Vize Olayında Farklı Tutumlar…
ABD’nin Türkiye’den vizeleri askıya alması, Türkiye içinde farklı eğilimlerin farklı tepkilerine yol açtı. Bu farklılıkları şöyle kategorize edebiliriz:
Birincisi, farklı nedenlerle karara sevinenler: Bu kategoride tamamen zıt kutupların farklı nedenlerle karara sevindiklerini söyleyebiliriz.
Bir kutupta nasyonal sosyalist VP bulunmaktadır. HDP’lilerin hapiste kalmasının iyi olacağını savunarak özgürlük düşmanlığında MHP’yi bile geçen VP, adeta, göz koyduğu kadının kocasıyla arasının açılmasına sevinen bir zampara tutumu sergilemektedir. ABD ile Türkiye’nin arasının açılması sonucu, kendi aşırı milliyetçi yönelimlerinin haklılık kazanacağını ve AKP iktidarının kendilerinin arzuladıkları Avrasyacı siyasetlere daha fazla yanaşacağını ummaktadırlar. Bu yüzden, Aydınlık adlı gazetelerinde, sevinçle, “Vatan savaşı vize tanımaz” türü hamasi sloganlar atmaktadırlar.
Benim de içinde yer aldığım özgürlükçüler, bir kısım solcu ve tutarlı muhalif ise, VP’den tamamen zıt güdülerle bu karara sevinmiştir. Bizler, ABD ile AKP iktidarının arasının açılmasının, yerli oligark diktatörlüğünün zaten başlamış olan uluslararası tecridinde dev bir adım olduğunu düşünmekteyiz. Bunu açıkça ifade eden oldu mu bilmiyorum ama ben, kamuoyu önünde herhangi bir politik gösteri yapma hevesim olmadığından bunu burada belirtmiş olayım.
İkincisi, aslında karara sevindiği halde üzülüyormuş gibi görünenler: Bu kategoride CHP muhalefetinin yer aldığını düşünüyorum. Bana öyle geliyor ki, CHP, doğal olarak rakibinin uluslararası planda zor duruma düşmesine aslında sevindi, fakat kamuoyu önünde reelpolitika yapan bir parti olarak karara üzülmüş gibi davranmak zorunda hissetti kendini. Bu tür küçük numaralarla ilişkim olmadığından CHP’nin ya da lideri Kılıçdaroğlu’nun konuyla ilişkili açıklamalarına gülümseyerek bakıyorum.
Üçüncüsü, karara farklı nedenlerle üzülenler: Bu kategoride, burjuvazi ve establişment; establişmentle yakın temas halinde olan ulusalcılar; AKP ve yandaş medya yer alıyor. Elbette sonuç olarak bu karar, sadece AKP iktidarını değil, Türkiye establişmentinin çıkarlarını da zedelemektedir. Bunun başında, ABD ile iş ilişkileri olan (ki neredeyse tamamıdır) burjuvazi gelmektedir. Öte yandan bu karar, AKP iktidarının uluslararası planda iyice tecrit olduğunun göstergesidir ve böyle bir durum AKP iktidarının ve onun yandaş medyasının aslında hiç işine gelmez. Siz bakmayın, onların “ABD aleyhtarı” çıkışlarına, dünya emperyalist sistemiyle göbek bağına sahip olan bu kesimler içten içe kan ağlamaktadır.
Dördüncüsü, hem üzülüp hem sevinenler: Elbette halihazır iktidarın başı olan yerel oligarkın da bu üzüntünün dışında olması beklenemez. Nitekim, pek kabadayıca bir havada televizyonlara çıkıp, kararın esas sahiplerini değil de ABD büyükelçisini suçlamak gibi saçmalıklara başvurması bunun göstergesidir. Fakat unutulmaması gereken bir diğer nokta da, diktatörlüğünü sürdürebilmek için içte ve dışta gerilimden medet uman ve son üç yılda bu konuda hayli önemli adımlar atan oligarkın bir yandan üzülürken, bir yandan da bu karara bir bakıma sevindiği düşünülebilir. Böylece, hem kendini, bir dünya devine kafa tutan lider diye göstererek “anti-emperyalist” bir profil çizmiş, hem de iktidarını sürdürebilmek için muhtaç olduğu gerilimin meyvelerini toplamış olacaktır.
Fakat toplamda söyleyecek olursak, ABD’nin kararı, özgürlük düşmanı bir oligarkın ve onun dayandığı güçlerin tecridi açısından iyi olmuştur.
Gün Zileli
11 Ekim 2017
Uluslararası dengeler açısından?..
ABD’in AKP’yi tecrit etmesi (son vize olayı) gibi, Molla’ları tecrit etmesine de (son devrim muhafızları olayı) aynı şekilde bakıyormusunuz peki?
“Terör listesi” gibi saçmalıklar emperyalist sisteme ait şeylerdir, bu yüzden olumlu bulmam mümkün değil. Yani bu iş başından sakat.
uluslararası dengeler umurumda değil. Bütün dengelerin yıkılmasından yanayım.
Üç Tarz-ı Faşizm [yoksa “Sosyalizm” mi?]
Nasyonal Sosyalist Vatan Partisi
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi
Sosyalist[ken faşist olan] Mussolini
Adlarını “Ulusalcı Toplumcu Yurt Partisi” olarak da değiştirebilirler (“Dil Devrimi”nden de yana olan ulusalcılar olarak).
inşallah bunu yapmazlar, çünkü nasyoınal sosyalist tınısı vermiyor Türkçede. Ülkücüler, 1960’larda milliyetçi-toplumcu derlerdi kendilerine, sonra Türkeş bu deyişi yasakladı.
‘Kendi vizeni kendin yap’ kampanyasinin tam vaktidir. Ozel sektore firsat verilsin.
http://marksist.net/kerem_dagli/anti-emperyalizm_adina_diktatorleri_savunanlar.htm
(Anti-Emperyalizm Adına Diktatörleri Savunanlar – Marksist Tutum)
“Dün Miloşeviç’i ve Saddam’ı anti-emperyalist diyerek savunanlar, bugün de Kaddafi’yi açıktan yahut utangaçça savunarak aslında kendilerince tutarlı bir çizgi izlediklerini ortaya koymaktadırlar. Bu çizgiyi savunanların ortak paydasının Stalinizm olduğunu belirtmiştik. Karşı-devrim yoluyla tarihteki tek muzaffer proletarya devrimini yıkan Stalin’in katliamlarını onaylayan, kurulan bürokratik diktatörlükleri “sosyalizm-komünizm” diye adlandıran, yıkıldıklarında da halkı karşı-devrimci olmakla suçlayan, Miloşeviç gibi bir insan kasabını veya Saddam gibi bir diktatörü “anti-emperyalist” sayarak savunan, Küba’yı son sosyalist devlet ve Chavez’i de 21. yüzyıl sosyalizminin kurucusu olarak gören bir anlayışın, Kaddafi’yi savunmaması garip olmaz mıydı?
Stalinizmin temel dayanak noktalarından olan devletçilik gereği bu küçük-burjuva sosyalistler, geçmişte, “Bağlantısızlar Bloku”nda yer alan Irak, Suriye, Mısır, Libya, Cezayir gibi ülkeleri, gerçekte ulusal kalkınmacı devlet kapitalizmi modelini izledikleri halde, sırf SSCB’ye yanaştıkları ve devletçi oldukları için olumlayarak savunmuşlar, bunları “kapitalist olmayan yoldan gelişmeye çalışan ülkeler” olarak görmüşlerdir. 2000’li yıllara gelindiğinde ve ortada ne “Doğu Bloku” ülkeleri ne de “Bağlantısızlar”ın hükmünden eser kaldığında, bu kez de Chavez onların imdadına yetişmiş, öncekilerden farklı olmayan biçimde ulusal kalkınmacı bir politika izleyerek ve ABD emperyalizmine atıp tutarak küçük-burjuva solcularının yeni peygamberi oluvermiştir. Dolayısıyla geçmişin “Bağlantısızlar Bloku”ndaki Libya’ya ve her fırsatta Amerika’ya karşı atıp tutan “anti-emperyalist” Kaddafi’ye iltimas geçilmesine şaşırmamak gerekir.
Oysa Kaddafi, 1969 yılında bir darbeyle iktidarı almıştır ve o tarihten beri de ülkeyi adeta bir Bonapart gibi diktatörlük altında yönetmiştir. Petrol kaynaklarını millileştirmesi, devletin ismini “Sosyalist Arap Cemahiriyesi” olarak değiştirmesi ve “Bağlantısızlar Bloku”nda yer alması, “kültür devrimi” gibi safsatalar ilan etmiş olması bu gerçeği değiştirmez ve onu desteklememizi gerektirmez. Aksine ABD’ye her kafa tutanı anti-emperyalist sayan, bu bağlamda anti-emperyalizmi anti-kapitalist içeriğinden ayrıştıran, daha da öteye giderek ABD’ye karşı çıkmak adına diktatörleri bile anti-emperyalist görecek denli körleşen bakış açıları mahkûm edilmelidir.
Geçmişte olduğu gibi bugün de, bazı emperyalist güçlerle çıkarları ters düşen Chavez, Kaddafi gibi liderler, “her şeyin müsebbibi emperyalizm”, “sömürgeci emperyalizm” demagojisine sarılmaktan geri durmayacaklardır. Çıkarları özellikle ABD emperyalizmiyle çatışan tüm burjuva güçler açısından anti-emperyalizm söylemi moda hale gelmiştir. Bunlara Türkiye’den de statükocu-Kemalist cephenin sözcüleri, hatta birçok general örnek verilebilir. Bunlar, gerektiğinde ABD dâhil olmak üzere çeşitli emperyalist güçlerle anlaşmaktan çekinmeyen ülkeler ve liderlerdir. O yüzden de anti-emperyalist olarak görülmeleri mümkün değildir.
Marksizmle küçük-burjuva sosyalizmi arasında ayrım çizgilerinin derinleştirilmesi bir zorunluluktur. Emperyalist savaş ve ekonomik krizin belirlediği, işçi hareketlerinin yeniden sesini duyurmaya başladığı, tüm Arap coğrafyasını yoğun bir isyan dalgasının kapladığı tarihsel bir dönemeç noktasında bulunuyoruz. Bu noktada doğru analizler yapılması, doğru politikalar geliştirilmesi ve işçi-emekçi sınıflara gerçeklerin anlatılması son derece önemlidir. Eski dönemin yanılgılarını, çarpık anlayışlarını kafalarından atamamış olanlar, bunlarla kapsamlı bir hesaplaşmaya girişmemiş olanlar, burjuvazinin o veya bu kanadının kuyruğuna takılmaya ve işçi sınıfına ihanet etmeye mahkûmdurlar.”
Vize yasağı vb. yaptırımların (bunlar ambargoya kadar gider) yaptırıma uğrayan rejimin kalıcılığı üzerinde net etkisi biraz belirsiz olduğu için (hem üzülüp hem sevinenler kategorisinin varlığının gösterdiği de bu değil mi?) bu olayda sevinecek birşeyler de var mı karar veremiyorum. Üzülecek birşeyler olduğu kesin de…
Not: Bir ara Türkçü Toplumcu Budun Derneği vardı NAZİ’nin TR versiyonu olarak.
Adım adım Türkiye’yi dünyadan tecrit ederek, Türkiye’nin aslında “islamcı, şiddet yuvası ve cihatçı terör(ist) üretim merkezi” olduğu yönünde bir algı kampanyası başlatıldığını söyleyenler de var. Erdoğan taraftarlarından tutun, Kemalistlere kadar, bu algı epey yaygın, dikkatinizi çekmiştir belki Gün bey?
Bunların son kertede söylediği, birkaç yıl içinde, Türkiye’yi adeta bir savaş alanına dönüştürme amacında olan “dış güçler” ve “yerli ortağı fetö”; tıpkı 1991 veya 2002-3 sonrası Irak’ı gibi, tıpkı 2010-11 sonrası Suriye gibi, önümüzdeki yıllarda devasa bir savaş alanına dönüştürmeyi planlıyorlamış Türkiye’yi.
Obama ekibinden Trump’a, Türkiye tavsiyesi: “Türkiye güvenilir müttefik değil, artık bir Ortadoğu ülkesi”
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon, “Türkiye ve ABD’nin umut vaat eden bir ortaklığın sonuyla yüzleştiğini” söyledi.
Financial Times’ta bir makale kaleme alan, eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon, “Türkiye ve ABD’nin umut vaat eden bir ortaklığın sonuyla yüzleştiğini” söyledi.
BBC Türkçe’nin Financial Times’tan aktardığına göre, Gordon yazısına, ilk Obama yönetimi sırasında Dışişleri Bakanlığı’ndaki Avrupa bölümünü devraldığında en parlak dış politika ufuklarından birinin Türkiye olduğunu belirterek başlıyor.
Philip Gordon “Büyüyen ekonomisini reformdan geçiren, basın özgürlüklerini genişleten ve bir dönemler baskıcı olan askeri kurulu düzeni siyasetin dışına iten dinamik ve popüler bir liderin yönetimindeki çoğunluğu Müslüman bir ülke söz konusuydu” diyerek devam ediyor.
“BUGÜN BU VİZYON DARMADAĞIN OLDU”
Gordon, Türkiye’nin o dönem hevesle AB üyeliğini istediğini, Afganistan ve Irak ve Ortadoğu barışı konularında ABD ve AB’yle yakın işbirliğini yaptığını söylüyor ve şöyle devam ediyor;
“Barack Obama, Türkiye’deki başarının bir Ortadoğu ülkesinin, Müslüman, demokratik ve batı yanlısı olabileceğini gösterebileceğinden o kadar umutluydu ki, ilk dış gezisine İstanbul ve Ankara’yı ekleme konusunda ısrarcı olmuştu. Türk Parlamentosu’nda ABD ve Türkiye’nin ‘model bir ortaklık kurabileceğini söylemişti. Ziyaret ‘dünyaya bir mesaj yollayacaktı’ Bugün, 10 yıldan kısa bir süre sonra bu vizyon darmadağın oldu ve ilişki büyük olasılıkla artık tamir edilemez hale geldi. ABD Başkanı’nın, Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü liderlere duyduğu yakınlığın işleri yoluna koyabileceği umutları da çabucak söndü. Bunun yerine iki ülke ana güvenlik çıkarlarının nasıl kökten ayrıştığını görüyor. Hızla, kolayca kontrolden çıkabilecek karşılıklı bir kırgınlık döngüsüne giriyorlar.”
“ABD’Lİ TUTUKLULAR PAZARLIK KOZU”
Gordon, Washington’ın 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında girişilen tutuklamalarla ilgili kaygılarının yaz aylarında, “Türkiye’nin ABD’li tutukluların Fethullah Gülen’in iade edilmesi durumunda özgürlüklerine kavuşabileceklerinden bahsederek, bu tutuklulara pazarlık kozu muamelesi yapmasıyla ciddi derecede arttığını” belirtiyor.
Philip Gordon, “Amerika’nın darbe girişiminin ciddiyetini, Gülen’in oynadığı rolü ve karşılaştıkları varoluşsal tehdidi anlamadığına inanan Erdoğan ve çok sayıda Türk’ün öfkeli olduklarını” söylüyor. Yazar, “çok sayıda Amerikalının da darbe girişimine gösterilen otoriter tepki ve Erdoğan’a karşı çıkan herkesi kovuşturmak için bir bahane olarak kullanılmasını daha büyük bir sorun olarak gördüklerini” ifade ediyor.
Gordon iki ülkenin bölgesel güvenlik çıkarlarının da tehlikeli bir şekilde ayrıştığını vurguluyor. ABD’nin IŞİD’le mücadeleye öncelik verdiğini anlatan Philip Gordon, “Türkiye’nin ise bu mücadelede Washington’ın ana ortakları olan Suriyeli ve Iraklı Kürtler ‘den duyduğu tehdit algısından daha kaygılı olduğunu” belirtiyor. Yazar şöyle devam ediyor;
“ABD, IŞİD güçleri doğu Suriye’den sürüldüğünde oluşacak boşluğu İran’ın doldurmasını önlemeye kararlı. Washington’ın Kürtleri desteklemeye devam edeceği neredeyse kesin ve bu şiddetli bir potansiyel Türk tepkisini kışkırtabilir. Türkiye’nin Hamas, Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Libyalı milisler gibi İslamcı gruplara verdiği destek, Katar ile askeri ilişkisi ve NATO’yu tersleyip Rus hava sistemleri satın alması ki bu ABD’yle memnuniyetsizliğini işaret etmek için atılan bir adımdı- bu bölünmeyi sadece daha da arttıracak.”
“TÜRKİYE GÜVENİLİR BİR MÜTEFFİK GİBİ GÖRÜLMEMELİ”
Amerikalıların “anlaşılabilir bir şekilde, Türkiye’nin jeopolitik önemi nedeniyle bu gerçekleri bir süre görmezden geldiğini” vurgulayan Gordon “Ama şimdi Türkiye’yi artık olduğu gibi, benzer düşünen, yakın ve güvenilir bir müttefik olarak değil de, kendi değerleri ve öncelikleri olan bir Ortadoğu ülkesi olarak görme zamanı geldi.” diyor. Yazı şu satırlarla sona eriyor;
“Bu da mümkün olan alanlarda işbirliği yapmak ama yanılsamaya kapılmamak, Erdoğan’ın ABD vatandaşlarını rehin tutması gibi farklılıklar belirdiğinde sıkı bir şekilde karşı durmak anlamına geliyor. Erdoğan geçen Ağustos’taki bir mitingde mahkum takasını ilk gündeme getirdiğinde ‘Artık eski Türkiye yok. Bu Türkiye yeni Türkiye’ diye bağırmıştı. Erdoğan haklı ve ABD’nin artık böyle davranması gerekiyor.”
odatv – 11 Ekim
Erdoğan’ı “şeytani bir yaratık olarak” dünye genelinde mimleyerek, Türkiye’ye yapılması planlanan askeri müdahalelerin meşruiyet zeminini şimdiden oluşturmaya başladıklarını iddia ediyorlar, Erdoğanistler ve Kemalistler (İsmail Hakkı Pekin, Ahmet Zeki Üçok, Banu Avar gibileri).
Özellikle Kemelistler, 15 Temmuz darbe girişiminin asıl sebebinin, TSK’nın güven-motivasyon kaynağını köreltmek, ordu içinde “şüphecilik”in yaygınlaşmasını sağlamak olduğunu dile getiriyorlar. Böylece, birkaç yıl içinde Erdoğan’ı, devrilmesi gereken bir suçlu-lider olarak dünyaya tanıttıktan sonra, zaten TSK’daki “güven bunalımı” ve “şüphecilik” yüzünden operasyonel kabiliyeti 15 Temmuz’la beraber eridiğinden, ABD’nin Birleşmiş Milletler’den karar çıkarttırarak, Türkiye’ye dışarıdan askeri müdahale hazırlığının şimdiden başladığını iddia ediyorlar.
Bütün bunlar su katılmamış birer paronoya mı Gün bey? Sizin yorumunuz nedir?
müdahaleyi pek mümkün görmüyorum. Fakat saptamalar bir gerçeğe işaret ediyor.
“ulusalcılık milliyetçilik farkı
siyaset biliminin s’sinden haberi olmayan ergenlerin ahkam kestiği.
türkiye’ye özgün olan ulusalcılık değil milliyetçiliktir. evrensel olan ulusalcılıktır. seküler olan. milliyet, aynı dine -mümkünse de aynı mezhebe inanan- çok etnili topluluk anlamı taşır. milliyetçilik de bu “tek din tek mezhep tek millet” ilkesini savunur. örenğin, ateist milliyetçi olmadığı gibi, milliyetçilik içinde ateistlere yer de yoktur.
ulusalcılık ise sekülerdir. örneğin ateist amerikan ulusalcısı ya da ateist fransız ulusalcısı, hıristiyan ve yahudi olanıyla birliktetidir. birbirlerini dışlamazlar.
kemalizm, ulusalcı değil milliyetçidir. altı okun birisinin adı “ulusalcılık” değil “milliyetçilik”tir. bunu bile bilmeyenler “siyaset bilimi”, “12 eylül” diye laf geveliyorlar. kemalizm hiç bir zaman ulusalcı olmadı. başından beri milliyetçiydi, bugün de milliyetçidir:
(bkz: hıristiyan türklerin yunanistan’a sürgün edilmesi)
(bkz: diyanet işleri başkanlığı)
(bkz: müslüman olmayanların azınlık sayılması)
(bkz: aleviler’in azınlık bile sayılmaması)
öte yandan chp de ulusalcı değil milliyetçidir. chp, kemalizm ve kemalizmin altı oku doğrultusunda milliyetçidir. ulusalcılar, chp içinde bir hizip olarak kalmışlardır.
ingilizler’in “nationalizm” dediği ulusalcılıktır, milliyetçilik değil. “milliyetçilik” için ingilizce’de bir söz yoktur. “millet” için bile yoktur. onun için “millet system” derken “millet” sözünü arapça olarak kullanırlar.
çünkü “millet”, islam’a özgü bir kavramdır. kemalizm de islam dinini referans alan laik görünümlü dinci bir ideoloji olduğundan ulusalcılık değil milliyetçilik üzerinden -bilinçli olarak- gitmiştir.”
(Atsızcıların tartışmalarından)
“Bu ülkede yemek, içmek ve eğlenmek daha önemlidir. Yeni yeni kıyafetler giymek, acayip saç modelleri ile dolaşıp her yerlerine takılar takıp yabancı sembollü dövmeler yaptırmak, müziğin kanalizasyonu sayılabilecek seslere dans etmektir yaşam. Kim takar Türklüğü. Bu saydıklarımı eğer yapabiliyorsan huzurlusundur. Bir kürde veya başka bir ırka ait olan bir insana sataşmak, ayrımı yapmak huzur bozar, ne gerek var huzurun bozulmasına? Sen ye-iç yat eğlen.
Hayat, para biriktirip ev almaktır, araba almaktır. Eğer evin varsa bankadan para çekip ikincisini almaktır. Tatile gitmektir. Boş zamanda sinemaya gidip holywod mudur ne zıkımdır filmleri izlemektir. AVM lere gidip gezmek tozmaktır. Çeşit renkte ojeleri el ve ayak tırnaklarına sürüp, dekolte kıyafetlerle gezmek, erkek arkadaşlarla kafe denilen yerlere gidip ”bana bir kola ve pizza” getirin demektir.Abuk subuk şarkı söyleyen şarkıcıların konserlerine gidip kafa sallamaktır; huuuu diye toplu halde bağırıp biraları içmektir. Akşam evde tv dizilerini izleyip, kim kimi boynuzluyor, aile içinde kim kimle kırıştıryor, bilmem kimin suçu nedirlere bakmaktır. Gazeteler alıp, hangi mankenin hangi ünlü ile kırıştırdığını okumaktır. Hangi ünlü bilmem ne bardan çıkarken ne demiştirleri merak etmektir.
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafasıdır. Hümanizm felsefesidir hayat. Avrupalı olmaktır hayat. Arap olmaktır; her müslümanı kardeş görmektir. Bir toplum ne kadar da kötü olsa, yine de müslüman deyip dua etmektir. Acı çeken araplar için ağlamak, yırtınmaktır. Türklüğe karşı olan din uzmanlarına taparcasına bağlanmaktır. Türban için var gücüyle mücadele etmek; türbanı her şeyden önemli görmektir.
Hülasası hayat Türk adını barındıran her şeyden uzak durmaktır. Onun ters istikametine doğru yol almaktır.
Bu çerçevedeki bir hayat da Türkçülük fikirlerini almak demek huzursuzluk demektir. Mutsuzluk demektir. Stres demektir.
Kim takar Türkçülüğü?”
http://marksist.net/ilkay_meric/tam_bagimsiz_turkiye_degil_sosyalist_bir_dunya.htm
(“Tam Bağımsız Türkiye” Değil Sosyalist Bir Dünya – Marksist Tutum)
“Beyin insana türlü türlü oyunlar oynayabilen bir organ. Bu oyunlardan biri de dejavu olarak bilinir. İnsan bazen, bir olayı yaşadığı sırada “ben bunu daha önceden yaşamıştım” hissine kapılır. İşte son zamanlarda Türkiye’de insanı fazlasıyla bu hisse sürükleyebilecek türden şeyler yaşanıyor. Ama ne yazık ki yaşadığımız bir dejavu, yani bir beyin oyunu değil, gerçeklik. “Tam Bağımsız Türkiye” sloganının meydanlarda yeniden hayat bulmasıysa bu gerçekliğin ironik bir parçası. 1960-70’lerde sol harekete damgasını vuran ve kitleleri peşinden sürükleyen bu slogan, bugünlerde, darbecilerin organize ettiği cumhuriyet mitinglerinde kürsünün kullandığı temel sloganlardan biri haline gelmiş bulunuyor. O darbeciler ki, bir zamanlar “tam bağımsız Türkiye” mücadelesi veren Denizleri, Hüseyinleri, Mahirleri, İbrahimleri ve daha nice devrimciyi gözlerini kırpmadan darağaçlarında sallandıran, kurşuna dizen, işkencelerden geçirip katledenlerdir.”
…
“İster yaşadığımız topraklarda ister başka ülkelerde olsun, bir bütün olarak dünya kapitalizmine karşı savaşmak zorunda olan işçi sınıfı, kendisini ulusal çitler içinde tutmaya çalışan burjuvaziyi devirip iktidarı fethederek, dünya sosyalist devrimi yolunda önemli bir adım atmış olacaktır. Bu yüzdendir ki, devrimi ilerleterek büyütmeyi ve tüm ulusal çitleri yıkarak kapitalizmi dünya üzerinden silmeyi hedefleyen devrimci proletaryanın şiarı, “bağımsız bir ülke” değil, tüm insanlığın birbirine kardeşçe bağlanıp kenetlendiği sosyalist bir dünya olmalıdır.”
Welcome to the Middle East = Welcome to the real world
benim bu konuda dikkatimi çeken şu oldu,tele1 de iki defa belirttiler , emre kongar ve merdan yanardağ,alper taş ödp başkanı olarak, akpyi biz devireceğiz diye tivit atmış,bu bana eski bir filimi hatırlattı, bu filimde konu en iyi turşu limon ile mi , yoksa sirke ile mi yapılırdı. münir özkul aslan avını küçük yeğenlerine anlatan şener şen e ziya diye bağırıyordu. aslan 15 metreydi münir özkul bağırınca bu iniyordu, sonra aslan kadar aslan oluyordu.aslan a ateş edecek silah ateş almıyor.çakıyla aslan öldürüyor. münir usta ziya diye bağırıyordu.alperin açıklamasında bende ziya diye bağıracam. çakıyla aslan mı öldürüyorsun. beş insan getirsek partiye bunu altı kişi olarak gönderen bu kardeşimiz mi aslan avlayacak.
Çanlar’ı okudum. Çok güzel. Böyle bir kitabı yazdıran bilinç ve insanlığa sevgi ve saygı, keşke birçok yazarımızda da olsaydı. Bir kez daha okuduktan sonra, kitap üzerine bir şeyler yazacağım burada.
Sapak adlı kitabı da arıyorum. Çünkü, Gün Zileli’nin müthiş bir birikim olduğu düşüncesine kapıldım. Sakin, yetkin, dengeli ve sağlam.
arap kültür emperyalizmi
islamiyete neo-şamanistlerin taktığı ad… atsız’ın atları; sütçü beygirleri… üzerinde durmaya değmez!
16.02.2012 08:13
yerleyeksan
arab olmayan, arablaşmayı seçmeyen ya da bir türlü arablaştırılamayan kişileri “neo-şamanist”, “atsız’ın atı” olarak adlandıran arabların savunduğu emperyalizm çeşidi.
arabların en önemli özelliği kendi putlarının en üstün put olduğuna inanıp diğer putların “sahte” olduğunu öne sürmeleri. sümerler’den, kemetler’den, farslar’dan arakladıkları sahte dinlerini “şamanist” diye kendi çaplarında aşağıladıkları bir türk dininden üstün tutarlar.
işin ilginç yanı, bu arablar, şamanların ürettiği bir dünya görüşüne “tasavvuf” adı altında tapıyorlar. hepten araksınız olm. hepten çakmasınız.
öte yandan; türk olmanın, şaman olmanın atsız ya da atsızcılar ile ne ilgisi var? atsız da atsızcılar da kemalcidir öncelikle. aynı hüseyin feyzullah ve ülkücüler gibi. diyanet işleri başkanlığını kurup arab sürüsünü maaşa bağlayan adamın mürididir bunlar. türklük ile arablık arasında bir yere koymak istesen, atsız diye saydığın kişi ya da kişiler arab tarafında kalır.
(bkz: kemalizm müslümanlığın bir mezhebidir)
dolayısı ile türkler’i de şamanların dinini de tanımıyorsun. sen git ninti’nin, sargon’un, akhenaton’un, zerdüşt’ün tarihini oku önce türkler’e ya da şamanlar’a sövmeden önce.
“yerle bir” olmuş eski ve yeni putlarınızın ezikliğini türkler’den çıkardıkça ezikliğiniz daha da bir gülünç oluyor.
hadi şimdi 6 gün çalışın 7. gün dinlenin. hadi bakalım…
05.12.2012 17:21
ankuwash
[“Kemalizm, Müslümanlığın bir mezhebidir, başka bir şey değil. Ucuz Avrupa cilası sürülmüş bir mezhebi.” – S. Nişanyan]
“İster yaşadığımız topraklarda ister başka ülkelerde olsun, bir bütün olarak dünya kapitalizmine karşı SAVAŞMAK zorunda olan işçi sınıfı, kendisini ulusal çitler içinde tutmaya çalışan burjuvaziyi DEVİRİP İKTİDARI FETHEDEREK, dünya sosyalist devrimi yolunda önemli bir adım atmış olacaktır. Bu yüzdendir ki, devrimi ilerleterek büyütmeyi ve tüm ulusal çitleri YIKARAK kapitalizmi DÜNYA ÜZERİNDEN SİLMEYİ hedefleyen devrimci proletaryanın şiarı, “bağımsız bir ülke” değil, tüm insanlığın birbirine kardeşçe bağlanıp kenetlendiği sosyalist bir dünya olmalıdır.”
Yıkmak, dünya üzerinden silmek, fethetmek, iktidarı almak, devirmek, savaşmak….
Yahu, bu bildiğimiz, sıradan DİNİ söylem!
Burada yeni hiç bir şey yok; bildiğimiz kan dökücülük, düşmanlık, acımasızlık, kin ve nefretten ibaret.
Benim hem de dinci faşist burjuva diktatörlüğüm ABD tarafından aşağılanıyormış. Vah.. vah.. Şeytan yamağı büyük şeytan tarafından silkeleniyormuş.
Kendi dünyası olmayan zavallılar hep iki taraf arasında seçim yapmak zorunda olduklarını sanır.
Ben Tayyibistanın burnunun sürtülmesine seviniyorum. Bu ülkede işgalci bir güç de ancak bu kadar kötülük yapardı. Ve artık salt içeride seçimle yıkılmayacak kadar yasadışı silahlı örgütlenmiş.
Halkın onun gaddarlığını görmesini hızlandıran süreçlere sevinirim.
Yıkılışını hızlandıracak her siyasi ya da jeolojk ya da klimatolojik hadiseye sevinirim.
İntikamcılığı savunanlardan [-İdam isteriz! -İnşallah!] intikam almak intikamcılık değil onlara istediklerini vermektir.
“El-bâdi azlemu: [Kötülüğe] ilk başlayan daha zâlimdir”
(bâdi: bidâyet=başlangıç’tan, başlayan, azlem: en zâlim, daha zâlim)
Buyurmuş;
“Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin genel merkezinde Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda konuştu. Erdoğan, müftülerin nikâh kıymasıyla ilgili düzenleme için, “İsteseniz de istemeseniz de Meclis’ten geçecek” dedi.”
KK’yi hedef göstermiş yine;
“Yahu düşünebiliyor musunuz? Bizim kendi değerlerimizde inancımızın mensubu olarak bizim vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti resmi nikah kıyıldığı zaman onunla yetinmiyor. Bir de ne yapıyor? Kayıt dışı gidiyor hoca efendiye bir nikah da orada kıydırıyor. Bu böyledir. Ama Kılıçdaroğlu ne yaptı bilemem.”
“LAİKLİK DENEN KAVRAMI BİLMİYORLAR”mış;
“Laikliğe aykırı diyor. Batıda kilise bu işi yapıyor mu? Bizde niye laikliğe aykırı olsun. Laiklik denen kavramı bunlar bilmiyor. Hiçbir zaman kişiler laik olmaz, devlet laiktir.”
[Laik devletten yana olan kişiler laik olamaz yani? Peki laik devlete karşı olan kişilere – mesela siyasetçi ve devlet adamlarına – ne denir?]
“Müslümanların inancı gereği olarak da bu adımı atmak gerekiyor. Eğer ben nikahın bizim değerlerimizde, dinimizde nasıl olduğunu anlatmaya kalksam onlar zaten hiç anlamaz da onlara girmeyeceğim.”
[Ben de onların – mesela zorunlu ve ilaveten sözde seçmeli özde zorunlu din dersleriyle – dayattığı tekçi din – hatta mezhep – anlayışının başkalarının özgürlüklerine, yaşam tarzlarına nasıl bir tehdit olduğunu anlatmaya kalksam onlar zaten hiç anlamaz da onlara girmeyeceğim. Öte yandan, her inançtan vatandaşın temsilcisi olan bir devlet başkanının “bizim inancımız” ve “onlar” demesini de geçiyorum.]
“Batı ülkelerinde din adamlarının nikah kıymasından rahatsız olan birini duydunuz mu? Batıda laikliği zedelemeyen niçin Türkiye’de zedelesin?”
[Batı ülkelerinde insanların özgürlüklerini, değerlerini, yaşam tarzlarını tehdit eden, alenen – mesela mitinglerde “bunlar ateist, bunlar Zerdüşt, bunlar Ali’siz Alevi” diyerek – aşağılayan bir din anlayışını, iktidara gelen bir siyasal dinciliği duydunuz mu? Bunların olmadığı yerde din adamlarının nikah kıyması niçin laikliği zedelesin?]
“- İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Trump’ı açıklamalarından dolayı tebrik ederek, “İran terörist rejimiyle cesurca yüzleşti” dedi.
– Suudi Arabistan resmi haber ajansı, “Krallık, İran’ın agresif politikalarına karşı ABD’nin sert stratejisinin arkasındadır” açıklamasında bulundu.”
(Haberde IKBY/Barzani’nin bir açıklaması yok, henüz bir şey söylememişler herhalde ama buna gerek yok zaten. Şu aşamada IKBY/Barzani’ye – dolayısıyla Rojava ve Türkiye Kürtlerine – tehdit oluşturan TC – Irak – İran cephesine kim darbe vursa iyidir. İster emperyalist ABD, ister Siyonist İsrail, ister Vehhabi Suudi Arabistan.)
batı, türkiye’yi bilinçli şekilde kendinden uzaklaştırıyor ve izole ediyor. uzun zaman önce planlanmış bir jeopolitik oyun bu. ülkede en amerikancı iktidar olup kürt özerkliği dahil her şeyi kabul etmiş olsaydı bile tr’yi batı ittifakından atacaklardı çünkü global paylaşım dengeleri, tarihsel-stratejik yönelim bunu gerektiriyor.
stratfor’un kurucusu jeopolitik uzmanı george friedman’ın suriye iç savaşı öncesi yazdıklarını okuyun.
Siyonist,siyonizmin anlamini yanlis kullaniliyor.
Israilere siyon tapinagina gittikleri icin siyoncu deniliyormus.
Israil devleti kurulmadan adi siyoncular olarak geciyordu.einstein siyon-arab sorunu uzerine 30 larda yazarken israil kelimesini kullanmaz.kurulmadan oncede siyonmu,israilogulari olarak devletin ismini tartismasi olmustur.
Bizde siyonizm, almanlarin nazisi,italyanlarin fasismi,turklerin turanciligi gibi israil irkciligi sanilmaktadir.
Bu anti semitstlerin gorusudur.skandal bir olaydir solkesiminin irkciligi,dinci kesimin sozunu benimsemesi..
“Bizde siyonizm, almanlarin nazisi, italyanlarin fasismi, turklerin turanciligi gibi israil irkciligi sanilmaktadir.”
Yok; ‘sanilmaktadir’ degil, aynen oyledir.
Oyledir de, bir duzeltme ile: ‘israil irkciligi’ sozu hatalidir. Dogrusu ‘Israil’in irkciligi’dir.
“Bu anti semitstlerin gorusudur. skandal bir olaydir solkesiminin irkciligi, dinci kesimin sozunu benimsemesi..”
Yine yanlis.
Birincisi, ‘anti-Semitism’ diyerek ‘anti-Yahudi[1]’ciligi kasdetmek, el cabuklugu yapmaktir.
Yahudiler ‘Semit’lerin (‘Sami’lerin) tamamini temsil etmezler.
Araplar da ‘Sami’dir; baskalari da vardir. ‘Yahudi’ler, ‘Sami’lerin cok kucuk bir kismini teskil ederler.
Dolayisi ile, ‘Araplara karsi’ olmak da ‘anti-Semitism’dir; fakat, bunu yapanlarin basinda ‘Yahudi’ler geldigi icin, bu konu pek gundeme gelmez.
Siyonizm konusuna gelince: Tarihsel koklerini, ister adi gecen tapinaktan, isterse de o tapinagin oldugu dagdan alsin, cok farketmez. Zaman icinde kavustugu anlam onemlidir.
Bugun icin o anlam, Israil devletinin ruhuna sinmis olan anlamdir. Tanimi oradan almak gerekir.
— Israil’de Yahudi seriati gecerlidir. Kanunlar seriata uygun olmak zorundadir. Meclislerinde de hahamdan rabbiden gecilmez. Partiler de, seriata ne kadar kati yaklastiklari ile tasnif edilir. Bu bir.
— Yahudi olmayanlara Israil vatandasligi verilmez [2]. Bu iki.
Sonuc: Israil hem irkci hem de dinci (racist and theocratic) bir devlettir.
Demokrasi oldugu iddiasi da laftir: Icinde yasayan nufusun cok onemli bir kisminin vatandasligi olmadigi gibi, oy filan da veremezler.
En isabetli tanimi, ‘apartheid regime’ olabilir.
———
[1: ‘Yahudi’ kelimesini bilerek seciyorum. Bir irki temsilen kullaniliyor. ‘Musevi’ ise bir inaci temsil eder.]
[2: Israil’in kurulusunda mevcut olan bir kisim Arap, de facto olarak Israil vatandasi olmussa da, daha sonra bu hak kimseye verilmemistir. Bkz. Filistinliler.]
Yav abi nereden çıktı bu establişmentle…Tam açılımı nedir?
Biraz açsan..
Düzenin temelindeki kurum, sınıf ve yapıları ifade eder. Sonradan eklemlenen değil, kuruluşundan itibaren var olan esas yapı. Establişment içinde yer alanlar, esas hakim yapıyı oluşturur.
Sovenizmi,ustun devlet gibi fasist fikirleri savunanlardan baska turlu birseyde beklenmez.
Madem fasist uslupdan anliyorsunuz du cumleyi 10 kez kafanizdan soyluyor!
Dogrudurust insan olmam israile tutumum belirler.dogrudurust politika izleyecegimi Gene israile tutumum belirler!
10 defa tekrar et!
Ozenerek yazacagina birazcik arastirmaga ozenseniz,biracikda dusunmege ozenseniz,tabiki vicdanla..
Dusmañini,israilin ,israil vatandasliga nasil gecilir gibi nerden uydurdugu bilgilere biryana oturdugu yerin turkiye in durumunu bile bilmez!
89 da istanbula Gelen bulgar turku,evlidir,daire alir.2 cocugu olur.birak vatandaligi birak uzun oturma iznini hersene oturma izni icin buyuk maddi,manevi izdirap cekmektedir. Ama israil uzerine atmaktan geri kalmaz.
Israil dunyanin en canli demokratik ,hukuksal,sosyal devletlerinden biridir..
O yuzdenki 2 Milyonlarca yakin Arab bile orda sasiyor.vede araplara okullarinda okuyor,makam dilide arabcadir yahudi dilini yaninda. Yahudi okullarinda 2.mecburi dil ingizlice Ve arapcadir..
O arkandan gittigin one minutcu reisin sanki israil DIN devleti gibiymis tavrat okuyor,meydanlarda tavrat okuyor.be ulan,karsindaki adam senin gibi imam hatip gibi bir okula gitmemis,senin gibi seriati savunan erbekancilar icinde yogrulmamis,senin gibi DIN hocasi taa amarkalara gidip ,gulenden akil almamis.her cumlesine din,allah sokmamis.
Israilde bugun onemli olcude Ateist mevcud.herturlu inanis normallesmistir
Tabiki necip lerde var israil de.herne zikkimsa dunyanin her yerinde bu irkcilik,yada baskalariyla nefret yada dusmanlik duyma hastaligi mevcut.israilde farkli olacagini sanmam..
“establişment” [‘establishment’]
Eski dille: ‘muesses nizam’
Yeni dille: ‘kurulu duzen’
Esas anlami, ‘sistemin/rejimin/duzenin sahipleri’ anlamina gelir.
“Sovenizmi, ustun devlet gibi fasist fikirleri savunanlardan baska turlu birseyde beklenmez.”
Bunlari Israil icin soyluyorsunuz, herhalde.
Bu dediklerinizi Yahudiler icin de demis olabilirsiniz, tabii ki.
Sonucta, Yahudiler acisindan, Yahudi olmayan herkes ‘goy’ (cogulu ‘goyim’) yani ‘kole’/’bende’ degil midir?.
“Madem fasist uslupdan anliyorsunuz du cumleyi 10 kez kafanizdan soyluyor!”
Uslubunuzdan oyle anliyorum.
“Dogrudurust insan olmam israile tutumum belirler. Dogrudurust politika izleyecegimi Gene israile tutumum belirler!
10 defa tekrar et!”
Luzumsuz lakirdilar yavelemek yerine, bana, Israil’in dinci + irkci bir apartheid rejimi olmadigini gostermege ugrassaniz daha verimli olur.
“Israil dunyanin en canli demokratik, hukuksal, sosyal devletlerinden biridir..”
Tabi, taaabi..
Yahudi bir Israil vatandasi, Israil’de, bir baska dinden birisi ile evlenebilir mi? Hayir. Yahudi Seriati buna izin vermez. Dolayisi ile, devlet de izin vermez.
Israil ordusunda Hahambasilik makami var midir? Evet.
Israil ordusunda, bir asker, kadin sesi ile yapilan anonslarin, dinsel sebeplerle, durdurulmasini isteyebilmekte midir? Evet. Cunku, bu, Yahudi Seriatina uygundur.
Israil’de, kadinlarin sokagin bir tarafinda, erkeklerin sokagin oteki tarafinda yurumelerini sart kosan bolgeler mevcut mudur? Evet.
“O yuzden ki 2 Milyonlarca yakin Arab bile orda yasiyor. vede araplara okullarinda okuyor, makam dili de arabcadir yahudi dilini yaninda. Yahudi okullarinda 2.mecburi dil ingizlice Ve arapcadir..”
Reklamlar icin tekrar tesekkurler.
Iyi de, ‘orda’ (Israil’in kurulusunan da onceden beri yasayan) bu Araplar Israil vatandasi midir?
Oy vermelerine izi verilir mi?
El cevap: Hayir.
Israil, vatandaslik verirse, kendileri (Yahudiler) azinliga duzecek diye korktugundan dolayi, boyle bir seye yanasmaz.
Sirf vatandaslik vermemek icin, ‘iki devletli cozum’e taraftar olan coktur.
Coktur da, o da ‘ayri bela’.. Filistin Devletine ona ait olan topraklari da vermek sozkonusu olacagi icin, engellenir. Boylece, Israil’de apartheid devam eder gider.
Israil’in bir anayasasi var midir? Hayir?
Neden?
Cunku, Yahudi Seriati buna izin vermez.
Ben Gurion, garibim, cok ugrasti. Ama, ‘kul sozu Allahin sozune baskin olamaz’ diyerek karsi cikanlar tarafindan engelendi. O gun bugundur Israil’in bir anayasasi yoktur. Yakin zamanda da olacaga benzemiyor.
“O arkandan gittigin one minutcu reisin sanki israil DIN devleti gibiymis tavrat okuyor, meydanlarda tavrat okuyor.”
Ben kimsenin arkasindan filan gitmiyorum. Ama, anlasilan, sizin reklamlariniza limon sikmis olmam sizin caninizi cok sikmis.
“be ulan, karsindaki adam senin gibi imam hatip gibi bir okula gitmemis, senin gibi seriati savunan erbekancilar icinde yogrulmamis, senin gibi DIN hocasi taa amarkalara gidip, gulenden akil almamis. her cumlesine din,allah sokmamis.”
Ve, ne dedigini de bilmemis.
“Israilde bugun onemli olcude Ateist mevcud. herturlu inanis normallesmistir.”
Dedim ya, gecin bu luzumsuz ve anlamsiz ve reklamdan oteye bir sey olmayan lakirdilari.
Israil’de din hanesine ‘Ateist’ yazilabilir mi? Hayir.
“Tabi ki necip lerde var israil de. herne zikkimsa dunyanin her yerinde bu irkcilik, ya da baskalariyla nefret yada dusmanlik duyma hastaligi mevcut. israilde farkli olacagini sanmam..”
Israil’deki kadar irkcilik dunyanin baska pek az yerinde var.
Habesistan’dan getirilen (ve ciltleri siyahi olan, ‘Ethiopian’) Yahudileri –amiyane tabirle– ‘kopek yerine’ koyanlar kimlerdir?
Eskenazilerin (Israil’in ‘beyaz Yahudileri’nin) cocuklarini Mizrahilerin cocuklarinin bulundugu okullara bile gondermedigini bilmeyen bir sizsiniz herhalde…
Bu gercekleri reklamlarla ortemezsiniz.
https://encrypted-tbn3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQsHhyYLLGsDEW5MR-TggElru2-n3-ye92B4laNi6L_JRlkc3Svdw
Esad rejiminin haber sitesi olan “Suriye Gerçekleri”nden bazı haber başlıklarını aktarıyorum;
Siyonist Kral Selman’ın kardeşi öldü
(“Suudi rejimi Kralı Selman’ın kardeşi Emir Türki Bin Abdulaziz Al Suud 84 yaşında öldü.”)
Siyonist Barzani’den gerginliği tırmandıracak açıklama
(“Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, ‘Daha önce birçok vaatler verildi ancak hiçbiri yerine getirilmedi. Bu yüzden referandum ertelenmeyecektir.’ dedi.”)
Siyonist Trump’tan geri adım
(“Siyonist bir gazete, ABD başkanı Trump’ın, ABD elçiliğini Telaviv’den Kudüs’e taşımaktan vazgeçtiğini bildirdi.”)
–
Peki Siyonist Hortlak, Siyonist Necip ve Siyonist Zileli bunlara ne der?
daha doğru bir açıklama
(aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık)
CHP’li Öztürk Yılmaz: Kerkük’teki PKK varlığı çok ciddi
CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz, Irak askerinin Kerkük’e girmesine ilişkin “Çok ciddi Kerkük’teki PKK varlığı. Çünkü özellikle görevden alınan valinin PKK ile yakınlığı biliniyor. Orada şu anda PKK’nın ciddi kuvvetinin olduğunu biliyoruz. PKK şu an Kerkük’ te önemli şekilde mevcudiyet gösteriyor. Bunun, bölgedeki unsurlara o bölgeyi şantaj olarak kullanmak istediğini biliyoruz… En büyük tehlike, bölge bundan sonra bölünebilir” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımıcısı ve Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Öztürk Yılmaz, Irak ordusu tarafından başlatılan Kerkük Operasyonuna ilişkin Öztürk Yılmaz şu değerlendirmede bulundu:
“Kerkük yapısı itibariyle ne Bölgesel Kürt Yönetimine (IBKY) ne de Bağdat’a bağlı olacak bir yapıya girmemesi gerekiyor. Kerkük’ün özel bir statüde olması lazım. Irak Anayasası da bunu izin vermektedir. Kerkük’ü Bölgesel Kürt Yönetimine bağladığınız anda bugünkü sorunlar çıkıyor, alıp Bağdat’a bağladığınız anda da başka sorunlar çıkıyor.
Üç etnik grup, Türkmenler, Araplar ve Kürtlerin eşit oranda temsiliyle yeni bir düzenlemeye gidip vilayet meclisini ve valiliği ona göre düzenlemek gerekir. Şu andaki gelişmeler umarız Irak’ta bir iç savaşa dönük adımlar olmaz. Kerkük diğer vilayetlere benzemez.
Kaynakariniz hep su binlece yillik jahudi, simdide israil,siyon dusmanlik temelinde.
Israil bati devletlerinden benzer demokratik parlementer yapisiyla yonetiliyor.
Israil vatandasliga gecmek istiyorsaniz elcilikten bilgi alin.
Ama gecici anayasalarinda yazildigi gibi jahudi dusmani yada irkci olanlar redediliyor.sansiniz yok yani.
YouTube da Clipler var.yahudiyle evlenmek arablara soruluyor…vede tersine..
Kafaniz dinci,, Nazi zihniyetiyle dolu oldugundan nufusun azinligi teskil eden ultra ortadoxs lari herseyi belirledidigini saniyorsunuz.
Arablarda oranin vvatandasi.
Israile gormedim.uzmanida degilim.
O azinlikta olan ortadox jahudilerin,siyoncular,israilerin en cok onlar zulme ugradigindan batidada ozel dikkat edilmektedir.gecenlerde Putin bile onlari Kabul edmistir.bkz.y.tube.
Ben boyle asagilik uyduruk seyleri tartismam.sunu daha cok dusunurum.
Neden israil devleti bilimde,demokraside,sosyal yasamlari ustun??
Neden o bolgede bir isik??
Cunku onlar fransizdir,Almandir,ingilizler,abdlidir,ispanyada,yunandir,italyandir,rusdur,turktur..kisacasi dunyalidir.dunya kulturunu,bilgisini oraya goturmustur.bu yuzden ustundur.
Siyonist im.evet.
Gecenlerde hiristiyan zeki bir dinadamiyla uzunca sohbet ettim.
Bu dinler musa,Isa, Ibo,nuh davut,125 bin peygamber lere baktigimizda tamaminda bir jahudi kulturu oldugunu goruyoruz.
Cevabi, olabilir onemli degil..
Dinleri fiskirtmislar,baslarina Bela ormusler..
“Nişanyan ‘Kripto Yahudi’ mi?”
Bir Habervaktim haberi. Kendisi de şöyle demiş;
Kripto-Naziler bana kripto-Yahudi demiş 🙂 http://www.habervaktim.com/haber/272213/nisanyan_kripto_yahudi_mi.html
Az daha unutuyordum. Ekleyeyim;
“Necip ‘Kripto-Nazi’ mi?”
Bir Haberanarşist haberi. Kendisi de şöyle demiş;
Kripto-Stalinistler bana Kripto-Nazi demiş 🙂
http://www.haberanarsist.com/haber/272213/necip_kripto_nazi_mi.html
Hitleri nasil goruyorsunuz?gorusunuzu acikca belirtirmisiniz…
“Kaynakariniz hep su binlece yillik jahudi, simdide israil,siyon dusmanlik temelinde.”
Ha ha ha! [Guldurdunuz beni. Sagolasiniz.]
Ben, buraya yazdiklarimin neredeyse tamamini Israil’de yayinlanan gazetelerin Ingilizce versiyonlarini okuyarak edindim.
“Israil bati devletlerinden benzer demokratik parlementer yapisiyla yonetiliyor.”
Ha ha ha! [Tekrar.]
Bati devletlerinden hangisinde partiler ve milletvekilleri hahamlardan olusur?
“Israil vatandasliga gecmek istiyorsaniz elcilikten bilgi alin.”
Elcilige gitmege gerek yok. Bunlar bilinmeyen seyler degil ki.
Surada da yaziyor zaten: http://www.mfa.gov.il/mfa/aboutisrael/state/pages/acquisition%20of%20israeli%20nationality.aspx
Ulke disinda dogmus birisinin Israil vatandasi olabilmesi icin aranan sartlar sunlardir:
1) Anne ya da babasinin Israil halen vatandasi olmasi; veya,
2) Annesi/babasi sag degilse, annesinin/babasinin Yahudi ispatlamasi (ki, bu da sadece annesi/babasi kisitlidir; geriye isletilmez).
Bu kadar.
Buradan da kolayca gorulebilcegi uzere, Israil vatandasligi elde etmek icin Yahudi olmak gerekiyor. Nokta.
Siz, ya hicbir sey bilmiyorsunuz; ya da salaga yatiyorsunuz.
“Ama gecici anayasalarinda yazildigi gibi jahudi dusmani yada irkci olanlar redediliyor.”
O sizin ‘Gecici Anayasa’ dediginiz sey ‘gecici’ filan degil, bitmemis ‘taslak’tir. 1950’lerden beri bir turlu bitirilemiyor cunku Yahudi Seriati buna izin vermiyor.
“sansiniz yok yani.”
Dibine kadar irkci (ve dinci) bir devletin vatanasi olmak gibi bir hevesim hic olmadi. Oyle bir ‘sans’ olmaz olsun.
Iran bile o kadar degil –‘dinci’dir; ama, ‘irkci’ degildir.
“YouTube da Clipler var. yahudiyle evlenmek arablara soruluyor… ve de tersine..”
Dedim ya: Siz, ya hicbir sey bilmiyorsunuz; ya da salaga yatiyorsunuz…
Israil’in hicbir makami bir Israil vatandasi Yahudinin bir Hiristiyanla nikahini kiymaz. Yasaktir. Imkansizdir.
Sirf bu yasagin etrafindan dolanmak icin, Israil vatandasi Yahudiler, Hiristiyanlarla (ya da baska bir din mensubu ile) evlenebilmek icin yurtdisina giderler (cogunlukla da Guney Kibris’a).
‘Demokrasi’ dediginiz Israil, kendi vatandaslarinin kiminle nikah kiyacagini belirliyor. Bu mudur ‘demokrasi’?
“Kafaniz dinci,, Nazi zihniyetiyle dolu oldugundan nufusun azinligi teskil eden ultra ortadoxs lari herseyi belirledidigini saniyorsunuz.”
Hersey degil, onemli olanlari belirliyorlar.
Mesela, Turkiye’de (ve Bati’da) pek az kisi Israil’in haftasonu tatil gunlerinin Cuma ve Cumartesi oldugunu (Pazar haftanin ilk gunudur; tatil degildir) bilmez.
Cuma gunun tatil olmasinin sebebi, cogu kisinin zannettiginin aksine, Israil’de yasayan nufusun onemli bir kismi olan Muslumanlarin hatirina secilmis degildir.
Cumartesi gunu ‘sabat’tir; Cuma da ‘sabat arefesi’; yani, ‘sabat’a hazirlik gunu. Yani, her ikisi de Yahudi Seriati kaynaklidir.
Neyse. Donelim ‘dinci’ konusuna:
Su habere bir bakin isterseniz –bir Israil haber sitesidir.
http://www.israelnationalnews.com/News/News.aspx/147519
Gecen sene 662,721 cocuk ‘laik’ okullara gitmis. Buna karsilik, 230,692 cocuk da Haredi ya da dindar Siyonist okullara kaydolmus…
Yani, yaklasik 3’te biri. Ve, giderek de artiyor.
Ha.. bir de su var: https://www.nytimes.com/2017/09/12/world/middleeast/israel-ultra-orthodox-military.html
Israil’de, dinci okullarin ogrencileri, daha bu seneye kadar, askerlikten muaf.
[Olmayan Anayasaya aykiri olduguna dair yeni bir karar daha almis Israil Yuksek Mahkemesi; ama, bu, bu konuda aldigi ilk karar degil. Bunu da kimse takmayacak, belli.]
“Arablarda oranin vatandasi.”
Evet, halen orada yasayanlar oyle. Fakat, Filistinden surulen, yerinden yurdundan edilenlere (ve onlarin coluk cocuguna) bu hak veriliyor mu? Tabii ki, hayir.
“Israile gormedim. uzmani da degilim.”
Bilmediginiz, gormediginiz bir ulke hakkinda bu kadar iddiali konusmamalisiniz; siritiyor.
Uzmani olmadiginiz asikar; ama, bu kadar da koru korune Israil hayrani olmaniz abes.
“O azinlikta olan ortadox jahudilerin, siyoncular, israilerin en cok onlar zulme ugradigindan batida da ozel dikkat edilmektedir.”
Hikaye. Zulme ugradi dediklerinizin sayisi giderek (her sene) artiriliyor. Sirf, ‘shock factor’ devam etsin diye.
Daha once dedigim uzere: ‘Shoah business is good business’.
[Meraklisina not: ‘Shoah’, Ibranicede ‘soykirim’ demektir. Soykirim pazari olduguna isaret eder. Yukaridaki lafi da ben degil, bir Yahudi ahbabim soylemistir.]
“Ben boyle asagilik uyduruk seyleri tartismam.”
Soylediginiz seyler hakkinda bu tur laflar etmenizi durustlugunuze bir isaret mi saymaliyim?
“Neden israil devleti bilimde, demokraside, sosyal yasamlari ustun??”
Demokrasi konusunu konustuk: Nalbant keseri. Sadece kendine Yahudi. Gecelim.
Bilimde iyi olduklarini kabul ederim. Sosyal yasam konusunda ise, ulkenin sadece belli kesimleri oyle. Geri kalan kisimlari giderek daha kati dinci hayata yoneliyor.
“Neden o bolgede bir isik??”
Ne isigi? Hangi bolgede?
Israil, isik filan degil, patlamaya hazir bir bombadir.
Etrafindakilerden algiladigi tehdit azaldigi anda, Israil kendi ic sorunlari yuzunden coker.
“Cunku onlar fransizdir, Almandir, ingilizler, abdlidir, ispanyada,yunandir, italyandir, rusdur, turktur..kisacasi dunyalidir.dunya kulturunu, bilgisini oraya goturmustur. bu yuzden ustundur.”
Ustun filan degil. Sadece, ABD’nin (Roosevelt ile yururluge koydugu) tezgahinda kullanisli olduklari icin el ustunde tutuluyor.
Ama, hem Yahudiler, hem de bizler, bu kiyak zamanlarin devam etmedigini biliyoruz. Ispanya’da da, Osmanli’da da, Almanya’da da, bir donem Yahudiler el sutunde tutulmus; daha sonra isler sarpa sarmistir.
Tarihten ders almak gerektigi halde, Yahudiler, malesef, ‘never again’ saplantisi ile, pek de hayirli olmayan bir yolda yuruyorlar..
“Siyonist’im. evet.”
Hem irkci hem de dincisiniz, demek ki.
Ben degilim.
(Nasname’nin sayfasından)
“Haşdi Şabi’nin öne çıkması,
Şii-Sünni karşıtlığını/çatışmasını da beraber getirecektir. Her an dengeler ve ittifaklar değişebilir; Çünkü Ortadoğu’da bir gün bile çok uzun zamandır…”
“Hitler’i nasil goruyorsunuz? Gorusunuzu acikca belirtir misiniz…”
1) Gecin bu kucuk laf oyunlarini.
Benim gozumde, Hitler, olmus gitmis birisidir.
Baska her ‘siyasi lider’ gibi, kendi acisindan bir seyler yapmaga calismis; olmamis.
Bitti.
2) Bugunu konusuyoruz.
Ve, konumuz Hitler degil.
Israil.
Daha dogrusu, sizin Israil reklamlariniz; ve onlarin dogru olup olmadigi.
Dogru degiller.
Fakat, bu sizin kasitli kabahatiniz degil.
Israil, bunu, bu cambazligi, cok basarili oynuyor.
Disariya ‘laik’ (‘secular’) bir goruntu veriyor.
Dogru mu, dogru tabii. Fakat, sadece Tel Aviv’deki dar (fakat, ‘vocal’, sesi cok cikan/cikarilan) bir azinliga bakarsaniz.
Halbuki, ulkenin geri kalan kismi –diger Yahudiler– hem dinci, hem Seriatci hem de irkci.
Bu durum sadece ahailinin bir kismina ait degil; Israil’in butun kanunlarina (olmayan Anayasasina, taslagina) sinmis/yazilmis durumda.
Dahasi, ulkenin geri kalan kismi, Tel Aviv’deki liberal/secular azinliga ‘zindik’ ve ‘basbelasi’ (huzuru ve birligi bozan) gozuyle bakiyor ve kurtulmak istiyor. O yuzden, bu azinligin bir ayagi cukurda diyebiliriz –cukurda degilse bile, New York’ta. Her an oraya kacabilirler.
Ben, mesela, baska hic bir modern ulkede Ilahiyat ogrencilerinin ozel imtiyazlari oldugunu bilmiyorum, duymadim. Ama, Israil’de Yeshiva ogrencileri (Israil/Yahudi Ilahiyat fakulteleri de diyebiliriz) ogrencileri –baska herkes icin zorunlu olan– askerlikten muaftir.
Bu, ve bunun gibi bir suru sey, Israil’in ‘dinci’ oldugunun gostergesidir.
Yani, Israil, sekuler/laik filan degildir. O, Israil’in vitrine dizdigi bir kandirmacadir.
Bir baska nokta da, Israil’in kendisine ‘demokrasi’ demesi.
Dogru mu?
Evet, ama, sadece sekilci gozle bakarsaniz.
Secimler, yapiliyor mu; evet.
Fakat, demokrasi sadece secimler degil ki?
Daha onceki yazimda belirttim: Vatandaslarinin kiminle nikah kiyacagina dahi karisan bir ulkede demokrasinin olduguna beni ikna edemezsiniz.
Israil devletinin sablonu Siyonizm oldugu muddetce, vatandaslarina ancak ve ancak Yahudi Seriati neye izin veriyorsa o kadarini verir.
Yani, Hz Ford’un dedigi uzere, ‘Siyah olmak kaydiyla, istediginiz rengi secebilirsiniz’.
‘Gelelim insan haklarina’ diyecegim; ama, hic demeyeyim; cunku Israil’den bahsediyorsak, bu baslik altinda sadece vitrinlik seylerden bahsedilir. Yani, yine Tel Aviv (ve baska birkac yerin) sokaklarinda, meydanlarinda huzur icinde serbestce gezip dolanan bir grup insandan bahsedebiliriz.
Halbuki, madalyonun oteki yuzunde, cok daha buyuk olan yuzunde, bambaska bir realite vardir: Israil’in isgal altinda tuttugu yerlerden surulen insanlarin (ve insan) vatandaslik haklari yok sayilir.
Her gun Bati Seria ve Filistin’de neler yaptiklarini hic saymiyorum bile.
Sonuc?
Sonuc sudur:
Benim ozellikle Israil’le ugrasmak gibi bir derdim yok.
Yahudilerle (ve Yahudi olmayan Musevilerle) de bir sorunum yok. Aralarinda, fikirlerimizi uyussa da uyusmasa da, iyi arkadaslarim olmustur –baska herkes gibi.
Ama, birisi tutup bana Israil reklamlari/pazarlamasi yapmaga kalkinca dayanamam ve ‘orada dur’ demek ihtiyacini hissederim.
Benim baktigim yerden, Israil’in disariya verdigi goruntuyu azicik kaziyinca, altinda cikan gercek manzara, Turkiye’nin Israil’den ogrenecek (ornek alacak) hicbir seyi olmadigini tescil eder.
Tersine, mazallah, ornek alinacak olursa, Turkiye, Seriatci, irkci ve bir apartheid ulkesi olur.
Bunu kesinlikle istemem ben.
O yuzden, sizin Israil ve siyonizm hayranliginiz –tabii ki– kendi tercihinizdir; fakat, size/fikirlerinize/pazarladiklariniza hicbir sekilde saygi duymadigimi bilmenizi isterim.
Vah vah başı örtülü kadın dünyevi hazzı yaşamaz mı
17 Ekim 2017 – Ertuğrul Özkök
HÜRRİYET yazarı Ayşe Baykal’ın Mehmet Ali Şahin’in başı açık bir kadınla evlenmesi konusunda yazdığı yazı ortalığı karıştırdı.
*
Ayşe diyor ki:
“(Muhafazakâr) Erkekler yıllarca başörtülü eşlerine ‘uhrevi sorumluluğu’ yani dinin yükümlülüğü ve ahlak bekçiliği ve çocuklarının sorumluluğu gibi görevler yükledi.
Başörtülü olmayan kadınlarla da dünyevi hazları paylaştı.”
*
Yani bu durumda başı örtülü kadınlar dünyevi zevkleri hiç yaşamıyor mu…
Hani şu dünyevi zevk var ya işte onu…
*
Ben başı açık bir kadın olsam, bu sözleri kendime hakaret olarak görmezdim.
Sadece başı örtülü kadınlara ‘Vah vah… Yazık’ der, durumlarına üzülürdüm…
Tabii başı açık bir kadın olarak, başı örtülü kadına şu soruyu sorardım:
“Arkadaşım sen mi dünyevi hazzı yaşamayı reddediyorsun, yoksa eşin mi yaşatmıyor…”
Veya yaşatmayı bilmiyor…
*
Bana kızmayın…
Tartışmayı, başörtülü bir kadın başlattı…
MİNİCİK BİR SORU
– DÜNYEVİ zevk muhafazakâr kadına yasaksa, muhafazakâr erkeğe niye yasak değil…
AYŞE, SONDAKİ O CÜMLE TEHDİT Mİ ÖNGÖRÜ MÜ
AYŞE Baykal’ın yazısının son cümlesine de takıldım.
Muhafazakâr erkeklere şöyle sesleniyor:
“Kısacası; üzgünüm beyler, ektiğinizi biçeceksiniz.”
Sizce ne demek istiyor?
– Muhafazakâr kadının da dünyevi hazları tatmaya başlayacağına dair bir öngörü mü…
– Yoksa, hafiften bir intikam tehdidi mi…
Muhafazakar beyler…
Cevap hakkı sizde…
Adnan Hoca fotoğrafına bakın…
Ve cevabınızı verin.
MUHAFAZAKÂR BİR ERKEĞİN CEVABI
BAŞI örtülü ilk eşinden ayrılıp, başı açık bir kadınla evlenen muhafazakâr bir arkadaşıma sordum: “İkinci evliliğini neden başı açık bir kadınla yaptın?”
Şu cevabı verdi:
“Sen sorasın diye…”
Tabii bu durumda dünyevi haz meselesini soramadım.
HADİ HEP BİRLİKTE SORALIM 83 NUMARA KÜRTLERDE Mİ OLSUN HAŞDİ ŞABİ’DE Mİ
83 numaralı vilayet’ ilan ettiğimiz Kerkük’te, önceki geceden itibaren durum değişti…
*
– İYİ HABER: Peşmerge Kerkük’ten çekiliyor…
Yani en azından bir kırmızı çizgimiz çiziliyor…
– KÖTÜ HABER: Buraya Irak ordusundan önce İran yanlısı Haşdi Şabi güçleri giriyor…
Yani peşmergenin çekilmesi ile çizilen kırmızı çizgi, İran’ın girmesi ile tekrar siliniyor…
Şimdi şöyle biraz rahat oturup kendi kendimize soralım…
– Kerkük, Haşdi Şabi yönetimindeki Irak’ın bir vilayeti olursa mı bizim için daha iyi…
– Yoksa Kuzey Iraklı Kürtlerin yönetiminde olursa mı…
*
Ya da şöyle sorayım.
– Yanı başınızda petrolü olan bir Kuzey Irak mı istersiniz…
– Yoksa bir dahaki resmi ziyarette bayrağını çekeceğiniz fukara bir Kürt federe devleti mi…
ABİ NE OLUR ALLAH AŞKINA SEN KARIŞMA YERİNDE OTUR
GÖRÜNCE “Eyvahhhh” dedim…
Ahmet Davutoğlu oturmuş, 20 maddelik “Kerkük nasıl kurtulur” planı hazırlamış…
“Eyvaahhhh” dedim… Desene beterin de beteri gelecek… Dur artık… Allah aşkına dur…
Sen hiç karışma, fikrini kendine sakla…
İnan, memlekete yapacağın en büyük hizmet bu “stratejik sükût” olacaktır…
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/vah-vah-basi-ortulu-kadin-dunyevi-hazzi-yasamaz-mi-40612829
Mezarimdan kaldirdiniz..
Dusmanini izlemek tabiki Politikanin, savasin,gavganin geregi.
Bunun icinde herturlu yalan hile iftira da geregi..
Cocuktum.buyukler israilin guclu oldugunu yenilmez oldugunu soyleyince birturk dunyaya bedel hele ben..
Silah, tufekle basedilmez,kafalari Elektronik beyin vucudlari robot olarak algiladigimdan,kafalarinin ortasina bomba atsak,belki denince arkasindan tartartar makinalali tufekle.bu hayalleri ederken ayni zamanda hayranlik duydum.
Sonra neden bu israil bu pis arablarin icinde devlet kurduklarini cozemedin.
Sonra solculuk enternasyanalizm humanizm esitlik adelet markslar leninler..
Vede filistine gitmis ,yaralanmis kimbilir g.zilelide tanir solcu boyukle bu konu uzerine konusmam.
Bu Militan chef filistin israil den bahsedince once bilgisiz cocuk demesin diye cekindim.ama bilincalti kurnazligimla lafi azindan alirim dusuncesiyle bu israiler (olabilir turkler gibi baska cins yahudi..) bu alman fasistlerin yakip oldurdugu yahudiler degilmi?!
Evet deyince, Agzim acik saskinca,simdi biz bunlarami savasiyoruz?!!
Sakin yapili bu solcu chef hararetle, yok Ya!
Biz israile karsi degiliz..biz arkasinda ki ABD ye karsiyiz..desede.
Kafami cevirirken hitlerin bitiremedigini biz solcular tamamlayacakmisiz bu ne kepazelik, rezillik! Oldugunu ve ilkkez solcular in bukadar beyinsiz oldugunu acikca gormustum.
Benim siyonist olmam boyle basliyor.
Devam edecek..
İsim Değişiklikleri [Mi?]
1) Padişah [mı] bu Cumhurbaşkanı [?]
2) Sadrazam [mı] bu Başbakan [?]
3) Serasker [mi] bu Genelkurmay Başkanı [?]
4) Şeyhülislam [mı] bu Diyanet İşleri Başkanı [?]
5) Teşkilat-ı Mahsusa [mı] bu MİT [?]
6) Kadı [mı] bu Hakimler ve Savcılar [?] ve Mahkeme onlara mülk değil [mi?]
7) Kabe gibi [mi, yoksa Mescid-i Nebevi gibi mi] bu Anıtkabir [?]
8) Allah’ın Elçi’si gibi [mi] bu Türk’ün Ata’sı [?]
9) Allah Elçi’sinin Halife’si gibi [mi] bu Türk’ün Ata’sının halefi [?]
Laikçi Dinci Irkçılık: Kemalizm
–
Adsız16 Ekim 2017 12:18
Bana kalırsa Kemalizm içi büyük oranda boşaltılmış bir din kalıbını kullanan bir ideoloji. Dediğiniz açıdan bakınca ben de bir çoğunu dinlediğimde Allah’a inanıyorum demekten başka dini bir emare göremiyorum. Ama hakarete geçtikleri vakit vatan haininin soluna “gavur” kelimesini veya “(herhangi bir gayrimüslim toplum) dölü” sıfatını kullanmaktan çekinmiyorlar. İçinde din öğeleri varsa popülizm için yani. Ama ideolojinin kendisi din gibi bir şey orası ayrı bir mevzu.
“Sonra neden bu israil bu pis arablarin icinde devlet kurduklarini cozemedin.”
Lafinizi bolmus gibi olmayayim [siz yine devam edin]; ama, “cozemedin” [galiba “cozemedim” demek istediniz; cumlenin gelisinden oyle anliyorum] konusunu –elimden geldigince– acikliga kavusturayim:
“Neden bu israil bu pis arablarin icinde devlet kurdu” sorusunun cevabi aslinda o kadar da zor degil:
Avrupa’nin (ki, buna Avrupa’daki her devlet dahildir) cok eskilerden beri bir ‘Yahudi (‘Jewish’) problemi’ olageldi.
Daha dogrusu, onlar –donem donem– bu nufusu bir ‘problem’ gorduler ve ‘cozmek’ icin turlu cesitli yontemler kullandilar.
Kimi zaman ‘Yahudi’leri ‘getto’lara tiktilar, kimi zaman da –daha ‘drastic’ cozum olarak– ‘pogrom’lar denediler. ‘Pogrom’, yani organize katliam –bilhassa ‘Yahudi’lere yonelik.
Ama, ‘problem’ bir turlu tam olarak ‘cozulemedi’.
‘Cozumsuzluk’ Birinci Dunya Savasinda giderilebilir gibi oldu; ama, gerceklesmedi. Bir suru sebebi vardi; ama, bir tanesi de Avrupa Yahudilerinin Avrupa’yi terketmege cok da gonullu olmayisi idi.
Sonra, sahneye Adolf Hitler cikar, bu ‘problem’i –Avrupa adina– cozmek icin istekli bir sahsiyet olarak.
Ilginctir, Avrupa Yahudilerinin Avrupa’yi terketmege ikna edilmesi icin, sadece Hitler gayret ememis, Yahudilerinin arasindan da onemli sayida (sayisini simdi bilmiyoruz) ‘isbirlikci’ cikmistir –Hitler’e yardimci olan.
Neyse, uzatmayayim: Gaz odalari filan gibi yenilikler sonrasinda, Avrupa Yahudilerinin Avrupa’da kalamayacaklarini anlamalari –Avrupa’yi terketmege riza gostermeleri– saglandi.
Ilginctir, Almanya’nin can dusmani olan Britanya, ‘cozum’un diger ayagini coktan hazir etmisti:
Avrupa Yahudilerine yepisyeni bir ‘vatan’ olacak olan –bugunku– Israil…
Tavsandan sapka cikarir gibi, ustelik de Yahudilere iyilik etmis goruntusu vererek, Avrupa Yahudileri, bugunku Israil’e ‘dump’ edilir –boca edilir.
Evet, “bu Israil, bu pis Araplarin ici”ne, yani ‘Ortadogu Batakligi’na boylece yerlestirildi.
Ama, bu ‘cozum’ o kadarla kalmiyor.
Bati/Avrupa acisindan, tipki ‘tukenmez serbeti’ gibi, ‘yediveren gulu’ gibi, ‘Kurban oldugum Rabbim, verdikce veriyor’ misali, cok daha verimli faydali sonuclara yol acti:
Bu doku naklinin (bu, ‘tarnsplant’in, icine yerlestirildigi bolge/bunye tarafindan reddedilecegi belliydi. Nitekim de oyle oldu –ve olageliyor.
Bu da, Bati icin iki temel faydaya isaret ediyor:
1) Israil’in icinde bulundugu cografyanin tamamini tar u mar edenin Bati oldugu gercegini gozlerden uzak tutuyor.
Yani, bolgenin Yahudi olmayan cok buyuk nufusu/halki, Bati’ya degil, Israil’e dis biliyor.
Boylece, Bati, husumet oklarindan yirtmis oluyor/oldu.
2) Israil, etrafindaki ofkenin paratoneri olmak hasebiyle, kendisini koruyacak birilerine muhtac; ve bu da, otomatik, olarak Bati oluyor.
Yani, kendi ‘Yahudi problemi’ni ‘cozmek’ icin onlari buraya boca etmis olanin Bati oldugunu unutup, ‘boca’nin faillerine minnet duyuyorlar.
Butun bunlardan Bati’nin (kendi acisindan) kazancli ciktigini soylemek mumkun; ama, ayni seyi Yahudiler icin soyleyebilecegimi sanmiyorum.
Daha da oteye giderek, cok kotu tufaya getirildiklerini dusundugumu soylemem lazim.
Hitler olmedi!
Heryerde var.yazdiklarinizdada var..
Hitler almanya icin,dunya icin cok seyler yapti!dunyayi Jana buladi,ulkesini yakip yiktirdi.. Milyonlarca almani yok etti..sonsuz acilara bogdu.
Gene o israil masalini yahudi dusmani,dinci , fasist cevrelerden duydugumuz..
Amacim sizi desifre etmek yada hail Herr necip dedirtmek degil.ama fikrinizi acikca belirtirmenizde kimsenin karsi olacagini sanmam..
Israil degil de necipi cozmek kolay olmuyor..
Dedikleriniz komplo teorilerine dayanan,fasist, dinci,cevrelerden duydugumuz seyler.
Bende dusmanimi iyi tanirim.bu cevrelerin birakalim konusmalarini,kafasindan gecenleri bilirim..
Bahsettiginiz israildeki vatandaslik gerekcesinin 2 degil 4 maddesi oldugunu goruyorsunuz.bilerek eksik yaziyorsunuz.
Gene igrence degindiniz israildeki ultra ortadoxs larin, bizim inancimiz allahimiz insan oldurmegi yasakliyor elimize silah alamayiz.israil devleti kanun onunde herkes esitdir deyip onlari zorla askere aliyor..
Ben hak veriyorum.burda siyonist ortadoxs lardan yanayim.
Daha igrenc olanda hani hukumeti bu nlar yonetiyordu?!gozunuz hasetden gormuyor.
Israilde evlilik,muesesi,makami,kurumu gibgicir turkceyle Establishment i yokmus..
Sadece bu isleri DIN adamlarina birakilmis.muslumanlar kendi seriatina Gore, yahudiler kendi dinlerine gore evleniyor devletde karismiyor.
Cool! Devletin evlilik islerine karismasini tecavuz gorurum.karismasin.2010 Dan beride partner olarak yasayanlarida evlilik statustligi verilmismis..
Her ulkenin bir eksikligi,tuhafligi,tersligi olabilir..kendi ulkene BAK derim.
“O coğrafyanın tamamını tar u mar eden Batı” mıdır, yoksa Batı’dan, hatta Osmanlı’dan bile öncesine kadar devletleşmeyi becerememiş coğrafyanın kendisi mi?
Türkiye, Mısır ve İran dışında hiçbiri devlet/ulus değildi ki.
Mesela Osmanlı’dan önce Suriye/Filistin/Lübnan Mısır’ın (Memlukler’in) idi (Mısır zaten bu geçmişi sayesinde Osmanlı’dan güçlü bir devlet olarak kopabildi). Üstelik yakın geçmişte de Mısır ve Suriye’nin çok kısa süren bir birleşmesi bile denendi, fakat yürümedi.
Irak ise İran’ın idi. Hatta birkaç yüzyıl boyunca Osmanlı ve İran arasında el değiştirdiği de oldu.
Irak Kürtleri veya Barzani’lerin fiilen devletleşebilmeleri de o bölgenin bu geçmişinin bir ürünü zaten.
Bir de, günümüzde Batı’ya ve petrole de dayanmakla birlikte esasen Vehhabi hareketi ve Suudi hanedanının kurduğu başka bir devlet daha var.
Bu dördü (Türkiye, Mısır, İran, Suudi Arabistan) dışında bölgede söz sahibi olabilecek, “devlet” diyebileceğimiz başka biri de yok (Liechtenstein benzeri bir Ürdün’ü de saymazsak).
Büyükler: Washington, Moskova
Ortalar: Ankara, Tel Aviv, Kahire, Riyad, Tahran
Küçükler: Şam, Bağdad, Erbil
Bu kadar iddia ediyorsuz,kendinizi rezil ediyorsunuz.. israildeki arablar israil vatandasidir.israilli arab olarak geciyor.yahudi degil. Tipki alman turkleri gibi.. vatandaslik sartlarindada var o madde.bkz.internet.wiki..
Bunlar onemli degilde,sizin hastalik dercesinde takintinizi cozum den bahsederken, asagilikca,nihai-cozumlede, Endlösung lada cozulemedi demenizden belli oluyor..
Hasta ruhunuz taa ABD de nerdeyse 2. Bir almanya kurulmasinin hayaline goturuyor sizi.
Tam tersine Almanyanin kurulmasi tarihi hatadir! Dunya savasinin her ikiside bu ulkenin eseridir.
Bunu Ben degil,alman cumhurbaskani richard weissacker soyler..!
ABD 2. Dunya savasinda Tam manasiyla kurtarici rolu oynamistir.enaz kizilorrdu kadar kahramandir.
Nazi esirleri bile memnun,hatta Holidaydan bahsederler onlara davranislarindan..
Sizin hala hastalik dusunceyle komplo.tezgah,arayin..su Hawaii saldirisina girsem hapizi fazla alirsiniz..
Ford hitleri destekler,29dan beride dogum gununu 50 bin dolar yolar.
Hitlerde benim biricik ilhamim der.onun icin..
Fasist fikirler anti semitizm de ,anti siyonizm de bulusur..
http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/kurt-burjuvalari-asiret-reisleri-ve-toprak-agalari-kerkuku-teslim-etti
“Kürt burjuvaları”, “aşiret reisleri” ve “toprak ağaları”, “Barzanistan” ve “Talabanistan” yanlış, Esad rejimine karşı “Emperyalistler” ile birlikte savaşan PYD/YPG/SDG yanlış, İran’ın sözde “Anti-Emperyalizm”i yanlış, “Siyonizm” ve “Emperyalizm”i zaten saymaya gerek yok, bir tek siz doğrusunuz (!)
Fakat küçük (!) bir sorununuz var; bu doğrularınızı hayata geçirecek bir tabanınız yok! Bu nedenle, en fazla, “Eppur si muove” (Ama dünya yine de dönüyor) diyen Galileo rolünü oynayabilirsiniz; dünyanın döndüğünün kabulü için bir çağ geçmesi gerekti, sizin doğrularınızın kabulü için de öyle olacak anlaşılan!
“Hitler olmedi!”
Sizin icin oyle olabilir.
“Bahsettiginiz israildeki vatandaslik gerekcesinin 2 degil 4 maddesi oldugunu goruyorsunuz.bilerek eksik yaziyorsunuz.”
Evet, bilerek onlari yazdim. Ve, buradan da sizin anlamak ozurlu oldugunuza dair isaretler aliyoruz.
Cunku, tekrar okursaniz, ‘Ulke disinda dogmus birisinin Israil vatandasi olabilmesi icin aranan sartlar’ demistim.
Diger iki sartin sadece /ulke icinde/ dogmus olanlar icin gecerli oldugunu bilmezseniz, okur da anlamazsaniz, iste sizin yaptiginiz gibi olur: Bilmeden/anlamadan yazadurmak.
“Sadece bu isleri DIN adamlarina birakilmis.”
Bunu nereden cikariyorsunuz?
Anayasasini bile, din adamlari kabul etmiyor diye yapamayan bir ulkeden bahsettigimizin farkinda bile degil misiniz?
“muslumanlar kendi seriatina Gore, yahudiler kendi dinlerine gore evleniyor devletde karismiyor. Cool!”
Sonunda, gele gele, siyonizm uzerinden dinci olmussunuz.
“Devletin evlilik islerine karismasini tecavuz gorurum. karismasin.”
Olur. Ilk firsatta soylerim.
“2010 Dan beride partner olarak yasayanlarida evlilik statustligi verilmismis..”
Link?
Sartlari?
“Her ulkenin bir eksikligi, tuhafligi, tersligi olabilir.. kendi ulkene BAK derim.”
Ne zaman nereye bakacagimi size sormak ihtiyacini duyarsam, soylersiniz. Simdilik boyle bir ihtiyac sozkonusu degil. Kendinizi bosuna yormayiniz.
“Bu kadar iddia ediyorsuz,kendinizi rezil ediyorsunuz.. israildeki arablar israil vatandasidir. israilli arab olarak geciyor. yahudi degil. Tipki alman turkleri gibi.. vatandaslik sartlarindada var o madde. bkz. internet. wiki..”
Yazilanlari oku(ya)madiginizdan midir, nedir, bilmiyorum. Kac defa tekrar etmem gerekecek, kestiremiyorum. Ama, son bir daha deneyeyim:
Israil, anne babasi (soyu sopu) bugunku Israil topraklarinda dogmus, ama, topraklarindan surulmus olanlari Israil vatandasligina almiyor.
Bunun onunu de, yukarida bahsettigimiz o dort maddelik vatandaslik sartlariyla (ki, ikisi bu konuda gecerlidir) kesiyor:
‘Israil disinda yasiyorsan, Yahudi degilsen, ispatlayamazsan, Israil vatandasi olamazsin’ dediginiz andan itibaren sadece irkci olmuyorsunuz, ayni zamanda ‘apartheid’ci de oluyorsunuz.
Sizin bununla bir sorununuzun olmayisi da normal. Siyonizmi pesinen kabul etmisseniz, bunlar o paketin mutemmim cuzleridir zaten.
Bunlar onemli degilde,sizin hastalik dercesinde takintinizi cozum den bahsederken, asagilikca,nihai-cozumlede, Endlösung lada cozulemedi demenizden belli oluyor..
“Bunu Ben degil, alman cumhurbaskani richard weissacker soyler..!”
ABD/Britanya tarafinda olusturulan yapinin basina getirilmis olan Weissacker mi?
“ABD 2. Dunya savasinda Tam manasiyla kurtarici rolu oynamistir. enaz kizilorrdu kadar kahramandir.”
Bu ‘kurtarici’ konusu icin yukarida yazdiklarima bakabilirsiniz.
“Fasist fikirler anti semitizm de, anti siyonizm de bulusur..”
Siyonizm, Fasizmin icine kuvvetli bir ‘din’ elementi eklenmis olan versiyonudur.
“Türkiye, Mısır ve İran dışında hiçbiri devlet/ulus değildi ki.”
Once, ‘ulus’ kelimesini bu onermeden cikarmak lazim bence. Cunku, bu dediginiz 3 ulkeden hicbirinde ‘ulus’ temelli bir devlet yapilanmasi yoktu.
Yaban’dan su pasaji hatirlatayim:
Yakup Kadri, bunu ici aciyarak aktarir.
Aktarir da, bir baska –kadim– realitenin de altini cizer: Turk olmak, Arap ya da Acem olmak gibi bir derdi yoktu ahalinin.
Din ise sadece nominal bir oneme sahipti ahalinin gozunde.
Araplarin (Misir haric) devlet gelenegine sahip olmadigini soylemek ise, bence, haksizlik olur.
Gecmiste kendi(lerinden oldugunu soyleyebilcegimiz) devletleri oldugu kadar, daha sonralari da ‘devlet’siz bir ortamda yasiyor degillerdi.
‘Kurucu unsur’ olmamagi dert etmemislerdi sadece. Bu da, bu topraklarda, normaldir.
“Mesela Osmanlı’dan önce Suriye/Filistin/Lübnan Mısır’ın (Memlukler’in) idi (Mısır zaten bu geçmişi sayesinde Osmanlı’dan güçlü bir devlet olarak kopabildi).”
Kavalali hanedanindan bahsetmeden gecmek dogru olmaz. O takdirde de, Kavala’nin cografyada nerede olduguna bakmak lazim gelir. Yani, Misir (bugunku haliyle) yine eski/kadim usullerle kurulmustur –Arap olmayanlar tarafindan.
“Üstelik yakın geçmişte de Mısır ve Suriye’nin çok kısa süren bir birleşmesi bile denendi, fakat yürümedi.”
O bir hamhayal idi cunku. Iki devletin, sirf ‘iyi olur’ diyerek bir devlete donusmesinin tarihte bir ornegini ben bilmiyorum.
“Irak ise İran’ın idi. Hatta birkaç yüzyıl boyunca Osmanlı ve İran arasında el değiştirdiği de oldu.”
Bu gitme-gelmeler arasinda neden kendilerinin ‘devlet’ olmadigini hic merak ettiniz mi?
“Irak Kürtleri veya Barzani’lerin fiilen devletleşebilmeleri de o bölgenin bu geçmişinin bir ürünü zaten.”
Fiilen devletlesmek.. Bunun isabetli bir onerme olduguna emin degilim. Ozerklesmek fiilen devletlesmek anlamina gelmiyor her zaman.
“Bir de, günümüzde Batı’ya ve petrole de dayanmakla birlikte esasen Vehhabi hareketi ve Suudi hanedanının kurduğu başka bir devlet daha var.”
“Suudi hanedanının kurduğu” ‘devlet’in iki temel sorunu var:
Birincisi, yasayan hafiza ‘kurduğu’ kelimesine itiraz ediyor. Ikincisi de, ‘Suudi hanedanının’ hakiki hak sahibi oldugunu kabul eden pek yok.
“Bu dördü (Türkiye, Mısır, İran, Suudi Arabistan) dışında bölgede söz sahibi olabilecek, ‘devlet’ diyebileceğimiz başka biri de yok (Liechtenstein benzeri bir Ürdün’ü de saymazsak).”
Sadece ilk 3’u acisindan bu dediklerinize katilirim. Dorduncusu, bence, bir deneydir. Tuttugunu da dusunmuyorum.
Çünkü “Türklük” demek çoktan tarih olmuş göçebe Orta Asya kültürü demektir. Gerçek “Türkler” de bugünkü Kırgızlar, Özbekler, Kazaklar gibi sarı ırka mensup çekik gözlü bir halk idi. Hele hele badem bıyıklı, uzun saçlı ya da gözlüklü erkekler ve türbanlı, mini etekli ya da sarışın kadınlar ile “Türklük” arasındaki mesafe galaksiler kadar uzaktır.
“Once, ‘ulus’ kelimesini bu onermeden cikarmak lazim bence. Cunku, bu dediginiz 3 ulkeden hicbirinde ‘ulus’ temelli bir devlet yapilanmasi yoktu.”
Adlarına “ulus” denemese de devletleşememiş diğer örneklere kıyasla homojen, onların aşiret yapısından daha ileri halklar vardı.
“Kavalali hanedanindan bahsetmeden gecmek dogru olmaz.”
Peki Kavalalı hanedanının ortaya çıkışına (ve Suriye ve Irak’ın devletleşememesine) zemin hazırlayan koşullar o ülkenin coğrafyasında aranamaz mı?
Neden Osmanlı valileri (Kavalalılar) ya da Abbasi valileri (Tolunlular, İhşidiler) Mısır’da bağımsız devlet kurabildiler de Irak ya da Suriye’de aynısı olamadı?
Ya da Selçukluların Suriye kolu doğru düzgün devletleşemeden, çok kısa sürede yıkılırken neden Türkiye ve Osmanlının atası Anadolu Selçukluları Büyük Selçuklulardan bile daha uzun yaşadı?
Göçebelik değildir mesele, devlettir
Sevan Nişanyan
Bildiğin terane: Atalarımız göçebeydi o yüzden… bina yapamıyoruz/sokağa çöp atıyoruz/kırmızıda durmuyoruz/Kezban’ı dövüyoruz vs. vs.
Yok öyle bir şey. Bir kere atan göçebe filan değildi. Yüzde elliden epey fazlası Rum ya da Ermeniden dönmeydi. Kalanın büyük kısmı da Rum diyarı İslam eline düşünce “fırsat kapısı açıldı” deyip buraya akın eden şehirli Acem ve Araptı. İkincisi, tarihe (gören gözle) baktığında olayların hiç o yöne işaret etmediğini görürsün. Güzel bina yapmayı öğrenemedikleri için böyle olmamış. Biliyorlarmış pekalâ, unutmuşlar. Unutmalarının sebebi kötü yönetim ve memleketin canına okuyan kötü bir devlettir.
Anadolu’nun tarihinde, 1945’te başlayan bu son dalgadan önce iki büyük şehirleşme dalgası gözüne çarpar. İlki İskender fethinden hemen sonra, MÖ 300’de başlayıp Roma imparatorluğunun ilk yüzyılına kadar süren dalgadır. İkincisi Türklerin gelişinden hemen sonra başlayıp galiba 1500’lerin başına kadar süren dalgadır. Anadolu’da kent ve kasaba namına bugün ne varsa, ezici çoğunluğu bu iki dönemde kurulmuştur. İmar ve umran adına ciddi ve kalıcı ne yapılmışsa, onlar da bu iki dönemin eseridir. (İstisnaları biliyorum, açıklayabilirim istersen.)
13. ve 14. yy’lar Anadolu’da (ve genelde İslam aleminde) şehirliliğin ve şehir kültürünün zirve yaptığı bir çağdır. Bu konuda en önemli kaynak İbn Battuta seyahatnamesi, 1330-40’lar. Beni çok etkileyen iki başka eser 1430 küsur tarihli Kâbusname çevirisi, ve yine aynı tarihlere ait Ferec ba’deş-şidde adlı (Türkçe) macera öyküleri derlemesi. Anadolu’ya ilişkin olmasa da Saadi’nin Gülistan ile Bostan’ını (1250-80) bunlara ekle. Mevlana’yı da unutma, aynı yılların mahsulü. Bunların anlattığı, olağanüstü “şehirli” (sivil) ve olağanüstü kozmopolit bir dünyadır. Son derece rafine bir elit kültürü, tüm anlatıların ortak konusunu teşkil eder. İnsanlar ticaretle uğraşır, dünyada eşi görülmemiş sanat eserleri yaratmak için yarışırlar, ünlü alimlerin sohbetinden istifade etmek için dünyanın öbür ucuna seyahat ederler, iyi şairleri servet ve devletle ödüllendirirler, şaşırtıcı hızla sınıf değiştirirler, dinmez bir macera aşkıyla Mağrip’ten Şiraz’a, Mısır’dan Hindistan’a seyahat ederler, her gittikleri yerde aynı kültürü paylaşan ve aynı elit dillerini (Arapça ve Farsça) konuşan bir üst sınıfla tanışır ve kolayca kaynaşırlar. Kadınlar Boccaccio’nun karakterlerine taş çıkartacak derecede hırslı, entrikacı ve seks düşkünüdür. Köylüler yoktur, ya da komedi unsuru olarak marjdadır. (Buna karşılık köleler çokça vardır, talihin umulmadık oyunlarına gebedirler.) Temel karakterler çağdaş Avrupa’nınkiyle aynıdır: gezgin tüccar, gezgin medrese/üniversite talebesi, gezgin derviş/keşiş, gezgin gazi/şövalye.
Anadolu’nun en az yüz kent ve kasabasında o devirde inşa edilmiş bini aşkın cami, medrese, köprü, han, hamam, kale, kervansaray, imaret, bimarhane biliyorum; çoğunu gördüm. Hepsi de kale alınır eserlerdir, Sultanbeyli’nin gecekondu apartmanlarına hiç benzemezler. Sırf bizim kıytırık Selçuk’ta o devirden kalan altı mı yedi mi hamam var. Dıştan bakınca harabe yığını dersin, dikkatle okursan nefes kesecek ölçüde özgüvenli ve uçarı sanatkâr elini fark edersin.
İşin enteresanı o ki, o devirde (1071-1450) Bizans’ın elinde olan Batı Anadolu’da bunların hiç biri yok. Tek bir tane yeni kasaba türememiş. Var olanlarda, belki İznik ve Trabzon hariç, akılda kalıcı bir tek kamu binası yapılmamış. Köhne Bizans, sanki sönmüş, tükenmiş, mukadder akıbetini beklemiş. [En en son yıllarında, Kariye kilisesinde, Mistra’da, Girit’te, Selanik’te biraz silkinir gibi olmuş ama, geçmiş ola.]
Apaçık olan bir şey var. Anadolu’nun 1071 ile 1450 arası İslamlaşması, bir şehirleşme hadisesidir. E hani göçebe kültürüydü?
*
Anadolu’ya Türkler göçebe olarak gelmediler, asker ve yönetici olarak geldiler. Onların “açtığı” kapıdan (fetih Arapça “açmak” demek), çoğu son derece şehirli olan bir İslam kalabalığı memlekete doldu. Yerlilerden yeterince şanslı veya yeterince fırsatçı olanlar onlara katıldı. Türkmen ve Oğuz aşiretlerinin o akıntıya kapılıp ülkeye gelmesi 13. yy başlarında olmuş görünüyor. Ülkedeki Müslüman çoğunluk tarafından sosyal felaket olarak algılanmış bir olaydır; 13. yy sonlarında ülkede siyasi düzenin bir süre çökmesine yol açmıştır. Bugüne dek çok fazla asimile edilebildiğini sanmıyorum. Halen Akdeniz ve İç Ege’de “Yörük” ve “Türkmen” adıyla ayrı varlığını sürdüren bir unsurdur. Üstelik – hayret edersin – mesela Laz müteahhitlere ya da Bodrum’lu Beyaz Türklere oranla, bir hayli terbiyeli bir toplumdur. Köylerine bakarsan hiç de öyle “vay göçebe dölleri” dedirtecek yerler değildir.
21. yy başında ülkede “kentli” kültürü neden bu kadar zayıf diye soruyorsan cevabı başka yerde arayacaksın benim fikrimce. Sor mesela: devlet dediğin şeyin ülkenin başına çöreklenmiş berbat bir çapulcu çetesi olduğu bir diyarda kim neden toprağa ya da binaya yatırım yapsın? Neden maddi çevresini ıslah etmeyi dert edinsin? Tapunun beş para etmediği bir düzende neden evine kişiliğinin damgasını vurmaya çalışsın, ya da kırk kuşak sonra insanların hayran olacağı eserler tasarlasın? İki kuşakta bir müktesebatı olan herkesi biçmenin adet olduğu bir toplumda neden çocuğuna – hap yap para kap sanatı öğrenmek, ya da “iş idaresi” dışında – doğru dürüst bir eğitim vermek istesin?
Göçebelik değildir işin püf noktası. Zulümdür. Kötü yönetimdir. Türk devletidir.
http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/10/gocebelik-degildir-mesele-devlettir.html
Cevaba benzemis.okadar.
Weissacker ide ajan yaptiniz.durumunuz agir.. ABD. Inde arkasinda gizli gucler var..vs..
Ne dedigi ni bilmiyorsaniz..genede sunu belirteyim.israilde bir devlet oldugundan sinirlari var.hergelene vatandaslik vermez.sartlari var.ornegin 1 milyon kisi rusyadan son zamanlarda gelmistir.hamasin yasadigi yerlerdeki arablari Kabul etmiyor..
Tel Aviv deutsche Botschaft heiraten in israil, Partnerschaft ohne Religion..
Yada ingilizce without religion in israil.kelimeleriyle bir yigin Info.bulabilrsiniz.
Gelelim askerlik sorununa..once Protest in israil.diye YouTube girin.orda ultraortodoxlarin israile karsi savasini izleyin.
Benimde kafam karisti siyonizme ve israile karsiylarmis!!
Bunu izle ozaman yorum yap..kafayi tam yememissen.
Bunlar nufusun yuzde 10.dur.
Gelelim reklama.simdi reklam yapacagim.ardindan odul..
Hastalik dercesinde karaladigin ulke uzerinde duyduklarim.
Escinselerin bulusma cenetti israil!was terbiyesizler!
Dinlerin opustukleri yer israil!was sapiklar!
Bilimin teknigi,unuversitelerin yeri israil! Ne felaket!
Insanlarin hurce,serbestce dolastigi yer israil!was ahlaksizlar!
Komunist toplum,yer bile kurmalari varmis.way duzensizler..
Evet hepsine karsi gelebilirsiniz.denildigi gibi cok zitliklar,tezatlar,kontrastlar oldugunu soylerler..
Iste esas olanda bu! Bukadar zitliklar,farkliliklar olmasina ragmen Baris icinde yasamalari.. dunyanin neresinde var bu denge..
YouTube girince dikkatimi bir yazi cekti Elif safaktan.
Insanin kalbi Pis olursa,lekeli olursa,haset olursa temizlenmez..
Good Business!!
Yuz kat yumusatarak sunu soracagim;
Sizinde babalarinizi,analarinizi,colugunuzu cocugunuzu gaz odalararinda oldurseler,o bir Lux,akil almaz deneyler ,iskenceler yapilarak oldurseler vede siz kacacak yer aradiginizda Gene olum kalim savasi verdiginizde sizi irkci,tarihten beri sorunsunuz,belasiniz.kes su kiyim hikayeleri Business yapmayin deseler ne hissedersiniz.tabi insansaniz..
Alman nazi partisinin, NPD nin programinda var dedikleriniz..
(Nişanyan’ın yukarıdaki yazısına yapılan bir yorumu alıntılıyorum)
Fırat Gökdemir18 Ekim 2017 22:01
Hocam, ek yapmak isterim bende sizin gibi bu mevzuya çok kafa yordum. Sonra mevzunun çok basit olduğunu algıladım. Bu mevzu kötü yönetim ile alakalı değil sadece.
Benim vardığım mevzu şudur. Beylikler dönemi olarak kast edilen dönemde (Özellikle II. Beylikler) Her bey hükümdar gibi adına sikke bastırdığı ve gücünü diğer tarafa kanıtlamak istediği ve toplumda kabul görmek için çabaladığı için çok fazla imar faaliyetine girişiyorlar.
Bu dönemde Cami, Medrese, Han, Hamam sayısı fazlalaşıyor ve bu beylikler Anadolu’nun her sathına yayıldığı için ve beyin oturduğu ikamet bir merkez olduğu için buralar açık bir şekilde bayındır hale geliyor.
Kıçı kırık Selçuk dediğiniz yer çok mühim bir yer bu açıdan Aydınoğulları’nın ikinci başkentidir. Selçuk İsa Bey Cami Sanat Tarihi açısından mühim bir eserdir. Aydınoğulları Selçuk’ta imar faaliyetine girişmiştir. Sadece hamam değil, beylere ait türbelerde vardır. Zaten beylikleri bana tarif et deseler cami,türbe, medrese,han,hamam derim. Seyahatnamelerde vurgulanan da budur.
Aynı şekilde Karamanoğulları, Karaman’da imar faaliyetine girişir, Germiyanlar Afyon’da, Eşrefoğulları Beyşehir’de derken Anadolu tarihte ilk defa bu kadar yoğun bir bayındırlık faaliyeti başlar.
İran’dan, Mısır’dan, Şam’dan, Horasan’dan sanatçılar getirilir, Medreselere dört bucaktan insan gelir.
Türkleşmenin asıl başladığı dönemeç burasıdır. Beyler ekseriyetle Türk olduğu için ve genellikle savaş ve yönetmekle uğraştıkları için “dil” öğrenmek gibi bir külfete girmez ve kendi dillerini konuşan bir çevre oluştururlar. Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçe’yi tek resmi dil yapması da milliyetçiliğinden değil bununla alakalıdır.
Rönesans’ın ana omurgasını oluşturan Medici ailesinin Floransa’da yaşattığı durum, Venedik’te gelişen sanat, Flaman şehir-devletlerinde gelişen Kuzey Rönesansı vs. hep bununla alakalıdır.
Anadolu ne zaman çölleşmeye yüz tutar ? Osmanoğulları her yeri ele geçirdiği zaman. O zaman Bursa, Edirne ve en son olarak İstanbul bayındır hale gelir. Diğer yerlerde imar faaliyetine girişilmez çünkü merkez ortadadır ve tüm ganimet merkeze yığılır.
Yani burada temel nokta yönetimin parçalı olmasıdır. Parçalı yönetim bayındırlığı ve refahı arttırır. Örneğin Amerika’da federasyon sayesinde bu gelişim oluyor çünkü Federasyon parçalı bir yönetim demek ve her federasyon’un başta eyalet merkezleri ve önemli kentleri yavaş yavaş bayındır hale geliyor.
Örneğin Üniter Yapı yüzünden Anadolu’da bir çok kentin gelişmesi mümkün değil. Dışarıdan vali atanıyor, Ankara merkezli parti tarafından belediye başkanı adayı belirleniyor. Eh Belediye başkanı gücünü şehirden değil Ankara’dan alıyor. Şehirlide itaat ettiği için talepkar değil itaatkar olduğu için bir gelişim ve devinim meydana gelmiyor.
İşin püf noktası göçebelik değildir evet ama sadece kötü yönetimde değildir.
“Adlarına ‘ulus’ denemese de devletleşememiş diğer örneklere kıyasla homojen, onların aşiret yapısından daha ileri halklar vardı.”
‘Ulus’ denmesi/denMEmesi (ya da denebilir olmasi/olMAmasi) degil benim takildigim yer. ‘Ulus’ cok yeni bir kelimedir.
Eski topluluklari/toplumlari tanimlamakta kullanilmasi bizi bir suru yanlis analize surukler –heck, bugunu bile tanimlamakta eksik/yetersiz bir kelimedir bence.
Bu benim kisisel bir takintim; daha fazla uzerinde durmayacagim.
Fakat, buna bagli olarak, baska bir noktaya temas etmek gerekiyor:
‘Devlet’ deigimiz seyi, bence, bugun –karsi olanlar bile– inanilmaz olcude kutsallastiriyorlar.
Bu, bu haliyle, cok yeni bir yaklasim. Eskiden boyle olmadigini dusunuyorum –ozellikle genis kitleler acisindan.
Devlet dedigimiz sey, esasen, baska ulkelerin gelip fethemesini –isgal etmesini– engellemek ve buyuk olcekli cercevede asayisi (eskiyalik ve kervanlarin guvenli gecisi filan gibi) saglamasi beklenen bir yapi idi.
Yani, egitim/mmarif, saglik, yerel asayis, hatta adliye gibi detaylarla pek de (hic?) ilgili degildi.
(Osmanli’da bile, Tanzimat’tan sonrasi da bir muddet devam ettigi sekliyle, kadilar, gordukleri davadan kendi ucretlerini tahsil ederlerdi. Yani, adliye bile ozel/ozerk bir yapiya sahipti.)
Tapu/kadastro filan da sozkonusu degildi. Cok olsa, kraldan, padisahtan bir fermaniniz olurdu (o da cok nadir) ve sonraki kral/padisahin da buna uyacagini umardiniz –eger boyle bir belge elinizde vardiysa, tabii ki.
Uzattim.
Suraya gelmek istiyorum:
Kadim haliyle ‘devlet’ aslinda ‘teba’sina cok da temas eden bir sey degildi.
Vergisini (ki, onu da cogu zaman ihaleyle birilerine yaptirarak) tahsil eder, ordu/donama besler; geri kalanina karismaz/ilismezdi.
Bu da, yerel yapilara/topluluklara bayagi genis imkanlar tanirdi.
Yani, her sehir, kasaba, asiret/kabile kendi icinde ozerk idi –vergi vermek ve cagirildiginda asker vermek kaydiyla.
Bunun boyle olmasi Allahin emri idi –cunku, Allah, yeterince iyi/yaygin/verimli uretim/ulasim/iletisim imkanlari vermemisti.
Yani, bunlar yoktu.
Olmayinca da, ‘devlet’ dedigimiz sey yukarida kabaca bahsettigim sekilde isleyebiliyordu.
Bunun Arabistan cografyasinda boyle olmasini, dolayisi ile, yadirgamamak lazim bence. Yani, onlarin kabahati degildi.
Butun bunlari, adina ‘kapitalist’ dedigimiz surec degistirdi –uretim bicimi de degisti, ulasim da iletisim de. Bunlar da, ‘devlet’e yeni imkanlar, yetkiler ve sorumluluklar getirdi.
Arabistan cografyasinda ‘kapitalizm’in ortaya cikmamis olmasinin kabahatini orada yasayan halka fatura etmek de dogru olmaz. Orada, bugun bile, ‘kapitalizm’ diyebilcegimiz bir surec pek sozkonusu degil; dolayisi ile, oradaki toplumlari baskalariyla kiyaslamak bence pek de adil olmaz.
“Peki Kavalalı hanedanının ortaya çıkışına (ve Suriye ve Irak’ın devletleşememesine) zemin hazırlayan koşullar o ülkenin coğrafyasında aranamaz mı?”
Misir’in cografyasina bakmak lazim, bence. Nil Nehri’ne bakmak yeterli, aslinda. Butun Misir, bir sekilde, Nil’den gecinir; Nil’e mahkumdur.
https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C4%B1s%C4%B1r#/media/File:Egypt_relief_location_map.jpg
Ve, Nil, denize, Akdeniz’e, kavusmadan once bir delta (catalagiz) olusturur.
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/2/25/River_Nile_map.svg/438px-River_Nile_map.svg.png
Bu deltanin basinda Kahire vardir. Nil’den kaynaklanan ekonomik hareketlilige hakim nokta burasidir; ve aslinda Misir’a hakim anlamina gelir. Kahire’ye hakim olan, Misir’a da hakim olmak anlamina gelir.
Birileri de, tarih boyunca, hep bunu yapabilmistir –yani, yapabilenler olmustur. Yani, yapabilen, ‘devlet’ olmustur.
Tipki, Cin’de princ tariminin sulama kanallarini, sulama kanallarinin da merkezi yonetimi dayatmasi gibi, Misir’da da, Nil, hep bir merkezi devleti dayatmistir.
“Neden Osmanlı valileri (Kavalalılar) ya da Abbasi valileri (Tolunlular, İhşidiler) Mısır’da bağımsız devlet kurabildiler de Irak ya da Suriye’de aynısı olamadı?”
Para.
Bence, en iyi aciklamasi, ‘para’dir.
Ipek Yolu iyi calisiyor iken, bu dediginiz bolgelerde pekala ‘devlet’ler ortaya cikti. Peygamber donemindeki Arabistan’i da ayni sekilde degerlendirebiliriz.
Ipek Yolu dumura ugradiktan sonra, yani gelir dustukten sonra, ‘devlet’ dedigimiz aygiti buyuk olceklerde yasatmak imkansiz hale geldi.
Misir gibi Nil’e de mahkum olmadiklari icin, Nil’e hakim olanin ekonomiye hakim olmasi gibi bir imkan da kalmadigi icin, ‘devlet’ler siliklesti –tabii ki, halk da fakirlesti, ayni zamanda.
“Ya da Selçukluların Suriye kolu doğru düzgün devletleşemeden, çok kısa sürede yıkılırken neden Türkiye ve Osmanlının atası Anadolu Selçukluları Büyük Selçuklulardan bile daha uzun yaşadı?”
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/c/c3/Seljuk_Empire_locator_map.svg/800px-Seljuk_Empire_locator_map.svg.png
Bu haritaya baktigimda, Buyuk Selcuklu Imparatorlugunun ticaret yollari (onemli limanlar dahil) uzerine oturdugunu goruyorum. Cokmesine de, zannedersem, bu noktalari ele gecirmek ve elde tutmak icin cok (asiri) genislemis olmasinin getirdigi yuksek isletme maliyetinin yol actigini dusunuyorum.
Yani, giderek masraflar gelirden cok yuksek pay almis olmali.
Dolayisi ile, ‘devlet’ artik yeterince buyuk (techizatli) ordu besleyemez hale gelmis ve dagilmak zorunda kalmis. [Ayni hikaye, baska butun devletler icin de gecerlidir.]
Anadolu Selcuklu Devletine gelince..
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/5/5b/Seljuk_Sultanate_of_Rum_1190_Locator_Map.svg/1440px-Seljuk_Sultanate_of_Rum_1190_Locator_Map.svg.png
Cok daha kucuk bir cograyfada, dolayis ile, daha masrafsiz bir bolgede ortaya cikmis.
Karsisinda da, ciddi masraflara yol acacak bir rakip de yok –Bizans zaten kendi derdine dusmus. Baskalari da sembolik durumda. Ustelik Anadolu’nun ic bolgelerinde oldugu icin, deniz uzerinden surpriz bir saldiri sozkonusu degil.
Buna ragmen, ancak 200 sene filan yasamis. Gelir yetersizliginden oldugunu soyleyebilcegimi saniyorum.
Ardindan ortaya cikan Osmanli Beyligine de azicik bakmak lazim, bence.
Ilginc degil midir, ki, Doguya –yani, halen Turk(men)lerin oldugu cografyaya degil, Batiya yayilmaga gayret etmis?
Yok. Bence hic de ilginc degil. Cunku, Batida Istanbul vardi.
Istanbul ki, dunya durukca, hep cok onemli bir gecis noktasi olacak ve gecenlerden harac alinabilecek, para kazanilabilecek bir kosebasiydi.
Istanbul’dan otede de, Balkanlarin ortalarinda verimli ovalar.. [Vardar Ovasi turkkusu kulaklarimda cinlamaga basladi nedense 🙂 ]
Bu bakimdan, ben, Osmanli’nin cok akillica davrandigini; once para kazanilacak yerleri ele gecirdigini; ardindan da (olcek ekonomisi sayesinde) Doguya yuruyup, Misir dahil, diger ticaret yollarini, kosebaslarini ele gecirdigini dusunurum.
Osmanli (ve diger ‘Turk’ devletleri) ile, mesela, Misir’in temel farki, Misir’da –iyi/kotu, az/cok– bir ‘devlet’ yapisini besleyecek tekellesmenin mumkun olmasi, buna karsilik, ‘Turk’ devletlerinin ‘devlet’ olabilmek icin para kazanilacak cografyalara fiilen gitmek zorunda olusudur.
Bu, tabii ki, o devirler icin sozkonusudur. Duraklama devriyle birlikta, ‘Turk’ler o tur mobilite yeteneklerini birakmis/kaybetmis, onlarin yerine benzer yetenekli kullanan Ingilizler (ve Avrupalilar) gecmistir.
Simdi de Ingilizlerden (ve Avrupalilardan) da geciyor.
[Hele sukur bitti dediginizi duyar gibi oluyorum –hic okuduysaniz eger, tabii ki.
Bir serh dusmeden biirmeyeyim: Yukarida yazdiklarim birsey bildigimden degil; aklima gelenlerdir. Maval da sayabilirsiniz.]
Gün Ağabey, ”haymatlos” sözcüğü üzerinde kimilerinde olumsuz bakışı gördüm. Aytmatov’daki ”Mankurt” anlamıyla kullanıyorlar. Hukuksal boyutunda, kendi vatandaşlık kültürel köklerini reddedenlere de ayrıca ‘haymatlos’ deniyor mu? Çünkü, sığınmacıları bile o ülkeler kendi vatandaşlığına geçirmeye çalışırken, vatansız olmaya çabalamak bile zor.
Haymatlosluk geçici bir süreç mi o kişiler için. Merakım bu.
1920/30’lar: “Kemalist diktatörlük öldürüyor” (Altan Tan)
1980’ler: Kenanist diktatörlük öldürüyor
2010’lar: Tayyibist diktatörlük öldürüyor
Kürdler Ve Apocular
Genetik olarak Kemalizm’den türeyen, Esat, Saddam gibi faşist diktatörlerin katkılarıyla biçimlenip Kürdlere bulaştırılmak üzere piyasaya sürülen Apoculuk virüsü, Kürd/Kürdistan düşmanlığını defalarca kanıtlamıştır. Bu gerçekliğin Kürd politik çevrelerince görülmemesi ya da görüldüğü halde dillendirilememesi sonucu bu virüs, kendisini yeniden üretecek alanlar bulabilmekte ve Kürdlerin sağlığını tehdit etmeye devam edebilmektedir.
İran ve özellikle de TC’nin Güney Kürdistan’a yönelik saldırılarına verilen tepkilere bakıldığında, Kürdler ile Apocular arasındaki bariz fark bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Güney Kürdistan’da halk, Kürdistan bayrağını taşıyarak ve Ey Reqip’i hep bir ağızdan okuyarak TC’nin saldırganlığını kınadı/kınamaya devam ediyor. Bu haklı protestolarda Kürdistani bir duruş olduğu açıktır ve olması gereken de budur. Aynı gerekçeyle aynı saldırıları protesto eden Apocular ise, ne Kürdistan bayrağını taşıma gereği duydular ne de Kürdistani olduklarına dair bir söylemde bulundular. Her zamanki gibi sadece Apocu olduklarını kanıtlayan söylem ve göstergelerle yetindiler.
Zürih’te eylem yapan Apocular’ın kullandığı sloganlar ve taşıdıkları flamalarla, kendilerinin Kürdistani bir amacı olmadığını, aksine Kürdistan’ın kendi varlıklarını sürdürmede bir araç olduğunu gösterdiler.
24 Ağustos 2011’de Apocuların yaptığı eylem haberinin bir kısmını ANF’tan aşağıya aktarıyoruz:
“Zürih’te Türk Konsolosluğuna yumurtalı saldırı
Türk Devletinin Güney Kürdistana yönelik yaptığı saldırılara karşın İsviçre’de yaşayan Kürtlerin öfkesi dinmiyor. Günlerdir eylem halinde olan Kürtler bugün de Zürih kentinde bulunan Türk Konsolosluğunu çürük yumurta yağmuruna tuttu.
200 aşkın Kürdistanlı T.C Zürih Konsolosluğunun önünde bir miting düzenledi. Mitingde çok öfkeli oldukları gözlenen Kürtler sık sık ‘Bîjî Serok Apo’, ‘Savaşta Barışta seninleyiz Öcalan’, ‘Dağlarda Arama Apocular Her Yerde’, ‘Katil Kerdoğan Hesap Verecek’ sloganları attılar. Öcalan posterleri yanı sıra KCK, PKK ve HPG bayraklarının açıldığı eylemde almanca ‘Kürt Halkına Karşı İsolasyona ve Soykırıma Hayır’ pankartı açıldı.’ (Kaynak ANF)
TC saldırılarına maruz kalan Kürdistan’dır ve gösterilecek tepkinin de Kürdistan’i olması gerekmektedir. Doğal olarak Kürdler bu protestolarda Kürdistan bayrağını taşıyorlar; Apocular ise, KCK, PKK, HPG ve tabiî ki Öcalan posterlerini taşıyorlar…
Kürdler ulusal bir duruşun simgesi olan Ey Reqip’i okurken; Apocular da ‘Bîjî Serok Apo’, ‘Savaşta Barışta seninleyiz Öcalan’, ‘Dağlarda Arama Apocular Her Yerde’ sloganını atıyorlar.
Bu çok farklı iki eylem biçimi bir kez daha gösterdi ki, Kürd/Kürdistani olmak ile Apocu olmak çok farklı, hatta karşıt şeylerdir. Bu gerçeklik yüzlerce defa görünür olmasına karşın, Kürd politik çevrelerinin bunu hala görmemesi/görmek istememesi düşündürücüdür.
Haber/Yorum
Nasname
http://www.nasname.com/a/kurdler-ve-apocular
Gün bey,
Coğrafya kader midir?
(Kaderi dini anlamda yazmadım. Daha uygun bir kelime bulamadığım için bunu seçmek zorunda kaldım.)
bilemeyeceğim.
evet, vatansızlık anlamına gelir
http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/10/andac-menemen-cezaevinde-oldugum-bir-yl.html
4-Rasyonel düşüncenin tarihi nerede başlar? İyonya ise, Mezopotamya ve Mısır birikiminin etkisi nedir? Doğuysa neden?
Rasyonel düşüncenin tarihi insanla başlar: “oku şuradan atsam geyiği vurur”. AYNI ZAMANDA, sosyal birliğin ve dayanışmanın gereği olan simgesel anlatımlar, sürekli olarak rasyonel düşünceyi baltalar: “hazretin okuyup üflediği oku atsam daha iyi vurur”. Zaman zaman simgesel anlatım, rasyonel düşünceyi boğacak ölçüde hakim olur. Bir süre sonra birileri “e yeter artık” deyip rönesans ve reform yaparlar. Öyle öyle devam eder.
Antik çağın şafağında İyonya’da gerçekleşen şey son derece etkileyici bir rasyonelleşme hamlesidir. Ayırıcı özelliği sanırım doğa olaylarını açıklamak için, ilk kez, ya da ilk kez geniş ölçekte, a) yazıdan, b) matematikten yararlanması. Neden Mısır değil de İyonya? Çünkü siyasi otorite zayıf, ya da parçalı. Siyasi otoritenin zayıf olduğu bir yerde, insanlar birbirini ancak akıl (ya da safsata, ya da münazara) yoluyla ikna edebilir. Elinde sopan yoksa akıllı olmak zorundasın.
5-Tarihin belirli bir kesiminde belirli bir uygarlığın rasyonel düşünme yöntemini geliştirebilmesinin sebepleri nelerdir? Neden diğerleri değil de onlar?
Antik Yunan’ı, İtalyan Rönesansını, İngiliz-Fransız Aydınlanmasını al ele. Üçünde de geleneksel dini-siyasi otorite zayıflamış. Üçünde de alttan, son derece zengin ve özgüveni tam, buna karşılık siyasi otoriteye sahip olmayan veya otoritesi parçalı bir zümre türemiş. Akıl silahını onlar bilemişler. Mesela Osmanlı’nın son demlerinde gayrimüslimlerin, özellikle Ermenilerin bir akıl patlaması yaşamasının nedeni de böyle bir şey olmalı. Ama hep böyle midir, illa böyle midir, bilmiyorum. Düşünmedim.
Vize Krizi Ne Anlatıyor?
Kerem Dağlı
16 Ekim 2017
ABD’nin, Türkiye’ye yönelik vize hizmetlerini askıya aldığını ilan etmesiyle patlak veren kriz, aslında Türkiye ile ABD ilişkilerinin ne durumda olduğunu gösteren gelişmelerin sonuncusuydu. Bu krizin ortaya çıkış biçimi dahi sorunun ciddi bir arka planının bulunduğunun ve meselenin burada kalmayacağının kanıtıdır. Çok açıktır ki bu adım, ABD tarafından yapılan bir uyarıdır ve bir anlamda “ayağını denk al” hamlesidir. Belki bir süre sonra karşılıklı diplomatik adımlarla vize krizi hallolacaktır, ama ABD ile Türkiye ilişkilerinde kötüye doğru gidişe neden olan dinamikler yerinde durmaktadır. Bu anlamda da vize krizini başka krizlerin izleyeceğini öngörmek gerekir.
Görünürde ABD’nin bu hamlesinin gerekçesi, ABD’nin İstanbul başkonsolosluğunda 35 yıldır görev yapan Metin Topuz adlı şahsın (ki aynı zamanda ABD vatandaşıdır) tutuklanmasıdır. AKP hükümeti, bu şahsın “FETÖ”nün ajanı olduğunu, 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde darbenin kilit isimlerinden Adil Öksüz’ün ABD konsolosluğundan bilinmeyen bir numaradan arandığını ve arayan kişinin de Metin Topuz olduğunun tespit edildiğini söylemektedir. ABD ise bu iddiaların temelsiz olduğunu ve her ne kadar diplomatik dokunulmazlığı bulunmasa da Metin Topuz’un tutuklanmasının doğru olmadığını ileri sürerek, elçilik/konsolosluk çalışanlarının güvenliği sağlanmadığı sürece vize hizmetlerinin devam etmeyeceğini açıklamıştır. Yani bir anlamda ABD, Türkiye’ye “vize ambargosu” uygulamaya başlamıştır.
Zaten ABD’ye gitmek gibi bir durumu olmayan ortalama vatandaş açısından pek bir şey ifade etmese de, diplomatik ilişkiler açısından “vize ambargosu”nun gayet ciddi bir anlamı olduğu bellidir. Bu ambargo kalkana yahut kriz bir biçimde çözülene kadar Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik ilişkilerin son derece gergin bir hal alacağı aşikârdır. Bu gerginlikten ticari ve ekonomik ilişkilerin şu veya bu düzeyde etkilenmemesi de düşünülemez. ABD’nin uyguladığı bu ambargonun devletlerarası siyaset dilindeki anlamı “ayağını denk almazsan seninle siyasi-diplomatik ilişkilerimi iyice azaltır, seni uluslararası arenada izole ederim”dir. Zaten AB’yle de arası iyi olmayan Türkiye açısından bu yaptırımı başkalarının izlemesi de olasıdır. İktidar çevreleri şimdiden, meselenin AB zirvesini etkilememesi için çabalamaktadırlar.
Kuşkusuz Türkiye-ABD ilişkilerinin içine düştüğü bu krizin uzun bir arka planı bulunmaktadır. Başlangıçta ABD’nin icazeti ve ön açmasıyla başa gelen AKP ve Erdoğan, Türkiye’nin önünde duran neredeyse kangrenleşmiş sorunları (Kürt sorunu, Ermeni meselesi, Kıbrıs sorunu vs.) AB’nin ve ABD’nin istediği yönde çözeceği imajı yarattığından “her şey çok güzel” gitmekteydi. ABD için Türkiye model ülkeydi, Erdoğan BOP’un eş başkanıydı vb. AKP-Erdoğan iktidarı, içerde ABD politikalarına karşı çıkan statükocu-Kemalist kesimleri geriletmeye dönük adımlar atarken dışarıda da model ülke olarak üzerine düşeni yapacağı izlenimi veriyordu.
Ancak ne olduysa bundan sonra oldu, yani 2009 yılından itibaren işler ve ilişkiler değişmeye başladı. Batı’nın pohpohlamasıyla havaya girmiş olan Erdoğan, kifayetini aşan ihtirasıyla Ortadoğu’da boyunu aşan bir emperyalist siyaset izlemeye başladı. Üstelik bu siyaset birçok noktada ABD’nin planlarıyla ve çıkarlarıyla çelişiyordu. Emperyalist-kapitalist dünyada, alt-emperyalist denilen bir ülkenin ancak büyük emperyalist güçlerden birine yaslanarak ve/veya onun desteğiyle kendi planlarını hayata geçirebileceği gerçeğini unutmuş ya da hiç anlamamış görünen Erdoğan, “İslam âleminin lideri”, “asrın lideri”, “dünya gücü Türkiye’nin lideri” havalarıyla bildiğini okumaya devam etti.
ABD’yle ters düşmeye başlayınca, iktidar ortağı olan ve ABD’nin desteklediği Fethullahçılarla arası bozulan Erdoğan, tamamen farklı bir yönelime girdi. Bu sürecin önünde ve arkasında, Erdoğan’ın Davos’ta yarattığı “one minute” krizini, İsrail’e yüklenmeye başlamasını, Kürt sorununu kendi başına “halletmeye” çalışmasını sayabiliriz.
Erdoğan’ın Fethullahçılarla girdiği iktidar kavgasında ABD de hem içerde hem de dışarıda AKP-Erdoğan karşıtı cepheye destek verdi. 17 Aralık yolsuzluk krizine destek vererek denemeler yaptı ama amacında muvaffak olamadı. Erdoğan her seferinde ayakta kalmayı başardı. İşler 15 Temmuz darbe girişimine kadar vardı. Kuşkusuz ABD’nin, Fethullahçılar üzerinden, bu darbe girişiminde şu veya bu oranda parmağı vardı. Zaten vize krizine neden olan Metin Topal tutuklaması da bu meseleyle direkt alâkalıdır. Sonuç olarak tüm bu süreç, Erdoğan’ın önce otoriter sonra da totaliter bir yönelime girmesinin de en başta gelen gerekçelerinden oldu.
Kuşkusuz ABD’yle aranın açılması, Türkiye’nin genelde Ortadoğu ve özelde Suriye’de izlediği politikaların iflas etmesinde de önemli rol oynadı. Dış politikada iflaslarla ve sıkışıklıklarla yüz yüze kalan AKP-Erdoğan iktidarı da dengeyi sağlayabilmek ve ABD’yi kendi planlarına ikna edebilmek için dümeni Rusya tarafına kırmaya başladı.
Devletin eski sahipleriyle anlaşmış olan Erdoğan, ortada (egemenler açısından) bir beka sorunu olduğunu, bunun sebebinin de başta ABD olmak üzere Batı’nın izlediği siyaset olduğunu söylemeye başladı. Böylece “İslam âleminin lideri ve bölgenin en büyük gücü Türkiye” söylemiyle şişirilen emperyalist dış politika, yavaş yavaş yerini “beka sorunu var, Türkiye’yi kaybetmemek için Ortadoğu’da savaşmalıyız”, “Batılı emperyalistler yıllardır İslam âlemini sömürüyor, birleşerek onlara karşı durmalıyız” söylemlerine bıraktı.
Gelinen noktada ABD’nin pek çok konuda Türkiye’deki iktidarla çıkar çatışmalarına düştüğü, farklı planlara ve politikalara sahip olduğu açıktır. ABD, Kürtlerin Suriye’de müttefiki olduğunu söylemekte ve Rojava’da özerk bir güç olmalarını sağlamaya dönük politikalar izlemektedir. IKBY’nin bağımsızlığı gündeme getirmesi de ABD için sadece zamanlama açısından sorunludur. Kısacası ABD, Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasına karşı olmadığı gibi bunun önünü de açmaktadır. Türkiyeli egemenler açısından ise bu kâbusların en büyüğüdür, çünkü böyle bir devlet hatta bırakalım devleti Rojava Kürtlerinin bağımsız bir güç haline gelmesinin bile kendi topraklarındaki Kürt hareketini karşı konulamaz bir noktaya getireceğini ve belki de topraklarının bir kısmını kaybedeceklerini düşünmektedirler. Bu yüzden TC, Kürtlerin güçlenmesini ve bağımsız hale gelmesini engellemeye dönük bir siyaset izlemekte ve bu da ABD ile giderek artan oranda ters düşmesine, ABD açısından tahammül edilemez bir duruma neden olmaktadır.
Suriye savaşında karşı karşıya gelme durumları, S-400 füzelerinin alımı meselesi, son olarak da Türkiye’nin İdlib’e asker çıkarmaya başlaması gibi gelişmeleri hep bu ana çerçeve doğrultusunda değerlendirmek gerekmektedir. Bunların hiçbiri ABD’nin uzun süre sineye çekeceği politikalar değildir, çünkü bir yandan emperyalist savaş da kızışmakta ve Rusya’yla yakınlaşan veya NATO çizgisinin dışına kayan bir Türkiye daha büyük risk haline gelmektedir.
Özcesi, ABD ile AKP-Erdoğan iktidarı arasındaki krizin kökleri derindir ve ilişkilerin eski halini alması zordur. İlişkilerdeki gerginlik ve kriz durumları sürece bağlı olarak artabilir veya azalabilir. ABD açısından bakıldığında, Erdoğan’ın liderliğindeki bir Türkiye güvenilmez bir “müttefik”tir. ABD, Türkiye’deki mevcut rejimi Batı dostu/yanlısı bir rejim olarak görmemektedir. Ama NATO üyesi olan ve çok önemli jeo-stratejik ve ekonomik pozisyona sahip bir ülkeyi kaybetmeyi de göze alamamaktadır. Bu sebeple çeşitli vesilelerle Erdoğan’ı hizaya getirmeye ve durumu kendi çıkarları doğrultusunda düzeltmeye çalışmış, bunda muvaffak olamayınca da iş giderek farklı mecralara kaymaya başlamıştır. Türkiye’nin Kürt sorunu üzerinden emperyalist savaşın alanı haline gelme ihtimali hiç de az değildir.
ABD’yle AKP-Erdoğan iktidarı arasındaki krizin, aynı zamanda Batı’yla Türkiye arasındaki kriz olduğu unutulmamalıdır. Denge politikası izleyerek ve büyük güçler arasında manevralar yaparak durumu idare etmeye çalışan Türkiye, her geçen gün pozisyonunu netleştirmeye ve tarafını seçmeye zorlanmaktadır. Bu durum içinden geçtiğimiz 3. Dünya Savaşının doğası gereğidir ve hemen her ülke açısından geçerlidir. Bu bağlamda Türkiye’nin izlediği denge siyasetini devam ettirmesi de giderek zorlaşmaktadır.
Eksen kayması mı, eksensizlik mi?
Gerek vize krizi üzerinden gerekse de daha önce yaşanan kimi gelişmeler üzerinden, Türkiye’nin “eksen kayması”na uğradığı yönünde ifadeler burjuva medyada sıkça dile gelmiştir. Buna “Türkiye NATO’dan çıkacak mı, Batı kampından ayrılacak mı” gibi tartışma konularını eklemek mümkündür. Bu konularda değerlendirmelerde bulunabilmek için öncelikle bir olgunun hatırlanması gerekiyor. Dünyanın içinden geçtiği kriz ve emperyalist savaş süreci, her alanda olağanüstü-olağandışı koşulların söz konusu olmasına yol açmıştır. Dolayısıyla çeşitli gelişmeleri bu bağlamdan kopuk biçimde ve eskinin kalıplarına göre değerlendirmek temel bir yanlışlıktır.
Türkiye halen Batı kampında yer alan ve NATO üyesi olan bir ülkedir. Ama şimdilik bu kampta yer alması, Batılı güçlerle sorun yaşamayacağı anlamına gelmez. Zaten diğer Batılı güçler de kendi aralarında çeşitli sorunlar ve çıkar çatışmaları yaşamaktadır. Bu tür emperyalist kampları homojen ve sorunsuz olarak algılamak doğru değildir. “Soğuk Savaş”ın koşulları sona erdiğinde zoraki “homojenlik” de bitmiştir. Hegemonya yarışının ve kavgasının yaşandığı bir dünyada böylesi homojenlikler beklemek de mantıksızdır.
İçinden geçilen olağanüstü dönemde, Türkiye’nin NATO’dan çıkması ve/veya Batı kampından kopması kolay değildir ve herkes açısından çok ciddi ve ağır sonuçları olabilecek bir gelişmedir. Öte yandan, Türkiye egemenleri açısından henüz Batı kampına eş düzeyde bir alternatif de ortada yoktur. ABD’ye isteklerini kabul ettirmek için girişilen Rusya’yla yakınlaşma politikası ve izlenen denge manevralarının kalıcı kopmalara dönüşeceğini söylemek için henüz erkendir. Örneğin işin bam telini oluşturan Kürt sorununda Rusya’nın tavrı da TC açısından çok makbul değildir. Net olan şudur ki, TC’nin Kürt sorunundaki çözümsüzlük siyaseti sorunları derinleştirecektir.
Mevcut iktidar, izlediği Kürt siyasetinden geri adım atmamak pahasına ABD veya diğer Batılı güçlerle arayı açmakta bugün bir beis görmemekte ve bu uğurda her türlü çılgınlığı yapabileceğinin de işaretlerini vermektedir. TC egemenlerinin haksız ve yanlış Kürt siyasetinin veya yürütülen emperyalist dış siyasetin bedelini her düzeyde ödeyecek olanlar işçi-emekçilerdir. Erdoğan’ın ABD’ye ve Batı’ya yönelik atıp tutmalarını “mazlumun isyanı” olarak gösterme çabalarına kanılmamalıdır.
İslam âlemi denilen coğrafyada yaşayan yüz milyonlarca insanın emperyalist güçlerin çıkar mücadelesi nedeniyle büyük acılar çektiği açıktır. Ama ne onların ne de Türkiye’de yaşayan halkların kurtuluşunu sağlayacak olan Erdoğan gibi liderlerdir. Egemenlerin tek derdi kendi çıkarlarını ve iktidarlarını ne pahasına olursa olsun korumaktır. Bu uğurda en kanlı siyasetleri izlemekten, kendi halklarını dahi ateşe atmaktan bir nebze bile çekinmezler. Bugün ABD’ye karşı atıp tutan Erdoğan, yarın yine Trump’la el sıkışıp dostane pozlar verebilir, tıpkı dün yaptığı gibi! ABD başta olmak üzere emperyalistlere gerçekten karşı durabilecek tek güç devrimci işçi sınıfıdır. Ezilen halkların ve sınıfların kurtuluşu ancak bu gerçeklerin farkına varmaları ve Erdoğan gibi liderlerin gerçek yüzünü görerek kendi çıkarları için örgütlenmeleri, mücadeleye atılmaları ve halkların kardeşliğini sağlamalarıyla mümkün olacaktır.
Marksist Tutum
http://marksist.net/kerem-dagli/vize-krizi-ne-anlatiyor.htm
Cografya,iki anlamdada olusum.zaman icinde olusum,tarihsel olusumdur.
Dunyanin,tabiatin cografayasi bilinen milyarlarca senenin sonucudur.
Toplumsal cografyada gene zaman icinde insanlarin goc,zorla edindikleri,yasadiklari yerlerdir. Turkler japonyaya gitselerdi ,hernesekilde,orasi Türk cografayasi, tersine japonlar bugunku turkiyede olsalardi Adi japonya olurdu.
Hocam dogrumu boyle..
Somali’de Korkunç Katliam
Marksist Tutum
17 Ekim 2017
Somali’nin başkenti Mogadişu, 15 Ekimde, 300’den fazla insanın öldüğü, 400’e yakınının yaralandığı bir bombalı saldırıyla sarsıldı. Mağazaların, otellerin ve devlet dairelerinin bulunduğu bir merkezde, bir akaryakıt tankerinin yanında patlatılan bombalı araçla gerçekleştirilen bu saldırıda çok sayıda bina yerle bir oldu. Bu katliam, Somali’de şimdiye dek yaşanan en kanlı katliam olarak tarihe geçerken, enkaz altında kalanlar da dikkate alındığında ölü sayısının daha da artması bekleniyor.
Herhangi bir Batı ülkesinde yaşanan çok daha az kayıplı saldırılar Türkiye de dahil tüm Batı dünyasında günlerce gündeme otururken, medyada canlı bağlantılarla saatlerce süren haber ve tartışma programlarına konu olurken, Somali’deki bu korkunç katliam Batı medyasında ancak birkaç dakikalık haberlerde yer bulabildi.
Saldırıyı henüz üstlenen olmadı. En güçlü fail, El Şebab (“Gençlik” anlamına geliyor) olarak öne çıkıyor. El Kaide’ye bağlı bu örgüt yaklaşık on yılı aşkın bir süredir Somali’de iktidar mücadelesi veriyor. Bir dönem başkent Mogadişu’yu ele geçiren fakat daha sonra buradan temizlenen El Şebab, Somali ve Kenya’da defalarca buna benzer saldırılar gerçekleştirdi. Ancak şimdiye kadar bu denli büyük bir saldırı organize etmemişti. Aslında Somali’nin yürümekte olan emperyalist paylaşım savaşının doğrudan alanlarından biri olması, emperyalist güçlerin, bölge güçlerinin ve yerli güçlerin her birini kendi çıkarları doğrultusunda bu vahşeti gerçekleştirebilir kılıyor.
Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Somali, bir yandan açlıktan, kuraklıktan kırılırken bir yandan da emperyalist savaşın yıkıma uğrattığı bir ülke. 14 milyon nüfuslu bu ülke, petrol bölgelerine yakınlığı ve Kızıldeniz’in çıkışındaki Aden Körfezini kontrol eden coğrafi konumuyla stratejik bir önem taşıyor. Tam da bu yüzdendir ki Somali on yıllardır ABD emperyalizminin ilgi odağında bulunuyor.[1] 1993 yılında “insani yardım” bahanesiyle ve BM şemsiyesinde Somali’yi işgal eden ABD 1995’te bu ülkeden çekilmek zorunda kalmış, ama geride barut fıçısına dönmüş bir ülke bırakarak bugünkü kaosun da tohumlarını atmıştı. ABD’nin Somali’den çekilmesinin ardından İslam Mahkemeleri Birliği (İMB) adlı siyasi oluşum hâkimiyetini kurmuştu. Ancak Batı’nın onaylamadığı bu siyasi yapı Etiyopya’nın askeri müdahalesi eliyle ülkenin güneyine sürülmüş ve Somali fiilen ikiye bölünmüştü. El Şebab’ın ortaya çıkmasına yol açan zemin de bu süreçte döşendi. “İMB’nin içinden çıkan El Şebab kısa sürede etkili bir güç haline geldi. Yani El Şebab’ı doğuran ve güçlenmesine vesile olan bizzat Batı’nın ‘terörle mücadele’si oldu. Gelinen noktada El Şebab, El Kaide çatısı altına da girerek aslında sadece Somali’de değil tüm bölgede etkin bir güç haline gelmeye niyetli olduğunu da ortaya koymuş oldu.”[2]
Emperyalist savaş zemini sayesinde El Şebab denen canileri yaratan da, onlardan çeşitli şekillerde faydalanan da emperyalist/kapitalist güçlerdir. Emperyalist güçler ve bunların bölgedeki uzantıları, milyonlarca Somalilinin ülkelerini terk edip en zorlu koşullarda yaşam savaşı vermelerinin, ülke içinde kalanların açlıkla, salgın hastalıklarla boğuşmalarının, “terör” saldırılarında hayatlarını yitirmelerinin birinci derece sorumlularıdır. “İnsani yardım”, “barış gücü” vb. adlarla bölgeye yapılan tüm müdahaleler emperyalist planları ve niyetleri gizlemek için kullanılan kılıflardır. Ortadoğu ve Afrika’ya yönelik emperyalist planları olan Türkiye de Somali’ye yakın ilgi gösteren ülkelerden biridir. Açılan tarikat okulları, hastaneler ve yapılan sermaye yatırımları, onun da “insani yardım” kılıfı altına gizlenmiş emperyalist hesaplarının doğrudan parçasıdır.
Emperyalist/kapitalist güçlerin Somali için akıttıkları gözyaşları tam anlamıyla timsah gözyaşlarıdır. Bunların ellerinde milyonlarca Iraklının, Suriyelinin, Afganın, Afrikalının yanı sıra Somalililerin de kanı vardır. Bu son katliam da onların yarattığı irinden türemiştir.
[1] bkz. http://marksist.net/kemal_erdem/emperyalist_haydutlar_somalili_korsanlar…
[2] http://marksist.net/kerem-dagli/afrikada-yuruyen-emperyalist-kapisma.htm
http://marksist.net/marksist-tutum/somalide-korkunc-katliam.htm
“Weissacker ide ajan yaptiniz.durumunuz agir.. ABD. Inde arkasinda gizli gucler var..vs..”
‘Ajan’ olmasina gerek yok ki.
Nasil ki, siz, kendi kelimelerinizle, Israil’in gucu karsisinda ‘siyonist’ olmaga karar vermissiniz, o da –onu oraya getirenlerin bilincli secimine– uygun birisidir diyorum, sadece.
Yani, guce tapinan tek siz degilsinizdir, diyorum.
“Israil’de bir devlet oldugundan sinirlari var.”
Bu –Israil’in sinirlari– bile tarisilir bir seydir.
Israil, isgal altinda tuttugu yerleri sinirlarinin icinde mi sayiyor, disinda mi?
Icinde sayiyorsa, oradakilere neden vatandaslik vermiyor; disinda sayiyorsa, neden isgale son vermiyor?
“ornegin 1 milyon kisi rusyadan son zamanlarda gelmistir.”
Bu, Rusya’nin Israil’e attigi bir kazik. Aferin demem lazim.
‘Hamas’in yasadigi yerlerdeki Arablari kabul etmiyor..”
Boyle yuvarlak laflar cevap degil. Hamas’in yasadigi yer dediginiz yer Israil’in isgal ettigi bolgeler midir? Degil midir?
“Tel Aviv deutsche Botschaft heiraten in israil, Partnerschaft ohne Religion..
Yada ingilizce without religion in israil. kelimeleriyle bir yigin Info. bulabilrsiniz.”
Butun Internet’i sizin hatiriniza gezecek degilim. Kisaca buraya yazar misiniz lutfen. [Bir de, Tel Aviv’den ornekler vermege kalkismayin. Tel Aviv Israil’in cok az bir kisminin kendisinden saydigi bir yerdir. Her an hepsi New York’a kacmak zorunda kalabilir.]
“Gelelim askerlik sorununa.. once Protest in israil. diye YouTube girin.orda ultraortodoxlarin israile karsi savasini izleyin.”
Israil’de birileri protesto ediyormus.. eee. bunun kanumuzla ne alakasi var?
Israil’de bu okullara muafiyet var mi yok mu?
Soru budur?
“Bunlar nufusun yuzde 10.dur.”
Hayir, o kadar az degil. Nufusun onemli bir bolumu bunlari destekliyor.
“Gelelim reklama. simdi reklam yapacagim. ardindan odul..”
Geciyorum. Konuyla alakali degil.
Ben Israil devletinin benimsedigi ve uyguladigi kanunlardan bahsediyorum.
“YouTube girince dikkatimi bir yazi cekti Elif safaktan.
Insanin kalbi Pis olursa,lekeli olursa,haset olursa temizlenmez..”
Kilavuzunuz ‘Aleph Shafuck’ ise, sizin sorunlariniz tahmin ettigimden daha fazladir.
“kes su kiyim hikayeleri Business yapmayin deseler ne hissedersiniz. tabi insansaniz..”
Benim akrabalarimin bir kismi Stalin doneminde katledildi, kimisi de Sibirya iclerine suruldu.
Bindirildiklerin yuk treninde ac-bilac curuyeninden, vardiklari yerde buz kesmis (permafrost) toprak ustunde yatmak zorunda kalip canli canli kurtlananina kadar cok degisik hicran hikayesi ben de size anlatabilirim.
Anlatabilirim de, bu, ne sizi bana borclu kilar, ne de ben dunyanin geri kalan kismindan intikam almak hakkini elde etmis olurum.
Baslarina gelmis olan felaketin aynisi –bazan da beterini– baska insanlara uygularken, ‘ama, benim dedemi/ninemi/annemi/babami Almanlar kesti ya da gaz odalarinda yakti’ diyerek kendinizi hakli cikaramazsiniz.
Dahasi, butun bunlarin uzerinden en az 3-4 nesil gecti.
Olan biten her ne idiyse, tarih oldu.
Yahudilerin hala daha bir davasi varsa, o davayi Almanlarla (ve Avrupalilarla) gormeleri gerekiyor.
Avrupalilarin yerine, ne ben, ne de dunyanin geri kalan kismi kefaret odemek zorunda degiliz. Hic de olmadik.
Yahudiler bunu idrak etmek istemiyor bir turlu.
Ayrica, Israil’in, irkci (‘ethnocentric’, ‘racist’), dinci (‘zionist’, ‘Yahudi Seriatcisi) ve gettocu (apartheid) olduklarini dile getirenlere (tipki sizin yaptiginiz gibi), otomatik olarak ‘anti-semitist’ etiketini yapistirmaga calismaktan da vazgecmeniz lazim.
Bu, Israil’i, kuruldugu gunden beri isledigi zulumlerinden arindirmadigi gibi, bu numara cok bayatladigi icin artik yiyen de pek kalmadi.
“Alman nazi partisinin, NPD nin programinda var dedikleriniz..”
Okumadim. Siz okumus gibisiniz. Ilgili kisimlarini buraya (tercume de ederek) aktarir misiniz lutfen. Bakalim ne diyorlarmis.
“Göçebelik değildir mesele, devlettir”
Katildigim kisimlari var. itiraz edecegim kismi da.
‘Göçebelik değil’, cunku Turkler hic gocebe (‘nomad’) olmadilar.
Ne demek istedigimi kisaca soyle aciklayayim:
Benim Antalya’da bir yazligim varsa ve yazlari oraya gidiyorsam; bu, beni, ‘gocebe’ mi yapar?
Hayir, tabii ki.
Ya da, su veya bu sebepten dolayi, karar verdim ve Endonezya’ya/Arjantin’e yerlesecegim. [‘Diktator’e gicik olmak’ da bir sebep olabilir {mi? 😉 }]
Pili-pirtiyi yukledim babadan kalma minibusume ve yola ciktim.
Aheste aheste gidiyorum.
Yolda durup birkac gun konakliyorum, sonra devam ediyorum.
Seyahat de, dolayisi ile, birkac aydan fazla suruyor.
Sonra da, gidecegim yere variyor ve yerlesiyorum.
Simdi.. ben ‘gocebe’ mi olmus oluyorum?
Tabii ki, hayir.
Ayni sekilde, kislak ile yaylak arasinda gidip gelmem beni gocebe mi yapar?
Tabii ki, hayir.
Cunku, hem gidecegim yer sabit, hem de geri donecegim yer.
Dolayisi ile, ‘Turklerin gocebe oldugu’ lakirdisi bos bir laftir. Batini bir yakistirmasidir. Gerceklerle ortusmez.
Simdi gelelim asil meseleye.
Yani, Nisanyan’in “devlettir” buyurmasina..
Ideolojik (libertarian?) takintisi yuzunden, Nisanyan, bence pek de sefil bir zihin tembelligi yapip, begenmedigi hali otomatik olarak ‘devlet’e fatura ediyor.
[‘Devlet’in her zaman gunahsiz oldugunu soylemiyorum; ama, Nisanyan’in konustugu konuda kazin ayagi oyle degil.]
Uygarliklar durduk yerde ‘daha iyi yasamak’tan vazgecmez, ‘daha estetik olan’dan vazgecmezler. Boyle bir sey olmussa, bunun derin bir sebebi olmasi gerekiyor –pisikolojik filan da degil.
Nisanyan’in zihin tembelligi burada yatiyor. Donemi sadece edebi urunler uzerinden degerlendiriyor; gerisinden haberi bile yok.
Fatih donemi (yani, Nisanyan’in isaretlemesi ile, 1450’den sonrasi) onemli bir-iki gelismeye isaret eder.
Bir tanesi, her ne kadar dogru bir hamle oldugunu dusunsem de, Istanbul’un fethi icin Fatih’in guttugu ekonomi politikasidir.
Belki de ilk defa, Fatih, devlet eliyle enflasyon yaratmistir. Bunu da, Istanbiul’un hayli masrafli olan fethini finanse etmek icin yapmistir.
Ikincisi, fethedilen Istanbul’un yeniden imarina yonelik masraflar yuzunden, bu enflasyonist politikadan vazgecmemis, surdurmustur.
Surdurulen bu enflasyonist politika, halkin/ahalinin/tebanin ciddi derecede fakirlesmesine yol acar.
Eger bu kadarla kalsaydi, belki Fatih’ten sonra durum toparlanabilirdi. Ama, kadere bak, ardindan hem Anadolu’da buyuk (ve uzun surecek) bir kuraklik baslar; hem de, ticaret yollari (Ipek Yolu) artik Anadolu uzerinden baska cografyalara kayar…
1500’lu yillarindan bahsediyoruz.
Bu kuraklik, ‘kitlik’ –dolayisi ile, ‘aclik’– anlamina gelir ve cok ciddi isyanlara yol acar.
Celali Isyanlari vs.
150 sene surer.
Yani, 1450’yi baslangic noktasi olarak alirsak, 200 senelik bir donemden bahsediyoruz.
Yani, nereden baksaniz, 6 nesil.
Ista bu 6 naeil boyunca yasanan sefalet, daha oncelerinde ortaya konan eserlerin yapilamayisina ve nasil yapildiginin unutulmasina yol acmistir.
Dedim ya, ‘Devlet’in her zaman masum degil; ama, Nisanyan’in konustugu konuda kazin ayagi farkli. Nisanyan’in biraz da iktisadi tarih okumasi lazim.
“Coğrafya kader midir?”
Totolojik bir soru bu.
Benzer dekilde cevap vereyim:
(Gittiginiz ve yerlestiginiz) yer de bir baska ‘cografya’ degil midir?
Buna cevabiniz ‘evet’ ise, o zaman, oradaki ‘cografya’ya mahkumsunuz demektir.
‘Cografya’yi kader olmaktan cikarmanin tek yolu surekli yer degistirmek gibi gorunse de, bu durumda, sadece daha genis bir cografyadan bahsedecegimiz icin, pek de bir sey degismez.
Çocukken haberlerde sık sık şu ibareye rastlardık şu şu örgüte ait militan ve devrim nikahlı karısı yakalandı vs vs bu müftü nikahı mevzusunu duyunca birden kafamda anılar canlandı..sen hiç devrim nikahı gördünmü gün abi veya şahit oldunmu ne menem birşeydir…
Ne Ekersen Onu Biçersin
(4 D’nin 4 Şartı Vardır)
[Dahiyane] propaganda ve medya-iletişim araçları[nı doğru kullanma],
[tek bir amaç doğrultusunda] örgütlenme,
[güçlü ve kararlı] liderlik,
[doğru] ittifaklar ve strateji[k derinlik]ler (4 Şart)
devletleşmenin / devrimin / darbenin / diktatörlüğün (4 D) tarlasıdır.
örgütler yapardı sahte evlilik. Ev ihtiyacı için
Hayât-ı câvidânı şeyh-i kâmilden suâl ettim
“Ölümden evvel ölmektir” deyince intikâl ettim
Cevap verememezsinis! Mumkun degil..
Bu sorunun cevabi adami yahudi yapar dostum!
Bu sorunun cevabi adami siyoncu yapar bei arkadas!
Bu sorunun cevabi adami israilin yapar bei gardas!
Emme… Hasta ruhlar taaa amerikadaki Bazi alman kokenlilerin ,nazialmanyasi dunyayi kana bulmasi yuzunden bizede kotu baktilar,Yan baktilar demesine acir!
Acinacak biri varsa aynaya bskinin
.
Soros bugun servetinin 18 milyarini basin ozgurlugu icin bagislamis!
Nedirlann bu!
Adam kimmmm?tarihin en trajedik olayinda macar yahudilerin olum kamplarina suruldugunde hayatini kurtarmis macar yahudisi!
Zuckerberg!! Daha simdiden 45 Milyarini hibe ediyor!!
Senin devletin suriyelere 3 -5 milyarimiz gitti feryatlari ederken..
Israilin borcunu Almanya kendini satsa odeyemez.. israilin der kimseyi zorladigi duymus degilim.
Israile dokunan bana dokunur.
Yahudiler nerde olursa olsun guvenligi benimde meselemdir!
Bu bana ait soz degil.. Almanyanin partiler ustu,devlet tutumu..
Hastalik Li ruhlar i hitlerin sekreterinden esinlenerek soyledim.
Hitlerin mirasi son yazisini intihardan once yazarken gene yahudilerin sucu demesi uzerine bu hastaligi tanimliyor.gozu dunyayi gormuyor sadece kafasindaki takintiyi..
Devam edecek..
“örgütler yapardı sahte evlilik”
‘Sahte’den kasdiniz, bu kisilerin birbirlerini (in the biblical sense) tanimaz bilmez olduklari midir?
Nişanyan’ın yazısından:
“Yok öyle bir şey. Bir kere atan göçebe filan değildi. Yüzde elliden epey fazlası Rum ya da Ermeniden dönmeydi. Kalanın büyük kısmı da Rum diyarı İslam eline düşünce “fırsat kapısı açıldı” deyip buraya akın eden şehirli Acem ve Araptı.”
Hesap yapalım şimdi; “atalarımın yüzde elliden epey fazlası”..yüzde 60-70 arası demektir, yüzde 60 diyelim; sonra “kalanın büyük kısmı”…yani yüzde 40’ın büyük kısmını bulalım, “büyük kısmı” dediğine göre yarıdan fazlası oluyor, onu da yüzde 60 alırsak ,yüzde 40’ın yüzde 60’ı yüzde 24 eder.
Yani, atalarımın yüzde 60’ı Rum ve Ermeni,
yüzde 24’ü ise Arap ve Acem oluyormuş.
Toplamı: yüzde 84 !!!!
Atalarımın yüzde 84’ü Rum, Ermeni ve sonradan gelen fırsatçı Arap ve Acemler oluyor, gerçek(!) Türk olanlar ise kaç oluyor?
Sadece yüzde 16 !!!!
Bu hesap doğruysa, Türkler sadece yüzde 16’lık, dışarıdan gelmiş bir grup olarak, yüzde 84 gibi ezici çoğunluğu, hem de kendi yurtlarında, idaresine alıyor, bu da yetmezmiş gibi, Türkçe öğretiyor, Türk adetlerini benimsetiyor ve kendilerinin Türk olduklarına inandırıyor ya da, “dönmelerinin” doğru bir karar olacağına ikna ediyor.
Tarihte eşi görülmemiş bir mucize bu!
Eğer ABD Kuzey Koreli “Roket Adam”a atom bombası atarsa yanlış diktatörü vurmuş olur.
Dünyaya en büyük tehdit olan diktatör o değil çünkü.
TC egemenleri Kürt, Kıbrıs, Ermeni gibi sorunları çözemeyecek – veya en azından Avrupa’daki emsalleri kadar hafifletemeyecek – kadar aciz, taş kafa dinozorlardır.
Dikkat edin; işsizlik, eğitim veya yaygın adi suçlar gibi iktidarların “yukarıdan” çözmesi çok zor sorunlardan bahsetmiyoruz.
Marifet yok edebilmek değil yaratabilmektir. Yok edebilmek en kolay iştir. Mesela öldürmek için illa gelişmiş makineli ateşli silahlar “yaratabilmek” gerekmez; insan bazen atılan bir taşla da öldürülebilir.
TC egemenleri Kürt sorununu ve benzerlerini “yaratarak” değil “yok ederek” çözmeye çalışmaktan başka bir şey bilmiyorlar.
örgüt üyeliği dışında bir ortak noktaları olmaması anlamında, genellikle
“Tarihte eşi görülmemiş bir mucize bu!”
Degil, aslinda.
Nisanyan, bunun ipuclarini –sona yakin paragrafta veriyor: “Anadolu’ya Türkler göçebe olarak gelmediler, asker ve yönetici olarak geldiler.”
Ben, bu onermenin hem isabetli, hem de –‘Turk’ler sozkonusu oldugunda– oldukca genellenebilir bir karakteristik oldugunu dusunurum.
Aklima ilk gelen ornek Babur Imparatorlugu.
[ https://tr.wikipedia.org/wiki/Bab%C3%BCr_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu#/media/File:Bab%C3%BCr_Imparatorlugu.jpg ]
[Hani, karisinin hatirasina, su muhtesem Tac Mahal’i yaptiran Sah Cihan’la tanidigimiz devlet…]
Yukaridaki haritaya bakarsaniz, dunyadaki butun ‘Turk’leri toplasaniz, o kadar genis cografyayi (100 – 150 milyon km2) ‘Turk’lerle dolduramazsiniz.
Bir baska ornek de, hazir Israil muhabbeti de yaptik yukarida, Hazar Devleti/Imparatorlugu. O da, kahir ekseriyeti ‘Turk’ olan bir devlet degildi; ama, ‘Turk’ler taraindan yonetiliyordu.
[Bu devlet, taktik sebeplerle, Museviligi tercih etti. Zaman icinde dagilinca, oradan gocenler gitti Kiev’i kurdular. Avrupa iclerine yerlestiler ve Eskenazi ismini aldilar. Yahudilerin Turklere ‘kuzen’ demesinin bir sebebi olsa gerek.. 😉 ]
Misir’da Memluklar da bir baska ornektir.
Eminim baskalari da vardir.
Benim baktigim yerden, asil ‘mucize’ sudur:
Roma Imparatorlugu, Yunanistan’i fethettikten sonra, onlarin dinlerini, tanrilarini, uygarligini (onemli derece) benimser. Yani, magluplarin dinine girer. Bunu da, Yunanistan’in daha baskin/ustun bir kultur olduguna baglayan coktur.
Buna karsilik, Anadolu’ya gelen ‘Turk’ler, Anadolu’da cok kadim uygarlik(lar) oldugu iddiasina ragmen, ne magluplarin dinini benimsedi, ne de –antik Grek kulturu dahil– o kultur(ler)e tabi oldu.
Bu da, Anadolu’ya gelen ‘Turk’lerin hic de oyle gocebe/ilkel filan olmadiklarina isaret eder.
“Kürt, Kıbrıs, Ermeni gibi sorunları çözemeyecek”
‘Sorun’ diye yazdiginiz bu 3 konuda cozulmesi gereken ne var?
“Atinalılar sorunlarına doyurucu bir çözüm bulma umuduyla Solon’a yönelmiş olmasalardı, toplumdaki dengesizlik öbür Yunan devletlerinde olduğu gibi bir devrim ve ardından tiranlıkla (diktatörlük) sonuçlanabilirdi. Çünkü Solon aşırılıktan kaçınılmasından yanaydı ve her sınıfın uygun bir yer ve işlevinin olduğu düzenli bir topluma inanıyordu; onun çözümü devrim değil, reformdu.”
Bunun neresi mucize?
Tarihteki benzer örnekleri geçelim (koca bir Amerika yerli nüfusunun büyük bölümünü daha ilk yıllarda yanlarında getirdikleri salgın hastalıklar, angaryalar ve kırımlar, geri kalanın çoğunu da 300 yıla yayılan kırım, sürgün ve asimilasyonlarla – ki 1071’e nazaran kısa sayılabilir – tasfiye eden Avrupalıları mesela), dünyaya hakim dinozorların yerine geçen Afrika’daki kıytırık bir primat türünün 2017’de geldiği yer değil mi asıl mucize denebilecek şey?
“‘Sorun’ diye yazdiginiz bu 3 konuda cozulmesi gereken ne var?”
TC’nin PKK’li gerillalarla masaya oturması,
Kıbrıs’tan çekilmesi,
Ermeni soykırımının varlığını kabul edip özür dilemesi.
Uzatmayacagim.
Necip lermi israilden bisi istiyor? Yoksa israilermi?anamadim.
NPD yi buraya cevirmeme gerek yok.necipin uyduruklari yetiyor..
Internet deki sordugunuz siteleri de vermem. Yerinize utandigimdan!
Isinize geldiginde 4bin yil once yasamis nil nehrindeki ahalinin durumunu arastirmaga ozenirsiniz..
Stalinin neden turklere bu kadar AZ eziyet ettigini anlamis degilem.
Hitlerin yaninda 1milyon turk savastigi soyleniliyor..hadi alman kokenliler alman nazisini destekleme nedeni olabilirde buu neciplerin almanlarin yaninda rusyaya savasmasi affedilir bissey degil..
AZ yapmis sizlere.az yapmasinin nedeni stalinin iyi gunune gelmis olduguna sanmiyorum.cok turkte Nazi almanyayi auf savastigi Dan olsa gerek.
Leningradda 24 turkun heykelini yaptirir stalinler..son 3 hafta sehri tum alman ordusuna sadece bu 24 turk savunmustur.
Hitlerde son konusmalari gene du hunlular barbarlar avrupaya Akin ediyorlar uzerinedir.hasta Ruh savasin adini babarosa koydugunu unutur..
Bunlar sonu gelmeyen acilar.hikayeler..
Hangisini ikna edebilinirki..
Kisaca,Oz uzerine son bir sozu Kabul Edin bari.
Siyoncu,yada yahudiler,yada israiller,dunyayi yaksasada yiksada kafani kaldirmayacaksin. OK mi!!?suss
Nişanyan’ın iddiasına göre, şu anda kendine Türk diyenlerin ezici çoğunluğu aslında Rum ve Ermeni dönmesiymiş, saçma.
Bu teori, İslamı kılıç zoruyla yayan Arapların, ya da dünyanın başka yerlerinde Hristiyanlığı ve kendi kültürlerini kılıç zoruyla yayan Avrupalıların yaptığını Anadolu’ya uyarlamaktan başka bir şey değil. İyi de, bir yerde gerçekleşen pratiği başka bir yerde, başka bir zamanda şablon gibi kullanamazsınız. Her dönem, her coğrafya kendi özellikleriyle incelenir.
Anadolu’da kılıç zoruyla müslüman yapma pratiği yaşanmadı. (Alevilerin kılıç zoruyla din değiştirmeye zorlanmasından başka).
Ki, olsaydı bile, din değiştirmeye zorlanan Rum ve Ermeniler yine kendi dil ve kültürlerini devam ettirecekti, Türkçe konuşmayacaklardı.
Bir dini zorla değiştirebilirsiniz (en azından, insanlar kendilerini korumak için yeni dini kabullenmiş gibi rol yapabilirler) ama bir dili nasıl değiştireceksiniz?
Dil ve kültürü değiştirme ancak şehirleşme ve nispeten modern yaşam tarzıyla olanaklı olan bir şeydir. O zaman Anadolu’da böyle bir sosyal yapı yoktu.
Şehirleşme olan yerlerde de Rum ve Ermeniler kendi mahallelerinde yaşardı.
Kaldı ki, bir Rum ve Ermeni neden dilini, dinini değiştirsin? (Buna zorlayan da yok). Neden Türk olmayı seçsin?
Tek tek bireyler bu tür dönmelikleri yapmış olabilir sadece.
Diyor ki, Türkler asker ve yönetici olarak geldiler. Hayır, Türkler, esas olarak, Moğolların baskısı sonucu Anadolu’ya akın ettiler. Asıl dalga budur. Yani, yayılmacı ve yağmacı bir devletin askerleri olarak değil, düşmandan kaçan çok büyük nüfuslu bir kitle olarak.
Yayılmacılık ve yağmacılık esas olarak Osmanlı ile başlamıştır.
Alpaslan’ın yaptığı ise daha farklıdır. Onun amacı sadece yağma edip, geri dönmekti. Bizans’ı ele geçirmek falan gibi niyeti yoktu. Fakat Bizans devleti sınırlarına sürekli saldıran bu gücü büyük bir orduyla yok etme hayaline kapıldı, yenildi ve ardından da topraklarını kaybetmeye başladı.
Kurulan devletler ise asıl güçlerini akın akın gelen Türklerin nüfus üstünlüğünden alır.
Evet, Anadolu’yu Bizans’tan Türk egemenliğine getiren şey esas olarak nüfus üstünlüğüdür. Yeni gelenlerin sayısı yerlilerin sayısından kat be kat üstündü ve bu avantaj kullanılarak devletleşme, emperyalleşme gerçekleşti. Yoksa Nişanyan’ın iddia ettiği gibi, az sayıda Türkün çoğunluk halkı silah zoruyla din ve dil(!) değiştirmeye zorlaması gibi saçma bir sebepten değil.
Nişanyan’ın dediği ancak silah üstünlüğü ile olabilir. Yani, Avrupalıların dünyanın dört bir yanındaki kabilelere uyguladığı gibi. Nişanyan’da bu şablonu bize uydurmaya çalışıyor. Ama Türklerin Bizans’tan farklı olan silah üstünlükleri nedir? Hatta, daha da ilkel silahları vardı.
“TC’nin PKK’li gerillalarla masaya oturması,
Kıbrıs’tan çekilmesi,
Ermeni soykırımının varlığını kabul edip özür dilemesi.”
Ben, sizden, ‘cozulmesi gerekenlerin ne oldugunu’ sormustum.
Siz ise, bu soruya cevap vermek yerine, ne yapilmasini istediklerinizi yazmissiniz.
Yukarida yazdiklarinizin hic birisi, aslinda, Turkiye’nin sorunu degil.
PKK ile ilgili oneriniz, PKK’nin sorununa isaret eder.
Kibris ile ilgili oneriniz, Kibris’in guneyinin sorununa isaret eder.
Ermeni meselesi ile ilgili oneriniz, Ermeni Diyasporasinin sorununa isaret eder.
Kimse, baskalarinin sorunlarini –onlarin adina– cozmek zorunda degil.
“Stalin’in neden Turklere bu kadar AZ eziyet ettigini anlamis degilem.”
Bir Yahudi irkcisi (ve dincisi) icin boyle dusunuyor olmanizi hic yadirgamadim.
“Siyoncu,yada yahudiler,yada israiller,dunyayi yaksasada yiksada kafani kaldirmayacaksin. OK mi!!?suss”
Bir siyonistin dunyanin geri kalanina nasil baktigini cok iyi temsil ettiginiz icin tesekkur ederim.
Simdi mezariniza geri donunuz. Bir muddet sonra gelecekler. Sizi ‘Pearly gates’te karsilayan olacak.
Benim selamimi soyleyin. Size bir cift kanat verecekler.
Yok, yok. Melek filan olmayacaksiniz.
Kaz olacaksiniz. Kaz!
Birkac reinkarnasyondan sonra, insallah, insan olmaga layik olursunuz –cok da umitli degilim yok; ama, olu ya..
Arif in degerlendirmirmesi esas olarak dogru.
Gecmisten degilde,birde bugune bakarsan,ornegin lazlarin durumu, onlar bugun Türk mmilliyetcisi.osmanlida lazistanlari vardi.bazi kurtlerin kendini Türk gormesi var.
Bugunku turklestirme ozamanlardan yoktu.olmazdi.olamazdida zaten.milliyetcilik hareketi 200 senelik olaydir.bu akim aynizamanda sovenizmiyle birlikte etnik,azinliklari asilime etmege calisacaktir.karisimlarda olacakti
Osmanlinin hayati gocebe gibiydi.konstantini almasiyla ,saraya gecmesi gosterge degil.
Osmanli hicbirzaman roma imparatorlugu gibi bir roma hukuku,roma senatosu,sanati.sehir altyapisi, Kanalizasyon,su,yol,hastane..ozelliklede Roma mimarisine benzer bir yapiya sahip olamamistir. Bugun avrupayi avrupa yapan 4000 yillik italyan kultururudur.bu resmen Kabul edilmektedir.
Sınıf çatışmaları/çelişkileri
“Bu grubun gücü ağır zırhlı piyadeler (hoplites) olarak savaşan ve Sparta’nın tutucu toprak sahiplerine hayranlık duyan zengin yurttaşlara dayanıyordu. Kimon kişisel askeri zaferlerinden ve bu zaferlerde elde ettiği serveti kentin imarında ve yurttaşlara yönelik eğlencelerde harcamasından dolayı seviliyordu. Ama bu zaferleri, belkemiğini Sparta’ya pek yakınlık duymayan yoksul Atinalıların oluşturduğu donanmaya dayanarak elde etmişti. Askeri başarılarıyla güçlerinin bilincine varan denizciler çok geçmeden Sparta’ya karşı güvensizliklerini paylaşan ve yönetimde onlara daha fazla yer vermeyi vaat eden Ephialtes ve Perikles gibi önderlere yöneldiler.”
“Nişanyan’ın iddiasına göre, şu anda kendine Türk diyenlerin ezici çoğunluğu aslında Rum ve Ermeni dönmesiymiş, saçma.”
‘Ezici cogunluk’ taraini bilemem; ama, hatiri sayilir bir rakam olabilcegine itiraz etmem.
Bunu da, su anlamda kabul ederim:
1) Anadolu’daki Rum ya da Ermeni (veya Musevi) olanlar, bugunku anlamda, bir millet (‘irk’ anlaminda bir ‘millet’) degildi. Bir inanc etrafinda kumelenmis insanlar demek daha dogru olur.
2) Bir dinden bir baska dine gecmek, belli bir mahalle baskisina maruz kalmagi da icerse bile, o kadar zor/onemli bir sey degildi –cunku, ‘dinsel cemaat’ anlamina gelen ‘millet’ bugunku sekilde ‘irk’ yansimalari icermiyordu.
“Bu teori, İslamı kılıç zoruyla yayan Arapların, ya da dünyanın başka yerlerinde Hristiyanlığı ve kendi kültürlerini kılıç zoruyla yayan Avrupalıların yaptığını Anadolu’ya uyarlamaktan başka bir şey değil.”
Burada gecen ‘kılıç zoru’ terimi hem asiri ‘yuklu’ (‘loaded’) bir terimdir; hem de ‘zamanin/devrin normalleri’ni dikkate almadan, bugunun gozlukleriyle bakisi ifade eder. Yanlistir.
“İyi de, bir yerde gerçekleşen pratiği başka bir yerde, başka bir zamanda şablon gibi kullanamazsınız. Her dönem, her coğrafya kendi özellikleriyle incelenir.”
Dogru. Hem donem/tarih, hem de cografya dikkate alinmalidir.
“Anadolu’da kılıç zoruyla müslüman yapma pratiği yaşanmadı.”
Katilirim.
Isin icinde tabii ki ‘kilic’ da vardi; ama, ‘fetih’lerin hakim/yaygin oldugu bir donemde bu zaten normaldir.
Dahasi, meydan savaslari icin gecerldiri. Meydan savaslari sonuclandiktan sonra, kimsenin ‘kilic zoru’ ile din degistirmege zorlandigina dair elimizde hic bir delil/bilgi mevcut degildir.
Halbuki, eger boyle bir sey olsaydi, o gunden beri halen yasayan inanclarin/kiliselerin kayitlarinda bunlar olurdu.
“(Alevilerin kılıç zoruyla din değiştirmeye zorlanmasından başka).”
Bu konuda da benim suphelerim var. Yani, ‘din degistirmek’ amaciyla ‘kılıç zoru’nun kullanildigina yonelik olarak.
Benim okudgum butun kaynaklar, bu konunun iki anabaslikta gerceklestigine isaret ediyor. 1) Ic guvenlik (yani, daha yeni kazanilmis olan ‘Kurt’lerin sikayetleri); 2) Dis guvenlik (yani, ekonomik olarak hayatindan memnun olmayan Kizilbaslarin, sadakatlerinin Iran’a yonelmis olmasi).
her iki durumda da, ben, ‘din degistirme’ amacli bir zorlama oldugunu dusunemiyorum. Fakat, su kesidir: ‘Musluman’ uzerine ‘sefer’ yapmak ‘dinen’ caiz olmadigi icin, bunu yapabilmek icin, bu gruplarin ‘tekfir’ edilmesi gerekiyordu. Yapilan da, bence budur –yani, isi kilifina uydurmak. Talihsiz bir uygulmadir.
“Ki, olsaydı bile, din değiştirmeye zorlanan Rum ve Ermeniler yine kendi dil ve kültürlerini devam ettirecekti, Türkçe konuşmayacaklardı.”
Diyorum ya; ‘din degistirmek’ degil. Iki temel muteharrikten soz edebiliriz:
1) En onemlisi, bence, sudur: Musluman olmayanlardan daha fazla vergi aliniyordu. (‘Cizye’). Bu, ‘din’ konusuna cok da takintili olmayan kalabaliklar uzerinde, bece, cok tesirli olmustur.
2) Devrin Anadolu’su, ozellikle ticari hareketlilik acisindan cok kotu durumaydi. Sehir devletleri kendi kabuguna cekilmis, ve giderek sefillesiyorlardi. Turkler, asayisi sagladiklari icin, ticareti de kolaylastirdilar. Ticaretin yapilabilmesi icin, dolayisi ile, Turklerle konusmak gerekiyordu. O yuzden, Turkce de ogrendiler. Benim tezim budur.
“Kaldı ki, bir Rum ve Ermeni neden dilini, dinini değiştirsin? (Buna zorlayan da yok). Neden Türk olmayı seçsin?”
Bence, saydigim iki sebepten dolayi: Daha yuksek olan vergide (‘Cizye’den) sakinmak ve sehirler arasi ticaret yapabilmek icin.
“Diyor ki, Türkler asker ve yönetici olarak geldiler. Hayır, Türkler, esas olarak, Moğolların baskısı sonucu Anadolu’ya akın ettiler. Asıl dalga budur. Yani, yayılmacı ve yağmacı bir devletin askerleri olarak değil, düşmandan kaçan çok büyük nüfuslu bir kitle olarak.”
Buna kismen katilmakla beraber; ben Nisanyan’in tezine daha yakin duruyorum.
Evet, Mogollarin baskisi ile Turkler Anadolu’ya geldiler; ama, Mogollarla Turkler hic yabanci degildiler. Birisi bir digerinin devletinde ortak olmusluklari coktur. Dolayisi ile, Turklerin Mogollardan kacarak gelmeleri bana hikayenin tamamini anlatiyor gibi gelmiyor.
Ote yandan, Anadolu’ya gelen ‘Turk’ler, bugun karsilastigimiz sekilde degil, yani bireysel gocmen (muhacir) olarak gelmediler. Cogu/hepsi bir ‘boy’ ya da ‘oba’ cinsinden –yani, baslarinda birileri ile– geldiler.
Dolayisi ile, bir ‘boy’ ya da ‘oba’ cinsin gelenlerin hepsi ‘Turk’ olmasa bile, baslarindakiler asker ve/ya yonetici idiler. Tayin edici husus da budur.
“Yayılmacılık ve yağmacılık esas olarak Osmanlı ile başlamıştır.”
‘Yayilmacilik’i anlarim da, bir karakteristik ozellik olan bu ‘yagmacilik’a birkac ornek verebilir misiniz?
“Alpaslan’ın yaptığı ise daha farklıdır. Onun amacı sadece yağma edip, geri dönmekti.”
Ben buna dair pek bir sey bilmiyorum. Amacinin bu oldugunu gsotere isaretler konusunda bir seyler yazmaniz mumkun mu?
“Kurulan devletler ise asıl güçlerini akın akın gelen Türklerin nüfus üstünlüğünden alır.”
Bu da, bence, cok iddiali bir degerlendirmedir. ‘Akin akin’ gelenler olmus olsa bile, malum, o devirde tren yok karayolu hic. Dolayisi ile, gelenlerin nufusunun yerlesiklere oranla cok ciddi bir orani temsil etmesi bence cok da mumkun degil.
Bunun yerine, gelenlerin mobilitesini ve orgainze olmak yetenegini (kitlesel disiplinini) saymak bence daha isabetli olur.
“Yoksa Nişanyan’ın iddia ettiği gibi, az sayıda Türkün çoğunluk halkı silah zoruyla din ve dil(!) değiştirmeye zorlaması gibi saçma bir sebepten değil.”
Ben, ne ezici cogunluk, ne de ‘silah zoru’ hipotezini gercekci buluyorum. Bunlarin hicbirine gerek de yoktu zaten. Mecuttan daha iyi bir hayat anlamina gelen, yeni yineticilerin saflarinda gecildigini dusunurum.
Bunun da, hicbir sekilde gurur meselesi edilmesini anlamli bulmam: Yani, Anadolu’da bugun kendisine ‘Turk’ diyenlerin onemli ya da belli bir kisminin ‘irken’ Turk olmadigini iddia etmek, kendisine ‘Turk’ diyenler acisindan (ki, aralarinda –bir Kipcak/Cepni olarak– ben de varim), sorun teskil etmesi anlamli degildir.
Sonucta, Ermeni deiklerimiz, aslinda, bir kilise (yani, Hiristiyanligin bir mezhebi/tarikati) etrafinda olusmus bir cemaate zamanla ‘irk’mis gibi muamele etmektir. Ayni sey, ‘Rum’ dediklerimiz icin de, ‘Musevi’ dediklerimiz icin de gecerlidir.
Bu ‘irk’ dedigimiz sey, modern zamanlarin bir icadidir ve gercekle alakasi da yoktur. Ne ‘Turk’ler, ne de bahsi gecen digerleri ‘irk’ filan degildir.
“Nişanyan’ın dediği ancak silah üstünlüğü ile olabilir.”
‘Silah ustulugu’ vari tabii ki. Aksi halde, mesela, Bizans ordularini bozguna ugratmak sozkonusu olmazdi. Ama, bu ustunluk, sadece meydan savasinda kullanilmistir. Zafer kazanmis olanlar, gelenler (‘Turk’ler) dinsel pek takintilari olmadigi icin, dinlerin yonledirmelerinden gordugumuz turden bagnazlik sergilememislerdir.
“Yani, Avrupalıların dünyanın dört bir yanındaki kabilelere uyguladığı gibi. Nişanyan’da bu şablonu bize uydurmaya çalışıyor.”
Buna katilirim. Bu, bence, Nisanyan’in hem ortulu Ermeni sovenizminden hem de bu konudaki cahilliginden kaynaklaniyor.
“Ama Türklerin Bizans’tan farklı olan silah üstünlükleri nedir? Hatta, daha da ilkel silahları vardı.”
Yok. Oyle degil, bence.
Silah dediginiz zaman sadece ‘silah’in bizzat kendisini degil, onu kullananlarin becerisini vs de dikkate almak zorundasiniz. Bu ikincisi olmustur, bence, tayin edici olan.
Bizans, o tarihlerde, bir ‘devlet’ olmak niteligini coktaaan kaybetmisti.
Anadolu’da asayisi saglayamadigi icin, sehirler kendi etrafina duvar ormus, ve Bizans’a vergi vermez olmuslardi. Bu duvarlarin arkasindan Bizans’in gonderdigi ordulari da puskurtebilir hale gelmislerdi.
Ama, sehirler duvarlarla cevrilince, hem sehir icindeki ekonomik hayat dumura ugramis; hem de sehrin disindakilere birer eskiya gozuyle baktiklari icin (ki, bir kismi da aynen oyleydi), sehirden sehire ticaret de esasen durmustu.
Bu da, sehirlerin daha da yoksullasmasi anlamina geliyordu.
Yoksullasmanin bir dogal sonucu da, hem sehrin icindeki cemaatler (Rum, Ermeni, Musevi) hem de (hangisinin cogunlukta olduguna bagli olarak deghisen) muhtelif sehirler birbirleri ile (cemaatler baglaminda) hasim olmuslardi.
Yani, Rum, Ermeni ve Musevi diye birbirinden husumetle ayrisan Anadolu, birbiri ile turlu cesitli kavga guden, birbiri ile kan-davali yerlesimlerden olusuyordu.
Boyle bir ortama disaridan gelen, bu kavgalara da ortak olmayan [sehirlerin disindaki asayisi saglayan, ticaret mumkun kilan]; dahasi, arabulucu gibi davranabilen bir kitlenin (‘Turk’lerin) bir doku reddine ugramayacagini gorebilecegimizi dusunuyorum.
Ustelik de, meydan savasinda zafer elde etmis olmanin verdigi mesruluk da sozkonusu iken..
“Kibris’in guneyinin sorununa isaret eder.”
Aşağıdaki sözler Kıbrıs’ın güneyinde yaşayanlara mı aittir?
“Ankara Elini Yakamızdan Çek!”
“Kurtarıldık mı? Hass..tir!”
“Ayşe Evine Dön!”
“One Way Ticket!”
“Ne Türk’üz Ne Rum! Biz Kıbrıslıyız!”
Mezarmdayim.mezarimda oluyum.yasayan olu. Disarda ayakta olulerden degilim.yasayan olulerden degilim.
Istedigim mezara giderim.birgun ermeni mezarliginda birgun kürt mezarliginda bugun Holocaust da ordaki olulerleyim.yasayan olulerle!
Ve dunyayi uyariyoruz oluruhlara mesale oluyoruz!
Eger dunyada bir nebze ozgurluk,demokrasi, insanlik varsa biz uyardigimizdandir!
Yoksa fasizmden,irkciliktan,savastan gecilmezdi!
Uyariyoruz,cunku sizler olusunuz!
Kalbleriniz degil sadece olu olan,beyinlerinizde olu!
Olubeyin oldugunuzdan ornegin stalinin alman,turke ,yada ceklerin alman azinliklarina yaptigi zulmun esas sorumlusu gene alman fasizmin sonucu oldugunu idrak edemiyorsunuz!
Gene,hadi bilmemek ayip degil,bizimkinler 19007. De osmanlida televil resmen kurduklarini,nazilere karsi oradan askeri birlik yoladigindan haberiniz olmasin.bilinki,onlari baskalari oraya bizimkinleri getirdi.
Olukafalariniz bunun irkci nazilerin sonucu oldugunu kavrayamiyor,olukopek gibi,nedenini baskalarinda ariyorsunuz!
Iste buyuzden biz yasiyoruz! Bu mwzarlarda,ozgurce yasiyoruz ve sizlererde mesale oluyoruz!!
Unutmayin,necipler var oldugunu olcude bizde variz!!artarak,guclenerek,ebediete kadar!!!
….bosuna olmedik..mezarimizda duracak degiliz heralde..
Modern Türk Mitolojisi
Ergenekon: Terör örgütü
Asena: Dansöz
Teoman: Şarkıcı
Hakan: Futbolcu
Hatun: Manita
Yapay sınırları yıkın!
Kabileciliği (ulusçuluk, ulus devlet) aşıp evrenselliğe (dünya vatandaşlığı) varın!
Bunlar “kaçak” değil, yapay “ulusal” sınırları, yani modern kabileciliği, yani dünyanın bütünleşmesi önünde engel olan deli gömleklerini yırtarak özgür olmaya çalışan insanlar. Dünyadaki tüm yapay sınırlar kalkmalı, herkes istediği yere gidebilmeli.
–
Çeşme’de 98 kaçak yakalandı
İZMİR’in Çeşme İlçesi’nden 2 ayrı lastik botla yasa dışı yollardan Yunanistan’ın Sakız Adası’na geçmeye çalıştıkları belirlenen yabancı uyruklu toplam 98 kaçak, Sahil Güvenlik tarafından yakalandı.
Çeşme Körfezi’nde, bugün saat 08.00 sıralarında, devriye görevi yapan Çeşme Sahil Güvenlik Bot Komutanlığı ekipleri, Karaburun Yarımadası Eğri Liman açıklarında 2 lastik bot olduğunu farketti. Sahil Güvenlik ekipleri, içinde kaçakların bulunduğu iki botu durdurmak istedi. Ancak, kaçaklar, ‘Dur’ ihtarına uymayıp, Yunan karasularına doğru ilerlemeyi sürdürdü. Bunun üzerine Sahil Güvenlik botu, önüne geçip, içinde kaçakların bulunduğu iki lastik botu durdurdu. Her iki bottaki Suriye, Irak, Eritre ve Angola uyruklu toplam 98 kaçak, Sahil Güvenlik botuna alınarak Çeşme İskelesi’ne getirildi. Aralarında çok sayıda kadın ve çocuğun da bulunduğu kaçakların, kimlik belirleme çalışmaları yapılırken, sağır ve dilsiz iki Suriyeli’nin kimlik tespitleri yazarak yapılabildi. Türkçe bilen bazı kaçakların ifadelerinden, insan kaçakçılarına kendilerini Yunanistan’ın Sakız Adası’na götürmeleri için kişi başı 500’er dolar verdiklerini belirledi. Kaçakların, daha önce Yunan adalarına kaçan eş ve akrabalarının yanlarına gidebilmek için umut yolculuğuna çıktıkları da belirlendi. Uluslararası Göç Örgütü temsilcileri, kaçaklara yiyecek ve içecek dağıtarak, insani ihtiyaçlarını karşıladı. Kaçakların işlemlerinin ardından İzmir İl Göç İdaresi Müdürlüğü’ne teslim edileceği bildirildi.
Necip
Melih Gökçek istifa ettikten sonra,
Recep Tayyip Erdoğan, seni, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı yapacakmış.
Halkları Kurtardınız Mı? Hass..tir!
Kıbrıs halkı: Kurtarıldık mı? Hass..tir!
Türkiye halkı: Balkan Oligarşisi’nden kurtarıldık mı? Hass..tir!
Afgan halkı: Taliban’dan kurtarıldık mı? Hass..tir!
Irak halkı: Saddam’dan, IŞİD’den kurtarıldık mı? Hass..tir!
Suriye halkı: Esed’den, IŞİD’den kurtarıldık mı? Hass..tir!
fethullahçı terör örgütü
“bir teoride benden gelsin:
bence amerika fethullah denen …i yeterince kullandı ve artık işi bitti. onu tasfiye etmek istiyor. o yüzden izandan yoksun bir darbe teşebbüsü yaptırdı. simdi yerine başka bir şey ikame edecek. hele bir de iade ederse kesinlikle kendi teorime inanacağım. ”
https://eksisozluk.com/entry/62095722
Bu teori dikkate alınmalı.
Saddam’ı da “yeterince kullanmış ve artık işi bitmişti” mesela.
12 Eylül’cüler de ülkücü faşistleri “yeterince kullanmışlar ve artık işleri bitmişti”.
“Aşağıdaki sözler Kıbrıs’ın güneyinde yaşayanlara mı aittir?”
Aidiyet baglaminda, evet.
Osmanlı, Bizans, Türklük vesaireden söz etmişken;
https://eksisozluk.com/has-murat-pasa–2203513
has murat paşa
“son doğu roma imparatoru ix. konstantinos’un ağabeyinin oğullarından biri olup, istanbul’un fethi sonrası fatih döneminde müslüman olmuş, önemli görevlerde bulunmuş ve hatta vezir-i azam olmuş ve hatta hatta hanedana damat olarak girmiştir. bizans tahtının varislerinden biri olup ilginç bir öyküye sahiptir.
istanbul aksaraydaki murat paşa camii’ni yaptırmıştır.”
“bizans’ın varislerinden olmasına rağmen tıpkı abisi mesih paşa gibi osmanlı hakimiyetini gönülden benimsemiş. daha ondokuzundayken rumeli beylerbeyliğine atanmış. bindörtyüzyetmişüç’te akkoyunlulara yapılan seferde fatih’in ordusunda cenah kumandanıyken tuzağa düşürülerek şehid edilmiş.”
“mesih paşa ile birlikte doğu roma imparatorluğu nun paleologos hanedanına mensup olup imparatorluk varisidir kendisi.
fetihten sonra ikisi de sultan mehmet’in önem verdiği gözde insanlardan olmuş ve devlet içerisinde sadrazamlığa kadar yükselmişlerdir.
aynı kadere doğu romanın son megadükü lukas notaras ve genç oğlu ise sahip olamamışlardır ve fetihten çok kısa bir süre sonra öldürülmüşlerdir.
özellikle fatih has murat paşayı çok severmiş ve öldüğünde çok üzüldüğü kaynaklara geçmiştir.
ilginç olansa doğu roma’da imparator öldükten sonra bu iki adamdan biri tahta çıkıp imparator olacakken imparatorluklarının yıkılmasıyla kendilerinin varlığına son veren osmanlı’da müslüman olup, devlet görevine alınıp, o kültürü benimseyip devletteki bir insanın yükselebileceği en üst makam olan sadrazamlığa kadar yükselmelidir.”
“osmanlının aslında üçüncü roma olduğunun ispatlarından biri olan paşa.”
(Osmanlı şehzadelerinden Orhan’ın İstanbul’un fethi sırasında Bizans ordusundaki Türk askerlerinin komutanı olarak savaşıp ölmesi de ilginç değil mi? Aslında o döneme göre değil ama bugünün “ulusçu” kafasıyla bakınca öyle görünüyor.)
Has Murat ve Mesih Paşa’larda görülen Bizans > Osmanlı devamlılığının bir benzeri de Mısır’daki Memluk > Osmanlı devamlılığı ;
Memluk Devleti’nin son komutanlarından olup Osmanlı hizmetine giren Özdemir Paşa ve onun oğlu olup sadrazamlığa kadar yükselen Özdemiroğlu Osman Paşa.
Kavalalı hanedanının öncülü ise Bulutkapan Ali Bey gibi Memluk/Kölemen beyleri ;
ALİ BEY, Bulutkapan
(ö. 1187/1773)
XVIII. yüzyılın ikinci yarısında bir süre Mısır’a hâkim olan Kölemen beyi.
Abaza asıllıdır. Osmanlı kaynaklarında “Bulutkapan”, arşiv belgelerinde “Büyük”, Arap kaynaklarında ise, “el-Kebîr” lakapları ile anılır. Osmanlı arşiv belgelerinde geçen “Büyük” lakabı, onu çağdaşı olan Mısır beylerinden “Küçük” lakabı ile anılan diğer Ali Bey’den ayırmak için kullanılmıştır.
[…]
Oldukça maceralı bir hayat süren ve dört yıl Mısır’a hâkim olan Ali Bey, durumunu sağlamlaştırmak için birtakım reformlara da teşebbüs etmiştir. Bunlar arasında, emri altındaki birlikleri yeni sisteme göre eğitmeyi planlaması ve kuvvetlerini ateşli silâhlarla donatması başta gelir. Ayrıca, kurduğu hazine ile Mısır’ın gelirini kontrolü altına almaya ve ticareti kendi lehine geliştirmeye çalışmıştır. Askerî ve iktisadî yönden güçlendikten sonra zengin kabilelerin ve nüfuzlu beylerin topraklarını eline geçirmiş, idareyi doğrudan doğruya kendi tekeline almaya gayret etmiştir. Bütün bu hareketleriyle de Kavalalı Mehmed Ali Paşa döneminin âdeta bir zemin hazırlayıcısı olduğu söylenebilir.
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c02/c020370.pdf
“Recep Tayyip Erdoğan, seni, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı yapacakmış.”
Geldiler, cok da rica ettiler, ustelediler; ama, ben kabul etmedim.
Istanbul Dukaligindan asagisi beni kurtarmaz dedim. Kocaeli’yi de eklerseniz, dusunurum belki diye ekledim.
Uyandigimda kan-ter icindeydim.
“Aslında o döneme göre değil ama bugünün ‘ulusçu’ kafasıyla bakınca öyle görünüyor.”
Evet.
Bu, ‘irk = millet = devlet’ sacmaligi cok daha derin bolunmelere yol aciyor.
Eskiden daha kolaydi: Devlet dedigin sey bir sirket gibiydi. Kuruculari vardi, tabii ki.
Ama, mensubu (veya calisani) olmak icin aranan sartlar arasinda ‘kurucular’dan birisi olmak sarti yoktu; zaten fiilen de imkansizdi –sayilar yetmezdi.
Suna benzetebiliriz: Bugun, Alarko’da calismak icin Musevi/Yahudi olmak; Koc ya da Sabanci veya Eczacibasi gruplarindan birinde calismak icin Sabetayist olmak sarti aransaydi, bu gruplar/sirketler bu buyukluge ulasabilir miydi?
[Bu son paragrafi yazdiktan sonra, ister istemez, munafik bir soru kendiliginden ortaya cikmiyor degil: Acaba bu tur sartlar aransa, daha iyi olur muydu –veya, olmaz miydi?]
“Halklar” = Çeteler (!)
“Güneybatı Kürdistan açıkça PKK(PYD) eliyle Kürdlükten arındırılarak “halkların (çetelerin) yuvası yapıldı.”
İhanet Çetesi Kerkük’te “Cehşlik” İlan Etti! – Nasname
http://www.nasname.com/a/ihanet-cetesi-kerkukte-cehslik-ilan-etti
Suriye Enformasyon Bakanı Muhammed Ramiz Tercüman, Türk askerlerinin İdlib’e girmesi konusunda Türkiye’yi ‘saldırganlıkla’ suçlarken bu durumun açıklanmasını talep etti.
Rus RİA Novosti’ye konuşan Suriye Enformasyon Bakanı Tercüman “Herkes Türk askerlerinin İdlib ve sınırdaki başka noktalarda olması ve ABD’nin bazı bölgelerde, kuzeyde ve El Tanf’taki varlığının saldırganlık ve işgal olduğunu biliyor. Tüm bunları Suriye’nin egemenliğini, uluslararası hukuku ve BM kararlarını ihlal eden düpedüz bir saldırganlık olarak görüyoruz” ifadelerini kullandı.
“KARŞILIK VERME HAKKIMIZ VAR” TEHDİDİ
Şam’ın tüm Suriye topraklarında kontrolü ele almak istediğini belirten Tercüman, “Bu saldırganlığa uygun zamanda uygun şekilde karşılık verme hakkımız var. Suriye ordusu, Suriye’nin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına her kum taneciği üzerinde kontrolü ele alacak” ifadelerini kullandı.
Tercüman, “Astana ve Cenevre’de olanlar bence ülkenin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü koruyan tüm vatansever hakların ulusal diyaloğu çerçevesinde Suriye’de gerçekleşmeli” ifadelerini kullandı.
Köse Mihal ve Mihaloğullarını da eklemeli.
‘Geldiler, cok da rica ettiler, ustelediler; ama, ben kabul etmedim.
Istanbul Dukaligindan asagisi beni kurtarmaz dedim. Kocaeli’yi de eklerseniz, dusunurum belki diye ekledim.
Uyandigimda kan-ter icindeydim.’
Niçin ‘kan-ter icinde’ olduğunu, niçin ‘uyuyakaldigini’ anlıyoruz.
Recep Tayyip Erdoğan’ın poposunu yalaya yalaya yorgunluktan pestilin çıktı, uyuyakaldın. Rüyanda, sana, ‘Istanbul Dukaligi’nı ve ‘Kocaeli’yi vereceklerine dair beyhude enstantaneler gördün.
Tam bu esnada,
Seni, bizzat Erdoğan dürttü ve bağırdı:
‘Necip, uyan ve yalamaya devam et.’
““Alpaslan’ın yaptığı ise daha farklıdır. Onun amacı sadece yağma edip, geri dönmekti.”
Ben buna dair pek bir sey bilmiyorum. Amacinin bu oldugunu gsotere isaretler konusunda bir seyler yazmaniz mumkun mu?”
Alparslan’ın asıl hedefi Şii Fatımi halifelerinin Mısır’ı idi.
Daha doğrusu o dönem Selçukluların hamiliğini yaptığı Abbasi halifeliğinin ve Sünniliğin önündeki asıl tehdit Bizans değil onlardı. (Kısa süre sonra başlayacak Haçlı seferlerine kadar.)
Fatımiler de bu nedenle Bizans’la müttefik idiler.
Selçukluların daha yeni aldığı Irak ise başka bir Şii devleti olan Büveyhilerin elinde idi mesela.
“Niçin ‘kan-ter icinde’ olduğunu, niçin ‘uyuyakaldigini’ anlıyoruz.”
Muneccim nesi ile besleniyorsunuz?
Azaltin; ya da tamamen birakin.
Cunku, gordugunuz uzere, fayda etmiyor.
RTE Gölgesinde Necip Entelektüelliği
–
“Postal Gölgesinde Devlet Solculuğu”
http://marksist.net/oktay_baran/postal_golgesinde_devlet_solculugu.htm
(Kaynak: Marksist Tutum dergisi, no:26, Mayıs 2007)
(Ateistforum’daki 15 Temmuz tartışmalarından)
Darbeyi ordunun içinde bir grup oluşturan Kemalistler yaptı. Bundan kuşku duyanın aklına şaşarım.. Komplo teorisine inanmakla bir şey kazanamazsınız.. Türkiye’de darbeyi Kemalist ordu mensuplarından başka kimse yapamaz.
—-
“…Darbeyi Feto’nun yaptığnıı biliyoruz bunun en büyük kanıtı da Ergenekon Balyoz gibi davalarla Kemalistlerin TSK’dan tasviye edilmesidir ve darbeyi yapanların bağlı bulundukları Feto yapılanmasıdır. Feto sahte kumpaslar yapabiliyorsa ordunun içindeki askerle darbe de yapar ama yaparsa böyle başarısız olur…”
Bu zırvaları kimden öğrendin? Tayyip’den mi? Darbeyi Fetö cuların yaptığını söylemiyor mu Tayyip? Ve temizliği yaparken Kemalistleri de temizlemiyor mu? Tam salaksın yani.. Sen hangi düşüncelerinle Kemalizmi daha ileri götürüyorsun?
—-
“Komplo teorisi uyduran ve inanan sizsiniz. Uyduran siz misiniz veya kaynaklarınız mı bilmiyorum ama biz onlara itibar etmiyoruz. Bizim, darbeyi kimin veya kimlerin yaptığı konusunda sağlam delillerimiz, dayanaklarımız var.
Tayyip ve Fethullah aynı şey. Aynı pislikler. Birbirlerine düştüler ve biri ABD’den (CIA diyelim hadi) aldığı güçle bir işe kalkıştı. Bu Tayyip’in çok işine geldi, hayalini bile kuramayacağı güce sahip olmasını ve kullanmasını sağladı, ayrı.
Saçma sapan bir şeyi iddia ediyor, kanıtlayamadığınız durumda da sinirlenip millete saydırıyorsunuz.”
Bu zırvaya cevap vermemi mi bekliyorsunuz? Komplo teorisinin ne olduğunu bilmeyen bir meczuba ben nasıl bir cevap verebilirim. Size de açıklayım o zaman..
Komplo teorisi olasılığı az olan bir teoridir. Fethullah’ın darbe yaptığı teorisi olasılığı az olan bir teoridir. Kemalistlerin darbe yapması olasılığı çok olan bir teoridir. Çünkü şimdiye kadar darbeleri yalnız ordu yapmıştır. Yapanlar Kemalistdir. En azından Kemalizmi az çok savunanlardır. Siz Tayyip ..inin dümen suyunda giden meczuplardansınız. Tayyip ..i hepinizin aklını dumura uğratmış. Tayyip ile Fethullah aynı şey ise, darbeyi kim yaptı? Herşeyden önce Tayyip ile Fethullah’ın aynı şey olmadığını bilmiyorsunuz? Aradaki farklardan haberdar değilsiniz. Tayyip’in kendine karşı darbe yaptığı gibi bir zırvaya inanıyor görünüyorsunuz. Bir fantezi alemindesiniz..
—-
“Ulan Ergenekon Balyoz askeri casusluk davaalaında hapse atılan askeri kadro Tayyibist miydi? Tayyip Ergenekpn için ”ben bu davanın savcısıyım” demedi mi? Türk askerini eski Türk destanlarından birinin adını veridkleri sözde terör örgütüyle tasfiye etmediler mi? 2010 referandumundan sonra Fatocular yargı dahil her yeri ele geçirmedi mi? Bilmiyorsun heralde ABD’ye haberler bayaa gecikmeli geliyor ülke gündeminden uzaksın.”
Fetocuların her yeri ele geçirmiş olması, onların darbeyi kendilerine karşı yapmış olduğu anlamına gelmiyor mu? Her kurumu işgal ediyorlarsa neden darbe yapsınlar bre meczup..
—-
Ben inanmıyorum. Biliyorum. Delilleri var.. İlk delil bildiri… Biz Kemalist bir grubuz diyor adamlar. Benim adım Mehmet der gibi. Siz ise hayır senin adın Mehmet değil, Ahmet diyorsunuz.. Ve o uğurda zırvalıyorsunuz.. Yunanistan’a kaçanların ve darbeye katılan generallerin Fethullahçı olduğunu ileri sürmek aptallıktan başka ne olabilir. Ayrıca tutuklananlar arasında Mustafa Kemal’in askeri olduğunu söyleyenler bile var. Bazıları için Fethullahçı görünmek bir savunma taktiği. Öyle görünenlerin sayısı az ama.. Neden az? Çünkü gerçek değil..
—-
“Bravo yani diyecek bir şey bulamıyorum! Ben kemalistim deyince kemalist oluyor yani bir insan öyle mi?
Kuran da ben Allah’ın kelamıyım diyor, beni kimse değiştiremez diyor. O zaman ona niye inanmıyorsun?
Bak Tayyip de Atatürk için bir kahraman, büyük bir devlet adamı diyor. Neden Tayyip’in Atatürk’ü sevdiğine inanmıyorsun? Tayyip’in “Atatürk’ün izinden giden biziz” diye bir sözü de vardı. Sen ne hakla bu adamı Atatürk düşmanı olmakla suçluyorsun bre meczup! Adam kemalist işte, Atatürk’ün izinden gidiyoruz diyor!”
Tayyip herşey söylüyor. Hem nalına gidiyor hem mıhına.. Bugün söylediğini yarın reddediyor veya aksini söylüyor.. Sen Tayyip ..inin çömezi misin? Öyle görünüyorsun..
—-
Tayyip hiç bir zaman ABD’ye Gülen’i istemek için resmen baş vurmadı. Vuramaz da.. Çünkü bütün foyası anlaşılır. Ayrıca darbeyi Gülen’in yapmadığı da kesinleşir. Tayyip aslında Gülen’den intikamını alıyor.. Kemalist bir darbeyi bahane ederek, hakkında yapılan, montaj diye reddedilen, usulsüzlük ve hırsızlık iddialarının intikamını alıyor..
—-
Çoğunluk hemen her konuda doğru değildir ve çoğu kere yanılır.. Darbenin Fethullah tarafından yapıldığına inanan çoğunluk, yanılmaktan bile öte, gaflet ve dalalet içindedir.
Alparslan Bizans’ı fethetmeye gelmedi.
Zaten bunu yapacak gücü yoktu. O yüzden, sadece akınlar yapıp geri çekiliyordu.
Kibarca söylenişi bu; doğrusu yağmaya geliyor, işini bitirip çekiliyordu.
Yoksa, kimse sırf cenk olsun diye akın yapmaz.
Bizans imparatoru ise bu sorunu kökten çözmeyi denedi, büyük bir ordu kurarak Alparslan’ın üzerine yürüdü.
Alparslan sonunun geldiğine emindi.
Sonunun geldiğine emin olan insanlarla, artık kaybedecek bir şeyi kalmayan insanlarla savaşmak tehlikelidir ve tüm tahminler alt üst olabilir.
Öyle de oldu.
Yenilginin hem maddi hem de manevi kayıpları Bizans’ı geriletti. Alparslan’a kapılar açıldı.
Diyojen daha küçük bir orduyu, kendisi de başında olmadan, sadece sınırları korumak amacıyla yollasaydı, Alparslan’a kaçış fırsatı da verseydi, her şey daha farklı gelişirdi.
AKP Demokrasisi: Reis Getirir, Reis Götürür!
Kerem Dağlı
22 Ekim 2017
AKP’li belediye başkanlarının istifaları ile ilgili haberler günlerdir medyada dolaşıp duruyor. İstanbul belediye başkanı Kadir Topbaş başta olmak üzere bazı illerin AKP’li belediye başkanlarının istifa etmesinin ardından medyada kimine göre 10, kimine göre 20, kimine göre de referandumda “hayır” çıkan illerin AKP’li belediye başkanlarının hepsinin istifa edeceği haberleri çıktı. Ancak Bursa, Balıkesir ve özellikle de Ankara belediye başkanı Melih Gökçek’in istifaya direnmesi meseleyi başka bir boyuta taşıdı. Nihayetinde Erdoğan dahi açıklama yapmak zorunda kaldı ve “paşa paşa istifa etsinler yoksa kötü olur” demeye getirdi. İstifaya direnen belediye başkanlarıyla AKP’liler arasındaki sürtüşmeler de bu sürece eşlik etti. En sonu AKP’liler Melih Gökçek’e “mezarlıklar vazgeçilmezlerle dolu” deyip bu işi fazla uzatmamasını “tavsiye” ettiler. Henüz bu üç belediye başkanının ne yapacağı netleşmiş değil, büyük ihtimalle nihayetinde istifa edecekler, ama meselenin bizi ilgilendiren, daha doğrusu ilgilendirmesi gereken kısımları başkadır.
“Seçimle gelen seçimle gider” mi veya nasıl bir seçim?
Meselenin arka planında AKP’nin gittikçe yıpranan imajını düzeltme gayretinin olduğu herkesin malûmudur. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde sürekli anketlerle oy tabanını yoklayan AKP’nin durumdan hiç memnun olmadığı da malûmdur. Söylenenlere göre şu anda AKP’nin oyları %35-40 aralığında seyretmektedir. Kısa süre önce yapılan AKP kongresinde ve sonrasındaki parti toplantılarında, “metal yorgunluğu” kavramı üzerinden parti kadrolarında ve yöneticilerinde çeşitli değişiklikler yapılacağı zaten söyleniyordu. Ancak parti kadrolarında değişikliğe ya da yenilenmeye gitmek başka şeydir, seçilmiş belediye başkanlarını istifaya zorlamak başka şey…
Bizzat cumhurbaşkanının seçilmiş belediye başkanlarını istifaya zorlaması, istifa etmek istemeyenleri üstü kapalı biçimde de olsa tehdit etmesi ve hatta “istifa etmezlerse bedeli ağır olur” demesi, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ve rejimin karakterini ortaya koyması bakımından önemli ve açık bir göstergedir. Belediye başkanlarının tehdit ve şantajla istifaya zorlanmaları, bunun için o belediye başkanlarının şimdiye kadar yaptığı yolsuzluk ve usulsüzlüklerle dolu dosyaların hazırlatılması, İçişleri Bakanına talimat verilmesi ve o bakanın da “talimat verin, iki günde hallederiz” demesi siyasi çürümüşlüğün göstergesi değilse nedir acaba? Kuşkusuz buna karşılık Gökçek’in de elinde Erdoğan’la ilgili dosyalar bulunduğunun basına sızdırılması veya Balıkesir belediye başkanının da kendisine teklif edilen paralar hakkında konuşmaktan bahsetmesi, tablonun vahametini daha da arttırmaktadır. Açıktır ki rejim her şeyiyle çürümüş ve hatta kokuşmuş durumdadır, pervasızlık, keyfilik, ben ne istersem o olur tavırları diz boyudur.
İşine geldiğinde “seçimle gelen seçimle gider” diyenler, işlerine gelmediğinde seçimle gelmişlere “istifa edin yoksa kötü olur” diyebilmekteler. Son belediye başkanlığı seçiminde ancak şaibeli bir sonuçla o koltuğa oturabilmeyi başaran Melih Gökçek gibileri demokrasi adına savunmanın demokratların işi olmadığı açıktır, ancak tüm bu olanların “tek adam” rejiminin geldiği noktayı göstermesi bakımından ibretlik bir durum arz ettiği de ortadadır.
Hatırlanacak olursa 30’lu yılların tek parti döneminde valiler ve belediye başkanları, iktidar partisinin il ve ilçe yöneticilerinden belirleniyordu. Hem partinin hem de devletin başı olan İsmet İnönü, istediği il ve ilçe başkanını dolayısıyla da valiyi yahut belediye başkanını değiştirebiliyordu. Yani ortada seçim filan yoktu. Bugün Erdoğan’ın yaptıkları, bir zamanlar demokratlık pozları kesip eleştirmekten pek hoşlandığı bu tek parti rejiminin icraatlarını aratmamaktadır. Bu tür keyfi uygulamalar, ne anayasaya ne de kanunlara uyulması, ülkenin isteğe göre çıkartılan KHK’larla yönetilmesi, totaliter rejimlerin tipik özelliklerindendir.
Balıkesir belediye başkanı, istifasının istenmesinden sonra yaptığı bir konuşmada “irade-i külliye”den bahsederek “bir de irade-i külliye var, bütün kâinatı kontrol altında tutan. En son irade-i külliye ne derse o olur” demişti. Bununla, kendisinin istifasını isteyen reisin iradesinin üstünde bir de külli irade olduğunu, yani reisin dediğinin değil Allahın istediğinin olacağını söyleyerek istifaya niyetli olmadığını ima etmişti.
Eskiden Osmanlı’da da sınırsız yetkilere sahip oldukları için padişahlara hitaben “mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” denilir, elindeki güce dayanarak fazla kibre, gurura kapılmaması gerektiği hatırlatılırdı. Balıkesir belediye başkanının sözü de bunu çağrıştırmaktadır. Bugün de iktidar adeta tek adamın elinde olduğundan, herkes onun iki dudağı arasından çıkacak bir söze baktığından, Balıkesir belediye başkanı son çare olarak Allaha sığınmış görünmektedir. Açıktır ki, ortada, bir zamanlar kimilerinin ağzından hiç düşmeyen “irade-i milliye”den yani milli iradeden veya halkın iradesinden eser yoktur. Milli iradenin yerini reisin iradesi almıştır. Tıpkı tüm totaliter rejimlerde olduğu gibi…
Sürecin bir diğer boyutu da HDP’li ve CHP’li belediyelerle ilgilidir. Unutmamak gerekir ki, AKP’nin seçilmiş belediye başkanlarına yönelik bu tavrı yeni değildir. HDP’li onlarca belediye başkanı ve belediye meclisi üyesinin görevden alınmasının, tutuklanmasının ve yerlerine kayyum atanmasının üzerinden fazla zaman geçmemiştir. Şu anda AKP’li belediye başkanlarının istifaya zorlanması gündemi işgal etmektedir ama bir yandan da CHP’li belediyelere müfettişler gönderildiği ve sıkı denetimlerin yapıldığı bilgisi de ortalıkta dolaşmaktadır.
Açıktır ki AKP iktidarı yerel seçimlere yönelik olarak “farklı hazırlıklar” içindedir. İşin bir boyutunu yıpranmış ve partinin imajını zedelediği düşünülen belediye başkanlarının tasfiyesi oluştururken, diğer boyutunda da CHP’li belediyelerin üzerine gidilerek medyada CHP’li belediyelere dönük bir karalama kampanyasının oluşturulması ve bu belediyeler üzerinde baskı kurulması planları yer almaktadır. Seçimleri normal yollarla kazanamayacağını anlayan AKP’nin bu tür çabalara girişmesi kuşkusuz sürpriz değildir.
Tek adam-tek parti rejiminin üzerini sahte ve uyduruk bir demokrasi söylemiyle örtmek isteyen iktidarın seçimlerden bahsetmesi kimseyi yanıltmamalıdır. 7 Haziran 2015’ten bu yana, hele ki son referandum da hesaba katıldığında, yapılan seçimlerin hangi koşullar altında gerçekleştiği ve ne mene seçimler olduğu ortadadır. Yaklaşan yerel seçimlerin akıbetinin ne olacağını bunlara bakarak tahmin etmek zor değildir. Dolayısıyla da iktidarın seçimlere yönelik benzer çabalarının artarak devam edeceğini hesaba katmak gereklidir.
“Koltuğundan kalkmak istemeyen altını kirletmiş demektir”
“Bir Hint atasözü der ki, eğer birileri oturduğu koltuktan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa, kesinlikle altını kirletmiştir.” Bülent Arınç bunu, istifa etmek istemeyen Melih Gökçek için söylemişti. İstifa ettirmek isteyenlerle istifa etmek istemeyenler arasındaki dosya savaşları bir kez daha bu sözün ne kadar doğru olduğunu gözler önüne sermiş oldu. Tarafların birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmeye başlamaları sayesinde, belediyelerde dönen yolsuzlukların boyutu hakkında daha fazla fikir sahibi olmuş bulunduk.
Medyada yer alan çeşitli rapor ve yazılar, özellikle İstanbul, Ankara, Bursa gibi AKP’li büyük şehir belediyelerinin nasıl da muazzam bütçelere sahip olduğunu ve yapılan yolsuzluk ve usulsüzlüklerle ne kadar büyük miktarda paraların iç edildiğini veya yandaşlara aktarıldığını ortaya koyuyor.
Örneğin, İBB başkanı Kadir Topbaş istifa ederken “belediyeyi borçsuz devrediyorum” dese de Sayıştay raporları farklı bir tablo ortaya koyuyor. Sayıştay’a göre, konsolide (destekli, takviyeli) bütçesi 42 milyar lira gibi devasa bir rakamı bulan İBB’nin 2016 bilançosuna göre toplamda 3,5 milyar liraya yakın “ödenemeyen” borcu olduğu ortaya çıktı. Üstelik İBB aldığı bu borçlara karşılık yine 2016 yılı içinde 100 milyon liraya yakın da faiz ödemiş bulunuyor. Ankara BB’nin yani Gökçek’in durumu da farklı değil. 2017 bütçesi 6 milyar lira olan ABB’nin de 2016 yılından kalan 3,2 milyar liralık borcu bulunuyor. Gökçek de bu borçlar için 2016 yılında 174 milyon lira faiz ödemiş.
Aldıkları borçları ödeyememe sebebi olarak nakit ve gelir sıkıntısını öne süren aynı belediyeler, iktidara yakınlığıyla bilinen çeşitli cemaat ve tarikat vakıflarına ya da kurumlarına milyonları hibe etmekte ise hiçbir sakınca görmüyorlar: “Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi son üç yılda Ensar Vakfına 9 taşınmaz vermiş bulunuyor. İBB’nin ENSAR’a son kıyağı ise Yenikapı Miting Alanının yakınında bulunan 18 dönümlük ve 371 milyon lira değerindeki bir arsayı tahsis etmek oldu. İBB’nin ihya ettiği tek vakıf Ensar değil. Son üç yılda TÜRGEV’e 3,5 milyon lira değerinde 3 taşınmaz, İlim Yayma Cemiyetine 66 milyon lira değerinde 3 taşınmaz, Türkiye Gençlik Vakfına (TÜGVA) 4,7 milyon lira değerinde 3 taşınmaz, Hüdayi Vakfına 32 milyon lira değerinde 6 taşınmaz verilmiş. Cömertlikte sınır tanımayan İBB, bununla da yetinmeyerek kirasını belediyenin kasasından ödediği binaları da bu vakıfların kullanımına vermiş bulunuyor. Bu binaların yıllık kira bedeli 10 milyon lira. Sadece bu da değil. Bu binaların bakım-onarımını ve aidat ödemelerini de İBB yapıyor. Bir başka “hayırsever” belediye ise Güngören Belediyesi. Ensar ve TÜRGEV vakfının kullanımına üç adet yurt binası veren Güngören Belediyesi, ayrıca bu yurtlar için 900 bin lira tutarında demirbaş hibe etmiş. Yıllık kira bedeli ve demirbaşla birlikte belediyenin bu vakıflara aktardığı miktar 1,5 milyon lirayı geçiyor.”[*]
Buna yandaş şirketlere verilen usulsüz ihaleleri, fazladan aktarılan kaynakları ve bedelleri, çeşitli arsa ve taşınmazların hibe edilmesini, partililerin usulsüz biçimde belediyelere ait şirket yönetim kurullarına alınmasını, belediyelerin kendilerine bağlı şirketlerden hakkı olan kâr paylarını almayarak şirkete bırakmasını, çeşitli projeler için tahsis edilen paraların belediyenin genel hesaplarına aktarılmasını ve benzeri yolsuzlukları da eklemek lazımdır. Yani her biri birer kapitalist işletmeye dönüşmüş ve ortada muazzam rantın döndüğü belediyelerde yolsuzluk, usulsüzlük, çürüme ve kokuşma diz boyudur.
Hal böyle olunca da iktidar mahfillerinde belediyeler üzerinden dönen kapışma da büyük ve zorlu olmaktadır. İstifa kapışmasının bir boyutunu da bunlar oluşturmaktadır. Gidenin yerine kimin geleceği, ortadaki büyük pastanın nasıl bölüşüleceğini de belirleyeceğinden, AKP içindeki farklı kesimlerin arasında yaşanan kapışmaya da tanık olmaktayız aynı zamanda.
Bu arada işçi-emekçi halk yüksek kiralardan bunalmakta, trafikte ve ağzına kadar dolu toplu ulaşım araçlarında boğulmakta, şantiyeye dönen kentlerde tozdan dumandan zehirlenmekte, kamu hizmetlerini en kalitesiz biçimde almakta ve bir parça yeşilliğe hasret kalmaktadır ama ne gam! Önemli olan reisin iradesinin tecelli etmesidir, milli irade ise sadece seçim meydanlarında sarf edilen bir laftır… Lakin biz yine de hatırlatalım, “mezarlıklar vazgeçilmezlerle doludur”. Bugün kendini vazgeçilmez zannedenler, yarın işçi ve emekçiler uyanmaya ve örgütlenmeye başladıkça asıl iradenin kime ait olduğunu anlayacaklardır.
[*] Demet Yalçın, Totaliter Rejimin Payandası Tarikat ve Cemaatler İhya Ediliyor, http://www.marksist.com
Marksist Tutum
http://marksist.net/kerem-dagli/akp-demokrasisi-reis-getirir-reis-goturur.htm
Tüm Diktatörler İçin Yaşasın Cehennem!
1- Enes (Kanter) GÜLEN’in bir tweeti;
Fazla söze gerek Yok. Diktatör hep diktatör, zalim hep zalim oldu.
Tüm diktatörler için yaşasın Cehennem.
https://pbs.twimg.com/media/DEyFsR5WsAAqFkY.jpg
2- Haksöz Haber sitesindeki bir haber ve altındaki bir yorum;
Ekvador, Beşşar Esed’e Kapılarını Açtı!
Ekvador, Suriye diktatörü Beşşar Esed’in istemesi halinde, sığınma talebini değerlendirebileceğini açıkladı.
“sıcak iklimli bir yer uygun olmuş. CEHENNEM’e antrenman olur”
(BAŞYÜCE(LİK) DEVLETİ – Özdemir İnce – 4 Ekim 2017)
“Sonuç: Prototipini AKP yönetiminde yaşadığımız Başyücelik devleti işte budur. 2019 seçimini AKP adayı kazanırsa, HİTLER’in DAVAM kitabına benzeyen İdeolacya Örgüsü Başyücelik rejiminin uygulama planı olacaktır. Bu rejimin öteki adı İMAMOKRASİ’dir. Benim İmam-Hatip Saltanatı: İmamokrasi ve Din İman Masa Kasa adlı kitaplarımı hâlâ okumadınız mı?”
(İMAMOKRASİNİN HEZEYANLARI – Özdemir İnce – 16 Ekim 2017)
““İmamokrasi” imamlar yönetimidir. Şu anda imamlar tarafından yönetildiğine göre Türkiye’nin yönetim tarzı, tek adam tarafından idare edilen imamokrasi rejimidir. Bu rejim, Anayasanın 2, 8, 10, 19, 22, 24, 26, 27, 28, 36, 38, 42, 68, 81, 83, 101, 103, 104, 105 ve maddelerinden başka, başta Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere anayasa ve yasaları neredeyse her gün çiğniyor. Bu ülkede eğer gerçek bir demokrasi, kuvvetler ayrılığı ve bağımsız bir yargı olsa AKP her gün kapatılırdı. Ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na aykırı olarak açılan İmam Hatip okulları; 30 Kasım 1925 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (kapatılması) ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına (Yasaklanması ve Kaldırılmasına) Dair Kanuna aykırı olarak devlete ortak edilen tarikatlar; anayasanın 2. maddesinin laiklik ilkesine aykırı olarak müftülüklere verilen (verilecek olan) nikah kıyma yetkisi, bu kapatılmanın en önekli kanıtları olur(du).”
(EĞİTİM SUİKASTI – Özdemir İnce – 23 Ekim 2017)
“Gelelim günümüze: Olan oldu ve olmakta. Birkaç istisna dışında 1950’den bu yana yavaş yavaş iktidarı elegeçiren İslamcı karşı devrim müftülüklere yasayla evlendirme yetkisi verilmesiyle Cumhuriyet’i yıkma yolunda bir mevzi daha ele geçirdi.
AKP’nin Müftülüklere verdiği provakatif evlendirme yetkisi bir kez daha toplumu ayrıştırmayı amaçlamaktadır. Böylece dindar ve İslamcı kesim 2019 seçimlerinde bir kez daha kazıklanacak. 1950’den bu yana kazıklana kazıklana kalbura döndü dini dar ahali ama 60-70 yıldır başına gelenleri fark edip algılamadı. Kimse aydınları, mürekkep yalamışları suçlamasın. Ama biz gene de “kendi düşen ağlamaz iki gözü birden çıkar” diyemeyiz.
Başbakan Binali Yıldırım, Bilgi Güvenliği Konferansı’nda 20 Ekim günü konuşurken siber güvenliğin önemine değinerek, “Gelecek bilişimde, gelecek teknolojide” demiş ve “En az 30 bin siber güvenlik uzmanına ihtiyacımız var” diye ifşaata bulunmuş ve “Amerika 2009’da Siber Savaş Komutanlığı kurdu. İngiltere siber eğitimler vermeye başladı. Daha sonra Çin, Rusya, Kuzey Kore, İsrail, İran gibi ülkeler de güçlerini oluşturdular. Siber saldırıların ülke ekonomilerinde ciddi yıkıcı etkileri var. 2012’de İngiltere’nin yaşadığı siber saldırının ülke ekonomisine verdiği zarar 22 milyar paund olarak hesaplanmış” diye eklemiş.
