Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Bir Göçmen Karşıtıyla Göçmen Dostunun Tartışması!

Ermeni Soykırımı, Faşizm, Gün Zileli, Milliyetçilik, Mülteciler

Göçmen Karşıtı: Halk son derece şikâyetçi. Her tarafı kaplamış durumdalar. Her taraf arapça yazılarla dolmuş durumda. Bazı kasabalarda eski vatandaşlar artık azınlık muamelesi görüyor. Ne olacak bu demografik değişimin sonu? Bu gidişe bir dur demek gerekmez mi? Bu nüfus değişimiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel yapısı değiştirilmek isteniyor. Bu göçmen unsurlarla içeride neredeyse bir islam ordusu örgütleyecek potansiyel oluşmuş durumda.

Göçmen Dostu: Durumu abarttığın kanısındayım. Nüfus hareketleri her dönemde şu ya da bu nedenle meydana gelir. Buna en çok yol açan da savaşlar, devrimler ve karşıdevrimlerdir. Çerkezistan’da Şeyh Şamil yenilgisinden sonra Çerkesler Karadeniz üzerinden Anadolu’ya kaçmışlardı. Çok sayıda taka batıp Karadeniz’e gömüldüğü için Çerkesler hâlâ hamsi yemezler. Biliyorsun, I. Dünya Savaşı’ndan önce, o zamanki İttihat Terakki hükümeti koca bir Ermeni halkını zor yoluyla kadim yurtları Anadolu’dan tehcir etti ve büyük bir felakete yol açtı. Bunu geçelim. 1917’den sonra, özellikle İstanbul’daki “Beyaz Rusları” o zamanın kuşakları çok iyi bilirdi. Sovyet devriminden kaçıp gelmiş, kültür zenginlikleri dolayısıyla Beyoğlu civarındaki eğlence yerlerinde geçimlerini sağlamaya çalışmışlardı. 1921’de Bolşeviklere karşı ayaklanan Kronstadt bahriyelileri yenilginin ardından buzlar üzerinde yürüyerek Finlandiya’ya kaçmış ve oradaki kamplarda yıllarca yaşamışlardı. II. Dünya savaşı sırasında Hitler’den canını kurtarabilen Yahudilerin dünyanın dört bir yanına saçıldığı, bunlardan bir kısmının Türkiye’ye de geldiği bilinir.

Bu bir yana, halkların iç göçü ve sürgünü de söz konusudur. Örneğin, Şeyh Sait isyanının ardından çok sayıda Kürt Konya ovasına, Ankara çoraklarına (Haymana) sürgün edilmişti. Keza 1938 Dersim katliamının ardından Anadolu’nun çeşitli kentlerine sürgün edilen Dersimlilerin torunları hâlâ oralarda yaşar. Stalin de özellikle II. Dünya Savaşı’nın bitiminde Kırım Tatarları başta olmak üzere çok sayıda orta asya halkını (Türki halkları) Sibirya’ya karşılıksız emek sömürüsü için sürgün etmişti. İspanya İç Savaşı’nın sonunda, Franko’nun barbarca intikamından kaçan İspanyol, Katalan ve Bask emekçileri yığınlar halinde Fransa’ya göç etmiş, orada kamplarda çok kötü koşullar altında yaşamışlardı.

Kısacası, devletlerin zulmünden kaçan halklar olgusu yeni bir şey değildir. Bu halklara kucak açan ülkeleri bugün hayırla, kamplara tıkan ülkeleri ise kahırla anıyoruz.

Göçmen Karşıtı: Bugün Türkiye’de yaşanan böyle bir şey değil. Afganistan’dan gelen “göçmen”ler senin dediğin gibi “masum” bir halkın göçü olarak düşünülemez. 2 milyon kişi, Afganistan’dan, yanlarında eşleri ve çocukları olmadığı halde, adeta bir ordu gibi yürüyerek Türkiye’ye geldi ve burada kendilerine sağlanan ayrıcalıklardan yararlanarak yaşıyorlar. Hiç bildiğimiz göçmene benziyor mu bunlar? Şu anki hükümetin hazır askeri hepsi…

Göçmen Dostu: Geçmişteki Devrimlerden ve karşıdevrimlerden ve bunların göçmen etkisinden söz etmiştim. Bu da benzeri bir olay. Afganistan’da da bir anlamda İran’da 1979 yılında meydana gelene benzer bir “devrim” meydana geldi. İstersen “karşıdevrim” de denebilir. Ne dersen de, bu bir altüst oluştu. Ve bir göçmen akınına yol açması kaçınılmazdı. Oradan yürüyerek yola çıkanlar, eski Amerikan yanlısı rejime hizmet etmiş, askerlik yapmış unsurlardı. İktidara gelen Taliban tarafından tasfiyeye uğrayacakları korkusuyla kaçtılar doğal olarak. Eşlerini ve çocuklarını yanlarına almamalarının nedeni, önden gidip kendilerine bir yer edinme güdüsüydü. Modern göçler artık belki de bundan sonra böyle cereyan edecek. Çünkü çoluk çocuk göç ettiğin yerde aç kalmak da var. Dünyanın şu koşullarında ailenin arkada bırakılıp erkeğin gelmesi çok doğal. Buna başka anlamlar yüklemek saçma. Sonuç olarak bunlar, günümüzün göçmenleridir. Yola çıkıp önce bir iş ve barınma olanakları bulmaları gerekiyor. Ailelerini sonra getirtmeyi planladıkları açık. Taliban idaresi, ne kadar bağnaz dinci olursa olsun, daha önceki rejimler kadar acımasız olmadığından aileleri rehin tutma yoluna gitmiyor. Eh, bu da bir ilerleme sayılır.

Türkiye Hükümeti’nin Suriye göçmenlerine yaptığı gibi bunlardan “hazır asker” olarak yararlanması ya da vatandaşlık sağlayıp oy deposu olarak kullanması mümkün tabii. Ama bence hükümetin esas planı, bu göçmenleri burada tutarak karşılığında Avrupa ülkelerinden yüksek miktarda Euro almaktır.

Sonuç olarak şunu belirteyim: Bu talihsiz insanlara yüklenmek, onlara düşmanlığı körüklemek son derece yanlıştır. Yerel nüfusun bu yeni gelenlere kucak açmadığı, rahatsız olduğu doğru ve bu çok doğal. Aynısını Avrupa ülkelerinde de görüyoruz ve bu yüzden bu ülkelerde popülist aşırı sağcı göçmen düşmanı partiler yükselişte. Sonradan gelene hiç kimse yer açmaz. Nezarette bile gözlersin bunu. Daha öncekilerin inayetiyle taşların üzerinde kendine bir yer edindikten sonra yeni gelenlerden hiç hoşlanmaz ve onlara yer açmak istemezsin, eğer dayanışma bilincin zayıfsa tabii. Bu yüzden, göçmen düşmanlığının, “mantıklı” nedenlere dayansa da hiç de hakkaniyetli olmadığını belirtmem gerekir.

(Göçmen karşıtı hareketlerin niteliğiyle devam edecek)

Gün Zileli

4 Haziran 2024

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

14 Comments

  1. Anonim

    Batı, 17’nci ve 18’nci yüzyıl sonları arasında, Aydınlığa ve Akılcılığa kavuşur. Hemen ekleyeyim: Akıl yürütme aydınlıkta değil karanlıkta gerekir. Karanlıkta sert mi, yumuşak mı? Büyük mü küçük mü? Falan filan hafiyeliği yapılır. Hatta ve hatta çok büyük beyinli bilim adam ve kadınları için görülen dünya bile sırlarını saklar. 19’ncu yüzyılda UYDURMA oldukları ilan edilen mitlerde kadın (çoğu dillerde ay kelimesinin dişi olması gibi) geceyi ve karanlığı ve dolayısıyla akıl yürütmeyi simgeler. Boşuna “saçı uzun, aklı uzun” dememişler. Eğer mal mülk hırsı Batı’nın kulağını da gözü gibi kör etmiş olmasaydı, daha henüz sarışın mavi gözlü olmamışların “görünen köye kılavuz gerekmez ” lafını duyar, geçmişi hor göreceğine saygılı davranırdı.

    Uydurma mitlerin yerine konulan DOĞRULAR zamanımızda hala yaşandığından ve inanıldığından, en iyisi onlara dokunmamak. Her halükarda ve en azından, artık asıl büyük efendi İNSAN! Daha doğrusu sadece büyük beyinli İNSAN. Bu İNSAN Hoca’nın hindisi gibi düşünür!

    Bir Göçmen Karşıtıyla Göçmen Dostunun Tartışmasında her iki tarafın da kullandığı kavramların bir kaynağı ulusal devletlerin doğup dünyaya yayılması yukarıdaki yüzyıllara uzanır. Artık her ulus, hem girişin hem çıkışın yasak olduğu açık hava hapishanesi olur. Gerçi pasaport da medeniyet kadar eski ama en iyisi yine ilkelcilik uzun havaları başlar diye es geçeceğim.

    Bu arada dikkatimi çeken ve hafife alınan diğer bir kör noktaya da değinmek isterim. Tartışanlardan daha iyi kalpli ve cömert olan AB’nin verdiği rüşvetten söz eder. Zengin ülkelerin benzeri ve hatta çok daha gaddarca sonuçlara varan rüşvetleri sayısız. En azından Akdeniz’i aşıp cennete varmak isteyenleri durdurmak için mağrip mafya devletlerine verilen rüşvetleri mutlaka duymuşunuzdur. Hatta benzeri kurtlar sofrası Avrupalıların aralarında da mevcut. Kadıncıların hayran oldukları meşhur Merkel zamanında kuzey zenginleri nükleer artıklarını İtalya kıyısına boşalttı. Bunu kıyıdaki halka zorbalık yapıp kabul ettirmek için de mafyaya rüşvet verdi.

    Sayısız benzeri becerilerin neden olduğu kanser ve sakat doğan bebekleri anlatıp ağıta neden olmak istemiyorum. Gaza’da olanlar yeter de artar bile.

    İki espri/ya da gülmek mi ağlamak mı?

    Amerikan farting fatherlerınden çok ünlü Benjamin Franklin daha önceye giden babalarının bulduğu insan dolu boş yerleri hemen doldurmak için kendisi gibi sarışın mavi gözlü Avrupalıları davet eder. Bir süre sonra, o da kurtlar sofrasını kurar ve her politikacı gibi akıntıya kürek çeker:

    1751’de Benjamin Franklin İsveçlileri, Fransızları ve diğer Avrupalıları yeterince beyaz bulmaz ve Almanya’dan gelenlerin artışından rahatsız olur. Hatta bu büyük beyinli daha sonra benzeri iki büyük beyinli Malthus-Darwin gibi bu gidişle kral-kraliçe gibi çok daha büyük beyinlilere yetecek kadar mal mülk kalmaz telaşına düşer. Bu telaşını bilim diline çevirir: Aritmetik artış ve Geometrik artış. Fikir dünyasında yaşayan Malthus da her büyük beyinli gibi Fraklin’i kopyalar, böylece büyük beyinlilerin en büyük beyinlilerinden olan Darwin’e aradığı ipucunu verir.

    İkinci espri.

    Tez: Komünizm (gençken)
    Anti-tez: Kapitalizm (olgunlaşınca)
    Sentez: Merkel

  2. Anonim

    AB seçimleriyle ilgili çok önemli iki başlık:

    – AB ülkelerinde oy verme 16 yaşa indirildi.
    – AB seçimlerde sağ, gençler sayesinde büyük bir zafer kazanabilir.

    Bu haber ile ilgili yazı bana sizin göçmen artışından korku ve seçimlere katılma çağrısını hatırlattı.
    Tarih boyunca hem sağ hem sol ümidi gençlere bağladı ve özellikle çalışma çağında olanlara.

    2019 seçimlerinde solu temsil eden ‘Yeşiller’ bir örnek.
    “2019 Avrupa seçimlerinde rekor sayıda genç katılım gösterdi; oyların büyük çoğunluğu güçlü iklim politikalarını savunan yeşil partilere gitti.”

    Tabii her sol fikirler gibi gerçekten yerleşmesi için zaman gerekir. Zaman geçtikçe de gençler iş bulma, ev bulma, çocuk yapma vb yaşam derdine düşüp yaşlanıyor ve ümitlerini yeni gençlere bağlıyor.
    Avrupa gençlerinin en büyük korkusu savaşların Avrupa’ya yayılması. Can tatlı!

    Diğer endişeleri de var:
    Bir genç “Statükoyu ortadan kaldırmak istiyoruz ve bu yüzden birçok arkadaşım sağa oy veriyor” dedi.
    Acaba sayısız tavizlerde bulunan Yeşiller de statükonun içinde mi?
    Bir diğer genç “Sağdan gelen her şey şeytanlaştırılıyor” ve “Fakat solun çözmeye çalıştığı ve başarısız olduğu sorunları aslında çözebiliriz.” der.

    Gerçek dünyada yaşayanlar için önemli olan sorunları çözmek, ha sağ ha sol, fark önemli değil.
    (Kaynak: https://www.euronews.com/)

    Türkiye gençleri de, ebedi iş-ev-evlilik-çoluk çocuk sorunlarına ek, savaşın Türkiye’ye yayılması ve göçmen korkusu yaşıyor mu?

  3. Sayın "pipsqueak"e soru

    Sayın “pipsqueak”,

    “Ageism” yapma niyetinde değilim. Sadece anlamaya uğraşıyorum.

    Özellikle “Batı’da (Avrupa genelinde)”;

    Sığınmacı & mülteci & göçmen karşıtlığını oluşturan, “doğma-büyüme Batı’lı” insanlar arasındaki yaş kümelerinin ekseriyetini; gençler mi oluşturuyor? Yaşlılar mı oluşturuyor? Hangisi?
    __________________________

    Eğer yaşlı Batı’lılar (yani, doğma-büyüme Avrupalı yaşlılar), sığınmacılara karşı çıkıyorsa:

    “Yahu onyıllardır ağız tadıyla Avrupa’da gezip tozabiliyorduk. Opera ve balolarda, gayet medeni bir şekilde hayatımızı yaşıyor, şampanya kadehlerimizi yudumluyorduk. Nerden çıkıp geldi şu Afganlar, şu Pakiler… Doluştular buraya… Ahh ahh, nerede o eski, o ihtişamlı Avrupa… Ara ki bulasın…”

    mı diyor?
    __________________________

    Eğer genç Batı’lılar (yani, doğma-büyüme Avrupalı gençler), sığınmacılara karşı çıkıyorsa:

    “Ya şu Afganlar, şu Pakiler hep kahverengi tenliler ve leş gibi sarımsak kokuyorlar, çok pisler. Hep Batı’lı kızlara sarkıntılık yapıyorlar, ‘sex’ten başka bir şey düşünmüyorlar. Avrupa genelindeki rock konserlerine rahat rahat gidemez olduk, Afganlar ve Pakiler bizi sürekli taciz ediyorlar, oramızı-buramızı elliyorlar… Bıktık onlardan… Defolup gitseler artık bir an önce…”

    mi diyor?
    __________________________

    Hangisi?

  4. Anonim

    Sayın “Sayın “pipsqueak”e soru” yönelten. Cevabını ve sorunuzu henüz gördüm, “cevabım” o nedenden geç kaldı, özür dilerim.
    Sorularınız hakkında bilgim sıfır dolayısıyla cevabım tatmin edici olmayacak. Ben istatistik öğrettim, ama sevmem. Şu an istatistik tüm bilgiye ve çok daha derinde tüm modern bilime hakim. Galiba geriye kafanızı şişirmek kalıyor.
    Kendim ABD 68’ciyim diyebilirim. O zaman ve şimdi de çok az bir gençlik dönen dolaplara karşı isyan ettiler. Fakat isyancılar, özellikle de önde gelen isyancılar, kısa sürede özümlendiler. Yanılmıyorsam “Silicon Valley” baş artistleri ve diğer günümüz yıldızları o devrin büyük beyinli liderleri.
    Yine de 68, günümüze, eğer geriye bakıp geleceği görme gibi tarih oyunları oynamayı bir yana bırakırsak gerek medyada gerek halk arasında önemli izler bıraktı. Tabii, 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonraki üretimden tüketime geçişin yarattığı dünyanın da katkısı çok önemli. Bendeki derin etkisi çok geniş anlamda ekolojik düşünce ve çok geniş anlamda devrim kavramı oldu.
    Geniş anlamda ekolojik düşünce ne? Medeniyet ve özellikle teknolojinin [modern bilim, teknolojinin profesörlük (“professorial”) kibar adı] zaferi ile Doğa, Doğa Kaynağı ve İnsan, İnsan Kaynağı oldu.
    Çok geniş anlamda devrim kavramı ne? İngiliz-Amerikan-Fransız ve Rus-Çin devrimlerini doğa ve insan kaynaklarının sömürüsü olmak görmek.
    Her ikisinde ortak olan doğa ve insana çok daha uzun süre bakışı dile getiren kitaplardan birini seçmem gerekirse, “The New Science of the Enchanted Universe: An Anthropology of Most of Humanity” Marshall Sahlins.
    Neden “Most”?
    Benim hesap: Bizim gece gündüz konuştuklarımız son 10 bin yıl. İnsanın yeryüzünde varlığı ile kıyaslandığında bu salt %0,2 (binde iki)! Gerçi medenileşmiş insanların bile çoğu büyülü dünyada yaşadılar ve hala yaşarlar. Kedi köpekleriyle konuşanlar, çalışmayan aletlerini tekmeleyenler en basit örneği.
    Size doğru dürüst cevaplar veremediğimi biliyorum. Kıvırmaya devam.
    Gençlerle ilgi bir gözlem. Teknolojik devrimden sonra dünya daha hızlı dönmeye başladı ve bu hıza ancak gençler ayak uydurabiliyorlardı. Üstelik okullar da üssel arttılar. O gün bu gün, sağ-sol (kapitalizmi) gençleri içinden çıkamadıkları bir kalıba sokmuş, pompalar durur.
    68’in mevcut düzene en büyük katkısı: Eskiden “CEO”ların oturduğu masalarının kenarları sert erkekleri çağrıştıran karemsi idi; 68’den sonra masaların kenarları feminen çağrıştıran yuvarlak oldular.
    Ne zaman harabe dünyadan laf etsen hemen bir uslu 19 Mayıslı moruk çıkar ve “evet ama gençler geliyor, onlar düzeltecek” der. “Bizler de bir zamanlar gençtik, bir b*k yiyemedik” bile diyemiyorsun artık, düzen muhafızları hemen saldırıya geçiyorlar. Aynı muhafızlar ampirik dünyanın paha biçilmez bebeği teknolojiye taparlar. Haklılar da.
    Bir örnek: Dünyanın her yerinde kadınlar erkeklerden daha uzun yaşarlar. Son zamanlarda Uzak Doğu zenginleştikçe, daima hiç bir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştiren Batı (Amerika ve sadık uşakları AB, İngiltere, Kanada vs), Uzak Doğuluların kendilerinden bile büyük beyinli oldukları çığırtkanlığını yapmakta. Tencere yuvarlanır kapağını bulur. Japon bilim adamlarına göre bu sır sperm ile yumurtayı oluşturan hücredeymiş.
    Bu sadece her ikisini aynı süre yaşatmakla kalmaz, yaşam sürecini de çok uzatabilecekmiş. Böylece hazırlanan uzay turizminde sürekli genç kalacak Kristof Kolomb’lar üretilecek. Üstelik havadaki zerrecikleri de gıdaya çevirme teknolojisi bile hazır.
    Düşünün bir, buna erişmek isteyen, genç ve moruk, Batılı mavi gözlü sarışınlar ve “sığınmacı & mülteci & göçmen” sayısını.
    Sorularınıza cevap getirmemin asıl nedeni konuda bilgisizliğimse de, yazdığınız bir paragraf ile ilgili, önemsiz de olsa, bilgim var.
    Paragraf : “Ya şu Afganlar … ‘sex’ten başka…”
    Not: Hitler’in sevgilileri orman Almanları Roma’yı istila ettiklerinde, çoktan medenileşmiş Akdeniz kıyısı sakinleri de Almanları “Ya şu Afganlar … ‘sex’ten başka…” gibi gördüler.
    Kurnaz biri “eğer erkek seks düşünmüyorsa ne düşünür adlı 5-6 yüz boş sayfalardan oluşan” bir kitap yazmış, kapışılmış.
    Batı’da her gün ifşa edilen “yeni” seks skandallarının milyarı bir para.
    Bu konuda benim çok sevdiğim: Henüz seksin ayıp-günah olduğunu bilmeyenler ve yemek yemek de dahil (ilk günah Adem-Havva macerası) hemen hemen her şeyin ve özellikle seksin ayıp-günah olduğuna inananlar ile ilgili.
    13’ncü yüzyılda Marco Polo İpek yolundayken yaşlı bir kadınla genç bir kıza rastlar. Yaşlı kadın genç kızı ilk seks tecrübesi bir yabancı ile olsun diye yakın bir aşiretten İpek Yoluna getirmiş. Marco Polo bunu öğrenince, zaten bir tüccar, “gelecek sefer İtalyan gençleri yanımda getireyim” der. Henüz 13’ncü yüzyıldaki İtalyan seks açlığına bak! Genç kız – yaşlı kadın olayının iki yorumu var. Nedeni ya gen havuzunu zenginleştirmek ya da ilk tecrübe kötü giderse genç kızın aşirette birine karşı alacağı tutumu önlemek.
    Gılgamış ikinci yarısı hala doğal Enkidu’yu da kendisi gibi medeni olsun diye ona bir Saray-Tapınak fahişesi gönderir.
    En iyisi yine “made in” Uzak Doğu Çin seks oyuncakları. Eğer hala ciddi ciddi devrim geyik sohbetleri edenler varsa onlara “Ascension, 2021” filmini görmelerini çok tavsiye ederim.
    Çoktan Kapital dizginlerinden kurtuldu ve koşturup duruyor. Kapitalistler de artık O’na sahip değiller. Belki kapitalistler ya bir nükleer savaş ile dünyayı Zerdüştlüğün ateşiyle temizleme ya da işi iklim felaketine bırakmışlar ve “hu huu huuular”ı çekmekteler.
    Batı özellikle 11Eylül’den sonra İslam’da kadınlara baskıyı iyice sinemaya çevirmeye başladı. Zaten bir yalnızlar kalabalığı olan Batı, hem kendi halklarını hem de postmodernlik-küreselcilik vasıtasıyla dünya insanlarını gıdıklayıp iş başı etmek ve uyuşukluklarını gidermek için (mantar gibi biten jimnastik salonlarını düşünün) her şeyi sinemaya çevirir. İzin verin de bu kadar becerilerle dünya insanlarının gözlerini kamaştırıp taş uykusuna yatırması kadar büyük beyinli olan Batı, “her konuda büyük beyinlidir” diyeyim.
    Ama bunlar genelleştirmeler. ABD ve Avrupa’da uzun süre yaşadım. Hayran olacak insanlarla dolu. Mesela, Almanya’da bir komünde ” Sığınmacı & mülteci & göçmen” insanlara kötü davranmak yerine otobüste yanlarına oturarak kibar ve iyi davranmak isteyen genç bir kadın bana seks sarkıntılığından söz etti. Çok sayıda diğer ve benzerleri de duydum.
    Ben yazınızda “Ageism” görmedim. Nerede? Üstelik medyada dolaşan bu öcüleri pek sevmiyorum. Kullanışına bağlı değil mi? Çok eskiden, henüz yaşlıların cahil olduklarını öğreten okullar yoktu. Yaşayanlar ölmüşlerin kendi varlıklarında hem eskiden hem de aynı zamanda ne kadar önemli olduklarını unutacak kadar aptallaştırılmamışlardı. Ölmüş olanlar ampirik ve nesnel olarak etrafta var olmaya devam ederlerdi. Bizlerde, “bana yürümeyi dedem öğretti…” ve benzeri gibi.

  5. Anonim

    Ulus, millet, Sakarya

    Roni Margulies

    Bu yazının sonunda bir sürprizim var.
    Ulus, millet, Sakarya hakkında yazacağım. Ve sonunda şaşıracaksınız. Ama lütfen, “Ne diyecek ya?” diye şimdiden bakmayın, zevki kaçar.
    Başlıyorum, sabredin.

    Modern zamanlarda, homojen bir “ulus” yaratmak için birçok başka şeyin yanı sıra, bir de mevcut topluluğun tüm üyelerinin babalarının ve atalarının arasında zamanda ve mekânda bir bağlantı olduğunu öneren uzun bir söylem öne sürmek gerekliydi.
    Ulusun sözde gövdesinde nabız gibi atan böylesi bir yakın bağ gerçekte hiçbir toplumda hiçbir zaman var olmamış olduğu için, bu bağın icat edilmesi gerekti. Tarihçilerin, arkeologların ve antropologların yardımıyla, çeşitli bulgular toplandı. Bu bulgulara, deneme yazarları, gazeteciler ve tarihsel roman yazarları tarafından ciddî miktarda kozmetik güzelleştirme uygulandı.
    Ve estetik ameliyatla istenen şekle sokulan bu “geçmiş”, gururlu ve yakışıklı ulusun portresi haline geldi.

    Her tarih biraz mitoloji de içerir, ama ulusal tarihlerin ardında yatan mitler özellikle abartılıdır. Halkların ve ulusların tarihleri şehir meydanlarındaki beton heykeller gibi tasarlanmıştır: Yanlarından geçenin kendini cüce gibi hissetmesini sağlayan, dev, kahramanca yapılar olmaları gerekir. Ve ulusal tarih okumak, gazetelerin spor sayfalarını okumaya benzer: “Biz” ve “tüm diğerleri” arasında müthiş bir mücadele sürer.
    Bir yüzyılı aşkın bir süre boyunca, bu “biz”i yaratmak, ulusal tarihçilerin ve arkeologların tüm çalışmalarının amacı oldu.

    Bir örnek vereyim.

    Bir insan kalabalığı, kendi ulusunun, bir peygamber bir dağın başında Tanrı’yla teşrik-i mesaide bulunduğu günden beri var olduğuna inanıyor. Ve kendileri, ulusun o günkü fertlerinin doğrudan ve safkan torunları. Ve bu ulus, binlerce yıl önce, baskı ve zulüm altında yaşadığı topraklardan çıkmış, bugün yaşadığı toprakları fethetmiş ve bu toprakları zaten o dağ başında onlara Tanrı vaat etmiş ve bu topraklarda göz kamaştırıcı bir krallık kurmuşlar.

    Uzun bir altın çağ sonrasında, topraklarından sürülmüşler. Ve iki bin yıl sürmüş bu sürgün.

    Ama dünyanın en eskisi olan bu ulus, bu kadar uzun zaman başka ulusların arasında yaşamasına rağmen, başkalarıyla karışmamış, asimile olmamış, ulusluğunu kaybetmemiş!

    Yemen’den Fas’a, İspanya’dan Rusya’ya, krallıklardan imparatorluklara, cumhuriyetlerden diktatörlüklere birçok ülkede yaşamış bu ulus. Ve bu ülkelerin sınırları ve rejimleri ve tüm nitelikleri değişedururken, bu ulus hiç değişmemiş.

    Ulusun tüm parçacıkları, aralarında sıradağlar ve denizler ve millî sınırlar varken ve her bir parçacık bambaşka toplumsal ve ekonomik ve tarihsel koşullarda yaşarken ve iki bin yıl boyunca kendi aralarında hemen hemen hiç ilişki kuramazken, hiç değişmeden, hiç farklılaşmadan, bütünlüğünü hiç kaybetmeden durmuş!

    “Ulan, taş olsa duramaz!” diyeceğim, ama durmuş işte!

    Biri İspanyolcadan bozma bir dil konuşmuş yüzyıllarca, biri Arapça, biri Almancadan bozma bir dil. Ama farklılaşmamışlar!
    Biri Hollanda veya İngiltere’de Aydınlanma çağını yaşamış, biri Rus Çarlığı’nın karanlığına gömülmüş, öbürü Cezayir’de Fransız sömürgeciliğine maruz kalmış. Ama aynı kalmışlar!

    Biri Amerika’da Amerikalılarla, biri İran’da İranlılarla, öbürü Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nda o imparatorluğun her türlü tebaasıyla az veya çok cinsel ilişkide bulunmuş. Hiç farketmemiş, hepsi safkan kalmış!

    Ve bir gün bu değişmez ulus, bu saf millet, bu arı ırk, büyük bir coşkuyla ve çılgın tezahürat sesleri arasında nihayet Tanrı’nın kendisine ve sadece kendisine verdiği topraklara geri dönmüş. Üstelik döndüğünde, “Yahu, verecektin de, bu çöl parçası ne? Paris veya California gibi bir yer olamaz mıydı?” dememiş, memnun kalmış!

    İtiraf edeyim, buraya kadar yazdıklarım, tercüme ettiğim bir alıntı. Tam olarak alıntılamadım, biraz kendimden de ekledim, ama aslen alıntı.

    Bu uydurulmuş “ulus”, Yahudiler.
    Bu ulusun uydurulmuş olduğunu anlatan, Tel Aviv Üniversitesi tarih profesörü Shlomo Sand.

    “Yahudi Ulusu” kavramının hayalî bir kavram olması şaşırtıcı değil; bütün uluslar hayalî çünkü.

    Binlerce yıllık homojen ve değişmez bir ulus oldukları masalına çoğu Yahudi’nin inanması da şaşırtıcı değil.

    Şaşırtıcı olan, başka herkesin de bu masala inanıyor olması.

  6. Anonim

    “Ulus, millet, Sakarya” şahane. “Şaşırtıcı olan, başka herkesin de bu masala inanıyor olması.” kafamı çok kurcaladı ve bir cevap hazırlamaya geçtim ama şimdilik iki bildiğim esprili “olmuş” olayları aktarmak istedim.

    İkisine ortak: Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır.

    Eski Ahit’ten.
    Mısır Firavun’un kızı saray içinde akan deredeki selede bir bebek bulur ve ona Musa adını takar ve böylece Musa sarayda büyür. Dışarıda ise esir Yahudiler var. Ve tarihte artık sonsuz malum ve alışılmış olan köle işi yaptırılmakta, piramitlerin inşasında çalıştırılmaktalar. Yine tarihte artık çok malum olan bir şey olur ve Musa Yahudi haklarını savunur. Kısa keseyim, Musa başarır ve Yahudileri Mısır’dan çıkartır.
    Ne var ki ve yine malum bir şey olur. Musa kurtuluşu başka, sıradanlar başka hayal etmekteler: Musa ve din polisleri Leviler Firavun olmak peşinde, sıradanlar bolluk peşinde. Allah’ın çölünde dolaş allah dolaş. Leviler arada sırada “yine çadırlarında mırıldıyorlar ” derler.
    İşte mırıldadıklarından biri: Yahu, Mısır’da yeteri kadar mezarlık yok muydu bizi buraya getirdin ölmeye.

    İkincisi yine Eski Ahit’ten ve ben yine biraz ekleyeceğim.

    Ahameniş İmparatorluğu’nun kralı Büyük Koreş (aman Netan- Yehova duymasın, bunlar şimdiki İranlıların ULUSAL kökenlerinden) Yahudilerin Babil esaretine son veren hükümdardı.
    Babil esareti süresinde çeşitli Yahudi peygamberler çeşitli soteriolojik kahinlerde bulunmuşlardı. Birine göre Kudüs’teki Tapınağın yeniden inşa edilmesi kurtuluşun bir simgesiydi. Sıradanlar inşa ederler ama bir şey değişmez. Saray-Rahipler bazı hatalar bulurlar ve düzeltilir. Yine kendilerini aç tavuk gibi buğday ambarında sanmaktan başka bir şey olmaz. Bu defa Saray-Rahipler, “Aranızdan biri Kutsal Tapınak şantiyesinde i*emiş olmalı, o yüzden Yehova sizi terk etti!” der.
    Not: Eğer başarır da daha ciddi bir yazı yazabilirsem, o zamanlar ulusal tanrıların (veba vb salgın hastalıklar gibi) ve inanışların, ki şimdi de öyle, tarihte çok önemli rol oynadıkları ile ilgili olacak.

  7. Anonim

    “Burjuvalar, iktidarlarının meşruiyet temelini (o zamana kadar tarihteki istisnasız bütün hükümdarların yaptığı gibi) Tanrı olarak ilan etmeye devam edemezlerdi, çünkü adamın kafasını uçurtmuşlardı. Zaten, dinsel etkileri temizleyen bir Aydınlanma Çağı yaşanmıştı.

    Meşruiyet temeline kendi sınıflarının adını da koyamazlardı çünkü halk tabakaları tepki gösterirdi. Egemen bir etnik grup da yoktu adını verecek.

    J.-J. Rousseau’nun (1712-1778) fetvasını yazdığı gibi, meşruiyet temelini millet olarak ilan ettiler, halloldu.
    Yani, milliyetçilik ideolojisinin Fransa’daki ilk işlevi, iktidarın kraldan/aristokrasiden burjuvaziye geçişini temellendirmek oldu.

    Burjuvazi devleti yıkıyor ama devletçi çıkıyor

    Mutlakiyetçi/Merkeziyetçi Devlet sayesinde gelişen burjuvazi onu yıkmıştı. Ama, dediğim gibi, bireysel haklar’la birlikte güçlü devlet kavramını da getirmişti.

    Bunun somut ifadeleri, bizzat, tarihte ilk defa ‘insan hakları’ kavramını ortaya atan ‘1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’nde görülür. Şu tip cümle ve terimlerde: “Yasaya uygun olarak yakalanan, direnirse suçlu olur” (madde 7), “…meğer ki, bu inançların açıklanması, yasayla kurulan kamu düzenini bozmuş olsun.” (madde 10), “Yurttaş, ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması hallerinden sorumlu olur” (madde 11), “Kamu gücü, herkesin yararı için kurulmuştur” (madde 12).

    Çünkü Fransız burjuvazisi devlet’e muhtaçtı:

    1) Bir İngiliz veya Amerikan burjuvazisine oranla zayıftı. Nitekim, İngiltere dünyayı egemenliği altına almış, mesela 1763’te Fransa’yı Kuzey Amerika’daki bütün sömürgelerinden atmıştı.

    2) Fransa’da krallık, aristokrasiyi Versailles Sarayı’na bir tür hapsetme sonucu topraklarının başından uzaklaştırarak bir karikatür haline sokmuştu. Yani güçlüydü. Burjuvazi onu devirmek için aşağı sınıflarla (sans-culottes, ‘Donsuzlar’) ittifak kurmak zorunda kalmıştı. Şimdi onlardan korkuyordu. Tabii, gelişmekte olan işçi sınıfından da.

    3) Burjuvazinin nispi zayıflığı nedeniyle, Fransa topraklarında yerel diller (patois) güçlüydü.

    4) İngiltere emperyalizme başlamıştı ve gittikçe hızlanan Sanayi Devrimi’nin hammadde, pazar, sermaye ihracı gibi ihtiyaçları karşısında rekabet etmek gerekiyordu.

    İşte, zaten merkeziyetçi gelenekten gelmekte olan Fransa, 1789’dan sonra bu muhtaçlıklar nedeniyle Ulus-devlet mekanizmasını icat ederek içte asimilasyon’a, dışta emperyalizme girişti.

    Asimilasyon; çünkü Fransa’da Bask, Breton, Norman, Kors gibi yerel kültürler ve diller yeni ‘ulusal’ kültüre direniyorlardı. ‘Birlik-beraberlik’ sağlanacaktı ki kolayca yönetmek mümkün olsun. Birlik-beraberlik deyince, tabii, 1871 Paris Komünü denemesini yapmış olan proletaryanın baş eğdirilmesini de unutmamak lazım.

    Emperyalizm; çünkü hem ulusal sınırlar ticarete artık dar geliyordu, hem de İngiltere’yle rekabet edebilmeliydi.

    1) İskoç ve İrlanda aristokrasisi (/feodalitesi/asilleri) İngiltere’nin işgal ve asimilasyon çabalarına ciddi biçimde direndi (‘Cesur Yürek’ filmini hatırlayınız);

    2) İngiliz burjuvazisi çok erken güçlenerek bütün bu bölgeleri ekonomik (ve tabii, kültürel) etkisi altına aldı; asimilasyon uygulamasına lüzum kalmadı;

    3) İngiliz burjuvazisi, Fransa’da olduğunun aksine, aristokrasiyi bir devrim’le (ihtilalle) alt edip iktidarı zapt etmedi. Geçiş, bir evrim biçiminde oldu. Çünkü:
    a) Aristokrasi, Merkeziyetçi Krallık’ı çok erken bir tarihte, daha Osmanlı Beyliği’nin kurulmasından bile seksen dört yıl önce, 1215’te Magna Carta’yla sınırlamıştı. Düşününüz ki, Osmanlı’da bu belgeye karşılık düşen Senet-i İttifak 1808, can ve mal emniyetini getiren Tanzimat Fermanı ise 1839 tarihlidir. Biri beş yüz doksan üç, öteki altı yüz yirmi dört yıl sonra!
    b) Bizzat bu aristokrasi, daha 16. yüzyılın başından itibaren burjuvaziye dönüşmeye başladı. Zorla çevirip otlak haline soktuğu köylü tarlalarında (‘Çitleme Hareketi’) koyun otlatıp yününü satarak.

    Dikkat ettiyseniz, bizim kestirmeden ‘İngiltere’ diye etnik bir adla anıverdiğimiz devletin isminin katiyen bu olmayışı, ‘Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı’ gibi tamamen teritoryal (toprağa ilişkin) bir isim oluşu çok şey söylüyor.”

    Baskın Oran / Ulus-devlet ve Üniter Devlet
    https://baskinoran.com/2-6-asimilasyoncu-fransa-yerini-demokratik-fransaya-birakti-radikal-yazi-dizisi/

  8. Anonim

    “Şaşırtıcı olan, başka herkesin de bu masala inanıyor olması.” gözlemini televizyon dizisine çevireceğim, galiba.

    Yukarıdaki “HERKES” ile çoğunluk Yahudiler arasında bir ilişki var mı? İki örnekle sorunumu açıklayıp kendi inancımı açıklayacağım.

    Koyu dinci Yahudilerin çoğu bu masala inanmazlar. Temel nedeni de din inanışlarının bir Yahudi ulusu varlığı ile çelişkisi.

    Diğer yandan, çok koyu dinci ve aynı zamanda en koyu Yahudi düşmanı Hıristiyan Evangelistler yine din inanışlarından dolayı masalın en gürültülü ve ABD seçimlerinde çok ağır bastıklarından en tehlikeli destekçileri ve çığırtkanları.

    Daha da diğer yandan, kendim Walter Benjamin’in, aşağı yukarı, “her laik-seküler ideoloji (-izm) üstü örtülü bir teolojidir” fikrine katılırım. Veya yazısına cevap verdiğim arkadaşın diliyle bir MİTTİR. Dolayısıyla, anlamı açısından Yahudi ulusu bir anomali değil ulus modeli.

    NOT: BENCE MİTLER DÜNYAYI ÇOK DAHA ÇOK DERİNDEN VE ÇOK DAHA DOĞRU ANLATIRLAR AMA O AYRI BİR KONU.

    Kafamı en azından bunlar karıştırdı ama es geçip asıl derdime değineceğim.

    Eskiden ve şimdi de fakir fukaraların çoğunluk olduğu yerlerde inandıran ile inanması hedef alınanlar arasında bir fark vardı. Bence şimdi inandıran ile inananlar aynı, özdeş.

    Her iki tarafın dini ve allahı Para, kibar çevrelerdeki adıyla Kapital, Arşimet’in dayanak noktası ve kaldıracı. Her iki taraf da “ağzında kemik olan köpek ısırmaz” atasözünü canlandırır. Eğer Batı bunun en büyük örneği ise aşağıdaki iğneleme çok uygun: Şimdiye kadar Batı felsefesinin en temel sorusu “Neden var” idi; şimdi is “Neden yok!”
    Eski Sovyetler ve şimdi Rusya, şimdi Çin ve hızlanan Modi’nin Hindistan’ı, Sarışın Mavi güzlü süper ırkların gittikçe artan saygısını kazanan Uzak Doğu ülkeleri… Şimdilik tek hariç tutulan İran ve İsrail hariç Orta Doğu. İran mollaları petrolü çıkarmayı ve nükleer silahı ve Dronları hala namazla yapmaktalar ve kadınlarını örtmeye zorluyorlar.

    Ben bile daha hala gençken Sarışınların Orta Çağ’ı atlayıp ecdatlarını Antik Yunanistan’da bulduklarının ULUS gibi bir uydurma olduğunu biliyordum — Bakınız yüce bilim filozofu ve tarihçisi Alexandre Koyré (1892 – 1964). Süper ırk Sarışınlara göre Araplar (oku İslam Medeniyet’i) sadece ecdatları Greklerin eserlerini tercüme etmişler(miş). Tabii, aslında anlamadan tercüme Para’nın allah olduğu zamanımızda sonsuz yaygın ama bu bir kamu sırrı. O da bir tarafa, modern bilimin allahı ve Batı’nın altın yumurtası olan deney ve bilgi edinme metodunu (oku modern bilim) bile Arap (ve İran) düşünürler buldular. Nihayet El-Kaide gökyüzünü delen maslahatlarına saldırınca, Sarışınların uşakları düşünürler İslam Medeniyet’inin de marifetleri olduğunu bulup çıkardılar ve takdir etmeye başladılar.

    Laf lafı açmışken, İngiltere’nin pompaladığı Selman Rüşdi de bu enayi avcılığının kurbanı. İngiltere şimdi de bir Türkiyeli, feminist-mistik-kahve falına bakan falan filan, özgürlük bayrağına sarılmış bir kadını pompalıyorlar. Takma ismi bile bu gezegenin en büyük beyinli pompalama ustası sarışınlarda şüphe “uyandırmaz” gibi.

  9. L'État c'est moi!

    Burjuvazi: “La République c’est moi!”

    https://www.youtube.com/watch?v=MdvJW8-lFFs

    https://www.youtube.com/watch?v=Q5LZcw6MASA

  10. Anonim

    Ahlaken yanlış olan, emek sömürüsünün bizzat kendisi midir, yoksa sadece bunun küçük bir azınlık tarafından ezici çoğunluğa uygulanması mıdır?

    Tam tersi olsa da yanlış olur muydu?

    Örneğin çoğunluğu oluşturan geniş halk kitlelerinin Bastille’i basmaları gibi Erdoğan’ların, Trump’ların, Elon Musk’ların, Bill Gates’lerin, Rishi Sunak’ların, İngiliz kraliyet ailesinin saraylarını basarak onları eşleri ve çocuklarıyla beraber çalışma kamplarına atmasına ve onların emekleri sayesinde refah içinde yaşamasına kim itiraz edebilirdi?

    Onların da özgürlüklerini savunan “Özgürlükçü Sol” mu?

  11. Gün Zileli

    ben itiraz eaderim.

  12. Anonim

    Burjuvazi: “La République c’est moi!”

    Bilirsiniz Fransız dilinde kelimeler arasında erkek/dişi ayırımı var. Gerçi bu ayırım saplantının asıl nedeni Arapça ama o ayrı bir konu. Büyük Devrim’i yaptıktan sonra bağırıp çağırdıkları kardeşliğe rağmen seksizmi Fransızcadan arıtmayı unutmuş olmalılar.

    Ne var ki, dünya öncülüğü yapmada başta gelenlerin başında gelen Fransa avangartlığı Amerika’ya kaptırdı ama yüne de arada bir canlanıyor. Hele liberalliğin gözde evladı faşistlik, 2’nci Dünya Savaş’ındaki bir kısım Fransa’nın faşistliğe katıldığını hatırlattığından olacak, son seçimlerde yeniden canlanan faşistliğe yatkınlık hiç değilse bir konuda dürtmüş ve yine öncülük hevesine kapılmış.

    Bundan böyle Fransızca kelimeler erkek/dişi yanı sıra lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender ve hatta 6+ (altı+) cinsiyetli olacaklar. Genç öğrencilerin tepkisi ne olacak acaba?

    Olmuş iki olay.
    1. DİL BİLİMCİSİ, elhamdülillah anarşist, Chomsky’e sordular:
    – Fransız post modern düşünürler hakkında ne düşünüyorsunuz?
    – Anlasam söylerim!

    2. Fransa yazı dil bilgisinde reform yapma önerisi ileri sürüldü ama öğrenciler karşı çıktılar.

    Belki espri anlaşılmaz diye iki ek not.

    1. Bir Fransız bir İngiliz’e kıyasla aynı şeyi söylemek için %35 fazla çene enerjisi israfında bulunur.
    Not: Belki bilirsiniz devrimden sonra “herkes aynı dili konuşursa kardeşlik daha kolay olur” iyi niyeti ile Fransa devrimin başını çekenler yüze yakın yerel lehçeleri Darwin’in soy kırımına kurban ettiler.

    2. “Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik” bayrağına bürünmüş Fransa’da üst tabakadan gelenlerin %75’i üniversitelerde başarılı olur ve en yüksek makamlara kapak atar. Alt tabakadan gelenlerin sadece %25’i üniversitelere girebilir ve mezun olurlarsa sıradan işlere kapak atarlar.

    Her neyse, sadede geleyim.

    Önce Atatürk sonra Karl Marks, bir doğrudan diğeri dolaylı, Türkiye’yi Batılaştırma iyi niyetleriyle İLERİCİLİK meşalesi getirdiler. Şimdi bir de “bakireliğini korumuş” İLERİCİ anarşizm meşalesi yanıyor galiba. İnşallah bu anarşistler seçimleri kazanır Türkiye’yi bir düzene sokarlar.

    Atatürk ve Karl Marks’a rağmen Türkiye solcu devrimcileri (Burjuvazi: “La République c’est moi!” yorumcu gibiler) hala yerlerinde saymaktalar. Ne yazık! Hala 19’ncu yüzyıl küf kokan çoktan gebermiş “burjuvazi” nakaratları ve “burjuvazi sınıfı” ninnileri ile avunmaktalar. İnsan, maşallah, bu kadar katı dinci olur! Tabii, bu sadece solcular arasında ciddi uyku hapı. Çoğunluk TELEVİZYON, twit miwit (X), facebook macebook (Meta), TikTakTok, sosyal medya ve benzerlerini daha eğlenceli bulurlar.

    Bu da bana solcu devrimcilerle alay eden bir espriyi hatırlattı.
    İşçi sendikası grev ilan eder, işçileri toplantıya çağırır. İşçiler pikniğe giderler.

    Her neyse. Burjuvazinin bir misyonu vardı. Dünyayı Kilise (özellikle Kilise malları), ruh, Allah, şeytan, cin, melek, aziz kalabalığından kurtarmak istediler. Akıl yürütme, ilerleme, modern bilim, aydınlık, laiklik/sekülerlik, hümanizm — Allah Batılıları bu yeni allahlarına bağışlasın! — çığırtkanlığı yaptılar. Bu işte sonsuz başarılı oldular ama tüm bunlardan sonra ortaya ne çıksa beğenirsin! Tatsız tuzsuz, yavan ama tüm dünyayı kaplayan ORTA-SINIF. Bunu görünce zavallı kahraman Burjuvazi intihar etti. Burjuvazi yüksek değerliliği de bu.

    Orta-sınıflılar biricik bireylerden oluşan bir yalnızlar kalabalığı. Her birey “l’Univers, c’est moi!”cıyaklar.
    Ancak eşsiz İngiltere Nasreddin Hoca’sı Orwell oyunbozanlık eder: “Mais certains sont encore plus c’est moi!” (bazıları daha çok “c’est moi”!)
    Orta-sınıf dışında kalanların bile artık tek seçeneği orta-sınıflı olmak. Eğer yeni Allahlardan biri olan genetik mühendisliği (öjeninin yenisi) inşallah yardımcı olursa, fırsat bu fırsat her orta sınıflı sarışın-mavi gözlü ve güzel-yakışıklı olur. Hindistan katı ırkçılığını açıkça teşhir eden Bollywood artistleri de beyazlaşma kremlerine harcadıkları parayı Çin rekabetine ve Müslüman katliamına girmiş Modi’ye verirler.

  13. Anonim

    Anonim 23 Haziran 2024 sorar: Tam tersi olsa da yanlış olur muydu?

    Cevabım sadece saldıranlar ve kazananlarla ilgili ama onda bile kısa kesmek zor olacak.

    ” Anonim 23 Haziran” yazısı ön yargı ve varsayım dolu olduğu gibi tarih bilgisi eksikliği çok. Biraz son bir iki yüz yıllık Fransa tarihi, biraz da şehir/kırsal demografik kıyaslama faydalı olurdu. Hepsinden ötede, sağcı ve solcu devrimcilerin kutsal teslisi İngiliz, Amerikan, Fransız burjuva devrimlerini bilgisizliği hayli tuhaf. Burjuva, şehirli demek.

    Okul – eğitim endüstrisi tiksindirici ama başka çareler var. Belki ben şanslıydım, 68’e katıldım ve ilk defa öğrenmeyi ciddiye aldım.

    Bastille’i basma başka, yararlanmak başka. Yararlananlar burjuvalar: Erdoğan’lar, Trump’lar, Elon Musk’lar, Bill Gates’ler, Rishi Sunak’lar!

    Üstelik yanlış yerdesiniz. Bu site için tarih Bolşevik darbesi ile başlar. Dolayısıyla “özgürlükçü sol” temsilcisi, sosyal medya ve televizyonda olduğu gibi, medya diliyle, kısa, yoğun, hızlı, öz bir cevap verdi ” ben itiraz eaderim.”
    Köylüler gerici ve tutucu bilinirdi ve hala öyle. Şimdi Sağ/sol, sağ/sağ, sol/sol, demokrasiye şükür, sayısız partiler arası didişmeler var. Burjuva tam hakim olmadan önce, benzerini prensler arası savaşlar, mezhepler arası didişmelerde görürüz. Köylü “en iyisi tüm prenslerin boyun eğdiği biri kral olsun, kimseden korkmadığı için (inşallah, bakın mesela şu an BM dırdır etmekten başka b*k yiyemiyor) taraf tutmaz ümidiyle kralcı oldular. Köylülerin amacı siz sağ ve solun göklere çıkardığı EMEK vermekten kaçmak değil. Machiavelli ve J. J. Rousseau Osmanlı imparatorluğunu model aldılar. İyice doğuya gidersek Lao Tzu, 2500 yıl önce, daha açık daha söyler: “İyi kral halkın karnını doyurur kafalarını boşaltır.” Diğer uçta heyecan dolu bir orta sınıf peygamberi ise bunlara doğu despotizmi adı verir. Üstelik sık sık olduğu gibi köylüler borç arşivlerini yakıp sanki “romantik” tarihçi Michelet’yi ve Aşık Veysel’in “benim sadık yarim kara topraktır” duymuşlar, asıl hayat kaynağı olan sevgilileri topraklarına dönerler.

    19. yüzyılın Fransız kırsal bölgelerinde pek çok insan Fransızca bile konuşmazdı, metrik sisteminden habersizdi, franktan çok İspanyol sikkesini ve diğer altın para kullanırdı, Yollar nadir, pazarlar birbirlerinden uzaktı. Köylüler henüz günümüz medya artistleri ve özel olarak baş artist İsveçli bir küçük hanım değillerdi, ama ihtiyata ve sürekli kullanmaya dayanan bir ekonomi içinde yaşarlardı. Medya-okul tarafından beyni yıkanmayan biri, şimdi bile, fakirlerin yaşam şartlarını düşünse, sadece 19’ncu yüz yıl Fransa değil, fakirlik maddi olmaktan çıkıp politik kavram olana kadar (çok kesin anlamda 17-19’ncu yüzyıllar arası), dünya nüfusunun %99’unun “süreklilik ekonomisi” içinde yaşadıklarını tahmin edebilir.

    “İki farklı halk aynı topraklarda o kadar farklı bir yaşam sürmektedir ki, şimdiye kadar var olmuş en otoriter merkezci bağlarıyla birleşmiş olsalar bile, birbirlerine yabancıydılar.” Eugen Weber

    Tarihçi William Mc Neill Avrupa’da standartlaşmaları çok daha ayrıntılarla ve çok güzel anlatır.

    Hem de, köylülerin idareyi ele geçirme peşine düşmesini aklınız alıyor mu? Üstelik geçirenler b*k edip çıktılar!
    Gelelim en büyük saçmalığa “İngiliz kraliyet ailesinin.. EMEKLERİ SAYESİNDE refah içinde yaşamasına kim itiraz edebilirdi?”
    Buna inanmak için iyice saf olmalı. Keşiflerle bulunan insan dolu “boş” yerler keşke boş kalsaydı. Köle ticareti ve köle emeği ile zengin olan Batılılar, nedenini en üstün ırk olduklarına atfettiler. Bak şu ailenin EMEKLERİNE! Bir misal: Kraliçe Elizabeth, en açık gözlü bir burjuva gibi, boş yerleri soyup soğana çeviren deniz kurtları Hawkins ve Drake’in kâr defterlerini görünce hemen onlarla ortak olur. Alah bu ve benzeri sarışın mavi gözlü üstün ırkları buna inanan enayilerin başından eksik etmesin. Amin! Allah bu sağ/sol laf üretme endüstrilerini başımzdan eksik etmesin. Amin!

    EMEK lafı çok mide bulandıran bir şey saklar. Emek bir cezadır ama sağ/sol ilerici devrim rahipleri erdem ettiler. Allah’ın cennetten atıp “bundan böyle alnınızın teriyle yaşayacaksınız!” cezasını hiç duymadınız mı? Bunun bir fıkrası da var.

