Terörden Kaçınmak İçin Dört Tarz-ı Siyaset!

Öncelikle kavramlar konusunda netleşmemiz gerekiyor. Şiddet kavramıyla terör kavramı aşağı yukarı aynı anlama gelmekle birlikte bugün terör kavramının kazandığı anlam, bildiğimiz şiddetten bir hayli farklılaşmıştır.

Şiddet, insanlık var olduğundan beri insanın hemcinslerine, diğer cinslere ve doğaya karşı uyguladığı zorun adıdır. Oysa terör sözcüğünün esasen yaklaşık son otuz yılda kazandığı anlam çok farklıdır. Temel farklılık nerededir? Bence temel farklılık, şiddetin hedef aldığı insanlar, bulundukları konum veya yer itibariyle şiddetin hedefi olduklarını ya da olacaklarını bildikleri halde, terörün hedef aldığı insanların, terörün hedefi olduklarını ya da olacaklarını bilmemeleri, hatta çoğunlukla akıllarının köşesinden bile geçirmemeleridir. Bir gece kulübünde nişanlısıyla veya sevgilisiyle dans ederek yeni yıla girmek isteyen bir insan nereden bilebilir ki, o gece terörün hedefi olup hayata beklenmedik bir şekilde veda edeceğini? Bir uçak kazasından bile daha ansızın ve beklenmedik bir ölümdür bu. Uçağa binen bir insan bile ölümü şöyle bir geçirir kafasından. Savaşta, savaş uçaklarının saldırdığı bölgede kalan insanlar, tamamen masum ve savaşın dışında oldukları halde ölümle karşı karşıya olduklarını bilirler ama savaş bölgesinden uzaktaki insanlar bombardımana uğrayacaklarını ve öldürüleceklerini düşünmüzler bile. Oysa terörde, sokağa adımını atan herkes, istisnasız bir bombayla havaya uçmak ya da silahla taranmak ihtimaliyle karşı karşıyadır. Bu da terörün bugün aldığı korkunç boyutu gösterir.

Yaklaşık otuz yıl dedim ama belki biraz daha geriye uzatılabilir bu süre. Fakat terörün bu kadar etkili olması ve hepimizin hayatlarını doğrudan tehdit etmesi, bundan on iki yıl önce ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlamıştır. ABD, bizzat kendi silahlı gücüyle Ortadoğu’nun statükosunu bozmuş, ordular yıkmış, ordular kurmuş ve böylece toprağın altında uyumakta olan “cin”i toprağın üstüne çıkarmıştır. “İntihar bombası” eylemleri bundan sonra yaygınlık kazanmıştır. Çarşıda, pazarda neredeyse her gün meydana gelen patlamalarda günde 50 ilâ 100 arasında insan ölmesi giderek gazetelerin en arka sayfalarında yer bulacak kadar sıradan bir olaya dönüşmüştür. Ta ki, terör Batı’nın Paris gibi başkentlerinde kendini gösterinceye kadar.

Terör amaçsız değildir. Tam tersine terör amaca kitlenmektir. Nedir amaç? Görünürdeki amaçlar farklı, hatta tam zıtmış gibi olabilir. Fakat hepsinde ortak bir nokta vardır. Terör, egemen sistem tarafından yer altına iteklenen davaların (bu kimi zaman ezilen Müslüman kitlenin radikal İslam davası olabilir, kimi zaman ezilen bir milliyetin ulusal davası) itildikleri yer altında canavarlaşarak yeryüzüne çıkmalarıdır. Elbette yeryüzündeki devletlerin istihbarat örgütleri bu canavarları o anda işlerine gelen hedefler için gayet ustaca yönlendirirler de. Bu canavarlar fiillerini devletler arasındaki karşıtlıklardan yararlanarak sürdürürler biraz da.

Her terör olayından sonra devlet adamlarının ya da politik şahsiyetlerin vb. verdikleri demeçlere baktıkça, bu üzüntülü günlerde gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Terörü milletin birlik ve dayanışmasıyla yenecekmişiz! Aslında bu, teröre çoktan yenik düşüldüğünün itirafı bence. Terör önünde sonunda yenilecekmiş! Bu da olmayacak duaya amin demek! Neden? Çünkü terör denen şey, zaten yenilgiden doğuyor, bunu görmüyorlar mı? Adam yenilmiş ve yeraltına itilmiş, sürekli ötelenmiş, başka bir mücadele yolu bırakılmamış önünde, eh bir de buna hem İslami hem de ulusal bağnazlığın, terörü yeneceğini her gün tekrarlayan devletler tarafından bizzat körüklenmesini, devlet arasındaki çelişkiler nedeniyle beslenmelerini de eklerseniz terörün kaçınılmazlığı ortaya çıkar ve “terörü yeneceğiz” sloganları terörü azdırmaktan başka bir işe yaramaz. Ne zaman, nerede vuracağı en “becerikli” istihbarat örgütleri tarafından bile tespit edilemeyen terörü polisiye tedbirlerle yeneceğini zanneden biri ya salaktır ya da milleti salak yerine koymaktadır. Veya güvenlik uzmanıdır!

Terör, ne istihbaratla ne de silah gücüyle yenilebilir. Aslında “yenmek”, “yenilmek” kavramlarını da bir kenara bırakmak gerekir. Ezen-ezilen ilişkisi devam ettiği sürece terör de var olmaya devam edecektir. Fakat terörden kaçınmak mümkündür. Nasıl mı?

Aslında “barış süreci” döneminde bunun mümkün olduğu görülmüştür. Türkiye’de bazı istisnai olayların dışında yaklaşık 4 yıl boyunca pek terör olayı olmamış ve artık her gün ekranlardan izlediğimiz cenazeler kalkmamıştır. Bu örnek, terörden kaçınılabildiğinin yakın tarihimizdeki somut örneğidir.

Öte yandan, komşu Irak’da radikal İslamcı örgütlerin terörü bütün şiddetiyle devam ederken, o sırada Türkiye henüz elini Suriye ve Irak gibi Ortadoğu ülkelerine uzatmadığı için İslami radikalizmin teröründen de uzak durulabilmiştir.

Peki sonra ne oldu?

Sonra Türkiye iki koldan savaşa girdi. Yani hem içerde PKK’ye karşı, hem de dışarıda Suriye’ye karşı savaşı başlattı. PKK’ye karşı savaşın başlatılmasının tarihi 20 Temmuz Suruç patlamasıdır. Son derece ironiktir ki, bu bomba, MİT’in desteğindeki IŞID tarafından patlatılmış ve ardından PKK’nin de katkısıyla PKK’ye karşı savaş başlatılmıştır. Elbette bunun öncesi de vardır. Türkiye, 2011’den itibaren gözünü Suriye topraklarına dikmiş ve Suriye’nin içindeki iç savaşı körüklemiş, o oranda da İslamcı terör örgütlerini silah bakımından beslemiş ve kapılarını, en tehlikelileri olan IŞID da dahil olmak üzere ardına kadar terör örgütlerine açmış, onların geri üs bölgesi olmuştur. Türkiye, içerde PKK’ye açtığı savaşla ve İslamcı terör örgütlerine üs sağlamakla da kalmamış, yakın zamanda Suriye topraklarında bazı terör örgütlerini de önüne katarak fiilen askeri harekâta girişmiştir. İçeride ve dışarıda girişilen bu iki savaşın bumerang gibi terörle geri dönmesi hiç de şaşırtıcı değildir.

Dolayısıyla, Türkiye eğer terörden kaçınmak istiyorsa (“terörü yenme” palavrası değil anlatmak istediğim) yapacağı şeyler çok açık:

Birincisi, PKK’ye karşı savaşa son verilmeli ve 2010’lu yılların ilk yarısındaki barış sürecine yeniden dönülmelidir;

İkincisi, Türkiye Suriye’den bütün askerlerini ve ÖSO gibi terör örgütlerinin arkasındaki desteğini çekmeli, kendi sınırlarının ötesindeki tüm askeri ve beşinci kol faaliyetini durdurmalıdır;

Üçüncüsü, Türkiye basın özgürlüğü alanındaki tüm uygulamalarına son vermeli ve tüm gazetecilerin özgürlüğe kavuşmasını sağlamalıdır (Bu arada, hükümetin yanlış politikalarını papağan gibi tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan bütün güvenlik uzmanlarının işine de son vermelidir.);

Dördüncüsü, Türkiye, radikal İslamcı örgütlerin fideliği olan İslamcı propagandanın devlet ve resmi eğitim yoluyla körüklenmesine son vermeli, eğitimi seküler bir yönelişle yeniden yapılandırmalıdır.

Terörden sakınmayı sağlayacak olan, bu dört tarz-ı siyasettir.

Gün Zileli
2 Ocak 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

One comment

  1. Güzel yazı aferin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir