Dün Foti Benlisoy’un bir yazısını yayınladım. Merak eden arkadaşlar Duyuru bölümüne bakıp yazıyı okuyabilirler. Yazı, 31 Mayıs Gezi anmaları gösterilerinin ardından yazılmıştı ve sokak hareketinin bugünkü yönelimini Mao’nun askeri taktiklerinden örnekler vererek eleştiriyordu. Demir Küçükaydın da Gezi Hareketinin bugünkü durumunu konu alan yazısında Foti Benlisoy’a esasen katılıyordu.
Mao ve Lin Biao (her ne kadar sonradan “düşman ajanı” ilan edilmişse de) gerçekten çağın büyük askeri stratejistleriydi. Bu askeri taktiklerden sosyal mücadele alanında da öğrenilecek çok şey olduğu açıktır. En azından mücadelenin mantığı açısından. Ancak, yüksek düzeyde disiplinli, düzenli ordularla ya da gerilla birlikleriyle sürdürülen savaşlardaki taktiklerle toplumsal mücadelelerdeki veya sokak hareketlerindeki yönelimleri bire bir eşleştirmek çok büyük hatalara yol açabilir.
Hele bugünkü sokak mücadelelerinin merkezi disipline ya da emir komuta ilişkilerine asla uyum sağlamayacak kendiliğinden ve çoğul yapılarını, bu yapıların geçmişteki örgütlülüklere dayanan eski sokak hareketlerinden temelden büyük farklarını kavramadan yapılacak tahliller bizi kesinlikle yanlış sonuçlara götürecektir.
Geçmişteki sokak hareketlerinin büyük çoğunluğu, hatta daha parçalı olan 68 hareketleri bile bir ya da (genellikle güçbirliği yapmış) birkaç örgütün yönlendirmesiyle yürütülürdü. Yani bu hareketlerde ileri gitme-geri çekilme taktiklerini uygulamayı mümkün kılacak belli bir disiplin kurmak mümkündü. Bugünkü sokak hareketlerinde ise (Gezi’de açık bir şekilde görüldüğü gibi) böyle bir disiplin kurmak mümkün değildir. Bu iyi bir şey midir, yoksa kritik anlarda olumsuz sonuçlar mı verir, bu ayrı bir tartışma konusudur ama olgu budur. Bugünkü sokak hareketleri merkezi bir disiplinden yoksundur, ne kadar uğraşırsanız uğraşın böyle bir disipline de gelmezler. Çünkü bugünkü sokak hareketleri şu ya da bu örgütün disiplinine tabi değildir. Belirleyici olan, bireyler ya da en fazlası bireylerin oluşturduğu küçük gruplardır. Bu bireylerin ve küçük grupların genelde ortak ideallere ve hedeflere sahip oldukları söylenebilir, hatta kendiliğinden ve sosyal medya aracılığıyla oluşturdukları görünmeyen bir ağları da vardır ama bunun ötesinde ortak bir disiplinleri yoktur ve böyle bir disipline asla gelmezler.
Bu durumun bazı dezavantajları olduğu gibi, egemen güçleri ve polisi çılgına çeviren çok önemli avantajları da vardır. Aniden toplanır ve aniden dağılırlar. Üstelik nerede toplanıp nerede dağılacakları hiçbir şekilde belli değildir. Hatta son ana kadar nerede ne yapacakları da belli değildir. İşte polisin belli merkezlere aşırı güç yığması, sivil polis güruhlarını başıboş bir şekilde ortalığa salması buradan kaynaklanır. Çünkü kimin nerede, ne zaman, nasıl ortaya çıkacağı, nereden bir flama sarkıtacağı, hangi köşe başında gözükeceği, nereden geleceği, nasıl ortadan kaybolacağı hiçbir şekilde belli değildir. Dolayısıyla Taksim Dayanışması gibi örgütlerin varlığı ve çağrıları bile sadece sembolik bir anlama sahiptir. Taksim Dayanışması da hiçbir şeyi yönlendirecek durumda değildir.
Bu kendiliğindenci hareket, savaş taktiklerinden vb. hiçbir şey anlamaz. Böyle merkezi bir beyni yoktur. Ancak bir ruhu vardır ve sayısız beyne sahiptir. Zaten ele avuca gelmemesi ve polisi sürekli taciz etmesi de buradan kaynaklanır. Bu hareket böyle taktiklerden anlamadığı için, evet kendini çok fena yıpratır, çok sayıda katılanının polisin eline düşmesine neden olur ama aynı ölçüde polis güçlerini de yıpratır ve yorar. Dolayısıyla anlaşılması gereken, bugünkü sokak hareketinin yeni bir şey olduğudur. Bu harekete bilinçli akıl vericilerin verebileceği çok fazla bir akıl yoktur aslında. Bu akıl vericilere kendimi de katıyorum. Bence bizim gibiler açısından yapılması gereken, akıl vermeye kalkışmaktansa yeni hareketin ruhunu ve ele avuca gelmezliğini kavramaya çalışmaktır.
Bu sokak hareketini fetişleştirmek ve eleştirilmez kılmak istemiyorum elbette. Eleştiri yapılabilir, daha az yıpratıcı taktikler önerilebilir ama bu mücadele tarzının moral bozucu olduğunu düşünmek hatalıdır. Polise düşen tek tek gençlerin morali bozulabilir gördükleri baskıdan dolayı. Ya da onlara üzülen bizlerin morali de bozulabilir. Ama 31 Mayıs eyleminde görüldüğü gibi, sokağa çıkanlar o kadar yıprandığı halde bu, hareketin genelinde bir moral bozulmasına ya da yılgınlığına yol açmamıştır. Tersine. Ülkenin her yanında sokağa çıkılması ve polisin ağır saldırılarına rağmen direnilmiş olması moralleri yükseltmiş, diktatörlüğün hiçbir şekilde yanıtsız kalmayacağı gösterilmiştir. Yarın yine bir hareketlenme olsun, yine çok sayıda insan sokağa çıkacaktır. Bu, hareketin bastırılamazlık momentidir ve diktatörleri çılgına çeviren, daha fazla polis daha fazla polis sevkiyatı yapmalarına da yol açan budur.
Bununla birlikte, sokak hareketinin bir anma günleri programına tabi olması çok kötü olur. Bunun düzeltilmesi gerekir. Daha doğrusu, belli günlerin dışında, bu büyük potansiyel kendini verimli toplumsal faaliyetlere yönlendirmelidir. Bu faaliyetin ne olduğu ise, özellikle Soma’dan beri net bir şekilde ortaya çıkmıştır: O en çok sömürülenlerin mekânları, işçi şantiyeleri, işçi barınakları, tarım işçisi çadırları, madenci evleri, varoş evleri, HES’lerin saldırısı altındaki köyler, işyerleri, fabrikalar, tarlalar…
Bu sonuncu nokta sanırım ayrı bir yazıyla ayrıntılandırılmayı bekliyor.
Gün Zileli
3 Haziran 2014
Aman kimse bu direnişi örgütlemesin!
Bırakalım böyle merkezsiz, lidersiz ve otonom kalsın!
Solun klasik hastalıklarını bu özgür harekete bulaştırmayalım. Biz onlara katılalım, onlar bize değil…
Bu hareket henüz tüm yönlerini göremediğimiz bir zihin ve davranış devrimi yarattı. Bunun degerini on yıl sonra daha iyi anlayacağız. Köhne sol lafların kendine bile bir hayrı yoktur. Gezi’den öğreneceğimiz çok şey var.
Yazının son kısmı emekçilerle ilgili “Dilek ve temenniler” olmuş. Bununla ilgili olarak köylülerin biz hayalci sol militanlarla dalga geçmek icin söyledikleri ironik sözü yazayım: “Fabrikalar tarlalar, dılo dılo yaylalar!”
brezilya’yı da iyi takip etmeli. benzer dinamiklerimiz var şu anda…
Mahir Cayan Dr Hikmet Kivilcimliyi hastanede ziyarete gitmis. Hasta odasinin caminda bir sinek surekli camdan disari cikmak icin ugrasiyor ve surekli cam saldiriyor. Cam bu kolay kolay kirilmayacak bir sekilde saglam . surekli cama saldiriyor ve carpip sersemliyor. Camin ust kismi acik. Sinek orayi farketmiyor. Dr Hikmet bu durumu mahire gosteriyor ve bir benzetme yapiyor………………….
