Yukarıyı Zayıflat, Aşağıyı Güçlendir! (Gün Zileli ile Röportaj – Dicle Haber Ajansı, 04.01.2011)
Röportaj Başlığı: Gün Zileli
* DTK’nın Özerklik Çalıştayının ardından ortaya çıkan Demokratik Özerklik Projesinin kendisini ve ilkelerini nasıl buldunuz. Hangi noktaları eksik veya hangi noktaları desteklenmeli ve geliştirilmelidir?
Demokratik Özerklik Projesini esasen çok olumlu buldum. Elbette geliştirilecek yanları vardır. Bence bu, sadece Kürdistan’a değil, Türkiye’nin bütün bölgelerine uygulanacak, örnek alınacak bir projedir. Bugüne kadar Türkiye’nin toplumsal projelerinde Kürtler hep ortaya konanların takipçisi olmuştur. Bugün görüyoruz ki, Kürtler bu projeyle bir anlamda öncülüğü ele almışlardır ve bu da çok olumlu bir gelişmedir. “Geri” denen “ileri” deneni geride bırakmıştır eşit olmayan gelişmeye uygun olarak. Türkiye’nin batısı hâlâ üniter devlet modelinden kopabilmiş değildir, sol da buna dahildir.
* Sitenizde de Demokratik Özerklik projesinin taslak metnini yayınlamışsınız. Bu taslakta yer alan siyasi boyut ve ekonomik boyutun nasıl şekillenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Evet, Aşk ve Devrim (www.gunzileli.com) sitesinde projeyi yayımladık. Orada başka projeler de yer alıyor ve bundan sonra da yer alacak. Türkiye’de sol, toplumsal proje ortaya koyma yeteneğini yitirmiş durumda. Aşağıdan başka bir dalga geliyor. Bunların çoğu bireysel çalışmalar ama çok önemli. Hepsinin enine boyuna tartışılması gerekiyor. 1990 yılından itibaren sol son hayatiyet belirtilerini de kaybetti. 1980’den beri yeni bir akım ortaya çıktı. Bu akım, içinde yeşilleri, anarşistleri, feministleri, eşcinsel hareketlerini, savaş ve silahlanma karşıtlarını, vicdani redcileri vb. barındıran yeni ve dinamik bir akımdır.
Ekonomik boyut hakkında bir şey söyleyecek birikime sahip değilim ama şunu söyleyebilirim: Her toplumsal gelişme kendini öncelikle kültürel boyutta ortaya koyar. Bugün de olan budur. Dünya çapında yeni bir devrimci kültür doğuyor ve gelişiyor. Kürt arkadaşların bu boyutu iyi kavramaları gerekir. Bu, bireye hak ettiği yeri veren ve her türlü merkeziyetçiliği reddeden, öte yandan anti-modernist bir kültürdür. Bu kültürün kimi öğeleri Kürt halkının doğal eğilimleriyle uyum halinde. Ne var ki, uyum halinde olmayan yanları da var. Örneğin lider kültünün ve muhafazakâr aileci-dinci etkilerin kırılması çok önemli. Kürtlerin kültürel alanda çok esaslı bir cephe açmaları gerekiyor. Yoksa her türlü toplumsal proje kâğıt üzerinde kalır.
* Özerklik modeli ile yerinden yönetim öngörülüyor. Bu model çerçevesinde merkezi yapıyla kurulan bir denge ilişkisi var. Bunun sizin gözlemlediğiniz dünya örnekleri bulunmakta mıdır?
Yerinden yönetim iyi bir şey elbette. Ama perspektif , yerel yönetimlerin hegemonyasını da süreç içinde yıkıp tam bir özyönetim oluşturmak olmalıdır. Bu olmadığı zaman ortaya yerel küçük ağalıklar çıkacaktır. Ayrıca ben merkez diye bir şey olmaması gerektiği kanısındayım. Her şey yerinden yönetilmeli ve özerk komünler birbirleriyle paralel ilişkiler içinde olmalıdır. Bana soracak olursanız, ülke sınırı diye de bir şey olmamalı, örneğin İran’daki bir özerk komünle buradaki de özgürce ilişkilerini düzenleyebilmelidir. Elbette anarşist bir perspektif bu ama dünya bu yönde evrilecektir.
* Özerkliğin öngördüğü kent meclisleri, kent konseyleri , halk meclisleri, nasıl yaşam bulabilir işlerlik kazanabilir?
Elbette tabandaki insanların aktif katılımıyla. Her bireyin kendi iradesini içinde bulduğu bir özyönetim uygulamasıyla. Esas belirleyici, köy ve mahalle konseyleri ya da komünleri olmalıdır. Buralarda da seçilen temsilciler dönüşümlü olarak görev yapmalıdırlar. Bir anlamda herkes yönetici olmalıdır ki, yönetici denen uzmanlık ortadan kalksın. Güç, yukarda değil, aşağıda olmalıdır. Bu anlamda, kent ve bölge konseyleri ve komünleri temel birimlerin iradesinin uygulayıcısı ve koordinatörü olmanın ötesinde bir iktidar ve güç edinmemelidirler. Gerçek bir devrimci demokrasi ancak bu şekilde uygulanabilir. Bu temel birimlerin dışardan bir parti ya da örgüt tarafından manüple edilmemesi tayin edici önemdedir. Aksi takdirde kendimizi Sovyetler Birliği’ndeki gibi despotik bir rejim içinde bulmamız kaçınılmaz olacaktır. Sovyetler Birliği’nin 1938 Anayasası görünürde dünyanın en demokratik anayasasıydı ama fiiliyatta korkunç bir polis rejimi ve tek kişi diktatörlüğü hüküm sürüyordu.
*Anarşizmin otonom önermesi ile demokratik özerklik projesi arasından ne gibi bağlar ve benzerlikler bulunmaktadır?
Sanırım bunu yukarda bir ölçüde yanıtladım.
Söz hakkı tanıdığınız için teşekkür ederim.
Gün Zileli
4 Ocak 2011
ne kadar kısa ve öz…
Bu projenin sahibi PKK değil,Amerika.
Zileli de her Amerikan projesinde olduğu gibi bu projeye de destek veriyor.
Batıcı Kürt milliyetciliği ile Batıcı liberalizm bağlaşmasına bir örnek olabilir.
Bu bağlaşmaya Hizbullah desteğini de eklemek gerekir.
Anarşizm ancak böylesi en gerici projelerin içinde olabilir.
Isinize gelmeyen herseye Amerikan icadi deyin, sonra da gidin Amerikanci ve özellikle Israilci generallerin postallarini bir güzel yalayin. Nato ordusundan devrim bekleyin sonrada gidip Natocu ordunun postallarini bir güzel yalayin. Ayrica bu Amerika vb bahanelerini artik kimse yemiyor, hiçbir çözüm fasist generaller ve Perinçek kliginin söylediklerinden daha kötü olamaz, Türkiye’nin en karanlik, en asagilik gücü fasist Perinçek ve onunla ayni hücreyi paylasan Veli Küçük’ün komutanlaridir. Demokratik ülkelerin bazilarinda fasizm ve nazizm yasaktir. Gerçi biz bu yasaklara karsiyiz, igrenç fikirlerinizi serbestçe yaymaya çalisin, ancak sunu bilin ki siddete veya siddete yönelik komplolara basvurdugunuz zaman halkin yumrugu tepenize inecek.
Bu Baranas gibilerinin solcu, devrimci, demokrat gibi etiketlerle dolasmasinda, buna izin veren kendine solcu diyen insanlarda, Atatürk’ü solcu, devrimci, CHP’yi olagan bir siyasi parti sanan avanaklarda.
Nasyonal sosyalist İP, bu meseleyi başka türlü değerlendirse şaşardım zaten. BaranaS gibiler, günahıyla sevabıyla 30 senedir savaşan, siyaset üreten emekçi, çilekeş, ezilen bir halkı, onun birikimini göremezler zaten. Başka her hangi bir ezilen kitleyi de emekçi kitlesini de göremezler. Kitleler onların söyleminin süsüdür. O kadar İP-emekçi kitlesi ilişkisi iki heceli bir sözcükten başka hiçbir anlam taşımaz. Hiçbir zaman bir kitle ile temasları olmamıştır da olamaz da. Emekçi kitlelerin sağduyusu, böyle nasyonal sosyalistlere pirim vermiyor neyse ki. Peki emekçilerle bir bağı olmayan, bu BaranaS ve onun nasyonal sosyalist partisinin kimlerle ilişkisi, göbek bağı var. Çok açık NATO ordusu, MİT, önüne ulusal diye takı koysalar da sermaye ile… Hadi her hangi bir meseleyi “Amerikan…..” diye değerlendirmeye başlamanın “bu vatan bizim” milliyetçiliği olmasını bir yana bırakalım; ulan ortada bir oyun varsa, o “Amerikan oyunu” dediğinin oyun kurucularının aparatısın sen.
Bu nasyonal sosyalist İP’ninki nasıl bir Gün Zileli kinidir ki, yıllardır kus kus bitiremediler.
Gün çok iyi tarif etmişsin, ancak bildiğin gibi Demokratik Özerklik ilk bakışta ne kadar özgürlükçü gözüksede, ahlak gibi tabirler kullanması ve bireysel hayatı düzenleme gibi şeyler dile getirmesi, islamist ve ürkütücüdür. Gerçi solun kültüründe derin bir Stalinst eğilim vardır, o eğilim hayatı dahi düzenlemek istemektedir, oysa yapmaları gereken gelir dağılımı ve temel özgürlükleri tanımlamalarıdır.
Genel anlamda tebrik ediyorum. İP durumuda var elbet, bu arkadaşlara Türkiye’nin ileride nereye sürüklenebileceğinin dilini bulmak lazım. Öyle bir dil var mı, mutlaka vardır, ama nasıl bulacağız..
hadi tabusuz konusalim bu anarsizmden eklektik araklmalar iceren projenin sahibinin bu tarzeklektik yontemle solun tarihinden pek cok oge yi icerigini kavrmadan ortaya surup yuce urfali kimligi ile cagin en ileri teorisyeni kimligini birlestirdigi, ama diger yandan cagin en gerici kurumlari ile diyalog halinde olmayi bi ovunc kaynagi saydigi bilinirken , ve hatta hatta kendi varligi ile onderi oldugunu iddia ettigi halkin varlik sorunu ozlestirmesi ortadayken, ve hatta hatta o halkin ozgun direkt demokratik iradesini tek soz ile hice saymasi (dtp nin sineyi halktan sineyi meclise geri donmesi) ortadayken, bu projenin anarsistligi yada samimiyeti o kadar apacikken , en azindan gun zileli ninde diger eski sol aydinlar gibi o bilinen buyuk tekkenin medyatik nimetlerinden fydalanmak gayesinde olan sol aydinlardan olmadigini dusunmek isterdik, ne hazin bir ulkeyiz , anarsit aydinlarimizk trockist aydinlarimiz, dahi kendi dusunsel ilkelerini bir yana birakabiliyorlar buyuk guce tapmak , ondun tarafindan taninmak mevzu bahis olunca, ama soyle soralim, su devlet meselesi ki, hicmi hic gonullu olarak , anarsizan oz yonetimlere donusmeye niyeti yok, ne olacak, bu projenin sahibi umariz o ceberrutlukta dunya unlusu devleti, o devletin en kanli kurumlari ile goruserek ikna eder, devletin her turlusune karsi olan bir ideale sahip olan, ve deneyimindende kusku duyamayacagimiz gun zilelinin , bu projeyi dikkate alamasi, demekki anarsist olunamiyor sip diye, ne diyelim))))
Bu sitede birkaç kez gündeme getirdiğim “Bütünşehir Yasası” ile 1591 belde belediyesi ile 16082 köyün tüzel kişiliğine son verilecek, otorite büyükşehirlerin elinde toplanacak, zaten burada eksikli olan yerel-demokrasiye oldukça ağır bir darbe vurulacak. İşin trajikomik yanı ise, bir tek anarşist örgüt dahi bu uygulamayı ve/ya yasayı protesto etmedi. Sorsanız bu örgütlerin hepsi özyönetimcilik, komünalizm, konfederalizm vb. konularda uzman geçinirler. Umarım anarşist çevreler ve toplumsal-devrim fikrini savunan diğer kesimler erken uyanırlar da pişirilmekte olan bu faşizan uygulamaya karşı gerekli tepkiyi örgütlemek için kolları sıvarlar.
(Tehlikenin tüm boyutlarını göstermek için konu hakkında bu sitede önceden paylaştığım bir yazıyı tekrar aktarıyorum…)
Değiştirilen büyükşehir-bütünşehir tasarısı hakkında YAYED görüşü
12 Ekim 2012 – ( http://www.sendika.org )
10 Temmuz 2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nu Değiştiren BÜYÜKŞEHİR-BÜTÜNŞEHİR TASARISI HAKKINDA YAYED GÖRÜŞÜ (11 Ekim 2012)
Bütünşehir olarak anılan “Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” 8 Ekim 2012 tarihinde TBMM’ye sevk edilmiştir.
Tasarı ile ikili yönetim sistemi oluşmuştur: Bütünşehir modeli ve il sistemi
Tasarı, 29 il için devletin toprak üzerindeki örgütlenmesini kökten değiştirmektedir. Bu değişiklik sadece idari bir değişiklik değildir. Anayasa’da “idarenin bütünlüğü ilkesi” çerçevesinde düzenlenmiş bulunan merkezi yönetim-yerel yönetimler ilişkisi iki farklı şekilde fiilen yeniden tanımlanmaktadır: Bütünşehir-merkez ilişkisi ve il sistemine dayanan yerel-merkez ilişkisi. Türkiye’nin iktisadi, toplumsal, siyasi ve idari yapısı radikal bir dönüşüme gebedir. Tasarı dönüşümün dışa vurumudur.
Yerel yönetimler ve demokrasi sözcükleri buhar olmuştur
Yerel demokrasi Türkiye’de geliştirilmesi gereken bir alandır. Yerel temsil sisteminin demokratikleştirilmesi, halkın yönetime katılımını sağlayacak mekanizmaların geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Kanunlar sadece sermayenin ihtiyaçlarına değil, toplumsal ihtiyaçlara da yanıt vermelidir. Aksi takdirde devletten söz edilemez.
Bugün Türkiye’de halkın ihtiyacı daha fazla otorite değildir, daha fazla iktidarın tek elde yoğunlaşması hiç değildir. Aksine halkın ihtiyacı olan daha fazla demokrasidir, halk demokrasisidir. Bu tasarı, Türkiye’de demokrasi rüyasını, hayalini kabusa çevirmektedir. Köylülerin ve belde halkının kendini yönetme hakkı, hak düzeyinde bile elinden almaktadır. Tasarı demokratik olmadığı, gibi aynı zamanda yerel yönetimin varlığını ortadan kaldırmaktadır.
Bütünşehir ölçeği siyasal, toplumsal, yönetsel optimal ölçek değildir; iktisadi optimal olduğu ise şüphelidir
Yönetsel ve siyasal optimal ölçek demokratik bir düzende “katılım ve demokrasi ilkeleri”ni temel alır; iktisadi ölçek ise hizmet üretenlerin “kâr”ını temel alır. Türkiye’nin idari yapısı kâra mı kamu yararına mı dayanmaktadır?
Tasarı’nın gerekçesinde, bütünşehir modeli ile ölçek ekonomileri sayesinde daha az kaynakla daha kaliteli hizmetin sunulacağı iddiası yer almaktadır. Oysa Türkiye’de diğer illerle pek benzerlik göstermeyen İstanbul ve Kocaeli gibi sanayileşmiş ve yapısal olarak bütünleşmiş illerde “bütünşehir” uygulaması mevcuttur. Bu pilot bütünşehirlerde hizmet maliyetleri düşmüş müdür?
Hizmet ölçeği genişletildiğinde toplu ulaşım, arıtma, numerataj, vb. hizmetleri vermek imkansız hale gelecektir. Bu model belediye hizmetlerinin aksamasına ve hizmetlerin aşırı derecede pahalılaşmasına yol açacaktır. Nitekim tasarı, mali imkansızlıklara ilişkin yeterli bir çözüm içermemektedir. Ölçeğin büyümesi ve görevlerin arttırılması büyükşehirlerin üzerindeki borçlanma baskısını dayanılmaz kılmaya mahkumdur.
Tasarıda “yönetim, planlama ve koordinasyon açısından belediye sınırı mülki sınır olacak biçimde optimal ölçekte hizmet üretebilecek güçlü yerel yönetim yapılarına duyulan ihtiyaç” gerekçe olarak gösterilmektedir. Böylelikle kaynakların etkin ve verimli kullanılabileceği ileri sürülmektedir.
Henüz İstanbul ve Kocaeli uygulamasının ölçek-hizmet analizi yapılmamıştır. Ölçeğin büyümesi hizmet açısından hangi sorunu çözecektir? İstanbul ve Kocaeli’de 2004’ten bu yana devam etmekte olan bütünşehir uygulaması hangi sorunları çözmüştür ki bu uygulama yaygınlaştırılmak istenmektedir?
Bütünşehir büyükşehir ve iller arasındaki eşitsizlikler artacaktır
Türkiye’de halen 2 bütünşehir (İstanbul ve Kocaeli), 14 büyükşehir, 65 il, 892 ilçe ve 1977 belde belediyesi olmak üzere toplam 2950 belediye bulunmaktadır. Tasarıyla, büyükşehir belediye sınırı il mülki sınırına genişletilmektedir. 2004 yılından bu yana İstanbul ve Kocaeli’de uygulanmakta olan bütünşehir modeli, 27 ile yaygınlaştırılmaktadır.
Halk arasında “pergel” olarak tanımlanan 20 – 30 ve 50 km lik yarıçaplar içinde varlığını sürdüren büyükşehirler yerine, ilin tümünde görev ve yetki sahibi bütünşehirler ortaya çıkarmaktadır. Diğer iller idari yapının “ötekileri” mi olacaklardır?
Köyler ve beldelerin tüzel kişiliği kaldırılmaktadır
Büyükşehir olacaklarla birlikte 29 ilin sınırları içinde yer alan köy ve beldelerin tüzel kişiliği iptal edilmekte; köyler mahalle olarak, belde belediyeleri de mahalleleriyle birlikte bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmaktadır.
Tasarı, 1591 belde belediyesi ile 16.082 köyün tüzel kişiliğine son vermektedir. 29 ilde il özel idareleri de kaldırılmaktadır. Tasarı, kentsel yerleşme yönetimiyle kırsal yerleşme yönetimini birleştirmektedir. Tasarı yasalaştığında nüfusun % 75’i (56 milyon kişi) 29 büyükşehir/bütünşehirde yaşıyor olacaktır. Dolayısıyla bu uygulamanın yaratacağı olası sonuçlar toplumsal aktörler de dikkate alınarak gerçekçi bir biçimde irdelenmelidir.
Söz konusu yerel yönetim birimlerinin tüzel kişiliklerinin kaldırılmasının yanı sıra malları da tasfiye edilmektedir. Bu durum mülkiyet hakkına da aykırıdır. Hem kişilikleri hem de malları yok edilmektedir.
Tasarı antidemokratik bir merkezileşme tasarısıdır
Tasarı, yereli yok sayan – merkezileşmeyi yoğunlaştıran bir modeldir. Yerel yönetimlere nefes alacak alan bırakmayan bir yönetim sistemi inşa edilmektedir. Tasarının gerekçesinde “etkin, etkili, vatandaş odaklı, katılımcı, saydam ve olabildiğince yerel bir yönetim anlayışı” vurgusu yapılmaktadır. Oysa il özel idaresi, belediye, köy ülkemizdeki üç yerel yönetim türüdür ve tasarı, 29 il özel idaresini, 1591 belde belediyesini, 16.082 köyü kaldırmaktadır. Bir başka ifadeyle il özel idarelerinin yüzde 36’sı, belediyelerin yüzde 53’ü, köylerin yüzde 47’si yerel halka sorulmadan ortadan kaldırılıyor. Bu sistem, gerek bütünşehir sınırları içinde gerek Türkiye genelinde “güçlü başkan” – “tek adam” sistemini; merkezi ve yerel düzeyde seçimle gelen kralları ve prensleri getirecektir. Ölçeğin genişlemesi, demokrasinin gelişmesine değil, kontrol ve kâr adına “otoritenin yoğunlaşması”na yol açacaktır. Kurulması öngörülen Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi bu sürecin engeli değildir.
İl yerel yönetimi kalkmaktadır. Yerine merkezi yönetim birimi olarak Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi kurulmaktadır
Tasarı, 29 bütünşehirde 2005 yılında kabul edilen 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ile görev ve yetki bakımından güçlendirilen il özel idarelerinin tüzel kişiliğini kaldırmaktadır. İl genel meclisi tarihe gömülmektedir. Belediye sınırlarının il mülki sınırları olarak belirlenmesiyle, il özel idareleri tarafından yürütülen hizmetler tümüyle büyükşehir belediyeleri tarafından gerçekleştirilecektir. Büyükşehir belediyelerinin bu hizmetleri yerine getiremeyecekleri açıktır. Bu nedenle tasarı, 29 ilde valiye bağlı olarak kamu tüzel kişiliğine sahip, özel bütçeli Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi kurarak il özel idaresinin halkla bağını kuran bölümünü ortadan kaldırmaktadır.
Tasarının 4. maddesi ile valiye bağlı olarak kurulan kamu tüzel kişiliğini haiz “Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri” Anayasa’nın belirlediği yönetim yapısına aykırıdır. Bu merkezler yerel yönetim birimi mi yoksa merkezi idarenin birimi mi belli değildir. Merkezi idarenin nasıl teşkilatlanacağı Anayasada ve 3046 sayılı Kanunda düzenlenmiştir. Üstelik Tasarıya göre “Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri” Bakanlar Kurulu Kararı ile de kurulabilecektir. Kamu tüzel kişiliğini haiz bir kuruluş Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulamaz. Kanunla kurulabilir.
Anayasa, merkezi idare ile mahalli idareyi ayırmış ve Türkiye’nin idaresini bu ayrıma göre düzenlemiştir. Öncelikle Anayasaya göre mahalli idareler, il, belediye ve köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere ve seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir. Merkezi idare ise tüm ülke düzeyinde kamu hizmetlerini yerine getirmek üzere teşkilatlanmıştır. Merkezi idarenin birimlerinde görevli idareciler seçimle değil, atama yoluyla belirlenirler. Bu nedenle seçimle belirlenmiş ve mahalli ihtiyaçları karşılamak üzere teşkilatlanmış bir mahalli idare biriminin görevlerini, merkezi idare birimi yerine getiremez. Üstelik hangi merkezi idare biriminin yerine getireceği de açık ve net değildir. Tasarı yönetimde kaos tasarısıdır.
İl genel yönetiminin geleceği belirsizleşmiştir
Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi, büyükşehir belediyelerinin bulunduğu illerde “yatırım ve hizmetlerin etkin olarak yapılması, izlenmesi ve denetlenmesi; afet ve acil yardım hizmetlerinin koordinasyonu ve yürütülmesi; ilin tanıtımı; gerektiğinde merkezi idarenin taşrada yapacağı yatırımların yapılması ve koordine edilmesi; ildeki kamu kurum ve kuruluşlarına rehberlik edilmesi, hukuki destek sağlanması ve bunların denetlenmesini gerçekleştirmek üzere” kurulmaktadır. Tasarı, büyükşehirler dışındaki illerde de bu merkezin kurulabileceğini öngörmektedir. Devlet tüzel kişiliğinin bir parçası olmayan, kendi tüzel kişiliği adına hareket edecek olan bu yapı, merkezi yönetimin taşra teşkilatını da eritecektir. Tasarı, il genel yönetiminin (mülki idare sisteminin) buharlaşmasına zemin hazırlamaktadır. İl genel meclisi kaldırılmakta, il özel idaresi ile il genel yönetimi Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi çatısı altında birleşmektedir. Tasarı “ucube” bir yönetim yapısı kurmaktadır.
Kamu hizmeti dengeli planlanamaz
1982 Anayasası, büyükşehirler için özel yönetim modeli getirilebileceğini öngörmektedir, ancak illerin bütünşehir modeliyle yönetiminin anayasal dayanağı bulunmamaktadır. İl genel yönetimini zedeleyen – il yerel yönetimini (il özel idarelerini) kaldıran bir büyükşehir yönetim modeli kamu hizmeti bakımından sorunlar yaratacaktır. Bütünşehir modelinde kamu hizmetlerinin planlanması nasıl yapılacaktır? Örneğin eğitim hizmeti merkezi bir hizmet midir yoksa yerel bir hizmet midir? Halk eğitim hizmetini belediye başkanından mı almak ister merkezi hükümetten mi almak ister?
Eşitsizlik derinleşir
Bütünşehir modeli, büyükşehir belediyeleri için kendi sınırı içerisinde geniş yetkilerle donatılmış, diğer illerle bağını koparmış bir yapıya yol açmaktadır. Her büyükşehir belediyesi adeta “bir yurt” haline gelmektedir. Bu tasarı, bütünşehir içinde hizmete erişim bakımından eşitsizlikleri derinleştirecektir. Türkiye genelinde de bölgelerarası gelişmişlik farkı artacaktır. Tasarı, devletin kamu hizmetlerini ülke geneline dengeli bir biçimde dağıtma olanağını ortadan kaldırmaktadır.
Belde belediyeleri önemlidir
Bütünşehir modeli, belediye yönetimini tarihe gömmektedir. Belde belediyeleri ve köyler, halka en yakın yerel yönetim birimleridir. Beldelerde ve köylerde yaşayan halka sormadan bu yönetim birimlerinin tüzel kişiliklerini kaldırmak, demokratik devlet ilkesine aykırıdır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, hizmetin halka en yakın yönetim birimlerince verilmesi ilkesi üzerine yükselmektedir. Türkiye’nin, bu Şart’a imza atan ilk devletlerden biri olduğu unutulmamalıdır. Belde belediyeleri, halkın yönetime ulaşması ve hizmet ölçeği bakımından vazgeçilmemesi gereken yönetimlerdir. Belde düzeyinde yerel halkın yönetim yetkisini ortadan kaldırmak yerine, bu yönetim birimlerini idari ve mali açıdan güçlendirme yolu tercih edilmelidir. Yerleşim yeri sınırları içinde yaşayanların ortak sorunlarının nasıl çözüleceğine, o sınırlar içinde yaşayanlar karar vermelidir.
Kırsal alan yönetimi belediyelere devredilerek, kırsal alanın planlanmasında köy muhtarı, ihtiyar heyeti, kaymakam ve vali devre dışına çıkarılmaktadır
Tüzel kişiliğinin sona erdirilmesi ile köyün özel mülkiyetinde bulunan söz konusu taşınmazlar ile birlikte köye ait her türlü taşınır mal, hak, alacak ve borçları 5393 sayılı Belediye Kanununun 11 nci maddesi gereğince katıldıkları belediyeye intikal eder. Şehrin gelişme alanı içinde kalan köylerin tüzel kişiliğinin kaldırılarak idaresinin büyükşehir belediyelerine bırakılması, büyükşehir belediyelerine bu köyler üzerinde istediği gibi planlama yapma ve uygulama yetkisi sağlar. Aynı zamanda köy muhtarı ve ihtiyar meclisi, kaymakam ve vali engeli aşılmış olur.
Köylü yaşam alanı üzerindeki haklarını kaybetmektedir
Bu tasarı, köylünün kendi yaşam alanı üzerindeki tüm yönetim haklarını kaybetmesi anlamına gelmektedir. Köy tabelasının sökülerek mahalle haline getirilmesi köyün yaşamını iyileştirmeyecek aksine kötüleştirecektir. Gerek 6292 olarak bilinen 2/B Kanunu gerek diğer kanunlarla yapılan değişikliklerle hazine arazilerinin ve 2/B alanlarının belediyelere proje alanı veya kentsel dönüşüm adı altında devri ile bu arazilerin şehirleşmeye açılması sonucu oluşan rantın tamamı belediyelere aktarılmaktadır. Köy topraklarının proje alanı veya kentsel dönüşüm bölgesi olarak belirlenmesi durumunda, tarım ve hayvancılıkla geçinen dar gelirli köylüler arazileri kıymetlendiği halde bu ranttan herhangi bir pay alamayacaklardır. Üstelik yandaş değillerse başka yer gösterilerek veya kamulaştırma yoluyla köylerinden sürülebileceklerdir.
Köylü yoksullaşacaktır
Tarım ve hayvancılıkla uğraşan, suyu bedava kullanan, vergi muafiyetine sahip köyler; belediye sınırlarına alınmakla bu hak ve muafiyetleri kaybettiklerinden köylü için hayat daha pahalı hale gelecektir. Kanunlarla getirilen sınırlandırmalar nedeniyle, bu alanlarda hayvancılık yapılması da mümkün olmayacaktır. Köyde yaşayan insanların iktisadi faaliyeti kısıtlanacaktır.
Köylerin kaldırılması ile bu alanlarda yabancılara toprak satışının önü açılmıştır
2003 yılında 4916 Sayılı Kanun (Köy Kanunu 87. Maddesi) değişikliği ile yabancı gerçek kişilerin köy arazilerinde taşınmaz edinmeleri yasağı kaldırılmış; ancak bu değişiklik Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiştir (AYM 2005/14 Esas). Tasarı ile bütünşehirlerde bu kararın geçerliliği ortadan kalkmaktadır.
Orman köylerinin kentsel ranta açılması kolaylaşacaktır
Büyükşehirlerin gelişim alanlarında, özellikle İstanbul ve Kocaeli sınırları içinde kalan orman köyleri, bakir ve merkeze yakın olmaları nedeniyle İstanbul sosyetesi için cazip yerleşim yerleridir. Bu nedenle orman köyleri belediyeler için gözde proje alanlarıdır. Orman köylüsü buralarda yaşamaya devem etmek isteyeceği ve köy tüzel kişiliklerinin Köy Kanunu’ndan kaynaklanan yetkileri bu projelerin uygulanmasında engel teşkil edebileceğinden orman köylerinin kaldırılmaları öngörülmektedir. Orman köyü ve orman köylüsü bu alanlardan taşınarak, daha üst gelir grupları için orman içinde yeni, lüks yerleşim alanları tesis edilebilecektir.