    Allah bir gün yanındaki dalkavuk danışmanlarıyla yeryüzüne bakar. Millet koşturup duruyor. Sorar,
    – Bunlar ne yapıyor?
    – Hatırlarsın, sen bunları cenneten attın ve “bundan böyle karnınızı alnınızın teriyle doyuracaksınız” demiştin. Onlar da çalışıyorlar, EMEK veriyorlar.
    – Yahu, şaka etmiştim be!
    Allah bir daha aşağı bakıyor bu defa Erdoğan’lar, Trump’lar, Elon Musk’lar, Bill Gates’ler, Rishi Sunak’lar binlerce içki ve binlerce yiyecek ve binlerce meyve dolu bir masa etrafında, çalgı türkü dinliyorlar midelerini dolduruyorlar ve dünya işlerini konuşuyorlar,.
    – Peki, bunlar kim?
    – Bunlarda şaka ettiğini çakanlar.

    Allahlar medeniyetle doğarlar — 10 bin yıl önce. M.Ö. 1000 ile M.S. 600 arası hepsi birleştirilip (model devlet ve kraldı) gökyüzüne fırlatıldı. Nihayet 17-18’nci yüzyıllarda, hala allah ayıp donu olarak kullanılsa da, asıl allahın insan olduğu ilan edilir. Kapitalizm doğar. Aslında burjuvaların düzene göz dikmeleri ve ele geçirme hayalleri kurmaları 11’nci yüz yılda başlar. Bak Jacques le Goff’un “Orta Çağ’da tüccarlar ve bankacılar”.

    Daha sonra devrim yapan ülkeler de tam Kapitalist olur ve EMEÇİLER de dahil orta-sınıflılar Kapitalizm’i tercih ederler. Geriye her din, her ideoloji, her “-izm”de rastlanan bakirelik saplantısı içinde sayıklayan müritler kalır.
    Artık etrafı “evren benim” diyerek hoplayıp zıplayan orta sınıflılar doldurur. Her şeyi bilirler ama en önemli olanı bilmezler: Değersizlikleri. Zaten o yüzden tüm mallarını sergilerler. Ancak herkes değersiz ama tek tük “değerli” olanlar da var. Bakın bu değerli biri ne der: “Tanrı kelimesi benim için insan zayıflığının ifadesi ve ürününden başka bir şey değildir”

    Medeniyet trenini süren kral-kraliçe, sanayiciler ve bankacılar arasında atom bombasını geliştirmesinde ve diğer çok sayıda buluşlarda bulunan cahillerin güzel bir adı var: Faydalı Enayi!
    Bu faydalı enayilerin akıllarına asla gelmeyen bir soru var: “Ulan yoksa ben yer yüzü allahlarına mı inanıyorum ve tapıyorum?”

    Gökyüzüne defedilen ve tapınaklara kapatılan allahın masalı uzun. Zaten tek allah 17-18’nci yüzyıllarda geberdi. Orta sınıf filozolar ölen allah ve bürokrasisinin yerini alacak olanı aramaya başladılar. Biri “Düşünüyorum, o halde varım” der ve kendi dışındaki boşluğu uzayda boyutu olanlarla doldurur. Descartes bu becerisiyle de yetinmez: “Ateşin, suyun, havanın, yıldızların, göklerin ve bizi çevreleyen diğer tüm cisimlerin güçlerini ve hareketlerini, … belirgin bir şekilde bilerek … kendimizi doğanın efendileri ve sahipleri ederiz.” (aynısı Eski Ahit’te var)
    Ancak Descartes hala eski allaha inanır. Türkiye ateistlerine kötü bir haber: Çıplak vahşiler beyazların olmayan şeylere inanmalarını son derece akıl dışı bulurlar ama allahlara inanırlar. Sanırım bu nedenden sarışınlar çıplakları mantık-öncesi insanlar olarak tanımladılar. Beyazlar, maşallah çok özgürler: olana inanırlar, olmayana inanırlar ve inanmazlar, olana da olmayana da inanırlar…

    Blake bunlara Urizen (senin akıl yürütmen) adını taktı.

  14. Anonim

    “1983’ten beri Sosyalistler bir politika izledi, sonra Balladur geldi ve aynı politikayı izledi, sonra Sosyalistler geri geldi ve Bérégovoy ile aynı politikayı izledi, sonra Balladur geri geldi ve aynı politikayı izledi. Sonra, Sonra Chirac “Ben başka bir şey yapacağım” dedi ve Fransa’da seçimlerini kazandı ama aynı politikayı izledi.”

    Cornelius Castoriadis:
    1922’de, son derece tipik politically correct Fransızcada Constantinople’da doğdu – 1997’de Paris’te öldü.

    Chirac 1995 seçimini kazandığında Toulous’da bir alternatif tiyatro gurubu ile çalışıyordum.
    1995’de, Le Pen, şimdi tüm Avrupa’da yeniden dirilen bir aşırı sağ partisi, %15 oy aldı ve bu, Özgürlük, Kardeşlik, Eşitlik ninnileriyle büyümüş alternatifler için bir skandaldı.

    Ben bunu tuhaf bulmuştum. Kendimi Türk olarak görmemeyi de onlar tuhaf buldular. Ben ne Kürt ne da Arabım. Ama bu çeşit dırdırlardan da kaçınırım.

    Aynı partinin 2002 seçim oylama sonuçları: Jacques Chirac (19,88 %) Le Pen (16,86 %). Skandal daha da arttı ama çaresizlik de arttı.

    Şimdi de bir “Fransa’yı Yeniden Büyük Yap” Fransız Trump’ı Bordel çıktı.
    Bu politikacı 19Mayı gençlik ve sporcularından, tıpkı bir Meloni. Gençlerin hangi tuzaklara düştüğünü bilenlerden. TikTakTokla büyümüş.

    Ilımlı, tatlı dilli politika uzmanlarına göre Italya, Finlandiya, Yunanistan başta gelenlerden. Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti de öyle. Polonya’nı aşkı 2024’e kadar sürdü.
    Genellikle sağcı veya aşırı sağcı milliyetçi partiler sayısında büyük bir artış var.
    İsviçre’de, İtalya’da , Macaristan’da Finlandiya’da, İsveç’te, Sırbistan’da, Kuzey Makedonya’da vs bunlar ya büyük partiler veya İtalya’da olduğu gibi iktidardalar.
    Türkiye’de merkez sol kemalistlerden aşırı sağcılara kadar tüm siyasi partiler milliyetçidir, buna hükümet partileri (muhafazakar AKP, aşırı sağcı MHP) ve ana muhalefet (kemalist CHP, sivil milliyetçi İYİ) de dahildir.
    Bana göre “Bir Göçmen Karşıtıyla Göçmen Dostunun Tartışması!” bu genel çerçeveden çıkmaz. Her ikisi de milliyetçilik deli gömleği giymiş.
    Üstelik Avrupa radikal sağın yükselişinin ardındaki gizli katalizör mde var: göçmenler! Midelerini doldurmak ve Avrupalı sarışın mavi gözlü olmak hevesine katılan sıradanlar, büyük beyinliler gibi, sınırı kapatanlara Hümanizm ve Aydınlık gibi boş lafları hatırlatacak kadar aptal değiller.

    Eğer ekonomi tarihçisi Wallerstein’ın dediğine inanırsak Batı kapıları açmaya hazırmış. Ne var ki, “ı” üzerine noktayı koymak istemiyormuş. En başta içerideki son gelenlerin karşı gelmesinden korkuyormuş. Bunun doğruluğunu bilecek kadar bilgim yok. Benim bildiğim sıradan orta sınıflı bir Avrupalıların, en azından İkinci Dünya Savaşı’ndan beri tüketimi tiksindirici.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