Ariyi, sinek olarak yazdim. ozur
abi, daha önce yazdığınız bir yazıda “her şeyi göze almış 20-30 kişilik öncü grupların ani saldırısının polisi şaşırtacağını ve geri çekilmesini sağlayacağını ve öncüler geri çekilirken atılan kapsüllere hedef olmamak için, sırtlarını dönmeden geri geri çekilmesi gerektiğini” söylemiştiniz. 31 mayıs’ta aynı pratik eylemin havai fişeklerle uygulandığını gördüm.
Çok iyi olmuş. Bir başka önerim de sivil polis güruhuyla ilgili olacak. Yakın ve birbirine güvenen arkadaşlar beşer-onar kişilik gruplar oluştursunlar. Gösteriler sırasında birbirlerinden mümkün olduğunca ayrılmasınlar. Bir sivil polisin birini yakalamış götürdüğünü gördüklerinde üstüne çullansınlar. Bunun sivil polis güruhunu bir hayli yıldıracağını düşünüyorum. Tek tek koyun gibi yakalanmanın alemi yok.
Bence Foti’nin dediğini kulak arkası etmemek lazım. “Hareket söz dinlemez bu nedenle laf anlatmak anlamsız” düşüncesi mantıklı değil. Evet tek bir merkezden idare edilmiyor hareket (çok şükür) ama herkes de nüfuzu yettiğince, dinleyeni olduğunca lafını anlatıyor, anlatacak. Bu şekilde fikirler öneriler taktikler yayılıyor ve eylemler hayata geçiyor. Merkezsizlik ile şuursuzluğu karıştırmayalım. Bu nedenle herkes sanki tüm hareket kendisini dinleyecekmiş gibi doğru bildiğini konuşmalıdır.
Hareket 15 Haziran 2013’ten sonra yavaş yavaş düşüşe geçti. Eylül’de bir canlanış bekleniyordu (“Eylül’de Gel”) bu çok kısmi şekilde yaşandı. Düşüş devam etti. Aralık sonrası tape’ler ile tekrar kıpırdanma yaşandı ancak yine Eylül seviyesinde. Düşüş devam etti. Berkin’in cenazesinde gerçek gücünü tekrar ortaya koydu ancak bunun vicdani bir haykırış olduğunu, ileri bir hamle olmadığını hatırlayalım. Hrant’ın cenazesi de o dönem rekor kalabalıktaydı (500 bin kadar?). Berkin’in cenazesi sonrası o kitle Taksim’e gitmek istese Gezi v.2 yaşanırdı, kitle istemedi. Bu korku değil, tatmin olmamış bir siyasi arayışın sonucu. (Taksim’e çıksak ne olcak ki?”)
İşyerlerine vurgu yapan arkadaşlar önemli bir noktaya işaret ediyor ve haklı. Bu yönde kıpırdanmalar da var (Greif, Kazova, Soma ciddi olarak vb.) Ancak Gezi’den bu tip bir “esas mücadele”ye geçiş arasında uzun bir boşluk var kat edilmesi gereken (uçurum demiyorum hadi..). Bu iki günde veya bir senede bile olmaz. Büyük bir tetikleyen (kriz gibi) olursa olabilir ancak yeterli hazırlığı yapmış olmazsak ki şu anda çok çok eksiğimiz var o fırsatı da harcarız.
Dolayısıyla “saf sokak hareketi” ile özlediğimiz “işyerlerindeki devrimci ekonomik eylem” arasındaki boşluğu dolduracak, köprü kuracak şeylere ihtiyacımız olan bir dönemdeyiz. İşyerlerinde güçlü bir hareket inşaa edene kadar momentumu korumak için devlet şiddetinden görece korunaklı (tamamen de liberal zırvalıklar seviyesine inmeden) pratikler bulup uygulamak anlamlı olacak. 31 Mayıs’ta gözler Taksim’deyken Levent’teki Soma binası, Haydarpaşa garı korumasız yakalandı ve güzel eylemler oldu. Fakat toplasan 200 kişi etmez bu pratiğe dahil olanlar. Kitlesel bir canlılık getirecek birşeyler bulmamız gerekiyor gibi gözüküyor. Avantajımız şu ki düşüş olsa da ikna ve konsensus yok. Kimse “AKP o kadar da kötü değil” diye düşünmüyor. Hakikaten sonuç alıcı olacağını hissettiren bir eylem, bir patlama olduğunda o milyonlar harekete geçecek.
Gün Abi hem senin hem de Benlisoy un yazılarında katıldığım yerler var. Şu gözden kaçmamalı: Bu katillerin öldürmek için saldırdığını, öldürdüğünü, değilse sakat bıraktıklarını biliyoruz. Küçük gruplarla başetmek, eğer farklı farklı eylem bölgelerinde çok sayıda değillerse, polis için çok kolay. Hatta 20 30 kişilik, tomalı, gazlı polisler bile binlerce kişiyi sayısız gaz ve su ile dağıtabiliyor. Üstelik gerçek mermi de kullanmaya başladılar. Biz Eskişehir de kolay bir şekilde dağıtıldık. Dolayısıyla hem hücum hem de savunma teçhizatı ve taktiği düşünüldüğünde, kitlelerin hiçbir fiziki gücü yok. Sakatlanan ve hayatını kaybedenleri gördük. Katiller cnn muhabirini bile rahatlıkla göz altına alıp, gazetecileri döverken ve güç dengesi ortadayken, bence armut gibi ellerine düşmemek lazım. Kitlesel bir örgütlenme mutlaka olmalı, üzerine kafa yormak lazım ancak yazının sonunda belirttiğin gibi başka başka yerlere yönelmek, zekice davranıp, hayatlarımızı tehlikeye atmayacak modeller geliştirmek lazım bence. Gezi nin anması başka türlü olabilirdi bana kalırsa, hatta hiç çıkılmamalıydı.25000 polis orada mal gibi beklese iyi olmaz mıydı? Bence sosyal medyada örgütlenip, kimse işe gitmemeli, ohal i bizatihi halk yaratmalı, yeryüzü sofralarına benzer, süpermarketleri, bankaları ve avmleri çökertecek, eylem biçimleri üzerinde tartışılmalıdır. İlla elde havaifişek, sapan, molotof olması gerekmiyor. Sevgiler,
Tabi Okmeydanı, Tuzluçayır ve doğudaki gibi militanların olduğu ve kendilerini savunmak zorunda kaldıkları durumlar ayrı. Ayrıca onlar deneyimliler ve gereğini yapıyorlar.
31 Mayis’in moral yükselttigini düsünmüyorum, Cogunluk, polis siddeti ve sindirme politikalarindan dolayi daha cok icine kapanir, caresiz oldugunu hisseder bir durumda. Eylemlere katilim miktarinin düsme trendinin de arkasinda bu var. Bir sekilde secimlerin fazla önemsenip, daha sonra diktatöre darbe indirelememesi de asiri moral düsüsününde etkili oldu. 1 Mayis sonrasinda biraz toparlanma olsa da, cogunluk caresizlige kapilmis durumda.
Kisacasi sokak eylemleri iyidir, mücadelenin sürecinin sürdürülmesini saglar ve devletin yönetme kabiliyetini zayiflatir, ama eger bir zafere ulasmak istiyorsak, asil son paragrafta girizgahini yaptiginiz kisimdan geciyor. Onun da yolu isci santiyelerini gezip propaganda yapmaktan degil, kendi oldugun santiyede baskaldirmaktir bana göre. Yoksa Dogan Demir’in son cümlesindeki gibi, disaridan gelen kisinin söylediklerini bir iscinin kaale almasi ve mücadele etmesi cok zordur. Basina bir sikinti geldiginde isini kaybedecek olan kendisi sonucta, Ama böyle bir öneri kendi isci arkadasindan geldiginde tepkisi farkli olacaktir.
Kim hangi isyerinde, fabrikada, santiyede okulda vb ortamda ise, ezenlerle mücadele yöntemlerini düsünmeli ve yine bulundugu ortamda, kendisi gibi diger ezilenlerle bir araya gelmelidir. Ortak paydada bulusmadigi sürece insanlarin ortak bir örgütlenme icine girmesi cok zordur, Bugün yasadigimiz örgütlenme sorununun da temelinde bu var.
Bu yöntemin Soma’nin ardindan ITÜ’deki eylemin kazanimlarina bakildiginda, kapitalistlere ve devlete karsi mücadelede dogru yöntem oldugunu düsünüyorum
evet diktatörlüğün yanıtsız kalmayacağı gösterildi,bütün türkiye de sokağa çıkışlar önemliydi ama bu kitle örgütlenmeden,siyasileştirilmeden ve sokağa uygun geliştirilecek taktiklerle savaşılmadan asla akp alaşağı edilemez.bu tarz örgütsüz,hazırlıksız eylemlere karşı akp açıkçası artık önlemlerini alıyor ve çok basit bir şekilde dağıtıyor,buda bence bir moral bozukluğu ve yenilgi görüntüsü oluşturuyor.bu tarz başsızlık çağrıları yerine bu kitleyi örgütleyip,sokak ayaklanmalarına uygun hale getirmek ve sokak ayaklanmalarını başlatmak devrimcilerin görevidir
Evet, önerilere devam tabii ki. Mesela benim küçük bir önerim var: Sokak hareketlerine birbirine bağlı küçük arkadaş grupları oluşturarak çıkalım bundan böyle. Öyle anlaşılıyor ki, bu sivil polis güruhunu karşılamanın yolu bu. Sivil polisler bir kişinin üstüne mi çullandı. Biz de on kişiyle onun üstüne çullanalım. Bu onları geriletecek ve insanlara cesaret verecektir. Kurbanlık koyun rolü oynamaya gerek yok yahu.
Çok doğru, katılıyorum. Yani bir çeşit gerilla taktiğine geçmek lazım. Benim küçük arkadaş gruplarına ne dersin.
Buna katılığyorum elbette. Örgütlenmek şart. Ama bu örgütlenmeyi salonlarda platformlar oluşturmaktan çok doğrudan eyleme ilişkin örgütlenmeler olarak anlamak gerekir bence. 68’in DÖB örgütlenmesi iyi bir örnektir örneğin. Bundan böyle sokağa herkes kendi içinde örgütlenmiş küçük gruplar halinde çıkmalı.
KITLE GÖSTERILERINDE GUVENLIK EKIPLERI
doksanlarda başarı ile uygulanan ıkıbınlerde unutulan gezı ısyanı ıle bırlıkte yenıden (kendılıgınden) uygulanmaya baslayan (1 ve 31 mayıs eylemlerınde yasandı) guvenlık ekıplerı uygulaması yenıden organıze edılmelı. bu tur bır yaklasım polıs saldırısını yavaslatacagı ıcın halkın gerı cekılıp yenıden saldırmasına olanak tanır göz altı sayısını lınclerı durdurur kıtleye moral verır.
örnegın eylemlerden once gruplar arasında hıc gorusme olmasa dahı her grup eylemın olacagı alana savunma metaryellerını yerlestırmelı saldırı anında öne cıkmalı spontane bır sekılde kıtleyı korumalıdır. atıyorum beser kısılık boyle on mınık grup olsa zaten korkak olan polıs ıyıce gerı adım atar.
şu anda başta lice ve kanireş (karlıova)-varto(gimgim) olmak üzere, kürdistanda direniş ve yoğun çatışmalar var…yer yer gerçek mermilerle yapılan polis asker saldırılarına karşı, molotoflu, havai fişekli bu direnişe daha fazla dikkatleri çekmemiz gerekiyor…sosyal medyanın bile yeterince kullanılamadığı açık… bunda kürt siyasal güçlerinin de bir ekskliği mi yol açıyor…yoksa koordinasyonsuzluk mu söz konusu, bilemiyorum ama sonucun da istenir durumda olmadığı da bir gerçek…
ne yapılabilir, fikri olanlar belirtebilir mi?
bir bebek doğduğunda hemen yürümez hatta hemen emekleyemez de.bir süre sonra emekler 1-1,5 yaşına doğru da önce bir yerlere tutunarak ayağa kalkar,tutunarak yürür ve sonra tutunmadan yalpalayarak düşe kalka yürümeyi öğrenir.küçük dımlardan başlayın ve bir süre sonra azar azar büyütün ve belli bir aşamada geriye dönüp baktığınızda o küçük adımlar kumbaradaki para gibi birikmiş olarak görünecektir. başarızılık ancak böyle minimize edilir.
İki arkadaş cinayetle suçlanmaktadır. Savcı onlara şu öneri de bulunur: Biri itirafta bulunur ve fakat diğeri itiraf etmeze, itiraf eden hemen salıverilecek, diğeri ise 20 yıla mahkum edilecektir. Hiç biri itirafta bulunmazsa her ikisi de bir iki ay içinde serbest kalacaklardır. Buna karşılık ikisi de itiraf ederlerse, her biri 15 yıl hüküm giyecektir. Birbirleriyle görüşmeleri yasaklanmış olduğu için diğer tutuklunun itiraf edip etmediğini bilememektedirler. Bu durumda itiraf etmek, itiraf edenin yararına olmakla beraber, her ikisi birden yalnız kendi yararını düşünüp itirafta bulunurlarsa 15 yılı yiyeceklerdir.
Gezi eylemlikleri bir daha olursa Fasist MHP yi cagirip yada birlikte eylem yapacakmiyiz.?
http://www.milliyet.com.tr/gaziosmanpasa-yine-karisti-gundem-1892619/
Gaziosmanpaşa yine karıştı
Gaziosmanpaşa Maydanı’nda geçtiğimiz gün Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyeleri ile ülkücüler arasında yaşanan gerginliğin ardından taraflar bir kez daha karşı karşıya geldi.
0Sitene Ekle
Gaziosmanpaşa yine karıştı
Gaziosmanpaşa’da pazar günü yaşanan ve bir kişinin silahla vurulduğu olayların ardından bugün tekrar stant açmak isteyen BDP’liler ile meydanda toplanan grup arasında gerginlik çıktı. Karşı karşıya gelen gruplara polis müdahale etti.
BDP İstanbul İl Eşbaşkanları Arife Çınar ile Emrullah Bingül’ün de aralarında bulunduğu grup Gaziosmanpaşa Meydanı’nda toplandı. BDP’nin başlattığı “Öcalan’a özgürlük” kampanyası kapsamında tekrar stant açmak isteyen grup basın açıklaması yaptı.
Basın açıklaması yapılırken meydanda toplanan yaklaşık 50 kişilik grup, BDP’lilere tepki gösterdi. İki grup arasındaki gerginliğe polis müdahale etti. Ara sokaklarda birbirlerine taş atan gruplara polis, plastik mermi ile müdahale etti. Polisin müdahalesiyle gruplar dağıldı.
Gezi hareketi bugün, bitti mi bitmedi mi türü analiz yazılarına konu oluyorsa, bunun nedeni bir yıl önce mücadeleye katılanlara çıkış yolunu gösterememiş olmamızdır.
Çıktık, parkı koruduk, parkları koruduk, forumlar düzenledik, yine sokağa çıktık, diktatör heveslisi despota ve yanındaki yalakalara korku saldık, o işin kolay olmadığını gösterdik. Ama zaten bunu bekleyen bizleri sollayan mücadeleye yeni atılmış insanlara bu işin nasıl yürümesi gerektiğini anlatamadık.
