Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında çok hoşuma giden bir bölüm vardır. Yazılarımda zaman zaman bu bölüme atıfta bulunurum. Burada bu bölümü hatırımda kaldığı kadarıyla aktarayım:
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün Müdürü birgün gelip saatleri ayarlama görevlilerini de denetleyecek ayrı görevliler olması gerektiğini ileri sürer. Biri itiraz eder:
“Ama gereksiz bir şey bu” der.
Müdür, itiraz edene şöyle bir bakıp şunları söyler:
“Ah be arkadaşım, hâlâ anlamadın mı? Görevler gerekli olmazlar. Kendi gerekliliklerini yaratırlar.”
Bürokrasiyi ve lüzumsuz görevliler yığınını bundan daha iyi anlatan bir bölüm olamaz.
İşte bu gereksiz görevliler yığınının son örneği “akil adamlar” adı takılan kişilerden oluşan yığındır.
Bu görev, gereksizliği bir yana, saçmadır da.
Ne yapmaktadırlar “akil adamlar”? Mahalle mahalle dolaşıp halka barışın ne kadar önemli bir şey olduğunu anlatmaktadırlar. İşte gereksiz ve saçma bir görev size. Bu, bazı görevlilerin, mahalle mahalle dolaşıp halka yemek yemenin ne kadar önemli olduğunu anlatması kadar saçmadır. Çünkü insanlar, yemek yemenin gerekli olduğunu bildikleri kadar barışın gerekli olduğunu da zaten bilmektedirler.
Daha da önemlisi, barışın gerekliliği, savaşan taraflara anlatılır. “Akil adamlar” barışın gerekliliğini, savaşan taraflara değil, tersine, Kürtlere otuz yıldır savaş açmış devlet adına, savaştan her bakımdan zarar görmüş halklara anlatıyorlar. Bunda bir terslik olduğu kesin. Aslında olması gereken, bütün kışkırtmalara rağmen bir Türk-Kürt savaşına girişmemiş Türk ve Kürt halklarının barışın önemini, otuz yıldır savaşan taraflara, özellikle devlete anlatmalarıdır. Bunun gerçekten böyle olması gerekiyor. Halkın üzerinde baskı olmasa ve gerçekten ona inisiyatif tanınsa bunu da çok güzel yapacağına inanıyorum. Ama izin vermezler, asla izin vermezler. Savaş gibi “barış” da onların tekelindedir, halkı siyasal ve toplumsal hayatın pasif öğeleri haline getirmek gibi, halkı “bilinçlendirmek” de onların işidir!
“Akil adamlar”ın içinde tanıdıklarım, bildiklerim var. Çoğunun ise bir kıymet-i harbiyesi yok benim nezdimde, kusura bakmasınlar. Bir kere, “akil adamlar” gibi (“akil insanlar” kibarlaştırması durumu kurtarmıyor) akılsızca bir isimlendirmeyi kabul etmeleri başlı başına bir gaf. Örneğin, Murat Belge gibi, bu tür şeylerle aslında dalga geçebilecek entelektüel kapasitesi olan bir kişinin en azından bu adlandırmaya itiraz etmemesi ve boynuna taktığı poşularla toplantılarda arz-ı endam etmesi gerçekten şaşırtıcıdır. Oral Çalışlar, Murat Belge kadar entelektüel kapasiteye sahip olmasa da bence sağduyulu bir insandır ve bu tür şeyleri yutmayacak kadar aklı vardır diye düşünürüm ama o da “akil adam” olmayı kabul etmiş, ortalıklarda dolaşıyor. Muhsin Kızılkaya’yı da tanırım. Benim Komün (2007, Yaba) kitabındaki bir bölümün Kürtçesini yapıp bana yollamıştı. Hangi düşünceyle bu görevi kabul ettiğini tahmin edebiliyorum ama bence iyi yapmadı. Çok geçmeden bu hatasını anlayacaktır.
İşin içeriğini bir yana bırakın, tek başına bu yafta, bu isimlendirme bile insanı vazgeçirebilirdi diye düşünüyordum ama yanılmışım. İktidar vaadi insanların aklını da onurunu da alıp götürüyor demek ki. AKP’nin propaganda müfrezesinde yer almak züldür. Hatırlatmak zorundayım ki, bu olay tarihe böyle geçecektir. KESK Başkanı ile 78’liler vakfı başkanı üzerinde daha önce durmuştum. Yeni bir şey söylemesem daha iyi olacak.
