Yazı ve Sınav!
Artıgerçek
Her yazının başına oturuşumda kendimi yazılı sınava giren bir öğrenci gibi hissederim. Yazmayı severim ama sınavdan ömrüm boyunca nefret ettim. İşte yazının başına oturmak benim için bu iki zıt duygunun aynı anda kafa kafaya gelmesidir.
“Sınav kâğıdı”nı değerlendirecek ve not verecek “öğretmenler” çeşit çeşittir. Kimi pek titizdir ve zor beğenir; kimi “kötü niyetli” denecek kadar hata arama peşindedir, bir avcı gibi elde “tüfek” “avlayacağı” hata arar durur, ağzınızla kuş tutsanız “geçer not” almak ne kelime, “0” alacağınız kesindir; kimi fazlasıyla iyi niyetlidir, not vermede hiç de cimri değildir, bu tür “hoca”lar her “sınav kâğıdı”na “8”le “10” arası not verdiklerinden ortaya bir not enflasyonu çıkar ve alınan not Türk lirası gibi değersizleşir; kimi en parlak saptamalara bile kulp takıp not kırmak için fırsat kollar ama böyleleri objektiflikten de fazla sapmamaya dikkat eder, ne olursa olsun “öğrenci”nin hakkı yenmemelidir, vb!
“Sınav kâğıdını” teslim ederken yine de iyimsersinizdir, en azından “geçer not” alacağınızı düşünürsünüz, öyle olmasa “kâğıdı” “hoca”ya asla vermez, yani yazıyı yayına yollamazsınız.
Yazının başına oturduğumda başlığı ve konusu az çok belirmiştir kafamda ama aslında tam olarak ne yazacağımı bilmiyorumdur. Yazıya başladıktan sonra “ilham perisi”nin kanatlarına binip ilerleyeceğime inanırım. Zaten bu inanç olmadan yazarlık yapmak mümkün değildir. Bence fazlasıyla planlamacı, kılı kırk yaran insanlar kolay kolay yazar olamaz. Çünkü yazarlık biraz da uçurumlu keçi yollarında yürümeye cesaret etmek meselesidir. O keçi yolunun sizi nereye götüreceğini bilmezsiniz ama bir yandan merak, bir yandan da cesaretle o yoldan ilerlersiniz: mutlaka bir yerlere çıkacaksınızdır. Kimi zaman keçi yolunun sizi uçurumun başına getirmesi de olmayacak şey değildir. Olsun! Yolun sonuna kadar gitmişsinizdir ya, önemli olan budur. Üzülerek de olsa geri dönersiniz, eskiden olsa yazdıklarınızı “buruşturup atarsınız” derdim, bu çağda en doğru deyim, “del” duşuna basıverirsiniz olmalı herhalde.
Bu yazının başına sol geleneğin “ölüm” ve “şehitlik” ritüellerini yazmak üzere oturmuştum ama yazdığım giriş uzadı ve ilerlediğim “keçi yolu” beni başka bir yazıya götürdü. Bu biraz, sorulan sorunun yanıtını bilmediği için öğretmenle “dalga geçip” “sınav kâğıdı”na karikatür çizen muzip öğrencinin davranışını hatırlattı bana. Böyle bir durumda “öğretmen”, artık meşrebine göre ya kaşlarını çatıp sıfırı basar ya da DTCF Felsefe Bölümü’ndeyken öğrencisi olma şansına erdiğim değerli Nusret Hızır Hoca’mın bana “sen ne deli akılmışsın, başkası olsa sıfır verirdi…” dediği gibi, gülümseyerek “kâğıdın” üst köşesine bir “10” konduruverir.
Gün Zileli
16 Eylül 2023
Gün Zileli, insan kişi, yiğit dostum,
Uzun zaman oldu, seni özledim. Hele bir de, tivit midir nedir orada, “Bütün iç savaşlar insanlığa karşıdır, çünkü insanların hepsi kardeştir.” paylaşımını görünce, bir şeyler yazayım diye düşündüm. Ancak söyleyeceklerim bu yazın ile ilgili. Ben çoban çocukken kaçıp gelip İzmir’e bir yakınımın evine gelmiştim. Beni ortaokul 2’ye yazdırdılar orada. Sınıfın ilk günü, beni kaba, cahil bir çocuk sanan bir müzik öğretmeni kadın, ayağa kaldırıp kötü sözler söyleyerek sınıfta beni ağlattı. Oysa, sadece sınıfa girdiğini görmeyip ayağa kalkmamıştım. O okulda en güzel resimleri ben çizdim daha sonraları. En hızlı ben koşuyordum. O öğretmen beni sınıfta bıraktı. Bir de Almanca dersinden kalınca sınıf tekrarı ettim. İçim nefret doldu o kadına ve okul sistemine. Unuttum hangi yıllardı, 70 sonlarıydı sanırım, Liseye geçtiğim yıl, onu bir durakta yakalayıp, gözlerinin içine bakarak eleştirdim, ağladı, bindi otobüsüne defoldu gitti. Ama ben bunu yıllarca anımsadım. O, sadece mandolin çalabilen biriydi, ben bağlama, kaval, durduk çalabiliyorum şu sıra. Size sıfır değil ama, 10 veren insan hocanın ben de siz gibi yanındayım.
Ne düşündüm, ne yazdım. Ben de biraz deli akıl’ım, değil mi?