Daha önce Kruşçev’in Yalanları (çev: Tansu Akgün, Yordam Yayıncılık, 2011) adlı bir kitaba rastlamış, ilgilendiğim bir konu olduğu halde, şöyle bir karıştırdıktan sonra okumamaya karar vermiştim. Bu yüzden yazarının adına da dikkat etmemiştim. Bu sitede çıkan ve Yuriy Jukov’un Öteki Stalin kitabını ele alan uzunca yazımdan sonra yorum kısmına Grover Furr’un ismi ve kitaplarının adı düşmeye başladı. TKP taraftarı Yazılama Yayınları, yazarın bir kitabını daha yayınlamıştı: Grover Furr, Stalin ve Demokrasi-Trotskiy ve Naziler, çev: Furda Hülagü, Yazılama, 2013
Bu oldukça yönlendirici ve tuhaf başlık dikkat çekiciydi gerçi ama beni kitaba, esas olarak bunu Stalinist Yazılama Yayınlarının basmış olması çekti. Bu arada, sanırım bazı TKP taraftarları siteden, “hem Stalin’den söz edip hem de Grove Furr’u bilmeyen kişi” diye yazarak benimle dalga geçmeye çalıştılar. Malumatfuruş biri değilimdir. Biraz da kendi irademin dışında, seçici bir beynim vardır. Daha doğrusu beynim, kendi sınırlı kapasitesini bildiğinden, irademden bağımsız olarak ve ademimerkeziyetçi bir şekilde, hangi bilgiyi kaydedeceğine, hangisini es geçeceğine kendi karar verir. Ben de pek itiraz etmem. Beynim, Grover Furr’u önemli bulmamış ve kaydetmemiş. Fakat bu sefer ben duruma irademle müdahale ettim ve Furr’un kitabını alıp dikkatle okudum. Okuduktan sonra da temelde beynimin kararına hak verdim. Grover Furr, gerçekten önemli birisi değildi. Yan yana gelseniz beş dakika bile tartışacağınız, tartışmaya değer bulacağınız biri de değildi. Kendi kendini Stalin’i savunmakla görevlendirmiş, zekâ düzeyi oldukça düşük bir akademisyendi. Bununla birlikte, bazı durumlarda, böyleleriyle uğraşmak da gerekli olabiliyor.
Kitaba ilişkin düşüncelerimi sistemleştirerek yazıya dökmedim. Bu bana oldukça zor geldi. Bazı durumlarda çok sayıda saçmalığı tasnif etmek epeyce güç bir durumdur. Sizlerden özür dileyerek kendimi bu tasnif ve sistemleştirme işinden azade kıldım, sırf bu yazıya özgü olarak. Aşağıda okuyacaklarınız, büyük ölçüde kitabı okurken aldığım kenar notlarını bilgisayara geçirirken yaptığım birkaç eklemedir.
Troçki, “Alman ve Japon Ajanı”!
“Leon Trotskiy, bir şekilde (abç, G.Z.) Hitler Almanyası ile işbirliği yapmıştı. Bu kanıt niteliğindeki belgelerin sahte olabileceği, gelecekte konuyu inceleyecek olan tarihçileri yanıltmak için ‘ekilmiş’ olabileceği ya da başka bir şekilde yorumlanabileceği olasılığını göz önüne aldım. Ancak bunun böyle olmadığını iddia ediyorum. Yalnızca, Trotskiy’in Almanya ile ve muhtemelen (abç, G.Z.) Japonya ile de işbirliği yaptığı hipotezi (abç, G.Z.) bugün var olan kanıtları açıklayabilir.” (Önsöz’den, s. 9)
“Bu makale, Leon Trotskiy’in 1930’lu yıllarda hükümet ve/veya (abç. G.Z.) ordudan Alman ve/veya (abç, G.Z.) görevlilerle işbirliği kurmuş olabileceğine (abç, G.Z) dair kanıtlara yönelik bir sondaj çalışmasıdır.” (s. 13-14)
“Yakir’e ait mektubun başka bir kısmı daha bu yayımlanan kısma dâhil edilmemiştir. Yakir, devlete karşı işlediği ihaneti itiraf ettiğine göre, burada Trotskiy’le ve hatta kim bilir (abç, G.Z.) belki (abç, G.Z.) bir kısım başka istihbarat örgütleriyle beraber Almanya’yla yaptıkları işbirliğine atıfta da bulunuyor olabilir (abç, G.Z.).” (s. 18)
“Farklı birçok araştırma projesi vesilesiyle eski Sovyet arşivlerinden türlü dokümanlar okurken, Trotskiy’in Almanya ile işbirliği yapmış olabileceğine (abç, G.Z.) dair ek bir takım kanıtlar sunar gibi gözüken (abç, G.Z.) birçok belge tespit ettik.” (s. 20)
İnsanları ölüme gönderiyorsun, tarih yazarken de bir kere daha aynı şeyi yapıyorsun ve kullandığın terimlere bak: “bir şekilde”, “muhtemelen”, (ve/veya), “olabileceğine”, “kim bilir”, “belki”, “olabilir”, “gibi gözüken” ve en komiği de “hipotez”. Bir savcı çıksa ve “benim hipotezime göre bu adam katildir” dese ne deriz!
“Güçlü Kanıtlara Sahibiz”
“İtirafların aslen yalan olmadıkları ve Moskova Mahkeme sanıklarının Sovyet hükümetine karşı düzenlenen komploları itiraf ederken gerçekte doğruyu söylediklerine dair güçlü kanıtlara sahip olduğumuzu gösteren birçok çalışma yaptık.” (s. 19)
Doğru ya, Moskova Duruşmalarının savcıları ve sorgucuları da “güçlü kanıtlara” sahiptiler. Ama yazarın “çalışmalarının” hiçbir ürününü göremedik bu kitapta.
“Leon Trotskiy ve oğlu Leon Sedov, her üç Moskova Mahkemesi tarafından gıyaplarında suçlu bulunmuşlardı. Eğer suçlamalar ve diğer sanıkların itirafları yerindeyse, ki şimdiye kadarki araştırmamız yerinde olduğunu söylüyor, bu durum Trotskiy’in faşist Almanya ve militarist Japonya ile işbirliği yürüttüğüne dair neticeler doğurmaktadır” (s. 19)
“Bir kamu davasında zanlının kimi hakları vardır… Tarihçilerin durumu biraz farklıdır. Ölmüş kişilerin, savunulması gereken bu türden hakları yoktur. Bu nedenle, tarihçinin herhangi bir şekilde masumiyet karinesi ya da ya da ‘makul şüphe’ ile bağlı olması beklenemez” (s. 25)
Yani yazarımız, tarihçi istediği gibi atar tutar, keser biçer, eğer ölmüşse, ele aldığı kişiye karşı hiçbir sorumluluğu yoktur demek istiyor. Ben tarihçiliği kasaplıktan daha farklı bir meslek sanırdım.
“Elimizde gerekli olandan çok daha fazla kanıt bulunuyor.” (s. 26)
Gerekli olan ne kadardır bilmiyorum ama 26. Sayfaya geldik bu kanıtlardan hiçbirini göremiyoruz. Yazar hâlâ kanıtlar üzerine top dolandırıp duruyor. Şu ana kadar söyledikleri şu meşum sahte itiraflar. Tabii ki bu deli zırvası, NKVD uydurması itirafları tartışmayacağız bile.
Ben kitapta araştırmaların ürününü göremedim! Ve yazar onca kıvranmasına rağmen, baskı, ölüm tehdidi ve işkenceyle alınmış uydurma itirafların dışında doğru dürüst hiçbir kanıt göstermiş değil. İtirafların dışında birkaç uyduruk kanıt ileri sürüyor ki, onlara da değineceğiz.
“İleride Trotskiy’e yönelik suçlamaların yanlış olduğuna dair başka kanıtlar sunulması halinde, Trotskiy’in Almanya ve Japonya ile işbirliği yapmadığına ikna olmaya hazırız.” (s. 23)
Evet ama güzel kardeşim, sen itiraflardan başka bir kanıt ileri sürmüş değilsin ki doğru dürüst. Ne yapalım? Ölenleri mezarlarından çıkartıp aksi yönde itiraf mı alalım? Yoksa Alman ve Japon elçiliklerinden bu insanın ajanları olmadığına dair belge mi getirelim? Suçlananın kendi masumiyetini ispat etmesi diye bir şey yoktur. Suçlayanın iddiasını kanıtlaması diye bir şey vardık ki, sen de bunu bir türlü yapamıyorsun.
“Mutlak kanıt diye bir şey yoktur… Prensipte ‘tartışmasız kanıt’ – reddedilemeyecek kadar güçlü ve gerçeği birebir yansıtan kanıt- diye bir şey yoktur.” (s. 24)
O zaman her türlü uydurma iddiayı kanıt diye ileri sürme hakkına sahip mi olacaksın yani? Ben de şöyle diyorum: “Grover Furr Amerikan ajanıdır. CIA ona bugüne kadar kol kanat germese bu çalışmaları bu kadar serbestçe nasıl yapabilirdi?” Tamam, “kanıt”ım o kadar sağlam görünmüyor ama yine de bir kanıttır. Kanıt kanıttır, gerçeği birebir yansıtmasa da, tartışılır olsa da!
Şimdi sıkı durun. 29. Sayfada ilk kez itiraf olmayan bir kanıt ileri sürülüyor. Troçki’nin SBKP Merkez Komitesi’ni, Stalin önderliğini reddetmeye çağıran gerçek bir belge bu. Grover (Groveler olsaydı tam anlamını bulacaktı: Alçak anlamına gelir) Furr’un bütün kitap boyunca ileri sürebildiği tek belge bu. Bakın, NKVD bu telgrafı Stalin’in önüne koyunca neler olmuş:
“Stalin telgrafın üzerine şu notu düştü: ‘Çirkin casus. Hitler’in küstah casusu.’ Stalin bu ‘cümle”sinin altına yalnız imzasını atmakla kalmadı, ama aynı zamanda onu V. Molotov’a, K. Vorosilov’a, A. Mikoyan’a ve A. Jdanov’a imzalamaları için verdi.” (29)
Ve yazarın yorumu:
“Stalin’in, Trotskiy’in Almanlarla ortaklaşa kumpas kurduğuna inandığına dair elimizde ek kanıtlar var.” (s. 31)
Kanıt göstermenize gerek yok sayın Groveler, biz de inandık Stalin’in çok öfkelenip böyle bir not düştüğüne. Eh, Stalin “bile” Trotskiy’nin Alman ajanı olduğuna inanmışsa artık yapılacak bir şey yok, bu adam gerçekten “ajan”!!!
Ama yazar, bununla yetinmek istemiyor. Mantık oyunlarıyla, daha doğrusu Aristo mantığıyla bizi ikna etme çabasını sürdürüyor:
“Böylesi bir ilişkinin kesin olarak var olduğuna dair a priori bir kararımız olduğu için değil, ama prensipte böyle bir ilişkinin olmadığını gösteren negatif bir kanıt olamayacağı için böyle bir ilişkinin var olduğunu gösteren kanıtlar arıyoruz.” (s. 33)
Arıyor ama şu ana kadar uyduruk itirafların ve Stalin’in Troçki’nin telgrafının altına düştüğü öfkeli notun dışında başka “kanıt” bulabilmiş değil. Yazarın yukarıdaki cümlesini bir başka olaya şöyle uyarlayabilir miyiz acaba: “Hırsızlığın olmadığını gösteren negatif bir kanıt olamayacağı için hırsızlığın olduğunu gösteren kanıtlar arıyoruz.” Yani elimizde bir “hırsız” var, “hırsız”, böyle bir hırsızlık olayı olmadığını kanıtlayacak kanıtlara sahip olmadığından, onun hırsız olduğunu kanıtlayacak kanıtlar aramak durumundayız!
Peki, Stalin’in “Troçki’nin Alman ajanı olduğuna” inanan notundan başka bir yazılı belge var mı? Yok ama böyle durumlarda yazılı belge olmaz zaten. Bakın bunu nasıl açıklıyor yazarımız:
“Ayrıca casusluk ve komplo anlaşmalarının ilk elden yazılı olması ne derece beklenir bir durumdur? Bir noktada yazılmış olabilecek her şey ya sıkı bir şekilde gizlenmiş ya da daha ziyade okunur okunmaz ortadan kaldırılmıştır. Bu türden bir yazılı kanıtın ortada kalması her işbirlikçi için korkunç bir tehlike arz edecektir.” (s. 36)
Böylece, belge bulunmaması bile ajanların gizli faaliyetlerinin ürünü bir “kanıt” olarak görülebilir pekâlâ!
Demek ki, ortada uyduruk itiraflardan başka bir şey yok, kitabın 38. Sayfasına geldiğimiz halde. O zaman itirafların doğruluğuna abanmaktan başka çare kalmıyor. Yazar da bunu yapıyor:
“Şimdiye kadar hiç kimse itirafların yanlışlığını gösteren bir kanıt sunmadı.” (s. 38)
Böyle bir kanıt nasıl sürülebilir, bilmiyorum? Bir tek şey olabilirdi. O da itirafı yapanların bu itiraflarının sahte olduğunu açıklamaları. Ne var ki, itirafları yapanların hepsi öldürüldü ya da çalışma kamplarında öldü.
“İşkence Yokmuş” ya da… Varmış ama…
İtiraflardan başka elinde bir şey olmayan yazar, itirafların işkenceyle alınmış olabileceği ihtimali üzerinde durarak şöyle diyor:
“Bu makalede, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde Trotskiy’in Almanya ya da Japonya ile işbirliği yaptığını ima eden sanıkların, şu ya da bu yolla yanlış ifade vermeye zorlanmış olabilecekleri hipotezini gerçekçi bulmuyoruz. En önemlisi de işkence ya da işkence tehdidi olduğuna dair suçlamalar… Moskova Mahkemeleri’ndeki sanıkların işkence görmedikleri ya da benzeri bir şekilde tehdit edilmek suretiyle yanlış ifade vermeye zorlanmadıklarına dair elimizde hayli kanıt var.” (s. 38)
“Mahkeme tanıklıklarına dair her yorum, tıpkı kanıt yorumlarında olduğu üzere, yalnızca birer hipotez. ‘İşkence’ bunlardan birisi. Her türden hipotez gibi, bu hipotezin de makul bir açıklayıcılığının olabilmesi için kanıt gerekir. Bu durumdaysa, böylesi bir kanıt bulunmuyor.” (s. 38-39)
“Radek, soruşturmacıların kendisine hiçbir şekilde işkence yapmadıklarını… söylüyor.” (s. 39)
Bir kere, işkence yapanlar her zaman işkence izlerini ortadan kaldırırlar, bu konuda mümkün olduğunca kanıt bırakmazlar. İkincisi, aldıkları ifadelerin sonuna (biz de yaşadık) her zaman, bu ifadenin baskı ve işkence altında alınmadığı ibaresini yazarlar. Üçüncüsü, tamamen kapalı bir rejimde bunu bile yapmaya gerek yoktur. Çünkü işkenceden çok, ölüm tehdidi ve ailelerinin yok edilmesi tehdidi altında olan tutuklular, eğer itiraf yapmışlarsa, bunu mahkemede ya da temyizde reddetme ihtimalleri yoktur. Sadece ölümden bir ihtimal kurtulabilmek için itiraflarına sonuna kadar sadık kalmak zorunda hissederler kendilerini. Eğer ifadelerinden dönerlerse kendilerinin de, ailelerinin de anında yok edileceğini bilmektedirler. Gerçi itiraflarına sadık kalmaları da onları kurtaramamıştır. Zaten eğer itiraf yapmayı kabul etmeselerdi bu son şanslarını da kullanamayacak ve mahkemeye bile çıkarılmadan öldürüleceklerdi. Bu bakımdan, Büyük Temizliklerde işkence sadece yan bir unsurdur. Esas olan, ölüm tehdidi ve ailelerin yok edilmesi tehdididir. İtirafları bu kadar “tutarlı” (NKVD tarafından düzenleniyorlardı) ve ısrarlı kılan işte tutuklulara hiçbir çıkış yolu bırakmayan bu totaliter, kapalı rejimdir ki, totaliterlik ve kapalılık açısından Hitler rejime bile Stalin rejimi ile kıyaslanamaz.
Öte yandan, komik olan, yazarın bir yandan, “1989 tarihli belge, sanıklardan itiraf elde edebilmek için onlara karşı ‘yasadışı baskı metotlarının (nezakonnye mery vozdeistviia) uygulandığı iddiasında bulunuyor. Ancak bu ciddi itham, herhangi bir yerde herhangi bir kanıtla desteklenmiyor” (s. 72) diyerek işkenceyi reddederken, bir yandan da Büyük Temizliklerin en hararetli iki yılında, Stalin’le yakın işbirliği halinde NKVD’yi ve sorguları yöneten Yezhov’un işkence yaptığından ve Yezhov’un “kemik kıranları”ndan söz etmesidir.
“Frinovskiy, Yejov ve onunla hareket eden diğer komplocuların ki buna kendisi de dâhil, başka birçok kişiye işkence yaptıklarını ve bu kişiler hakkında sahte suçlamalarda bulunduklarını itiraf ediyor.” (s. 39)
“Frenovskiy, işkenceyi ya da masum insanlara karşı yöneltilen sahte suçlamaları hiçbir şekilde reddetmiyor. Daha ziyade, Yejov’un ‘Buharin’ davası sanıklarıyla başa çıkma şekliyle, diğer davalardaki birçok masum kurbana davranma biçimini karşılaştırıyor. Yani bu kişilere, Yejov’un NKVD’deki adamlarının yazdığı itirafları imzalamaları için nasıl da yine Yejov’un ‘kemik kırıcıları’ tarafından işkence yapıldığı meselesini dile getiriyor.” (s. 40)
Gerçi ben Frinovskiy’in bu itirafına da inanmam, çünkü bu da baskı ve işkence altında alınmış bir ifadedir. Bunu burada nakletmemin sebebi, yazarın, genelde işkenceleri reddederken, iş, daha sonra Stalin’in tasfiye ettiği NKVD şefi Yezhov’a gelince işkencenin varlığını kabul etmesindeki tutarsızlığı göstermektir. Nitekim, yukarıda aktardığım cümlesinden hemen sonra, “yanlış anlamaları” önlemek için şunu da eklemeyi gerekli görüyor:
“Ancak Frinovskiy, Mart 1938’deki ‘Sağcı ve Troçkist Blok’ ve ‘Buharin’ davalarında bu yöntemi uygulamadıklarını açık bir şekilde söylüyor.” (s. 39)
Tabii öyle söyleyecek. Çünkü bu sefer NKVD, eski şefi Yezhov’un aleyhinde itiraflar almak peşinde. Bunu yaparken de elbette geçmişteki Moskova davalarına halel gelmemesi için o zaman yapılmadı diye söyletecekler Frinovsky’e. Gerçi, bana sorarsanız, ben de gösteri davalarına çıkarılan tutuklulara açık, fiziki işkencenin (hadi şimdilik, uykusuz bırakma vb. gibi korkunç işkence yöntemlerini işkenceden saymamış olalım) pek yapılmadığı kanısındayım. Neden? Çünkü buna gerek kalmadı. Bunu söylerken, davaya çıkarılmayan nicelerinin kesinlikle işkencenin envayi çeşidini görmüş olduklarını da ekleyeyim. Bunlar, itiraf yapmayı kabul etmeyenlerdi. Ölüm ve ailelerin öldürüleceği tehdidi sökmeyince bu tutuklulara işkence yapıldığı kesindir. Ancak bu da sökmeyince, mahkemeye bile çıkarılmadan yok edildiler. Mahkemeye çıkarılmayı kabul edenler ise, ölüm ve ailelerinin yok edileceği tehdidi karşısında, işkenceye gerek kalmadan itiraf yapmayı kabul ettiler ve adeta birer tiyatro oyuncusu gibi oyunlarına çalıştırıldılar. Böyle yaparak ailelerini ve kendilerini kurtaracaklarını ummuşlardı. Nitekim yazar, Frinovskiy’nin itiraflarına dayanarak, Yezhov’un, Rıkov ve Buharin karşısında ölüm tehdidini ileri sürdüğünü şöyle aktarmaktadır (itirafların hiçbirine asla inanmadığımı bir kere daha belirterek):
“Yejov… Yagoda ile uzun bir müddet konuştu ve bu konuşmanın özü, esasında, Yagoda’ya, kendisinin kurşuna dizilmeyeceğine dair teminat vermekti. Yejov birçok defa Buharin ve Rıkov’la görüştü. Her ikisini de rahatlatmak amacıyla onlara, hiçbir koşulda kurşuna dizilmeyeceklerinin teminatını verdi. Yejov, Bulanov’la tek bir görüşme yaptı, şöyle dedi: ‘Duruşmada düzgün davran; kurşuna dizilmemeni talep edeceğim.” (s. 40)
Nitekim, itiraflara neden olan esas etkenin ölüm tehdidi olduğunu yazar da kabul ediyor:
“Bir sanık savcılıkla işbirliği yapmaya, mahkemenin daha hoşgörülü olacağı, ‘elde edebileceği en iyi anlaşmayı yapabilmek’ umuduyla karar verir. Bu durumun Buharin’in suçunu itiraf etmesinin ana nedeni olduğu artık hiç şüphe götürmemektedir. Ocak 1937’deki İkinci Moskova Mahkemesi’nde, dört sanık –Radek, Sokolnikov, Arnold ve Stroilov – savcılıkla tam olarak işbirliği yaptıkları için ölüm cezası yerine hapis cezasına çarptırılmışlardır. Bunlardan ikisi, Grigoriy Sokolnikov ve Karl Radek, baş sanıklardı. Bu durum, diğer tüm sanıklar için suçlarını daha fazla inkâr etmenin anlamsız olduğunu gösterdi ve işbirliği yapmaları için esaslı bir teşvik oldu.” (s. 42)
Kısacası, itiraf yapın, ölümden kurtulun! Gerçi çoğu için bu itiraflar da ölümden kurtulmayı getirmedi.
Yazarda dahası da var. Şu cümleye bakın:
“… ayrıca bir şüphelinin bir tür ‘fiziksel baskı’ görmüş olması, onun masum olduğuna dair bir kanıt değildir.” (s. 132)
“Eğer elimizde Yakovlev’e gerçek bir işkence yapıldığına dair bir kanıt olsaydı bile, bu, onun masum olduğu anlamına gelmezdi.” (s. 132)
Ben buna, 12 Mart mahkemelerinin, “sanığa baskının ve işkencenin, doğruyu söyletmek amacıyla yapılıp yapılmadığının araştırılması” argümanını da ekleyeyim!
Dahası, yazar, bir yandan Yezhov’un ve kemik kırıcılarının çok sayıda insandan işkence ile ifade aldığını ve Stalin’i “yanılttığını” ileri sürüyor, bir yandan da Troçki’nin “ajanlığına” en büyük “kanıt” olarak gösterdiği Mareşal Tukaçevski’nin, Yezhov tarafından alınmış ifadelerini içeren beyanları kanıt olarak ileri sürüyor:
“29 Mayıs 1937’de Yejov Tuhaçevskiy’i sorguladı. Bu sorgulama sonucunda Tuhaçevskiy şu itiraflarda bulundu…” (s. 153-154)
“Eylül 1937’de Yezov Stalin’e, Çekoslovakya’daki Askeri Ataşe Albay L.A. Şnitman’ın faaliyetlerini değerlendiren özel bir mektup gönderdi… Şnitman… sorgusu esnasında soruşturmacılara, Tuhaçevskiy’in talimatı üzerinde Paris’te Trotskiy’in oğlu Sedov’la yabancı istihbarat ajanlarına gizli bilgi kaçırmak üzerine yaptıkları ‘toplantılardan’ söz etti.” (s. 162)
Anlaşılıyor ki, Yezov’un kemik kırıcıları iyi çalışmışlar. Onlar kemik kırıcı. Yazar ise kemik toplayıcı!
Yezhov, Her Şeyi Stalin’den Habersiz Yapmış!!!
Yazar, Büyük Temizliklerin iki yılı boyunca, bunca işkenceyi, bunca ölüm ve öldürme tehdidini, bunca infazı bizzat örgütleyen ve yürüten Yezhov’un bütün bunları Stalin’in haberi olmadan yaptığına bizi inandırmaya çalışırken, bizi aptal ya da çocuk yerine koymuyor mu? Ya bunu bunca yıl sonra sırf kendi ideolojik temellerini ve ikonlarını sağlamlaştırmak amacıyla Türkçeye çevirip iftiharla bastıranlara ne demeli? Yezhov’dan günü birlik rapor alan ve bizzat Yezhov’un da her hareketini yine NKVD içindeki farklı şebekeler tarafından an be an izlettiren Stalin’in bunca işkenceden, kemik kıranlardan, ölüm tehdidi ile sahte ifade düzenletildiğinden (ifadelerin nasıl olması gerektiğini çoğu durumlarda doğrudan kendisi düzenliyor ve Yezhov’a notlar halinde yolluyordu) ve on binlerce insanın ölüme gönderildiğinden (çoğu ölüm kararının yanında Stalin’in parafı bulunmaktadır) haberi olmadığına üç yaşında çocukların bile inanması oldukça zorken, bize “Stalin hakkındaki gerçekleri” sunduğu ilan edilen bir yazarın ve kitabının yutturulmaya çalışılması gerçekten utanç vericidir. Şuraya bakın:
“Yejov, Stalin yönetimine karşı kendi komplosunu kurmuştu. Bu komployu hayata geçirmek için kendisi ve yandaşları, ellerinden geldiğince çok sayıda masum Sovyet yurttaşını katletti. Yezov’un itirafları, bu korkunç olayları anlatmaktadır. “ (s. 8)
O kadar çok masum Sovyet insanını katlediyor, bunu sağır sultan bile duyuyor, çoğu parti üyesi ve kadrosu olan bu insanları neredeyse tek tek tanıyan Stalin bu durumdan iki yıl boyunca haberdar olmuyor! Grover, acaba kendisi inanıyor mu bu yazdıklarına, merak ediyorum. Eğer inanarak yazıyorsa saflığına gülüp geçeceğim. İnanmadan yazıyorsa, işte o zaman katliamcıların yardakçısı olduğunu görüp üzüleceğim.
Troçki’nin “Ajanlığı” Mevzuuna Devam…
Evet, 47. Sayfaya geldik ve Troçki’nin “ajanlığı” konusunda, ölüm tehdidiyle alınmış itiraflar dışında herhangi bir kanıt halen yok ortada. Yazar, gerçek kanıtların olmadığını kendisi de görüp “kanıt, kanıt” diye kıvranmaya devam ediyor:
“ ‘Kanıt eksikliği’ bu durumda, bloğun 1932’den sonra da var olduğunu gösteren bir kanıtın olmayışı – ‘hiçbir kanıt olmadığının kanıtı değildir’. Henüz elimizde bir kanıtın olmayışı, böyle bir kanıtın var olmadığı ve/veya hiç var olmamış olduğu anlamına gelmez.” (s. 47)
Eh o zaman kanıtını görelim!
“Trotskiy’in arşivinde Mihver’le doğrudan bir ilişki kurduğunu gösteren herhangi bir kanıtın bulunmaması, bu türden bir kanıtın hiç olmadığının kanıtı değildir.” (s. 48)
Allahaşkına yeter artık. Bırak şu işkenceyi de itiraf dışında başka kanıtın varsa göster. Hah, tamam, şimdi geliyor büyük kanıt:
“Bu işbirliğine dair Sovyetler dışından çok küçük bir kanıtımız var. 1937 yılının Şubat ayında, Japon Savaş Bakanı General Hajime Sugiyama, bir toplantıda Japonya’nın, Japonya’ya istihbarat sağlayan SSCB’deki muhaliflerle temas halinde olduğunu söyledi.” (s. 48)
Gerçekten küçükmüş, ben de büyük bir parça sanmıştım. Yahu böyle şey olur mu? Muhalif kim? Binbir çeşit muhalif var. Ta 1917’den beri muhalefet eden “Beyaz Ruslar” var mesela. Bir “muhalif” sözcüğüne dayanarak insanları nasıl suçlarsın! Peki o zaman, şöyle yapalım: Türkiye Dışişleri Bakanı, Amerika’daki muhaliflerle temasımız var, dedi. O zaman Grove Furr (eğer rejime muhalifse tabii) Türkiye istihbarat örgütleriyle bağı olduğu için tutuklanabilir mi? İnsanın böyle bir şey ileri sürebilmesi için aklını kaçırmış olması gerekiyor. Başka bir izah gelmiyor aklıma. Ya da Grove Furr gibi bir kanıt arayıcısının çaresizliğinin göstergesi olarak da alabiliriz yukarıdaki “kanıtı”. Öte yandan, küçük-büyük bir kanıt ileri sürülürken, doğrudan belge verilmesi gerekir. Yazar belge vermemiş nedense. Gösterdiği kaynak ise iyice kuşku uyandırıcı: “Sovyetler Tokyo ile ‘Troçkizm’ Arasında Bağ Olduğunu İddia Ediyor”, New York Times, yani “kanıt”ın kaynağı, bizzat suçlamayı üretenler.
Tamam tamam, bu kadar değilmiş, arkadan biraz daha “iri kıyımca” bir başka kanıt daha geliyormuş:
“SSCB’deki üst düzey askeri yöneticilerin bir darbe hazırlığında olduklarını bildiğine dair Almanya’nın Çekoslovakya büyükelçisinin doğrudan tanıklığını biliyoruz. Çek ulusal arşivlerinde bulunan bu belge, ancak 1987 yılında keşfedildi.” (s. 48-49)
Yazar nedense bu kadar “önemli” bir belgeye kitabında yer vermeyi gereksiz görmüş ve “biliyoruz” diyerek geçiştirmiş. Ama belgenin kendisini de koysaydı pek bir önemi yoktu. Çünkü NAZİ’lerin, hemen savaş öncesinde Kızıl Ordu’yu iyice zayıflatmak ve ordu saflarında kargaşalığa yol açmak için, Kızıl Ordu’nun en güzide komutanlarının ajanları olduğu yolundaki sahte belgeleri NKVD’ye kasten sızdırdığı çok yazılıp çizilmiştir. Bunun sivil kadrolar için de yapıldığını açıklayanlardan biri de, Alman istihbaratı içinde Komintern adına ajanlık yapmış olan Jan Valtin’dir (Karanlığın Ötesinde, çev: Gün Zileli, Kibele, 2009, s. 747). Kaldı ki, Hitler, böyle bir darbenin hazırlandığını bildirmiş olsa bile, bu yine de kanıt olmaz. Sadece, bu iddiayı ileri sürenlerin elinde bir argüman olur. Çünkü, yazar “kanıt kanıt” diyor ama aslında kanıtın ne demek olduğunu bilmiyor. Kanıt, söylentiye, tahmine ya da genel ifadelere dayanmaz. Son derece somut bir şeydir. Örnek verecek olursam, bir cinayet zanlısı hakkında verilmiş şöyle bir ifade kanıt değildir: “Ben zanlının kahvede, arkadaşlarına, ‘onu öldürmezsem ne olayım’ dediğini duydum.” Bu ifade, zanlının maktüle düşmanlığının kanıtı olabilir ama cinayeti onun işlediğinin kanıtı olamaz. Koca akademisyene hukuk öğreteceğim aklıma gelmezdi doğrusu. Öte yandan, Hitler’in telgrafı bu kadar bir somutluk bile taşımamaktadır. Kimdir “üst düzey” askeri yöneticiler? Tukaçevski ve Yakir’in bu “üst düzey”e dâhil olup olmadıkları nereden bellidir? Ayrıca bu kanıt kitaba, salt Troçki’nin Alman ajanı olduğunu ispatlamak için konmuştur. Mantık şudur: Hitler, Kızıl ordu üst yöneticilerinin darbe hazırladığını bildiğini bildiren bir telgraf çekmiştir. Bu üst düzey yöneticiler Tukaçevski ve Yakir’ir. Tukaçevski ve Yakir itiraflarında (tabii ki uydurma itiraflarında) Troçki’yle bağlantılı olduklarını söylemişlerdir. O halde Troçki bir “Nazi ajanıdır”. Bu bağlantı kurma yöntemiyle herkesi ipe göndermek mümkündür.
“Her soruşturmacı ya da tarihçi için, suçlanan birisinin suçunu itiraf etmesi masum olduğunu beyan etmesinden daha ilgi çekici bir olaydır. Bu nedenle, Trotskiy’in, kendisinin masum olduğunu iddia etmesi tek başına çok az şey söyler.” (s. 55)
Zaten görüyorum ki, “tarihçi” ile soruşturmacı arasında pek fark kalmamış bu durumda. Ama “tarihçi”miz şunu unutuyor ki, bir sanığın (ve bu davalardaki tüm sanıkların toplu halde), hem de ölümle karşı karşıya oldukları bir durumda “suçlu” olduklarını ifade etmesi, “ilgi çekici” olmanın ötesinde, fazlasıyla kuşku çekici bir durumdur. Hatta kuşku çekmeyi de bırakın, normal bir hukukçunun (ve tabii tarihçinin) yargılamanın sahte olduğuna inanması için yeterli nedendir.
Öte yandan, yazarın, ağzının söylediğini kulağı duymamaktadır:
“Bir suç işlemekle itham edildiğinde, masum ya da suçlu herkesin, masum olduğunu iddia etmesi beklenir.” (s. 61)
O halde Moskova Duruşmalarının tutukluları acaba neden topluca bu “beklenti”nin tersine hareket etmişlerdir. Yoksa topluca intihar etmeye mi karar vermişlerdi!!!
Ah Şu Bristol Oteli…
NKVD, sahte ifadeleri ve itirafları düzenlerken bir hata yaptı. Goltsman’ın Kasım 1932’de Kopenhag’daki Bristol Oteli’nde Troçki’nin oğlu Sedov’la görüştüğü yönündeki düzenlemeydi bu. Oysa Bristol Oteli 1917 yılında yanmış ve ortadan kalkmıştı. Ya da yazarın iddiasını esas alacak olursak, yanmamıştı da kapanmıştı. İşte “tarihçi”miz, NKVD’nin bu hatasını da telif etme çabasına girmiş 56-61. sayfalar arasında. Bu saçmalıklara burada uzun uzun yer verecek değilim. Ancak yazarın izahından çıkan sonuç şudur: Bristol oteli kapanmıştır ama binanın yan tarafındaki “Bristol Hotel” levhası kalkmamıştır. Goltsman, bu levhaya aldanarak girdiği yerin fırın değil de, otel olduğunu sanmış meğer.
“Sonuç olarak Goltsman, “Hotel Bristol” bahsinde aslında gerçeği söylüyordu. Otelin adını, hemen yanıbaşında bulunan ve otelle içeriden bir geçişle birbirine bağlı olan hamur işi dükkânının adıyla karıştırmak konusunda yaptığı hatayı, pek muhtemelen o dönemde birçok kişi yapıyordu.” (s. 59)
Bu “pek çok kişi”ye NKVD görevlilerini de ekleyelim mi? Tabii, sadece eski şehir rehberine bakmayıp da oraya kadar gitme zahmetine katlanmışlarsa. Bu arada Troçkistlere de bir eleştirim var! Girdiği yerin bir otel mi, yoksa fırın mı olduğunu ayırt edemeyen biriyle ciddi çalışmalar yapmaya kalkmaları büyük bir hata! İlahi komedi! (Ek: Sedov, Goltsman’a, şu sokaktaki fırında buluşalım diyor. Goltsman da fırına geliyor. Fakat tam içeri girerken “Bristol Hotel” yazısını görüyor ve herhalde bu fırının adı “Bristol Otel” diye düşünüp içeri giriyor ve hafızasında bu isim yer ettiği için NKVD’de fırının adını “Bristol Hotel” diye veriyor. Diğer versiyon: Sedov, yoldan geçerken “Bristol Hotel” tabelasını aklına yazıyor ve Goltsman’a, “Bristol Hotel”de buluşalım diye haber yolluyor. Goltsman da “Bristol Hotel” tabelasını görünce, hah tamam burası deyip içeri giriyor. İçinde ekmek pişirilen tuhaf bir “otel” burası ama ne yapalım. Örgüt disiplinine sahip Goltsman, “Sedov otel dediyse oteldir” diye düşünüyor ve NKVD’cilere bu yönde ifade veriyor!!!)
Yeniden Kanıtlara Dönelim…
Yazar yılmak nedir bilmiyor. Yola devam:
“Sanıkların tehdit edildikleri ya da işkence gördükleri ya da türlü vaatlerle yalan beyanlarda bulunmaya zorlandıklarını gösteren, adını anmaya değecek tek bir kanıt bile bulunmamaktadır.” (s. 61)
Bunun böyle olduğunu, yani baskıyla itirafa zorlandıklarını açıklamak sadece yargılananların yapacağı bir şeydi. Onlar ise, zaten böyle yapmayacaklarından emin olunduktan sonra mahkemeye çıkarıldılar. Buna rağmen aralarından biri, Krestinski, yargılama sırasında NKVD’nin belirlediği ifadeden sapma gösterdi ve iddiaların doğru olmadığını söylemeye başladı. O zaman, verilen sözlü itirafları arka taraftaki bir odadan satır satır izleyen NKVD, mikrofonun sesini kesti ve yargıç acilen duruşmaya bir gün ara verdi. Krestinski, ertesi günkü duruşmaya bitkin bir şekilde getirildi, bir gün önce fenalık geçirdiğini söyledikten sonra, NKVD’nin belirlediği itirafına kaldığı yerden devam etti. O arada Krestinski’ye ne yapıldı dersiniz?
Yazar ısrarlı ve kararlı.
“(Temyiz başvurusu) yapan tüm sanıklar, kendi itirafları ve diğer sanıkların suçlamaları sonucunda ölüm cezasına çarptırılmışlardı. Eğer itiraflarını geri çekecek ve masum olduklarını iddia edeceklerse, bu, onların son şanslarıydı. Hiçbirisi bunu yapmadı. Her biri kendi suçunu yeniden dile getirdi.” (s. 62)
Tam tersine bu durum, sanıkların NKVD’nin kayıtsız şartsız esiri haline getirildiğinin açık göstergesidir. Temyizde bile ifadelerini geri almıyorlarsa bu, ifadelerinin doğruluğunu değil, sadece bunu gösterir. NKVD onları öylesine teslim almıştır ki, hiçbir aşamada NKVD’nin çizdiği senaryoyu reddeden bir tutum takınamazlardı. Böyle bir şey yaptıkları an kendilerini neyin beklediğini çok iyi biliyorlardı. Yazarın sözünü ettiği “son şans” sonuna kadar NKVD’nin emirlerini yerine getirmekti ve öyle yaptılar.
Öte yandan, NKVD biraz olsun inandırıcı olmak için çaba bile göstermemiştir. Aslında inandırıcı olmak için tutuklulardan birkaçına suçu inkâr ve kendini savunma rolü verilseydi, diğerlerinin tutumu biraz daha inandırıcı olabilirdi. Ama totalizmle gözü dönmüş Stalin ve NKVD, böyle bir mizanseni bile akıl edemedi.
“Moskova Mahkemeleri sanıklarının itirafları, diğer kanıtlara ya da herhangi bir kanıta gösterdiğimiz saygıyla eşit derecede saygı görmeli. Tespit edilmeli, derlenmeli ve üzerinde çalışılmalı. Biz bunu yaptık.” (s. 62)
Bunu yaptığınız belli oluyor zaten. Üstelik başka bir kanıt da yok ki. Bu durumda yazar bizi, bu düzmece itiraflara saygı göstermeye çağırıyor. Haydi oradan. Ne sana ne de kanıtlarına saygı göstereceğiz. Yalana, düzmece şeylere saygı gösteren kendine saygı göstermiyor demektir.
Bundan sonra kitap 114. Sayfaya kadar, NKVD’nin düzmece ifadelerinden alıntılarla ve bu tiyatronun savcı rolündeki oyuncusu Vişinski’nin mütehakkim ve tutukluları horlayan sorularıyla, tutukluların kendilerini aşağılamalarıyla devam ediyor. Ondan sonra geliyoruz, Stalin’in yalancı olup olmadığı tartışmasına. Buralar ilahi komedinin zirve noktaları olarak da okunabilir.
Stalin Yalan mı Söylüyordu Yani?!..
Yazarın “kanıt”ları arasında “Stalin’in yalancı olmadığı” gibi komik olanları da var. Yani şu: “Stalin yalan söylemez, o halde ‘Troçki ajandır’ derken doğru söylemiştir”!!!
“Stalin’in, herhangi bir siyasi şahsiyetin olduğundan daha fazla ‘yalancı’ olduğuna inanmak (ohooo, o zaman Stalin hapı yuttu, Siyasi şahsiyetler felaket yalancı olur, G.Z.)için, hiçbir sebebimiz bulunmuyor. Geçtiğimiz on yıl boyunca yaptığımız araştırmalar esnasında, Stalin’in Katin meselesi hariç “yalan söylediği’ hiçbir örneğe rastlamadık. (Gerçi tanıdığımız bazı Stalin aklayıcılar katin ormanı katliamının da Nazi ve CIA uydurması olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu durumda biz Grover’in yalancısıyız! G. Z.)… Katin çok farklı bir durumdu. Temel iddia Stalin’in yabancı güçlere yalan söylemesi meselesiydi ki bu, hükümetlerin her zaman başvurdukları bir yöntemdir.” (s. 114)
Bu yalan meselesi gerçekten mizah boyutlarına varmaktadır. İzin verin de şunu da alayım:
“Ne olursa olsun yalan söylemek evrensel bir insan özelliğidir (Evrensel insan Hakları beyannamesine konsa yeridir! G.Z). Herkes yalan söyler (Stalin dahil mi, hariç mi! G.Z.). Bu nedenle, bir kişinin şu ya da bu durumda yalan söylemiş olması, onun başka zamanlarda da yalan söylediği anlamına gelmez. Burada Stalin’in Dimitrof ve Manuilskiy’e ya da Trotskiy’in telgrafı üzerine düştüğü notlarda ya da başka herhangi bir anda yalan söylediğini düşünmemizi gerektirecek kesin bir kanıt yoksa elimizde, Stalin’in yalan söylediğini düşünmemizi gerektirecek bir sebep yok demektir… Bu tarihsel şahsiyete ya ‘her zaman güvenilir’ ya da ‘hiçbir zaman güvenilmez’ gibi bir düstur olamaz.” (s. 114-115)
Yazar, elimize Stalin’e ne zaman güvenebileceğimiz konusunda bir klavuz verseydi iyi olurdu!
Totaliter Diktatörlük Koşullarında İtiraf Ne Anlama Gelir?
Şu “kanıt” itiraflarına yeniden dönelim. Yazar, şöyle demiş:
“Bir kişinin suç işlemekle itham edilmesi durumunda, bunun inkâr edilmesi beklenilen bir durumdur. Kişi masumsa masum olduğu için. Kişi gerçekten suçluysa bu durumun sonuçlarından kurtulmak için. Bu nedenle de bir suçun itiraf edilmesi genel olarak masumiyet beyanından çok daha kayda değer bir hadisedir.” (s. 174)
Evet ama, yazar “itiraf”ın nasıl bir rejim koşullarında yapıldığının üzerinde durmamaya gayret etmektedir. Söz konusu itiraflar, sanığın hiçbir savunma şansının olmadığı, “avukat”larının bile NKVD ajanı olduğu, itiraf talimatının en ince ayrıntısına kadar doğrudan devletin baş yöneticisi tarafından düzenlendiği koşullarda yapılmıştır. Kaldı ki, koşulların tam olarak böyle olmadığı, insanların kısıtlı da olsa kendilerini savunma koşullarının olduğu diktatörlüklerde bile (örneğin Türkiye’deki askeri diktatörlük ya da sivil diktatörlük koşullarında) sanıkların itirafları kuşku ile karşılanmalıdır. Evet, burada, 1930’ların Sovyetler Birliği’ndeki gibi, sanıklara hiçbir nefes alma olanağı tanımayan total bir diktatörlük söz konusu değildir, örneğin sanıklar mahkemeye çıktıklarında polis ifadelerini reddebilmektedir ama buna rağmen itirafı zorlayan başka koşullar söz konusudur. Hatta bazen bu itiraf koşulları yasalarla düzenlenmektedir: Eğer itiraf yaparsan hüküm yemezsin ya da cezan azaltılır. Bu durum da bir çeşit zordur ve kimi sanıklar sırf cezadan kurtulmak ya da cezalarını azaltmak için uyduruk itiraflara başvururlar. Kısaca söyleyecek olursak, biri, en “demokratik” ülkede bile itirafta bulunuyorsa bu itiraf kuşkuyla karşılanmalıdır. Buna yol açan mutlaka cezai ya da en azından psikolojik baskılar söz konusudur. Hele hele bir de tutukluların doğrudan ölüm tehdidi altında olduğu, mahkemeye bile ölümden kurtulmak umuduyla çıkmayı kabul ettikleri koşullarda itirafların doğruluğunu düşünmek olacak şey değildir. Bunu böyle düşünmek için Stalin, Vişinski ya da Beria olmak gerekir.
Şaşkın Ördek Kıçtan Dalarmış…
Yazar gerçekten de zor bir görev üstlenmiştir: NKVD uydurması itiraflara dayanarak Troçki’nin “Nazi ajanı” olduğunu ispatlamak. Doğrusu, cüretine hayran kaldım! Ama bir de telaş içinde, bir satır önce söylediğini bir satır sonra nakzetmeseydi. Bunun çok örneği var ama ben sadece bir örnek vermekle yetineyim:
“Yejov bunun hakkında Stalin’e ve Parti ile hükümet önderlerine yalan söyledi. Gerçekten dehşet verici olan ve yaklaşık 680 bin masum insanın öldüğü kitlesel idamlar (abç, G.Z.), Yejov ve üst düzey adamlarının, Sovyet halkı içerisine huzursuzluk tohumları serpmek için uyguladığı büyük ölçüde haksız idamlardı… Yejov çok büyük bir sayıda masum insanı idam ettiği halde, bugün elimizde olan kanıtlar, gerçekten bazı komploların da var olduğunu gösteriyor. Rus hükümeti, araştırılması gereken materyalin, çok küçük bir bölümü dışındakileri gizli tutmaya devam ediyor. Bu kanıtlar olmadan, gerçek komploların boyutlarını tam olarak bilmemiz mümkün değil. Dolayısıyla, 680 bin kişinin kaç tanesinin gerçekten komploya karıştığını ve kaç tanesinin masum kurbanlar olduğunu (abç, G.Z.) bilmiyoruz.” (s. 278)
İnsan, kesime yollanacak tavukları sayar ve ayırırken bile daha dikkatli davranırdı.
1930’larda bir Büyük Temizlik yaşanmıştı. Bu cinayetlerin günümüzdeki temsilcileri ise, o gün yapılanları ancak yarattıkları Büyük Kirlilik yoluyla savunmaya çalışmaktadırlar.
Gün Zileli
4 Aralık 2013
Gun senin kayis yine tersine donmeye baslamis, ben sana soylemistim, Grover Furr bu konuda iyidir diye, bak yine Moskova mahkemelerinde yargilananlara fiziki iskence olmadigini soylemeye basladin. Bak bu kabulden dolayi bana kufretmeye baslama, bu sefer sana bunu soyleten Furr ( tamam benim de biraz katkim olabilir ama)
Bu insanlarin iskence gormeden tum bu itiraflari yapabilmesi zaten ustelik bu itiraflari sadece mahkeme asamasinda degil mahkeme oncesi parti toplantilarinda, kendi yoldaslarina yapmasi bu mahkemelerin duzmece oldugu iddiasini bosa cikariyor.
Ustelik Moskova mahkemeleri sadece itiraflara dayanmaz. Mesela trockist bir orgutun varligini bizzat Kruscev soyler, kendisi de Trockist orgute uyedir. Bakiniz Kruschev’in anilari. Ustelik Kruscev Potyshev Yezhov vb bir cok parti ve icisleri bakanligi yoneticisi onbinlerce insani idama gondermeye kalkmis, ( sadece Kruscev 30 bin kisilik liste yaptigini soyluyor ve Stalin”in ulan bu kadar hain mi olur diye karsi ciktigini soyluyor, ama su an arsivlerden dolayi Kruschev’in listesindeki sayinin cok daha fazla oldugunu biliyoruz) Potyshev 60 bin kisilik liste yapmis bunlarin icinde bir cok kisi idam edilmistir. Potyshev ve yezhov ( ve anladigim kadari ile bir cok parti ve icisleri bakanligi yoneticisisayilari 3000 civarinda ) 1939 subatinda idama mahkum edilmislerdir. Molotov”un bahsettigi hepimiz imzaladik dedigi liste Potyshevler listesidir
Kruschev bu operasyonda tutuklanma korkusu icinde oldugunu yazmakta anilarinda. 1936-39 parti ve devlet icinde cesitli kesimlerin birbiri ile hesaplastigi bir donemdir. Moskova durusmalari bu donemin sadece bir parcasidir, Sorun niye bu mahkemeler oldu bu insanlar niye mahkum oldu degil, cunki eldeki deliller bu insalarin 1927-8 den itibaren giderek Stalin yonetimini siddet yolu ile degistirme egilimine girdiklerini bir cok sey gosteriyor.
Asol sorun niye bu kadar siddetli oldu. Daha 1932 de iktidari zor yolu ile alasagi etmek icin orgut kuran Kamenev Zinoviev”i 1936 da idam ettirten kosullar nelerdi? Sadece bunlari degil milyonlarca insanin tutuklanmasina ve bunlarin arasinda binlercesinin idamina sebeb olan neydi?
Bu arada Katyn meselesinde Furr’a fazla guvenme, kendisi Katyn konusunda oldukca yazi yazmistir ve Katyn”in bir Stalin isi olduguna karsi cikar.
yukaridaki cumle “Daha 1932 de iktidari zor yolu ile alasagi etmek icin orgut Kuran Kamenev ve Zinoviev”i partiden atmakla yetinen iktidara ayni kisileri 1936 da idam ettirten kosullar nelerdi?” olucakti. Acele ile yazildigi icin olusan bu hatadan dolayi herkesten ozur dilerim
Yok ya, bu senin yaptığın saçmalamak değil Ahmet. Bu alenen filmlerdeki kötü karakterler gibi olmak.
Sen yok diyorsun, Furr “Var ama Stalin yapmadı” diyor. Gün Zileli de sana “Hani yoktu, bak Furr da var diyor” diyerek tamamen haklı bir şekilde laf geçiriyor. Şimdi birden bire “Oldu ama Stalin yapmadı” savunmasına mı terfi ettin?
İnsanda kendi fikirlerine karşı zerre de olsa dürüstlük olmalı. Sende o da yok. Yuh yani. “Devrimden sonra” sizi ne yapacağız, onu düşünmekteyim. Acep rehabilitasyon merkezlerine tıksak, Stalin rejimininkileri senin gibilere uygulasak, tamam yeter der misin? Yok yetmez, biz Stalinist değiliz ki, sizi insan olarak görelim. Sizi 3 yaşına geri gönderip temel mantık kavramlarını yeniden öğretelim. Bir de dürüst olmayı…
Yusuf Cemal???
Once bir devrimi yap sonra bizi ne yapacagini dusunursun de, ben neye yok demisim de Furr var ama Stalin yapmadi demis?
Iskence den bahsediyorsan SSCB de iskence olmadigini iddia eden kimse yok, Stalin de dahil. Bu konuda onceki tartismalarimiza bak. Benim iddiam su,
Moskova durusmalarinda yargilanan kimselerin iskence gordugune dair hic bir delil yok aksine, iskence gormedigini gosteren bir suru delil taniklik vs mevcut. Zaten bu konuda Gun Zileli ile artik hemfikiriz ( yine tedavi gorup fikir degistirmedi ise) .
Bak ne diyor yukarida ki yazisinda”Gerçi, bana sorarsanız, ben de gösteri davalarına çıkarılan tutuklulara açık, fiziki işkencenin (hadi şimdilik, uykusuz bırakma vb. gibi korkunç işkence yöntemlerini işkenceden saymamış olalım) pek yapılmadığı kanısındayım”
Ikincisi, ben iskencenin o siralarda yaygin olarak kullanilmadigini soyluyorum. Bu konuda yine onceki tartismalarimiza bakabilirsin. Su ana kadar okudugum bir cok anida fiziki iskence yok. Ginzburg, Buber Neumann, Lara Bukharin, Rapport bunlarin hicbirisi fiziki iskenceden bahsetmiyor.
Ama Gun Hala bu insanlarin sucsuz oldugunu Sovyet devletine karsi bir komploya girismediklerini , ifadelerinin tehdit ile alindigini iddia ediyor. Ben bunu sacma buluyorum. Bu kisilerin bazilari daha tutuklanamadan partideki kendi yoldaslari onunde suclarini kabul etmislerdir bir, ikincisi bu kisiler mahkemede bazi suclari reddetmis bazilarini kabul etmislerdir. Ucuncusu belki bir iki insan bazi tehditler ya da santajlarla bazi seyleri kabul edebilirler ama tum insanlara bunu kabul ettiremezsiniz. BU sacmadir.
Ustelik Stalin”in bu insanlari sucsuz yere tutuklayip iddia eden kisiler basta Kruschev olmak uzere hatta daha sonra Volgokonov, Gorbachov, Yeltsin Putin vb iktidarda olan kimselerdir. Eger dedikleri dogru ise bunlar arsivleri sonuna kadar acarlardi. Aksine arsivler hala kapalidir. Az sayida acilan arsiv kayitlari ise iddialarin aksine isaret ediyor. Zaten geri kalan arsiv kayitlarinin hala yasak olmasinin sebebi bu.
Ukraynada tam Dogan Tarkan sekt inin damak tadina göre bir devrim oluyor , Dsip ve Zileli (ve bilumum alternatif solcu zenaatkar) bu devrime neden duyarsiz kaliyor. Inciniyoruz.
Yusuf Cemal ile Zileli nin düsünsel dansi bana Seyh ile dervisi animsatiyor. Yukaridaki tartisma da isler yolunda sorun yok. Ama bazen Yusuf Cemal Zileli ye karsi cikmadan onun söylediklerine çaktiiiiirmadan yan çizerken , gerçekten bi ince zenaaat sergiliyo…
Yahu adam, o zaman bu yazdığın nedir?
İçişleri Bakanı Žižek!
“10 Ahmet 7 Şubat 12 / 12am
Tamam yaziyi saglik verdin de o yazinin yukaridaki tartisma ile alakasi ne? Sen Polonya hakkinda bir suru sey soyluyorsun ama Ikinci Dunya savasinda Polonyalilarin kimin safinda savastigini bile bilmiyorsun. Bence sen bu konularda okumayi niye denemiyorsun?
Bak sana bir soru? Stalin hem burjuva hem de sosyalist Polonya ordusunun ( burjuva Polonya ordusunun mevcudu kendi verdikleri rakama gore 25 000) subaylarini ve erlerini silahlandirip techizatlandiriyor.
Peki bunu yapan Stalin niye Katyn de ki Polonyali subaylari oldursun? Oldurecek olsa General Anders ve emrindeki adamlar oldurulur. 1922 de Polonya ordusu Kizil orduyu yenmis ve 100 bin civarinda Kizil Ordu eri esir dusmustu. Bu erlerin 90 bine yakini esir kampinda olduruldu. General Anders ve emerindeki subaylar bu katliamdan sorumlu insanlardi. Ama bunlar oldurulmedigi gibi ellerine silah verilip istedikleri yere gidebilecekleri soylendi . Onlarda Iran uzerinden Misira gidip Ingiliz emperyalizmi icin dovusmeyi tercih ettiler.”
Sen bizle dalga mı geçiyorsun? Açıkça katliam matliam yok diyorsun burada ya. Şimdi de kıvırıyorsun arkana zavallı Furr’u alabilmek için. Biraz entellektüel tutarlılık olur insanda. Bırak bir insanı, bir çocuğu anca kandırısın sen. Öf Ahmet öfff…
Iyide yaziyi nasil okuyuorsunuz.Gün hicbir yerde moskova mahkemelerinde iskence yoktu demiyorki. Bana sorarsaniz, diye baslayan cümlede dikkat edersen “gösteri” mahkemeleri der.
SBKP içinde yürütülen terörün boyutları düşünülmeden şu ya da bu örnekte bir bolşeviğin ifadelerinin işkence altında mı alınmış olduğu, şantaj sonucu mu verildiği yoksa samimi itiraflar mı olduğu tartışması yürütülemez. Bir çok tekil örnekte soruşturmanın atmosferi kurbanların direncini başka bir müdahaleye gerek kalmadan kırabilir ama bu durumdan sorgucuları makul bulmayı sağlayacak hiçbir sonuç çıkmaz.
Parti kongresinin 2000 delegesinden yaklaşık %60’ı karşı devrimci cinayet suçlaması ile tutuklanmış ve Merkez Komite’nin seçilmiş 139 üyesinden 98 kişi kurşuna dizilmişse toplamda yaklaşık 1200 kişi olan delege ve merkez komite üyelerin her birinin ne tür baskılar gördüklerini belirlemeye çalışmak belirleyici bir önem taşımaz. Büyük bir terör uygulandığı, bir bolşevik kuşağın neredeyse tamamen tasfiye edildiği açıktır.
Sadece kurbanlar ya da muhalifler açısından böyle değildir, iktidar odağı içinde yer alanlar açısından bile ifadeler ve mahkemeler rahatsızlık verecek ölçüde yapaydır. Dimitrov günlüğüne şöyle yazmıştı: “Sanıklar sonuçta ölüme gideceklerini bildikleri ve aleyhlerinde kendi ifadelerinden başka hiç bir delil olmadığı halde tüm suçlarını itiraf ettiler”. Arif olan için aslında tartışma burada biter.
Gelgelelim bu temizliği, Stalin’i şiddet yoluyla devirmek isteyenlere karşı bir tür “işçi iktidarını karşı devrimcilere karşı savunma” olarak görmeye çalışmak 1934 kongresinde toplanan delegelerin başına gelenleri açıklamak için son derece talihsiz bir tercih değil midir? O kongre “zaferler kongresi”ydi, Stalinist hizbin tüm hasımlarını tasfiye ettiğini ilan ettiği kongreydi. İşte o kongrenin %60’ı 3 ila 4 yıl içinde ortadan kaldırıldı.
Ozgur yaziyi yine aktarayim, ”Gerçi, bana sorarsanız, ben de gösteri davalarına çıkarılan tutuklulara açık, fiziki işkencenin (hadi şimdilik, uykusuz bırakma vb. gibi korkunç işkence yöntemlerini işkenceden saymamış olalım) pek yapılmadığı kanısındayım”
Gosteri mahkemeleri Show trialsin ingilizcesinden cevrilmedir. Zaman icerisinde anlami kaymistir. SSCB o zaman mahkemeleri herkese acarak, yabanci elciliklerin bile dinleme kotasi vardi, yabanci basin, dunyaca unlu yazarlar, isci temsilcileri, siradan insanlar, yabanci hukukcular yani kisaca tum dunya bu mahkemeleri izledigi icin o zaman adina Show Trials dendi. Kisaca SSCB o zaman bu mahkemelerle tum dunyaya Sovyet mahkemelerinin en kadar adil oldugu havasini atmisti. Zaten 1950lerin basina kadar Dunya basininda Moskova mahkemeleri ile ilgili olumsuz bir sey okumak mumkun degildi, nasil olsunki yabanci elciler ya da hukuk uzmanlari bile anilarinda mahkemelerde bir yanlis goremediklerini soyluyorlardi. Bu mahkemelere iliskin desenformasyonlar 1950lerde soguk savas sonrasi baslar solda belli bir kabul gormesi ise 1980ler sonrasidir.
Gun ikinci seferdir bu mahkemelerde iskence yapildigini sanmadigini soyluyor. Bunun nedeni bu mahkemelere katilan izleyicilerin hic birisinde bu mahkemeler hakkinda olumsuz gorus olmamasidir. Buna ABD elcisi Ingiltere elcilik temsilcisi Warren Durranty gibi onemli kapitalizm yanlisi gazeteciler, ya da Anna Strong gibi sosyalizmi destekleyen gazeteciler ya da Pitt gibi onemli liberal ingiliz hukukcular var. Gun bunu eskiden de biliyordu o yuzden gecmis yazilarina bakiniz GUn hic bir zaman bu mahkemelere dogrudan katilan izleyen herhangi bir gazeteci hukukcu ya da diplomatin yazisini kaynak olarak vermez. Kaynak olarak verdigi yazar Koestler Ingiliz istihbaratinin onemli adamlarindandir ve birakin durusmalari izlemesini hayatinda Moskovayi bile gormemis birisidir. Kendisi yazardir, son yillarda bazi kadinlarin irzina gectigi konusu basinda yazildi cizildi.
Ikincisi dedigim gibi bu saniklar sadece mahkemede ya da poliste degil ama daha parti toplantilarinda kendi yoldaslarinin arasinda ifade vermeye baslamislar, bu arada saga sola bir suru mektup yazmislar, bunlarin hicbirisinde iskence iddiasi yok.
Bir de yukarida yazdigim gibi doneme iliskin bir suru ani var onlarda da fiziki iskence iddialari oldukca az. Bu o donemde iskence yoktu anlamina gelmiyor. Vardi bunu en basta soyleyenlerden birisi Stalin. Hatta parti 1937 haziranindan sonra fiziki zorun sorgulama yontemi olarak kullanilabilecegini kabul etmis, ama buna ragmen iskence cok sinirli ve Moskova durusmalarindaki saniklara kullanildigini gosteren hic bir delil yok, aksine iskence cok sinirli kullanilmis, mesela o donemde iskence gorenler bakanliklara ve gerekli yerlere mektuplar yazip bu sikayetlerini bildirmisler, bu sikayetler sonucu bir suru kisi iskence sucundan cezalandirilmis, 1938-39 yilinda Icisleri bakanliginda tutuklanip cezalandirilan binlerce insanin bazilari iskence sucundan cezalandirilmislardi.
Bu yuzden Gun Moskava durusmalarinda ki saniklarin iskence gorduklerini sanmadigini soylemek zorunda kaldi ama bu sefer de kendilerinin ve ailelerinin olum tehditi altinda bu ifadeleri kabul etmek zorunda kaldiklarini soyluyor, olay bu.
Yusuf Cemal ben hala senin neyi sordugunu anlamis degilim, biraz sakin ol, sen simdi benim Katyn katliami olmadi dedigimi mi soyluyorsun? ben katyn katliami olmadi, ama Furr oldugunu soyluyor mu demek istiyorsun? Bu sefer dogru mu anladim?
Ben Katyn katliami olmadi demiyorum, sonucta bir suru insan oldurulmus ama bu katliami SSCB nin yaptugini gosteren hic bir delil olmadigini, aksine ortaliktaki delillerin buyuk cogunlugunun bu katiliamin faili olarak nazileri isaret ettigini, ancak Rus devletinin bu konudaki arsiv bilgilerini kamuya yasakladigi icin gercekleri su an bilemedigimizi, Stalin yonetimini suclayan beria mektuplarinin orijinal olmadigi icin rus basininda simdiden duzmece oldugu yonunde oldukca yayin yapildigini, buna ragmen ne Yeltsin ne de Putin yonetiminin belgelerin orijinallerini yayinlamadigini soyledim. Bu noktada arsiv belgeleri aciga cikana kadar bu insanlari kimin nasil hangi sebeb ve kosullarda oldurdugunu bilemeyecegimizi soyledim.
Furr da benzer seyleri soyler. Ingilizce basinda Katyn katliaminin sorumlusunun Stalin yonetimi olduguna dair resmi teze karsi en cok ve guclu argumanlari yazan kisi Furrdur, Ben Katyn konusunu okurken ondan buyuk oranda yararlandim. Burasi onun bu konuya ve kaynaklarina ayrilmis web sayfasi http://msuweb.montclair.edu/~furrg/pol/discuss_katyn041806r.html
Bu arada Katyn ile ilgili olarak Polonyali ve Ukraynali bazi arkeologlar bazi seyler bulmuslar, bunlarda katliamin naziler tarafindan islendigini gosteriyor, bu konudaki Furr “un yazisi da burada http://msuweb.montclair.edu/~furrg/research/furr_katyn_preprint_0813.pdf
Neden bu Trotskystler yakin tarihte hep ayni rolu ustlendiler her yerde, latin amerikada kitlesellesmi gerilla savasi surer, bunlar boy verir isyan icinde isyan orgutlemeye kalkarlar, neden bu trotkys taife hep ayni rolu ustleniyor. gecin stalinist yalanlar edebiyatini bir…trotkyzm ozellikle tony cliff versiyonu apacik emperyalizmin ideolojik faaliyetidir
Tony Clif in yazdigi Trockist resmi tarihede bisey diyomu Zileli. adamin Lenin biyografisi o kadar ustaca yazilmiski sanki Lenin omru boyunca Trocky ile birlikte idi hatta ondan ogrendi diger butun bolsevikler degersiz adamlardir. Tam budur iste Trockizm denen kultur tarz ve davranis sekli, en son anarsitin biri cakmis birinin agzina iki tane. hep bu tipleri toplarlar etrafinda aslinda devrimci olmayan aydin simarikligi.
yok canım, olur mu öyle şey. Yani şu dediğinin “Troçki Nazi ajanıdır” söyleminden pek bir farkı yok. Suçlamak ya da yafta yapıştırmak yerine eleştirmek en iyisidir. Benim de eleşytirdiğim birçok şey SWP’de ve DSİP’de ama emperyalizmin ideolojik faaliyeti dedğin an işin rengi değişir. Ondan sonra gelsin polisiye tedbirler. SB’de de böyle olmuştu.
Günün birinde bir başkası da seni beğenmeyip ağzının ortasına iki tane çakarsa ağlamayacaksın ama…
Diyelim ki, Tony Cliff, Troçki ile Lenin’in arkadaşlığını abartmış olsun. Okur geçersin. Grover Furr’un yarattığı Büyük Kirlilik’le bu aynı şey mi? Adam, NKVD’nin düzmece ifadelerine dayanarak bütün Bolşevik Partisi’nin önde gelenlerini Nazi ajanı ilan ediyor neredeyse?
“hem Stalin’den söz edip hem de Grove Furr’u bilmeyen kişi” Gün cümleyi ben yazdım TKP’li değilim hakaret addedirim ama Marksist-Leninistim..
