TYBG’ciler, YAE’ciler, BBO’cular vs…
Eskiden sol örgütlerin yayın organlarındaki kısaltmaları anlamak için akla karayı seçerdim. Sosyal medyadaki kelime iktisadı zorunluluğu bu kısaltmaları yeniden gündeme getirdi. Seçime iyice yaklaştığımız şu günlerde yukarıdaki kısaltmaların anlamı ve içeriği üzerine biraz tartışmak istiyorum.
TYBG’ciler, son üç dört günde özellikle tweeterde orman yangını gibi kendiliğinden yayılan #tatavayapmabasgeç hareketidir. Bu hareketin savunucuları, ki ben de onlardan biriyim, esasen, ideolojik kaygıların bir yana bırakılıp oy kullanılan yerde AKP’yi yenilgiye uğratacak en güçlü parti hangisiyse ona oy verilmesini savunuyorlar. Örneğin, genelde AKP’ye oy verme derken, İstanbul ve Ankara Büyük Şehir’de CHP’ye, Adana Büyük Şehir’de MHP’ye, Rize’de Saadet’e, Bitlis’te ve bütün Kürt vilayetlerinde BDP’ye (ben özel olarak izmir’de HDP’ye diyorum), bazı ilçe ve belgelerde ÖDP’ye diyorlar. Tabii daha mahalli yerlerde ve belediye meclislerinde bu işin ayrıntıları var ama bunlara girmeyeyim artık. Bence kendiliğinden yayılan bu hareket, AKP faşizminin saldırı ve tehditleriyle karşı karşıya kalan halkın en bilinçli seçiminin ifadesidir.
YAE’ciler, geçtiğimiz anayasa oylamasında “Yetmez ama evet” diyerek AKP’ye destek verenlerin kısaltılmış adıdır. Bu kötü ünlü sloganın elbette bu seçimde yeri yok ve zaten hiç kimse artık bugün bu “bitli yorganı” üstüne almak istemediği gibi, karşısındakinin üstüne atmakla meşgul. Yani bu sloganın ipliği, özellikle Gezi’den bu yana iyice pazara çıkmış durumda. YAE’cilik bugün AKP’yi zayıflatma taraftarlarıyla, bu konuda pek kılını kıpırdatmaya niyetli olmayanlar arasındaki mücadelede sadece bir suçlama olarak geçmektedir. İlginçtir ki, geçmişteki YAE’cilerin çoğu, “AKP’ye oy yok” diyenleri yeni YAE’ciler olarak suçlama yoluna gitmektedir. Son olarak, HDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü de bu yönde bir tweet atmış.
BBO’cular deyimi bir yerde geçmiş değil. Bu kısaltma benim yaratımım. “Boykotçu ve Boş Oycu” anlamına geliyor. Şimdi bunlar üzerinde tartışalım biraz.
Saflarında, Ufuk Uras, Oral Çalışlar vb. gibi çok sayıda YAE’ci bulunan Ertuğrul Kürkçü’nün, “anlamakta ısrar boşuna. Bu sefer yetmez ama evetçi sizler oluyorsunuz. durumu içinize sindirin” tweeteyle TYBG’cileri YAE’ci olarak gösterme çabasını oldukça tuhaf karşıladım. Elbette geçmişte YAE’ci olup da bu tutumunu hatalı görerek TYGB’ci olan arkadaşlar olabilir. Örneğin ben Anayasa referandumunda YAE’ci değildim ama BBO’cu, yani boykotçuydum. Şimdi bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. O referandumda HAYIR tutumunun doğru olduğunu düşünüyorum. Kürtlerin de destek verdiği boykotçuluk, sonuç olarak EVET cephesine, yani AKP’ye dolaylı olarak destek vermiş, EVET’lerin oranını yükseltmiştir.
Fakat, bugün TYBG’ci tutum YAE’ci tutumun tam zıddı noktada yer almaktadır. İlla Anayasa referandumundaki tutumlarla bir benzetme yapılacaksa, TYBG’cilik HAYIR tutumuyla aynı konumdadır. Çünkü hem HAYIR tutumu, hem de TYBG tutumu AKP diktatörlüğünü hedef almaktadır. BBO ve AKP’yi zayıflatmayı esas almayan tuzu kuru tutumlar ise, o zaman AKP iktidarını desteklemiş YAE ile çok daha fazla örtüşmektedir, çünkü bugün bu konformist (BBO) ya da dar örgüt çıkarını gözeten tutumlar sonuçta AKP’nin ekmeğine yağ sürmektedir.
Örneğin alalım İP ve TKP’nin tutumunu. TKP Ankara’da “Sol Cephe”nin adayı olarak Kaya Güvenç’i aday göstermiş. Oylamanın çok kritik olduğu İstanbul ve Ankara’da İP’in de (İstanbul’da Levent Kırca) adayları var. TKP’nin İstanbul adayı ise Aydemir Güler.
Bu iki partinin Ankara ve İstanbul’da alacağı oy önemli bir yekûn tutmayacaktır. Hatta kendi üyelerinin önemli bir kısmı bile, kritik durumu değerlendirip, sandık başına gittiklerinde büyük ihtimalle CHP’ye oy vereceklerdir. Ne var ki, bu iki ilde AKP ile CHP arasındaki yarış o kadar kritiktir ki, sonucu çok küçük azınlıklar bile belirleyebilir. Belirleyebilir, çünkü İP ve TKP’ye bu kritik durumda bile oy verecek olanlar, eğer bu iki parti seçime girmese ya da seçimden çekilseler (böyle bir kapı hâlâ açıktır) kesinlikle CHP’ye oy verirlerdi. Bu iki ilde sonuçları belki %1’lik oranlar ya da yüz bin civarında bir oy belirleyecektir. Şöyle bakalım: İstanbul’da seçimi yüz bin oy gibi küçük bir farkla Topbaş kazandı ve bu iki küçük partinin İstanbul’da aldıkları oylar da toplamda 120 bin civarında olsun. O zaman bu iki partinin yöneticileri, küçük örgüt çıkarları uğruna İstanbul’u Gezi mücadelesinin baş hedefi AKP diktatörlüğüne ve Kadir Topbaş’a hediye etmenin sorumluluğunu üstlenebilecekler midir? Ankara için de benzer bir durum söz konusudur. (Belki de içlerinden, AKP daha açık farkla alsın da biz de şaibe altında kalmayalım diye dua ediyorlardır).
İstanbul’da seçime giren HDP ya da Sırrı Süreyya Önder için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çünkü burada HDP, oylarının büyük kısmını, belki de oylarını CHP’ye değil de AKP’ye verecek Kürt seçmenden alacaktır. Sadece Kürt olmayan entelektüellerin bu noktada bir bilinç gösterip, oylarını Büyük Şehir’de CHP’ye, ilçelerde ve belediye meclislerinde HDP’ye vermeleri daha makuldür. Bu entelektüel seçmen grubu, eğer HDP olmasaydı oyunu ya CHP’ye verecekti ya da BBO’cu olacaktı (çok azının AKP’ye verme ihtimalini de unutuyor değilim. Bunu rahatlıkla söylüyorum, çünkü twitterde AKP’ye hayranlık duyan anarşistlere bile rastladım). Dolayısıyla, entelektüellerin, Büyük Şehirde, kazanması mümkün olmayan Sırrı Süreyya Önder’e oy vermesi, bütün iyi niyetlerine rağmen, ne yazık ki, AKP’ye dolaylı bir destek anlamına gelecektir ki, bu da geçmişteki YAE tutumuna cuk oturmaktadır.
Gelelim çoğunluğunu genç anarşistlerin ve solcuların oluşturduğu BBO’culara. Bu bölümde yazacaklarımla esas olarak, seçime ilişkin tutumumu açıkladığımda “abi anarşist olduğundan emin misin?” (tabii buraya en kibarını aldım) diye soran genç anarşist arkadaşlarımı ya da anarşist olmasalar da anarşizm konusunda yanlış bir algıya sahip olan devrimci arkadaşlarımı ikna etmeye çalışacağım.
Bana öyle geliyor ki, Türkiye’de anarşizm konusunda yanlış bir algı var. Anarşizm, son zamanlarda televizyonlarda reklamı yayınlanan “Mandıra Filozofu” filmindeki karakter gibi, “her şeye karşı” olmak olarak algılanıyor. Sanırım bu yanlış algıda, yuvarlak içinde A’yı ambleminde kullanan Çarşı’nın “Çarşı, her şeye karşı” sloganının da etkisi var. Kulağa hoş gelen bu slogana zamanında karşı çıkmadığım için şimdi pişman olduğumu belirtmeliyim. Anarşizm, her şeye karşı değildir. Hatta çoğu şeye karşı değildir. Anarşizm, sadece ve sadece kapitalizme, devlete, her türlü diktatörlüğe ve baskıya karşıdır. Elbette bunların çok sayıda yan ürününe ve müştemilatına da.
Bu yanlış algı, bir yandan pürizme (doğada hiçbir şey pür olmadığından pürizm sadece bir hayal ürünü olarak var olabilir), bir yandan da pürizmin doğal sonucu olan konformizme yol açmaktadır. Konformizm, konfor düşkünlüğü olarak anlaşılır ama aslında öyle değildir ve anlamı çok daha derindir. Esas olarak, uyumculuk anlamına gelir. Tabii ki, uyumculuğun anarşizmin tam zıddı olduğunu genç anarşist arkadaşlar da söyleyeceklerdir ama uyumculuk ya da konformizm her zaman açıktan uzlaşmacı bir tavırla değil, daha çok (özellikle radikal çevrelerde) keskin görünümlerle de ortaya çıkar. Mücadelenin kızıştığı zamanlarda hiçbir şeyi beğenmez bir tutumla kenara çekilmek size mücadele kaçağı değil, tam tersine fazla mücadeleci olduğunuz için kenarda duruyormuşsunuz gibi bir görüntü sağlar. Kısaca belirtecek olursam, keskin laflarla bir köşeye çekilip oturmak ve duruma böylece uyum sağlamak tam da konformist bir tutumdur. Ve ne yazık ki, bu ülkede anarşizm, böyle bir “her şeye karşılık” ya da “her şeye burun kıvırmak” olarak anlaşılmış, üstelik bu yanlış algı anarşizme hoş ve boş bir ün bile kazandırmıştır. Şu “anarşist ruhluyumdur” tanımının yaygınlığı buradan kaynaklanır.
Elbette anarşizmin sandığı ve temsili demokrasiyi genelde reddeden tutumu doğrudur ve bunun konformizmle ilgisi yoktur. Hatta, sandık oyununu reddedip bunun yerine alternatif bir devrimci mücadele konabiliyorsa bu tutum sandık konformizminin de tam zıddıdır. Örneğin, İspanya anarşistlerinin seçimler karşısındaki tavrı daima böyle olmuş, onlar, sandık oyununa katılmak yerine devrimi körükleme yolunu seçmişlerdir. Fakat çok kritik bir anda bazen sandık ya da temsiliyet de hayati bir önem kazanabilir (bugün olduğu gibi), hatta bu, o somut anda mücadelenin özünü bile oluşturabilir. İşte böyle bir anda “ben sandığa karşıyım” diye kenara çekilmek, konformist “mandıra filozofundan” farksız bir tutum almak anlamına gelir.
Nitekim İspanya’da bile 1936 Şubat’ında seçimlerde tutum almanın çok hayati olduğu bir an gelmişti. Bunu Kasım ayında yazdığım bir yazıda, Abel Paz’ın Halk Silahlanınca (çev: Gün Zileli, 1995, 2011, Kaos-Yayın Kolektifi) kitabından alıntılarla anlatmaya çalışmıştım. http://www.gunzileli.com/2013/11/04/toplumsal-mucadelede-tarihi-momentler/
16 Şubat 1936 seçimlerinde, komünistlerin, sosyal demokratların ve burjuva cumhuriyetçilerin içinde yer aldığı halk cephesiyle faşist güçler (Gil Robles) kafa kafaya geldiler. Anarşistler kesinlikle sandık oyununa katılmaktan yana değillerdi ve haklı olarak Halk Cephesi’nin devrimin önünde bir baraj oluşturduğunu düşünüyorlardı. Fakat o somut anda şöyle bir durum ortaya çıktı: Ya seçimleri sağcılar kazanacak ve Halk Cephesiyle birlikte anarşistleri ve devrimi de ezeceklerdi ya da seçimi Halk Cephesi kazanacak ve böylece devrim için ileri atılmaya hazırlanan işçi ve köylüler fabrika ve toprak işgallerine girişeceklerdi. Aynı zamanda çoğunu anarşistlerin oluşturduğu 30.000 siyasi mahkûm da serbest kalacaktı eğer Halk Cephesi kazanırsa. Bu durumda anarşist CNT oy ver çağrısı yapmadı ama oy verme çağrısı da yapmadı, en önemlisi 1 milyon üyesini oy vermekte serbest bıraktı. 1 milyon CNT üyesinin sandığa gidip oy vermesiyle Halk Cephesi seçimleri kazandı. İşte bu kadar kritik bir anda devrimciler sektarizmden uzak bir tutum alabilmişlerdir.
Ama Hitler’in faşist diktatörlük kurmasını sağlayan 5 Mart 1933 seçiminde komünistler aynı tutumu alamamış, sosyal demokratlarla ve diğer muhalif partilerle birlikte oy kullanılmasını sağlayamamışlardır. Şu satırları ibretle ve dikkatle okuyalım:
“5 Mart 1933’te halk seçim sandıklarının başına koştu. Hitler’in hayatta olduğu süre görüp görecekleri son demokratik seçimdi bu. Bütün teröre ve bütün korkutmalara rağmen halkın çoğunluğu Hitler’i istemedi. Naziler 12.277.180 oyla başta geliyordu. Kazandıkları oy sayısı beş buçuk milyon artmıştı ama genel oy sayısının sadece yüzde 44’ünü elde etmişlerdi. Açık bir çoğunluk Hitler’den hâlâ uzaktaydı. Seçimden önce yapılan bütün takiplere ve baskılara rağmen Merkez Partisi’nin kazandığı oy sayısı 4.230.600’den 4.424.900’e çıkmıştı; böylece müttefiki Bavyera Halk Partisi ile beş buçuk milyon oy elde etmiş oluyordu. Sosyal Demokratlar bile ikinci büyük parti durumlarını muhafaza etmişler 7.181.629 oy kazanmışlardı. Kayıpları sadece 70.000 oydu. Komünistler bir milyon taraftar kaybetmişler ama yine de 4.848.058 oy kazanmışlardı. Papen ile Hugenberg’in milliyetçileri büyük bir hayal kırıklığına uğradılar: 3.136.760 oy kazandılar.” (William L. Shirer, Nazi İmparatorluğu-Doğuş, çev: Rasih Güran, 1979 Hürriyet Yayınları)
Eğer komünistlerin 5 milyon oyu ile sosyal demokratların 7 milyon oyu ve merkezdekilerin 4 milyon oyu birleşseydi, Nazilerin 12 milyon oyunu alt etmek işten bile değildi.
O seçimde 20 milyon birleşemedi. Hitler, 20 milyon insanı (savaş kayıpları bunun dışındadır) ölüme gönderdi.
Son birkaç nokta kaldı.
CHP’nin tek parti diktatörlüğünden, daha sonraki iktidarlarından baskı görmüş, CHP’nin halihazır ulusalcılığına tepki duyan Kürt arkadaşların CHP’ye ilişkin itirazlarına da değineyim. Eğer bu itirazlar, onları AKP’yi daha olumlu bulma noktasına götürmüyorsa, söylediklerine hiçbir itirazım yok. Fakat şu somut durumda bu, “AKP de kazansa, CHP de kazansa bizim için fark etmez” ya da “hepsi aynı, diktatör diktatördür” gibi bir kayıtsızlığa kapı aralıyorsa onlara çok yanıldıklarını söyleyeceğim. Türkiye’nin genelinin başına çökmekte olan faşizmi bir yana bırakalım, AKP diktatörlüğü, seçimlerden sonra, kesinlikle Kürtleri “ihmal etmeyecek”tir. Hatta diyebilirim ki, Kürtlerin tepesine daha da fazla binecektir. “Çözüm süreci” falan sadece bir oyalamacadır. Devlet sopasını eline alanın bu sopayı önce Kürtlere indirdiğini biliyoruz ve şu anda AKP bu sopayı eline almıştır. Söylemedi demeyin.
Bazı arkadaşlar (ve sanırım bazı Öcalan muhalifi Kürt arkadaşlar), dünkü yazımda BDP-HDP’ye fazla prim verdiğimi düşünüyorlar. Siteye gelen yorumlardan böyle anladım. Onlara söyleyeceğim şey şudur: Yine şu somut tarihi anda BDP-HDP’nin ya da Öcalan’ın ne olduğu değil, Kürt halkı tarafından nasıl görüldüğüdür önemli olan. Bu arkadaşların Öcalan ya da HDP-BDP ile ilgili eleştirilerinin çoğuna ben de katılabilirim. Ama şu anda Kürt halkı olsun, Türkiye solundan radikal-özgürlükçü insanlar olsun, onları başka türlü görüyor, özgürlükçülük atfediyorlar. Bu yanılsama ile uzun vadede mücadele edilebilir ama şu anda bu bakışı ya da yanılsamayı tamamen karşımıza almak, dahası bu ilüzyonu yıkmak (kısa vadede olmaz ya) koca bir halkı karşımıza almak, umutlarını kırmak, hatta devletin karşısında bozguna uğratmak anlamına gelir.
Oysa bizim bozguna değil, sağlam durmaya ihtiyacımız var yaklaşan AKP faşizmi karşısında.
Uzattım ama şu son noktayı da söylemeden geçemeyeceğim. Bugün Tayyip Erdoğan, açıkça twitteri kapatacağını ilan etti. Bunun faşizmin ilanından farkı yoktur. Bazı arkadaşlar, bunu bile önemsemiyor, sokak hareketinden söz ediyorlar. Unuttukları nokta, bugün sokak hareketinin tamamen twitter üzerinden örgütlendiğidir. Muktedir de bunun için kapatmaktadır zaten. Twitter kapatıldığında o anlı şanlı, filamalı, fiyakalı örgütler acaba kaç kişiyi toplayabileceklerdir? Kısacası, twitterin yasaklanması, büyük kitle hareketlerine veda etmek anlamına gelecektir. En fazla 1970’lerdeki 40-50 kişilik “korsan eylemler” dönemine dönülebilir yeniden.
Sırf bu bile yeter TYBG tutumuna hak vermek için.
Gün Zileli
20 Mart 2014
Anarşistleri radikal takılarak kavgadan kaçmakla itham ederken gerçekten ayıp ediyorsunuz. Çok eski solculuktan kalma bu tür laf ebelikleriyle, bozkurt işareti yapan Kılıçdaroğlu tarzı bir siyasetçi gibisiniz. Boktan bir yerel seçim tüm dünyanız olmuş. Daha geniş ufuklara tekrar geri dönmeniz dileklerimle.
CNT 1 milyon üyesini oy vermekte serbest bırakmış, ha… anarşistleri hatta daha beteri insanları bir örgütün, partinin vs. neferleri olarak görmenin getirdiği körlük olsa gerek bu. hangi çılgın anarşistleri oy vermekte serbest bırakmayabilirmiş ki…
Gün, bu yazını facebook’ta her gün paylaşacağım. Gerçekten yürekten kutluyorum seni. Aklına, kalemine ve yüreğine sağlık.
Tarihi eksik yazmak da bir çeşit manipülasyondur. 1936 İspanya seçimlerinde CNT/FAI doğrudan oy kullanmama çağrısı yapmamış olsa da oy kullanma çağrısı yapan anarşistler kadar aksi yönde çağrılarda bulunanlar da vardı. Anarşistlerin Halk Cephesi’ni desteklemiş olmasının ardında yatan temel gerçek Halk Cephesi politikacılarının politik tutsakları (ki bunların hatırı sayılır bir kısmı anarşistlerdi) bırakma vaadiydi. Ancak seçimden sonra bu vaat asla gerçekleşmedi. Diego Abad gibi “oy verme” çağrısında bulunan anarşistler de bu çağrıları için pişman olduklarını dile getirdiler. Halk Cephesi hükümeti kendinden önceki hükümet gibi anarşistleri tutuklamaya devam etti ve özgür kalan politik tutsaklar da kitlesel gösteriler sonucunda kapılarını açmak zorunda kalan cezaevlerindeki tutsaklardı. Bkz. Vernon Richards Lessons of the Spanish Revolution [Freedom Press, 1972]
ne utanmaz adammışsın devrimcileri ikna etmeye çalışacakmış yuh sana sistemin savunulucuğu kadim sermaye düzeni kapitalizmin milliyetçi devletçi sermaye hizmetkarı düzen partilerine oy istemek hizmet etmek sanamı düştü???rezil adam önce kendin ol ????anarşistmiş ne anarşisti ülen sende değil anarşist sıradan demokrat insan bile olamasın daha çok faşist olursun.neymiş izmirde HDP DEMİŞMİş ülen sen bilmezmisin kürdistanda zaten bdp batıda hdp giriyor kürdistanda bdp demiş istersen deme hiç bir şey deme sanane ülan seçimler akp faşizmi kürtlerin başında imiş ne zaman değildi utanmaz adam yaladığın chp-mhp hepimizin başında özgürlük ve demokrasimi olacak terbiyesiz adam??????chp-mhpmi daha çok faşizme benziyor akp mi?????sen daha faşizm görmedin her halde HDP tabelası indirip hdp bürolarına saldıran gürühü hatırladınmı?????şimdi sitede onlara oy istemekten utanmayacakmısın hrantın katilini 5 bin kişiyle karşılayan chp belediye başkanını seç derken hrant ve tüm devrimcileri bir kezdaha öldürmüş olmadınmı?????veli küçükgilerle aynı yere oy verenlermi faşizmin sopasını kafamıza sallar yoksa HDP mi utanmaz adam sen kimsin ????milliyetçi,devletçi,semayeci,kapitalist sistemin yalakasımısın????işlevin nedir??????bu yazılarını yaladığın gün hatırlatacağım seni türkiye türklerindir gaztesi hürriyete baş yazar yaparlar merak etme hizmetin karşılıksız kalmaz Sarıgül seni yemledimi??????sırrıya laf edecek adamjmısın sen devrimcileri kandırma işlevinden mutlumusun?????senin bahçeli ülkücü kemal Sarıgül tayip veli küçük perinçekten ne farkın var hepsi düzenin hizmetkarı utanmadan sitede gençlerede düzene hizmet edin diye insanları sistemin kuyruğuna takmaktan utanmayacakmısın satılmış rezil
Somut olgunun, somut analizi yapılıyor…
Ama “peygamberimiz” der ki… Ama “bizim ilkelerimiz”…. Ama “kitabımızda” yazanlar…. Önünde son zamanlarda meydana gelmiş bir depremle açılmış uçurum, haritada, navigasyon cihazında gösterilmediği için yoktur! Bas gaza!
*
TYBG ile YAE’çilerin benzerliğini öne süren bir politikacı, yüzleşemediği utancı, yeni bir utançla bastırandır… RTE modeli’dir… Utancın, gururla taşındığı zamanlara yakışır…. Zamana uygundur. Arkasında ölü bedeninden başka bir şey bırakamayacak olanlardan… Ne denilebilir ki ona; TYYK uygun görünüyor…(tatava yapma yala kal!)
evet arkadaşlar. tarihi bir ana şahit oluyoruz. ergenlikte yola kemalistlikle başlayan, oradan marksizme ve ardından maoizme geçiş yapan, sonra bir ara yeni solcu olan, akabinde anarşizmi keşfeden gün zileli bugünlerde cv’si için yeni bir dönemeç daha alıyor. adını koyamıyorum çünkü literatürde yeri yok bu dönüşün. aslında onu hiç terk etmeyen özüne geri dönüyor demek en doğrusu.
http://3.bp.blogspot.com/-bxDBlh0R-cI/UNlMcXzW1cI/AAAAAAAAAEI/LFDotV1ywmM/s1600/Umut-Sarikaya-0009.jpg
Gün arkadaş…
Yazılarını keyifle okurum.
Çoğu zaman altına imzamı atasım gelir, zaman zaman da ‘olmadı be arkadaşım’ diyesim.
Tüm yorumları da okurum, dikkatle.
Bu yazını da okudum ve uzun zamandır sorduğum soruyu yeniden sordum: ”Kim gelecek Erdoğan’ın yerine?”
Asıl cevaplanması gereken budur bence.
Sicili sabıkalı CHP mi?
Hepimizin malümu MHP mi?
KİM?
Benim için cevabı olmayan ve beni ülkemizin geleceği için endişelendiren tek sorudur bu…
Saygılarımla Gün arkadaşım…
Unuttum söylemeyi; yazmaya devam et çünkü çok şey öğrenirim yazdıklarından…
Ben ki 80’lerde liseli bir genç kızdım.
Bir adım geriden gelirim sizlerin ardı sıra.
Öğrenecek daha çooook şeyim olduğunun bilincinde, bilgiye sabırsız bir öğrencinim bencileyin…
“Örneğin ben Anayasa referandumunda YAE’ci değildim ama BBO’cu, yani boykotçuydum. Şimdi bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. O referandumda HAYIR tutumunun doğru olduğunu düşünüyorum. Kürtlerin de destek verdiği boykotçuluk, sonuç olarak EVET cephesine, yani AKP’ye dolaylı olarak destek vermiş, EVET’lerin oranını yükseltmiştir.”
hemfikiriz. boykotçular olarak YAE deseydik de %60 civarında evet oyu çıkacaktı, hayır deseydik 50-50’ye daha yakın bir sonuç olacaktı. yani boykot kampanyası akp ve kürt hareketi arasında örtülü bir ittifakın sonucu ve pratikte sol kisvede bir YAE’ydi. bu yüzden bugün hdp’lilerin TYBG’cileri YAE’cilikle suçlaması yüzsüzlük gerçekten.
ben ilk elde 30.000 mahkûmun serbest bırakıldığı bilgisine sahibim. Hatta bırakın serbest bırakılmayı, Halk Cephesi kazandıktan sonra halk kendiliğinden hapishanelerin kapısını açmıştır.
Özgürlükçü’nün mesajı küfür ve hakaret içerdiği halde, yayınlanınca belki okuyup kendisi de yazdıklarından pişman olur düşüncesiyle olduğu gibi konmuştur. Kendisine acil şifalar dilerim.
ben de sevgi ve selamlarımı yolluyorum Anjel. Kim gelecek sorusu devrimcilerin sorusu değildir. Bu sistemde kim gelirse gelsin kötü olacaktır. Şu anda görev, artık twitteri bile yasaklayan faşisti geriletmektir.
Bir sarsılıp kendinize gelin allah aşkına! Bugünden bakıp referandumda boykot yanlıştı yorumu yapmayı artık aymazlık olarak görüyorum. Bu duruma geleceği bilinemezdi dolayısıyla yetmez ama evetçileri bile bu kadar sert eleştirmek doğru değil. Ayrıca, bugün Chp’ye verdiğiniz oyun yarın ne getireceğini de bilemezsiniz. Cemaat destekli Chp, Sarıgül gibi şerefsiz bir adamın yönetimine geçtiğinde, ortaya ne çıkacak bilemezsiniz. Üç sene sonra yanlış yapmışım demeniz çok olası. Düzen bu kadar çirkinken, bunun bir parçası olmamak, tanımamak hatta basitçe şahsi olarak onurlu davrandığını hissetmektir boykot. Siz yarın yine yanlış yapmışım dediğinizde, boykotçular bu pisliğin parçası olmadım diyebilecek.
Bkz. Bahadır Kale’nin yorumu.
Kaynak belirtmeden “bilgi” paylaşmak da bir başka manipülasyon aracıdır. İspanya’yla ilgili bilgi paylaşıyorsanız kaynak da belirtiniz. Ancak bu szin sık yaptığınız bir şey, kaynak olarak sadece kendi sınırlı hafızanıza ve kulaktan dolma bilgilere güvenerek kaleme alıyorsunuz yazılarınızı.
İstediğiniz partiye oy verin, oy çağrıcılığında bulunun ama işin içine ille de anarşizmi karıştırmak zorunda değilsiniz. Dersu’nun da dediği gibi anarşistler oy kullanıp kullanmamakta zaten serbesttir kimse onları her iki yönde de bağlayamaz. Ancak oy kullanma çağrısı yapmak ayrı bir şey. Reel politika hepimize çeşitli tavizler verdirebilir ama tavizlerimizi anarşizmle süslemeye çalışmak pek yakışık almıyor.
Ha bir de twitter’ın yasaklanmasına çok dertlenmişsiniz, sokağı twitter olmadan örgütleyemezmişiz, 3-5 sol korsan eylemciye kalırmış ya meydan. Merak etmeyin bu kuşak interneti kullanmayı çok iyi biliyor ve internet üzerinde herhangi bir sitenin gerçekten yasaklanabileceğini düşünenler interneti hiç anlamamış demektir. Twitterın yasaklanması sadece hükümetin kendini biraz daha komik duruma düşürmesi demektir, o kadar.
RTE hızla tek parti (ya da adam ne derseniz deyin) diktatörlüğüne doğru giddiyor. Sanırırm gemileri yaktı da..
Bu topraklar cumhuriyet rejimi kurulalıdan bu yana askeri diktatörlük altında yönetildi. Ama sivil faşizm inanın geçmişin askeri rejimlerini aratacaktır. sivil faşist diktatörlük ancak tek part ile mümkün. Bunu geriletmek sanırım biirincil görev olmalı.
AKP gerileyince de yerine demokratik bir hükümetin kurulmayacağını, belki bu güne kadarki AKP’yi bile aratma ihtimaline karşın, olası hükümet ikili ya da üçlü bir koalisyon olacağından, koalisyonlarca da faşist rejim kurulamayacağı için önümüzdeki seçimlerde içimiz kan ağlasa da Gün Zileli’nin önerilerine katılıyor, İstanbul’da CHP adayına, Bakırköy’de HDP adaylarına oy vermeyi düşünüyorum. (Seçimlere kadar nelerin değişeceğini bilmesemde..)
doğru valla
Halk Silahlanınca’dan kaynak verdiğimi görmemişsin herhalde arkadaşım. Tarihsel Momentler yazısında sayfa numarası bile var. Öte yandan, CNT’nin oy vermekte serbest bıraktığı 1 milyon işçi (içlerinde anarşist işçiler de epeyce olmakla birlikte) anarşist değildi, sadece anarko-sendikalist bir sendikanın üyesiydi ve bir sendikanın böyle bir karar alması gayet doğaldı. Eğer CNT kesinlikle oy kullanılmayacak denseydi, içlerinden örgüt disiplinini dinlemeyip oy kullanmaya gidenler yine olabilirdi ama büyük çoğunluk örgüt disiplini gereği oy kullanmazdı.
doğru olmakla birlikte, iktidarın gözünün ne kadar karardığını göstermesi bakımından da uyarıcı değil mi? Tuzu kuru olanların dışındaki herkes bunu görebilir.
Yorum yazan arkadaşların bazıları gidişatın farkında değil diye düşünüyorum. Şimdi Gün’ü ne kadar eleştirirseniz eleştirin bence çok aklıselim ve gerçekçi bir tespit yapmış. Şunu da düşünmek gerekir durduk yere Gün Zileli niye oy verin diye bir çıkış yapsın ki, çıkarı yok, beklentisi yok ,menfaati yok. Bazen insanların tecrübe ve deneyimlerine kulak vermek gerekir. Durum hakikaten ciddi arkadaşlar.
Gün, kendi çevirdiklerinin dışında da başka tarihler var 🙂 Bir sonraki özürünün, hatanı kabulunun üzerinden ne kadar geçecek acaba, bir umut sanrısının ne kadar süreceğini görelim.
”
…
Gelin bir de anarko-sendikalizmin klasik örneğine İspanya’ya bakalım: Anarşistler hükümette. Hükümeti oluşturan on beş bakanın dördü C.N.T.’den. “Solidaridad Obrera” 1936’da şöyle yazıyor: “C.N.T’nin Madrid hükümetine girmesi ülkemizin politik tarihindeki en önemli olaylardan biridir. C.N.T. her zaman ilkesel olarak ve kesin bir şekilde devlet karşıtı olmuştur ve her türlü hükümetin düşmanı olduğunu ilan etmiştir. Tarihsel koşullar, her ne kadar insan iradesi tarafından belirlenebilir olsalar da, neredeyse her zaman ondan üstündür. Ve koşullar hükümetin ve İspanya Devleti’nin özünü değiştirmiştir. İçinde bulunduğumuz şu durumda devletin olağan bir aracı olan hükümet, işçi sınıfına karşı baskıcı bir güç olmaktan çıkmıştır.”
Zavallı Bakunin ve zavallı işçi sınıfı. Kendi kişisel beceriksizliklerini anarko-sendikalizmin “gerçekçilik” perdesinin ardına gizlemeye çalışan anarşistler, ne yazık ki bu alıntı üzerine enine boyuna düşünmezler, düşünemezler. Bu satırlarda sadece anarşist devlet karşıtlığı değil, anarşist iradecilik de basit bir laf salatası haline getirilmiştir.
