(Güncel gelişmeler nedeniyle bu yazıyı yeniden hatırlatmak istedim. G.Z.)
Peru’da bir dağ köyü varmış. Çok çok yükseklerde. O kadar yükseklerdeymiş ki, o güne kadar bu köye hiç devlet eli uzanmamış. Köydeki insanlar, kendi hallerinde, yüzlerce yıldır orada öylece yaşayıp giderlermiş.
Günün birinde köye, ellerinde dosyalar olan bazı yabancılar gelmiş. Bunlar devletin görevlileriymiş. Kötü bir niyetleri yokmuş. Tam tersine. Devlet, köyü bu ilkel yaşam koşullarından kurtarmaya karar vermiş. Zorlayarak değil elbette, cazip tekliflerle.
Köy halkı bir meydanda toplanmış sessizce. Devlet görevlileri cazip tekliflerini köylülere sunmuşlar. Devlet onlara kredi ve traktör verecekmiş. Bu krediler ve traktörler yoluyla topraklarını daha iyi koşullarda işleyebilecek, hayvancılığı geliştireceklermiş.
Köylüler, yetkilileri sessizce dinlemişler. Yetkililerin başı, “ne diyorsunuz bu tekliflere” diye sormuş. Köylüler, “bir düşünelim” demişler. Konuklarını gerektiği gibi ağırladıktan sonra yolcu etmişler. Yetkililer, on gün sonra yeniden geleceklerini söyleyip köyden ayrılmışlar.
On gün sonra aynı heyet köye yeniden gelmiş. Köy evleri yerinde duruyormuş durmasına ama köy bomboşmuş. Ne olmuş köy halkına? Aramış taramışlar ve bir süre sonra durumu öğrenmişler. Köy halkı topluca göç etmiş. Nereyi mi? Bin metre daha yükseğe.
Demir Küçükaydın, BDP’lilere bir tavsiyede bulunmuş. “Parlamentoyu boykot ederek baştan hata ettiğinizi halka açıkça söyleyin ve parlamentoya öyle dönün” demiş. Tam bir politik akıl örneği. Ben de politik aklın emrinde olsaydım aynı şeyi tavsiye ederdim. Çok şükür ki, politik aklın akılsızlıkla aynı şey olduğunu biliyorum.
Politik akıl, devlete, paraya, hayatın gerçeklerine yakın olmayı önerir. Hatta sonuçta bunları ortadan kaldıracağını söyleyen bir akıl da, bunları kaldırmak için kullanmak gereğine işaret eder. Evet ama bunlara yakın olduğunuz, kullanmaya kalktığınız sürece onların elinize yapışacağını da bilmeniz gerekir. “Elini veren kolunu kaptırır” sözü bu duruma çok uyar. İşte bu yüzden politik akıl akılsızlıkla özdeştir.
Ortalık “akan kanın nasıl durdurulacağı” konusunda tartışmadan geçilmiyor. O kadar çok “akan kan” lafı ediliyor ki, insanın gerçekten akan kanın durdurulmak istendiğine inanası geliyor. Ne var ki, tartışanlardan hiçbiri silahların gerçekten ve toptan ortadan kaldırılmasından söz etmiyor. Silah var oldukça onun kan akıtması da hiçbir zaman durmayacaktır. Silah susmaz.
Devletler var oldukça silahlar da var olacaktır. Bugünkü koşullarda ise devletleri kaldırmak hiç de yakın bir olasılık değil. O zaman ne yapmak gerekir? Cevabım son derece kısa ve net: Devletten de, parlamentosundan da, silahtan da olabildiğince uzakta durmak gerekir. Eline silah alan, küçük ve gayriresmi bir devlet olmuş demektir. Devletle bağ kuran onun içine çekilir ve şu ya da bu şekilde devletleşir.
Perulu dağ köylüleri kadar aklımız varsa, bin metre yükseğe tırmanmayı ve orada yaşamayı göze almaktır bugünkü koşullarda tek çıkar yol.
Hiç de “somut koşulların somut tahlili”ne uygun bir öneri değil, öyle değil mi?
Somut koşulların somut tahlilinden de olabildiğince uzak durmak sağlığa yararlıdır.
Gün Zileli
23 Eylül 2011
bdp nin burjuvazinin ahırı parlamento prformansı devlet-iktidar-sistem egemenlerini çok rahatsız ettiğini biliyoruz.özgürlükçülerin rahatsızlığını anlayamadık fesatlanacağımıza bizde özgürleşerek zihnimizdeki karakollardan arınabilirdik
http://vimeo.com/11830789