22 Mart ve 23 Mart akşamları, birincisinde arkadaşlarla, ikincisinde tek başıma Saraçhane’ye gidip çoğu yirmili yaşlardaki genç kadın ve erkeklerden (benim gözlemim kadınların çoğunlukta olmasıydı) oluşan büyük protestocu topluluğunun arasına karıştım. İkinci günün akşamı, Belediye binasının karşısındaki genişçe parkta kendi sloganlarını üreten bir grup gencin yanından geçerken yerde, kartona yazılmış pankartlardan biri dikkatimi çekti: “HER DİKTATÖR DEVRİMİ TADACAKTIR”. Pankartları hazırlayan genç kadın öğrenciye “şunu alabilir miyim?” diye sordum, pankartı işaret ederek. Yüzümde bir yorgunluk ifadesi mi gördü, yoksa o sırada biraz sendeledim mi bilmiyorum (belki de beyaz sakallarımın ele verdiği yaşıma binaen) “tabii” dedi genç öğrenci, “isterseniz oturup dinlenin, iyisiniz değil mi?” Pankartı alıp “iyiyim, sağol” dedikten sonra oradan uzaklaştım. Parkın aşağı kısmından, polisin attığı gaz bombalarının yoğunluğunu, koku alma hassamı çoktan kaybetmeme rağmen ben bile hissettim. Havaya karışan biber gazı öksürtüyordu.
Oradaki bir arkadaşa telefonumu vererek “resmimi çeker misiniz lütfen?” dedim. Genç arkadaş, “tabii ki” dedikten sonra fotoğrafımı çekti. Bu fotoğrafı o akşam tweter ve facebookta küçük bir notla birlikte paylaştım.
Sonra da pankarttaki dört kelimelik cümle üzerinde düşündüm. Gerçekten bütün diktatörler devrimi tadacak mıydı? Dünyadaki örnekleri (örneğin, Çarlığa son veren 1917 Şubat Devimi’ni) şimdilik bir yana bırakalım. Doğrudan kendi anılarımla ve yaşadıklarımda tarihte gerilere gittikçe bu cümlenin çok doğru olduğuna bir kez daha ikna oldum. Tabii “devrim” kavramını solun yaptığı gibi feşitleştirmemek ve tekeline almamak koşuluyla.
Son 75 yılını (1950’den itibaren alırsak) benim de yaşadığım Türkiye tarihini gözden geçirdim. 1950’de CHP’nin tek parti diktatörlüğü seçimle sona ermişti. Bu da bir anlamda devrimdi. O zaman dört yaşımdaydım. Annem elimden tutmuş, Ankara’nın Saraçoğlu mahallesinin sonundaki dükkânların önünden geçerken esnafın kapı önlerinde annemi sevinçle selamladıklarını, hatta tebrik ettiklerini hatırlıyorum. Şu işe bakın ki, daha sonraki yıllarda koyu DP muhalifi olacak bizim aile 1950 seçiminde Demokrat Parti’ye oy vermişti. Sanırım o zaman Mustafa Kemal döneminden kalma, “ordunun siyasete karışmaması için” bir önlem olarak subaylara oy hakkı tanınmaması sonucu babam oy verememişti ama DP’yi gönülden desteklemişti. Yanlış mı yapmıştı? Hiç de değil. Her diktatörlük devrimsel kabarışlarla son bulur. Evet, 1950 tabii ki bir devrim değildi ama tek parti diktatörlüğüne karşı özgürlükçü bir devrimsel kabarışın ürünüydü. Zaten ben o dört kelimelik cümleyi böyle anlıyorum. Diktatörlüğe karşı, başarılı olsun olmasın her kabarış bir anlamda devrimdir.
On yıl sonra, 1960’da 27 Mayıs geldi. Onun da özgürlükçü bir halk muhalefetinin ürünü olan bir tür devrim olduğunu ileri süreceğim. O zaman 14 yaşımdaydım ve olan bitenleri kavrayacak bir bilincim vardı artık. DP iktidarı, bütün iktidarlar gibi yozlaşmış ve iktidarını sürdürebilmek için çareyi baskıya başvurmakta bulmuştu. Dolayısıyla, özellikle entelajensiya ve büyük şehirlerin orta sınıf kesimleri DP iktidarına karşı yoğun bir muhalefete girişmişlerdi. Bu muhalefet elbette kendileri de bu orta sınıfa mensup olan orta rütbedeki subaylara yansıdı ve bu subaylar, o sırada devlet ve MİT bugünkü gibi deneyimli ve organize olmadığından aralarında rahatlıkla bir iletişim ağı (aile ziyaretleri vb. yoluyla) kurup darbeyi yapacak cuntayı örgütlediler. Eğer şehirli orta sınıfların şiddetli muhalefeti olmasaydı askerî cuntanın başarılı olması mümkün olmazdı. Bu da özgürlükçü bir devrimdi. DP iktidarı özgürlükçü halk muhalefetinin kendine özgü devrimiyle devrilmiştir.
Aynı şekilde, bu sefer Süleyman Demirel’in başında bulunduğu Adalet Partisi (AP) iktidarına karşı özgürlükçü muhalefet sonucunda 12 Mart 1971 Askeri Müdahalesi gerçekleşti. Bu da Türkiye’de 1960’lı yıllarda yükselen anti-emperyalist ve özgürlükçü hareketin ürünüydü. En azından başlangıçta. Ne var ki, 12 Mart Muhtıra hareketinin sağ kesimi, solun yaptığı hatalar ve hatalı eylem çizgisi sonucunda 1971 yılının sonuna doğru inisiyatifi ele geçirmiş ve 12 Mart’ı özgürlükleri bastıran bir karşı-devrime dönüştürmüştür. Buna rağmen, AP iktidarına karşı yükselen ve ona son veren anti-emperyalist, demokratik dalganın devrimci bir dalga olduğunu ileri süreceğim.
12 Eylül Askeri darbesi başından itibaren özgürlük düşmanı karşı –devrimin ürünüydü. Fakat şu var ki, 12 Eylül cuntası, 1983 seçimlerinde halkın desteğini alan ANAP’a iktidarı teslim etmek zorunda kalmıştır. Elbette ANAP bir 12 Eylül mamulatıdır ama halk 1983 seçimlerinde generallerin partisi olan general Turgut Sunalp’ın başında bulunduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP)’ne değil de ANAP’a oy vererek o koşullarda askeri idareye muhalefetini ancak bu şekilde ifade edebilmiştir. Kısaca söyleyecek olursak, cuntacıların seçimleri kaybedip sonrasında da tedricen geri çekilmeleri halkın özgürlük düşmanı uygulamaları kabul etmediğini göstermiştir.
Geldik, 2002 yılında iktidarı ele geçiren ve bugün de iktidarı bırakmamak için her yola başvuran AKP iktidarına. O tarihten bu yana AKP iktidarı ile ona karşı olanlar büyük bir mücadele içindedir. AKP iktidarı, çeşitli ittifaklar yoluyla, zayıflayarak da olsa iktidarını sürdürebildi. 2000-2010 arasında Fetullah Gülen’le ve liberal entelajensiya ile ittifak yaparak, Ergenekon-Balyoz davaları yoluyla hem ulusalcı muhalefeti hem de ordu içindeki muhalifleri temizleme yoluna gitti (Buna “vesayete karşı mücadele” adını verdiler).
2013 yılındaki Gezi mücadelesi, o zamana kadar bütün iktidar ve muhalefet ittifaklarını sarsan bir depremdi. Gezi’yle birlikte liberal entelejansiya ve Fetulahçılar AKP iktidarına karşı muhalefete geçtiler. Bunun üzerine AKP, bu kesimlerin “yeminli düşmanı” görünümündeki bir kısım ulusalcıyla (örneğin VP) ittifak yaptı. Halkın AKP’ye karşı muhalefeti sonucunda 15 Temmuz 2016’da bir kısım subay ve sivil, başarısız bir darbe girişiminde bulundu. Bu durumdan yararlanan AKP iktidarı, darbe girişimini tamamen Fetulahçıların girişimi gibi göstererek bu kesime karşı bir cadı avı başlattı. 15 Temmuz’un nasıl bir darbe olduğu, bileşenlerini hangi siyasi güçlerin oluşturduğu hâlâ bir muammadır. Tabii meselenin AKP iktidarının manüpilasyonlarından bağımsız olarak ele alınması koşuluyla.
Son olarak, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra ortaya çıkan siyasi ve toplumsal ortam ve bu sürecin nereye evrileceği üzerine biraz spekülasyon yapmak istiyorum. “Spekülasyon” diyorum, çünkü geleceğe yönelik her tahminin spekülasyon olması kaçınılmazdır. Gelecekten haber veren falcılar ya da medyumlar olmadığımıza göre!
Benim, çok uzak olmayan bir geleceğe ilişkin tahminim ya da senaryom kısaca şöyle: Halk, AKP iktidarının son uygulamasından, seçme hakkının fiilen elinden alınmasından son derece rahatsız olmuştur. Kısacası Haysiyeti kırılmıştır. Dolayısıyla Türkiye’yi çok yakın bir gelecekte bir Haysiyet Devrimi bekliyor. Pazar günü Kadıköy’de sessiz ama başı dik bir şekilde Dayanışma Sandıklarına akın eden halkı gözlemlemek aslında her şeyi anlatıyordu. Bu insanlar seçim haklarının yargı oyunlarıyla ellerinden alınmasını asla affetmeyecekler. Bu, büyük, çok büyük bir toplumsal dalgadır. Saraçhane’de, Ankara’da, İzmir’de, ülkenin pek çok yerinde yürüyüş yapan, polisle çatışan gençlerin (ve orta yaşlı ve yaşlıların) yanı sıra esas bu sessiz öfkeden korkmalı iktidar.
Bu basınç iktidarı götürecek. Nasıl mı? Ne bir askerî darbe, ne bir seçim. AKP iktidarı, bu toplumsal basınç sonunda kendi içinden çözülecek, iktidarın başının kendisiyle birlikte bütün “gemiyi” batırdığını gören AKP ileri gelenleri sonunda bir “iç cunta” oluşturarak şeflerini iktidardan uzaklaşmaya ve ülkeyi terk etmeye “ikna” edecek. Böylece AKP iktidarı çok uzun olmayan bir süre sonra bu yolla sona erecek.
Her diktatör devrimi tadacaktır.
Gün Zileli
24 Mart 2025
www.gunzileli.net
gunzileli@hotmail.com
Eğer “Aziz Nesin” bugün yaşasaydı;
Onu da gözaltına alırlar mıydı?
Tahmininiz nedir Gün bey?
“TABİİ “DEVRİM” KAVRAMINI SOLUN YAPTIĞI GİBİ FETİŞLEŞTİRMEMEK VE TEKELİNE ALMAMAK KOŞULUYLA.”
Şahane bir uyarı. Çok haklısınız Sayın Zileli!
Devrim de demokratik olmalı ve paylaşılmalı.
Demokrasi, cemaati ile içinde bulunduğu uyumlu (doğal) ilişkilerini kaybetmişlerin örgütüdür.
Varlığını insanlarla mülkiyetin dağıtımı arasındaki kopmaya/bölünmeye borçludur. Özel mülkiyet, cemaatin birey ve sınıflara bölünmesi, devlet oluşumu ile doğdu.
Demokrasi otoriteyi, diktatörlüğü ve dolayısıyla Devleti dışlamaz. Aksine, bir temel olarak Devlete ihtiyaç duyar. Devlet olmasa, tahsisi kim garanti edebilir, bireyler arasındaki ve onlar ile ortak iyilik arasındaki ilişkileri kim düzenleyebilir?
Muhtemelen.
Her devrim karşı-devrimi tadacaktır.
Hürriyetin zaferi için günün görevi CHP’den kopmaktır!
https://gercekgazetesi1.net/politika/hurriyetin-zaferi-icin-gunun-gorevi-chpden-kopmaktir
https://www.wsws.org/tr/articles/2025/03/28/clkk-m28.html
25. Sosyalist Eşitlik Grubu, adil yargılanma hakları ihlal edilerek tutuklanan İmamoğlu’nun ve diğer tüm CHP üyelerinin serbest bırakılmasını savunur. Ancak bu, CHP’ye herhangi bir siyasi destek anlamına gelmez. CHP, doğası gereği, demokratik haklar uğruna mücadeleyi ileriye taşıyamaz. Tam aksine, kitle hareketini seçimlere yönlendirmeye ve sona erdirmeye çalışan CHP, temel sorunların kaynaklandığı kapitalist sisteme ve burjuva egemenliğine meydan okuyacak bir devrimci işçi sınıfı hareketine Erdoğan hükümeti kadar karşıdır.
26. CHP; Erdoğan hükümetiyle işbirliği yapan aynı emperyalist güçlere yönelen burjuva milliyetçi bir partidir ve demokratik hakları savunmaktan aciz olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Türk burjuvazisinin devrim korkularını yatıştırmaya çalışan CHP, aynı anda bir “NATO partisi” olduğunu vurgulayarak emperyalist güçlere güvence vermeye ve desteklerini almaya çalışmıştır. Çok sayıda Stalinist ve Pablocu siyasi eğilim de kitle hareketini bütünüyle CHP önderliğine ve siyasetine tabi kılarak, devrimci sosyalist bir alternatifin gelişmesini engelleme rollerini yerine getirmiştir.
27. Bir burjuva partisi olarak CHP’nin omurgasızlığı ve siyasi teslimiyeti küresel bir olgunun parçasıdır. Vladimir Lenin’le birlikte 1917 Ekim Devrimi’ne önderlik eden ve 1938’de Dördüncü Enternasyonal’i kuran Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıkladığı gibi, çağımızda dünya genelinde burjuvazinin hiçbir hizbi demokrasiyi, toplumsal eşitliği ve anti-emperyalist bir politikayı tutarlı bir şekilde savunamaz. Bu görevler, toplumsal serveti yaratan ve emperyalist savaşın bedelini ödeyen işçi sınıfına düşmektedir. İşçi iktidarı kurma ve sosyalist politikalar uygulama görevi ulusal değil, uluslararası bir görevdir ve ancak sosyalist devrimin küresel ölçekte zafere ulaşmasıyla tamamlanabilir.
“Anonim 28 Mart 2025 Her devrim karşı-devrimi tadacaktır”a bir yanıt..
Bilim/teknoloji ve endüstri devrimine kadar bıçak kemiğe dayandığında ayaklanan tarımcılar yönetimi ele geçirme sevdası içinde değillerdi, yönetimi elinde tutanlarla her iki tarafın işine gelen sevgisiz bir evlenme yaşadılar. Ardından gelen ve günümüzde hala tantanası yapılan her devrimin kendisi karşı-devrimdir; özellikle bilim/teknoloji ve endüstri laik dini “insan” ve “doğa” mükemmeliğini zamanın sonuna koyduğundan. Devrimci de enayi avcılığı yapan bir fırsatçıdır, umutsuzlara umut muhabbet tellalığı yapar.
Hatta bilim/teknoloji ve endüstri kurtuluş devrimi bir meslek oldu ve bu kafa-beyin işçileri devrim rantı ile yaşarlar. Gerçi bazıları bayağı başarılı oldular: Nazizm, faşizm, Rus Devrimi, Çin devrimi … En başarılısı liberlizm ve liberalizmin uyku hapı demokrasi. Hepsine ortak Kapital-ve Bilim/Teknoloijiye ibadet etmek. Laik dincilerin laik olmayan dincilerle garip bir ortaklığı var: Bakirelik saplantısı. Bu hayır severlerin dinleri/ “-izmleri” el değmeden önce çok iyiymiş. Sonradan, Allah’ın işi ya da insan doğası olacak, hepsi bozulmuş.
AKP’ci Siyasal Sünni cehaletin yeni perdesi: Teravih bidati İslam mı oldu?
Batılsöz Haber:
“Kemalist cehaletin yeni perdesi: Teravih namazı “Siyasal İslam” mı oldu?”
[“… yıllardır bu camide teravih namazları hatimle kılınıyor. Süregelen bir geleneği “anormal” sanan bu zavallı, İslam ile siyasal İslam arasında ayrım yapacak bilgiye sahip olduğunu sanırken, toplumunun en temel dini pratiklerinden bihaber olduğunu gözler önüne seriyor. Bu cüretkar cehalet, Kemalizmin jakoben, elitist ve halktan kopuk doğasının trajikomik bir yansıması aslında.”]
https://www.haksozhaber.net/kemalist-cehaletin-yeni-perdesi-teravih-namazi-siyasal-islam-mi-oldu-188651h.htm
Süregelen bir geleneği “İslam” sanan bu zavallılar,
“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denince: ‘Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler. Ya şeytan, babalarını alevli ateşin azabına çağırmışsa?”
ayetinden bihaber olduklarını gözler önüne seriyorlar.
Bu cüretkar cehalet, Siyasal Sünniliğin Allah’ın indirdiğinden kopuk doğasının trajikomik bir yansıması aslında.
“İslam dini tüm bidatleri kınamış ve nehyetmiştir. Allah Resulü şöyle buyurmuştur: “Her bidat sapıklıktır, her sapıklıkta ateştir.” Buna rağmen ehli sünnet bu bidati kabullenmekle beraber onunla gurur duymakta ve iftihar etmektedir! Kalkaşanderi şöyle yazmıştır: “Ramazan ayı nafile namazını cemaatle ilk kıldıran Ömer’dir. Bunu hicri 14. Yılda yapmıştır.” Ayni de şöyle yazmaktadır: Ömer kendi tabiri ile bidat getirmiştir. Çünkü peygamber bunu teşri etmemiş ve Ebu Bekir’in zamanında da böyle bir uygulama yapılmamıştır.
Peygamberimizin insanları bu işten sakındırmasına ve insanlardan nafile namazlarını evlerinde kılmalarını istemesine rağmen ikinci halife Ömer bu şekilde övülmektedir!!!
Acaba bu mezhep taraftarları, Allah ve peygamberinin nafile namazlarının cemaatle kılınmasının hikmetinden gaflet ettiklerini mi sanmışlardır?! Ve bunun mukabilinde sıradan birinin (Ömer’in) çıkıp onun hikmetini anladığını mı zannetmektedirler?”
https://erfan.ir/turkish/83063.html
https://marksist.net/elcin-karaca/trumpin-universite-saldirilari-ve-genclik
https://gercekgazetesi1.net/dip-bildirileri/genel-baskan-yardimcimiz-levent-doleke-ozgurluk-butun-hurriyet-sevdalilarina
Revolution is bad, Evolution is good
https://www.youtube.com/watch?v=ub747pprmJ8
Sağ ve sol devrimcilerin en çok kullandığı, yönlendirdiği ve baş tacı ettikleri bir insan kitlesi var. Böylece hem sağ hem de sol bu kitleyi içinden çıkması sonsuz zor olan bir kalıba sokarlar. Bu sağ-sol putu: GENÇLER/GENÇLİK
Gençler herkesin kardeşçe paylaştığı yalnızlar kalabalığında doğarlar, “ekmek parası” kazanmak için okula gider devasa bir beyin yıkamasından geçerler, büyük bir çoğunluğu eninde sonunda mevcut düzenin çarklarından biri olurlar.
Her Tanrı, her put, her fetiş gibi bu GENÇLİK de tarihte doğdu.
18. ve 19. yüzyılda yaklaşık 8-10 bin yıl dünyayı besleyen ve görece hayli yavaş değişen tarımdan çok daha hızlı değişen teknolojik/endüstriyel devrimi ile yeni bir üretim süresine girildi. Bu değişmenin baş artistleri ve başını çekenlerin sosyal sınıf adı BURJUVA, ekonomik adı KAPİTALİZM. Daha sonra gelen ve yerel renkleri- süsleri-makyajları değişik de olsa özü aynı olan Nasyonalistler, Faşistler, Naziler, Totaliterler, Diktatörler, Komünistler, Sosyalistler de aynı GENÇLİK bayrağına sarıldılar.
Nedeni apaçık. Yeni düzen hızlı değiştiğinden gençler moruklara kıyasla yeniliklere ayak uydurmada zorluk çekmezler. Kas ve enerji güçleri de moruklara nispeten çok daha etkili ve verimli.
Eğer şimdi bile dünyayı gezerseniz göreceksiniz ki ideolojiler ne olursa olsun afişler, gazeteler, mecmular ve dergilerde pişmiş kelle gibi sırıtan gençler sergilenir. Gençlerin ardında ve pompalayanlar ya Devlet-Endüstri-Banka teslisini elinde tutan moruklar ya da teslisi ele geçirmeye çalışan hızlı devrimciler.
Hızlı devrimcilerin şahane misallerinden 4 tanesine bu sitede rastladım. Hepsi kuran hafızları gibi devrim edebiyatını ezberlemiş çalışkan öğrenciler.
Biri iyice güzel bir örnek: Kendine Elif Çağcı adını takmış. “Elif ” cahillerin dünyasından “otantik halk” adı. Sayısız sembolik anlamlarında sitedekine en fazla uyan Sami dili etimolojik anlamı: İNEK! Yani devrimcilik derslerine iyi çalışıp iyi ezberlemiş.
“Çağlı” da bayağı bir sehvi kelam: EBEDİ GENÇ!
Not: Demokrasi sakızı çiğnenmeye başlayalı ve özellikle şu an demokrasi bolluğu içinde yüzen AB, İngiltere ve ABD’nin pompaladığı bir artist daha var: Elif Şafak = Başlangıç ve Gün-doğuşu. Daha önce İsmail Kadare, Salman Rushdie, Orhan Pamuk ve benzeri yıldızlar da parlatıldı, söndürüldü ve hatta çöpe atıldı (sayıları çok da olsa, hatırladıklarım bunlar). Mesela demokrasi hakkında bilgisi eksi sıfır olan Pamuk salt pompalanmış olduğundan bilir gibi şu an en fazla çiğnenen sakız ve ayıp donu olan demokrasinin Türkiye’de bir tehlike yaşadığı konusunda bir makale yazmış. Pamuk, eskiden çiğnenen sakızın kapitalist/komünist şimdikinin demokrasi/otokrasi olduğunu bile duymamış. Ne de eşsiz Sahlin’in “Evde, okulda, iş yerinde demokrasi yok; hey Amerikalılar demokrasi çıplak!” esprisini duymuş.
Ancak düşmanlarıma okumasını tavsiye edeceğim hafızlar siteleri:
1. Anonim 28 Mart 2025
https://gercekgazetesi1.net/politika/hurriyetin-zaferi-icin-gunun-gorevi-chpden-kopmaktir
2. Anonim 28 Mart 2025
https://www.wsws.org/tr/articles/2025/03/28/clkk-m28.html
3. Anonim 29 Mart 2025
https://marksist.net/elcin-karaca/trumpin-universite-saldirilari-ve-genclik
4. Anonim 29 Mart 2025
https://gercekgazetesi1.net/dip-bildirileri/genel-baskan-yardimcimiz-levent-doleke-ozgurluk-butun-hurriyet-sevdalilarina
It’s so dense! Every single sentence has so many swears going on!
https://www.youtube.com/watch?v=qvc9_GDoWI4
“Fatboy Pipsqueak ve Küfürbaz Pipsqueak 30 Mart 2025” Yorumcusuna cevabım.
Hafta içi çalıştığım için ultra modern elektronik kısa ama yoğun sosyal medya iletişiminize cevap veremedim, özür dilerim. Dünya servetinin büyük bir kısmına sahip olan “Twitter (X)”, “Facebook” ve benzeri gibi yalnızlar kalabalığını oyalayan medya eğlence şirketlerini daha da zengin etmek istemediğimden “Youtube”unuza da bakmadım.
Evrim ve devrim bilginiz çok kısıtlı, doğal olarak dediklerimi anlamamışsınız.
Sizlere çok benzeyen bir devrimci ile ilgili somut bir örnekle açıklayayım. Devrimcilik daha yaygın moda olduğu evvel zaman içinde şu an yaşadığım ülkede bir arkadaş siyasal bilim eğitimi yaptı ama sonra üniversitede siyasal bilim püfürpüfüreserliğini yaptığında hayal kırıklığına uğrayıp “insanlığa gerçekten” yardım etmek için doktor oldu. Ne yazık ki kısa bir süre sonra kanser olup ölüm korkuları içine girdi ve psikoanalitik tedaviye başladı.
Ben ziyarete geldim ve sohbet arasında bazı toplumlarda ölümün sadece “değişik bir yaşam biçimine giriş”, diğerlerinde ölen atalarına katılma olduğuna inandıklarını söyledim. Arkadaş hemen “ama onlar kendi kendilerini kandırıyorlar” dedi. Yani bilimsel psikoanalitik tedaviye inanmak DOĞRU ama diğerleri YANLIŞ.
Bu bilimsel görüşe göre doğa, doğa kaynakları; insan da, insan kaynakları. Bilim de bu doğa ve insan kaynaklarını anlamak ve kullanmak tekniği.
Zeka ve bilgi dolu biri olduğunuz için kısa bir açıklama ile yetineceğim.
Dil-kültür esas, dünya anlayışı dil-kültür eseri. Dolayısıyla evrim tamamıyla ırkçı bir teori, insan dünyasını biyolojik kategorilerine indirgeyen tiksindirici bir düşünüş. Bu teoriyi yutanları alaya alır saygısız bir dille anarım. Üstelik bunlar kazananlar tarihinde çok küçük bir azınlık. Tabii sizler gibi bunların yaşadığı Saray etrafında tur atanları, özellikle bilim adam-kadınlarını ve büyük beyinlilerin çoğunu da katarsak sayıları az da olsa artar.
Küfrü onlar etmekte! Siz neden onlara değil bana saldırıyorsunuz?
Devrim, İSTENİLENİ elde edememenin laik ayıp donu. Geleneksel dinlerde aynısı var: “Allah’ın işine akıl ermez…” falan filan. Laikler işi bilimselliğe döktüler ve hatta gerçek devrimlerin saf lafla kalmasının nedenlerini bile araştırıp müritlere aktarmak kendi başına bir meslek oldu.
Devrim masallarının hayli çirkin yanları var.
İlk çirkinlik çok derinde yatar. İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimleriyle başlayan ve tüm dünyaya yayılan milliyetçi (ve liberalist-kapitalist); aynı kaynaktan ilham alan benzeri Faşist ve Nazi; yine aynı kaynaktan ilham alan diğer iki Marksist Rus ve Çin (ve ufaklıklar) devrimlerinde iyi/kötü kesinkes ve mutlak ayrılmıştır.
Tabii bakireliğini korumuş görünen ve kandırılan bu site büyük beyinlisi ve benzeri diğerlerinin benimsediği anarşizm de var.
Ne var ki hepsi, eninde sonunda, kapitalizmi, yani İYİSİNİ seçti.
Bu çirkinliğe bir tarihsel örnek: Benim tapacak kadar sevdiğim bir şair, 18. yüzyılda Avrupa’nın gözdesi olan bir mistiğin (pirin) müridi olur. Şair, “Pir cenneti iyi biliyor ama cehennem bilgisi dedikodu ve kulak dolgunluğu” der.
Diğer bir çirkinlik: Devrim ideolojileri bazı sorulara cevap getirir ama çoğu soruları bastırır.
Nihayet, kültür farkından dolayı şu an bile misyonerleri bezdiren şahane bir misali vermeden geçemeyeceğim.
Pazar günü kiliseye giden Hıristiyanlaştırılmış ama hala İSTEDİKLERİNİ topraktan alan Güney Amerika tarımcıları kapının önünde satın aldıkları coca-colayı Meryem Ana’nın kafasına serpemeye devam ederler. Misyoner vır vırlarına rağmen kurtarıcı (Mesih) Oğul’un neden daha önemli olduğunu hala anlamış değiller.
Yani köylüler için önemli olan aracı (Mesih) değil, İSTENİLENİ veren!
Tüm yazımın bir özeti:
Evrim doğayı evcilleştirme gayreti; devrim insanı evcilleştirme gayreti.