gol atamayan; okur yazar / okumaz yazmaz; süper zengin beyaz ırk/beyaz ama süper fakir ırk; süper beyaz ırk/ alçak siyah ırk; örtülü ama hep seks düşünen medeniler/ çıplak ama seks sapığı olmayan ilkeller… hepsi maşallah doğuştan muhasebeci.

    Üstelik bu cinler, felsefede, sosyal bilimlerde ve taptıkları doğa bilimlerinde çoktan beri ilan edilen, doğal ve sosyal dünyayı bir “continuum” olarak algılamak yerine “discret” birim ve bireylerden oluşan yalnızlar kalabalığı olarak algılanmaya geçildiğini ve bu görüşün yarattığı sapıklıkları bile bilmezler!

    Geleyim tight as* Eskici’nin beni anlamamasına. Biz Türklere eğitim lazım efendim!
    Üç eski Eskici piskopos Kepler’i dinledikten sonra birbirlerine dönerler:
    – Gezegen ne?
    – Yörünge ne?
    – Elips ne?

  42. Gün Bey,
    Kendimi anarşist sayarım ve hatta anarşistliği lümpen olduğum için çekici buldum. Anarşistliğin yaşam ve düşüncelerime en uygun bir düşünce sistemi olduğuna inanıyorum.

    ‘Toplum varsa tortusu da olacaktır.’ cümlenizi rahatsız edici. Ben Türkçe diliyle ‘fahişe’yim. Yabancı dillerde bizlere şimdi ‘seks emekçileri’ denmekte.

    Eğer toplumun asıl tortuları olan seks cimriliği ve toplumsal yaratılan seks kıtlığı, keyfi yaş haddi, din yasakları, kültür etkileri ve bu konuda iki yüzlülükleri düşünürseniz biz fahişelerin topluma katkılarının önemini daha iyi anlarsınız.

    “Mecbur olduğu için” konularını bir taraf bırakırsak, biz fahişelerin kapitalizme dolaylı olarak katkısı, sizin saygınıza layık olan üretici emekçilerin katkısından çok daha azdır. Amacımız haksız bir kıyaslama yapmakla kendimizi övmek değil.

    Bize göre “Çarpıtılmış Portreler” yazısına başladığınızda “Tarihi ideolojik amaçlarla çarpıtanlar …” yerine “Toplumsal olguları ideolojik amaçlarla çarpıtanlar …” koyarsak, bizleri tortu görmenizde de ideolojik amaçlarla ideolojik çarpıtma yaptığınız iddia edilebilir.

    İdeolojik görüşlerden arınmış bir görüş açısı zaten imkânsız. Genel olarak insanlar arasında tartışma ve anlaşamamanın kaynağı değişik ideolojilerden kaynaklanır. Aynı olayı farklı görmenin nedeni olayın faklı oluşunda değil, görenlerin farklı görüşlerinde. Bize göre, siz “Çarpıtılmış Portreler” yazınızda çarpıtmaların bilinçli yapıldığını iddia edip ispatlamaya çalışmışsınız. Bilerek çarpıtmanın adı yalancılık!

Yorumlarınız:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir