Yeni Sınıf !

Artıgerçek

Huzurevi’nde kalmakta olan eski bir arkadaşımı ziyaret etmek üzere otobüsten indiğimde çevrenin tamamen yabancı olduğunu fark ettim. Yanlış bir yerde indiğimi anlamıştım ama bulunduğum yerin neresi olduğunu anlayamamıştım. Rüyalarımın baş konusu olan “kaybolma”nın yeni bir versiyonu ile karşı karşıyaydım. Tabii ki rüyalarımdaki kadar telaşlanmadım. Sora sora Bağdat bulunurmuş…

Ne var ki, yolda sorduklarımın hiçbiri adını verdiğim huzurevini bilmiyordu. Demek epey uzak bir yere düşmüştüm. Sonunda, bir parkın yanında dinlenmekte olan “çekici” bir trafik kamyonundaki görevlilere aynı soruyu sordum. Şoför mahallinde oturan arkadaş, beklemediğim bir ilgi ve yakınlık gösterip, “navigatöre bakarız abi” dedi, arabadan inip bakmaya başladı. Sonunda huzurevini buldu da ama yol epey uzak görünüyordu. İlerde bir köşkü işaret etti. “Abi, orası cumhurbaşkanının köşkü, yanından bir sokak çıkıyor. O sokaktan gir, dümdüz ilerle, dediğin yere epey yaklaşacaksın. Oralarda da sorarsın artık.” Teşekkür edip yolu tuttum.

Köşkün önünde doğal olarak polis, jandarma ve araçları vardı. Önünden geçip gösterilen yola saptım. Yukarı doğru eğilimli, tuhaf bir yoldu. Tek tük arabalar geçiyordu ama ilerledikçe fark ettim ki, yolda tek bir canlı yoktu, ne insan, ne de bir kedi ya da köpek. Daha da ilginci, kenarda yürünecek kaldırım da yoktu. Yalnızca yolun iki tarafına beyaz boyayla şerit çekilmişti. Arada bir hızla geçen arabalardan sakınarak yukarı doğru ilerledim.

Az sonra, sol tarafta, yüksek duvarlarla çevrilmiş, lüks villalardan oluşan bir site olduğunu fark ettim. İhtişamlı villalar daha tepelik bir arazinin üstünde yükseliyorlardı. Hepsi bir örnekti. Duvar yerine içi görünmez gri camlarla kaplı binalar. Tuhaf bir ruhsuzluk vardı bu binalarda. Zaten yürüdükçe duvarların yüksekliği nedeniyle görünmez oldular.

Biraz ilerde, sitenin ana kapılarından biri olduğu anlaşılan büyük bir kapı gözüme çarptı. Önünde, neredeyse tank büyüklüğünde, kocaman tekerlekleri benim boyuma yakın jip benzeri bir aracı ve hemen ardından ne polise ne jandarmaya ne de bildiğimiz korumalara benzeyen lacivert giysili, bıyıklı nöbetçileri görünce biraz telaşlanır gibi oldum. Daha geçenlerde, 15 gün hastanelerde sürünerek, 58 yıl boyunca peşimi bırakmayan “yoklama kaçaklığı” serüvenimi “askere gitmeye elverişli değildir” raporu alarak sonlandırmıştım ama bu rapor henüz nüfus kaydıma işlenmemişti. Kayıtlı olduğum askerlik şubesinin raporu resmen işleme sokması gerekiyordu. Dolayısıyla, bir kimlik yoklaması yapılsa  “yoklama kaçağı” olarak gözaltına alınabilirdim.

Arandığım dönemlerde polis, annemin oturduğu evin kapısını o kadar aşındırmıştı ki, polisten yaka silken annem, son görüşmemizde, her zamanki alaycılığıyla bana, “sokakta polis gördüğümde terbiyeli adımlarla yürüyorum” demişti. O anda ben de annem gibi “terbiyeli adımlarla” yürüdüğümü fark ettim. Buna yol açan, ilerde gördüğüm tank benzeri jip ve bıyıklı ve lacivert özel üniformalı nöbetçiler (gariban güvenlik görevlilerinden çok daha haşmetli bir halleri vardı) değildi yalnızca. Ellerinde, kayışını omuzlarına astıkları devasa makineli tüfekler neredeyse ateşe hazır bir durumdaydı. Yalıların olduğu tarafa bakmamaya çalışarak insansız ve hayvansız yoldan “terbiyeli adımlarla” ilerledim ve makineli tüfeklerin yakınından yukarı doğru yürüdüm. Kocaman kapıdan girmekte olan özel bir arabayı sorgulamakla meşgul oldukları ve tek tük geçen arabalara “geç” ya da “dur” diye işaretler verdikleri için olacak bana pek dikkat etmediler.

Yoluma devam ettim. Artık yüksek duvarlar bitmiş ve birbirine kelepçelenmiş tel engeller başlamıştı. Üstlerinde, içeri atlamayı imkânsız hale getiren yuvarlak tel yumakları vardı. Fakat buranın iyi tarafı, bu korunaklı sitenin iç taraflarını ve yalıları daha yakından gözlemleme olanağı sunmasıydı. Yalılar yine aynı soğukluk ve ruhsuzlukla birbiri ardı sıra uzanıyordu yüksek bir tepeliğin ardında. Telden duvarların ardına, herhalde iç taraflar dışardan biz sıradan faniler tarafından görülmesin diye çam ağaçları dikilmiş ve bu ağaçlar halat benzeri bir uzantıyla birbirine bağlanmıştı. Birkaç yıl geçtikten sonra bu ağaçlar yalıların görülmesini tamamen engelleyecekti.

Yalılarda yaşayan insanları merak ettim. Kimdi bunlar? Neden bu kadar sıkı korunuyorlardı?

İnsansız ve hayvansız yolda ilerlerken cevabı kendi kendime düşündüm. Yugoslav komünist Milovan Djilas’ın Yeni Sınıf adlı kitabını okumuştum yıllar önce. Djilas, bu kitabında, muhalefetteyken toplumsal mücadeleyi büyük fedakârlıklar pahasına yürüten komünistlerin iktidara gelir gelmez, kendi özel daçalarının oluşturduğu siteleri yüksek duvarlarla çevirdiklerini, duvarların gerisine silahlı nöbetçiler diktiklerini, halkla kendi aralarına büyük bariyerler koyduklarını, kendilerini adeta bu bariyerlerin arkasına hapsettiklerini anlatıyor ve bunlara “yeni sınıf” adını veriyordu.

İşte bizim “yeni sınıfımız” da bunlardı. Yıllarca önce, halka özgürlük getirecekleri, vesayet rejimini yıkacakları vaadi ile iktidara gelmiş, kısa süre sonra, muhafazakâr hayat tarzlarına pek uygun düşen bir şekilde kendilerini halktan ayıracak duvarları hızla inşa etmeye girişmiş, o duvarların arkasına hapsolmuşlardı. Tabii o andan sonra da halkın ruh halini hissetmeleri imkânsız hale gelmişti.

Yeni iktidar sınıfı, yeni sınıf buydu işte. İktidar beslemeleri, yüksek bürokratlar, üst politikacılar, seçkin mali çevrelerin mensupları vb vb. yüksek duvarların ve dikenli telli barikatların ardında, lüks ve güvenli yaşamlarını sürdürüyorlardı. Gönüllü hapislik!

Sonunda kelepçeli tellerin bittiği yere ulaştım. Orada tank benzeri bir jip daha vardı ama normal polislerin dışında o korkunç nöbetçiler yoktu. Demek insan, yerine göre normal polislere ya da güvenlikçilere bile razı oluyormuş. Buradaki giriş bir parkla süslenmişti ve en sonunda orada birkaç insan görebildim. Başları kapalı hanımlar ve salıncakta sallanan çocuklar. Bu insani görüntüler bile bana teselli gibi geldi. Köşedeki küçük Atatürk büstüne ise bir anlam veremedim. Belli ki oraya eleştiriden sakınmak üzere konmuştu. Yoksa her parka Atatürk büstü konacak diye bir şey yoktu. Büstün zor fark edilir küçüklüğü de bunu kanıtlar gibiydi.

“Yeni sınıf Parkı”nın önünden de geçtikten sonra normal insanların kaldırımlarında yürüdüğü bir sokağa vardım sonunda. Oh be! Huzurevi’ne henüz varamasam da huzura kavuşmuştum!

Gün Zileli

27 Mayıs 2022

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

19 Comments

  1. Franz Kafka’nın gizli kalmış bir hikaye kitabı, Zileli’nin eline geçmiş. Öbür hikayeleri de yayınlayın lütfen. Çok güzel.

  2. Kelime kaydırmacası nedeniyle yayınlanamadı. Düzeltilirse yayınlanacak. Admin

  3. Terim-kaydırmaca kabul edilmiyor diye daha önce de söylenmişti. Ayrıca kadınlara argo hitap da kabul edilmiyor. Admin

  4. Gün Zileli beğendiğim bir yazar ve aydın bir insan. Yeni Sınıf yazısını Franz Kafka’nın anlatım tarzına benzettiğim için, gülümseme beklediğim bir yakıştırmada bulundum. Adeta Kafka’nın yeni bir kitabı gibi bir tadı belirtmek istedim. Sayın Zileli, hoopp öyle değil böyle! gibi bir atmacalığı gerek görmeden gülüp geçmiştir.
    Gülüp, gülümseyip geçmeyen bir kişi de lâ lâf lâf…
    Herkese sağlık, iyilik, anlayış, mutluluk dilerim.

  5. İzansıza laf anlatmak nafile bir edadır
    Badgire ve estere katlanmak bir cüdadır
    Şair Eşref

  6. Orwell’in 1984’ini Geçeli 38 Yıl Oldu ama Newspeak Hala Genç ve Zinde
    Solcu devrimcilerin daima genç kalması gelecek nesillere ucuz yoldan uzun yaşama örnekleri olmada çok yaralı. Yine de olmuş olaylar ve varlıklara politikada son moda isimler vermenin aslında parti rozeti olduğu da apaçık.
    Orwell, aşağı yukarı, “eğer var olan isimler yerine yeni isimler kullanılırsa bir sorun var demektir” dedi.
    İngiliz asıllı Nato askerleri, Kuzey Makedonya’da iken, videolarla kanıtlanan, (“consensual orgy “) rızaya bağlı seks partili alemi (sefahat alemi) yapmışlar. Nato, bu yıl, bu haberin “kadınları küçük düşürme” anlamına geldiğini ileri sürerek sefahat alemine katılan İngiliz askerlerini Balkanlara gönderilen Nato ordusuna katmamış.
    Bu bana uzman anarşist Zileli’nin Newspeak ile tarihi yeniden yazma çabalarını hatırlattı.
    Daha da kötüsü, severek katıldığı medyanın, özellikle zamanımızı simgeleyen anında arzusunu tatmin etmede seyircilere mitralyöz saldırısını andıran seks çılgınlığının nedenlerini anlamaktansa başını ideolojik kuma sokarak “elhamdülillah, ben siyasal ve ideolojik hak yolundayım” huu huuuları çekmekte.
    Tıpkı anarşistlik modası gibi, güncel iç boşlukları tatmin edenlerle “ilkeller veya medeniyet öncesi/dışı insanlar arasında eğer babanı tanırsan şanslısın” dalga geçilmesini duymamış ve/veya huzur arayan Derviş gibi “bana ne? Şimdi ne şerbet satılıyorsa onu vereceksin”, huu huuuuları çekmekte.
    Adorno kadın düşmanı Nietzsche’nin, tarihi iyi bilmesine rağmen, kadınlar tarihini bilmediğini eleştirdi.
    Görece kısa bir süre önce, daha henüz siyasal haklı yolda huu huuuları çekmesi başlamadan bir gerçek olay: Şahane araştırmacı Jean Malaurie, Eskimoları yeniden çalışmaya dönmeden önce, adına verilen bir parti hazırlanır. Patiye zamanın Fransız başkanı Giscard d’Estaing de katılır. Giscard d’Estaing, Jean Malaurie’ye göz kırparak “Eskimolar kadınlarını paylaşıyormuş” der.
    Üstelik, İLEREME’DE direniş ve özgürlük şart. Zaten serbest pazar ekonomisin de savunduğu bu: eskilere özgürce direnmek ve yenileri özgürce yaratmak.

  7. Saldırgan karalayıcılık, yaftalamak, daldan dala atlayıp aşırı gevezelik, yahu’lu be’li ifadeler… Tek sebebi var, sadece sezgileriyle yaşamak. Anlamayı, iletişimi engeller bu. K’nin metnindeki duruluğa bakın bir, bir de p’nin metnine. Sezgiler yanıltıcıdır, illüzyona götürür. Zararınız sadece kendinize değil, sizi sevenlere de…

  8. Zannettikleriyle zihni kirlenmiş. çenesi ayarsız kişi arenada dört dönüyor.

  9. Boş verin, sonuçta arenanın aslanlarına yem olacak. Tama saydığınız hata.

  10. Şahıs, sevgisiz ve saygısız, problemli, saldırgan, iftiracı, küfürcü, ukala, kendini bilmez, dağınık, eğitimsiz, terbiyesiz, geveze…
    Onu ortaya çıkaran sebepleri ah bir bilseniz, acırdınız, üzülürdünüz ona. Kendini seven bir yakını, sayan bir çevresi, takdir eden bir öğretmeni bir ustası, bir sevdiği seveni olmadıki hiç. Hecin devesi gibi gözleri nemli, ruhu ağıt içinde, başkalarına düşman, iyiliksiz, sanatsız, aşksız bir ömür… Bir şeytan kuyusundan melek mi çıkacaktı, ortaya bir pipsqueak çıkar elbet.
    Ondan izan, ölçü, empati, gerçekçilik, bilinç vb. değerler bekliyorsunuz. Yok ki. Ölüp gömülüp gidinceye kadar idare edebilen bir arkadaşı bile yok ki, burada yazılar döktürüp, kendisini fark eden, varlığını gören kişiler bekliyor ve onlara da saldırıyor. Niye saldırmasın, onun bir elinden tutan, başını okşayan, eline bir şeker veren olmamış. Hayatta bir kız istemeye gittiyse beğenilmemiş, kapısını çalan olmamış, misafiri gelmemiş, misafirliğe gitmemiş, mağdur bir homosapiens.
    Dokunmayın şabanıma gariptir.. En sevdiği repliktir onun. Size küfürler eder, saygısızlık sevgisizlik eder ve ben ben ben… teraneleriyle daldan dala, bağdan bağa yalnız bir saksağan gibi gag gak ediyorsa, fazla kızmayın. O da bu düzenin, bu sistemin çarklarında ezilmiş horlanmış çilekeşlerden.
    Lütfen garibin, ezilmişin yanında olanlardan olalım. O da bir can.

  11. Robotik oligarklar beton, zırh, güvenlik önlemleri içinde… Bir insan adam da vefasıyla, dostluğuyla huzurevindeki arkadaşını arıyor… Sevdim öyküyü.

  12. Yanılmıyorsam, Gün Zileli ,Robotik oligarklar beton, zırh, güvenlik önlemleri içinde iken dostluğuyla huzurevindeki arkadaşını arıyordu.

  13. Merkep hiç bilmez imiş özüni ve kendini
    Kulağını kuyruğunu kestirir, aşar bendini
    Tüyi denlü pis huyu var, bir o kadar serseri
    Anırdıkça mes’uttur, bir halt görüp kendini
    Şair Zihni

  14. Yazıları okudum, bir kişi bile bu gereksize ‘ruh hastası’ dememiş, sadece bozuk davranışlı bir kişiye saygı sevgi bilmezliği, gevezeliği vb konusunda eleştiride bulunmuş. ‘Ruh hastası’ sözünü de ortaya çıkartan gevezelik makinası şahsın kendisi. Kendisi hakkında bu sözle zannettiği bir şeyleri yüklenmiş zavallı. Nöroloji ve psikiyatri gibi deneysel tıp alanı kendisine yardımcı olabilir. Tabii ruhani, psikoloji benzeri ruhçu alanlarda da düzelmeye uğraşabilir. Önerim, kendi haline bırakılmasıdır.

  15. kaç şişe içtin merak ettim!

  16. İçsin içmesin, bu kişinin kendi beyni, halüsinasyondan halüsinasyona sürükleyip şahsı perişan ediyor. Tomografi sonuçlarlarla birlikte kan değerlerindeki problemler de göz önüne alınarak kontrollü bir ilgi gerekiyor. Çevresindekilerin, yakınlarının desteği olmadan bir yol bulamaz.

  17. Kendi haline bırakılmalıdır sözümden dönüş yaptım, kişinin iyiliği sağlığı için.

  18. Sn Zileli,Tüm yazınızı okudum.Tek bir düzeltme yapayım.Dikenli telin mutasyona uğradı,Şimdi Jiletli tel çekiyorlar,Odan daha Pahalıca.Eskiden Burjuva eleştirisi yapılıp,Çok Paralı Halkı sömüren Pis Kapitalist denirdi de Yeni Burjuvalara Ne Demeli.TCDD Genel Müdürü Koç Holding İdare Meclis Başkanından Farkı ne?İkiside Kapitalist. Biri Sermayesiz patron.

  19. Tedaviden kaçındıkça arızaların daha da ilerleyecek. Senin iyiliğini isteyen hiç mi insan yok çevrende?

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir