Yine Faşizm, Oligarşi ve Parlamento…
Artıgerçek
Kitaplar tutacak bir konuyu kısa bir makalede ele almanın, konuyu yeterince anlatamamak gibi bir riski vardır. Öte yandan, faşizm ve diğer rejim türleri üzerine yapılan bir soyutlamanın, faşizmin kitlesel temeli ya da “Bonapartizm” gibi hükümet darbesi biçimlerini ele almaması da doğal karşılanmalıdır. Bununla beraber, geçen haftaki “Faşizm!” makalesine bazı ekler yapmak gereğini duydum.
Faşizmi, “burjuva sınıfının tamamının diktatörlüğü” olarak tanımlamak, beraberinde ister istemez bazı yanlış anlamaları getiriyor. Öncelikle belirteyim ki, bütün burjuva rejimlerinde burjuvazi ile devlet arasında bir görece özerklik ilişkisi vardır. Yani sınıfla devlet bir bütün içinde kaynaşmış değildir hiçbir zaman. Aralarında çelişki ve çatışmalar olması doğaldır. Parlamenter rejimlerde bu çelişkiler, burjuvazinin, kendini kendi devletinden korumak üzere, devlete bazı kısıtlamalar getirmesiyle çözülmeye çalışılır. Bu kısıtlamaların başında bireysel hakları güvenceye alan hukuk ve tekelci iktidar yapılarına karşı kuvvetler ayrılığı gelir. Parlamenter sistemlerdeki seçim yasaları, mümkün olduğu kadar tek partili bir oligarşiye yol açmayacak ya da en azından kısıtlayacak şekilde ayarlanmıştır. Bu yüzden, parlamenter sistemlerde esas hükümet şekli koalisyondur. Tek parti iktidara geçmiş olsa bile, iktidar, parlamento ve diğer anayasal kurumlarla sarılır ve denetlenir. Örneğin, Başkanlık Sistemiyle yönetilen ABD bunun iyi bir örneğidir, Başkan ve iktidarı, çok köklü anayasal denetim kurumlarıyla sarılmıştır. Bu tür başkanlık sistemi oligarşik sisteme değil, parlamenter sisteme daha yakındır. Anayasal kurumlar Başkan’a değil, Başkan anayasal kurumlara tabidir.
Tek parti hâkimiyetine dayanan oligarşilerde denge, devlet ve tek parti iktidarı lehine bozulmuş, eğer rejim diğer partileri tamamen yasa dışına sürmemişse, muhalefet partilerinin mücadele olanakları son derece kısıtlanmış, devleti dengeleyen kurumlar ya tamamen ortadan kaldırılmış ya da önemli ölçüde işlemez hale getirilmiş, keza iktidarı dengeleyen hukuksal normlar ve kurumlar, totaliter değil ama otoriter bir rejim eliyle bir kenara atılmıştır. Türkiye’deki durum aşağı yukarı böyledir.
Faşist diktatörlük ise esasen totaliter bir rejimdir. Devletin bütün kurumları tekelleştirilmiş ve faşist iktidara tabi kılınmıştır. Farklı burjuva kesimleri, faşist devletin ve faşist sokak çetelerinin (İtalya’da kara gömlekliler; Almanya’da SA’lar ve daha sonra SS’ler) zoruyla iktidara tabi hale getirilmiştir. Kısacası, burjuvazinin bütününün diktatörlüğü adına burjuvazi de baskı altına alınmıştır. Yani, faşizm, hem burjuvazinin tümünün diktatörlüğünü temsil eder, hem de bizatihi burjuvazinin tümünün üzerinde bir diktatörlüktür. Bir benzetme yapacak olursam, burjuvazi ile faşizmin ilişkisi, zorla yapılmış bir nikâha benzetilebilir. Evet bu bir evliliktir ama zora dayanan bir evliliktir.
Faşizm, burjuvaziyi zorla içselleştirir, içine alır, onun adına uyguladığı diktatörlüğe zor yoluyla tabi olmasını sağlar. Ta ki, yıkılıncaya kadar.
Oligarşik rejim ise, faşizmin tersine, burjuvazinin bir kesimi adına, burjuvazinin diğer kesimlerini dışlar, eğer bu kesimlerin yasal hakları tamamen ellerinden alınmadıysa, oligarşik rejime tabi olmaları sağlanmaya çalışılır, muhalefetleri kısıtlanır, uygun bir zemin bulunduğunda ise tamamen rejimin dışına sürülürler. Kısacası, oligarşik rejim, burjuvazinin oligarşiyle uyuşmayan kesimleriyle asla nikâh yapmaz. Onları ya “odalık” olarak kullanır ya da “ev”den tamamen atar.
Bu anlamda iki tür oligarşik rejimden söz edebiliriz. Biri, burjuvazinin rejime muhalif kesimlerini sistemin kenarlarında tutup rejimin bekasını tehlikeye atmayacak hale getiren oligarşik diktatörlük türüdür; diğeri ise, burjuvazinin oligarşi dışındaki kesimlerini tamamen dışlayan ve bastıran türü.
Geçen yazımda da belirttiğim gibi, Türkiye’deki rejim, 2002 yılında, CHP (1920-1950) ve DP (1950-1960) oligarşik rejimlerine benzer bir şekilde, parlamentonun oligarşik iktidara tabi kılındığı bir rejime dönüştü. Bu tarihten itibaren 20 yıldır yapılanlar, AKP oligarşisinin, rakiplerini ve muhalifleri adım adım tasfiye etmesi, politik temsilcilerini hapse atması ve yargılaması (Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat davaları; darbe ve “Fetö” davaları; Kobane ve Demirtaş davaları; Gezi ve Kavala davaları, HDP’nin kapatılması girişimi vb.), parlamenter sistemin kurumlarını ya doğrudan tasfiye etmesi ya da işlemez hale getirmesi sürecidir. Bugün rejim öyle bir hale gelmiştir ki, ya oligarşik rejim tekelleşme yönünde yeni adımlar atarak kendine engel olduğunu düşündüğü ya da tehlikeli gördüğü kurum ve güçleri bütünüyle sistemin dışına sürecek ya da oligarşinin dışında kalan güçler ve kurumlar tarafından varlığına son verilip yeniden parlamenter rejime dönülecektir.
Önümüzdeki dönem bu düellonun nihai sonuçlarını hep birlikte göreceğiz: Ya monolitik ve otoriter oligarşi ya da parlamenter rejim. İki taraf da “silah”larını şimdiden yağlamaktadır.
Gün Zileli
10.10.2021