“Sendikalist ve anarşist grupların en öne çıkmış isimlerinin hepsi oradaydı… Biz hükümete girdik, fakat sokaklar bizden kaçarcasına uzaklaştı” (Federica Montseny)
…
“
”
…
“Tuhaf bir duruma işaret etmek istiyorum: zirvedekilerin, yönlendirici azınlığın, liderlerin hezimeti. Sadece sosyalist ve komünist politikacılardan söz etmiyorum. Günlük dili kullandığımızda lider olduklarını rahatlıkla söyleyebileceğimiz iyi tanınan anarşist militanlarda bu hezimetin başrol oyuncularındandı.” (G. Leval)
“Gerçek şuydu ki, tabana danışılmamıştı, C.N.T. ve F.A.I.’nin sadece en iyi bilinen üyelerinin küçük bir bölümü toplantılarda boy göstermişti. Ortada bir dalavere vardı.” (Los Amigos de Durruti -Durruti’nin Dostları-, ‘Ie Combate Socialist’, 1971’den alıntı)
Liderler bir yanda, kitleler öbür yanda. Sonuç şu: Kitleler büyük kolektivist ve komünitaryan inşa faaliyetlerini omuzlarken, ekonomik problemleri önemli ölçüde çözümlerken, faşistlere ve onlardan daha az tehlikeli olmayan kızıl faşistlere karşı sokaklarda savaşırken; liderler kendilerini bunlardan ayrı tuttular, önce hükümete girdiler sonra da hiçbir şey yapamaz hale geldiler.
Leval’ın genel anlamda ya da C.N.T. örneğinde sendikalist örgüte karşı olduğu söylenemez. Bakın ne diyor: “İspanya anarşizminin hiçbir rol üstlenmemiş pek çok ‘lideri’ vardı. Daha başından üstlendikleri resmi görevlerinin içine gömülmüşlerdi… Bu durum onları liderlik görevlerini sürdürmekten alıkoydu. Proleteryanın gelecek için paha biçilmez değerde olan dersler çıkardığı bu büyük yeniden inşa girişiminin dışında kaldılar… Resmi görev köşelerindeki pek çok entelektüel, toplumun radikal dönüşümünden pek uzaktı.” (Leval)
Gördüğümüz gibi Leval bir sendikal “liderin”, hatta bir politik liderin varlığına karşı çıkmıyor. Ancak dürüst bir gözlemci olarak, olayların geldiği noktada bir yanda kitlelerin kendi kendilerini yönettikleri, liderlerin bunun öte yanında kaldıkları bir duruma gelindiğini ifade etmekten kendini alamıyor.
Bu durumun sonuçlarının ortaya çıkması için fazla bir süre beklemek gerekmedi. Çatışmalar, kavgalar, didişmeler ve baskılar kendini gösterdi. İspanya’nın her köşesindeki anarşist (ve anarşist olduklarını ifade etmeseler de ondan etkilenmiş olan) gruplar doğrudan eylemleri, eşitlikçiliği ve yeni bir toplumun acil örgütlenmelerini savunmaktaydılar. Böylece bir yanında C.N.T. ve F.A.I.’nin olduğu öbür yanında bu diğer grupların bulunduğu bir çatışma baş gösterdi.
Mart 1937’de Valence yakınındaki Vilanese’de olaylar patlak verdi. Olayları fitilleyen anarşist bakan Lopez’in de çıkmasını onayladığı, (C.N.T. ve sosyalist U.G.T. tarafından kurulmuş) yerel kolektiflere zarar verecek olan bir hükümet kararıydı.
Mayıs 1937’de anarşistlerle Barselona’daki Komünist Parti (K.P.) arasındaki bir fikir ayrılığı, bir hafta kadar süren ve kimi komşu kentlere de sıçrayan bir dizi çarpışmaya sebep oldu. Durruti’nin Dostları gruplarının üyeleri olan anarşistlerin yanında, P.O.U.M.’a bağlı gruplar (muhalif komünistler) ve Liberter Gençlik vardı. C.N.T tarafından kınanan Durruti’nin Dostları çarpışmaya ara vermek zorunda kaldı. K. P. derhal silahlı bir birlik gönderdi ve bastırma hareketine başladı, çok sayıda yoldaşı öldürdü. “Durruti’nin Dostları” gazetesi yeraltına geçti.
Lister’in komünist bölüğü Aragon kolektifini sistemli bir şekilde yıkma hareketine giriştiğinde, anarşist yoldaşlar direnişi örgütlemek istediler, fakat C.N.T.’den gelen kesin bir emirle engellendiler. İspanya’da yasaklandığı için Fransa’da yeraltında basılan “Espagne Nouvelle” gazetesinde şöyle yazıyordu: “C.N.T.’nin bozguncu tutumuna rağmen Konseylerimizi silahlarla savunmalıyız” (29 Ekim 1937).
Corale grubundan yoldaşlar şöyle yazıyorlar:
“1936 İspanya’sında anarko-sendikalizm kendini Fransa’da 1906’da bulduğu durumda buldu: burjuva toplumunun iddialarını kabul etmenin sonucu olarak hareketin düzenle entegrasyonu. Mecbur kaldığında cumhuriyetçi burjuvazi ağır sanayinin kolektifleştirilmesini, onu daha sonra bir savaş sanayi olarak kontrol edebilmek için kabul etti. Yasamanın İspanya’nın geri kalan bölgelerinden farklı olduğu Katalonya’da kolektifleştirme tüm sanayi için Ekim 1936’da resmen yürürlüğe kondu. Kolektiflere yalnızca hizmet sektöründe ve tarımda müsamaha gösterildi. Anarko-sendikalistler, 1919 Almanya’sındaki Spartkistlerin ve ikiyüzlü burjuva iktidarının; 1919 Ukrayna’sındaki Mahnovistlerin ve komünistlerin yaşadıklarından dersler çıkarmak yerine devrimcileri ezdiler, işçilerin kazanımlarını ellerinden aldılar: kitleleri kontrolleri altında tutan anarko-sendikalistler politik iktidarı kendileri için ele geçirdiler.” (“Corale”)
…
”
Sendikalist Yöntemlerin Eleştirisi – Alfredo M. Bonanno
English: http://www.reocities.com/kk_abacus/ioaa/critsynd.html
Dünyanın bir çok ülkesinde, o kadar uzağa gitmeye gerek yok hemen yanımızdaki Suriye’de insanlar savaş ve açlıktan kırılırken bizim burada üzerinden fırtına kopardığımız konular: twitter’ın kapatılması, medya ve internet, içki, kürtaj, en az üç çocuk, kızlı-erkekli yurtlar…
Twitter’ın kapatılması acaba Niğde saldırısının Akp karşıtlığını artırmasından korkulduğu için bunu unutturmak amacıyla yapılmış olabilir mi? Zaten kısa bir süre sonra tekrar açacaklar, bugünkü sistemde bütün dünyanın ve ülkenin hilafına böyle bir şey yapamazlar.
evet ama bu verdiğin örnek başka bir durumla ielgili. Anarşistlerin hükümete katılmasını ve Obrera’nın bu tür saçma yorumlarını ben de eleştiriyorum. Eğer ben, Obrera’nın yaptığına benzer bir şekilde, seçimlerin niteliği değişmiştir, artık seçimlerle de kurtuluş mümkündür ya da seçimler kitleleri iktidarsızlaştırma aracı olmaktan çıkmıştır deseydim, verdiğin örnek biraz daha yerine otururdu, öyle değil mi arkadaşım.
verdiğin örneklerin hepsi hükümete katılmakla ilgili kardeşim. Buradaki tartışmayla ilgisi yok.
AKP trolleri faaliyette.
ben de sabahtan beri bu adamlar bu kadar salak mı diye düşünüyordum. Söylediğiniz nokta gerçekten de dikkate alınmalı. Niğde olayı kaynadı hakikaten.
Faşizmin baskın yaptığı bir ülkede ve zamanda, birincil savaşımımız; antifaşist konumlanış ve birleşik mücadele olmak durumundadır. Dinci gericilikle kavgamızda; sosyalistliğimizi, komünistliğimizi, anarşizmimizi ya da demokratlığımızı değil, “aydınlanmacılığımızı” anımsamalı; otoriter iktidar baskısı karşısında ise; kimlik kartlarımızı havaya kaldırmak yerine, içimizden herhangi birini omuzumuzda taşıma özgücünü kendimizde görmeliyiz! Zileli’nin önerisine bir “komünist” olarak gönülden katılıyorum.
Tabii ki farklı koşullar var, tartışmayla ilgisi de birebir değil tabii ki. Ama aynı olan boyutları mevcut olduğu için örnekledim.
İspanya’da, her ne kadar karamsar olsalar da, pratik güç ilişkileri içinde, hükümete giren anarşistlerin bile -kendi söylemleriyle çelişerek- pratik güçleri mevcuttu, ve seçimler aracılığıyla da kurumsal iktidarda yer alarak, hem yasal hem de pratik güçleriyle yönlendirici olabileceklerini düşündüler, tüm o açıklamalarının yorumlandığındaki sonuçları ifade edilmeyen bu nedenden bence.
Ancak, tüm pratik güce ve aynı zamanda yine hükümet içindeki sadece sembolik olmayan önemli yerlerde olmalarına rağmen, güç ilişkileri içerisinde yine de hem kendilerine koşulların dayattıklarına maruz kaldılar, hem de kendi söylemlerinden pratikte uzaklaştılar, bir de tarihsel koşullar vs vs sözlerle kendilerine meşrulaştırdıkları tüm koşulların bir yanılsama olduğu görüldü, ki kaçınılmaz gibi görünen yaşandı, parlamenter ortakların “ihaneti”, ve sonrasındaki, pratikte daha güçlü ve daha örgütlü (uluslararası bağlarıyla da) olan Franco faşizminin gerçekleştirdikleri.
Uzun lafın kısası, halihazırda, AKP’nin yeniden -muhtemelen biraz biraz güç kaybederek ama yine de- zaferlerle çıkacağı bir süreçte, “kendine” güç kazanmak -çünkü esas belirleyici olan her zaman pratikte de sahip olunan güçtür- daha doğru (ama ahlaki olarak değil, rasyonel olarak) ve daha iyi, daha fazla yaşama alanı yaratabilecekken, kısacası bir zamanların aşamacılığının, baş düşman tespitlerinin, -iyimser olalım bir an- etkisiyle, yeni bir kurumsal iktidarın oluşumu için düşmanının güncel düşmanlarıyla ortaklık düşünen bir partiye ve ondan daha da aşırı milliyetçi olan partilere yönelim oluşturmak kabul edilebilir bir şey mi? Kendine aşırı bir güven, ve daha da karamsar olan durumun varlığıyla yüzleşmemek için bir bahane mi?
Bu benim anti-faşizmim değil. Bu anarşizan bir pratikse de ben değilim kısacası, şimdilik bu kadar.
Merhaba;
Yazınızda yaptığınız açılımlar ve tahlillere yürekten katılıyor, anarşizmi sadece yakıp yıkmak olarak adleden ve karşı formuyla algılayan tüm dostlara sağlıklı bir patika açacağı ümidiyle…Dostça kalın
Biz Gezide Kanat Çırpan kelebeğin Tüm yurtta yarattığı kasırgayı istiyoruz…
” Belki de içlerinden, AKP daha açık farkla alsın da biz de şaibe altında kalmayalım diye dua ediyorlardır. ”
” haklı olarak Halk Cephesi’nin devrimin önünde bir baraj oluşturduğunu düşünüyorlardı. ”
” Bunun faşizmin ilanından farkı yoktur. ”
cümleleriniz ve en son paragraftaki düşünceniz hariç tamamen katılıyorum. Bu durum insanları örgütlülüğe yöneltir, ve o zaman eylemler de daha kolayca yapılabilir diye düşünüyorum.
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/52699/Solun_Ortak_Adayindan_Seffaflik_Dersi.html
Arkadaşlar, Gün Zileli’yi bundan fazla eleştirmenize gerek yok, o kendi itibarını tüketiyor zaten. Bir yanda sanki Gezi hiç yaşanmamış gibi, sanki devlet krizi yokmuş gibi yapıp; seçim konjonktürünü her şeyin üstünde tutarak “başat çelişki” tahlili yapan, “oylar Sarıgül’e!” sonucuna varan Anarko-Aydınlıkçılar, öte tarafta ise kendi ayaklarının üzerinde yürümeye çabalayan bağımsız-devrimci perspektif. Ayrışma çok net.
Alın reelpolitikanız sizin olsun! Sanki AKP’nin oyları yüzde 30’un altına düşse ülkenin ve şehirlerin anahtarını başka partilere centilmence teslim edecekmiş gibi düşünüyorsunuz. Hangi gezegende yaşıyorsunuz kuzum!
Merhaba;
Yazınızda yaptığınız açılımlar ve tahlillere yürekten katılıyor, anarşizmi sadece yakıp yıkmak olarak addetmek ve karşı formuyla algılayan tüm dostlara sağlıklı bir patika açacağı ümidiyle…Dostça kalın
Biz Gezide Kanat Çırpan kelebeğin Tüm yurtta yarattığı kasırgayı istiyoruz…
Abi biz TKP ve Sol Cephe olarak binlerce insanı örgütlemeye çalışıyoruz ve AKP diktatörlüğüne karşı her gün sokaktayız. RTE miting için gittiği her ilde bizim bürolara baskın yapıp gözaltı terörü estirir hale geldi. Ona buna “konformist” demeden önce bu gerçekleri hatırlatmanı istedim. Aynı şey diğer BBO’cu dost örgütler ve bireyler için de geçerli tabii.
http://4.bp.blogspot.com/_POnM-ZwwNwA/TR_Sz1sbcyI/AAAAAAAAGLw/k8tbI6V-TZQ/s1600/sapka-small.jpg
Herhalde İP’in, bağımsız girdiğinden, AKP’yi değil, Cemaati esas hedef aldığından, d. Perinçek’in AKP’nin Cemaatin inine girmesini talep ettiğinden, dolayısıyla AKP ile gizli ittifaka girdiğinden, Hırsızlık propagandasının arkasında ABD’nin olduğunu söylediğinden haberin yok.
ben TKP’ye değil, boykotçulara konformist dedim. TKP sadece, istemediği halde AKP’ye yardımcı olan konumunda. Yani küçük örgüt menfaatleri nedeniyle.
İP ne alaka? Ben sizin seçim konjonktürüne kilitlenmiş Anarko-Aydınlıkçı tavrınızı eleştirdim. Eleştirimi ya ıskaladınız ya da beni İP’liymiş gibi gösterip çirkeflik yapıyorsunuz.
iltifatına teşekkürler ama çirkeflik yaptığımı sanmıyorum. Aydınlıkçı deyince İP’i kastettiğini sanmıştım. Yeniden okudum “Anarko-aydınlıkçı” demişsin. Herhalde ben oluyorum bu. Seni hayal kırıklığına uğratmak pahasına ne aydınlıkçı ne de “anarko-aydınlıkçı” olduğumu söyleyeceğim. Zaten böyle bir şey de yoktur. Aydınlıkçılık bugün aşırı milliyetçilik anlamına gelir ve anarşizmle taban tamana zıt bir konumdadır. Nitekim bugün Aydınlıkçılar, yani gerçek aydınlıkçılar AKP’nin gizli müttefikidir.
Hayır, öyle değil. Aydınlıkçılık, omurgasızlık demektir. Aydınlıkçılık, gördüğü her çelişkinin üstüne balıklama atlamak demektir. “Teori pratikten çıkar” deyip ilkeleri de, devrimci-bağımsızlığı da, teoriyi de kısa vadeli konjonktürel çapsızlığa kurban etmek demektir. Siz ne kadar İP cenahını eleştirseniz de onların bu saydığım bütün özellikleri genlerinize işlemiştir. Anarşizm pürüzlerinizi yontsa da, Aydınlıkçılık baki kalır!
bu dediklerinin üzerinde düşüneceğim. bunu her aşamada yaparım. sağol.
Partisi olanlar böyle iktidari yikacagiz diye yaman hesaplar yapmiyor….
Kaldiki secmeninde özgürce secme iradesini bu Kurnaz,hesapli ,taktiklerlemi atlatacagiz??
Cok hortlaklik issler..
Kürt partilere oy vermek cok önemli.. Kayitsiz sartsiz,her oy mutlaka kürt partilerine verilmelidir.. Kürt sorunu cözümünü
kolaylasiran etki yaratir..
yorumumu küfürden sansürlemedim diyerek beni teşhir etmek istedin değilmi??küfür az kalır seni ilk gördüğüm yerde karşı devrimci gençleri sistemin devletin milliyetçilerin kuyruğuna takmayı aynen bunu yapacağım diyerek yapmaktan bi güzel dövmeyi düşünüyorum küfür ne kelime sen faşistten farklı ne yapıp söylüyorsun utanmaz adam aydınlık aşırı milliyetçiymiş ülen önerdiklerin nasıl milliyetçi değilmi utanmıyormusun bu ceberrut sisteme toplumsal muhalefetin alternatif yaratamamasını sebebi senin gibi efendi yalakaları değilmi??neden alternatif olamadığımızın örneğini verdin sen ve senin gibi karşı devrimci sistem yalamaları yüzünden değilmi utanmaz adam ülen akp gidip chp-mhp gelse faşizm gidip demokrasimi gelecek kürt ssorunumu çözülecek ülen bu yapıalanların hepsini eski efendilerde yapmadımı???gelecekte daha beterlerini yapmayacaklarını nasıl söylersin ırkçı milliyetçi devletçi sistem partileri ve akp harici efendilerin kefili senmisin seni kim yemledi menfaatın nedir insan bu seviyede rezilleşirmi???sen aydınlıkçısın fark etmez beyazı kızılı hepsi aynı kapıya çıkar yakında faşizmide savunursun sen özgürlük ve devrim düşmanısın sana ne seçimden bari anarşist olabilsen utanmaz adam bu yazdıklarını unutma istersen şimdiden sarıgülün ülkücü kılıçtaroğlu ile ırkçı linçi MHP nin seçim kampanyasına katıl sana madalya verirler bu yazın ve gaza gelip verdiğin örnek ve yorumlar ile karşı devrimciliğini ıspatladın devam et ha bütün efendiler artı zileli bizim için fark etmez
Arkadaşlar, Özgürlükçü’ye (sadece bana karşı olanlar olmak üzere) küfür ve hakarette ayrıcalık tanımayı öneriyorum. Malum ya, her köyün bir delisi vardır. Üstelik küfür ederken bile o kadar sevimli ki, kızamıyorum bile 🙂
“Köyün delisiyle” meczubu arasında fark var Gün. Deliler sevimli, meczuplar zavallı ve tehlikelidir.
gün. staph.
Sayın Zileli, faşist diktatörlüğü geriletmek adına, onlardan farkı olmayan (iktidar gücü hariç) partileri(chp-mhp) seçimlerde destekleyin diyorsunuz..Büyük bir yanılgı içindesiniz.Bunun için bize almanya yı örnek gösteremezsiniz.TC ile benzerligi yok, seçimler dahi olsa.
Türkiyede bir ezilen ulus gerçegi var.Yaşanan kirli savastan etkilenen karşıdevrim saflarında kenetlenen türk ve kürt lerden oluşan bir blok var.Önerilmesi gereken; kürdüstan da bdp saflarına, türkiyede ise hdp saflarınadır.Hdp ye oy vermeyecek olan arkadaşların boykot tavrı daha dogru olacaktır.
Öbür türlüsü kitlelerin umuduyla oynamaktır.
Diktatörlügü geriletmenin yolu, benzer maymunları desteklemek degildir.Cevabı sokaktır.
gerçekten cok “olgun”sunuz. sizin için dert değil, yarın bir gün de “pişmanım tüh keşke tatava yapsaydım” diye bir yazı daha döşersiniz olur biter. “özgürlükçü”ye selam benden! yazdıklarında küfür müfür göremedim. yazarken “noktalama işareti” v.s. gibi kurallara uymamak delilik olarak addediliyorsa, delilik kolaymış meğer! son yorumcuya ve size hitaben söyleyeyim, delilik ve meczubluk eş derecede tehlikelidir sizler için. yanına bile yaklaşamazsınız. “zavallılık”sa delilikle birlikte telaffuz bile edilemez. bir deliyle, meczubla beraber olmadığınız belli, olduysanız da ondan hiç bir şey öğrenememişsiniz demek ki. özgürlükçü hepinizden daha samimi (tekrar selam olsun kardeşim sana! eline sağlık!)
“tatavayapmabasgeç”çiler sizi… tayyibin dilinin kurbanları sizi… basın geçin hadi!
Kendimi en yakın hissettiğim düşünce 2000 yılından beri anarşist-komünizm.
Buna karşın, reşitliği AKP iktidarı altında geçmiş bir İstanbul seçmeni olarak hep oy kullandım. Bugüne dek sandıkla olan münasebetimi bir sorguladım da, benim için faydalı bir egzersiz oldu. Tablo şu:
2002 Genel Seçim: DEHAP (Barajı geçemedi)
2004 Yerel Seçim: DEHAP (Seçilemedi)
2007 Genel Seçim: DTP destekli bağımsız. Ufuk Uras seçildi.
2009 Yerel Seçim: İlgilenmedim.
2010 Referandum: Boykot ettim.
2011 Genel Seçim: BDP destekli bağımsız. Sebahat Tuncel seçildi.
2014 Yerel Seçim: CHP’yi düşünüyorum.
ek not: 2013’te Gezi Parkı’na Topçu Kışlası için referandum tartışması sırasında referandum yapılmasına karşıydım.
Özetle neredeyse her seçimde hem protest oy olarak hem yarı sempati ile de olsa sonuçta Kürt siyasetinin çizgisini desteklemişim. Oyumun boşa gittiği durumlarda bir pişmanlık hissetmedim. Bağımsızların seçildiği durumlarda da performansları benim için normal ve vasat idi. Çok da takip etmedim ama yine pişman olmadım. Referandumda boykot ile hayır arasında çok debelendikten sonra boykotta karar kılmıştım, hafif de olsa sonradan pişman oldum.
Genel olarak taktiksel, sinik ve rasyonel şekilde bu elimdeki karar verebilme kırıntısını değerlendirmeye çalıştım.
Bu seçimlerde ise Kürt siyasetinin çizgisini ilk defa terk edip kuruşumu vermeyeceğim Sarıgül’e basgeç’meyi en mantıklı buluyorum. Sırrı seçilebilecek olsa ona verirdim. Bu tercihimi belirleyen bugüne kadar beni Kürt çizgisine oy vermeye yönelten yaklaşım neyse aynı yaklaşımdır.
Detaylarına girmiyorum çünkü Sırrı, Sarıgül veya boykot yönündeki argümanlar zaten yeterince belli. Şunu biliyorum ki 30 Mart akşamı televizyonu açtığımda Topbaş’ı ikinci sırada görürsem bir kutlama küfürü sallayıp tek bir bira açıcam o kadar. Sarıgül’ün Kılıçdaroğlu’nun zafer turları filan başlamadan kapatıcam tv ekranı.
Ertesi gün de anarşizm adına mücadele adına bildiğimi okumaya devam edicem.
Benim HDP’ye oy verenle de boykot edenle de bir sorunum olmayacak. Hiçbir yoldaşa bundan sonraki X yıldaki belaların faturasını çıkarmaya çalışmayacağım, bu AKP de olsa CHP+bişeyler de olsa darbe de olsa. Bu güçleri başa getiren onmilyonlarca kafası rahat kitle varken o kitlenin kenarında kılı kırk yararak taktiksel veya ahlaki olanı bulmaya uğraşan birkaç yüzbin devrimciye kıyasıya eleştiriye girişmeyeceğim. Herkesten de bunu bekliyorum, saygılar.
anlamadım?
Tabii ki gizlice AKP’yi desteklemek de değildir.
Ertuğrul Kürkçü bu yazıdan alıntı yapıp tweet attı .. http://www.bianet.org/bianet/siyaset/154289-yeni-bir-yetmez-ama-evet-vakasi-tatava-yapma-sarigul-e-bas-gec
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/asaf-guven-aksel/bosverin-tatavacilari-89786
Anarko-kemalist Kürt milliyetçisi Zileli’den yine ibretlik saptamalar…
Yahu bu eski-yeni aydınlıkçı kadroların mikro-makro farketmez iktidar saplantılı kariyerist karakterleri hiç değişmez mi arkadaş?
En iyisi bunu bir yazıyla cevaplandırmam olur sanırım.
Sayin Gun asagidaki sizden alintidir.
16 Şubat 1936 seçimlerinde, komünistlerin, sosyal demokratların ve burjuva cumhuriyetçilerin içinde yer aldığı halk cephesiyle faşist güçler (Gil Robles) kafa kafaya geldiler. Anarşistler kesinlikle sandık oyununa katılmaktan yana değillerdi ve haklı olarak Halk Cephesi’nin devrimin önünde bir baraj oluşturduğunu düşünüyorlardı.
ispanyadaki halk cephesi turkiyedeki CHP,MHP,IP,den mi olusuyor. Fasist guclerde AKP mi? Anliyamadim.
Secimlerde halk cephesi dediginiz partiler gelirse o cephede bulunana irkci, eli kanli fasist MHP neler yapacagini biliyormusun? Birakin devrimcileri katletmeyi, kurdleri, LBGTQ hareketlerini yasaklamiyacakmi. DHKP-C yi MLKP yi bogmiyacakmi? Savas karsiti vicani redleri yok etmeyecekmi? Yasal komunist partileri ve dernekleri kapatmiyacakmi.Jitem gibi paramiliter yapiyi kumayacakmi? Catli gibilere gorev vermeyecekmi?
Bunlara nasil kefil oluyorsun. Naziler iktidara gelmek icin komunterncilerle isbirligi yapip hitleri iktidar tasidilar. Sonra fasistlerin neler yaptigini biliyorsun.
CHP yuz yilik tek irk uzerinde iktidar olup azinlik dediklerini surgunler, kiyimlar, soykiyimlar yapmadimi. 12 mart ve 12 eylulde CHPli pasalar neler yaptilar , bu kadarmi unutkanlik basladi. 1978 de CHP liler kismi sikiyonetimi getirmedilermi? 77 de konturgerillayi yok saymadilarmi?
Gecen gun MLKP li bir kisi rojava ya gitmis ve oradik gordukleri anlatmis okudunmu?
http://etha.com.tr/Haber/2014/03/20/dunya/burada-bir-devrim-yapiliyor/ MLKP li kadin devrimcinin yazisi
gün hocam şu soruyu kendine sordun mu hiç? türkiye’de neden bir tane bile anarşist senin görüşlerine itibar etmiyor? bunu kendine dert edindin mi hiç? anarşistler arasında bir tane bile destekçin, dostun yok. anarşistlerin bin bir bedel ödeyerek verdikleri mücadeleye chp kuyrukçuluğu yaparak en büyük zararı verdiğinin farkında mısın?
ADAMI DELI ETMEYINN!!!
anarşistler arasında sayım mı yaptın 🙂
aslında bir miktar sokak dili samimi arkadaş ortamı diliydi küfür kastı yok ama zileli anla işte o seviyede insanı delirtip cinnet seviyesinde yanlış sana yakışmayan yazı ve tutumdan sonra zilelinin benim için özgürlük ve devrim düşmanlarından farkı olabilirmi????ilk çatışma anlaşmazlık kavga ikliminde bizi linç edip kesecek olan sistemin militarist partilerine kendini değil(oy veremiyormuş muhterem)utanmadan devrimci gençleri ikna etmeye soyunduğunu utanmadan rezilce bu sitede yazabilmen beni çıldırttı paçandan özgürleşmen için çeken taraftan biri olarak aydınlık ip perinçek tarafının çektiği paçan kazandı sistemin efendilerin hizmetine girdin karşı devrimci oldun temiz bir dayağıda hak ettin senin yaşında olmasamda yakınım yakışır utanmadan eski hastalığın nüksetti dayanamadın sistemin hizmetine girdin şu anda benim gözümde milliyetçi şöven chp den MHP den hiç bir farkın yok iyisi sen chp-mhp-ip ile akp nin farkını biraz daha iyi çalış biraz bokchin oku halk ihtilalleri tarihi 3 cilt toplumsal ekolojik kömünalizim son çıkan kitabı tam bir manifesto seviyesinde olduğu için senin taş kafan anlamaya basmaz ama yinede oku
Teshis: Zileli’nin akli dengesi hala yerinde.
dersimller için öneriniz nedir peki sayın zileli? 🙂 dersim, memleketteki eşi benzeri olmayan bir örnektir. oradaki güdük akp mevcudiyetini saymazsak yarış chp, bdp ve bağımsız sol aday arasında geçecek.
Dersimliler en doğru kararı verecektir diye düşünüyorum.
Diyelim ki İstanbul’da AKP seçimi CHP’ye yalnızca 50 bin oy fark atarak kazandı ve İP + TKP oylarının toplamı 80 bin. Bu durumda İstanbul’un AKP’ye kaptırılmasının sorumlusu İP, TKP değil, CHP olur. CHP’nin bu partilere herhangi bir çağrı yaptığını, durumu tartıştığını, işbirliği önerdiğini vb. duydunuz mu? Örneğin İP, CHP’ye ittifak önerdi ama kabul görmedi. Bu durumda küçük oy oranlarına bile ihtiyaç duyan parti CHP’dir ama böyle bir taktik izlemedi.
evet, CHP bugünden sorumludur. Sadece dediğiniz partilere çağrı yapmadığı için değil, HDP ile de görüşme yapmadığı için. Evet ama bu, diğer partilerin sorumluluğunu ortadan kaldırır mı? Marifet, karşındaki seni hiçe saysa bile o anda örgütün çıkarına değil, halkın çıkarına olanı yapabilme yeteneği gösterebilmektir.
“Görevliler, görevini yapmaz
Politikacılar, konuşur ama hiçbir şey söylemezler
Seçmenler oy kullanır, ama seçmezler
Okullar cahillik öğretir
Yargıçlar, kurbanları cezalandırır
Ordular, kendi vatandaşlarıyla savaşır
Polisler, suç işlemekten, suçla savaşmaya zaman bulamazlar
Devlet, bir nutuk fabrikasıdır”…
Eduardo Galeano
not: bence bu yazınız hiç olmamış
eh ne yapalım her yazı olacak diye bir şey yok.
1933 almanya seçimlerindeki oy oranlarını yanlış vermişsiniz, doğrusu bu şekilde:
nsdap: 17.277.180
spd: 7.181.629
kpd: 4.848.058
zentrum: 4.424.900
dnvp: 3.136.760
bvp: 1.073.552
http://en.wikipedia.org/wiki/German_federal_election,_March_1933
Ben Shirer’in Nazi İmparatorluğu kitabından almıoştım. Ama sizin verdiğiniz rakamlarla da durum pek değişmiyor. Nazilere karşı ortak oy kullanılsaydı farklı bir durum doğabilirdi.
kitabın orijinalinde de bu şekilde anlatılıyor. sanırım çevirisinde bir yanlışlık olmuş. seçimden sonra nsdap, dnvp ile koalisyon kuruyor. dnvp o dönemin ulusal muhafazakar partisi. aslında nsdap’ın doğal müttefiki. seçim sonrası koalisyonu da bunu gösteriyor. bu şekilde bakınca da nsdap+dnvp oyları 20 milyona ulaşıyor ki ittifak bir işe yaramıyor.
http://en.wikipedia.org/wiki/German_National_People%27s_Party
Ama şunu hesaba katmıyorsun: Eğer KP ile SD yöneticileri inadım inat kör murat diye örgüt çıkarlarının peşinde koşmayıp nazilere karşı ittifak sağlasaydılar, kp’li işçilerle Sd’li işçilerin el ele vermesi müthiş bir toplumsal potansiyel ve moral yaratır ve nazileri geriletirdi. Mesele sırf oy hesaplarıyla çözülemez. O günün sorunu anti-nazi cepheydi. Ne yazık ki bu yapılamadı ve nazilerin ekmeğine yağ sürüldü.
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/144-mehmet-bedri-gueltekin/36508-mehmet-bedri-gultekin-cikis-yolu.html
Seçim sürecinin bir kazanımı: Gün Zileli’nin artık kimseyi “aşamacılıkla” suçlamaya yüzü olmayacak.
yok yahu o kadar acele etme bence. Ben aşamacılığı şu bakımdan eleştiririm: Sınıf işbirliği ve devrimin bir kenara atılması açısından. Yoksa hayatta aşama diye bir şey var elbette.
Zileli’nin teorik kaynağı: http://www.turksolu.com.tr/pdf/435.pdf
* Almanya’da SPD+KP oylarının NAZI oylarını geçtiği seçim 1933 Mart değil bir önceki 1932 Kasım seçimi gözüküyor.
https://en.wikipedia.org/wiki/German_federal_election,_November_1932
* Bu arada G.Z. sanırım iyi takip etmemiş CHP HDP ile görüştü, anlaşamadılar. Kılıçdaroğlu “HDP bize zarar verirdi” diyor bu görüşme için HDP de bununla uyumlu şekilde “Bizden desteklememizi ama destek verdiğimizi gizlememiz istendi” diyor. Pazarlık, yanılmıyorsam popüler aday olan Sırrı’nın çekilmesi karşılığı Sarıgül’e yardımcı başkanlık ve başta Beyoğlu olmak üzere birkaç hatırı sayılır ilçede CHP’nin HDP lehine çekilmesiydi.
CHP-HDP oylarına bakıp bunların toplamının AKP’yi geçtiği düşünülerek yapılan akıl yürütmelerinde ıskalamamak gereken şey CHP’nin zaten bir ittifakı var. Tercihini HDP değil merkez sağdan MHP alanına doğru uzanan bir yelpazede yaptı. Hem bu oyları hem HDP oylarını bir arada alamazdı, tercihini sağdan yana yaptı. HDP’den ancak “gizli destek” talep etmesi de bunu gösteriyor. Benzer bir dinamik TKP veya IP ittifakında da geçerli olabilir.
CHP olabilecek maksimum oya dayalı pragmatizm ile yaklaştı bu seçimlere. Tepeden kurabileceği ittifakların en genişini kurdu zaten, İstanbul’da merkez sağ tipinde bir aday, Ankara’da ülkücü aday, Fatih’te dinci aday ile giriyor. Açılımını daha çok oy alacağını hesap ettiği sağa yönelik yaptı, aynı anda HDP’ye yaklaşamazdı. Ayrıca, ufuktaki potansiyel iktidar seçeneği de MHP ile koalisyona dayalı olmak zorunda. Bunun da tercihte etkisi olmuştur.
bunlar sistem içi pazarlıklardır ve bence iğrençtir. Öte yandan CHP’nin böyle davranması benim için hiçbir şekilde sürpriz değildir. oy almayı merkeze koymuş bütün “kitle” partileri bu tür bir oportünizmi sergiler. Devrimin hayati çıkarları söz konusu olduğunda, bunları bile bile desteği verebilmektir önemli olan. Ama söz konusu partilerin hepsi düzenci olduğundan asla bu özveri ve yürekliliği gösteremezler.
http://www.demokratikhaklarfederasyonu.org/haberler/dersim-de-binler-ddhd-mitinginde-bulustu.html
https://www.youtube.com/watch?v=S5a3h-J0hIM
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/54283/Kitleler_ve_Diktatorler.html
“Halkın kendi kendini yönetmesinin koşulları
Yerel yönetimlerde yöneticilerin kazançları şeffaf olacak. Yerel yönetimler, mümkün olan en küçük birimlerden başlayarak, halk komiteleri örgütlenmesine dayandırılacak.
Yerel yöneticiler, yasalar uygun olsun veya olmasın, seçmen çoğunluğunca seçim beklenmeksizin geri çağrılabilecek. Belediyenin ve halk komitelerinin organize edeceği oylamalar sonucu geri çağrılan kimse görevini bırakacak.
Halkın acil ve gündelik ihtiyaçlarının yerinde, en yakın ve kolay erişim noktasından karşılanması sağlanacak. Büyükşehir belediyesi yetkileri ilçe belediyeleriyle paylaşılacak, muhtarlıkların hareket alanı genişletilecek.
Halkın örgütlü biçimde yerel yönetimin parçası olması sağlanacak, her türlü yerel yönetim tasarrufu, halkın bilgisine sunulacak.”
Tamamı: http://haber.sol.org.tr/soldakiler/izmire-en-cok-sosyalizm-yakisir-haberi-90013
https://fbcdn-sphotos-f-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn2/t1.0-9/1609907_662575607113157_209411607_n.jpg
stalinist Cehape zihniyeti 🙂
http://www.youtube.com/watch?v=ma7hwzQ2Qcw
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/oylari-bolmek-90055
#tatavayapma Defne’de TKP’ye basgeç.
http://www.sendika.org/2014/03/yetmez-ama-evetciligin-guncel-bicimi-yeter-ki-melih-gitsin-ozay-goztepe/
http://www.yurtgazetesi.com.tr/kaset-cikmadi-zaman-tatava-zamani-makale,7599.html
TKP çekilmiş Defne’de, DSP’yi destekliyormuş. #tatavayapmabasgeç DSP’ye.
Hayır, DSP’nin adayı çekildi.
Haberin doğrusu: http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/defnede-dsp-adayi-sevra-baklaci-lehine-cekildi-haberi-90029
ne biçim iş yahu. Bana twittirden tam tersini yazmışlardı. Sağol düzelttiğin için.
“Savaşa Hayır” ile “Diktatörcük’e Hayır” ın aynı anlama geldiği son Dış işleri toplantı tape’si ile apaçık ortaya çıktı…
Demek istediğimiz buydu….
Bu tape ile
30 Mart oylamasında “RTE’ye Hayır” demek üzere yapılan katılım önerisi, bilinen bir seçim tiyatrosuna figüranlık yapmaya davet olmadığının da kanıtı oldu…
“Analar ağlamasın” diyen çok “insancıl” bir adam, Suriye çöllerinde öldürteceği Türk ve Kürt 20’lik çocukların “anası” olmayanlardan seçecektir…
Bu adam “özel” bir adam… “Özel” davranılmalıdır…
Ellerinize sağlık… Hepsine katılıyorum yazınızın.
Bir de şu var; Basgeç diyenlerin büyük çoğunluğu, bir daha seçim olsa CHP’ye vermeyecek insanlardan oluşuyor. Bunun farkında değil birileri. Yani oyunu CHP’ye veren, potansiyel HDP, ÖDP, TKP seçmeni dolu. Bundan dolayı iddialarını koruma inadına düşüyorlar; (iddiamız olmazsa arkamızda duran olmaz kafası). Ama seçmen buna bakmayacaktır, dahası bu tutumları gelecek oylarına bile etki edebilir, hele de yakın bir farkla kaybederse CHP. Affetmeyebilirler.
Şöyle bir nokta var; HDP’ye, TKP’ye, ÖDP’ye oy vermem hiçbir şeyi değiştirmeyecek şu an (kısa vade). Çünkü verdiğim oy onu yönetime ortak etmeyecek. Ama öte yandan vermediğim ve en kuvvetli ikinci adaya verdiğim oy gelecekte, AKP oyları eriyince edecek! Çünkü benim asıl oy atmak istediğim parti onlar. AKP kuvvetli kaldığı takdirde gelecekte de oy alamayacaklar. Bu seçimi zaten kazanamayacaklar, biliyorlar. Ama aynı şeyi bir dahaki seçimlerde de yaşamak istiyorsalar (oylar bölünmesin’i) devam etsinler.
Boykot etmek ve basgeç dememek, vicdani mastürbasyondur. Politik doğruculuğun lüzumu yok…
Daha bir ton şey yazılabilir. HDP’nin niye bu tutumu takındığıyla ilgili, tırnak içinde küçük partilerin tutumuyla ilgili ama yorum kısmı daha uzun olmasın artık…
Tekrar elinize sağlık.
bu yanlış bilgiymiş. Defne’de TKP adayına oy veriliyor.
Bu politik dogruculuk ve vicdani masturbasyon laflarini bu aksam ve mesela cumhurbaskanligi seciminde MHPli adaya basip gectiginizde size tek tek yedirmek isterdim Kaan efendi. Ama ne siz tutumunuza devam edip bunlara cevap verirdiniz, ne de bu secim tutumu AKPye oy vermeme disinda pek bir onemi var. Bu sebeple bundan sonraki yasaminizda bu kadar buyuk laflari soylemeden once tatava yapanlari iki dakika dinlemenizi diliyorum, o kadar…
Yusuf, Kaan arkadaşa neden o kadar sinirlendiğini anlayamadım. Senden ilk kez bu kadar şiddetli laflar duyuyorum.
Abi bir politik tutumu savunurken yalnizca onun dogrulugu degil, o dogrulugun onemi de verilerden biridir. Eger sitenizde hala AKPye oy vermek gerek diyen birileri olsaydi siddetle saldirmak gerekirdi. Cunku, tabi bana gore, AKPye oy vermeme politik sinir. O tarafta ya da bu tarafta olmanin siniri. Peter Pan’in tebesirle cizdigi cizgi yani.
Bundan bir adim sonraki politik davranislari bu cizgi belirliyor. Yani merhum Dogan Tarkan Yetmez Ama Evet kampanyasindan sonra Basbakanin tesekkurune sert bir laf edemezdi ornegin. Bir sonraki adimda eski politik tutum onu boyle davranmaya itti. Eger Dogan o gun, bu is bitti, bir burjuva hukumetten gelen tesekkuru bir yerlerine sokmasini iyi biliriz, deseydi Yetmez Ama Evet kampanyasi DSIP icin baska turlu sonlanabilirdi. Cunku bunun bir hukumet destegi olmadigini, bir politik manevra oldugunu gostermis olurdu. Yanlis da olsa bir politik manevra. Ama buralarda boyle peri masallari gerceklesmez.
Bu olayda ise bir asimetri var. Basgec’ciler bunun o politik sinir oldugunu dusunurken, biz Basgec’ci olmayanlar orada bir politik sinir gormuyoruz. Yani siz CHPye atilmayan oy yarim AKP oyudur derken, biz CHPye atilan oylar da ise yarayacak diye seviniyoruz. Bu noktada artik secim ertesi analizler kaliyor geriye. En azindan bizim icin. Dolayisiyla secim ertesi bu isi abartip, siniri gecip hesap sorma anina donusurse karsi tarafin reaksiyonu da hesap edilmeli diye dusunuyorum. Cunku bu hic de masturbasyon olmayan reel bir tutumu, politik dogruculukla ilgisi olmadigini iddia eden bir tutumu yargilamak demek.
Iste o hesap edilmesi gereken reaksiyon bu. Sinir burasi. Mikail sizin konformizm sozunuze takildiginda bunu dert edinmedim. Ama secim ertesi hesaplasma geliyor. Ve burada Ulusalcilarin reaksiyonu cok onemli. Tatavayapma sozunun kendisi bile bu gelecek reaksiyonun sertligini gosteriyor. Kurtlerin acilarini simdi tatava olarak goren anlayis, 31 Mart gunu bunu hainlikle ozdeslestirecek. Su an yarim AKP oyu diyenler, siz degil, bunu da soyleyen ulusalcilar, 31 Mart gunu bunu Kurtleri ve militan solu ezmek icin kullanacaklar. Durum bu…
Hoş güzel de, bence aklı başında bir şeyler yazmış ve ilk kez tanıştığımız (üstelik anonim diye değil açıkça kendi imzasını atarak yazmış) Kaan arkadaşa neden bu kadar öfkelendiğini anlayamadım, onu sormuştum.
böyle bi yazıyı sizin yazmanız daha yerinde olmaz mıydı?
bir anarşist düzen içinde nasıl konumlanacağını düşünmez onu nasıl yıkabileceğinin araçlarını icad etmeyi düşünür.
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/gunduz_vassaf/siyasi_partilerin_sonu-1183925
eğer siteye şöyle bir göz atarsan ben bundan çok daha radikal yazılar yazdım parlamenter sistemle ya da temsil demokrasiyle ilişkili olarak azadi. Bugünkü tutumum, oya inanmaktan değil, inanmamaktan kaynaklanmaktadır. Oyla bir şeyin değişmeyeceğine inandığım için adaylara da partilere de inanmam. Bu nedenledir ki, inanmadığım oy sistemi yoluyla diktatörün tekerine bir çomak sokmaktır niyetim. Bu gelinen noktada genel doğruları tekrarlayarak somut duruma ilişkin bir şey söylememek ancak tuzu kuruların tutumu olabilir. sevgilerimle.
Abi simdi Basgeccilik hakkinda oyle ilkeler milkeler hikayesiyle ya da altini doldurmadan “basgeccilik politik yavsakliktir” ya da “Basgecciler tecavuzcudur” seklinde sozler soyleseydim, siz bir tepki vermek zorunda hissetmez miydiniz? Bizim tutum zihinsel masturbasyon degildir. Sacma sapan bir soz. Oyle oldugu iddia ediliyorsa, alti doldurulup tartisilabilir. Aksi halde hem boyle bir soz soyleyip, hem de karsi tarafin sakin kalmasini beklemek politik bir asiri kendine guven olur. O durumda da o kendine guveni tersine cevirmemiz gerekir.
Kaan arkadas kusuruma bakmasin. Belki de ona denk geldi. Ama altini doldurursa secimlerin de aciklanmasiyla daha rahat tartisabiliriz. Ya da o kendine guvenli baskalarini asagilayan davranisini devam ettirebilir. Ama hic tavsiye etmem…
kimseye tavsiye etmem böyle sözler söylemeyi ki, ben Kaan’da da eleştirinin ötesinde bir itham görmedim. Yarın barikatlarda bir arada olacağız.
Geç oldu ama düşüncemi yazayım, belki biraz kafa açar…
Basgeç yapanlar “yavşak” veya “tecavüzcü” demedim ki öyle karşılık vermeniz gereksin. Ben politik doğruculuktur ve vicdani masturbasyondur derken bir tespit yapma uğraşındaydım. Bu ifade sert gelmiş olabilir, sert gelişi samimiyetindendir; ve özünde yine politik doğruculuk yapmama isteğimdendir. Ne düşündüğümü net söylemek istedim; evirip çevirip bahaneler bulup ‘ama basgeç de iyidir ya’ dememek içindi. Kelime anlamıyla hareket olarak algılamadığınızda netliğini göreceksiniz.
Bunu daha da yumuşak ifade edecek sözcükleri bulsam da olay yine de buydu benim için. Kazanamayacak ata oynamanın ve boykot etmenin faydası yoktu çünkü bu seçim üzerinde. Algı değişimi yaratacak oy alacak başka bir oluşum da yoktu çünkü. Bu durumda basgeç demenin toplum genelinde algılandığının dışındaki tanımsal anlamıyla egomuzla alakalı olduğunu düşündüyorum. Biliyorum, çünkü o ego, o kirli oyuna alet olmama isteği bende de var ama boykot ve kazanamayacak ata oynama elimizi çamura bulamaktan korkmaktan öteye gitmeyecekti.
Basgeç seçim hileleleri olmamasa Ankara’yı getirmişti bize, hatta İstanbul’u da belki… Çok pis olaylar gördük, bizzat yaşadık. Bekliyorduk ama bu kadar aleniyetle ilk kez gözümüzün önünde oldu. Bakanlar çevikle sandık sayırdı, 12 sandıktan başkent adayı 0 oy aldı! Anadolu’da neler oluyor kim bilir? Doğu’da olanları da işittik. Benim sandığımda eksik yazıldı oylar falan filan.
Bu iki şehir gitseydi emin olun AKP bölünürdü. Bölünmedi şimdilik…
Bizim hatamız, demokratik bir şekilde onları bölme çabamızda, kolluk güçleriyle sadece iyi niyetimizle savaşabileceğimiz yönünde umutlu olmamız oldu. Barikatlarda beraber oluruz muhakkak, tek yolumuz bu kaldı çünkü.
“30 Mart Yerel Seçimlerinin Anarşistlere Ettiğine Bakın Hele!”
Aşağıda eleştirilen yazının yine aynı başlık altında olmasında hiç sakınca yok! (Nisan 30, 2014 itaatsizdergi’den alındı.)
***
“… Anarşistler ve anarşizm açısından seçim kabul edilir bir şey değildir…. egoizm (bireycilik değil. Bunun ayırdında olunması önemlidir!) anarşizm için olmazsa olmaz prensiplerdendir. Bu prensip kişinin erkini bir başkasına devretmemesini önerir ve kişinin kendine ait olan bu erkiyle birey olduğunu savlar… Anarşizmin temsil, seçimler, seçmen olmak gibi kavramlara ve bu kavramların vücut buldukları hallere yakın durmamaları ve reddetmeleri … ardında başka felsefi duruşlar ve daha derin bir kozmoloji yatar… Yapılan şey bir yaşam alanını faşistlere ve iktidara ve muktedirlere karşı savunmak değil bizzat sistemin meşruiyeti için en önemli saiklerden biri olan seçimleri kabul edilebilir kılmaktır. Bunun ötesinde reel politik içinde kendini ve kim olduğunu unutmaktır.”
“Kişi erkini” ortadan kaldırmaya, kişilerin ve grupların siyasi, dinsel, kişisel inanç ve iradelerini yozlaştırmaya, boyun eğdirmeye ait sistemli bir baskı, kuşatma uygulamakta olan bir “yoğunlaşmış” iktidara “hayır” denilmesini savunmamak, hangi “dinsel” bir anarşist felsefeye aittir? Bu “seçim” gerçekte siyasal bir seçim değildi; en temel insani, bireysel hakların elimizden alınma sürecine karşı “hayır” demesini bilmekti; hepsi bu. Siyasal, toplumsal mücadelelerde somut durumun somut analizi yapılarak, bu analizin “kitaba-temel ilkelere” uygunluğu gözden geçirilerek karar verilmelidir; karar, “kitap, ilkelere” uymuyorsa en fazlasından “karar” yeniden gözden geçirilir! “Karar” değişmiyorsa o “kitabın, ilkelerin” canı cehenneme! Asl’olan hayattır! Zaten Dinsel kitaplarda ve geleneklerdeki sorun da bu değil mi?
“Buna ek olarak Türkiye özelinde CHP ve MHP için çalışmak tamamen batağa batmaktır. İktidar olana karşı elde gelen her türlü aracı kullanarak ahlak ve siyasal tutarlılık dahi gözetmeden ne idüğü belirsiz ittifaklar içerisinden yer almak Anarşistlerin ya da anti-otoriterlerin yapacağı şey değildir… Bu duruşun ardında yıllarca PDA, Aydınlık, TİİKP ve TİP gibi Doğu Perinçek gibi bir faşistle simgeleşmiş, Türkiye solunun tarihinde her zaman şaibeli bir şekilde yer almış olan örgütten gelip, on yıldır Anarşizm satan; bir süre önce Ergenekon davalarındaki tavrıyla ve bugün özellikle seçimlere dair ittifak politikası anlayışıyla halen aynı kişi olduğunu ispatlayan Gün Zileli adıyla yazmakta olan şahsın etkisinin olması kuvvetle muhtemeldir.”
Bir yazıda görüşleri “beğenilmeyen” kişiye ait değerlendirmelerde sanırım en berbat şey “karşıtının” savunduğu, yazdığı meseleleri çarpıtmadır. Belki kasıtlı da değildir; dikkatli okunmamış, izlenmemiş, yanlış algılanmış da olabilir. Ama bunun önemi yoktur… Yazı yazılmıştır ve anlatılanlar üzerinden eleştiri hakkı doğmuştur.
Yakından izledim; tüm yazıları, yorumları okudum. Gün Zileli seçimlere dair hiç bir ittifak önerisinde bulunmamıştır. Temel öneri ve tavır “AKP Diktatörlüğüne oy verme; orada en güçlü adaya oy ver!” Zaman zaman da “oy ver, AKP’ye verme” şeklinde özetlenebilir. Kişisel, grupsal her hangi bir “angajman” yoktur. Okuduğum kadarıyla GZ Anarşizm’i 10 değil, 20 yıldan daha uzun süredir “satıyor!” (Anarşizm Bir Devrim Çağrısıdır -Mine Ege ve Hasan Baku ile birlikte- 1995, Kaos) Bu bilinçli “eksiklikleri”, eleştirilene ait konudan bağımsız, bir “suç üretme” mantığının “Stalinist yapılarla” ilgisi yokmuş; yine bir şekilde bir “düşünce iktidarı” arayanların da yöntemi olabilirmiş demek ki!
“Kim olursa olsun AKP’ye ders verelim gibi iktidar eden güçler arasında konum belirleme ve bir çeşit iktidar oyununa ortak olma önerisi bir politik taktik olabilir ama anarşizmle ve anarşizmin politik konumlanmasıyla alakalı olamaz….”
Yanlış anlamalar üzerinden hükümlere devam ediliyor. “AKP’ye ders verelim” değildi amaç. RTE Diktatörüne ders verelim! Bu farklılığı anlayamamış yazar, yoksa bu ülkede yaşamıyor mu? “iktidar oyununa ortak olmanın” konuyla ilgisi yok. “Oy ver” çağrısı aksine iktidarın gücünü eksiltme, parçalamayı öneriyordu… Anarşistler iktidara, hem de çok güçlü bir iktidara karşı değil mi?
“… Şahsen Gün Zileli’yi hiçbir zaman Anarşizm içerisinden telakki etmemiş olsam da ona dair bir Anarşist diyen insanlara artık yeter demek durumundayım. Bu vaka bana birinci dünya savaşı sonrası İtalyan anarşistlerinin önemli figürlerinin Faşist Parti’ye katılmaları sürecini hatırlatmaktadır.” Din’den çıktın sen! Demek anarşistler arasında da “Papa’lık” iradesi kullanılabiliyor.
“…”Paralel devlet”le iktidar arasında zuhur eden bu savaş sadece paralel devlet eliyle yürümedi. Bu mücadele henüz açığa çıkmadan aylar önce özellikle The Economist, The Wall Street Jurnal, New York Times vasıtasıyla özellikle Türkiye hükümetine yönelik yazılan politik analiz yazıları ve Türkiye ekonomisine dair yazılan yazılar, yalan ve manipülasyon silahının kullanılmaya başlandığının işaretini veriyordu. Rüsvet ve yolsuzluk operasyonu adı altında yapılan soruşturmanın Türkiye’nin ABD’nin başını çektiği İran’a ambargoyu kırdığı alandaki zinciri kırmaya yönelikti.(abç) ….Öyle ya da böyle AKP iktidarının uluslararası bazı güçler tarafından pek hazzedilen bir hükümet olmadığı aşikar ve fakat halen iktidarda ve arkasındaki seçimler dolayısıyla görülen halk desteği bu iktidarın daha uzun bir süre devam edeceğinin de işareti aslında. Bunun yanında AKP gibi reel politiğe hakim olacak ve ona alternatif olacak bir başka siyasal parti de görülmüyor.”
“Kişi öyle noktalardan reel politiğe angaje olabilir ki politik muhalefet dediği CHP’ye “seçimi nasıl alabilirsin?” önerileri dahi yapacak aşamaya gelebilir. Fakat süreç onu AKP’ye karşı yapılmış olan operasyonun adaletsizliğine itiraz etmeden (abç) AKP’yi destekleyen biri noktasına taşır. Yazılarında “hepimiz” kelimesiyle Devletin varlığını ve iktidarın meşruiyetini haklı kılan bir dil kullanma noktasına varır….”
Şu iki ifade yazara bu yazıyı yazdıran tüm motivasyonunu açıklıyor. “Türkiye hükümetine yönelik …yalan ve manipülasyon silahının kullanılmaya başlandığı…” ve “AKP’ye karşı yapılmış olan operasyonun adaletsizliğine…”
Ne yazık! İnsan üzülüyor; bu yazarın neden Star gazetesinde bir köşesi yok diye!
AKP ile RTE arasındaki ayrımı göremeyenin, uluslararası sermayenin en azından RTE’yi kontrol etmek istediğini bilmeyenin elbette “Oy ver, Diktatöre verme” sloganını anlaması da beklenemezdi; daha da kötüsü, doğrusu acıklısı, AKP-RTE hakkında şu iki ifadeyi yazabilen bir zihniyetin tam da o kadar ağır laflar ettiği Doğu Perinçek ile kendini aynı pozisyona getirdiğini bile görememesi.
O. Gürsel
Belli ki AKP trolleri artık anarşist kılığına da giriyor. Yazıyı buldum ve onunla birlikte senin bu yorumunu da siteye koydum Gürsel, izninle.