Tamam. Düzeltmiş olduk. Ama sen okudun mu Grover Furr’u. Ne diyorsun bu saçmalıklara?
Dalga geçmedim Gün,Yazarın çapı niteliği ve eserleri ne olursa olsun bu alanda refarans olarak adı ve eserleri geçiyorsa ve Sen de kalem oynatıyorsan bilmen gerekli.
Okudum, Sovyet Resmi tezlerinin tekrarı Bilimsel açıdan zayıf bir eser..
içim şişti valla, tarihten ders almak, pay çıkarmak böyle mi oluyor? yorum yazanlar, bugün güneş var, çıkın dışarı biraz hava filan alın derim.
gün abi, kitapla ilgili yazdığın ilk kısımda zaten kitabın ne olduğu anlaşılıyor, böyle kitaplara denk geldiğimde alıp duvara çarpasım geliyor, araştırmacılığın, yazmanın da bir ahlakı var. neden uzun uzadıya yazdığını anlıyorum ama gerçekten zamanına yazık olmuş bence.
ne yapacaksın, bu zırvalara inanan binlerce genç var.
Beyler, Sizce, çıkarı olmayan ve önyaragısz şekilde siyasi düşünce üreten ve araştırma yapan insanlar mı var? Siz böyle adamları nerede gördünüz ve kimden duydunuz? Yoksa havariler falan mı bunlar? Yoksa tarih, dürüstlük ve mertlik yarışı falan mıdır? Konuyla ilgli binlerce kitap ve kaynağı bilmeden ve incelemeden, makul bir altyapı edinmeden Furr, Jukov veya başkasının kitabını münferit olarak nasıl değerlendireceksiniz? Rusya ve Sovyet tarihi uzmanı olmayanın bilgisi ne ki fikri ne olsun? Ne yani, T.C. tarihini ve Türkçe bilmeyen birileri diyelim ki Moskova’da Atatürk’ü tartışsalar gülünç olmaz mı sizce?
Yani Rusça bilmeyenler bu konuyu tartışamaz mı diyorsun. hem de bu konuda batı dillerinde binlerce kaynak varken.
Öte yandan, sevgili Uravelli, burada sadece beyler yok, kadınlar da var…
Trotsky nazi ajanimiydi?? Trotsky nin iktidar devrim vs konularinda oldukca Blanquist egilimleri bilinir. Stalinist iktidara karsida böylesi bir Iktidar savasimini yürütecegini gizlemiyor zaten, kendi söyluyor. Bay Trotsky makyevelizmde Stalin e rahmet okutur ustelik. Cok rahat amac icin (Stalinci thermidor a karsi) her yolu deneyecek bi tip , nazi lerin sunacagi bi firsati kullanmaktan cekinmeyecegi coook acik. Bu megaloman guya Nazi leri kullanmaya kalkmis olabilir cok rahat. ustelik o zamanlar Trockistlerin fasizm tahlilleri en az stalinciler kadar carpikti, yani bugunun sohretine sahip olmamis bir nazizm , yapar trottsky , muritlerinin karakterce de ona benzemeleri bana ilginc geliyor, her yerde ukela, heryerde simarik, demagog… stalinin sbkp tarihi cok kaba carpitmalarla doludur, trotskystlerin resmi tarihleri ise cok ince demagojilerle doludur. DSIP ve latin amerikadaki lerin bu CLIFF ci egilimlerin hep ayni KONTRA rolleri ustlenmeleri hiiiicmi hic rastlanti olamaz. el salvadora bakiniz nikaraguaya bakiniz oradaki hareketlerin kucuk burjuva niteliklerini propaganda ederler (dogrudur bu) gider ABD emperyalistlerinin koalisyonlarinda yer alirlar. baba bu nedir demez kimse , ah magdur Trotsytsler vah zavallilar. Dogan tarkanin DSIP inin Suriye meselesindeki gözü dönmüslügü öylesine igrencti ki , soyle dusundum ben, yok bu adam ajan olamaz bu kadarini ajanlar bile yapmaz. ne var ayrica bu ingilterede, solun programda soylemde teoride en sol , ama pratikte hep emperyalizme hizmet eden pratigi bu ingiliz trotskystlerinden cikiyo, naaapiyolar orda bunnara. nerede trotsyktlerin orgutlendirmedigi bir devrimci hareket var orada boyveriyorlar. madem o kadar devrimciler gidip bir yerde kendi oncu ozgul cizgileri ile bir hareket yaratsinlar. yok hali hazirini stalinizmden kurtaracaklar guya. ama hep isyana karsi isyan orgutleyerek, trotsynin nazi ajani olmasina gerek yok ki, trottsyzmin bu komplexi onu her yerde dogal olarak karsi devrime surukluyor zaten. harekete bakiyor trotstyst. aaaaa stalinistler yada en azindan stalin i bas hedef yapmayinlarin onderligi var, hemen basliyor bildigi tek isine , siz stalinist siniz demekki karsi devrime hizmet ediyorsunuz, hic umurunda degil genel cephede dusutugu durum. hep halihazir hareketleri stalinizmden kurtarmak… arkadas git su ingilterende bi devrim yapta bizde etkilenelim . yok illa baska yerlerde mesum isini yapacak. Simdi Dogan Tarkan eger ciddiye alinacak biri olsa idi, bi ton komplo teorisyeni onun yaptigi ettiklerini siralar aha size ajan derdi, ve oldukcada inanan olurdu. bu neyi gosterir. bana ne ajan olup olmasindan, bu bir ruh hali, bu bir pismanlik evrensel ideolojik itirafcilik pismanlik yasasindan faydalanma hali, dilekcesini her demeciyle veren Itirafci pisman doneklerin soylemini alternatif sol diye sokuyorlar size, ayhan songar in Forumundan teorik olarak daha kaliteli. ama son soz su, devrim yapmayin, iktidari yikarsaniz stalinler gelir yaaaaaaaa siz yetmez ama evet deyin .. DSIP devrimciymis. DSIP devrimci diyen adamdan suphelenirim. tepkisel yazmisim ama ozde hakliyim diyorsa dahada suphelenirim, baska bir zaman baska bir vesile ile Dogan Tarkan i sokusturacak bize yine..
Herhalde insanın aklını da vicdanını da bir arada kaybetmesi böyle bir şey olmalı!
Galiba bu gidişle “anarko-Stalinist”lerimiz de olacak!
Anonim Bursa bir tür mutant olmalı. Neyse, dişe dokunur bir şey söylemiyor zaten. Önyargılarıyla konuşuyor.
Yok sanırım tek doğru şey söylüyor, o da Troçkistlerin ukala oluşu. Eh bu da normal. Stalinizmin ana akım olduğu yıllar boyunca, bir stalinist militanın, ilişkilerinden, sempatizanlarından gelen sorulara kendi fikir üretmese bile, onun yerine cevap verebilecek, onun kulağına sufle yapacak birileri mutlaka vardı. O zamanların favori cümlesi “Seni bilmemkim yoldaşla konuşturayım” olmuştur. Dolayısıyla hiyerarşik olsa bile stalinizm bir tür işbölümü yapabilecek çoğunluktaydı.
Troçkizmin ise asla böyle kaynakları olmadı. Sıradan troçkist bir militan, çevresinden gelen binlerce argümana çoğunlukla tek başına cevap vermek zorunda kaldı. Karşıdakiler de küt kafalı, nuh deyip peygamber demeyen “adanmış” kişilikler olunca, Tudeh’ten 68 hareketine, Lenin’den Hegel’e herşeyi öğrenmek zorunda kaldılar. Ve o dışlanma hali. Dışlanmanın getirdiği, kendini biricik ve çok önemli hissetme. Bir troçkist militanın ruh hali yani. Gün Zileli’nin söz ettiği “devrimcinin taşlanmayı göze alması”, bununla başa çıkamayacaklarda ukalalığa dönüştü. Aslında çocukluk hastalığı bir nevi. Ama acımamak gerek. Kısacası, ukalalık yapabiliyorsanız, buyrun onlara siz yapın. Yerse…
Bu arada Ahmet, sinirli değilim. Yalnız, seninle dürüstçe tartışılmıyor. Senin o yazdıklarını okuyan herkes, açıkça Katin katliamı olmadı dediğini anlar. Şimdi ise, oldu ama Stalin yapmadı diyorsun. Daha önce de söylemiştim. Gerçeklik devrimci ise eğer, lütfen sözlerinin içindeki ve sözlerinle gerçeklik arasındaki çelişkiye bak.
10 nolu Anonim, sen o biyografiyi okumamışsın. Biyografinin problemi Lenin’le Troçki’yi arkadaş gibi göstermesi değildir. Ki böyle yapmıyor zaten. O biyografide doğrudan alıntılanmış aralarında geçen küfürleşmelere ilişkin gerçek metinleri Stalinist yayınlarda bile görmedim. O biyografinin problemi, başka:
“Cliff’in Z yayınlarından çıkan Lenin biyografisi vardı. 4 cilt. Kolay okunur, problemleri orta ölçekli iyi tartışır bir biyografidir.
———-Spoiler Alarmı———————-
Biyografinin problemi, “Neden yenildiler?” sorusuna verilen yanıtlarla hemen görülebilir. “İyi iyi, anladık, Lenin insandı tabi ki, günahı da sevabı da var. Bir çok yerde mükemmel işler yapmış, bir kaç yerde de resmen çuvallamış. İyi de, tüm yenilginin kökeni, teorik yanılgılar ya da bürokrasinin yükselişi mi? Hangi mekanizma o teorik yanılgılara neden oldu? Hangi mekanizma bürokrasinin yükselişinin etkilerini mutlak kıldı? Yok mu bu soruların cevapları?” diye sorulursa, onca teorik inceliğine rağmen biyografinin tadı kaçıyor. Sonrasında “Onlar yaptı başardı, biz de aynısını yaparsak belki başarırız” diyen fikirsel yeni yetme troçkistler dışında pek de yeterli gelmiyor insana. Yalnızca bir giriş olarak düşünülürse, oradaki, o zamanki tartışmalara aşina olmak için iyi bir biyografi. Ardından kesinlikle, oturup direk kendi yazdıklarını ve o yazılanlara itirazları okuyup karşılaştırmak şart.”
Yusuf Cemal, ukelalar, bilge ler degil demagoglardir, temel sorunlarin derinligi ve karmasikligi karsisinda yanit uretmeden genel gecer sloganlar atarlar. ben hic bir trotkystte ve sanilan ve pompalanin aksine Trotskyde teorik bir yetenek derinlik kavrayis görmedim , edebiyat teatral atraksiyonlar. Tonny Clif in kitabinda Trotsy Lenin meselelerinde hep su izlenim birakilir, evet lenin ile Trotsky tartisiyorlardi ama lenin daha cok diger bolseviklerle tartisiyordu, sosyal sovenizm ve savas yandasi bir Trotsykiyi mazur bir adam saymak niye, su trotsyk nin kendisi hakkinda kullandigi tanimlamalara bir bakin , döneminin ve rusyanin Yalcin Kucugunu goreceksiniz… ihanete ugrayan devrim kitabinda ne diyor trotsyk ? pek cok sey diyor birbiriyle celisen, hatta benim dedigime geldi stalin bile diyor, Trotsky hep biseyler diyor, sorun burada… Ben ben ben ben ben diyor. 8 kisilik merkez komitenin diger yedisini kendisine karsi hizip kurmakla suclayan bir trotsky….stalinciler tek ulkede sosyalizm dediler , peki trotsky ne onerdi eö cevap savas komunizmi”” Trotsky bir seyler söyluyor ama hic bir soruna yanit vermiyor. edebi duzeyde ajitasyon, canalici sorunda stalinin yaptiginin aynini, belkide daha kötüsünü yapabilecek bir ciplak kral:))))
Aleviler in Hz Ali ye biçtikleri rol gibi bisey Trotsykstlerin Trotsky si diye düsünmeden edemiyorum bazen….
..E/R…:..18 -Anonim arkadaşa katılıyorum…Troçki’nin..teorik ve pratik önemli çelişkileri.vardır….Tüm işçilerin askerleştirilmesi.teklifi veren..Kronştad kasabı..Troçki…aslında ..iktidara gelememiş Stalin’dir..Çok yerde..kendini tekzip eder.(.Y. küçük eşleştirmesi -ironik -uygundur…)…
Arkadaş(lar) aslında gereken yazıları yazmışlar….
.
İhanete Uğrayan Devrim’de öyle bir şey demiyor. Bunlar merkezciliğin sağa sola zikzakları diyor. Ve tabi ki yanılıyor.
Abicim, her seferinde aynı şekilde davranmak zorunda mısınız? Okumamışsınız işte. Ne diye hala ısrar ediyorsunuz ki? Adamın ne dediğini sağdan soldan duymuşsunuz.
Marxist toplumsal analizi Luis Bonaparte’ı okumadan yapanlar vardır mesela. “Efenim altyapı üstyapı sınıflar yapılar sömürü emperyalizm…” Kelimeleri ve artık faş olmuş kalıpları yanyana getirerek analiz yaparlar. 18 Brumaire’i okuduklarında da mal gibi kalırlar. Hatta Zizek o kitaba Marx’ın post-marxist eseri der. O derece yani. Troçki’nin özellikle Almanya’ya ait yazılarında aynen o derinlik vardır.
Troçki sosyal şövenist ya da savaş yandaşı felan da değildir. O nerden çıktı? Sosyal şövenistin Ekim devriminde işi ne? Lenin’in yanında işi ne? Savaş yandaşının savaşa karşı devrimde Petrograd sovyet başkanı olması sana garip gelmiyor mu da bu mantıksızlıkları anlatıyorsun? Onu da kimden duydun yaf?
19 Anonim, lafı ağzımdan aldın. Resmen böyle bir şey var troçkistlerde. Muhammed’den sonra Ali gelecekti de, Ebubekir, Ömer, Osman geldi derler ya. Aynısı çoğu troçkistte mevcut.
Katyn ormanida sovyetlerin ickomisyon organina bagli NKVD tarafindan 3 nisan ve 19 mayis 1940 tarihleri arasi 4400 polanyali asker ve subay oldurdugunu naziler tarafindan tespit edilmistir. katyn disinda 24 bin ile 25 bin polanyali asker, subay ,sivil lin toplu mezarlari bulunmustur. Naziler Bu katliami duyurmustur. Nazi karsiti migfer devletlerini zora sokmak ve sovyet alehtarligini yukseltmek icin yayginlastirmislar.
Sovyetler 1990 lara kadar bu katliamlari nazilerin yaptigini soylemisler. 1952 de amerikadaki arastirma komisyonunu raporlarinda sovyetlerin yatigini tespit etmisler. 13 nisan 1990 da Michail Gorbatschow itiraf etmistir. Wladimir Putin ve Donald Tusk yapilan bu katliamda olenleri 2010 da anmislardir.
haydi bakalim cikin bu isin icinden
gün abi sence ahmet(‘in savunduğu zihniyet), o dönemde yaşasaydı, senin önceki yazında kavramlaştırdığın biçimiyle stalin’in geniş çevresine mi girerdi, yoksa dar çevreye mi? yani dar çevreyle geniş çevre arasındaki fark tam olarak nedir? geniş çevreye entelektüel kaygıları olan stalinistler, dar çevreye ise kasaplığı meslek edinmiş stalinistler demek kolaycılık ve indirgemecilik olur mu? stalin’in 40 yıldır en yakınında olanlar mı dar çevre yoksa? ahmet o dönem yaşasaydı, stalin’in geniş çevresinde sivrilir, temizlik hareketinde yöneticilik yapar, sonra da dar çevre tarafından partiye ihanetle suçlanıp ölüme mahkum edilirdi gibi geliyor bana. çünkü entelektüel merakları olan bir adam. acaba dar çevre tamamen vur de vuralım öl de ölelim zihniyetindekilerden, yüzde yüz paranoyaklardan mı oluşuyordu? dar çevre, geniş çevreyi öldürerek tasfiye ederken, kendini entelektüel açıdan nasıl meşrulaştırdı?
O dönemde Ahmet arkadaş gibilerinin yeri kesinlikle mezarlık olurdu, yaşatmazlardı. Yani şu günkü haline bakarak söylüyorum. Stalin hakkında herhangi bir şüphe beyanı ya da fikir yürütmek (savunmak amacıyla bile olsa) insanı kesinlikle NKVD’nin sorgusuna götürürdü. Dediğin gibi, entelektüel meraklar, Stalin’i savunmak amacıyla bile olsa kuşku konusuydu.
Kemalistler resmi ideolojiyi nasıl bağnaz bir şekilde savunuyorlarsa Stalinistler de resmi tarihi bağnaz bir şekilde savunuyorlar.