Bu ruh hali düşmesi çok daha önce, seçimler sathı mahaline girildiği an başlamıştı zaten. İşyerlerinde gösterilere gelen insanlar açıkça seçime yönelmişlerdi. 15 Haziran’dan sonra forumlarda dahi ittifaklar konuşuluyordu. Çünkü insanların kafalarının arkasında, “Bu böyle inmiyor yav” düşüncesi dolanıyordu. Daha ortada 17 Aralık felan da yoktu. 21 Eylül gibi bir tarihte dahi “Ya şimdi?” sorusu net bir şekilde ortaya çıkmıştı. Blogda yazdığımız için tam tarih söyleyebiliyorum. 17 Aralık hafif bir itki oldu ama adamların ayakta kalması hareketi yedi bitirdi. Çünkü yine “What next?” sorusu cevapsız kaldı.
Şu anda yine aynı soru var: Hala var olan sokak hareketi diri olduğumuzu gösteriyor. Eyvallah. İyi de, AKP’yi nasıl indireceğiz?
Sokak gösterileri bu güçle, yani limiti Gezi olan gücüyle AKP’yi deviremedi. AKP’yi parçalayamadı bile. Dolayısıyla ya bundan daha güçlü bir sokak gösterileri kurgumuz olacak ya da sokak gösterilerinin tek başına yetersiz olduğunu kabul edeceğiz. Bunun başka yolu yok.
İlk yolu doğru olarak kabul edenlerde, sokak gösterilerini güçlendirmek için en küçük bir öneri yok. Çünkü böyle kendiliğinden bir başka patlamayı nasıl tetikleyeceklerini bilmiyorlar. Ve tabi saf sokak eylemlerinin olası sonuçlarını da görmezden geliyorlar: Ukrayna’daki gibi sağlam -ya da hadi cesurca diyelim -başlayıp en “sokakçı” tayfa olan faşistlerin direk kontrolüne de girebilir. Sizin kimliğinizin illa sokağı belirleyeceği gibi bir durum yoktur. Çünkü ortak politik düşünce alanında sokak yüzen bir momenttir. Grevler gibi değildir mesela. Şimdi Althusser eleştirisi felan muhabbetine girmeyeyim.
Tek başına yetersiz olduğunu düşünenlerse fazla etkili değiller, çünkü alternatif olarak işyerlerinde örgütlenme diyorlar. Bu fikir o kadar hızlı yayılabilecek bir fikir değil. İnsanlardan on yıllardır süren efendi-köle “diyalektiği”nin en yoz hallerini bilinçleriyle yenmelerini istiyoruz çünkü. Yalnızca kriz anlarında yüzlerine bakılıyor, söyledikleri yayılıyor. Ama en küçük bir “kendini oyalama” olasılığı canlanınca herkes yüzünü bir anda buradan geri çeviriyor.
Mülayim’in formülünü biraz değiştirmek gerekiyor sanırım. Bana kalırsa, işyerlerinden kaynaklanacak çalışan sınıf hareketi (salt ekonomik olamaz bu arada) inşa edilene kadar asıl yol, daha önce olması gereken gibi olmalı: Doğrudan Eylem. Bütün gücümüzü direk sorunları gösteren ve onları çözmeye çalışan bu türden eylemlere vermeliyiz. Promethean Ray İTÜ eylemini anımsatırken çok iyi bir şey yaptı. Bu doğrudan eylemin en güzel uygulanışlarından biri.
Doğrudan Eylem denen hadiseyi de doğru anlamak lazım. Millet molotof atmak, bankomat kırmak sanıyor çünkü:
“Doğrudan eylemi, senin kontrol edebileceğin herhangi bir araç, taktik veya strateji olarak düşünebilirsin. Bunun anlamı, kullanılan taktiklerin doğrudan senin problemine çare olmasıdır. Dümdüzdür, basittir ve ona güvenebilirsin. Onun başarısı ya da yenilgisi düşüncenin ne kadar iyi olduğuna, onu ne kadar güçlü uyguladığına, problemine ne kadar uygun olduğuna bağlıdır.
Senin problemini düzelteceklerine söz veren birilerine oy vermek doğrudan eylem değildir. Grev, iş yavaşlatma, işyeri işgali doğrudan eylemdir. Senin durumuna sempati ve destek toplamak için medyaya duyurmaya çalıştığın sembolik eylemler doğrudan eylem değildir. Proteston için hangi taktiği kullandığın önemsizdir. Ama grev çadırında başka bir sendika, başka bir işyeri, başka bir milletten bir iş arkadaşınla direnmek doğrudan eylemdir.”
Bu geçiş döneminde hem sokak hareketini diri tutacak hem de gelecek olana hazırlanmamızı sağlayacak eylem türü bana kalırsa bu tür eylemler. Sembolik eylemler, olabildiğince doğrudan eylemlerin taçlanmış hali olmalı. Greve çıkan işçilerin Taksim’deki yürüyüşü gibi. İTÜ gibi. Momentumu korumakla uğraşmamak gerek bana kalırsa. O toplum denen kaosun Lorenz’in terimiyle garip çekicilerinden, garip iticilerinden güç çekmeliyiz. O noktaları hedef almalıyız.
Dolayısıyla Gün Zileli’nin ve diğer arkadaşların önerilerini doğrudan eylemlerle iç içe geçmiş sokak gösterilerinin kendini koruma önlemi olarak kabul etmek gerektiğini düşünüyorum.
Kürtlerle savaş simülasyonu
GönderBir süre önce Genelkurmay bünyesinde çalışması yapılan bir ‘savaş simülasyonu‘ndan söz ediliyor. ..Simülasyona göre Çözüm Süreci’nin çökmesiyle birlikte çatışmalar yeniden başlıyor.
Yeniden başlayan çatışmalar Hakkari-Şırnak-Van üçgeninde yoğunlaşıyor. Türk ordusu bu üçgeni karadan ve havadan kuşatıyor.
Kara kuvvetleri geniş kapsamlı operasyonlar başlatıyor. Hava kuvvetleri de Yüksekova –Şemdinli- Silopi kırsalından başlayarak bölgedeki köy, kasaba ve kentleri bombalıyor!
Simülasyon geleneksel ‘isyan‘ senaryosuna göre kurgulanıyor. Bu yüzden uygulama da ‘geleneksel‘ oluyor; isyan kitlesel katliam, tutuklama ve sürgünle bastırılıyor.
Gizli yapılan simülasyonda savaşın bilançosu 10 bin ölü, binlerce yaralı, on binlerce tutsak, bombalanmış köyler, kasabalar, kentler ve 650 -700 bin arası sürgün olarak hesaplanıyor.
Simülasyon uygulaması Kürdistan’la sınırlı da kalmıyor; Türkiye’nin tamamını kapsıyor.
Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış Kürtlerin bastırılmasını öngören senaryo kapsamında batıda da yoğun ve yaygın devlet terörü uygulanıyor.
Yeniden başlayan savaş yüzden siyasi otorite kenara çekiliyor. Kenardaki generallerse sahneye çıkıyor. Ülkede sıkıyönetim ilan ediliyor ve ordu bütün ipleri ele geçiriyor.
Değişik stratejilerin ele alındığı ve birçok senaryonun uygulandığı bu simülasyon ordu yüksek komuta kademesinin önünde sahneleniyor.
Sonrasında hazırlanan raporların ve yapılan planlamaların da Genelkurmay tarafından onaylandığı söyleniyor. Bu da planlama aşamasından hazırlık aşamasına geçildiği anlamına geliyor!
Duyduklarım doğru mu , değil mi bilemiyorum ama bunu düşünmek bile insanın tüylerini ürpertiyor.
Gerçi hem Suriye ve Ukrayna meselesi hem içerdeki ağır rejimi krizi; yani iç ve dış konjöktür yeni bir savaşa yol verecek gibi görünmüyor ama, insan bu simülasyon da neyin nesidir diye sormadan da edemiyor.
Dolayısıyla medyanın, siyasetin ve sivil toplumun olayın üzerine gitmesi, hükümetten tatmin edici bir açıklama istemesi gerekiyor.
Ayrıca Kürt hareketinin de bu çalışmadan haberdar olduğu düşünüyorum. Aldığım duyum bu yönde ama, henüz doğrulatamadım. Kandil‘e sordum; yakında oradan bir cevap geleceğini tahmin ediyorum.
Öte yandan bir yılı aşkın bir süredir devam eden Çözüm Süreci’nin sonuçsuz kalması halinde savaşın yeniden başlayacağı zaten biliniyordu. Sürecin çökmesinin savaşa yol açacağı bilindiği için de simülasyon çalışması sürpriz görünmüyor.
Ancak doğru ya da değil bu haberin çıkması bile sürecin bıçak sırtında ilerlediğini ve her an her şeyin olabileceğini gösteriyor.
Dolayısıyla kadın, çoluk çocuk 10 bin Kürdü hayatından eden, bir milyona yakınını süren, köyleri, kasabaları ve kentleri yerle bir eden savaş simülasyonu haberini görmezden gelme lüksümüz bulunmuyor.
Dediğim gibi bu haberin üzerine gidilmesi ve kamuoyuna tatmin edici net bilgi verilmesi gerekiyor.
Diğer yandan Türk ordusunun her türlü olasılığa karşı savaş simülasyonları yapmasını ‘normal‘ karşılayanlar olabilir!
İç ve dış koşullar nedeniyle savaşın kağıt üzerinde kalacağını, bu senaryoyu uygulamanın imkansız olacağını söyleyenler de çıkabilir.
Elbette bu da bir ihtimaldir. Bu simülasyona rağmen savaş kesin olarak çıkacak demek mümkün değildir. Ayrıca bu konjöktürde bu iş bu kadar kolay da değildir.
Kürtlerle yeni bir savaş sadece Kürtler ve Kürdistan için değil, Türkler ve Türkiye için de felaket demektir ve bunu göze almak kolay değildir.
Türkiye kendi geleceğinden; Anadolu’daki egemenliğinden vazgeçmediği sürece Kürtlerle böylesi bir savaşı göze alması mümkün görünmüyor.
Fakat yine de dikkatli olmak, çok bileşenli, çok karmaşık Kürt sorununun çözümüne karşı olan iç ve dış odaklarının varlığını unutmamak gerekiyor.
Buradan hareketle de Çözüm Süreci’ni ilerletmek ve kalıcı hale getirmek gerekiyor.
Aksi durumda insanların hayatları, halkların kaderleri üzerinde oynanan harp oyunlarının ve kurgulanan savaşın bir süre sonra gerçekleşme ihtimali yüksek görünüyor.
Dolayısıyla Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan herkesin Kürt meselesine siyasal çözüm bulunması, adil ve onurlu bir barışın sağlanması için harekete geçmesi, siyasi iradeye bunun için baskı yapması gerekiyor.
Çünkü siyasi irade özellikle de Başbakan Erdoğan kendi geleceğini öncelediği için çözümü ötelemeye devam ediyor.
Bu yüzden zaten barış beklentilerinin yerini savaş haberleri ve simülasyonları alıyor…günay aslan
gün zileli yaşını başını almış bir adamsın ama hala çocukça şeyler söylüyorsun.söylediğin şeylerin doğru olması politikada geçerli olduğu anlamına gelmez.dairenin alanını ölçe bilmen için pi sayısını 3,14 ü esas almak zorundasın bu değişkene başvurmadan sorunu çözemezsin.bu gün o pi sayısı kürt dinamiğidir.bunu anlamadığınız sürece kendinize eziyet etmeye devam edersiniz.
kürt dinamiği konusunda nedense sende bir direnç görüyorum.bir tür tabu etkisi var gibi.aydınlık ve perinçek içinde yaşamaya devam ediyor sanki.
http://www.sendika.org/2014/06/ akp-ve-tarihsel-hedefi- kemal-erdem/
http://www.ilkehaber.com/yazi/ kurtlerle-savas-simulasyonu-10619.htm
Bu sitede Kürt sorunu üzerine yazılmış çok sayıda yazı var. Onları bir oku da ondan sonra konuşalım.
kürt hareketinin devrimci dinamizmini ve özgürlük mücadelesine açtığı kanalları inkar edebilecek kadar nanKÖRdür…
ancak bu stratejik önemine binaen hareketi eleştirilemez put haline getirme isteği duyanlar, bu mücadelede en çok zararı verenlerdir…olacaktır. unutulmaması gereken ilke, “eleştirinin bittiği yerde çürümenin başlayacağı” gerçeğidir.
dostça eleştirilerin, mücadele ve harekete verilmiş bir nefes, hayat öpücüğü,bir gençlik aşısı olduğunnu hep akılda tutmalıyız…
mesela şu “dağa giden çocuklar” konusunda, süreci doğru yönettiğini kim iddia edebilirse, buyursun etsin de bilelim…
halbuki politik bir hareket olmanın gereği, “başa gelebilecek şerlerden, hayr çıkarma” yeteneğidir…olmalıdır. ama görünüm hiç de iç açıcı görünmüyor….kürt hareketi rüzgara kapılan gazel misali sürüklenip duruyor.
oysa mesela, şöyle bir politikayla oyunu tersine çeviremez mi:
amed belediye konferans salonuna bir dev ekran tv yerleştirip, o anaları-aileleri çocuklarıyla canlı konferans yöntemiyle görüştürmek gibi…çocuklar neden dağa çıktıklarını ve hangi koşullar yerine getirilmeden, dönmeyeceklerini kendi kararı olarak açıklayabilirdi. elbette dönmek isteyenler, anababa özlemi çekenlerin dönmesi sağlanarak bu yapılabilir….
böyle basit bir insani tavır, hen türk kitlesiyle bir duygudaşlık ve iletişim imkanı sunar ve sorunun çözümüne çok büyük bir imkan sunardı…
bu sadece ilk anda akla gelen bir öneri… daha başka yollar için kafa yormak gerekiyor da olabilir…ama her dostane eleştiri, kötü-niyet sayılıp, bertaraf edilirse, daha çok fırın ekmek lazım demektir.
pardon,yazının ilk sözcüğü olan “KİM” İBARESİ güme gitmiş, her zamanki sakarlık için özür…
“barış sürecinde” şayet ciddi devrimci demokrat dinamik kürt dinamiğiyle ittifak yapabilse ve insiyatif alabilse süreç bu gün çok farklı olurdu.siyasette ve toplumsal hareketlerde ittifaklar önemlidir.ittifaksız olmaz.gezinin zaaflarından biri bana öyle geliyor ki gücünü abartması ve çocuklarda görülen benmerkezci tutum.herşey kendisinin etrafında dönüyormuşçasına düşünmesi davranması.su 2 hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşur H2O ,gezi oksijen atomuysa ittifaklarını da hidrojen atomu gibi düşünebiliriz.yani gezi tek başına nefes almamızı sağlar,oksijen ihtiyacımız giderebilir ama susuzluğumuzu gideremez,hidrojen atomuyla ,kürt dinamiğiyle, ittifak yapması gerekmektedir.bu zorunluluktur.bu gün türkiyede güç merkezleri şöyle dir.akp ve tarikatlardan oluşan bir merkez,f cemaati,ulusalcı-ergenekoncu çizgi ve kürt dinamiği.gezi bahsettiğim gibi tek başına bir şeyler yapabilir ama her şeyi yapamaz,oyun kurması zor çünkü teorik altyapısı ve kurumsal çapı ve ideolojik yapılanması zayıftır.o sebep ile daha çok reaksiyoner bir görünüm arzetmektedir.proaktik yönelimi zayıftır.gezi hareketi yukardaki güç merkezlerinden biriyle itti fak yapmak zorundadır.yerel seçimlerde f gülen cemaati ve ulusalcı/milliyetçi odaklar ile ittifak yaptı ve ankarayı bir kenara koyarsanız başarılı olamadı.ki ankarada da resmi anlamda başarısız görünmektedir.
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=109371&haberBaslik=Bir%20A%C4%9Fr%C4%B1%20efsanesi!&action=haber_detay&module=nuce&authorName=Filiz%20KO%C3%87AL%C4%B0&authorID=5
filiz koçali
Güncellenme : 03.06.2014 02:14
Herkesin çalışmaktan ve kutlamaktan yorgun düştüğü Ağrı’yı kazandık, ama bir sorun hele, nasıl kazandık? Emekten, örgütlülükten, inançtan filan söz etmeyeceğim. Onları biliyorsunuz zaten. Ama seçimden önceki son geceyi anlatayım, Ağrı’yı nasıl kazandık anlarsınız. Sanmayın ki; son gece son defa evlere gidip halkımızla son defa kucaklaştık, sohbet ettik. Valla ne yalan söyleyeyim, hepimiz bulabildiğimiz arabaların içinde iz sürüyorduk. Partinin araç komisyonu en şanslı komisyonlardan biri olduğundan Allah için çok sayıda aracımız vardı. Zaten komisyonun araç aramasına gerek kalmadı, arabasının anahtarını getirip bırakanları, arabasıyla birlikte 24 saat çalışanları, “ne iş verseniz yaparım” diyenleri eşleştirdi, o kadar. Nitekim o gece komisyonun elinde ne kadar araç varsa, -ki bu da neredeyse Ağrı’daki araç sayısının yarısından fazlası ediyor- Ağrı’nın sokaklarında AKP’li arıyordu. Tabii ki aranan AKP’liler, AKP’ye oy verenler değildi. O gün Ağrı’ya gelen milletvekilleri, emniyetçiler, vali, vali yardımcıları filandı. Partiye ihbar üzerine ihbar yağıyor; “Vali yardımcısı falan mahallede yardım dağıtıyormuş”, “bugün gelen yetmiş milletvekili yanlarında bilmem kaç trilyon getirmiş”, “’Dizo Heso’ filan mahalledeymiş” ihbarlarının gereği yapılıyor, derhal olay yerine intikal ediliyordu.
Gerçi halka defalarca anlatılmış, “Onların verdiği her şey hakkınızdır, ceplerinden değil sizin vergilerinizi verdiğiniz devletin kasasından veriyorlar. Verdiklerini alın, yiyin ama oy vermeyin” denmişti ama yine de yemin ettirilenlerin “AKP’nin ettirdiği yemin geçersizdir” sözünü ne kadar gerçek kılacağından çok emin olamıyorduk.
Neyse, biz BDP’nin oy potansiyelinin çok yoğun olduğu bir mahalleden gelen ihbarları değerlendirmek üzere, olay yerine doğru hızla seyrederken uzaktan çok sayıda aracın farlarının yandığını gördük ve pek sevindik! Sokaklarda hiç görmediğimiz, evlere bile gizlice giden, neredeyse illegal seçim faaliyeti gösteren AKP’liler konvoy halinde mahalleye giriyordu!
Araç ve insan kalabalığının yanına yaklaşınca anladık ki, kalabalığı polisler ve BDP’liler oluşturuyormuş. Bizim gibi illegal seçim faaliyeti yürüten AKP’lilerin peşine düşen BDP’liler mahalleye giren yabancı bir aracın önüne kesip “kimsiniz” diye sorunca aracın içinden inenler büyük boy silahlarını doğrultup, -silahlar gerçekten çok büyüktü, gözlerimle gördüm- onları göz altına almaya çalışırken, o sırada yine ihbar değerlendirmek üzere seyir halinde olan başka BDP’liler de olayı görüp o mahalledeki diğer seyir halindeki BDP’lilere haber verince, olay mahallinde ortalama olarak bir basın açıklaması yapacak kadar kitle toplanmıştı. Kitlenin yanı sıra milletvekili, avukat, parti yöneticisi filan derken giderek artan kalabalık karşısında, sivil kıyafetli, büyük silahlı polisler “tamam gözaltına gerek yok, burada tutanak tutalım” deyiverdiler.
Meğer önü kesilen aracın içinde istihbaratçılar varmış! BDP’lileri gözaltına alması için başka bir ekibe teslim etmişler. Neyse, hiç değilse polisin, devletin illegal faaliyeti ortaya çıktı!
Bu arada “AKP’liler rahat rahat dolaşsın diye bunlar bizi burada oyalıyor” diyen uyanık bir arkadaşımız polislere hepimizin bir ağızdan hukuksuzluk yaptığını anlatmamızın önüne geçti de biz de işimizin başına döndük.
Biz sokak aralarında olağandışı bir hareket, yabancı bir araç var mı diye turlarken mahallenin çocukları yolumuzu keserek parola sordular. Nereden bilelim? İçimizde en uyanık olanımız yürüttüğü tahminle doğruya yaklaştı. O “Bijî Serok Apo” demişti, meğer “Sayın Öcalan”mış!
Sonra bizden şüphelenip bisikletiyle peşimize düşen, yol sormak bahanesiyle bizi durduran, mahallede dolaşan çocuğun, gencin, yaşlının kendi mahallesini nasıl koruduğunu, hele bir de sabaha kadar açık kalacak nöbetçi bakkalları görünce rahatladık. Tabii bir de uzaktan farını fark edip her peşine düştüğümüz aracın, bizim gibi istihbarat üzerine orada olduğunu fark edince olay mahallini terk ettik.
Son gece bir-iki saat uyuyabilen uyudu. Seçim günü mesaisi sabah 05.00’de başladı. Okul sorumluları, sorumluluların sorumluları, sorumluların sorumlularının yedekleri, müşahitler, onların yedekleri, gezici görevliler, bahçe görevlileri ki bunlar da kendi aralarında karşılayanlar, seçmen pusulası dağıtanlar, provokasyonları engeleyenler filan gibi birkaç konuda iş bölümü yapmıştı, herkes görevinin başındaydı.
Seçim sandıklarını koruma grupları da sandıktan gözünü ayırmayacaklar, mühürleri takip edecekler, kapıda bekleyecekler, onları takip edecekler, hasta olan olursa yerine geçirecekler filan diye alt görevlendirmeler yaparak görev yerine konuşlandı.
Öyle tedbirler alındı ki, artık hiç kimse oy çalamaz, torbaları yırtamaz, elektriği kesse bile karanlıkta bırakamazdı. (Bu arada Ağrı, Ağrı olalı bu kadar çok el feneri satışı görmedi. El fenerleri, onların yedekleri, piller, onların yedekleri…)
Merkezi kriz bürosu, mahalle komisyonları, şu, bu. Binlerce, yemin ediyorum binlerce ayrıntı, binlerce iş. Neyse. Ağrı’yı kazandık. Elbette örgütlülük, emek ve kolektif bir irade ve bilinçle. En önemlisi halkın özgücüyle. Ama galiba bu zaferi taçlandıran hileleri boşa çıkarmak oldu. Ağrı’ya ayak bastığım andan itibaren hemen herkes “Valla biz Ağrı’yı çoktan almışız ama bunlarda hile çok. Hileleriyle baş edersek sorun yok” diyerek Seyid Rıza’nın “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim” sözünü hatırlatıyordu.
Seyid Rıza’nın ruhu şad olsun! Artık halk hilelerle de baş etmeyi öğrendi.
Ittifak somut guclerle, gorece sabit kimlikler arasinda yapilir. Gezi olaganustu yaraticiliginin ve mobilizasyonunun gerektirdigi gibi merkezi olmayan bir ara kimlik. Zaten kendisi bir ittifaklar corbasi. Temelde denenmemis olanin denenmesi uzerine ortak bir deney. Daha kaliciligi bile test edilmemis durumda. Ustelik bilesenleri iki de bir tekrar eski sacma kurgularina geri donuyor.
Eger “hemen” sonuc almak gibi acikca gucleri analize dayali analitik kurgulara girilecekse tabi ki “ittifak” disinda bir yol yok denilmesi normal. Ama is toplumun nasil isleyecegi konusuna dayanirsa ittifak degil onun derinlestirilmesi, toplumun derinlerine inilmesi gerekir. Aksi halde yalnizca bir bolum “sol tandansli” bireyin Gezi adini gasp ettigini sanip Kurt hareketiyle daha yakin iliskiler kurmasi anlamina gelir ki bunun yillardir olagelen sol hareketin Kurt muhalefetine dogru “molekuler asimilasyonu” disinda bir sonucu olamaz.
Bize ittifak degil, derinlik gerek. Gezicilerin ekolojiden ekonomiye, kadin hareketinden Kurt hareketine kadar entellektuel derinligi olan calisan sinif militanlarina donusmesi gerek.
Zaten Kurt hareketinin basarisi da Bati’da Kurt hareketine sempatisi olan, egemen dusuncelerden kopmus kendi amaclarinin pesinden giden ama dostlarina yardim etmeyi de ihmal etmeyen bir hareketin yaratilmasina bagli. Kurt onderligi ne dusunurse dusunsun. Nasil bir kurgu yaparsa yapsin. Neyo onemserse onemsesin. Boyle bir hareket ise calisan sinif hareketi disinda bir hareket olamaz. Cunku egemen dusuncelerden kopmak icin egemenlerle carpismak gerek. Fiziki, cikar eksenli, kendi amaclari pesinden giden. Tarifi burada:
http://dazayn.org/2/post/2014/06/alian-mlyonlari-akpden-kurtarmak.html
“9 ) Bu egemen sınıfla bağı koparma formülünün, AKP’nin Kürt sorununu çözme hayallerinin tek gerçek alternatifi olduğu görülmüyor mu acep? Batı’daki çalışan kitleleri, egemen sınıfın sözlerinden kurtarmadan bir “barış” mümkün mü? Yoksa ödenmemiş milyonlarca bedel, hesap, sorun bırakarak “Ben bu işi çözdüm” dayatması daha mı akli?”
13 ündeki rojavalı mehmedreşidin bedenindeki postal izi, vücudundaki mermilerden daha mı az acı verici? mehmereşid sabun “geçirirken” şehit oldu….
devlet savunuru olan zalimlerin günahını yıkamak içindi herhalde…
“uyu memik oğlan uyu
öte geçelerde büyü…”
derinlik denen şey ittifakın bir parçasıdır,gezi hareketi formlar gruplar ve kişiler kürt meselesini ,barış sürecini ve ittifak ilişkilerini gündemine almaz ise derinleşemez de.
marks ne diyordu insanlar tarihlerini kendileri yapar ama kafaları nasıl esiyorsa öyle yapamazlar.gezi hareketi kafasına göre takılıyormuş gibi burnun dikine gidiyor ve sonunda tosluyor.helebir işçi sınıfını örgütleyelim sonra kürt meselesine bakarız yaklaşımı pratik bir değeri olmayan söylemdir.işçi sınıfıyla birleşme uzundönemli bir yoldur.bu gün acil ve güncel hedef “barış süreci ve önümüzdeki 2 seçimdir.
demokrasi degince mangalda kül birakmayan pkk/hdp vs ödp yi aleni tehdit etmis duran kalkan dili ilen, ama ödp de sert yanit vermis haaaaa;)))) may miy muy miy miy demis birisi ödep den, ulan adam mahir i ben temsil ediyorum diyor sen mahiri sen temsil ediyorsan mahir kaynak ne güne duruyor diyemiyor, ama nasi yanit verdik diyon, sert yanit veremezsin canim benim veremezsin.. may muy miy ama bizde hdp kongresine geldik( ondan diyo adam zaten) iki ara bi dere olmayi en iyi egemen guc cozer, karsi devrimin kongresine git ama katilma, adam edileceklerin listesinde ilksin umut vaaat ediyosun,, heeey gidi mahir hey kimlerin diline dustun, iyiki perincek var ki bunlari deyince bizi ulusalci ediyosunuz,bu yuzden oynuyor o mesum rolunu perincek, onunla siniz, ödp duran kalkani ck sert yanitladi , heeey gidi heey, may miy muyyyy,siisssst ozgurlukcu su zileliye de bi ayar versin duran kalkan , bize katilmayani soyle boyle ederiz diye ve en anarsist ozgurlukcu demokrat sen ol. biz bu isleri dusmanla birebir karsi karsiya oldugumuz cezaevleri pratiginden biliriz, duran kalkan egemenlerin agzi ile konusuyor, kurt hareketini egemenlere sattigimiz yetmez sizide adam edecegiz hdp yi bunun icin kurduk diyor sen may miy muy diyon, esyayi adi ile cagiramayan adamdan devrimci olmaz…oh olmus ödp ye amanda aman ne sert yanit vermisler ama:)))) may miy muyyyyy:))) adam oncu savasi diyo suni denge diyo halk savasi devleti yikmak diyo, oburu ben mitle konusuyom dava bende diyo , e tabiiiki sert yanit veremezsin, sende oncu savasini vs yi tard etmissin senin icin mahir bi ikon olmus, adam sende gelecek görüyo:)))) cok sert yanit verdik, size topunuza tarih bi sert yanit verecek , kadin yoldaslari ile fiziksel olarakta yakin olmak arzusunda olan bir adama semsi ozkana verdiginiz adi vermediginiz icin. apo ile semsi ozkanin farki nedir??????
apo ya gerekli yaniti veremeyen ödp li kardesler, miras sahibindedir rahat olunuz….:)))
ya devlet asagiya ya kuzgun lese…
o her tarafindan kan irin somuru fiskiran duzeninizi devletinizi yikacagagiz sizi öcalan bile kurtaramayacak, tarihin emrinde yuz yillar var…
http://www.radikal.com.tr/politika/ocalan_sureci_dogru_okuyor_demirtasin_40_firin_ekmek_yemesi_lazim-1196047
29 Anonim, o uzun yolu hep erteleyip savasi 30 yildir kanatan tam da bu “Onumuzdekine odaklanalim!” ruh hali zaten. Bu ruh hali devleti bir egemenlik bloku olarak gormeyip, yalnizca birilerinin elindeki makine sandigi icin, devleti ele gecirmenin, devleti dogru yone yoneltmenin, devletten talep etmenin yeterli oldugunu saniyor. Nasolsa bu sekilde cozulecek diye diye 30 yil gecti. Senin dusunusunle bi 30 yil daha gecer. En iyisi mi, bu isi ertelemeyip sinifi ayaga kaldirmanin yollarini bulalim biz. Yoksa Kurt halki aci cekmeye devam edip duracak.
diktatorluk rejiminin potansiyel yeni sopasi olarak duran kalkan:))))
apo nun turkiye solunu zübüklestermesi diye kitap yazasim var kenarindan zileli yide ekleycem:)))
zileli ,bilmemne mahallesinde birileri birilerini bu mahalleyi bunlardan alacagiz mantigi ile birilerini saldiginda sen bize zorbalar demistin,biz o zamanlar ve hala. bir karsi devrimci tasfiyeci surecin operasyonu olarak gormustuk bunu, yoksa mahallelerimizde hic kiskanc degilizdir, istanbulda mahallemi bitmistiki bizim mahalleye ,,,,, duran kalkanin odp yi tehdit ettigi operasyon budur…duran kalkan in ödp tehdidi sana biseyler anlatmistir umarim, perinceklerin söylemine dustugumuz soyleniyor, el insaf, sen anlarsin, …yine intihar cizgisindeyiz, ama bu kez devrimci genel cizgiyi korumak, anarsizm dahil. bir yönüyle hakliydin, bir yönüyle degil, biz apo hdp ve kuyrukcu akimlarin eliyle once kulagi isirim sonra vucudu tüketen bir virus görüyorduk, haksizmiydik, hayir hakliydik, yontem yanlisti, biz bir karsi devrimci tasfiyecilik kokluyorduk, bunlari cezaevi direnislerinden bilirdik, istanbulda onca mahalle varken, allah razi olsun gezi direnisi bu hareketin tabanini belirli militanlikta tuttuda , simdi o devrin gectigini dusunuyorlar, halkevleri ödp nin sokaktaki eylemci militan kitlesi de ayni operasyona magruz kalacaktir, dil degismelidir hocam, sana perincek gibi ol diyenmi var, sana bizim pesimize takil diyenmi var, devrimci namus diye bisey var, esyayi adi ile cagir , cagirmazsan rezil olursun, yok bizden degil duran kalkan rezil eder seni, anladin sen onu , yoksa biz az cok hakim oldugumuz mahallelerde emep e bile olanak .saglamis gelenegiz, anla artik kalin kafali zileli karsi bir devrimci tasfiye sureci var, oh olsun biz anarsitleri kapsamiyor diyemezsin…esyayi adi ile cagir yok cagiramiyorsan, bari övme….
mahir in mirasimi demistiniz, carpilirsiniz, hani mahir kemalistti hani mahir intihar cizgisi izliyordu, miras sahibindedir ,,,soyle yada boyle.bizim kuzey iraklarimiz hic olmadi, satilacak bir halkin davasini heeec gutmedik, bu sidettti silahli kitle siddetini buyuteceyiz, varsin birileri mahir in hesabini duran kalkana cersinler:))) miras sahibindedir…madem mahir intihar cizgisi izliyordu, e bizde onu izliyoz size ne oluyo….sence devrimden sonra ertugrul kurkcu yu ne etmeli zileli:)))? http://www.youtube.com/watch?v=1QOvBwGqFwg
devrimden sonra ertugrul kurkcu ye ne etmeli sorunsali bende hep voyvoda vlad cagrisimi yapiyo, allah onu devrimden korusn ama:)
allah ertugrul kurkcu sirri sureyya ve bilumum imrali yalakalirini gercek bir devrimden korusun…yatip kalkip dua etmelidirler devrim olmamasi icin, onlarin ensesini perincekle beraber kistirmiyan devrimin, ben taaaaa
tiksiniyorum turkiye ve turkiye kurdistani yada kuzey kurdistanin (çıkarıldı. Admin) ibarwet , busunuz, onursuzsunuz:) kimseye ozgurluk akli felan vermeyin kirlisiniz suclusunuz, bir sapigin kolelerisiniz…zileli dahildir..
kürt ve türk halk larinin katili devrimcilerin katili unal erkan ??? simdi nerdedir en buyuk yatirimlari nerdedir, niye ben apoyu elestirdim diye fasist perincekle es tutuluyom, unal erkan nerdedir ortaklari kimdir’? EZILEN ULUSUN BURJUVAZISIMI OLURMUS, EZILEN ULUSUN OLIGARSIYE KATILMIS BURJUVAZII BILE OLUR TERSIDE OLUR, VE KURT BURJUVAZISI ALTAN TAN DAN IBARET DEGILDIR, UYUSTURUCU BARONUNUN KARISINI DEMOKRASI KAHRAMANI EDERSEN YEDIGIN HURMALAR BI YERINDEN CIKAR:)))))
yorum yoğun hakaret nedeniyle konmadı.
Yorum hakaret nedeniyle konmadı.
apo nun (çıkarıldı. Admin) takilmis 68 ve 78 li meshurlara onur kurtarmak icin toplu intihar öneririrm:)))o bile aklamaz..
Turk gezi eylemcilerine dikkat dikkat
Doç. Dr. Gaye Yılmaz, “Hücrelerime kadar isyan halindeyim” diyerek katliama tepki gösterirken, Lice’de yurttaşların direnişi karşısında yaşanan sessizliği de eleştirdi. Yılmaz, “Yeterli derecede destek göremediler. Gezi Direnişi’nde ortak bir ses vardı? Neden şimdi insanlar bu kadar sessizleşti? Kürt illerinde olunca mı sessizlik oluyor? Lice ile yeterince dayanışma gösterilmedi ve böyle oldu. Kalekol yapımına karşı çıkmak yaşama sahip çıkmaktır. Gezi için herkes sokaklara dökülürken Lice için kimse bu duyarlılığı göstermedi” dedi. Gezi’de uygulanan devlet şiddeti ile Lice’de uygulanan şiddetin aynı olduğunu vurgulayan Yılmaz, “Lice’deki direnişin Gezi’den ne farkı var?” diye sordu.
Ben cevap vereyim Doç. Dr. Gaye Yılmaz turk geziciler neden sesizler. Cunku Licedeki eylemliklerde turk bayragi, kemal bayraklari, CHP ve ulusalcilar olmadigi icin enterese etmedi.
Bende bu olayda ciftestandart yapanlari fasist olarak degerlendiriyorum.
Hala Gezideki turk bayrakli fasistlerle birlikte yuruyecekmisiniz.
Başbakan Erdoğan’ın Türk bayrağının indirilmesine ilişkin “Tokat’taki vatandaşın ortaya koyduğu tavrı aynı şekilde herkesin ortaya koymasını söylüyorum” açıklamasının hemen ardından Ankara’da tekbir getiren bir grup provokasyon girişiminde bulundu. “Türkiye Kürtlere mezar olacak” sloganları atan grup, Yüksel Caddesi ve çevresinde kafelerde oturanlara saldırdı.
Saat 20.30 sularında Güvenpark’ta toplanan ülkücü bir grup sloganlarla Metro alt geçidinden Yüksel Caddesi’ne yürüdü. Kızılay’da çeşitli sol ve sosyalistlerin yoğun olarak bulunduğu Karanfil, Konur Sokak ve Yüksel Caddesi’ne sloganlarla yürüdü. Çeşitli sosyalist grupların pankartlarını indirip ateşe verdiler.
‘HEPİNİZ ÖLDÜRECEĞİZ’ TEHDİDİ
“Ülkücü hareket engellenemez”, “Türkiye Kürtlere mezar olacak”, “Bozkurtlar ulusun, tanrı Türk’ü korusun” sloganları atan grup tekbir getirerek çevredeki vatandaşlar ve esnaflara zorla slogan attırmaya çalıştı. Zaman zaman vatandaşın üzerine yürüyen grup, Konur Sokak’ta ‘Ülkücü yemini’ etti. Bu sırada çevredekiler gruba tepki gösterdi. Tepki gösterenlere küfürler eden sopalarla saldıran gruba çevredeki vatandaşlar müdahale etti.
Çıkan kısa çatışmanın ardından ülkücü grup koşarak sokaktan kaçtı. Ülkücüleri sokaktan geri püskürten vatandaşlar Konur Sokak’ta, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Konur faşizme mezar olacak” sloganları attı. Kaçan ırkçı gruptan kimi kişiler kaçarken, “Hepinizi öldüreceğiz. Vatan hainleri” diye bağırdı.
BAŞBAKAN NE DEMİŞTİ?
Bu yaşananlardan dakikalar önce Başbakan Erdoğan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle yaptığı basın toplantısı soru üzerine “Bölgedeki bu gelişmeler hususunda da özellikle halkıma bir çağrıda bulunuyorum. Bütün bu olaylar karşısında bilesiniz ki bu çözümsüzlük sürecini ortadan kaldırmaya yönelik atılan adımlardır. Bu süreci provoke etmeye yönelik adımlardır. Milletçe bu provokasyonlara karşı dik durmamız lazım. En azından Diyarbakır’da annelerin ortaya koyduğu tavrı tüm bölgenin koymasını hatırlatmak istiyorum.
Tokat’taki vatandaşın ortaya koyduğu tavrı aynı şekilde herkesin ortaya koymasını söylüyorum. Kalkıp da yol kesmek bu eşkıya işidir, terör işidir. Yol kesenler de bundan böyle bedelini ödeyeceklerdir. Ülkemizin huzurunu kimseden bozmaya hakkı yoktur”. (Ankara/EVRENSEL)
#şişecamdagrevvar