Borçlanma tetiklenmektedir
Büyükşehir belediyelerinin görev ve sorumlulukları artacağı için giderleri de artacaktır. Bu düzenleme borçlanmayı tetikleyen bir sürecin başlangıcı olacaktır. Büyükşehir belediyesi modeli ile borçlanma limiti arttırılmaktadır. Ancak bu limit artışı mevcut büyükşehirlere yeterli gelmemiştir
Özelleştirme politikası sürmektedir
Borçların ödenmesinde yaşanılan sorunlar, hızla yeni özelleştirmelerin yolunu açacaktır. Tasarı il düzeyinde orman, mera, kıyı gibi tüm kamu varlıklarını belediyelere devretmektedir. Bu kez de kamu kaynakları büyükşehir borçlanması üzerinden talana uğrayacaktır. Tasarı, söz konusu illerdeki tüm kamu mallarının tasfiyesi anlamına gelmektedir. Bu illerde mülkiyet yapısı da hızla dönüşecektir.
Mevcut büyükşehir modeli sorunludur
Tasarıda izlenen yol Ankara Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi örnekleridir. Ne var ki mevcut büyükşehir modelinde büyükşehir belediyesi-ilçe belediyesi ilişkisi sorunludur. Görev-yetki paylaşımı ve kaynaklar konusunda çözülmesi gereken birçok sorun bulunmaktadır. Uygulamadaki modelin bilimsel analizi yapılmadığı gibi, işleyişteki mevcut sorunlar da dikkate alınmamıştır.
Tasarı kamusal kaynakların elde çıkarılmasına zemin hazırlamaktadır
Tasarı, iktisadi bakımdan irdelendiğinde rantın denetlenmesi ve bölüşümü sürecinde küçük yönetsel birimleri ortadan kaldırma ve yasal engelleri ayıklama projesi olduğu görülmektedir. Tasarı, devletin toprak üzerinde, hem yerel hem küresel sermaye odaklarının taleplerine yanıt verecek şekilde, daha kolay kontrol edilebilir bir ölçekte örgütlenmekte olduğunun göstergesidir. Yatırım alanı arayan sermayenin iktisadi ve siyasal egemenliği, bu egemenliğe uygun toplumsal ve yönetsel yapıların kurulmasıyla gerçekleşmektedir. Tasarı, kamu hizmeti götürme amaçlı değildir. Kamusal kaynakların satılması ve ranta açılmasına endekslenmiştir.
Tasarı toplum için yıkıcıdır
Toplumsal açıdan değerlendirildiğinde bu tasarı köylü, küçük üretici, memur açısından yıkıcı sonuçlar barındırmaktadır.
Keyfi, otoriter bir rejim inşa edilmektedir
Siyasi bakımdan değerlendirildiğinde bu tasarı, köylü, işçi, memur ve küçük üreticiyi, küçük esnafı yönetim kanallarından tamamen uzaklaştırmaktadır; bunun karşısında küresel ve ulusal büyük sermayeyi, rantiyeleri güçlendirmektedir. İnsan ve kamusal hizmete odaklı değil, kâra odaklı; demokrasiye değil, keyfi yönetime dayalı bir yönetim modeli getirilmektedir. Bu tasarı: a) yerelleşme getirmemektedir; b) hizmet etkinliğini gözeten bir anlayışın ürünü değildir; c) yerelde anti-demokratik ve otoriter bir rejim inşa etmektedir.
Tasarı bu haliyle geri çekilmelidir. büyükşehir modeli daha demokratik bir işleyişe kavuşturulmalıdır
Yönetim sistemini değiştiren yasal düzenlemeler “halkın gereksinimleri” dikkate alınarak ve “halkla birlikte” gerçekleştirilmelidir. “Egemenlik kayıtsız şartsız halkın” diyerek belde belediyeleri kapatılamaz. O halde belde belediyelerinin kapatılması kararı, o yörede yaşayan halkın iradesine bırakılmalıdır.
Bütünşehir değil, demokratik büyükşehir modeli getirilmelidir
Mevcut büyükşehir yönetim modelinin sorunları analiz edildikten ve bu sorunlara çözüm geliştirildikten sonra, büyükşehir sayısı artırılabilir. Ancak, kentsel yerleşmelerle kırsal yerleşmeleri metropol kent yönetimi modeli içinde eriten “bütünşehir modeli” kesinlikle reddedilmelidir.
Yeni-Ortaçağ yerel yönetimleri düzenlemesi, konusundan devam:
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=48529
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/buyuksehir-belediyeler-kanunu-akpnin-secim-hazirligi-haberi-61127
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/buyuksehir-kanununda-meclis-planlari-haberi-61347
Bizdeki anarşist örgütler, gündemdeki “Bütünşehir yasası” garabetine karşı neden hala sessiz kalıyorlar, anlayabilmiş değilim. Acaba, bu karşı-reforma, bu darbesel-dönüşüme karşı mücadeleyi fazlasıyla “düzen içi” veya “reformist” mi buluyorlar? Halbuki bu yasa/uygulama, 1.591 adet beldede ve 16.082 adet köyde yaşayan MİLYONLARCA kişiyi AKP-Devlet rejimiyle karşı karşıya getirme potansiyeline (bizler için fırsat) sahiptir. Klişe olacak ama, kitleler halihazırdaki bir hakkı kaybetme riskiyle direkt olarak yüz yüze geldiklerinde, o hakkın kıymetini daha iyi kavrarlar, hatta o hakın daha da fazlasını isterler. Evet, eski uygulama da yerel-demokrasi açısından yetersizdi, ancak yeni uygulama bunu kat kat daha merkeziyetçi ve ceberrut hale getirecek. Malum toplumsal-devrimi savunan örgütler, acaba idealimizdeki komünal-demokrasiyi kurma işini çok ileri bir tarihe mi ertelediler? Bu örgütler, mücadeleye katılmak için, toplumun % 90’ının antikapitalist, radikal demokrat, sosyal-ekolojist vb. bireylere dönüşeceği uzak bir geleceği mi bekliyorlar acaba? Daha çoook beklerler!!!
Gün hocam, bu darbesel, faşizan “reform” hakkında sizin de görüşlerinizi (aşağı yukarı tahmin etmekle birlikte) merak ediyorum. Özellikle, toplumsal devrimi savunan insanların bu garabete nasıl tepki vermeleri gerektiği (veya tepki verip vermeme seçeneklerinden hangisinin doğru olacağı), direnişin nasıl örgütlenebileceği gibi konularda düşüncelerinizi de merak ediyorum.
Saygılar
(Dün burada paylaştığım YAYED raporunu, sitede dünkü yorumumu bulamayan arkadaşlar için yeniden aktarıyorum. “Bütünşehir yasası” ucubeliğinin, yerel-demokrasiye vuracağı darbenin niteliğini bütün boyutlarıyla TEKRAR TEKRAR ortaya koymanın faydalı olacağını düşünüyorum.)
10 Temmuz 2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nu Değiştiren BÜYÜKŞEHİR-BÜTÜNŞEHİR TASARISI HAKKINDA YAYED GÖRÜŞÜ (11 Ekim 2012)
Bütünşehir olarak anılan “Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” 8 Ekim 2012 tarihinde TBMM’ye sevk edilmiştir.
Tasarı ile ikili yönetim sistemi oluşmuştur: Bütünşehir modeli ve il sistemi
Tasarı, 29 il için devletin toprak üzerindeki örgütlenmesini kökten değiştirmektedir. Bu değişiklik sadece idari bir değişiklik değildir. Anayasa’da “idarenin bütünlüğü ilkesi” çerçevesinde düzenlenmiş bulunan merkezi yönetim-yerel yönetimler ilişkisi iki farklı şekilde fiilen yeniden tanımlanmaktadır: Bütünşehir-merkez ilişkisi ve il sistemine dayanan yerel-merkez ilişkisi. Türkiye’nin iktisadi, toplumsal, siyasi ve idari yapısı radikal bir dönüşüme gebedir. Tasarı dönüşümün dışa vurumudur.
Yerel yönetimler ve demokrasi sözcükleri buhar olmuştur
Yerel demokrasi Türkiye’de geliştirilmesi gereken bir alandır. Yerel temsil sisteminin demokratikleştirilmesi, halkın yönetime katılımını sağlayacak mekanizmaların geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Kanunlar sadece sermayenin ihtiyaçlarına değil, toplumsal ihtiyaçlara da yanıt vermelidir. Aksi takdirde devletten söz edilemez.
Bugün Türkiye’de halkın ihtiyacı daha fazla otorite değildir, daha fazla iktidarın tek elde yoğunlaşması hiç değildir. Aksine halkın ihtiyacı olan daha fazla demokrasidir, halk demokrasisidir. Bu tasarı, Türkiye’de demokrasi rüyasını, hayalini kabusa çevirmektedir. Köylülerin ve belde halkının kendini yönetme hakkı, hak düzeyinde bile elinden almaktadır. Tasarı demokratik olmadığı, gibi aynı zamanda yerel yönetimin varlığını ortadan kaldırmaktadır.
Bütünşehir ölçeği siyasal, toplumsal, yönetsel optimal ölçek değildir; iktisadi optimal olduğu ise şüphelidir
Yönetsel ve siyasal optimal ölçek demokratik bir düzende “katılım ve demokrasi ilkeleri”ni temel alır; iktisadi ölçek ise hizmet üretenlerin “kâr”ını temel alır. Türkiye’nin idari yapısı kâra mı kamu yararına mı dayanmaktadır?
Tasarı’nın gerekçesinde, bütünşehir modeli ile ölçek ekonomileri sayesinde daha az kaynakla daha kaliteli hizmetin sunulacağı iddiası yer almaktadır. Oysa Türkiye’de diğer illerle pek benzerlik göstermeyen İstanbul ve Kocaeli gibi sanayileşmiş ve yapısal olarak bütünleşmiş illerde “bütünşehir” uygulaması mevcuttur. Bu pilot bütünşehirlerde hizmet maliyetleri düşmüş müdür?