Yusuf Cemal benim kasdettigim sadece hilafet siralamasi hakki degil, Trotskystlerin Trocki si hic de gercek Trocki ile uymuyor. Bizim Alevileri de eger sag olsaydi kitir kitir keserdi Hz Ali . Budur.. Ayrica okuduk o dediklerinizi okuduk, hatta Trotsky den sandiginizdan fazla seylerde okuduk. . O yuzden diyoruz Trockist tarih yaziciligi trocki nin duzeltilmesidir, tipki maoistlerin mao yu duzeltmesi gibi(mao nun kruscevi saksakladigi donemi gecistirirler) ozellik Tony Cliff cok ince bir demagog. Ornek: japon savasinda Trocki nin tavrini sanki onemsizmis bi yalpalama gibi verir ama Lenin in baska bir bolsevik sohretle olan detaya iliskin polemigini yazar da yazar… tek siz kitap okumuyorsunuz. karsilastirmalar , duzeyler, kategoriler, tarihsel asam, kronik ile beraber okursaniz stalinci tarih yazicilari ve Trockist tarih yazicilarini geriye su kaliyor. Trockinin kilisesinin muritlerine bir magduriyet edebiyatini beslemek sansi kalmis hepsi bu. Trocki kendi yalpalamalirindan hic bahsetmiyor ihanete ugrayan devrimde , uzun uzun yazacak degilim , ne o savas komunizmi sendikalarin askerilestirilmesi, ne o kisisel fedai gruplari ile gezmeler. yalcin kucuk benzetmesini ozellikle kurdum, cok garip gelecek ama kendine tapinmada stalini aratir bunlar Stalin kendine tapilmasini isteyen ama pekte kendine tapmiyan bir reel politikerdi, bazen dusunuyorum ya Trocki kazansaydi ????
Trockist ve Anarsist arkadaslar su Galat i meshurdan kurtulmali artik, Trockist ve Anarsist olmayanlar Anarsist ler ve Trockistlerden ve Trocki den hic bisey okumayan tekke muritleridir. Bu galati meshur onlari asil Tekke muritleri haline getiriyor…Neymis Trockistler ukelaymis cok bilirlermis , digerleri sizi bilen devrimcci abime götüreyim dermis bu ne baba:)????
Emperyalist paylasim savaslari ,Rus Japon savaslarinda kendi hukumetinin yenilgisini net olarak savunmayan bir akil su yada bu olcude sosyal sovenizm ile bulasiktir. hadi Kurtarin Trocki yi bu konuda…
Esitsiz gelisim yasasi, Marxist öngörünün aksine devrim bir ülkede basariya ulasti (devrimin ittifaklar , iktidar vs gibi tartismalarini disarida birakiyorum) trocki ve stalinde dahil , avrupanin diger ulkelerinde (almanya da )komunisler iktidari alamadilar, devrimci durum un varolmasina karsin su yada bu sekilde , devrim ezildi (bu stalinin yada bolseviklerin yada trocki nin yada su yada bu grubun yetersizligi ile `tek basina aciklanamaz^)buraya kadar ki tartismalari rus bolseviklerinin , temel meselede, (sürekli devrim) farklilik göstermez. batinan gelmesi gereken ve olmayan bir devrim var….Ve IKTIDAR alinmis. Ne yapilacak….. Stalin diyorki ben ne pahasina olursa olsun kollektiflestrilmis sanayilesmis bir rusya kurarim….Bunada sosyalizm derim olur biter… Trocky diyorki o sosyalizm olmaz… Ne yapmali sorusuna temel olarak verilen yanit yok Trocky de. Stalinin yapacaklarinin aynisi yada benzeri yada farklisini yapip , ama bu sosyalizm degil isci sinifi iktidari altinda ekonomik siyaset demek hic birsey ifade etmiyor komunizme giden bir sosyalizm acisindan. Cunki tek ulkede olamayacak bir sosyalizmi mumkun kilacak surekli devrim lerin olmasi INSAN IRADESINDEN bagimsiz olarak ortaya cikar. Bu noktada Trockistlerin Stalini suclayabilecekleri tek iki sey kaliyor, birincisi:olabilecek devrimleri sen engelledin, ikincisi yaptigin sey sosyalizm deil baska birseydir…. Ikincisi dogru birincisi mantiksizdir.. Bundan sonra tarihin akisi 2 dunya savasi sonrasidir ki metropollerden baska yere kayar toplumsal hareketlilik. Ve Trockizm Stalin gibi olmayacagim ben salt isci eyleminden baska birsey tanimam diyen bagnazligi ile , kendini sinirlayip oturur. simdi el insaf bana slogana dusmeden Trocki nin somut kosullara Marxizmden kopmadan urettti kapsamli bir teorik sey gosterin. bitmez tukenmez varolanin tahlillleri(cogu kez subjektif) ve ama biz surekli devrime sadigiz iman tazelemeleri… Pespese birbirini tamamlayacak bir devrimler dizisi olarak surekli devrim, i savunan birinin en buyuk sorunu IKTIDAR in ayni anda yada ardarda bir kac ulkede alinmiyacagidir… yani iktidari almayi kabul eden bir Trockist in staline karsi yuruttugu butun teorik mucadele safsata dan ibarettir…
Ilk günah eger IKTIDAR i almaksa, ilk günaha ORTAK olanlar sonra yakinmamalilar…Bu konuda Trocki ve Trockistlerin Staline Lenin e tutarli birsey söylemeleri, mantiken mümkün degildir….
Vakti zamaninda 3 genc, olaganustu yetenekleri oldugunu soyleyerek, devrin Sulatinin huzuruna cikarlar.
Sultan sorar: Nedir sizin yetenekleriniz?
Birinci genc: “Ben cok uzaklari gorurum”.
Ikinci genc: “Ben cok uzaklardaki sesleri duyarim”.
Ucuncu genc: “Benim canim sIkIlIr”.
Bu garip cevaplar karsisinda merak duyan Sultan, “hadi gosterin bakalim marifetlerinizi” der.
Birinci genc, elini kaslarina siper ederek: “Goruyorum, Kaf Daginin ardinda, Peri Padisahinin kizi gergef dokuyor”.
Ikinci genc, elini kulagina canak yaparak: “Evet, evet; duyuyorum. Hah, simdi de elindeki gergef ignesi yere dustu”.
Ucuncu genc: “Canim sIkIlmaga basladi yine”.
—
Demem o ki, tamam herkesin istedigi seyi tartismak ozgurlugu var.
Var da, biteviye devam eden, bir turlu bitmek bilmeyen bu tur tartismalarin kime ne faydasi var?
Trotskiymis, Stalinmis, Leninmis suymus buymus.. en heyheyli zamaninda bile, kendini kendi topraginda turist sayan bir avuc insani belki; fakat o da zerre miskale dahi ulasmayan bir ‘academic curiosity’ mesabesinde sayilamayacak onemsizlikteki seylerin bu ulkede yasayan kimin nesini ne kadar ilgilendirdigini dusunuyorsunuz?
Bence, hic kimsenin ve hic.
Bu yuzden, canim sIkIlir bu tur masturbasyonel fikrisel yazinsal etkinlikleri ne zaman gorsem.
Paylasim savasinda kendi hukumetlerinin yenilgisine yan cizen sosyal sovenler pek coktur ekim devriminde:)? ne isi var diye soranlara duyrulur.
Zileli Ahmet arkadas o dönemde yasaydi yeri mezarlik olurdu demis. dogrudur. ama allah göstermesin Trocki nin komuta ettigi kizil orduda bolsevik savascilar olmakta zor istir, yalniz kronstadda olmak degil. mazallah savasi becerebilecek cesareti gösteremezsiniz, kimse bolsevikliginize ve rejime itaatsizliginize laf etmez, ama korkaklik gösteren bolseviklersinizdir, Marschal Trocki emriyle korkakliginiz kursuna dizmek ile cezalandirilir…
Doğru, o dönemde de çok sayıda insan kurşuna dizilmiştir Yine de Stalin’in Büyük Temizlikleriyle kıyaslanamaz.
Kiyaslama sayisal buyukluklukler ise Zileli seni Trockistlerinle ve anilarinla basbasa birakalim en iyisi…
Peki, ben de o zaman iki yazı armağan edeyim, okursan eğer…
http://www.gunzileli.com/2010/10/31/trockizmin-liberal-bir-versiyonu-dsip/
http://www.gunzileli.com/2010/11/14/su-lenin-ve-trocki-mirasi-meselesi%E2%80%A6/
Zileli ve ittifaki Trotsyst anarsist koalisyonun olasi devriminde (yukarida bi vatandas anmis , sizi nereye bizim devrimde ne yapsak acaba diye sir burda:))), ondan diyom ben, kota koyun, istatistiklere bakin stalin in oldurdugunden daha az stalinciyi oldurun, bu ne la,????) iyiki yeni yetme Trotskys genclik (yusuf cemalin dediginin aksine) az okuyo , ve dar cevre olarak kalmaya niyetli, hala soyluyorum trotskyst anarsist cevrenin faaaliyeti anti stalinist anti leninist anti marxist bir takintiyi asmayan , faaaliyettir , capsizdir, kizin kufredin ne mok yerseniz yeyin, ozgun bir faaaliyet kitle icinde calismayi, hala marxist solu trocki ve bakununce imtihana cekmekten ibaret pratiginiz var, ayiptir bu ayip, Zileli ! Dogan Tarkani bize devrimci diye sokusturacagina, anarsistlerin halk icinde(yusuf cemal gulecek) kitleler icinde sadece kalkisma anlarinda degil süredurum anlarindada , ne yapip edebilecekleri hakkinda kafa patlat, emin ol her samimi cikariminda Dogan Tarkandan uzaklasirsin, emin ol , sokak savasiminda kimse anarsistler trockistler gelmesin demiyo, oyle bir pratigi yok henuz turkiye devrimci hareketinin, teorik olarak evet, ama pratik olarak tabula rassa, ama sen neden gidip bir devrimci calisma yapmiyorsun bu milyonluk ulkede,,, ve neden Anarsistler senin tüüüüüü kakak dedigin Stalinist örgütler dedigin adamlarla birlikte DEVLET en dayak yerken ben bi Trockist goremiyorum orada, samimi bir anarsist hareket in bu ulke topraklarinda bi sekilde guc olabilecegine inaniyorum, ama Zileli senin gosterdigin abidik gubidik saray ittifaklarinda degil Dogan Tarkan soroscusu ile degil, saniliyorki genel bir trotskysm dusmanligi var, yokmu var, baba alasini yapariz, ama bence , eger kendine trotkyst diyen bi adam bu Dogan Tarkana iki cift laf etmeden vay isci koylu ittifakcilari felan diyosa, susarim orda ben, gelsin sinif savascisi Trockystler barikata, dovenmi var, ilk isleri ne olur… tum solun (BDP haric) oyunun 200 0000 oldugu bir memelekette benim emek verip orgutledigim bir kesimde , onlari birakin gercek devrimci biziz demenin alemi ne. milyonlar orda elini tutanmi var, dostlukmu diyosrun, ok ama basin aciklamasi degil barikatta dayak yemecesine…
düsünmeden yaziyorum, trotyst anarsist ittifaki neden??? eksen neden bu… pratik baska soyluyor, pekala DSIP degil ama Anarsitlerle digerleri birlikte sokakta pratik savasirken… niye buraya DSIP sokuyosun.. sokaktaki savasimdan rahatsizmisin, e o zaman direkt marxism elestrisi ile gel, bu trockizm koprusu neden, Dsip e gosterilen tepkinin Trockis olmasindan degil baska bisey olmasindan oldugunu sende biliyorsun, ok diyoruz trockizm elestrisine grisiyoruz, pratige kacip e ben dhkpc de severim diyosun, oda gezide vardi, bi ora bi bura, bi teori ideoloji bi pratik devrimcilik,,halbuki yapabilecegin cok is var, ama yok un getirmiyo degilmi , lanet olsun, anarsistler kitle calismasi( el degmemeis milyonlar var)DSIP ayrica Trockizmin tek sesimidir, yokmu bu memlekkette allah belani versin Dogan Tarkan diyecek bi trockist, Zileli psikolojik itirafcilik ve doneklik ile anarsit yada trockist olmak arasinda fark var, etme eyleme ne perincegi ne Dsip i devrimci diye sokma bize…anarsizm ile biseyleri karistiriyorsun gibi geliyor bana , genel gec lik vs vs etme eyleme…
su gezide olmak argumanini kim gezide neden nasil nerede varoldu , sokagin pratigi, olarak o bilindik yarisa girmemek icin(ki cok suclanan oncucu , isci sinifci orgutlerin) taraftarlarinin oynadigi rol ve trockistlerin burjuva anarsistlerinin(bu ayrim artik gerekli bence) barikatin birligini bozmamak adina, elestirmedik…. kim geldide sen trockistsin get dediler….etme eyleme zileli
bir ruseym kendini var etmeye calisiyor,en guvenilen hekim, en eski kasari kirli bezi sokuveriyor agzina bebegin, once buna biat et en azindan kendinle esitle, ilk once bunun tadina bakmalisin bebek diye oluyor ruseym, eski kasar eski dostumdur, budur zileli DSIP hikayesi…
Cevabım şu yazılarda bulunmaktadır:
http://www.gunzileli.com/2010/10/31/trockizmin-liberal-bir-versiyonu-dsip/
http://www.gunzileli.com/2010/10/31/trockizmin-liberal-bir-versiyonu-dsip/
dikkatle oku.
önce yapılan faşizan eylemi kına, bunları ondan sonra tartışalım kardeşim.
olur eylemem 🙂
pratik anlamsizlik,…. önce soz vardi,,, ok ama bu pratik anlamsizlik,,, ben isyeri komitelerine bakarim diyor biri.. dogrudur, toplumun isci ve digerleri olarak, savasima girdigi yerde, mulkiyet iliskilerinin bir sonuccu, ben mulkiyet iliskilerinin yarattigi sosyal sonuclarin hepsinden yakinanlarin hepsini komunizme kazanacagimi dusunuyorum… bu konuda trockistlerde anarsistlerde bana bisey soylemiyorlar….
yaw bu sirri sureyya abe ne devrimci abe haaaaaa , bak chp nin ne mal oldugunu bize ogretti , hele hele o ertugrul kurkcu varya aynen serokun dedigi gibi meclise mahir in bayragini dikti,,, akp nin istanbul belediye baskanligini alip almamasi bizi hiiiiiiiiiic ilgilendirmiyor, chp nin istanbul belediye baskanligini alip almamasi da biziii hiiic ilgilendirmiyor, ama bizi sirri sureyyanin aday olmasinin, ve tum sol adina konusmasi ilgilendiriyor,,,ekiki ekiki ehehe ehehe bana oy vermeyeeeen kemalistir , ekikiki eheheheeee ehehehe
yahu izmirde bir anarsistin bi edepsiz e attigi tokadi kinamak zorunda neden birakiliyorum, neden ben burada bisey ararim.!!!! buyuk bi ihtimalle uc tokadi gecmiyen birsey var, ama sorun su zileli sen dogan tarkani bi yerimize sokmak icin vesile ettin bunu, gozum ustunde,,, cemaatin agzi burnu birbirine karismis, adam bana diyorki seni affederim ama izmiri kina, oldu yazayim madem, o tokadi atan arkadas az etmis , YETMEZ AMA IKI UC YUMRUKTA BENDEN ASLANIM. beni izmirdeki olayi kinamaya zorlayan adami kinarim …. zileli sen kimsin, sivilce patlamasi vesilesi ile DSIP i devrimcilere sokuyorsun senin icin bu bir vesile
Nasil bir garip ittifak ise paradigmanin iflasinin yazari ile Zileli hasbihal ettikten sonra bi Trockist Anarsist ittifaki gerekiyordu, bi anarsist Izmirde bi DSIP liye iki tokat cakti, Zileli nin gundemi bu oldu, güle güle canim gule gule ,
DSIP ini de al git Zileli
DSİP hakkında yazdığım yazıları okuma zahmetine katlanmadan bol keseden atıyorsun. Tokat veya yumruk meselesine gelince… Bir gün senin de başına gelirse ağlamak yok ama…
benim bir yere gittiğim yok. Sana da tavsiye etmem gitmeni. Kal da efendice, anlamaya çalışarak konuşalım.
Nereye gideceğimi de söyle bari 🙂
İnatla inkar etmeden sonra düşüncenin önüne en büyük engel kelimelerin altını doldurmadan onları yanyana getirerek düşündüğünü sanmak. Anonimlerin hepsi üstüne alınmasın lütfen.
Öncelikle Rus-Japon savaşında Troçki’nin bir yalpalaması yoktu. Eğer bir yalpalamadan söz edilecekse, Birinci Dünya savaşındaki tavırları söz konusu olabilir. O seninki yanlış bir bilgi. Madem okumuşsun, bir kez daha bak kitaba.
Bu “bulaşık” meselesi de çok komik. Lenin, senin iddia ettiğini aksine Rus-Japon savaşında devrimci yenilgicilik sloganını savunmaz. Vay şöven Lenin vay. Troçki, dünya savaşında “devrimci yenilgicilik” sloganını savunmaz. Onun yerine savaşın derhal durdurulması ve tazminatsız barış der. Vay şövenist Troçki vay. İyi de, bu slogan 1917’de bolşevikler iktidara geldiklerinde, savaşı sona erdirecek hükümeti kurduklarında Dışişlerinden yayınlanan ilk bildirinin anlattığı şeydir. Silahlarınızı kendi kapitalistlerinize çevirin diye de devam eder. Şövenizme prim mi vermiş şimdi bolşevikler? Vay şövenist bolşevikler vay. Ha bildiriyi Troçki yazar bu arada. Stalin ve Kamenev Şubat devriminden hemen sonra bolşeviklerle menşevikleri birleştirmek isterler. Dahası savaşı sürdürmek isteyen Geçici Hükümet’e açıkça destek atarlar. Vay şöven Stalin, Kamenev vay. İyi de neden böyle yaparlar? Çünkü Lenin 1905-1917 arası kafalarına etmiştir İki Taktik’le. Orada kendi tuttuğu taktik, geçici hükümete girme, proleterya ve köylülüğün demokratik devrimci diktatörlüğü taktiğidir. E çocuklar da ne yapsınlar, babalarının sözünü dinlemeye çalışmışlar. Ama babaları çoktan fikir değiştirmiş. “Ne? Geçici hükümete katılmak mı? Cısss…” Vay yalpalayan Lenin vay.
Dünyaya bu şekilde bakarsan, gördüğün gibi temiz kimseyi bulamazsın. Biraz çocuk bakış açısı bu. Tapılacak mükemmellikte insanlar aramak. Gerçeklikte temiz olmanın önemi görelidir. Doğru anda doğru şeyi yapmanın önemi ise mutlaktır. Bu değil mi Yahuda İskaryot’u lanetlettiren? Ya da ne diyordu Kuato? “Sen ne yapıyorsan O’sundur. Bir insan eylemleriyle tanımlanır, anılarıyla değil!” O biyografiyi gerçekten okumuşsan, olayları ve fikirleri incelemek için değil, kimin kimle ne kavgası var, Cliff nasıl manuple etmiş vs. olarak okumak da çocukça değil mi biraz? Marx’la Engels dost olmuşlar da kör mü koymuşlar? Engels, biraz daha yaşasa ne olacaktı kim bilir? Çok da fifi.
Lenin ve Troçki’nin eleştirilecek yeri, taktiklerinin ne kadar işçici olursa olsun, burjuva devrimi taktiği olmasıdır. Yani, Marx’ın değişiyle toplumu bir süre devamlı bir vecd içinde bırakan, toplumsal karışıklık içinde bir türlü stabil olmayı beceremeyen burjuva devrimlerinin taktikleri. İktidar kelimesi anarşistleri vodoo ile karşılaşmışlar gibi ürkütüyor. Oysa Ekim devriminde geçici hükümetten alınan iktidar, klasik bir bakanlar kuruluna verilmiştir. Bakan yerine, minister yerine, secretary yerine adının komiser olması önemli değil. O bakanlıklara bolşeviklerin oturması da, konseylerin onaylaması da bir yere kadar idare edivermiş işte. “İktidarı alma” taktiği değil burada söz konusu olan, iktidarı alıp sonra da tamamen burjuvaziden apart bir kuruma verilmiş olması. İşçi konseyleri ha keza. İşçi konseyleri-Sovyetler sınıfın yok olmasıyla çöktü ama bolşevikler de onu canlandırmak için pek bir şey yapmadılar. Neden? Çünkü burjuva düşüncesinin klasik yanılsamasına kapıldılar: İktidarda biz olduğumuz sürece idare ederiz. İyi de o “biz” Zemyatin’in Biz’i olunca ne oldu? Ne olacak, kalkınmacı Stalin oldu. Kronstad mevzusunda da öyle. NEP’de de öyle. Diyorum ya, Devlet ve Devrim İki Taktik’ten önce yazılmalıydı.
Troçkist-Anarşist ittifakı meselesi için bir şey söylemem gerekirse, süpper olurdu. Ama olanaksız. Memleketteki troçkizm DSİP, anarşizm ise siz olduğunuz sürece olmaz. Ama yeni bir “diyalektik sentez” tam da bu zamanlarda ortaya çıkmaz mı zaten? Dolayısıyla düşünmeye, çalışmaya ve mücadele etmeye devam.
Son bir söz. Anonim İstanbul, ben şu andaki troçkist gençlikten bahsetmedim. Açık ki geçmişten bahsettim. Kullandığım Di’li geçmiş zaman kipinin nedeni buydu. “vardı” “çoğunluktaydı” “olmadı” “kaldı” “kaldılar” “dönüştü.” Şimdi zaten kimse kitap felan okumuyor. Google’a “devrim nasıl yapılır?” yaz, öğren çağı bu. Reçeteler, hazır lop bilgiler çağı bu. Boşuna demiyoruz patolojik narsisizm diye. Valla yazdım, 7,040 sonuç verdi, iyi mi? Bir okuyayım, merak ettim.
nereye gidecegimi soyle diye soyle demis akli sira dalga gecmis, e get gidebildigin kadar, sinirin menzilin bir duvardir ne diyeyim…:))
Yusuf Cemal tarih düzelticilerinin de tarih duzelticisi …Leo Trocki nin tek elestrilecek yeri diye baslayan cumleleri pek severim ben:)))))
e birinci dunya savasinda trocki nin bi yalpalamisndan soz edilebilir ise rus savasinda edilemez ise, ey sevgili yusuf cemal sosyal sovenlerin leninin yaninda isi neydi diye cumleyi niye kurarsin, offfff siz entelllerde laf bitmiyo :)))
Trockizmin bilinen tavri; once stalin essekti lenin trocki yi severdi, az zorla, aslinda leninde essekti aslinda trocki iyiydi, az zorla, marx essegin teki idi anarsizm iyiydi de diyemiyor, cunki zamandas degil , yusuf cemali bayaaa bi yerlere getirdim az kaldi:)))
Zileli tokat yumruk meselesinde seninde basina gelirse aglamak yok ama demissin, etme eyleme beni tokat aglatmaz . (tehditmi lan bu ikide bi soyluyo) ben nerede nasil davranacagimi, kiminle neyi nasil tartisacagimi bilirim, bir trockistin partisi eylemi anmasi susu yada busuna gidip, hehehehe nasi koydu stalinistler size demeyecek kadar ogrettiler bize abiilerimiz, anarsistler ile(ki trockislerden cok daha fazla saygi duyarim kendilerine , sapir sapir olurken, avrupada bi onlar vardi yanimizda)bi isim olacaksa lay layloooom nasida bilmem burjuva bireycisisiniz siz diye laf sokmaya kalkmam,nasi bizimkiler koydu size kronstadda demem, bu bir edeptir sana ve ukela arkadasin yusuf cemale de tavsiye edilir, yani zileli sanildiginin aksine ilk tanidigi anarsite laaak diye lafi sokayim nasi koyduk size kronstadda diye laf sokmam, akli sira dalga geciyor…. entel zübük,:))))
Yusuf Cemalin Lenin elestricisi olma durumuna gelmesi bi ilerleme, ama bu ilginc japon savasinda trocki nin tavri neysede oncesi yani 1. dunya savasindaki tavri , mesele bana gol atmaksa bisey olmaz, benim kale lerimde yok delinecek filelerimde, , ama yusuf cemal trocki nin 1. dunya savasindaki tavrina tasiyor bizi, orada ki tavrina, butun trockistler gibi 1917 e kadar olan masum trocki 1917 de aydinlanmis trocki, sonra yine Lenine karsi japon savasinda farkli olmayan trocki, sonra yine lenin varisi olan trocki, (1, dunya savasinda tavsayan trocki yi ben yazmaya cesaret edememesitim, eger orda bir gunah varsa o baba bi gunahtir) iyi bir Tonny Cliff ogren cisi yusuf cemal, bir kere durust olunmasi gerek, trockist sen trockist olacaksin, bunu stalin karsitligi ile degil bababa lenin karsitligi ile bolsevik karsitligi ile yapacaksin, en azindan en son trocki en baba bolsevik demiyeceksin, naaaaamuslu olacaksin, ki bu bir trockist icin mumkun degil ama bir anarsist ve bir STALINIST icin mumkundur…
nereye gidecegimi soyle bari? dur orda dur hayatinda bi kere olsa bile dur orda dur belki dogru yerdesin hareket ettiginde yanlis olacaksin, dur dilin gozun durmasin ama onu bunu derhal diye bisey etme bi dur……
“Sovyet hükümeti 1935 de cezai sorumluluk yaşını … 12 ye indirmişti. (Aynı yılda çıkarılan 2. bir kararnameyle devlet aleyhine suçlardan dolayı hapishanede bulunan bir kimsenin akrabalarını tutuklama ve hapsetme yolu açıldı) Yapılan iş bir rehine sisteminin fiilen ilanıydı. … Örneğin Kamenev oğlunun kurşuna dizileceği söylenerek tehdit edildi… İvan Smirnov sorgulamasında kızına kaba davranıldığı… Stanislov Kosiyor… on altı yaşındaki kızı … tecavüze uğrayınca…
… Kamenev’in oğlu 1939 da kurşuna dizildi… Zinovyev’in oğlu, kızkardeşi vorkuta kampları.. kurşuna dizildi.. Zinovyev’in kardeşlerinden üçü ve bir erkek yeğeni de kurşuna dizildi. Troçki sülalesinin bütün mensupları 1936-38 arasında NKVD tarafından öldürüldü…” (Karanlıkta Fısıldaşanlar sf. 287– Anılar, belgelerle çok sağlam yazılmış bir tarih kitabı… Furr denilen, anlaşılan ancak babasının-partisinin beyin yıkadığı 12 yaş çocuklarını ikna edebilecek bu kitapla karşılaştırıldığında “kanıt’ın” neler olduğunu görürsünüz. Yüzlerce belge… “çapraz karşılaştırmalı” anılar…)
İtirafların kendisi dikkat çekmiyor mu? Aksine fiziksel işkence olmadan bu kendini aşağılama histerisi daha da tuhaf değil mi? Öleceğini bilse bile!
35 sene önce 18 yaşındayken bile bu itiraflarda bir tuhaflık sezmiştim. İnsan siyasi bir davada kendine yöneltilen iddiaları “suç” olarak görmez; istenilen anlamda bir suçu kabul etse bile kendini bu şekilde “anlaşılması güç” bir şekilde aşağılamaz. Bu yalnızca evlatlarının, sevdiklerinin işkence ve öldürülme tehditi ile mümkündür!” -O zamanlar çocuğum yoktu ama evladı olanlar bilir-anlar bunu.-
Stalinizm Devletçi bir “sosyalizm” olarak da görülebilir. Ama totalitarizmi ve yaptıkları birer insanlık suçudur. O günlerin dünyasında (belki!) anlaşılabilir, savunulabilir cinayetler en azından gelecek sosyalizm adına mahkum edilmek zorundadır. Olan olmuş! Ama olanlar ne sosyalizm, ne insanlık idealleri adına savunulabilir. Bir “mafya çetesi” devleti ele geçirmiş sanki… O.Gürsel
tamam anladık, stalinizm şeytan işi. sosyal faşistlik. peki neden bu çağda insanlar sizin özgürlükçü devrimci fikirlerinizin peşinden koşmuyorlar da tkp, ödp, halk cephesi, atılım, kızıl bayrak gibi stalinist örgütlere üye oluyorlar? bunların hepsini toplasanız on binlerce militan eder. ama bu memlekette stalinist olmayan, özgürlükçü, anarşizan, komünist, kronştat’ın mirasını savunan bir tane bile ciddi örgütlenme yok. tarih boyunca da olmamış. niye? asıl sorun bu. gün zileli bile bu sorunu geçiştiriyor. cevap veremiyor.
Aynı çocukluk devam ediyor. “dürüst olmak”, troçkistliği Lenin karşıtlığı ile yapmak “zorunda olmak”, “Namuslu olmak” vs. Bu fiiller bir tartışma için fazla güçlü fiiller. Ama Neden? diye sorulunca içlerinin bomboş olduğu anlaşılıyor.
Tek birine uygulayalım. Neden troçkistsen Lenin karşıtlığı ile yapacaksın, yalnızca Stalin karşıtlığıyla yapmayacaksın? Oysa Troçkistler Lenin’in harbi mirasçısının Troçki olduğunu söylerler. Neden şimdi vazgeçsinler? “Namuslu olmak için”. İyi de adam namuslu olmanın bu olduğunu söylüyor? Nerde o senin güçlü fiillerin evrensel mihenk taşı. Adam diyor ki, troçkistsen Stalin’i suçlayıp, Lenin’i savunacaksın. Şimdi kimin namus tanımı geçerli? Kimin dürüstlük tanımı geçerli? Seninki mi? Onunki mi?
Sen anarşist değilsin. Sen bizim Ahmet kadar stalinistsin. Çünkü aynı Stalin’in, ya da Furr’un, ya da Murphy’nin, kullandığı mantıksız yolu kullanıyorsun. Önce varsayımını koyuyorsun, sonra onu kabul etmeyenleri namussuz, dürüst değil, oportünist vs. diye damgalıyorsun. Du bakalım baba, senin o “saçma” varsayımın altında neler yatıyor acep?
Bu arada, Lenin’i eleştirme meselesini ilk kez farketmen ilginç olmuş anonim. Klasik bir etiketleme insanı gibi konuşman ve etiketlediğini birisinin başka düşüncelerini yoksayman ilginç. Bakalım onun altından ne çapan oğlanı çıkacak. Gol atmıyoruz, tartışıyoruz. Şu egolarınızın kalkanlarını bir indirin bakam.
Çünkü bu tür örgütlenmeye gerek yok da ondan. Nasıl bir örgütlenmenin işlevsel olduğunu Gezi isyanı gösterdi. Özel ideolojili örgütler, anarşist de olsa, sonuçta hegemonyacıdır. Bize hegemonyacı olmayan örgütlenmeler gerek. Bunlar da doğrudan işçi, doğrudan halk örgütlenmeleridir. Cevabım kısaca budur.
48, Gün Zileli’den farklı bir cevap vereceğim. İnsanlar her işte önce en kolay zannettikleri yolu tercih etme eğilimindedirler. Eğer bu iş “insanlığın kurtuluşu” işi ise, politik alanda yapılacak değişikliklerin yeterli olacağını düşünürler. Birilerinin onları kurtaracağı, başkalarının onları kurataracak emeği vereceği, risklere gireceği, karşılığında da kurtuluştan sonra onları baştacı edeceği bir senaryoyu kabul etme eğilimindedirler. Yalnızca bu değil, aynı zamanda idealleştirilmiş figürlere tapma, liderlere tapma, ölülere tapma gibi eğilimleri de vardır. Bunlar kuyruksuz maymun cinslerinin temel eğilimlerinin insan kültürü tarafından çapıtılmış halidir.
Ama bu özellikteki türe “Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır” dersen, yalnızca demez, aynı zamanda bu düşünceyi sahiplenecek insanları örgütlemeye çalışırsan uzun süre azınlıkta kalacağın kesindir. Bu türe “politik olan alan dışındaki herşeyde politika vardır, dolayısıyla politik alan dışında olan yerlerde de politika yapmalısın, evet evet sen yapmalısın” dersen pek de tutulacak fikirler öne sürmüyorsun demektir. “Eleştiriden hiç kimse kaçamaz. En sağlam liderleri de eleştirmek gerekir” dersen bir ara suratına yumruğu yiyeceğin kesindir.
Peki de ne zaman bu “zor” yol, insanların harekete katıldıkları anda birilerine inisiyatif devretmeden, kendi geleceklerini belirlemek isteyecekleri yol, “trendy” olur? Cevap çok basit, diğer yolların anlamsızlığı açıkça görüldüğü, insanların kendilerine olan güveninin yükseldiği, kolektifçe bir gelecek inşa etmek için yeterli gücü buldukları zaman. Yani devrim gelirken.
Farkındaysan, ilk yol muhafazakarlığın, ikinci yolsa topyekün bir değişimin yani devrimin arka planı. Türkiye’nin çoğunluğu muhafazakarken, yarının mücadele edecek insanlarının bir çoğu “Ne kıyak lider bu Tayyip” deyip oy verirken, yani inisiyatifi ve kendi kaderini adamın tekine devrederken, sistemle mücadele edenlerin bu düşünceden azade olacağına ilişkin hiç bir garanti yoktur. Yalnızca mücadele etmek, sistem karşıtı olmak tamamen doğruları, gerçeğe en yakın fikirleri otomatik olarak benimsemeyi gerektirmez. İnsan beyninin içi odacıklıdır. Bir odacık en ilericiyken, diğer odacık en gerici olabilir. Karılarını döven solcu erkekler örneği gibi.
Kısacası, mücadelenin ileri bir noktasında ancak bu fikirler insanların kafasında yer etmeye başlar. Asıl henüz işin başındayken, yani tarihin bu anında özgürlükçü fikirlerin azınlık olmaması durumu kuşku uyandırıcı olurdu.
Kısır tartışmaların dışına çıkmalıyız. Görebildiğim kadarıyla Stalin meselesindeki tartışmayı şimdilik bir “yöntem” sorunu olarak ele alabiliriz.
1920-1950 lerin üretici güçlerinin yetersizliği ve 20 ler Rusya’sının % 80’inin kır nüfusu olduğu gerçeği hem devrimin biçimini ve kaderini çizdi. Lenin ya da Troçki de olsaydı, bu nesnel koşullarda 2. emperyal savaş öncesi Stalin’in “mafya temizliği” biçiminde olmasa da yine trajik olayların yaşanabileceği kabul de edilebilir. (Lenin NEP’i çok daha uzun süre sürdürürdü ama mesele bu değil…)
SSCB deneyiminden ne öğrenebiliriz? Sorun-tartışma içeriği bu olmalı. Stalinist yöntemler üretici güçleri geliştirmez. İnsana-insanlığa daha iyi maddi ve tinsel koşullar sağlamaz. İnsani karakteri geliştirmez; birey-toplum gelişme dengesini sağlamaz. Aksine insan “ruhunu” mahveder; bir orta-sınıf ev köpeğinin hayatı sosyalizm olamaz; kaldı ki, bu “orta sınıf” da sonunda ekonomik olarak çökecektir ve çökmüştür.
İnsanlar neden hala Stalinist? Karışık bir mevzu… Birincisi bu “pisliğin” ortaya somut olarak saçılmasının hikayesi üzerinden henüz 20 yıl geçti. Bu kısa bir zaman sayılır. İkincisi, emekçilerin-halkın devrim yapmasının özgün koşulları yok; darbeci-baskıncı, salt şiddet ve terör yöntemi ile devrim hayali bu zihniyet ile örtüşür. İnsanlar hayatı kendi ömür sürelerine göre biçimlendirmek istiyor. Sabırları yok. Üçüncüsü parti-örgüt yapıları içindeki kişisel pozisyonlar ve daha baştan Stalinist karakterlerin hegemonyası bu yapıları dogmatik, değişime dirençli hale getiriyor. (150-200 milyonluk ülke 30 yılda Stalin’den daha “iyisini” yetiştiremiyor…Peygamberlik gibi!) Dördüncüsü, kaba, şabloncu, imana dayalı kurgulanmış düşünceler her zaman “belirli bir kesim” ve insan zihnine de uygundur. (Stalin ve SSCB üzerine söylenilen yalanlar erdemli, iyi yürekli, fedakar ama bu işlere kafa yormayan, zaman veya yöntem bulamayan insanların sistematik aldatılması hala işe yarıyor.) Okuyan, yazan, yabancı dil bilen, bu partilerde görevli, teorisyen adamların-kadınların ise Stalinist olması veya Stalin’i hala “kahraman, iyi adam, sosyalist vs” görmeleri bence egosal-psikolojik bir sorun olarak değerlendirilebilir. Belki daha kötüsü, bu konuda yazılmış iyi kaynaklara bir türlü ellerinin varmamış olmasıdır. Kendilerini ve yoldaşlarını bilerek veya bilmeyerek kandırmaktadırlar. (Yinelemeli, Sosyalizm hayali Stalinizmin cehennemi olamaz… Bu cehennemi arzulayarak Stalin’i savunanlar en azından “dürüst” ve tutarlıdırlar…) O.Gürsel
Harika bir değerlendirme. İzninizle bu yazınızı (öncekiyle birlikte), imzanızla, sitedeki “konuk yazarlar” kısmına uygun göreceğiniz bir başlıkla koyabilir miyim? Sitedeki tartışmaları izleyen arkadaşlardan daha yaygın olarak okunur.
Elbette.
Başlık… “Sosyalist hayallerimiz, bir ‘orta sınıf ev köpeği’ beklentilerini aşmak zorundadır!”
51. yorum güzel.
Neden Stalinst olunur sorusu önemlidir,aciklanmalidir.
Marksist ideoloji gecmiste diger ideolojilerin omuzlari üzerindede olustugundan ,ekonomik,politik,bilimsel,sanatsal vs.vs alanda yeni baslayanlarda muazzam bir etki yaratir..
Bir genc,yada yeni bir ilgili tüm bu düsünceyi kavrayabilmek icin önce en tutarli ,engüclü,en katiksiz yolu ,yani revizyonsuz,oportinistsiz yolu dener..
Stalinin gücüde Burda yatar.. o Lenini vede marksi savunarak var olmustur. Tabalenndaki kisi ise tabiki marksi ,lenini dolayisiyla o anda hicde önemli biri olmayan stalini tutacakti..
Bugünde durum farkli degil. Atatürkü savunuyorum altinda,atatürke en büyük düsmanligi,zarari yapan bizim kemalistlere bakmak yeterli.. yada simdiki dinci ler dahada Ileri giderek,allahi savunarak,allah adina allahsizlik yapma egilimine düstükleri gibi..
Ama bunlardanda önemli esas neden ise Örgütlenmeden kaynaklanmaktadir. Tek baslarina bir hic olan stalinler,örgütün basinda,baskalarinin omuzunda birer dev olurlar.. Tabandaki kisi ise tekbasina tüm partiye,mafyaya karsi gücsüzdür..
Onun düsüncesi artik,dev partinin,ustalasmis,hocalari benden daha iyi bilirdir.
O yüzden insan stalinst olur,maoist olur, Kemalist olur,muhammedci olur…olurda olur.. Tek baslarinada bir hic olanlanlar,suratina bakilmayanlar,örgütlenme sayesinde Dünya devi olurlar..
Örgütcülügün en büyük zararida burda yatar.. Parti kanserdir..en ahlaksiz,en rezil,kepazeliklerin yatagidir..En adi mafyalarda bile erdemlilik bulunur ama orda saadece pislik vardir..
Yani ilk neden düsman yaratip
M. Tanu Akad
Gerçek Edebiyat.com
İki şeyi çok merak etmişimdir. Birincisi Stalin’in sayısız milyonu nasıl öldürdüğü, ikincisi de niçin kimsenin çıkıp da onu alnının çatından vurmadığıdır.
İkincisini bilemeyeceğim ama birincisinin nedenini birçok kaynağı birleştirerek öğrendim. Stalin’in hakim olduğu parti örgütünün elemanları onun öldürttüklerinin yerine geçiyor ve cellatlığı sürdürüyordu (kısa süren bir makam saltanatı), ta ki alttan yeni cellatlar gelip bir süreliğine o makamları işgal edinceye kadar. Bunu birçok makam için isim isim verebilirim. Ama bu uzun hikaye yazımızın konusu değil.
Diğer bir husus da devrimden önce yetişmiş, dil bilen, dünya görmüş kadroların öncelikle tasfiye edilmesiydi. Bunların yerine köyünden yeni çıkmış, dil bilmez, el kitaplarını ezberleyerek konuşan, felsefe ve bilimden habersiz dar bakışlı kadrolar giderek her kuruma hakim oluyordu.
Bunlar düşünmeden itaat eden adamlardı ve vahşeti sorgulamadan desteklediler. Sonuçta yeni kapıları onlara bu vahşet açmaktaydı. Ayrıca, yarı cahillerde bilgili kişilere karşı çoğu yerde görülen gizli haset ve kinin de etkisi olabileceğini düşünüyorum. Ama bu kadar basit izah edilemez tabii. Karmaşıklığın içerisindeki faktörlerden birkaç tanesi, ama önemli.
*
1930’ların tüm dünyayı zehirleyen hastalıklı havasında bürokratik diktatörlüğün sanat ve edebiyata müdahale etmemesi de düşünülemezdi. Nitekim 1932 yılında sosyalist realizmin kabul edilebilir yegane estetik anlayış olduğu yayınlandı.
Bu aslında proletaryayı aptal yerine koymaktan başka bir şey değildi!
Yani, proletarya ince sanattan anlamaz, onlara basit melodiler yazın ve kaba resimler çizin demekti. Ve sanatçılar kim bilir kaç kez öfkeli komiserlerden bu nedenle fırça yemişlerdi ve kim bilir kaç tanesi de dönüşü olmayan Gulag trenlerine bindirilmişti?
…
Nikholai Bukharin, hapiste de boş durmadı ve inanılmaz ama o korkunç koşullarda dört tane büyük çalışma kaleme aldı. Bunlar tabii ki yarım yüzyıl kilitli kaldıktan sonra yayınlandı ki, bir tanesi de Philosophical Arabesques adlı kitaptı. Bu ve diğer çalışmalarında Marksist felsefenin çeşitli sorunları ön planda yer alır.
Bukharin siyasette etkin olsaydı, öyle inanıyorum ki Stalin’in Marksizmi katleden mekanik görüşleri sergilediği Diyalektik ve Tarihi Materyalizm isimli kitap yayınlanamaz ve dünya solunun perişan olmasında bu kadar büyük bir rol oynamazdı. Bunlar uzun anlatım gerektiren konular.
Burada sadece Bukharin’in hapiste yazdığı bir paragrafı aktaracağım:
“Hayatın koşulları, sosyal çöküş ve sürekli olarak Demokles’in kılıcı altında yaşamak, faal hayata dönüş umudu olmamak, entelektüel tabirle etik olarak dünyanın ortadan kalkmasına, insanın korku ve arzulara direnmeyi öğrenmesine yol açar. En yüksek iyilik şu ifadede kendini bulur: Bilge bir adam zincire vurulmuşken bile özgürdür, çünkü korku veya arzuların ayartmasına kapılmadan, tamamen kendi içinden geldiği şekilde davranır.”
(Buharin ile ilgili çok şey bilmiyorum… Ama bir sezgi ile şu son paragraftaki cümleleri yazan insanın kaderi için yüreğim yanıyor… OG)
Tanju Akad değil mi?
Evet. Pardon .. Tam da düzeltme yazayım mı diye düşünmüştüm.Çok şey bilmiyorum dedim ama.. Zizek’in de alıntıladığı o politbüro toplantısını bir çok yerden okumuştum… Yalnızca bu, bu politbüro toplantısında konuşulanlar Stalinist Terörün, tipik bir Amerikan Mafya örgütünün düşünce-duygu-strateji dünyasının aynısı olduğunu çırılçıplak ele verir… Görene elbette… Ancak, aklını, vicdanını, ruhunu, bile isteye “Kör”, “sağır” yapanlar bu gerçekliği görmez…
Eminim, hepimiz gibi gençliklerinde sosyalizm-adalet arayışı ile çıkılan bu yolda, kim bilir neden, hangi kariyer, iktidar, şahsi ikbal ve ego arzuları ile hala en “kutsal” Sosyalist hayallerimizi bu denli kirleten bir geçmişi böyle “kolayca” görmezden gelebiliyorlar. Bu olgu ya insan karakterine ait berbat sözcüklerle tanımlanabilir, ya da toplumsal tarihin zorunluluklarını anlayıp, “acil iktidar arayış arzusunun” tatmini amacıyla savunulan bir “geçmişe” sarılmak içindir. Üçüncü bir değerlendirme belki de en doğrusu… İnsanlar zavallı, koyun ve aptal sürüdür; Stalinist yöntemlerle, onları ben “sopa ile cennete götüreceğim” hırsıdır… Ve Stalin Haklıdır…
Utanmadan da “diyalektik… diyalektik” yazıp, konuştuklarını sanırlar…
Firavunlar, Cengiz Han’lar, peygamberler, Osmanlı sultanları, Çarlar, Hitler… bile Stalin’in böylesi korkunç Makyavel-Engizatör bir sentezini yapamamıştı! Önceki zalim hükümranlar ondan çok daha dürüstlerdi! Buharin’in eşinin toplama kamplarına gönderildiğini de okumuştum…
ve karısı Anna Larina, Buharin’in tutuklanmadan önce yazıp kendisine ezberlettiği mektubu, atıldığı toplama kampında 20 yıl boyunca muhafaza etti, çıkınca da yazıya döktü.
Tabii köyünden yeni çıkmış dil bilmez solcular iktidara gelirse olacağı budur işte. Köylü ve işçinin başta olduğu şeye sosyalizm mi denir? Zaten Fatsa da o yüzden yıkıldı.O zaman da tutturdular terzinin birini başkan yapacağız diye, sonuç ? Sıfır!
Sosyalizm dedin mi başta eğitimli adam olucak, cahil köylüleri zinhar başa getirmeyeceksin hatta bunları okutmayacaksın bile, zaten bunlar okuduklarını da anlamaz ki!
Geçmiş sosyalizm deneylerinden artık dersler çıkarmak lazım. Yoksa daha çok Stalin gibi adamlar görürüz. Birinci Kural dil bilmiyen adam köye muhtar bile yapılmayacak. Stalin zamanında insanlar dil bilmediği için yabancı ülke temsilcileri ile işaret dili ile anlaşıyorlardi, ee köylü adamın işareti de biraz kaba oluyor tabii millet yanlış anlayınca İkinci Dünya savaşı patladı.
Köylüler plajlara ve okullara sokulmayacak. ( zaten okuduklarını anamıyorlar bır de o pijamaları ile sahilde göz zevkimizi bozmasınlar) Bütün yöneticiler Harward ya da Sorbonne gibi önemli okullardan mezun olmalı. Dini okullardan gelenler partiden atılsın ( Alper Tas’a bir istisna yapalım, o iyi cocuğa benziyor)
Cahil adama bırakırsan sosyalizmi sanat manat da olmaz. Shostakovıc, Khacaturyan, Aytmatov gibi yazarlar y da müzisyenler üretebilirsin en fazla. Stalin 30 sene başta kaldı bilimde varılan yer neresi? altı üstü uzaya çıkılmış, çıkmışta sanki boyları uzamış.
Halbuki Bukharin başta olsaydı kesin Güneşe çıkarlardı. Okumuş adam, zeki çocuk kesin İkinci Dünya savaşını da engellerdi. Engelleyemese bile Almanları bir hafta ezer geçerdi. Okumuş adam farklı oluyor tabii.
Bak ben demiştim sana Ahmet. Çalışınca nasıl da oluyor. İyi bir mizah yazarı olacaksın, bu kesin. Durma, devam.
“Cahil köylüler” eğitim imkanına kavuşacak. Dünya yazarlarını okuyacak, tartışacak. Konuşacak. İnsanlığın-doğanın tarihini anlamaya çalışacak…
Hepsi bu… Bunlar olmadan nasıl olur da Sosyalizm kurulabilir… Nitekim kurulamadı da…
Sosyal-siyasal yetişmiş ve “cesur” kadroları yok ettikten sonra, yok etme sürecini de sağlamak için devrime emek vermemiş, köyünden yeni çıkmış cahil insanlara, insan olarak değil, birer yönetici olarak güzelleme yapmak ancak popülist demogojilerle mümkündür. “Kadrolar yapar!”
Belki o yıllarda bir çok şeyin “gerçek dışılığı”, ham hayaller olduğu, insanlık suçları işlenerek, uyduruk dayatmacılıklarla bir toplum mühendisliğinin iflas edeceği, bu yöntemlerin, üretim-tüketim süreçleri ve hayatın işleyişine, insan denilen yaratığın “ruhuna-yapısına” aykırı olduğu bilinemiyordu…. Hala anlaşılamayan, bilinemeyen nedir?
Stalinizmi ve yöntemleri açık veya gizli savunanlar, sanırım kendilerini o sistemin “yönetici adayları” olarak kabul ediyorlar! Bu varsayım ile kendileri için kurdukları dünyayı-ideolojiyi savunuyorlar… Onlar tutuklanan değil, tutuklayan olacaklar! Toplama kamplarına gönderilenlerden olmayacaklar! Kurşuna dizenlerden olacaklar; infaz yetkileri hep onlarda olacak… “Devrimci şiddeti” onlar uygulayacak. Hem de “tertemiz vicdanlarla!” “Devrim yapıyoruz kardeşim, olacak elbette… Küçük burjuva duygusallıklarla olmaz bu işler…
Bu savunu, bu rahatlığın sebebi bu!
İkinci adımda da kendileri tutuklanacaklar, haberleri yok. Stalin’in büyük temizliklerinin kurbanlarının belki yarısından çoğu Stalinistti.