Işığı bol olsun, çok esprili bir insan olan sevgili arkadaşım Vedat Soner, “atlar nallanırken kurbağalar ayağını uzatmaz” derdi. Bir “kurbağa” olarak Türkiye’deki “barış” sorununa yine de “ayağımı uzatıp” siyasi partilerin bu konudaki tutumları üzerine birkaç laf edeceğim.
AKP-MHP: “Barış süreci” bundan birkaç ay önce, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, “bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü?” sözünü hatırlatırcasına Meclis’te aniden DEM Parti milletvekillerinin elini sıkmasıyla başladı. Bahçeli sonra, Öcalan’ın gelip, Dem Parti Meclis toplantısında PKK’ye “silahları bırakma” çağrısında bulunmasını istedi.
AKP-MHP iktidarı, DEM Parti heyetinin İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşmesine izin vermesine ve bunun ardından Öcalan, PKK’ye “silah bırakma” ve “kendini dağıtma” çağrısı yapmasına rağmen, “barış” konusunda kendi adına hiçbir somut adım atmadığı gibi DEM Parti’li belediyelere kayyum atamayı sürdürdü.
Kanımca, bu adımı atarken AKP-MHP iktidarının baş amacı, “İmamoğlu operasyonundan” önce toplumsal muhalefeti bölmek ve muhalefet saflarında kargaşalık yaratmaktı. Bunu Gezi öncesinde de yapmışlar, Kürt hareketini bir ölçüde “tarafsızlaştır”mışlar, sonrasında da “barış masası”nı tekmelemişlerdi.
DEM Parti: “Barış” yolundaki girişimlere ve tekliflere karşı çıkmak elbette saçma olur ama DEM Parti’nin, son derece muğlak olan hükümet teklifine bu kadar angaje olması ve toplumsal muhalefet saflarında kendisi hakkında gereksiz kuşkuların doğmasına neden olması gerekmezdi. Öcalan’ın İmralı’dan açıklama yapması için illa DEM Parti heyetinin onun yanında arz-ı endam etmesi gerekmiyordu. DEM-Parti’nin, “barışı destekliyoruz ve bunun için elimizden geleni yapacağız” demesi yeterliydi. O “samimi” tokalaşmalara, gülücüklere, kapılarda yol vermelere, lüzumsuz nezaket gösterilerine hiç gerek yoktu. Ben olsam, “Öcalan sizin hapishanenizde, onun beyanlarını yayınlamak da sizin sorumluluğunuzda, bizim oralara kadar gitmemize hiç gerek yok, biz çağrıyı üye ve seçmenlerimize duyuracağız” der, işin içinden çıkardım.
CHP: Bu parti önce biraz şaşaladı. “Şehitlerimizin hassasiyetleri” gibi “göz yaşartacak” laflar söyledi. Muhalefet saflarında Kürt kesimine karşı kuşku uyandıracak laflar etti, hatta ZP ve İYİP gibi partilerle ağız birliği edip “bebek katili” söylemlerine de bir miktar cevaz verdi. Bu söylemi, kulaklarına süfle edilen HalkTV sunucularının ağzından bile duydum. Mansur Yavaş belki de bundan cesaret alıp Kürtler hakkındaki o korkunç sözleri sarf etti. Fakat “İmamoğlu operasyonu”ndan sonra muhalefetin Kürt kanadına şiddetle ihtiyaç duyan CHP başkanı Özgür Özer durumu son anda toparladı, Mansur Yavaş adına Özür diledi. CHP’nin şu andaki durumunun “iç güveysinden hallice” olduğunu söyleyebiliriz.
ZP-İYİP: “Barış” konusundaki en reaksiyoner tutumu bu iki parti aldı ve şu anda da tam gaz devam ediyorlar. “Süreci baltalayacağız” bile dediler. “Barış”a karşı muhafazakâr kesimlerde ortaya çıkacak tepkilerin meyvelerini toplamayı, özellikle MHP tabanından “iyi hasat” derlemeyi umuyorlar. Şu anda Türkiye’deki saldırgan faşizmi, hadi İYİP’i bir kenara koyalım ama Zafer Partisi temsil etmektedir. Tabii bu durum, genel başkanının hapse atılmasına karşı çıkmamıza engel olmamalıdır.
VP: Sağ-milliyetçi kesimde bu konudaki en şaşırtıcı ve çelişkili tutumu alan VP ya da Doğu Perinçek oldu. Perinçek, tabii esasen takasını iktidar gemisine bağladığı için, ZP’den farklı olarak “barış sürecini” destekliyor. Fakat hemen ardından, bu sefer de MHP ya da Bahçeli’den farklı olarak, “DEM Parti’nin kapatılmasında” ısrar ediyor. Tabii Perinçek’in, Bahçeli gibi şimdilik DEM Parti’ye şirin gözükmek gibi bir derdi yok, sırtında yumurta küfesi de yok. İstediği gibi esip üfürebilir. Bu tür açıklamaları yaparken, yanında, devlet tarafından, Kürt hareketinin içinde “Truva atı” (yoksa “Truva sıpası” mı deseydim) rolü oynaması planlanan “Ses Partisi”nin lideri Ayhan Bilgen’in bulunması, devletin ve Perinçek’in Kürt hareketinden ancak böylesine minik bir parça koparabildiğinin göstergesi.
Gün Zileli
7 Nisan 2025
İmralı’da kurulan barış masasının ömrü daha önceki barış süreçlerinden de kısa olabileceğini düşünüyorum. kürt hareketi bir süredir araf’ta bekletiliyor. kamuoyuna açıklanan yol haritasında ilerme şansı ve olanağı bence sadece şuna bağlı: dış dinamikler denen uluslararası dengelerde iktidarın eli çok zayıflarsa, abd ve avrupa’yla ilişkilerde, suriye ve iran cephesinde, rusya ve akla gelebilecek tüm dış ilişkilerde sürekli mevzi kaybederse son çıkar yol olarak barış masasına oturabilir. izleyebildiğim kadarıyla bütün bu alanlarda iktidar hiç olmadığı kadar güçlü ve etkili kozlara sahip. şu iç siyasi kriz nedeniyle muhalefeti bölmeye, kürt hareketinin kitlesel tepkilerini izole etmeye ihtiyacı var. bu nedenle oyalama süreci bir süre daha devam eder.
şu yaşadığımız koşullarda iktidarın seçim yoluyla değişmeyeceği kanaatindeyim. muhalefet kazansa da iktidarı devretmezler. hemen herkesin bildiği bin tane sebebi var bunun, lafı uzatmaya gerek yok.
bu gerçeklikten hareketle, bana göre atılması gereken adım şu olabilir: CHP ve DEM parti çarpanlarına bölünüp yeniden saflaşmalı. her iki parti de milliyetçi angajmanlarından ve yaşlı nüfusundan kurtulup “radikal sosyal demokrat” bir kimlik ve siyaset tarzını benimseyip iktidarın karşısına dikilmeli. sosyalist partilerden bile daha tutarlı bir sosyal demokrasi programıyla donanan bu partiler öncelikle biraz küçülmüş olacaklar. her iki partinin oy oranı diyelim ki %20 olsun. evet hemen seçimi kazanamazlar ama iktidar karşısında %20’lik radikal bir hareket seküler hayat tarzına dokundurtmayacağı gibi demokratik değerlerin korunmasını bugünkünden çok daha aktif ve sonuç alıcı bir güçle sağlar. gerçek anlamıyla sosyal demokratik bir pratik %20’lik gücünün çok ötesinde halkı harekete geçirebilir, kitlelere daha sahici umut taşıyarak potansiyel büyümeyi hızlandırır, toplumdaki tutucu, milliyetçi ve hatta islami tandansı aşındırabilir. öte yandan iktidar da artık çok yaşlı, her türlü suça ve dalavereye batmış haliyle inandırıcılığını daha ne kadar tazeleyebilir? itibar kaybına uğraması kaçınılmaz. öteki milliyetçi cephenin ise varlığı tümüyle kürt meselesinin mevcut krizine bağlı. o kozu ellerinden çekip aldığınızda balon gibi söner, hepsinin toplamı %10’u geçmez.
öyleyse CHP, bahçeli’den daha radikal, daha ileri bir adım atmalı. atmazsa bu azap bitmez! türkçesini söylersem; şu andaki oy oranı %30’sa %15’ni kaybetmeyi göze almalı. aynı şekilde DEM de CHP’yle işbirliğine yanaşmayacak kitlesini gözden çıkarmalı. tutmayacak duaya amin demenizi beklemiyorum elbette. ancak, ezberlerimizi azıcık bozarsak çıkış yolu bulmak belki daha kolaylaşır.
CHP’nin %15’lik kaybı göze alıp DEM’in (farzedelim %5)lik kısmıyla kaynaşarak atacağı adım şudur: milliyetçi muhafazakar seçmenin nabzına şerbet sunmaktan vazgeçmeli. hükümet programı açıklar gibi bir program açıklamalı. bu programda en “güleryüzlü sosyalist”e parmak ısırtacak özgürlüklerin tümünü kalem kalem sıralamalı. örneğin nasıl bir anayasa istediğini ayrıntılarıyla ilan etmeli. ana dilde eğitim, üniversite özerkliği, ekonomi, sağlık, barınma akla gelen gelmeyen her konuda; yerinden yönetim ve belediyelerin özerk yapısını; vali ve emniyet müdürlerinin yerel seçimlerle işbaşına getirilmesi gibi boş yere korkulan flaş konuları cesaretle sahiplenmeli. protokol ve programla tanzim edilen böyle bir adım toplumda ciddi anlamda bir güven yaratır. Bu güven duygusu karşısında öteki milliyetçi hareketler çok çabuk erir.
Mevcut hal ve şerait devam ederse ne olur peki? Bugünkü toplumsal dalga büyüyerek devam ederse, sözgelimi imza kampanyası otuz milyonu bulup en iyi ihtimalle imamoğlu’nun adaylığıyla seçimlere gidilirse ancak bir uzlaşma sağlanırsa iktidar devredilebilir. Kimsenin mal varlığına dokunmama ve yargılanmama güvencesiyle uzlaşabilirler. en azından anayasa değişene kadar başkanlık sistemi devam edeceğinden imamoğlu da aynen tek adam gibi hükümranlığını sürdürecek. ve tabii ki anayasa değişemeyeceğinden CHP’de imamoğlu’nun uydusu olarak muhtemel ilk seçimlerde kaybetmek üzere kaderine razı olacak. Böylece mevcut sorun ve sıkıntılar daha da katlanacak, milliyeçilikler birbirini güçlendirecek sonunda AKP’den de radikal muhafazakar islami koalisyon tekrar iktidarı alacak. Tekrar tekrar dönüp başa gelmeye ne yazık ki ömrümüz yetmeyecek.
Gazi, önerilerin güzel ama şu andaki reel durumda imkânsızın da ötesinde bence…
Gün abi,
Haliç’in derinliklerinde gömülü olan altınları çıkarmamıza, “dış güçler” izin vermiyor.
Bu altınları bi’çıkarabilsek, kuyumcuda bozduracağız; böylelikle Türkiye ekonomisi şaha kalkacak.
Ne dersin abi?
🙂