Hizmet ölçeği genişletildiğinde toplu ulaşım, arıtma, numerataj, vb. hizmetleri vermek imkansız hale gelecektir. Bu model belediye hizmetlerinin aksamasına ve hizmetlerin aşırı derecede pahalılaşmasına yol açacaktır. Nitekim tasarı, mali imkansızlıklara ilişkin yeterli bir çözüm içermemektedir. Ölçeğin büyümesi ve görevlerin arttırılması büyükşehirlerin üzerindeki borçlanma baskısını dayanılmaz kılmaya mahkumdur.
Tasarıda “yönetim, planlama ve koordinasyon açısından belediye sınırı mülki sınır olacak biçimde optimal ölçekte hizmet üretebilecek güçlü yerel yönetim yapılarına duyulan ihtiyaç” gerekçe olarak gösterilmektedir. Böylelikle kaynakların etkin ve verimli kullanılabileceği ileri sürülmektedir.
Henüz İstanbul ve Kocaeli uygulamasının ölçek-hizmet analizi yapılmamıştır. Ölçeğin büyümesi hizmet açısından hangi sorunu çözecektir? İstanbul ve Kocaeli’de 2004’ten bu yana devam etmekte olan bütünşehir uygulaması hangi sorunları çözmüştür ki bu uygulama yaygınlaştırılmak istenmektedir?
Bütünşehir büyükşehir ve iller arasındaki eşitsizlikler artacaktır
Türkiye’de halen 2 bütünşehir (İstanbul ve Kocaeli), 14 büyükşehir, 65 il, 892 ilçe ve 1977 belde belediyesi olmak üzere toplam 2950 belediye bulunmaktadır. Tasarıyla, büyükşehir belediye sınırı il mülki sınırına genişletilmektedir. 2004 yılından bu yana İstanbul ve Kocaeli’de uygulanmakta olan bütünşehir modeli, 27 ile yaygınlaştırılmaktadır.
Halk arasında “pergel” olarak tanımlanan 20 – 30 ve 50 km lik yarıçaplar içinde varlığını sürdüren büyükşehirler yerine, ilin tümünde görev ve yetki sahibi bütünşehirler ortaya çıkarmaktadır. Diğer iller idari yapının “ötekileri” mi olacaklardır?
Köyler ve beldelerin tüzel kişiliği kaldırılmaktadır
Büyükşehir olacaklarla birlikte 29 ilin sınırları içinde yer alan köy ve beldelerin tüzel kişiliği iptal edilmekte; köyler mahalle olarak, belde belediyeleri de mahalleleriyle birlikte bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmaktadır.
Tasarı, 1591 belde belediyesi ile 16.082 köyün tüzel kişiliğine son vermektedir. 29 ilde il özel idareleri de kaldırılmaktadır. Tasarı, kentsel yerleşme yönetimiyle kırsal yerleşme yönetimini birleştirmektedir. Tasarı yasalaştığında nüfusun % 75’i (56 milyon kişi) 29 büyükşehir/bütünşehirde yaşıyor olacaktır. Dolayısıyla bu uygulamanın yaratacağı olası sonuçlar toplumsal aktörler de dikkate alınarak gerçekçi bir biçimde irdelenmelidir.
Söz konusu yerel yönetim birimlerinin tüzel kişiliklerinin kaldırılmasının yanı sıra malları da tasfiye edilmektedir. Bu durum mülkiyet hakkına da aykırıdır. Hem kişilikleri hem de malları yok edilmektedir.
Tasarı antidemokratik bir merkezileşme tasarısıdır
Tasarı, yereli yok sayan – merkezileşmeyi yoğunlaştıran bir modeldir. Yerel yönetimlere nefes alacak alan bırakmayan bir yönetim sistemi inşa edilmektedir. Tasarının gerekçesinde “etkin, etkili, vatandaş odaklı, katılımcı, saydam ve olabildiğince yerel bir yönetim anlayışı” vurgusu yapılmaktadır. Oysa il özel idaresi, belediye, köy ülkemizdeki üç yerel yönetim türüdür ve tasarı, 29 il özel idaresini, 1591 belde belediyesini, 16.082 köyü kaldırmaktadır. Bir başka ifadeyle il özel idarelerinin yüzde 36’sı, belediyelerin yüzde 53’ü, köylerin yüzde 47’si yerel halka sorulmadan ortadan kaldırılıyor. Bu sistem, gerek bütünşehir sınırları içinde gerek Türkiye genelinde “güçlü başkan” – “tek adam” sistemini; merkezi ve yerel düzeyde seçimle gelen kralları ve prensleri getirecektir. Ölçeğin genişlemesi, demokrasinin gelişmesine değil, kontrol ve kâr adına “otoritenin yoğunlaşması”na yol açacaktır. Kurulması öngörülen Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi bu sürecin engeli değildir.
İl yerel yönetimi kalkmaktadır. Yerine merkezi yönetim birimi olarak Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi kurulmaktadır
Tasarı, 29 bütünşehirde 2005 yılında kabul edilen 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ile görev ve yetki bakımından güçlendirilen il özel idarelerinin tüzel kişiliğini kaldırmaktadır. İl genel meclisi tarihe gömülmektedir. Belediye sınırlarının il mülki sınırları olarak belirlenmesiyle, il özel idareleri tarafından yürütülen hizmetler tümüyle büyükşehir belediyeleri tarafından gerçekleştirilecektir. Büyükşehir belediyelerinin bu hizmetleri yerine getiremeyecekleri açıktır. Bu nedenle tasarı, 29 ilde valiye bağlı olarak kamu tüzel kişiliğine sahip, özel bütçeli Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi kurarak il özel idaresinin halkla bağını kuran bölümünü ortadan kaldırmaktadır.
Tasarının 4. maddesi ile valiye bağlı olarak kurulan kamu tüzel kişiliğini haiz “Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri” Anayasa’nın belirlediği yönetim yapısına aykırıdır. Bu merkezler yerel yönetim birimi mi yoksa merkezi idarenin birimi mi belli değildir. Merkezi idarenin nasıl teşkilatlanacağı Anayasada ve 3046 sayılı Kanunda düzenlenmiştir. Üstelik Tasarıya göre “Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri” Bakanlar Kurulu Kararı ile de kurulabilecektir. Kamu tüzel kişiliğini haiz bir kuruluş Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulamaz. Kanunla kurulabilir.
Anayasa, merkezi idare ile mahalli idareyi ayırmış ve Türkiye’nin idaresini bu ayrıma göre düzenlemiştir. Öncelikle Anayasaya göre mahalli idareler, il, belediye ve köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere ve seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir. Merkezi idare ise tüm ülke düzeyinde kamu hizmetlerini yerine getirmek üzere teşkilatlanmıştır. Merkezi idarenin birimlerinde görevli idareciler seçimle değil, atama yoluyla belirlenirler. Bu nedenle seçimle belirlenmiş ve mahalli ihtiyaçları karşılamak üzere teşkilatlanmış bir mahalli idare biriminin görevlerini, merkezi idare birimi yerine getiremez. Üstelik hangi merkezi idare biriminin yerine getireceği de açık ve net değildir. Tasarı yönetimde kaos tasarısıdır.
İl genel yönetiminin geleceği belirsizleşmiştir
Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi, büyükşehir belediyelerinin bulunduğu illerde “yatırım ve hizmetlerin etkin olarak yapılması, izlenmesi ve denetlenmesi; afet ve acil yardım hizmetlerinin koordinasyonu ve yürütülmesi; ilin tanıtımı; gerektiğinde merkezi idarenin taşrada yapacağı yatırımların yapılması ve koordine edilmesi; ildeki kamu kurum ve kuruluşlarına rehberlik edilmesi, hukuki destek sağlanması ve bunların denetlenmesini gerçekleştirmek üzere” kurulmaktadır. Tasarı, büyükşehirler dışındaki illerde de bu merkezin kurulabileceğini öngörmektedir. Devlet tüzel kişiliğinin bir parçası olmayan, kendi tüzel kişiliği adına hareket edecek olan bu yapı, merkezi yönetimin taşra teşkilatını da eritecektir. Tasarı, il genel yönetiminin (mülki idare sisteminin) buharlaşmasına zemin hazırlamaktadır. İl genel meclisi kaldırılmakta, il özel idaresi ile il genel yönetimi Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi çatısı altında birleşmektedir. Tasarı “ucube” bir yönetim yapısı kurmaktadır.
Kamu hizmeti dengeli planlanamaz
1982 Anayasası, büyükşehirler için özel yönetim modeli getirilebileceğini öngörmektedir, ancak illerin bütünşehir modeliyle yönetiminin anayasal dayanağı bulunmamaktadır. İl genel yönetimini zedeleyen – il yerel yönetimini (il özel idarelerini) kaldıran bir büyükşehir yönetim modeli kamu hizmeti bakımından sorunlar yaratacaktır. Bütünşehir modelinde kamu hizmetlerinin planlanması nasıl yapılacaktır? Örneğin eğitim hizmeti merkezi bir hizmet midir yoksa yerel bir hizmet midir? Halk eğitim hizmetini belediye başkanından mı almak ister merkezi hükümetten mi almak ister?
Eşitsizlik derinleşir
Bütünşehir modeli, büyükşehir belediyeleri için kendi sınırı içerisinde geniş yetkilerle donatılmış, diğer illerle bağını koparmış bir yapıya yol açmaktadır. Her büyükşehir belediyesi adeta “bir yurt” haline gelmektedir. Bu tasarı, bütünşehir içinde hizmete erişim bakımından eşitsizlikleri derinleştirecektir. Türkiye genelinde de bölgelerarası gelişmişlik farkı artacaktır. Tasarı, devletin kamu hizmetlerini ülke geneline dengeli bir biçimde dağıtma olanağını ortadan kaldırmaktadır.