Ellerinde bayrak “akil adamları” protesto eden “akilsiz adam”lara ilişkin de birkaç şey söylemeliyim. Bunların İP’li ve MHP’li hazır kıtalar oldukları anlaşılıyor. Ellerindeki bayraklardan anlaşıldığı kadarıyla, “barış süreci”yle “Türkiye aleyhinde” bir şeyler yapıldığı düşüncesi içindeler. Yani onların “akil adamlar”a yönelik eleştirisi bizimkinin tam zıddı yönde. Aşırı milliyetçi bir yönelim içindeler. Hele TV’de seyrettiğim bir manzara iyice komediydi. Bir “akil adam” toplantısını protesto eden eli bayraklı grup, toplantıdan çıkanların önünü kesip bayraklarını adamların gözüne soktular adeta. Oysa anlamsız bir ısrardı bu. Çünkü o “akil adam”ların da bayrağa karşı oldukları falan yoktu. Nitekim “akil adamlar”dan biri mübalağalı bir hareketle bayrağı öptü, başına koydu ve “kurban olurum ben ona” dedi. Bakalım, şimdi ne yapacaktı “akilsiz adamlar”? İP’li ya da MHP’li bir “akilsiz adam” bu sefer başka bir silahı ortaya sürdü. “Akil adam”ın kulağına, “Ne mutlu Türküm” diye bağırdı. Hadi bakalım, buna ne diyeceksin şimdi gibilerden. Yahu yapma be arkadaşım, ırkçılıkta istediğin kadar diplere git, “akil adamlarla” ya da AKP’lilerle aranda bir ayrım yaratman mümkün değil. Onlar da senin kadar milliyetçi, senin kadar ırkçı, senin kadar bayrak düşkünü, senin kadar Türkçü vb. vb. Yani anlayacağınız, bu işte de bir terslik var. Milliyetçi ve ulusalcılar, kendi milliyetçiliklerini kanıtlamak için milliyetçi AKP’li kardeşlerini tekme tokat milliyetçiliğin dışına sürmeye çalışıyorlar ama boşuna. Bu mümkün değil. Onların bu gösterileri tek bir şeye hizmet ediyor: Sağduyulu çoğunluğun, bu “akil adamlar” komedisine görece hoşgörüyle bakmalarına.
Karşıtların, bilmeden de olsa birbirlerini güçlendirdiklerini hep düşünmüşümdür.
Not ve ek: “Akil Adamlar” arasında çok eski arkadaşım Yücel Sayman’ı saymayı unutmuşum, özür dilerim. Kendisi, her zaman saygı duyduğum, iyi bir hukukçudur. Böyle bir çuvala girmeyi kabul ettiği için beni en çok şaşırtan o olmuştur. G.Z.
Gün Zileli
9 Mayıs 2013
Gün hocam,bu akil insanlar meselesi ve seçimi yanlış ama ortada bir kürt sorunu olduğu gerçeği karşısında sizin kitaplarınızdan okuduğum kadar örneğin ingiltere’nin İra meselesini çözüm sürecinde tepkilere rağmen en azından bu insnaların türk kamuoyuna şiddetin çözüm olmadığı konusundaki çalışması faydalı değilmidir?
ben de yazı bunu anlatmaya çalışmıştım Bektaş arkadaşım. Faydaları yok, zararları var. Böyle bir heyet kurulmaz değil, kurulur ama bunun kesinlikle hükümeetten bağımsız olması gerekiyor. Hükümete rapor veren barış taraftarlığı olmaz. Bağımsızca yapsınlar işlerini o zaman tamam.
Ayrıca bu AKP bağımlısı halleri ulusalcı ve miilliyetçi demogojiye cevaz veriyor.
Dikkkat ettim de bu akil adamlar listesin de kimler var,kimler yok diye….Varolanların hepsi “Sol entelektüeller de dahil” Akp iktidar ve muktedir(mi)olduğundan beri,Akp kadrolarını dışarıdan besleyen ve onların geçmişteki şeriatçı yaklaşımlarını tolere eden,dışlayan tarzda el veren,kol kanat geren insanlar..AKP “bu ülkede devrim yapmıştır” diyen insanlar…Bi misyon verilmişti kendilerine ve on yıldır bu misyonu sürdürüyorlar…Akp’ye ve kadrolarına oturup kalkmayı öğretme misyonu da diyebiliriz buna…Diplomasi de böyle bir ihtiyaç vardır çünkü…Sonuçta beğenseniz de beğenmeseniz de bu insanlar ile iş yapacaksınız…Şimdi bu misyon “barış süreci”safhasına evrildi..Klişe bir şey oldu ama ben de şunu söyleyeyim…Kimse savaşa ve gencecik insanların öldürülmesine taraf değil…Ama yalnızca bilerek “içi asla dolmamış ve doldurulmayacak olan bir “süreç”konuşuluyor…Adeta konuşulması gereken şeylerin öncelenerek daha konuşulmadan boğulması için konuşuluyor…İşte bu nokta da 10 yıldan beri Akp adına ekrandan düşmeyenler “süreç”adına misyonlarına devam ediyorlar….Bence Oral Çalışlar ve Murat Belge gibiler ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar…Süreç’e bilerek destek veriyorlar..Ortadoğuda yeni bi savaşın ayak sesleri duyuluyor..Sürecin yani barış sürecinin başlaması ile beraber İsrail’den “Mavi Marmara”özrü geliyor…Pyd ÖSO ile Esad rejimine karşı savaşabiliriz diyor…İsrail Suriye’yi hafif hafif vurmaya başlıyo…Arap kızı camdan bakıyo…Taşlar yerine konulduğunda pek de hoş bakılmaması gereken bir tablo ortaya çıkıyor….İşte bu ahval ve çizgi üzerinde Türkiye barış süreci yaşıyor….Öcalan ve Karayılan bunları bilmez mi?Cengiz Çandar,Oral Çalışlar,Murat Belge bunları bilmez mi? Bilir,bilir ama önemli olan Kürt burjuvazisinin tutmuş olduğu yoldur..Abd’nin ve diğer emperyallerin tutmuş olduğu yoldur…Ve en önemlisi de Türk Burjuvazisinin işbirlikçi konumuyla bu savaşta yine Amerika’nın ve Ab’nin yanında yer almasıdır….Bunlar niye konuşulmuyor…..?
Protestolarda İP’liler Kürt düşmanlığına cevaz vermemektedirler. Milliyetçi kesimlerin tepkisini AKP ve yandaşlarına yönlendiriyorlar. AKP milletvekilleri içerisinde 50 civarında ülkücü-milliyetçisi, 70 civarında da Barzani yanlısı milletvekili var. Ulusalcıların bu protestolardaki amaçlarından biri, AKP’deki bu fay hatlarını harekete geçirmek ve Tayyip’in bu iki hizip üzerinde kurduğu dengeyi konjonktürden yararlanarak bozmak ve bu partiyi parçalamaktır. Gün Zileli’nin artık kronik hale gelmiş olan İP-karşıtlığı, onun bu taktiği görmesini engellemektedir.
Gün Hocam,
Akil Adamlar meselesini bir kenara koyarsak,bu ülkede barışın gerekli olduğunu insanlara gerçekten de anlatmak gerekmiyor mu?Yaşadığım yerde İP’li ya da MH’li olmayıpta öldürmenin, öc almanın gerekliliğine inanan o kadar çok insan var ki.Militarizm, bu ülkenin insanlarının çoğunluğunun ruhuna işlemiş durumda.Onu söküp atmak için kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç var diye düşünüyorum.
almancada“ Ratgeber`” kelimesinin yanlis,gülünc cevrisidir.
Kelime anlami öyle olsada,türkcesi Danismandir. Baris danismanlari. sanirim almancadan salakca cevrilip alinmis.
Ingilizceden alinip cevrilseydi böyle olmazdi..(( bu fikirin kaynagi alman ajanlari olmasin – :)))
Merkezden belirlenmiş “akil insanlar” yerine, kendiliğinden bu işi üstlenen gönüllü vicdanlılardan oluşan bir “diyalog grubu” ilkesel olarak daha doğru olurdu gibi görülebilir.
toplumun kültürü bazen ilke filan da dinlemeyebiliyor. Nihayetinde, bu iş için daha önceden ihd- ihv, kmm vb. ” diyalog gurubu” girişimleri olmuştu ve hala da varlar.
lakin bu çabalar devlet nezdinde “itibarsız/laştırıldı/görüldü” , topluma “yansız” olmadıkları imajı pompalandı. zira devletin, kendinden icazet almamış, bağımlısı olmayan ve kontrol edemediği hiç bir şeye tahammül göstermesi söz konusu edilemezdi.
bu kültürün sonucu olarak, toplumda yerleşmiş bir kanı var: ,”eğer devletimiz barış istiyorsa, (buna mecbur kaldıysa) bile, bunu bizzat kendinden duymadan kani olamayız” diyen bir otoriter kültür…
her ne kadar devlet kendi savaşı olarak kürtlere kan kusturma pahasına en basit haklarını yok saymışsa da, aynı zamanda bu iğrenç savaşa kitleleri suç ortağı kılmadan kazanamayacağının da farkındaydı. bu yüzden otuz yıl boyunca masum yoksul türk- kürt ve diğer halklardan (kimi iddialara göre beş milyon aile) çocuğunu bu kirli suçuna ortak etmedi mi?
dolayısıyla kendince bir “taban” yaratma gerçeği görmezden gelinemez, diye düşünüyorum.
hatta uluslararası ekonomik, askeri vb çıkar ilişkileri sonucu, ermeni soykırımda olduğu gibi, devlet, bu etnik temizliği bizatihi yapamaz duruma düşebilir de yapmakta zorlandığında işi halkların boğazlaşmasına engel olamamak biçiminde kamıfle etmek de hesaplamış olmalı. bunu düşündüren emareler ergenekon yapılanmaları, mafyöz ülkücülük benzeri “hassas” vatandaş resmi ve gayri resmi örgütlenmelerdir.
bugün “akil insanlara” ençok bu güruhun saldırmasının maddi temeli budur. manevi temel ise, kutsal devletin “düşmanıyla” diyaloga girmesinin kutsallık imajına verdiği zarar olsa gerek…
sonuçta devletten icazetsiz bir barışın olamayacağına ikna edilmiş bir yığın insandan bahsediyoruz.
dolayısıyla işin bir de bu “çaresizliğini de” hesaba katma zorunluğu var.
AKP, hem iç politikada (RTE diktatörlüğüne geçiş) hem de dış politikada (Şii Koridoru’na karşı savaş) sıkıştığı için bu “süreci” başlatmıştı. “Sürece zeval gelmesin” diyerek bütün mücadelemizi ve taleplerimizi geri çekmek, uyuşukluğa kapılmak, tam da AKP’nin bu sıkışıklığı aşmasına yarayacaktır.
Barışı sağlamanın nasıl olacağını merak edenlere, TEKEL direnişine yeniden dönüp bakmalarını öneririm. Maalesef “aman sürece zeval gelmesin” solculuğunun yaygın olduğu bir ülkede, ilk bakmamız gereken yerlere hiç bakamıyoruz, nedense. Böyle yaptığımız anda birileri bizi “sınıf indirgemecilikle” itham ediyorlar.
Gerçek barışı kurmanın yolu, AKP’nin “barış” kılıfıyla önümüze sürdüğü ABD-İsrail güdümlü ‘bölgesel savaş’ öncesi yapılan bu yol temizliği girişimini topyekun reddetmek; bununla beraber TEKEL’deki gibi Kürd(istanlı) ve Türk(iyeli) emekçilerin yan yana gelebildiği devrimci pratikleri yükseltmektir.
Varsınlar size “Barış istemiyor musun? Kan akmasını mı istiyorsun?” demagojisi yapsınlar; 30 küsur yıldır kimlerin savaş istediklerini ve kimlerin savaş yaptıklarını herkes biliyor; devrimciler bu konuda bu toplumun en temiz unsurlarıdırlar. “Vallahi de billahi de barış istiyorum, süreci destekliyorum” demek, iktidardaki demagogların tuzağına düşmektir. Aşamacılık, reformizm, düzen-içilik vb. konularda kılı kırk yaran Gün Zileli hocamın, konu malum “sürece” geldiğinde hiç sorgulamadan bu işe hayırhah bakmasını çok yadırgadım açıkçası.