Öngörü sahibi (!) Başbakan Binali Yıldırım kaygılanmakta haksız: Açtıkları binlerce imam-hatiplerde Kuran hatmederek matematik, fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, sibernetik öğrenen belleği kuvvetli binlerce taliban en kısa zamanda 30 binin üzerinde siber güvenlik uzmanı üretecektir. Elbette nefes kuvvetiyle. Elin gavuru Kuran’dan ilham alarak bunca keşif, bunca icat yapmış, artık sıra bizde…
Şakayı bırakalım: İslamı referans alan bir toplum hiçbir modelle (kapitalist, sosyalist, komünist, Çin tarzı) çağı yakalayamaz. 200 yıldır olduğu gibi emperyalizmin kölesi olur. Bu döngüyü, bu makus talihi 1923-1950 arasında Türkiye Cumhuriyeti yenmişti.
Türkiye şimdiye kadar 1923 cumhuriyetinin yarattığı zenginliklerle, kurduğu çağdaş kurumlarla, laik okullarda yetiştirdiği kadrolarla idare etti. Dindar kesimin çocukları, evlerinde öğrendikleri hurafelerin etkisiyle bu okullarda başarılı olamadılar. Hep mağduriyetlere sığındılar, başarılı olabilmek için avantajlar ve avantalar talep ettiler. İktidara geldiler. Sınavlara ve seçimlere hile karıştırdılar. Soruları çaldılar. Hukuk, tıp ve mühendislik okudular. Mezun oldular. Torpille atamaları yapıldı. Çoğu siyasete atıldı, müteahhitlik işlerine girdi. Ama aralarından bir matematikçi, fizikçi, kimyacı, jeolog, biyolog çıkmadı.
Şimdiye kadar Cumhuriyet’in artıklarıyla geçindiler, artık kendi başlarına kalacaklar ve kadınlarla el sıkışmayarak, sidik içerek, tarikat şeyhlerinin misk’ü amber kokan dışkılarının tadına bakarak, din ve iman gücüyle dünya ile yarışacaklar.
Gelelim imam hatip hegemonyasına: Diyelim ki AKP imam ve hatiplerin marifetiyle dini dar seçmeni gene efsunlayıp iktidarda kaldı, R.T.Erdoğan Başyüce oldu. Sonra? Sonrası yok! Dünya artık tek adam rejimi kaldıramaz. Tek adam rejimi ne kadar sürerse sürsün sonu hüsrandır. Tek adam rejiminin elit (seçkinler) kadrosu olmaz sadece gözdeleri olur. Erdoğan rejimi 2019’da sona ermez ise Türkiye yeniden doğmak için çok acı çekecek ama Erdoğan gittikten, gönderildikten sonra kurulacak gerçek demokrasinin bir elit kadrosu hazırda bekliyor olacak. Demokrasi ve meritokrasi rejimi kurulacak.”
“Alparslan Bizans’ı fethetmeye gelmedi.
Zaten bunu yapacak gücü yoktu. O yüzden, sadece akınlar yapıp geri çekiliyordu.
Kibarca söylenişi bu; doğrusu yağmaya geliyor, işini bitirip çekiliyordu.
Yoksa, kimse sırf cenk olsun diye akın yapmaz.”
Bu, bir okunusu.
Ikinci okunusu da, bunlarin –halki yagmalamak degil, Bizans devletine yonelik– birer ‘taciz amacli akin’ oldugudur.
Bunun boyle olabileceginin saglamasini yapmak da zor degil:
Asil buyuk savasta, halk, Bizans devletinin/ordusunun yaninda yer almamis, Alpaslan’in yaninda yer almistir.
Alpaslan halka karsi yagmacilik/eskiyalik yapiyor olarak bilinseydi, halkin tavrinin bu olmayacagini herhalde soyleyebiliriz.
“Diyojen daha küçük bir orduyu, kendisi de başında olmadan, sadece sınırları korumak amacıyla yollasaydı, Alparslan’a kaçış fırsatı da verseydi, her şey daha farklı gelişirdi.”
Diyojen’in bunu yapabilecegini farzedebilmek kolay degil.
Ordunun disiplini tukenmis; ordunun basindakiler de tehdit haline gelmege baslamisti.
Dahasi, ahalinin gozunde, Anadolu’da artik mesru devlet olmaktan maada bir isgalci haline gelmisti. Yerel halktan asker toplayamiyordu.
Bunlardan dolayi, bence, son bir hamle olarak, baska diyarlardan getirdigi askerler ile sorunu bir defada bitirmek istedi.
Olmadi.
Nazileri, yani halkın seçtiği sivil hükümeti akılalmaz bir şekilde “diktatörlük”le suçlayarak onların darbe veya yakıp-yıkıcı, gürültülü protesto eylemleri gibi hukuk dışı zor yollarla devrilmesi gerektiğini savunan militarist, anti-demokratik zihniyeti şiddetle kınıyorum!!!
“Kabileden Feodalizme” * geçişin sonucu ;
“Müellif, eserinde ele aldığı sahâbîlerin nesebini baba ve anne cihetine göre ayrı ayrı verir; daha sonraki nesillerde, özellikle tebeu’t-tâbiînde ise kabile nisbesi azalır ve daha çok mesleklere veya yaşadıkları şehirlere olan nisbeleri kaydeder.”
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c15/c150167.pdf
–
* Kabileden Feodalizme, Halil Berktay
https://simurg.com.tr/tr-tr/urun/politika-siyaset/93486/kabileden-feodalizme.aspx
Feodalizm, neden kabile toplumuyla kapitalizm arasındaki esas ve en evrensel üretim tarzıdır?
Kölecilik, hangi nedenlerle evrensel bir üretim tarzı sayılamaz -ve ama- hangi nedenlerle başlıbaşına bir üretim tarzı sayılmalıdır?
Feodalizmden ayrı bir “Asyatik” üretim tarzı mevcut mudur?
15. ve 16. yüzyıl Osmanlı toplum yapısını anlayabilmek için ayrı bir Asya Üretim Tarzı (AÜT) kavramlaştırılmasına ihtiyaç var mıdır?
–
Halil Berktay Ve Bilgisizlik Üzerine, Orhan Yalçın Gültekin
https://simurg.info/2008/07/15/halil-berktay-ve-bilgisizlik-uzerine/
“Bilgili olduğundan da kuşkum yok ve zaman zaman bu bilgilerini bizlerle bir siyasetçi olarak değil de bir akademisyen olarak paylaştığında yararlanıyoruz. Onun yazmış olduğu “Kabileden Feodalizme” kitabı (ki ders notlarından toparlanmıştır) ilgili konudaki en önemli çalışmalardan biridir.
Ne ki siyasal duruşu, “Kabileden Feodalizme” yazarının yetkinliğiyle aynı düzeyde olmamıştır. O alana geçtiğinde bir akademisyen olarak bildiklerini unuttuğu gibi bilebileceklerini de engellemektedir.
Halil Berktay,
* Ülkenin ekonomik gelişmesinin proletaryayı anti-emperyalist savaşımda ikincil kıldığı; yurt çapında esas savaşımın işbirlikçilerle Kemalistler arasında olduğu; ana görev olan milli cephe politikasını uygulayabilmek için proleter devrimciler ile küçük-burjuva radikalleri ile olan ilişkinin “dostluk-destek-eleştiri” ilişkisi olması gerektiğini savunan bir hattan
* Dün işbirlikçi addettiklerine bugün demokratlık atfeden ve onlarla ilişkilerini de “dostluk-destek-eleştiri(!)” temelinde kuran ve dün olumlayıp “dostluk-destek-eleştiri” sunduklarını bugün her türlü musibetin kaynağı ve sebebi gören bir hatta yerleşmiş,
Ve/ama
Her iki dönemde de bilgi tekeli kendisindeymiş gibi davranmış biridir.”
Şu ikisi arasında ne fark var?
– Göçebe Türklerin medeni Anadolu halklarını (Rum, Ermeni, Süryani, Yahudi) “Türkleştirmesi”
– Bedevi Arapların medeni Mısır, Suriye ve Irak halklarını (Kopt, Süryani, Yahudi) – ve hatta bir dönem medeni Endülüs halklarını – “Araplaştırması”
“Şu ikisi arasında ne fark var?”
Her iki ornekte de, ilgili (galip) toplumlar icin –birbirinden farkli, fakat, yine de– kucultucu sifatlar kullanmiss olmaniz dikkat cekiyor.
Siz, anlasilan, ‘medeniyet’ denen seyi ‘kerameti kendinden menkul’ bir ustunluk sayiyorsunuz.
Halbuki, ‘medeniyet’ler ayakta kalabildikleri surece takdire sayandirlar; yikildiktan sonra ‘cesediyet’ filan gibi kelimelerle atifta bulunmak gerekir. Ya da, daha nazik olmak gerekirse, ‘kubbede hos bir sada’..
Yok, öyle zannetmiyorum. Sadece Nişanyan’ın görüşüne itiraz eden arkadaş için vermek istemiştim o örnekleri.
Yorumunuz için teşekkürler yine de. Gerçekler böyle yalın ve net ifade edilince insanın kafasında çok daha iyi oturuyor.
“Âlimler her şeyi düzelten tuz gibidir, eğer tuz bozulursa onu hiçbir şey düzeltemez”
Yahyâ b. Ebû Kesîr
“Hatırlarsak Erdoğan 2014’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Dünya beşten büyüktür” diye bir çıkış yapmıştı… Dünyanın beşten büyük olduğu kafalara iyice kazındı da, sorulacak olsa “Beşten büyük de kaçtır meselâ?” diye, verilecek cevap özünde; “İçinde ben de olacaksam 6 olsa kâfidir” şeklinde okunabilir. Çünkü mesele dünya ezilenlerinin maruz kaldığı yoksulluk, savaş, eziyet, acı değildir aslında. Timsah gözyaşlarıyla dillerinden düşürmedikleri Müslüman halklar da değildir. Gerçek mesele, yani adalet adı altında yaygarası kopan şey, zalimin zulmünden öte bu zulüm düzeninden kimin daha fazla nemalanacağıdır. Erdoğan çıkmış, kapitalizmin, çıkarları garanti altına alınmış bir avuç mutlu azınlık dışında kimseyi tatmin etmediğini söylüyor. Sanki sınıflar üstü bir pozisyondaymış gibi konuşuyor. Hâlbuki kendisi kapitalist sınıfın temsilcisidir. Hoşnutsuzluğu da emperyalist hiyerarşinin basamaklarında istediği gibi yükselememesindendir. Özellikle ABD’nin kendisinden hoşnutsuz olduğunun ve buna yönelik politikalarının farkında olmasındandır. Yoksa uygulamalarından da anlaşıldığı gibi kendisinin demokrasi ve adaletle pek işi yoktur.
Alman faşizminin temsilcisi Hitler şöyle der: “Propagandanın görevi, kişiyi ilmî olarak bilgi sahibi yapmak değildir. Onun görevi kitlelerin dikkatini belli olaylar, şartlar ve benzeri objeler üzerine çekmektir.” İşte bugün de tanık olduğumuz budur. Totaliter rejim kurumsallaşırken, bir taraftan da kitlelerin bilinci tek adama endekslenmeye çalışılıyor. Bunun için de Erdoğan her türlü demagojiyi yapıyor, sözüm ona hatasını da söylüyor, yaptığı külhanbeyliğini de… Kısacası gerek iç siyasette gerekse de emperyalist dünya arenasında, hacıyatmaz gibi bir o tarafa bir bu tarafa kaykılıyor ama ille de ayakta duracağım diyor. Yani her ne kadar “Biz makam koltuk sevdasında değiliz” dese de, o koltuğu kolayına terk etmeyeceği aşikârdır.”
(Bu Neyin “İkrarı”, Neyin İsyanı? / Marksist Tutum)
http://marksist.net/basak-guler/bu-neyin-ikrari-neyin-isyani.htm
ABD’ye layık generalden NATO savunması
Gerçek
Kasım 20, 2017
Norveç’te düzenlenen NATO tatbikatında Atatürk ve Erdoğan’ın düşman olarak gösterilmesine iktidar ve muhalefet sert tepki gösterirken Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar tam tersine NATO’yu koruyan ve öven açıklamalar yaptı.
Norveç’teki NATO tatbikatında Atatürk’ün bir büstünün diktatör imgesi olarak kullanılması, bir Norveçli subayın ise Erdoğan’a ait bir sahte hesap açarak tatbikat senaryosunda düşmanla işbirliği yapan bir şekilde göstermesi krize neden olmuştu. Türkiye tatbikattaki 40 askerini çekti. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg yaşananlar için özür diledi. Yaşananlardan sorumlu bir sivil teknisyenle, Türk asıllı olduğu öğrenilen Norveçli subayın ordudan atıldığı iddia edildi.
Hulusi Akar’dan NATO savunması
Türkiye’den gerek iktidardan gerekse muhalefet partilerinden yükselen tepkiler yaşanan skandalın “bir kuru özürle geçiştirilemeyeceği” noktasında ortaklaşırken, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’dan farklı bir yaklaşım geldi. Kanada’nın Halifax kentinde Uluslararası Güvenlik Forumu’nda konuşan Akar, skandalda rol oynayan kişilerin “FETÖ tarafından desteklenmiş” olabileceğini belirttikten yani suçu cemaate yükleyip NATO’yu akladıktan sonra şunları söyledi: “NATO idarecileri, zamanında ve gereğine uygun bir şekilde tepki gösterdi. Kimsenin müttefikliğimizi ve dayanışmamızı baltalamasına izin vermemeliyiz.”
Genelkurmay başkanı Akar, aynı konuşmasında Türkiye’nin NATO’nun doğu ve güneydoğu kanadını koruduğunu ve 14 farklı ülkedeki 14 NATO operasyonuna destek verdiğini de özellikle vurguladı. NATO’yu “tarih boyunca var olmuş en başarılı ve en etkili askeri organizasyon” olarak övmeyi de ihmal etmedi.
NATO bir numaralı güvenlik tehdididir
NATO’da yaşanan skandalı bir sivil memurun dikkatsizliği ya da cemaat tarafından yönlendirilen Türk asıllı bir Norveç subayının art niyeti ile açıklamak yersiz ve yetersizdir. Esas mesele NATO ile Türkiye arasındaki ilişkinin özündedir. Hulusi Akar’ın da söylediği gibi Türkiye silahlı kuvvetleri NATO’yu ve çıkarlarını korumaktadır. Ancak NATO, Türkiye ve halkı için bir güvenlik şemsiyesi değildir. Bilakis, Devrimci İşçi Partisi’nin sürekli vurguladığı gibi NATO, Türkiye’nin emekçi halkı için bir numaralı güvenlik tehdididir.
ABD bunu hep yapıyor
Eğer ABD ve NATO, Erdoğan ve AKP iktidarı ile çeşitli sürtüşmeler yaşıyorsa bunun sebebi ne demokrasidir ne de insan hakları. ABD ve NATO’nun Türkiye’deki tüm askeri darbeleri desteklediğini, Türkiye’de işçi katili faşist hareketin ve kontrgerillanın bizzat örgütleyicisi olduğunu asla unutmamak gerekir. Mesele ABD emperyalizminin dün iktidara gelmesine yardım ettiği güçleri bugün kendi çıkarlarını savunmakta yeterince işlevli görmemesidir. ABD’nin ve NATO’nun daha önce Türkiye’yi NATO’ya sokan Menderes’i, adı “Morrison Süleyman”a çıkmış Amerikan muhibi Demirel’in iktidardan uzaklaştıran darbeleri desteklemiş olduğu hatırlanırsa ortada şaşılacak bir şey de yoktur.
Hala ABD ile beyaz sayfa açma peşindeler
Diğer yandan NATO tatbikatındaki skandala giden yolun bizzat mevcut iktidar ve TSK’nın generalleri tarafından döşendiğini de görmek gerekir. NATO’da Norveç’in de Türkiye’nin de gerçek anlamda hükmü yoktur. NATO’nun hâkimi tartışmasız şekilde ABD’dir. 15 Temmuz darbe girişiminde ABD’nin ve İncirlik üssünün oynadığı rol ortadadır. Ancak 15 Temmuz’un hemen ardından bir hafta içinde defalarca ABD Genelkurmay karargâhını telefonla arayarak sadakat bildiren kişi Hulusi Akar’dır. Türkiye, ABD’nin ırkçı ve saldırgan başkanı Trump ile yakın dost olmakla övünen bir Erdoğan tarafından yönetilmektedir. Tüm olan bitenlerden sonra ABD’nin Türkiye halkına düşmanlığı tescilli şekilde ortadayken, Başbakan Binali Yıldırım ABD’ye “beyaz sayfa açmak” üzere gönderilmektedir.
Hepsi Amerikancı ve NATO’cu
Böyle bir ortamda Amerikan liyakat madalyası sahibi Hulusi Akar çıkıp NATO’yu ve yöneticilerini savunan bir konuşma yapmıştır. Madalyasının yani ABD’ye ve NATO’ya liyakatinin gereğini yapmıştır. Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, Kılıçdaroğlu’nun ve NATO’daki skandal vesilesiyle esip gürleyen tüm burjuva liderlerin sözleri iç kamuoyunu teskin etmeye yöneliktir. Halkın ABD’ye ve NATO’ya öfkesini dindirmeyi hedeflemektedir. NATO karşısında devletin esas pozisyonunu ise Hulusi Akar temsil etmiştir. “Kuru özürle geçiştiremezsiniz” diyenlerin Hulusi Akar’ın sözlerine bir tepkisi olmamıştır. Çünkü onlar halka başka söylerken özünde, Amerikan liyakat madalyası sahibi Hulusi Akar gibi NATO ve ABD ile müttefiklik ve dayanışmanın baltalanmasını asla istememektedir.
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/abdye-layik-generalden-nato-savunmasi
Soçi’de anlaşmadan çok anlaşmazlık var
Gerçek
Kasım 24, 2017
Rusya devlet başkanı Putin ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya’nın Soçi şehrinde Suriye’deki siyasi çözümü tartışmak için buluştu. Kameralar önünde sıcak görüntülerin verildiği ve ortak bir bildirinin açıklandığı zirvenin perde arkasında ise anlaşmazlıklar öne çıkıyor.
Rusya herkesle ayrı diyalog yürütüyor
Öncelikle Rusya, İran ve Türkiye arasında kurulan diyalog zemininin Suriye’deki çözüm sürecini belirleyen bir eksen olmadığını görmek gerekiyor. Zira Esad yönetimi doğal olarak bu sürecin en önemli tarafını oluşturuyor. Ayrıca ABD ve desteklediği PYD öncülüğündeki SDG de Suriye’de Fırat’ın doğu kısmını büyük ölçüde kontrolü altında tutmakta. Rusya, hem Esad’la hem PYD ile hem de ABD ile ayrı ayrı bir diyalog süreci yürütmekte.
Nitekim Soçi’ye gelmeden önce Trump ve Putin, Vietnam’da bir araya geldiler. DAİŞ’e karşı mücadelede ortaklık ve koordinasyon ile siyasi çözüm vurgusu yaptılar. Erdoğan uçakla Rusya’ya hareket etmeden önce bu görüşmedeki “siyasi çözüm” vurgusuna “madem askeri çözüm mümkün değil o zaman çeksinler askerlerini” diyerek tepki gösterdi. Erdoğan’ın bu sözlerinden geri dönmesi çok uzun sürmedi. Uçağı Rusya’ya indiğinde Erdoğan, “Putin’le siyasi çözümde mutabıkız” diyerek basının karşısına çıktı.
Erdoğan’ın Putin’le ters düşme lüksü yok
Bir yandan ABD’de görülen Zarrab davası diğer yandan da ABD’nin Türkiye’nin itirazlarına rağmen PYD’yi silahlandırmaya devam etmesi dolayısıyla ciddi şekilde sıkışan Erdoğan’ın bu dönemde Putin’le ters düşme lüksü yok. Dolayısıyla ABD’ye karşı koz elde etmek için ne olursa olsun Putin’e yakınlık göstermek zorunda.
Kapora yattı… Esed yeniden Esad oldu
S-400 füzesi işi uzayınca Putin’e kapora vermek zorunda kalan Erdoğan, Soçi zirvesinde hazırlanan ortak bildirilerde “Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti” tanımlamasının da altına imza atmak zorunda kaldı. Bu imza bir dönem AKP iktidarının resmi söylemindeki “katil Esed” tanımlamasının yerini Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ifadesinin alması demek. Nitekim AKP yanlısı medya derhal söylemini değiştirmiş, Esed yerine Esad yazmaya başlamış vaziyette.
Rusya PYD konusunda ikna olmadı
Soçi’deki zirvede Türkiye’nin en önemli önceliği, yapılması planlanan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nde PYD’nin yer almasını engellemekti. Bu konuda yoğun bir diplomasi yürütüldü. Erdoğan zirve sonrası yaptığı konuşmada bu konudaki ısrarını yineledi. Ancak Kremlin sözcüsü Peskov, PYD’nin katılımı ile ilgili gelen soruya “katılım kapsayıcı olmalı” yanıtını vererek Rusya’nın PYD’nin kongreye katılması konusundaki tutumunun değişmediğini uygun bir lisanla belirtmiş oldu.
Ortak açıklama tüm tarafların kendilerine göre doldurabileceği sözlerle bağlandı: “Devlet başkanları, Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti temsilcilerini ve Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine, toprak bütünlüğüne ve parçalanamaz karakterine bağlı olan muhalefeti, yakın gelecekte Soçi’de düzenlenecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne yapıcı şekilde katılım sağlamaya çağırmışlardır.”
Oyun kuran, oyun bozan, oyundan atılan…
Türkiye’nin önce “oyun kurucu” sonra “oyun bozucu” olarak pazarlamaya çalıştığı, ilkeden ve doğrultudan yoksun pragmatik dış politikası ve düşman olarak Kürtleri hedef tahtasına oturtan siyasi hattı Türkiye’yi, sanılanın aksine giderek oyunun dışına atıyor. TSK güçleri İdlib’de çatışmasızlık bölgesi yaratmak yerine Afrin’deki Kürt bölgesinin sınırına konuşlanınca ve bu El Kaideci HTŞ ile diyalog içerisinde gerçekleşince Rusya ve Suriye ordusu İdlib’de yeniden hava operasyonları düzenlemişti. Yani İdlib’de Türkiye güven vermek yerine giderek güven yitiriyor.
Erdoğan ve AKP’nin tutarsızlığı ABD’ye yarıyor
Rusya’nın bu koşullarda esas muhatap olarak ABD’yi ve SDG’yi görmesinden daha doğal bir şey yok. Ne var ki ABD’nin manevra alanı kazanması sadece Suriye’nin geleceği açısından değil tüm bölge için olumsuz bir gelişme. Bu olumsuz gelişmede Erdoğan ve AKP’nin tutarsız Suriye politikasının rolü ise büyük.
http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/socide-anlasmadan-cok-anlasmazlik-var
Enerjide Rusya’ya bağımlılık daha da artabilir
ERDAL SAĞLAM
28 Kasım 2017
TÜRKİYE’nin son dış politika gelişmeleriyle enerjide merkez olma hayallerinin nasıl suya düşmekte olduğunu dün yazmıştık. Bunu bir adım daha ileri götürürsek; arz güvenliği sıkıntısının büyüyeceğini, özellikle Rusya’ya var olan bağımlılığın daha da artma tehlikesi bulunduğunu söylemek mümkün.
Bu tehlikenin bir yandan Türkiye’nin bölgedeki enerji oyununda devre dışı kalmasından, öte yandan ise Rusya’nın K. Irak başta olmak üzere yakın bölgemizdeki gücünü artırmasından kaynaklandığını söylemeliyiz.
Rusya’nın petrol şirketi Rosneft, K. Irak yönetimiyle bu yılın ortasında St. Petersburg’da 20 yıllık bir anlaşma imzaladı.
Rusya aldığı petrolü Almanya’daki rafinerilerine taşıyacak,
bölgede 3 milyar dolarlık yatırım yapacaktı. İşbirliğinin bununla sınırlı kalmadığı tam da referandum sürecinde Rusya’nın K. Irak’ta 5 blokta üretim için sahalar almasıyla kesinleşti. K. Irak bölgesinde 45 milyar varillik petrol rezervi, 5.6 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunduğu belirtiliyor. Başka şirketler de petrol çıkarıyor ama Rusya’nın yaptığı anlaşma önemli; diğer şirketlere teklif vereceği söyleniyor.
Rusya Türkiye’nin petrol ithalatında, Irak’tan sonra 2. sırada bulunuyor. K. Irak’ın petrol sahalarının bir bölümünü ele geçirmesiyle birlikte, belki menşei ülke olarak değil ama etkinlik olarak petrol ithalatımızda en önemli aktör olması kaçınılmaz olabilir. Geçen yıl Irak’tan toplam 11.4, Rusya’dan 7 milyon tonluk ithalatımız bulunuyordu. (Bu hesaba diğer petrol ürünleri de dahil ama bu ülkelerden yaptığımızın çok ağırlıklı bölümü hampetrol)
Türkiye’nin enerji çeşitliği için yapmakta olduğu nükleer santralin Rusya tarafından yapıldığını, şu anda tek proje olduğunu da söylemek gerekiyor.
ASIL BAĞIMLILIK DOĞALGAZDA
Rusya’ya asıl bağımlı olduğumuz enerji alanı ise doğalgaz. 2016’da Batı hattı ve Mavi Akımdan toplam 30 milyar metreküp doğalgaz ithalatı yaptığımız Rusya’yı Azerbaycan 6.6 milyar metreküple izlerken, 7.5 milyar metreküp civarında sıvılaştırılmış doğalgaz olan LNG ithal etmişiz.
Bu noktada Rusya ile Türkiye arasında yapılmakta olan Türk akımı projesini saymak gerekiyor. Dünyada, ABD’nin de pazara girmesiyle, toplam LNG ithalatının payı artmaya başladı. Özetle; doğalgaz ihtiyacımız hızla artıyor ve yeni projelerle birlikte Rusya’ya olan bağımlılığımızın daha da artması kaçınılmaz gözüküyor.
Bu noktada Güney Akdeniz gazının üretim ve taşınmasında
Türkiye’nin rol alması ve böylece doğalgazda arz güvenliğini bir miktar dengelemesi gerekiyor. Son dönemde yaşanan dış politika gelişmeleri nedeniyle, kaybetme tehlikesi bulunduğumuz proje de bu nedenle çok önemli.
Bu arada Irak merkezi yönetiminin Kerkük petrolünü, tankerlerle İran’daki sınıra yakın Kermanşah petrol rafinerisine göndermeye başladığı belirtiliyor. Bu işbirliğinin daha da artacağı, yapılacağı, daha doğrusu yenileneceği söylenen eski boru hattıyla büyük ölçüde İran’a taşınacağı konuşuluyor. İran petrol ithalat ettiğimiz ülkeler arasında 5.6 milyon tonla 3.sırada bulunuyor.
Bölgedeki savaşların sebepleri arasında enerji kaynaklarına sahiplik unsuru hep sayılır. Bunda gerçeklik payı olduğu kesin ama asıl kesinlik, enerjide bağımlı hale geldiğiniz ülkelere siyasi olarak da bağımlılık yaratacağınız…
Türkiye’nin enerji arz güvenliği o nedenle çok önemli. Güneş, rüzgar gibi yenilenebilir kaynaklar geliştirmek önemli ama tüm dünyada daha uzun yıllar karbon kaynaklar dediğimiz petrol, doğalgaz ve kömürü olan ihtiyaç sürecek.
Ülke yönetimleri enerjide arz güvenliğini, dolayısıyla siyasi güvenliği düşünerek adım atmak zorundalar.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/erdal-saglam/enerjide-rusyaya-bagimlilik-daha-da-artabilir-40660298
–
Türkiye enerji merkezi olabilecek mi?
ERDAL SAĞLAM
27 Kasım 2017
TÜRKİYE, üretici ülke olmasa bile jeostratejik konumunu kullanarak, doğalgaz ve petrol trafiğinde bir enerji merkezi olma hayalleri kuruyordu.
Bu yolla hem enerji arz güvenliğini sağlayıp, hem de Avrupa’ya karşı pazarlık gücünü artırabilecekti. Yaşanan son gelişmelerle Türkiye’nin enerji merkezi olma hayalleri suya düşmüş görünüyor.
Bu hayal uzun zaman önce kurulmuş, Ceyhan Bölgesi enerji merkezi olması için planlanmıştı. Son yıllarda Kuzey Irak’tan ithalat arttırılmış, petrol sahaları alınmış, gaz rezerv potansiyeli çalışmaları başlamıştı. Türkiye’nin uluslararası enerji üretimi gücünü arttırmak için TEC şirketinin kuruluşu da bu amaca dönüktü. Yine son dönemde Kerkük ve Musul valileri ile enerjiye ilişkin yakın temaslar kurulmuştu. Yaşanan K. Irak referandumu sürecinin, bölgede Türkiye’nin enerji açısından da güç kaybını beraberinde getirdiği çok açık. K. Irak yönetimi Kerkük’te hâkimken, resmi olmasa da fiili olarak, bölgede enerji kaynaklarının ortak kullanımı açısından ciddi adımlar atıldığını, sektöre yakın herkes biliyor. Bunun için Irak merkezi yönetimi ile çatışma bile göze alınmıştı.
K. Irak referandum sürecini değerlendiren enerji kaynakları,“Türkiye’nin haklı olarak bu referanduma karşı çıktığını ancak verilen tepkinin abartıldığını ve enerji arz güvenliği açısından olumsuz gelişmelere neden olduğu” görüşündeler. Örneğin; Irak merkezi yönetimiyle ortak askeri gösterilere kadar varan yakınlığın, bundan sora işin düzeltilmesini engelleyebileceğini söylüyorlar. Türkiye’nin Irak ile Paris’te devam eden milyarlarca dolarlık tahkim davası bulunduğunu, bu nedenle Merkezi yönetime taviz vermiş olabileceğini kaydeden uzmanlar, ancak Irak’ın bu davadan vazgeçtiğine ilişkin bir işaretin, kurulan yakınlığa rağmen hâlâ alınamadığını söylüyorlar.
Irak merkezi yönetiminin Kerkük’e hâkim olduktan sonra yaptığı ilk açıklamanın Ceyhan’a aktarılan petrolü, İran’a yeni bir boru hattıyla aktarmak olduğunu hatırlatan uzmanlar, Türkiye’nin bölgeden gelen petrolü kaybetme tehlikesi yaşadığını söylüyorlar. Hâlâ bölgeden Türkiye’ye, miktarı çok azalmasına rağmen, bir akış bulunduğu belirtilirken, Irak merkezi yönetimi ile K. Irak arasında bir anlaşma sağlanamadığı takdirde bu akışın yakında durabileceği belirtiliyor. Çünkü K. Irak yönetimi petrol çıkaran şirketlere bir miktar para vermeye devam ediyor ama yakında bu paranın da ödenemez hale gelmesinden korkuluyor. Bu takdirde özel şirketler üretimi durdurmak zorunda kalacaklar.
DOĞU AKDENİZ GAZI DA TEHLİKEDE
Sadece K. Irak değil yeni bulunan Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarımı projesi de, enerji merkezi olma hayalleri içinde büyük yer tutuyordu. Geçtiğimiz hafta Kıbrıs Rum kesiminde Mısır, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi liderleri bir araya gelerek, gazın denizin altından Yunanistan’a boru hattıyla getirilip buradan Avrupa’ya sevki konusunda ön anlaşmaya vardılar. Bu proje hayata geçerse Türkiye devre dışı kalmış olacak. Halbuki Türkiye’nin kavgalı olduğu İsrail ile yeniden barışmasında bu projenin büyük rolü olduğunu herkes biliyor. Deniz altından geçecek boru hattı karadan yani Türkiye’den geçecek hatta kıyasla, neredeyse iki kat maliyetli. Ancak Doğu Akdeniz gazının hepsi yani İsrail gazı da ortak projede birleştirilirse, yapılmayacak bir proje değil. Bu noktada da AB ilişkileri ve Mısır’la aramızın kötü olması en büyük etkenler.
Özetle; Türkiye’nin dış politikasının ülkenin ekonomik ve güvenlik çıkarlarını tehlikeye atmayacak biçimde yürütülmesi gerekiyor.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/erdal-saglam/turkiye-enerji-merkezi-olabilecek-mi-40659097