Atatürk, Lenin, Humeyni…
Artıgerçek
Diyanet İşleri, Atatürk tarafından 3 Mart 1924’te kuruldu. Amaç, Diyanet aracılığıyla din adamları sınıfını yeni kurulmuş seküler cumhuriyet devletinin denetimine almak, onları maaşlı devlet memuru haline getirerek devletten bağımsız bir güç olmalarını engellemekti. Atatürk, kurumsal ve dinsel özerkliğe olanak sağlayan Batı’nın tersine, devlete rakip bir güce asla izin vermeyen monolitik bir modernistti. Gerçi din adamları sınıfı, dinsel ideolojisi gereği her zaman seküler devletin “yaramaz çocuğu” olmuş, Cumhuriyetle Diyanet arasındaki çekişme alttan alta 100 yıl boyunca devam etmiştir. Yine de, seküler devletin, din adamları sınıfının, sekülarizmi, tahta kurdu gibi içten içe oyma çabalarına rağmen, İran’daki gibi bir İslami rejim kurmasını önlemekte pek de zorlanmadığı söylenebilir. Din adamları sınıfı, zaten Osmanlı zamanından beri kapıkulu olmaya alışmıştı.
İran’daki mollalar sınıfı, Türkiye’dekinin tersine, Şahlık rejiminden ve devletinden bağımsız bir güç olarak örgütlendi. Onların bağımsız bir güç olarak örgütlenmelerini sağlayan en önemli etken, Osmanlı’daki din adamları sınıfından oldukça farklı olarak, “bâzerganlık” (tüccarlık) yapıp uzun yıllar içinde zenginleşmeleridir. Bâzergan Mollalar sınıfının, bu bağımsız gelişme ve örgütlenme sayesinde devlete el koymasını, Rusya’daki Bolşeviklerin, kadim Çarlık devletinden bağımsız bir şekilde örgütlenip devlete el koymasına benzetebiliriz. Nasıl Lenin ve Bolşevikler, Çarlığın Şubat Devrimi’yle yıkıldığı1917’nin uygun koşullarında bağımsız bir güç olarak devlete el koyup “Bolşevik sınıfı”nın diktatörlüğünü ilan etmişlerse, “Mollalar sınıfı” da 1979 yılındaki, Şahlık rejimine karşı ayaklanma ortamından yararlanarak devlete el koymuş ve “Mollalar sınıfı”nın diktatörlüğünü ilan etmişlerdir. Bolşeviklerin, Çar’ın devrilmesinden sonraki bir yıllık Geçici Devrim Hükümeti aşamasının ardından, Rusya’da Çarlığa karşı devrimde birlikte hareket ettikleri müttefik güçleri, Menşevikleri, Sosyalist Devrimcileri, Maksimalistleri, Anarşistleri vb. tasfiye etmeleriyle; Mollaların, İran’da, Şah’ın devrilmesiyle Humeyni’nin İran’a dönmesi (Şah’ın İran’ı terk edişi ile yeni anayasanın kabulü) arasında geçen, Rusya’daki Geçici Hükümet dönemine benzer bir dönemin ardından, Şah’a karşı devrimde birlikte hareket ettikleri Komünist Tudeh Partisi’ni, Halkın Mücahitleri’ni, Halkın Fedailerini tasfiye etmeleri de önemli benzerliklerdir. Tabii, bu iki siyasi gücün arasındaki herhangi bir ideolojik benzerlikten söz etmek saçma olacaktır. “Teşbihte hata olmaz” kaydıyla belirtiyorum bunları.
Diyanet, din adamları sınıfı ve onların “reformist” politik temsilcisi AKP iktidarı, her ne kadar seküler devleti içerden kemirseler de, cumhuriyet devletinin denetiminden kurtulup bağımsız bir güç haline gelemedikleri için, İran’daki gibi monolitik bir dinsel diktatörlük kuramamışlardır. 20 Yıllık AKP iktidarının ve Diyanet İşleri’nin, dinsel rejimin en belirgin göstergesi olan, kadınların devlet kararıyla örtünmesini sağlayamamaları ve seküler cumhuriyet devletini tamamen ilga edememeleri bunun sonucudur.
Monolitik iktidarların halkın direnişiyle yıkılmasının en belirgin göstergesi, bu rejimlerin kurucu babalarının heykellerinin yıkılması, resimlerinin yırtılmasıdır. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki benzeri rejimler çökerken öncelikle Lenin heykelleri yıkılmış ya da kaldırılmış, sonraki yıllarda bu manzaraları konu alan Elveda Lenin gibi filmler bile yapılmıştır. Bugün İran’daki gösterilerde, İslami rejimin kurucu babası Humeyni’nin meydanlardaki heykellerinin belki de kırk yıldır ilk kez bu ölçüde saldırıya uğraması, her yerden eksik olmayan resimlerinin yırtılması, İslami rejimin hâkimiyetinin en başta gelen göstergesi olan başörtüsü zorunluluğunun İranlı kadınlar tarafından açıkça ihlal edilmeye başlaması, Mollalar rejimi için hiç de hayra alamet değil.
Gün Zileli
1 Ekim 2022
Bizde de kurucu baba heykellerine saldırılar olmadı değil eminim zileli de hatırlayacaktır. Bizdeki saldırıların neredeyse bütünü radikal dincilerin yada devletin açıkladığı gibi ”meczup yada akli melekelerini yitirmişler” ce yapıldığı açıklanır genellikle. İrandaki doğrudan kamusal alanda toplumsal isyana eşlik eden bu kurucu babalara yönelik açık saldırı Zilelininde dikkat çektiği gibi yeniye dair bir işaret olabilir. Toplumsal devrimlerin en belirgin özelliği Özgürlük ve yeni özgürlükçü bir sistem kurmaktır. Eğer toplumsal devrimin başarılması mevcut durumun yıkıntısının üstüne Özgürlük getirebilmesi yani devrimin politik aktörlerce öldürülmeden ilerleyebilip özgürlükçü yeni bir inşayı başarması ile başarılı olabileceği açıktır. İran gibi çok derinlerde geçmişi olup geleneksel kadim din ve kültürlerin harmanlandığı otoriter yapıların bile günümüz bilim teknolojinin geldiği yerde insanın zihninin bedeninin ve çevresinin özgürleşmesi arayışlarından azade olamayacağını hatırlayıp yakın gelecekte komşumuzun özgürleşeceği günleri görebileceğimiz uzak ihtimal değildir. Sanıyorum bu konuların uzmanı Zileli Özgürlükçü toplumsal devrimin kokusunu şimdiden aldığını söylersek hata etmeyiz.
“… günümüz bilim teknolojinin geldiği yerde insanın zihninin bedeninin ve çevresinin özgürleşmesi arayışlarından azade olamayacağını hatırlayıp yakın gelecekte komşumuzun özgürleşeceği günleri görebileceğimiz uzak ihtimal değildir.”
özgürlükçü
Bildiğim kadar İngiltere ve İtalya bilim ve teknolojide en ileri ülkeler arasında olmasına rağmen daha kısa bir süre önce özgürleşme arayacaklarına milliyetçilik, ırkçılık ve benzeri çirkin ideolojilere sarıldılar. Şimdi ve tarih de var, Nazi Almanya’sı mesela. Galiba sizin bildiğiniz ütopya bilim ve teknolojisi, siyasi bir
ideoloji kurgusu.
Zaten tarihte bilim ve teknolojisi zihin işi/el işi ayrımına, o da daha genel olan iş bölümüne dayanır. Bir özgürlükçünün böyle bir ayırımı kabul etmesi bana tuhaf geldi. Azade olanlar buna tekno-bilim derler.
Bilim ve teknoloji kadar otoriter bir sistem biliyor musunuz? Bilim gözlemle başlarmış. Devletli toplumlar tarihinde özgürlük olan bir toplum misali verebilir misiniz?
Özgürcülük satışının en fazla yapıldığı ABD’den bir ses:
“Kölelik tarihi bir yana, hayatlarının çok büyük bir bölümünü aileler, okullar, kapitalist işyerleri gibi demokratik olmayan kurumlarda geçirmelerine rağmen çağdaş Amerikalılar ‘demokrasi içinde yaşadıklarına’ inanırlar. Hey, bakın Amerikalılar, demokrasi çıplak.”
Marshall Sahlins
Bu dünya çok tuhaf, bir yanda Sahlins gibi sonsuz dürüst bilimci, diğer yanda %99’u her türlü efendiye hizmet eden bilimciler yetmez gibi siyasi ideolojilerden dolayı hala tekno-bilimi savunanlar var. Galiba artık ne sosyalizm ne komünizm ne de anarşizmin yayılması bizi kurtaracak; kurtarıcı, bilim ve teknolojinin yayılması. Pek bilimsel olmasa da, yani şimdiye kadar böyle ise böyle olacak tümevarım yöntemine uymasa da, medeti allahtan beklemeli ve “inşallah bu defa çevre felaketlerini daha da kötüye götürmez” diye dua edelim. Şimdi bile günde 20 bin kişi salt hava kirliliğinden ölmekte vs.
“https://www.theguardian.com/commentisfree/2022/oct/19/van-gogh-sunflowers-just-stop-oil-tactics” sitesinde okuyabilirsiniz.
“Van Gogh’un ayçiçeklerini gerçekten gerçek olanlardan daha mı çok önemsiyoruz?
George Monbiot
Just Stop Oil aktivistleri, geri tepecek taktikler kullanmakla suçlanıyor. Ancak ‘saygıdeğer’ protesto tamamen görmezden gelindi
‘Çorba fırlatma ve benzeri eylemler böyle bir öfke yaratıyor çünkü bizi dinlemeyi bırakmaya değil, başlamaya zorluyorlar.’ diyorlar.
Peki, ne yapmalı? Karşılaştığımız krizin ölçeği konusunda diğer insanları uyarmak için ne kadar ileri gitmeliyiz? Bunun tek bir cevabı var: henüz gitmediğimiz kadar ileri gitmek. Gezegensel devrilme noktalarına doğru hızla ilerliyoruz: Kritik eşiklerdeyiz ve ötesinde Dünya sistemleri çökecektir. Sonuçları hayal bile edilemez. İnsanlığın maruz kaldığı dehşetlerin hiçbiri, ne kadar büyük olursa olsun, şu anda karşı karşıya olduğumuz şeyin ölçeğine dair ipuçları bile vermiyor.
Her yerde çevre kampanyacılarının “aşırı” taktiklerinin insanları “dinlemeyi bırakmaya” sevk edeceğine dair iddialar var. Ama BİLİM ADAMLARININ, kampanyacıların ve seçkin komitelerin uyarılarını nasıl daha az dinleyebilirdik?
“Saygıdeğer” protestocuların yaşanabilir gezegenin yok edilmesine yönelik kibar itirazlarına nasıl daha az dikkat edebiliriz?
Bu uyuşukluktan kurtulmak şart.
İÇİŞLERİ BAKANI SUELLA BRAVERMAN, The Mail on Sunday gazetesine yazdığı yazıda, “Çevremizi korumamız gerektiğine dair yaygın bir fikir birliği var, ancak DEMOKRASİLER KARARLARA UYGAR bir şekilde ulaşıyor” dedi”
Bazı kısımları dikkat çekmek için büyük harflere ben çevirdim. “Özgürlükçü” siyasi ideolojisinden — zaten ideolojilerin amacı at gözlüğü takmak — dolayı Monbiot, Just Stop Oil aktivistler, içişleri bakanı Suella Braverman ve bilim adamlarının aynı bilim ve teknolojiden yararlandıkları halde “özgürce” farklı sonuçlara vardıklarını mı savunuyor acaba? Belki de düşündüğü özgürlük liberal demokrasi özgürlüğü. Belki liberal demokrasilerde binlerce gizli ve açık çevrilen dolapları da özgürce yapıldıkları için doğal buluyor.
Ben kendim yüzlerce bilim adam ve kadınlarının “bu da gelir bu da geçer ağlama” türküsünü dinledim. Gerçi bu türkülerin saklamadığı sayısız önlem alıcı girişimler var: transhümanizm, diğer gezegen aramalar, yapay zeka, ölüp yeniden canlanma yöntemleri, çok zenginlerin yer altı barınakları ve benzerleri. “Belki biri bir şeyler bulur ve bizi kurtarır” cinsinden girişimcileri teşvikler de az değil.
Haklısın anonim zaten insanlık tarihide devrimler tarihi değildir devrimlerin alemeti farikasıda özgürlük değildir edendinin de dediği gibi en devrimcisi ”muhazafakar devrimcilik” olduğuna göre iran rejimi sistemide en özgürlükçü sistem olup anaonimizde yaşadığı ülkede iran tipi bir rejim kurmak için uğraşıp başarırsa ingiltere italya ve almanyayaya örnek olup m,lliyetçi ırkçılıktan kurtarıp özgürleştirirsin. yakın zamanda irana yerleşırsin sanırım?
alıntı yaparken cümleyi bütünlüklü alıntılasan cümlenin anlamını düşürmesen daha iyi olmazmı anonim çok bilmiş. ”İran gibi derinlerde geçmişi olup geleneksel din ve kültürlerin harmanlandığı OTORİTER yapıların bile günümüz bilim teknolojinin (iletişim) geldiği yerde ………………” cümlede her türden otoriter sistemlerin özgürlükçü devrimci bir itiraz ve isyanla karşılaşmak zorunda olduğu ve bu gibi isyan itiraz ve devrimlerin alameti farikasının ÖZGÜRLÜK olduğu cümlesi çok rahatsız edici olabileceğini hiç düşünmemiştim çok bilmiş anonim cahilliğimize veremedin gitti…
https://apoletlimedya.blogspot.com/2022/10/cumhuriyet-100-ylda-irticay-da-sekaveti.html
Seküler hurafeler can almaya devam ediyor!
Güney Kore’de “cadılar bayramı” kutlamasında 151 kişi öldü!
https://www.haksozhaber.net/sekuler-hurafeler-can-almaya-devam-ediyor-157577h.htm
İranlı Şii mollalar, aslında Mecusi/Zerdüşt din adamlarından, onlar da Sümer rahiplerinden başka bir şey değildir.
Cumhuriyet’in Diyanet İşleri Başkanı’nın Osmanlı şeyhülislamı, Osmanlı şeyhülislamının Bizans patriği, Bizans patriğinin ise Roma başrahibi olması gibi tıpkı.
29 Ekim’de geçmişi eğip bükmek
Sadece cumhuriyet olduğu için bir rejimin Kyrpton gezegeninden gelen Süpermen muamelesi görmesinin dünyada başka örneği var mıdır, bilmiyorum.
Bizde cumhuriyet sırf cumhuriyet olduğu için iyi, monarşi sırf monarşi olduğu için kötü kabul edilir.
Olguların değil, ansiklopedik tanımların önemi vardır. Söz gelimi yasal dayatmalarla halkın seçme, düşünme, düşündüğünü ifade etme, muhalif parti kurma hakkını elinden alsanız da sırf adınız cumhuriyet olduğu için eleştirilmezsiniz.
Halkın kendi kendini yöneteceği cumhuriyetin Tek Partili bir cumhuriyet olması, kötülenen meşruti monarşinin çok partili olması fark etmez!
Özgürlükle, “kul değil vatandaş” olmakla hizalanan Cumhuriyet’in monarşilerde dahi eşine az rastlanacak kadar çok darağacı dikmesi malum kesimi rahatsız etmez.
George Orwell’ın Hayvan Çiftliği’ndeki temsili hayvanların “dört ayaklılar iyi, iki ayaklılar kötü” dediği gibi; “cumhuriyet iyi, monarşi kötü” deyip deyip duruyor bazıları.
Şimdi bu tekerlemeyi kurulmuş saat gibi tekrarlayan adama Kuzey Kore’nin de Demokratik Cumhuriyeti (!) olduğunu ama İngiltere’nin bildiğin Krallık, hem de teokratik bir Krallık olduğunu anlatamazsınız.
Çünkü, kısa etek giymeyi, vals yapmayı, iftiharla kadeh kaldırmayı, Tarkan dinlemeyi aydınlanma sanan bir güruhtan bahsediyoruz.
(Halbuki, “cumhuriyet tecrübemizin insan hakları, siyasal haklar ve özgürlükler anlamında ilk günden bu yana ciddi sorunları vardı” diyebilecek kadar özeleştiri yapabilseler, ortak zemin bulmak daha kolay olacak.)
****
“1917’yi izleyen yıllarda yeryüzünde -resmen veya fiilen- yeni kurulan yirmiye yakın cumhuriyetten ikisi (İrlanda ve Çekoslovakya) hariç tümü diktatörlük rejimleri olmuşlar veya kısa sürede diktatörlüğe dönüşmüşlerdir.” diyor Sevan Nişanyan Yanlış Cumhuriyet kitabında.
Sayılan cumhuriyetlerin (diktatörlüklerin) özelliklerini de şöyle sıralıyor.
1) İnkılapçılık
2) Dinin devlet güdümüne alınması
3) Halkçılık
4) Milliyetçilik
5) Devletçilik
6) Cumhuriyetçilik
“Bu ilkelerin Cumhuriyet Halk Partisi’nin Altı Ok’uyla parallelliği dikkat çekicidir.” diye de not düşüyor Nişanyan.
Yani ne sistem olarak, ne de dayandığı ilkeler anlamında hiçbir özgünlüğü olmayan, uluslararası güçlerin kolonizasyon çalışması sonucu hemen her coğrafyada ortaya çıkan bir fenomenden bahsediyoruz aslında cumhuriyet derken.
Bugün Cumhuriyete ilişkin kutsama, kültleştirme yaklaşımı tarihi geriye doğru yeniden yapılandırma arzusundan başka bir şey değil. Atsız bile Türkiye’de Cumhuriyet’in 1950’de kurulduğundan bahsetmişti.
Bu kültleştirme arzusu geçen günlerde Uğur Dündar’a inanılmaz şeyler söyletti mesela.
Dündar katıldığı programda, “Kendine güvenen iktidar yasakçı olmaz. Kendine güvenen iktidar halkın özgürce bilgilenmesini sağlamak için gayret sergiler. Bu baskıcı rejimlerin başvurduğu bir yöntemdir” diyor.
Bunları tabii ki bugünkü hükümete söylüyor! Dündar bu ifadeleri, Takrir-i Sükun gibi bir kanun çıkarmış, dernek, sendika ve parti kapatmış, kitap ve dergilere çok katı sansürler uygulamış, muhalefet namına ne varsa ortadan kaldırmış, yasaklarla hatırlanan Tek Parti iktidarı için söyleyebilir mi? Söyleyemez. O ve benzerleri anakronizm yapıyorlar. Nasıl bir geçmiş arzu ediyorlarsa, yahut aktüel tartışmalar nasıl bir geçmiş gerektiriyorsa, geçmişi ona göre yeniden dizayn ediyorlar.
Sosyalist, dindar, milliyetçi, liberal Atatürk portreleri kadar zengin ve sürekli revize edilen cumhuriyet çeşitlemelerinin nedeni bu. Hepsinin ortak özelliği, çok azının gerçek ile ilgisinin olması!
Bu yüzden önümüzdeki dönemlerde cumhuriyeti ve Mustafa Kemal’i bambaşka içerik ve misyonlarla göreceğimizden şüpheniz olmasın.
Ali Osman Aydın / Yeni Akit
Bir dönem AKP milletvekili ve “Alevi açılımı” tiyatrosunun aktörlerinden olan R. Çamuroğlu, “iktidar karşıtı” olduğu dönemlerde yazdığı bir kitapta şöyle demiş;
“Bir oryantalizm eleştirmeni şöyle yazıyor:
“…bilginin değişmesi, iktidarın değişmesi ile mümkündür.” (Bryan S. Turner, “Oryantalizm ve İslamda Sivil Toplum Meselesi”, Oryantalistler ve İslamiyatçılar, s. 55.)
Katılmıyoruz, bu ancak bilginin yönünü değiştirir. Bilginin değişmesi “iktidarın” yok olmasıyla mümkündür.”
[Reha Çamuroğlu, “Tarih, Heterodoksi ve Babailer”, s. 40, 41]
Liberal (yani “özgürlükçü”) Batı, Berlin Duvarı’nı yıkıp “Tarihin Sonu”nu getirmekle övünürdü.
Şimdi ise, doğularında Rusya ve Belarus, güneylerinde Meksika sınırlarına yeni “Berlin Duvarları” inşa etmekle övünüyor.
Özgürlükten anladıkları işte böyle bir şeydir.
Yazıda, ABD’nin New York şehrindeki Liberty (Özgürlük) adasında yer alan “Özgürlük(çülük) Heykeli”ne değinilmemesi önemli bir eksiklik!