devlet aklında değişiklik olmayıp 90 yıllık ezberle kürtlerin bölücü terörist ve şeytan olduğu öğretilip üretilen ırkçı şöven gürühların içine akil insanları salma fikri aslında tamda devlet-iktidar-sistemin kendi yaptığı yalan yanlışları örtmeye çalışıp halkların talebi olan gerçek eşitlikçi,özgürlükçü barışı engelleyip sistemin kontrolünü sağlamak işlevi görmektedir.akillerin anlatandan çok halkı dinleyip sürecin tartışılmasını sağlama işlevi gördüğünü görürsek şimdiyedek devlet eliyle üretilen ve kurumsallaşmış ırkçı tekçi türkçü şöven itiraza fırsat verip asıl tam tersi itiraz olan devlet aklında değişiklik olmadığı otoriter ben merkezli barışıda ben bilirim deyip belirleyici olmayı sürdürenlere 90 yıllık yalan yanlış ezberin devlet ve devleti temsil eden kurumlarca itiraf edilmesi gerektiği gerçeklerin öğretildiği gibi olmayıp tam tersine inkar,imha,asimilasyon gibi zülme isyan eden halk hareketi olduğunu halka anlatabilmenin tek yolu öncelikle devletin itirafından geçmektedir.çünkü bizim gibi ülkelerde devlet algısı geleneği hegemoniktir.akilleri ırkçı şöven temelde eleştirip saldırganlaşan gürüha hoşt desek devletin kucağına kaçacağı örnekleri ile bilindiğine göre bu güruhu devlet iktidar toplumsal muhalefetin ve kürt özgürlük hareketinin özgürlükçü demokratik taleplerini engellemek için bilerek kullanmakta engel olmamaktadır.bu güruhun yaptığı şidet içeren engellemelerin yarsını toplumsal devrimciler yapsa hemen tutuklanıp 5-15 yılla yargılanmamız içten bile değildir.okullarda en akıllı çalışkan,doğru olanın türk olduğu bütün varlıklarımızı(kürt,laz,çerkez,gürcü,arap,ermeni,rum,roman) türk varlığına armağan etmemizi yemini ettirilen çocuklarımız ve genel sistemin türk ırkçısı ve şöveni yetiştirmek olmasından kendini özgürlükçü devrimci sayanların bile itiraz etmediği bir iklimde devlet-iktidar ekseninin aklında değişiklik beklemek saflık olacaktır.anlaşılan bütün bunları kimliğimizin,zihnimizin,bedenimizim,çevremizin ve hayatımızın özgürleşmesi diyebileceğimiz projenin kendi ellerimizle inşa edeceğimiz dersini çıkarabiliriz.umutsuz değili artık bir seçeneğimiz var HDK- ve HDP var
Bence bu aşamada, AKP’nin yanına düşmemek kadar ulusalcıların ve MHP’nin yanına düşmemek de önemlidir Çıracı. Süreci sorgulamadan hayırhah baktığım ise doğru değil. BİZ duyurusuna yeniden bakmalısın. Sevgi ve selamlarımla.
BİZ bildirgesinde yazılanları hatırlıyorum. SkyTurk’deki programınızı izlediğimde bu bildirgedeki eleştirilerinizin çok çok ufak bir kısmına programda değindiğinizi görünce hayal kırıklığına uğradım ve sizin de sürece sorgulamadan hayırhah bakmaya başladığınızı sandım. Sizi o yüzden eleştirdim. Fakat şimdi içim rahatladı, teşekkürler.
Saygılarımla.
Haklısın. O TV programlarında insan kendini dört başı mamur ifade edemiyor. ister istemez gelen soruya göre bir karşılık veriyorsun ve bir tarafa doğru kayıyorsun. Hele biz şu anda öyle nazik bir konumdayız ki.
Zileli,liberaller,dönekler,akiller vb.leri konusunda görünüşte eleştiriyormuş gibi görünse de aslında örtük olarak liberalleri,döenkleri,akilleri görece kollayan bir tavır içinde.
Çünkü Zileli de özünde devrime ve devrimciler karşı konumlanma içinde.
Zileli,en emperyalist,en gerici odağı saptamıyor,saptayamıyor ve AKP cephesinde konumlanıyor.
İnsanlar karnından konuşmaktan vazgeçip biraz olsun samimi olsalar belki sorunların çözümü için adım atılmaya başlanabilir.
Hiçbir şeyi tabu haline getirmeden bazı soruları sormamız gerekir: Nasıl bir çözüm? Özerklik mi, federasyon mu, ayrı devlet mi? Bu seçenekler gündeme gelirse Türkiye’nin batısında yaşayan Kürtlerin durumu ne olacak? Onlar resmi dilin Türkçe olduğu bir yerde yaşayarak asimile olmayı kabul etmiş mi olacaklar?
Yok, üniter devlet korunacak ama etnisitelere hakları verilecek deniyorsa örneğin yine bu kritik dil meselesi nasıl çözülecek? Türkiye’nin tamamında iki resmi dilli bir idare uygulanabilir midir?
Barış, kardeşlik, çiçek, böcek lafları iyi hoş da, işte zurnanın zırt yer bu gibi sorular.
M.aliser benim cevirmenlikle ilgim yok.ama Ratgeber kelimesinin akilsizca cevirisi yapilmis. türkce düsünülmemis.google vari cevirisi yapilmis sanki.. Dialog grubu, yada baris komitesi vb..
daha uygun tabii.. buarada degindigin Diyalektik üzerine düsüncen dogru yönde dogru adim derim..
teşekkürler “akil adam”
Akil adamlar sarayın emrine girmiş dalkavuklardır.Neoliberal döneklerden ve akp yandaşlarından olusturulmuş propoganda müfrezeleridirler…Ekseriyeti Suriye2deki direnişe karşı emperyalistlerin safındadır;ekseriyeti ”yetmez ama evetçidir”..Kürt sorununun küreselleştirilmesine ve bölge ülkelerinin istikrarsızlastırılmasına karsı efendilerine olan kulluk görevlerini çok iyi yerine getirmektedirler…
Evet, münferit olaylar dışında Türk “halkı” ile Kürt “halkı” arasında bir çatışma yaşanmadı. Ama Türk halkının özellikle belli kesimlerinin, çıkarları ve sınıfsal duruşları icabı şövenist oldukları da bir gerçek. Akil adamlar, o şövenizmi optimum düzeye getirmek için bir sahne performansı.
Ne yazık ki onu örnek vermek zorunda kalıyorum. Tarihin ironisi midir, ne karın ağrısıysa artık: Serdar Ortaç’ın davranışını ele alalım. “Kandırılmışım” dedi mesela. AKP’nin istediği düzey bu değil. Eğer, Batıdakiler “devlet bizi kandırmış, yıllarca boşuna kan dökmüşler” düzeyine gelirlerse, yönetme gücünü kaybeder. AKP’nin arzuladığı düzey, Batıdakilerin, özellikle de egemen sınıfla direk ittifak yapan orta sınıfların “Tamam ne yapacaksan yap, ama sonucu iyi olsun, iyi dediysek terörden kurtulalım ama egemen ulus mevkimizden de ödün vermeyelim anlamına dedik.” düzeyi. Yani, AKP’nin muktedirliğine zeval gelmeyeceği ve şövenizmin de istendiği an yeniden harlandırılabileceği bir düzey.
E bizim yapmamız gereken de, gerçeği ama yalnızca gerçeği kabul ettirtmek. Batıdakileri kandırılmış olduklarına ikna etmemiz gerek. Bunun yolu ise, birey birey insanları ikna etme dışında, asıl olarak onların egemen fikirlerle bağını kesmelerini sağlamak. Mücadeleci bir ortam olmadan bunu sağlamak mümkün mü? AKP’den baskıları ve direk zenginlerin koruyucusu olması yüzünden nefret etmeyen bir çalışan sınıf profiliyle bu imkansız. Ama köşe başında Muharrem İnce’lerin, İP’lilerin demagojisi tetikte bekliyor. Seçim yapmamız mı gerek?
Neden bu ikileme boyuna girdiğimizin psikolojik yapısı bana kalırsa açık. Edilgen olduğumuz ve bekle gör yaptığımız sürece iki taraf arasında bölünüp dururuz. Ne zaman AKP’nin bu yaptığını bir fırsat olarak değerlendirip, kullanmaya başlarız, o zaman gerçek seçimler yaratabiliriz. Bizim sağ ya da sol ayağımızı yere koymadan, direk pedallara asılmamız lazım.
Gün Hocanın dediği gibi iki halkın içinden, (resmiyetin belirlemediği anlamda) ” sivil”, vicdan sahibi insanlarından oluşan bir hareket gerekli…
Ve asıl olarak Türk halkına, “hesap soracağınız merci-mevki bizatihi devlettir ve onun yalakası medya organlarıdır. Bu haksız ve zalim savaşı kürtlere karşı yürüten ve çocuklarınızı kurban eden, o devlet ve medyasıdır… bunu kürtlerin doğal haklarını engelleyici bir tarzda savunmak olmamalı tavrınız; hesap hatası yada hedef şaşırtmacalara karşı uyanık olmalısınız” diyebilecek bir hareket.
gerçekten samimi barış isteniyorsa, öncelikle yapılacak olan bu bence.
“…AKİLLERİ, SADECE İP VE MHP’LİLERİN PROTESTO ETTİĞİ …” TESPİTİ YANLIŞ DEĞİL Mİ?
EKRANLARDA, ŞEHİT AİLELERİNİN DE PROTESTO ETTİĞİNİ GÖRMEDİNİZ Mİ?
ONLARIN SORULARI DAHA ANLAMLI…
ÖNYARGILI OLMAK, DOĞRU ANALİZ YAPMANIN ÖNÜNDE ENGEL OLMUŞ.
UMARIM, ŞEHİT AİLELERİNİ DE SUÇLAMAZSINIZ…
SİZİN ÇOCUĞUNUZ, BU AHLAKSIZ SOYGUN DÜZENİNİN KORUNMASI ADINA “ŞEHİT” OLDU MU?
PROTESTOCULARI, MHP VE İP MENSUBİYETİNE BAĞLAYARAK, HAKSIZLIK ETMİŞSİNİZ… ÜZÜLDÜM…
Hüseyin Aygün’ün “Aleviler bir ulustur” sözüne ne dersiniz? Buyur burdan yak…
İktidar özlemcilerine has bir haslettir karnından konuşmak. reel-politik dedikleri budur.
Ben kısa vadede ortadoğuda da avrupa birliği benzeri bir kültürel birlikteliği olabilir görenlerdenim. uzun erimde ise kent temelli devletsiz bir dünya federasyonuna gidilebilir, diye düşünüyorum.
iktidar özlemcisi devletperestlerin şu paradoksu nasıl “halledecekleri” cidden merak konusudur:
şu anda en güçlü devlet örgütlenmesi abd değil mi?
eğer reel-politiker olmak gerekiyorsa, gözünüzü amerika birleşik devletine iyice çevirin ve bakın.
Ekonomik ve askeri gücü nereden geliyor?
Bir çok başka faktör var elbette…
Ama mesela “resmi dili” ne? (ingilizce resmi dil değil, toplumsal bir norm olarak yerleşmiş dil, yanlış bilmiyorsam)
ya da “hangi etnik grup ulusu” temsil ediyor?
Aynı sorular osmANLI için de sorulabilir.
Kürtle ortak yaşamak ve anlaşmak isteyen, zahmet edip kürtçe, lazla isteyen lazca öğrensin. lafa gelince “her lisan bir insan”. peynir gemisi.
İlle de resmi dil diye tutturanlara benim önerim böyle bir zorunluluk olmadığıdır. Bir ortak hukuk dili ise gerek görülen, bence çağdaş dünyanın gayri-resmi dili olan ingilizce ya da kültürel dilimiz olan arapça olabilir.
hiç bir zorunluluk olmadan herkesin her istediği dili öğrenebilmesi elbette ki en iyisi…
bahadır kale arkadaş, yanlış mı ifade ettim bilmiyorum ama demek istediğim ip ve mhp yandaşlarının protestosunun küçük siyaset hesaplarından kaynaklı bir artniyet taşıdığıydı…
yoksa bu niyeti taşımadan samimice demokratik protesto yapan gerçek savaş mağdurlarına ve duyarlı insanlara dair bir diyeceğim olamaz.
işin şehitlik meselesi yönüne gelince, bu dinsel bir kavram. laik zihniyetle bağdaşmaz.
benim için ise, devletin siyasal egemenliğini korumak, pekiştirmek için katlettiği her ölü şehittir.