Belde belediyeleri önemlidir
Bütünşehir modeli, belediye yönetimini tarihe gömmektedir. Belde belediyeleri ve köyler, halka en yakın yerel yönetim birimleridir. Beldelerde ve köylerde yaşayan halka sormadan bu yönetim birimlerinin tüzel kişiliklerini kaldırmak, demokratik devlet ilkesine aykırıdır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, hizmetin halka en yakın yönetim birimlerince verilmesi ilkesi üzerine yükselmektedir. Türkiye’nin, bu Şart’a imza atan ilk devletlerden biri olduğu unutulmamalıdır. Belde belediyeleri, halkın yönetime ulaşması ve hizmet ölçeği bakımından vazgeçilmemesi gereken yönetimlerdir. Belde düzeyinde yerel halkın yönetim yetkisini ortadan kaldırmak yerine, bu yönetim birimlerini idari ve mali açıdan güçlendirme yolu tercih edilmelidir. Yerleşim yeri sınırları içinde yaşayanların ortak sorunlarının nasıl çözüleceğine, o sınırlar içinde yaşayanlar karar vermelidir.
Kırsal alan yönetimi belediyelere devredilerek, kırsal alanın planlanmasında köy muhtarı, ihtiyar heyeti, kaymakam ve vali devre dışına çıkarılmaktadır
Tüzel kişiliğinin sona erdirilmesi ile köyün özel mülkiyetinde bulunan söz konusu taşınmazlar ile birlikte köye ait her türlü taşınır mal, hak, alacak ve borçları 5393 sayılı Belediye Kanununun 11 nci maddesi gereğince katıldıkları belediyeye intikal eder. Şehrin gelişme alanı içinde kalan köylerin tüzel kişiliğinin kaldırılarak idaresinin büyükşehir belediyelerine bırakılması, büyükşehir belediyelerine bu köyler üzerinde istediği gibi planlama yapma ve uygulama yetkisi sağlar. Aynı zamanda köy muhtarı ve ihtiyar meclisi, kaymakam ve vali engeli aşılmış olur.
Köylü yaşam alanı üzerindeki haklarını kaybetmektedir
Bu tasarı, köylünün kendi yaşam alanı üzerindeki tüm yönetim haklarını kaybetmesi anlamına gelmektedir. Köy tabelasının sökülerek mahalle haline getirilmesi köyün yaşamını iyileştirmeyecek aksine kötüleştirecektir. Gerek 6292 olarak bilinen 2/B Kanunu gerek diğer kanunlarla yapılan değişikliklerle hazine arazilerinin ve 2/B alanlarının belediyelere proje alanı veya kentsel dönüşüm adı altında devri ile bu arazilerin şehirleşmeye açılması sonucu oluşan rantın tamamı belediyelere aktarılmaktadır. Köy topraklarının proje alanı veya kentsel dönüşüm bölgesi olarak belirlenmesi durumunda, tarım ve hayvancılıkla geçinen dar gelirli köylüler arazileri kıymetlendiği halde bu ranttan herhangi bir pay alamayacaklardır. Üstelik yandaş değillerse başka yer gösterilerek veya kamulaştırma yoluyla köylerinden sürülebileceklerdir.
Köylü yoksullaşacaktır
Tarım ve hayvancılıkla uğraşan, suyu bedava kullanan, vergi muafiyetine sahip köyler; belediye sınırlarına alınmakla bu hak ve muafiyetleri kaybettiklerinden köylü için hayat daha pahalı hale gelecektir. Kanunlarla getirilen sınırlandırmalar nedeniyle, bu alanlarda hayvancılık yapılması da mümkün olmayacaktır. Köyde yaşayan insanların iktisadi faaliyeti kısıtlanacaktır.
Köylerin kaldırılması ile bu alanlarda yabancılara toprak satışının önü açılmıştır
2003 yılında 4916 Sayılı Kanun (Köy Kanunu 87. Maddesi) değişikliği ile yabancı gerçek kişilerin köy arazilerinde taşınmaz edinmeleri yasağı kaldırılmış; ancak bu değişiklik Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiştir (AYM 2005/14 Esas). Tasarı ile bütünşehirlerde bu kararın geçerliliği ortadan kalkmaktadır.
Orman köylerinin kentsel ranta açılması kolaylaşacaktır
Büyükşehirlerin gelişim alanlarında, özellikle İstanbul ve Kocaeli sınırları içinde kalan orman köyleri, bakir ve merkeze yakın olmaları nedeniyle İstanbul sosyetesi için cazip yerleşim yerleridir. Bu nedenle orman köyleri belediyeler için gözde proje alanlarıdır. Orman köylüsü buralarda yaşamaya devem etmek isteyeceği ve köy tüzel kişiliklerinin Köy Kanunu’ndan kaynaklanan yetkileri bu projelerin uygulanmasında engel teşkil edebileceğinden orman köylerinin kaldırılmaları öngörülmektedir. Orman köyü ve orman köylüsü bu alanlardan taşınarak, daha üst gelir grupları için orman içinde yeni, lüks yerleşim alanları tesis edilebilecektir.
Borçlanma tetiklenmektedir
Büyükşehir belediyelerinin görev ve sorumlulukları artacağı için giderleri de artacaktır. Bu düzenleme borçlanmayı tetikleyen bir sürecin başlangıcı olacaktır. Büyükşehir belediyesi modeli ile borçlanma limiti arttırılmaktadır. Ancak bu limit artışı mevcut büyükşehirlere yeterli gelmemiştir
Özelleştirme politikası sürmektedir
Borçların ödenmesinde yaşanılan sorunlar, hızla yeni özelleştirmelerin yolunu açacaktır. Tasarı il düzeyinde orman, mera, kıyı gibi tüm kamu varlıklarını belediyelere devretmektedir. Bu kez de kamu kaynakları büyükşehir borçlanması üzerinden talana uğrayacaktır. Tasarı, söz konusu illerdeki tüm kamu mallarının tasfiyesi anlamına gelmektedir. Bu illerde mülkiyet yapısı da hızla dönüşecektir.
Mevcut büyükşehir modeli sorunludur
Tasarıda izlenen yol Ankara Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi örnekleridir. Ne var ki mevcut büyükşehir modelinde büyükşehir belediyesi-ilçe belediyesi ilişkisi sorunludur. Görev-yetki paylaşımı ve kaynaklar konusunda çözülmesi gereken birçok sorun bulunmaktadır. Uygulamadaki modelin bilimsel analizi yapılmadığı gibi, işleyişteki mevcut sorunlar da dikkate alınmamıştır.
Tasarı kamusal kaynakların elde çıkarılmasına zemin hazırlamaktadır
Tasarı, iktisadi bakımdan irdelendiğinde rantın denetlenmesi ve bölüşümü sürecinde küçük yönetsel birimleri ortadan kaldırma ve yasal engelleri ayıklama projesi olduğu görülmektedir. Tasarı, devletin toprak üzerinde, hem yerel hem küresel sermaye odaklarının taleplerine yanıt verecek şekilde, daha kolay kontrol edilebilir bir ölçekte örgütlenmekte olduğunun göstergesidir. Yatırım alanı arayan sermayenin iktisadi ve siyasal egemenliği, bu egemenliğe uygun toplumsal ve yönetsel yapıların kurulmasıyla gerçekleşmektedir. Tasarı, kamu hizmeti götürme amaçlı değildir. Kamusal kaynakların satılması ve ranta açılmasına endekslenmiştir.
Tasarı toplum için yıkıcıdır
Toplumsal açıdan değerlendirildiğinde bu tasarı köylü, küçük üretici, memur açısından yıkıcı sonuçlar barındırmaktadır.
Keyfi, otoriter bir rejim inşa edilmektedir
Siyasi bakımdan değerlendirildiğinde bu tasarı, köylü, işçi, memur ve küçük üreticiyi, küçük esnafı yönetim kanallarından tamamen uzaklaştırmaktadır; bunun karşısında küresel ve ulusal büyük sermayeyi, rantiyeleri güçlendirmektedir. İnsan ve kamusal hizmete odaklı değil, kâra odaklı; demokrasiye değil, keyfi yönetime dayalı bir yönetim modeli getirilmektedir. Bu tasarı: a) yerelleşme getirmemektedir; b) hizmet etkinliğini gözeten bir anlayışın ürünü değildir; c) yerelde anti-demokratik ve otoriter bir rejim inşa etmektedir.
Tasarı bu haliyle geri çekilmelidir. büyükşehir modeli daha demokratik bir işleyişe kavuşturulmalıdır
Yönetim sistemini değiştiren yasal düzenlemeler “halkın gereksinimleri” dikkate alınarak ve “halkla birlikte” gerçekleştirilmelidir. “Egemenlik kayıtsız şartsız halkın” diyerek belde belediyeleri kapatılamaz. O halde belde belediyelerinin kapatılması kararı, o yörede yaşayan halkın iradesine bırakılmalıdır.
Bütünşehir değil, demokratik büyükşehir modeli getirilmelidir
Mevcut büyükşehir yönetim modelinin sorunları analiz edildikten ve bu sorunlara çözüm geliştirildikten sonra, büyükşehir sayısı artırılabilir. Ancak, kentsel yerleşmelerle kırsal yerleşmeleri metropol kent yönetimi modeli içinde eriten “bütünşehir modeli” kesinlikle reddedilmelidir.
( http://www.sendika.org )
“BÜTÜNŞEHİR-BÜYÜKŞEHİR TASARISI” meselesinin ayrıntılarıyla, tüm yönleriyle ilgilenen arkadaşlar için iyi bir yazı arşivi:
http://www.yayed.org/id263-haber-duyuru/buyuksehir-tasarisi-ile-ilgili-yazilar-2012-guncellendi.php
Atanmışlar seçilmişleri belirleyecek
24 Ekim 2012
5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nda 18 Ekim günü kabul edilen değişiklikle birlikte atanmışların yetkileri genişletiliyor.
Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri
Kanuna göre Büyükşehir belediyesi olan 29 kentte “Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri” (YİKM) oluşturulacak. Bu merkezler valiliğin ildeki bütün kamusal hizmetlerin denetim, koordinasyon ve hatta yapım süreçlerindeki belirleyiciliğini artıracak. Atanmış kişilerden oluşan merkez ildeki kamusal alanı belirlemeye başlayacak.
Valiye bağlı, özel bütçeli olan YİKM’lerin amacı yasada şu şekilde tanımlanıyor: “Yatırım ve hizmetlerin etkin olarak yapılması, izlenmesi ve denetlenmesi; afet ve acil yardım hizmetlerinin koordinasyonu ve yürütülmesi; ilin tanıtımı; gerektiğinde merkezi idarenin taşrada yapacağı yatırımların yapılması ve koordine edilmesi; ildeki kamu kurum ve kuruluşlarına rehberlik edilmesi, hukuki destek sağlanması ve bunların denetlenmesini gerçekleştirmek.”
YİKM’ler merkezi idarenin adli ve askeri teşkilat dışında taşradaki tüm birimlerinin hizmet ve faaliyetlerinin etkinliği, verimliliği ve kurumların stratejik plan ve performans programlarına uygunluğu ile ilgili her yıl bir rapor hazırlayacak. Bu raporlar valinin değerlendirmesiyle birlikte Başbakanlığa ve bu kurumların bağlı veya ilgili olduğu bakanlığa gönderilecek.
Kamuya Bakanlar Kurulu müdahalesi
Çalışma usul ve esaslarının İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılacak yönetmeliklerle belirleneceği YİKM’ler gerekli görüldüğünde Bakanlar Kurulu kararıyla da kurulabilecek. Öte yandan yasada “kamu tüzel kişisi” olarak tanımlanmasına rağmen YİKM’lerin Bakanlar Kurulu kararıyla kurulması da Anayasa’ya aykırılık içeriyor. Çünkü kamu tüzel kişileri kanunla kurulabiliyor.
Sendika.Org
“Büyükşehir-Bütünşehir” konusu hakkında ekler:
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/buyuksehir-yasasi-ilerliyor-vatandas-daha-cok-para-odeyecek-akp-tahakkum-kuracak
http://www.karasaban.net/ciftci-sen-buyuksehir-kanunuyla-koylerin-yarisina-yakini-tasfiye-olacak/
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/buyuksehir-kanunu-koylulugu-yok-edecek-haberi-61442
“Büyükşehir-Bütünşehir” tasarısını “adem-i merkeziyetçi reform” sananlar, bu yazılara bir göz atmalı:
http://www.bianet.org/bianet/kent/141531-buyuksehir-tasarisi-ve-kent-hakki
http://www.bianet.org/bianet/toplum/138569-buyuksehirler-yasasi-merkezi-guclendirir
(Linkini verdiğim son yazı çok önemli. Bu yüzden aynı yazıyı/röportajı tam metin olarak tekrar aktarıyorum…)
“Büyükşehirler Yasası” Merkezi Güçlendirir
“Merkezi yönetimin uzantısı şeklinde çalışan büyükşehir belediyelerinin daha da güçlendirilmesi, ilçe yönetimlerinin gücünü azaltacak. Amaç gücü ele geçirmek ve rant sağlamak”
Ekin KARACA
ekin@bianet.org
İstanbul – BİA Haber Merkezi
23 Mayıs 2012, Çarşamba
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi öğretim üyesi ve Şehir Plancıları Odası (ŞPO) eski başkanı Yrd. Doç. Dr. Pelin Pınar Özden, belediye başkanlarına olağanüstü yetkiler getirecek olan “Büyükşehirler Yasası”nı bianet’e değerlendirdi.
Özden, bazı illere “büyükşehir” statüsü verilirken göz önünde bulundurulan kriterleri eleştirirken, söz konusu teklifin yasalaşması durumunda merkeziyetçi yönetim anlayışının daha fazla güç kazanacağını ve ilçe-mahalle bazında yerel yönetimlerin güç kaybedeceğini düşünüyor.
“Daha fazla merkezileşmeye götürür”
Mevcut 16 büyükşehir belediyesine 13 ili daha dahil etmek ne kadar gerekli? Bu kentleşme açısından gerekli bir girişim mi?
Büyükşehir Belediyesi olma kriterleri kanunda belirlenmiş. Ancak bunların bilimsel hesabını yapmadan bazı yerleri büyükşehir belediyesi adayı olarak ilan etmek çok doğru değil.
Sadece yüzölçümü veya nüfus kriterleriyle bazı yerleri büyükşehir belediyesi yapacaklarını söylüyorlar. Oysa bir yerin büyükşehir olması için farklı potansiyeller ve kriterlerin hesaplanması lazım. Bunlar hesaplanmadığı zaman içi boş cevizler yaratırlar.
Yerellikler, özgünlükler, o özgünlükten kaynaklanan potansiyellerin üst üste konduktan sonra karar verilmesi gerekiyor. Yoksa sadece nüfusa bakılarak bir yerin büyükşehir ilan edilmesinin hiçbir bilimsel temeli yok.
Büyükşehir belediyelerinin yetki alanlarının il sınırlarını kapsayacağı ifade ediliyor. Bu durumda ilçe belediyelerinin yetkileri azalacak. Bu durum şehircilik açısından ve siyasi olarak nasıl değerlendirilebilir?
Yapılan açıklamalarda böyle bir şey olmayacağını, büyükşehir belediyelerinin daha çok hizmet verecek kurumlar haline getirileceğini söylüyorlar.
Ancak bu, gerçekten de büyükşehir belediyelerinin yetkilerini çok ciddi şekilde güçlendiren ve bir yandan da merkezileşmeye götürecek bir uygulama.
Bu uygulamayla ilçe belediyelerinin yetkileri büyük ölçüde sınırlandırılacaktır. Üstelik farklı partilerin, farklı siyasi coğrafyaların olduğu alanlarda bu daha da dikkat çekici bir noktaya ulaşabilir.
Yerel yönetimlerin yetkilerinin elinden alınması, savunduğumuz yerellik, özerklik, özgünlük açısından bize göre sakıncalı.
Mevcut siyasi yapı içinde baktığımızda merkezi yönetimin uzantısı şeklinde çalışan büyükşehir belediyelerinin daha da fazla güçlendirilmesi ve yetkilendirilmesi, ilçe yönetimlerinin gücünü azaltacak.
Yani ademi merkeziyetçilikle taban tabana zıt bir yasal düzenlemeyle karşı karşıyayız…
Mahallelerden, semtlere, ilçelere ve il yönetimine doğru bir yapılanma lazım. Ancak iktidar bunu istemiyor. Bugün muhtarlıkları kaldırmaya çalışıyorlar.
Muhtarlıklar halkın yönetime doğrudan elini uzatabildiği ilk adrestir. Onu bile kaldırmaya çalışıyorlar.
Olması gereken tabandan tavana bir yönetim anlayışıdır ama bunu engelleyecek politikalar üretiliyor.
“Amaç gücü ele geçirmek ve rant sağlamak”
Afet yasası meclisten yeni geçti. 7 milyon binayı yıkacaklarını söylüyorlar. Sizce afet yasası ile büyükşehir belediye başkanlarına olağanüstü yetkiler vereceği düşünülen yeni yasa çalışması arasında bir bağlantı var mı?
Afet yasası da merkezin yetkilerini güçlendiren bir yasa. Başbakanlığa ve TOKİ’ye çok ciddi yetkiler veren, anayasaya aykırı bir yasa.
Afet açısından çok ciddi tehlike altında bulunan yerler var. Bunu reddetmiyoruz. Ancak bu şekilde baskıcı yöntemlerle uygulanması doğru değil. Ayrıca orman alanlarını, meraları da talan eden bir yasa.
Şimdi üstünde çalışılan belediye yasasını da bunun üstüne koyduğumuzda bir koordineli çalışma olduğunu söylemek mümkün. Birlikte okunduğunda hepsinin aslında gücü ele geçirmek ve rant kaygısı ile hazırlandığını söyleyebiliriz.
Büyükşehir belediyelerine olağanüstü yetkiler verilmesi demokratik özerklik talebinin neresine düşüyor? Demokratik özerlik sürecini güçlendirecek bir çalışma mı yoksa tamamen bunu engelleyecek bir çalışma mı?
Demokratik özerkliğin tam tersi bir yaklaşım. Demokratik özerklik dendiğinde öncelikle ilçe belediyelerinin özerkliğinden bahsediyoruz. İlçeler kendi kararlarını uygulayacak ki, oradan tavana doğru bir yayılma olsun.
Demokratik özerklikte ilk adım, en alttaki birimlerdir. O yüzden bu çalışmalar onunla da ters düşüyor. (EKN)
(Bana inanmayanlar, umarım Özgür Gündem yazarına inanırlar…)
Büyükşehir Yasası ve Köyler(Abdullah AYSU)
Cuma, 26 Ekim 2012
Mahalle Statütüne dönüşen (Balıkesir) Ayvalık Altınova Beldesi ve Köylüleri protesto yapıyor
Hükümet, 13 yeni Büyükşehir kurulmasına ilişkin Kanun Tasarısını 8 Ekim 2012 tarihinde TBMM’ye sevk etti.
Tasarıya göre; 18 bin 200 köy, mahalleye dönüşüyor. 1582 belde kapanıyor. Beldeler, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısıyla aslında köy karakterindedir. Bunları da mahalleye dönüştürülecek köylere eklediğimizde yaklaşık 20 bin köy tasfiye edilecek. Bir başka ifadeyle köylerin yüzde 47’si halka sorulmadan ortadan kaldırılıyor. Tasarı yasalaştığında nüfusun yüzde 75’i şehirli olacak.
Tasarının gerekçesinde “etkin, etkili, vatandaş odaklı, katılımcı, saydam ve olabildiğince yerel bir yönetim anlayışı” vurgusu var. Ancak, Tasarı’nın içeriği ve gerçekler öyle değil.
Tasarının içeriği ve gerçekler;
– Çiftçiler sahip olduğu bazı haklarını kaybedecek. Hayvancılıkla uğraşan, su vb. yaşamsal ihtiyaçlarına para ödemeyen köylüler, köyler, belediye sınırlarına alındıktan sonra bu haklarını zamanla kaybedecek, su gibi birçok ihtiyacını para ile satın alacak. Yasalar gereği bu alanlarda hayvan yetiştiriciliği (işlerini) yapması engellenebilecek. Üretemeyecek! Üreterek aile bütçesine katkı sağladığı sütün, yoğurdun, tavuğun ve yumurtanın tüketicisi/satın alıcısı olacak.
– Köylü nüfusu yarıya düşecek. Kırlar ıssızlaşacak. Tarım şirketleşecek; tarımda kimyasal kullanımı artacak, sağlık riski artacak. Toprak, yer altı ve yerüstü sular kirlenecek, kullanılamaz hale gelecek,
– Mahalleye dönüştürülen köylerin toprak, harman yeri, mera ve yaylaklar gibi ortak varlıkları belediye tasarrufuna geçecek. Belediye tasarrufuna geçecek ortak varlıklar amaç dışı kullanılabilecek. Amaç dışı kullanım oranında ekolojik denge bozulacak, tarımsal ürün azalacak, çiftçiler işsiz kalacak.
– Küresel şirketler ve Avrupa Birliği’nin (AB) talebi; “tarımda köylü nüfusunuz fazla yüzde 10’un altına düşürün!” Bu yasayla çiftçilerin yarısı tasfiye edilecek; çiftçilerin değil, küresel tarım ve gıda şirketlerinin taleplerine yanıt verilmiş olacak,
– Köylüler yerlerinden yurtlarından olacak. Mahalleye dönüştürülecek köylerin ortak malları olan meralar, harman yerleri, yaylaklar kıymetlenecek ancak bundan köylüler yararlanamayacak. Köylüler bu iş ve yaşam alanlarının üzerindeki haklarını kaybedecekler,
– Köy ve belde gibi yönetim birimlerinin tüzel kişiliklerini kaldırmak aslında onları devre dışı bırakmaktır. Demokratik değildir. Yerleşimlerde ortak sorunların nasıl çözüleceğine, sakinlerin karar vermesi; doğru ve demokratik olan yöntemdir. Tasarı, küçük üretici ve küçük esnafı katılımcı demokrasiden tamamen uzaklaştıracak,
– AK Parti’nin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Menderes Türel: “Avrupa Konseyi’nde 1989 senesinde imza attığımız yerel yönetim özerklik şartnamesi gereğince yapılması gerekenleri daha yeni yapabiliyoruz” diyor. Evet, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na imza atan ilk ülkelerden biri Türkiye’dir. Ancak bu Şart, hizmetin halka en yakın yönetim birimlerince verilmesi ilkesi üzerine oturur. Köyler ve Belde Belediyeleri, halkın yönetime ulaşması ve katılması bakımından en uygun yönetimlerdir. Belde belediyelerinin dolayısıyla yerel halkın yönetim/yönetme yetkisini ortadan kaldırmak yanlıştır. Yapılması gereken idari ve mali açıdan güçlendirmektir,
Özetle; Tasarı, demokratik değil. Kâra odaklı, her şeyi merkezde toplayan yönetim modelidir. Köylerin yarısına yakınını zamanla tasfiye edecek, ortak varlıklarını “gasp edecek”, çiftçiliği ortadan kaldıracak, köylüyü işsiz bırakacak, tarım ve gıdaya şirketleri egemen kılacak, ekolojik dengeyi bozacak anti demokratik bir toplum tahayyülüdür.
Özgür Gündem – 26 Ekim 2012
Büyükşehir belediyeciliği Demokratik Özerkliğe karşı
Şaban İBA ( http://www.ozgur-gundem.com )
11.10.2012
Büyükşehir belediyeleri 1982 Anayasası’nın 127. maddesindeki “Büyük yerleşim yerlerinde özel yönetim biçimleri oluşturulabilir” hükmüne dayanılarak 1984 yılında kuruldu.
İlkin Ankara, İstanbul ve İzmir belediyeleri ile başlayan Büyükşehir kuruluşları giderek artırıldı. 1986-1988 döneminde 5, 1993 yılında 8 Büyükşehir daha kurularak sayıları 16’ya çıkarıldı. Şimdi buna 13 il daha eklenerek toplam sayı 29’a çıkarılıyor.
Yerel seçimlerin 5 ay öne alması ile planlanan 13 ilin Büyükşehir yapılması için hükümetin meclise sunduğu teklifin yasalaşması halinde Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Mardin, Maraş, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Urfa, Van illeri Büyükşehir Belediye statüsü kazanacak.
Sayıları 29’a ulaşacak Büyükşehirlerin toplam nüfusu 56 milyona ulaşıyor. Bu nüfus potansiyeli ile TBMM’deki milletvekillerinin büyük çoğunluğu 29 Büyükşehir tarafından seçilecek. üstelik, nüfus artışının çok büyük olduğu bu şehirlerin meclisteki temsiliyeti giderek artacak. “Reform” adı altında yapılan ve esas olarak özelleştirme ve piyasalaştırma amacı taşıyan bu neoliberal politikalar, 12 Eylül askeri müdahalesiyle başladı. Bu süreçte Dünya Bankası’nın finansmanı ile belediye hizmetleri özeleştirildi. Çok sayıda belediye ortaklığı ile taşeron şirketler kuruldu. Ulaşımdan altyapıya, enerjiden suya, imar işlerinden çöpe kadar tüm belediye hizmetleri piyasalaştırıldı. Böylelikle kent rantının paylaşımına dayalı bir yerel yönetim anlayışı geliştirildi.
Yakın zamanda kentsel dönüşümün önündeki engelleri de Afet Yasası ile aşmasının ardından AKP, Büyükşehirleri iktidarının temel dayanakları haline getirmeye çalışıyor. Artan nüfus ve göçe dayalı hareketlere dayalı olarak çarpıklaşan büyük kentlerin belediyelerini neoliberal dönüşüm politikalarına göre yeniden dizayn ediyor.
Büyükşehir belediyesi olma kriterlerinin bilimsel bir değeri yok. Sadece yüzölçümü ve nüfus kriterleri böyle bir statü için yeterli olamaz. Ekonomik, sosyal, kültürel ihtiyaçlar dikkate alınmadan, yerellikten ve özgünlükten kaynaklanan değerler hesaba katılmadan yapılan bu idari ve siyasi düzenlemeler, her şeyden önce demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımını engeller niteliktedir.
Büyükşehir belediyelerinin yetki alanlarının il sınırlarını kapsaması, ilçe belediyelerinin yetkilerini azaltmanın da ötesinde şehir rantının tek elde toplanmasına neden olacaktır. Rantın tek elde toplanması ise o kentin yönetimini elinde bulunduran partiye ve özellikle iktidardaki partiye muazzam imkanlar sağlamaktadır.
Bu yasa ile merkeziyetçiliği daha da güçlendirmek için beldeler kaldırılıyor, köyler mahalle yapılıyor, ilçeleri ise bypas ederek halkın yönetime katılımı demek olan yerinden yönetimin önüne engeller çıkarılıyor.
Merkezi yönetimin uzantısı şeklinde çalışan Büyükşehir belediyelerinin daha fazla güçlendirilmesi ve yetkilendirilmesi, ilçe yönetimlerinin gücünü azalttığı gibi, ayrıca diğer illere göre ayrıcalıklar yaratıyor.
Yasa bir yandan il özel idarelerini kaldırarak Büyükşehir belediyelerine yetki verir gibi görünürken, diğer yandan Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri (YİKM) kurularak valilere yerel yönetimler üzerinde merkezi denetim yetkisi veriliyor.
Valinin başkanlığında 29 ilde kurulacak olan YİKM’Ler, merkezi idarenin taşradaki işlerini yürütecekler. Yasaya göre hizmetlerin etkinliğini ve verimliliğini artırmak, kaynakların yerinde kullanımını sağlamak, hizmetteki aksamalara engel olmak, denetim alanındaki boşluğu doldurmak, rehberlik etmek, ayrıca afet ve acil yardım hizmetlerini yürütmekle görevli olacaklar.
Büyükşehir Belediye sınırlarının bütün ili kapsaması ve İl Özel İdareleri’nin kaldırılması, bu illerde yerinden yönetimin gelişmesine ve güçlenmesin katkıda bulunabilirdi. Ancak yeni bir idari ve siyasi organ olarak YİKM’ler bunu imkansız hale getirmekte ve merkezi daha da güçlendirmektedir.
Büyükşehir belediyeciliği yerelden yönetime ve demokratik özerklik anlayışına karşı ve onu önlemek için getirilmiş neoliberal bir projedir. Sadece Kürt illerinde değil, aynı zamanda Türkiye’nin tüm diğer bölgelerinde de uygulanabilecek olan bir demokratikleşme projesi olan demokratik özerklik, bu yasa ile engellenmeye çalışılmaktadır. Demokratik Özerkliği sadece yerel yönetim modeli bağlamında ele alsak bile, bu projenin tanımladığı yerel yönetim modeli ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik ve kültürel temelde bir devrimci ve demokratik dönüşüm programınıdır. Bu stratejik yönelime uygun, somut ve bugünden gerçekleştirilebilecek bir yerel yönetim tasarımı, yani yerel demokrasi, yerelde halkın kendi kendini yönetmesi anlayışı güç kazandıkça AKP bunu engellemeye çalışmaktadır.
Yerel yönetimin en küçük birimi olan mahallelerden başlayarak aşağıdan yukarıya doğru eşit temsil ve halkın demokratik katılımı ile oluşan/oluşacak yerel meclisler, Türkiye’nin bürokratik, militer ve otoriter merkezi geleneklerinin aşımı için tek çaredir.
“Büyükşehir-Bütünşehir Yasası” hakkında benim söylediklerime inanmayan/güvenmeyen arkadaşlar bir de Melih Pekdemir’in şu yazısını okusunlar:
http://birgun.net/writer_index.php?category_code=1187090030&news_code=1352710998&year=2012&month=11&day=12
http://mustafasonmez.net/?p=2546
Bu yazının altında ısrarla yinelediğim “yerel demokrasiyi yıkma planına” karşı mücadele edecek bir hareket, geç de olsa doğdu: “Geleceğin Köyleri Hareketi”
http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/gelecegin-koyleri-hareketi-kuruldu-koy-yoksa-gelecek-de-yok-haberi-69868
http://www.geleceginkoyleri.net/