O. Gürsel/Tahakküm Cumhuriyetinde Cumhur’a Başkan mı, vicdanlara Gardiyan mı seçilecek?
“Peki baş çelişme ne olacak?”
Kırk yıl önce Gün Zileli, D. Perinçek’e, SSCB’nin “baş düşman” kabul edilme iddiası nedeniyle soruyor ve devam ediyor. -bu durumda- “baş çelişmenin değiştiğini kabul etmemiz gerekir. Yani artık iç çelişme baş çelişme değil midir? Milli çelişme mi baş çelişme olmuştur?” … “Doğu… bir an için durakladı, yarım dakika kadar düşündü ve ardından, ‘evet, baş çelişme değişmiştir bu durumda’ dedi. Bunu duyduğuma sevinmiştim doğrusu. Çünkü benim derdim … partinin teorik tutarlılık içinde olmasıydı…. İkinci sorumu yönelttim Doğu’ya; “Peki baş çelişmenin değiştiğini nasıl izah edeceğiz…” Bu noktadan sonra yaptığımız… yeni duruma teorik bir kılıf hazırlamaktı…” (*)
Bir zamanlar… Kim bilir ne heyecanlı hatta kanlı kavgaların sözcükleriydi; “Baş Düşman, Baş Çelişme, İç Çelişme, Milli çelişme…” Binlerce yılın “müzmin hastalığına”; insanın dürtüsel korkularına, egosal arzularına, hükmetme zorbalıklarına “tedavi” amaçlı reçete arayışı…
“‘Baş çelişmeden’ her gün bir doz; ‘iç çelişmeden’ sabah, öğle, akşam üç doz alacaksın. Sakın bu iki ilacı karıştırma; ard arda içme, arada en az 3 saat olmalı!” Hepsi bu; tedavi tamamdır! Olmadı; hastalık azgınlaştı…
“Tahakküm Cumhuriyetleri”
Binlerce yıldır süre gelen insanın insana tahakkümü özünde değişmedi; binlerce yıldır fazla bir şey değişmedi. İnsanlığın sömürü ve tahakküme karşı son yüzyılda verdiği mücadele ve çekilen acı yoğunluğu ve onlarca milyon kurbana karşılık “alınan ürün” ne kadar da yoksul. Hem de insan ve makine, tüm “üretici güçlerin” gelişkinliği, çalışabilir nüfusun kar gözetmeden ortalama 4 saat çalışması ile dünyanın “cennet olmasının” nesnel koşulları yakalanmışken.
Elbette tüm “tahakküm ilişkileri” maddi-kültürel eşitsizlikler temelinde gelişiyor. Ama bu maddi-kültürel eşitsizlikleri “devirme-değiştirme” iddiası taşıyan bireyler ya da örgütler de çoğu kez benzer “tahakküm ilişkilerini” içselleştirmiş… Salt bu nedenle de “yeni bir dünya” yakın gelecekte mümkün görünmüyor. Her ne kadar “Tahakküm Cumhuriyetleri” yıkıldıklarında “topyekun” kaybetseler de yerlerini almaya hazır o kadar çok “boyası-maskesi” farklı parti, örgüt, “lidercikler” var ki…
“Benim Üniversitelerim’de” Gorki bir ayrılık öncesinde babaannesinin kendine söylediği öğüdünü yazar. “Evladım, insanlara hükmedemezsin!” Doğrudur; olur da hükmetmeye başlamışsan onlar artık aynı kişiler değildir! “Başkaları” olmuşlardır; yalaka, sinik, korkak, dilenci. “İnsanlıktan” çıkmış olanlar! Ve “insanlara hükmedemezsin” önermesi yine doğrulanmış olur!
Tahakküm altında yaşamak “normal” bir insan için başlı başına bir mutsuzluk sebebi; doğrudan yaşamın değersizleşmesine yol açıyor; kendiliği de değersizleşiyor. “Kağnı gölgesindeki köpeğin” yanılsamalarını taşıyanlar da siyasetin ve gazetelerin köşelerinde yerlerini alıyor. Dinsel tahakkümün hakim olduğu toplumlarda ve bu tahakkümü içselleştirmiş insanlarda, insanlığa katkı yapacak bilimsel-sanatsal ürün çıkmaması yalnızca “emperyalizmin” suçu değil; “değersizleştirilmiş” insanlar “değerli” şeyler üretemezler. Rusya’da 1989 dan sonra ortaya saçılan, tam da bu “insani diyalektiğin” tezahürüdür.
Ve “tahakküm” altında yaşayan, “insanlığını” yitirmeyen birey-bireylerde uyanan isyan duygusu, sonunda eyleme geçer. Bakınız Gezi İsyanı!
Kürt halkının isyanı da aynı “ulusal, ekonomik, insani” tahakküme, kendilerini değersizleştiren, yaşamsal mutluluklarının çalınmasına karşı bir isyandır!
Ve biz yine bir “TC”, “Tahakküm Cumhuriyetinde” bir seçime gidiyoruz.
Seçime gidiyoruz…
“Tahakküme” isyan eden gençlerin cesetleri toprağa karışmamışken… Son seçimlerden önceki “Diktatöre Hayır” ve “Boykot” tartışmalarının dumanı tüterken… Diktatör adaylığını henüz açıklamamışken. Soma katliamının failleri seçim öncesi günah çıkartıp, muhalefet “rahip” rolündeyken… 1 ve 31 Mayıs’ta yasal, anayasal hakları çiğnemiş Diktatör-Polis terörünün “olağan” görüldüğü günlerde; tahakküm altında hayatı ve kendisi “değersizleşmiş” yığınların, “kalpsiz dünyanın” sağanak kötülük yağmurundan kaçanlar, sığındıkları ağaç altında, “BOP ve taşeronlarının” yıldırımlarından habersiz birbirine sokulmuş beklerken bir seçime gidiyoruz…
Aciz bir muhalefetin sahipsiz bıraktığı halkla, binlerce yıllık tahakkümü reddeden Kürt Özgürlükçü Hareketinin giderek “salt siyasallaşmış” bir Kürt Hareketine mi dönüşeceği; “reel” tahakkümün suç ortağı olup-olmayacağının tartışıldığı bir zamanda seçime gidiyoruz.
“Mahallemizde” hala “feodal dönem artığı” koşullarda yaşarkenve “uygarlık” açısından bir “alt seviyede” yaşanılan “çelişkiler” içinde “debelenirken, bir seçime daha gidiyoruz.
*
Bu “mahallede” ve Dünya’da da son 200 yılın genel, son 100 yılın somut, son 25 yılın “sahici” çelişmesi kapitalizm ve ilişkileri olsa da bu veriler bize BUGÜN-BURADA bir “tahakkümü reddetme”, “özgürleşme politikaları” pratiğinde ön alacak “ayrıntı” vermiyor…
Bugün-burada başka “acil-yerel çelişmeler” mevcut…
Burada öncelikli Yerel Çelişme “dinci ve ulusçu” tahakkümlerdir.
***
İktidar “yumurtalarını aynı sepete koymuyor.” Kürt hareketi ile bir “diyalog-barış” süreci yürüttüğü siyasete yalnızca ve çok uzaktan bir “gözlemci” olarak katılıyor. Anında sıvışmaya hazır kapısı hep açık. Meydanlarda “Kürt hareketini” aşağılayan bir dili kullanırken, aynı anda adamları aracılığıyla “pazarlık” yürütüyor. “Ustalığı” satın alınmış, tehditlerle yıldırılmış medya; “post-modern” siyasetine tabileşmiş yığın insanlarıdır; “Pre modern dönemde insanlar geçmişte, modern dünyada gelecekte, post-modern hayatta ise an’da yaşamaktadır.” (Ş.Argun) “Modern” öncesi dönemde yaşamak isteyen “tebaası”, bellek olarak an’da yaşıyor!
Bu diktatörlük, 1984 romanında olduğu gibi geçmişe ait yazılı kayıtları yeniden, yeniden silip, yazmıyor; ama insanların belleklerindeki kayıtları yeni baskın propaganda ile hatırlanamaz hale getiriliyor. İktidarın geçmiş eylem-söylemi ile çelişse de, “an’a” ait her tür politika-eylemi bu yöntemle olduğu gibi kabulleniliyor; dün aşağılanan bugün alkışlanabiliyor; ve alkışlanan her şey yeniden her an aşağılanabilir!
İşte, Kürt siyasi hareketi de bu yapılmış post-modern “RTE dünyası” içinde siyaset yürütüyor! Bir adamın iki dudağı arasında… Verilen sözlerin 24 saatte yok hükmünde olabileceği bıçak sırtı ittifak. RTE istediklerini aldığında, bulacağı veya üreteceği bir bahane ile tüm “süreci askıya alabilir!” Alacaktır da; iktidar ortak sevmez! Fethullahçılar ve “Yetmez ama evetçilerden” sonra RTE’nin yeni atlama taşı Kürt Hareketi mi?
Kürtler, Ortadoğu Sultanlığı hayallerinin, bir illüzyon siyasetinin parçası mı olacak?
Diktatör’e bir seçim yenilgisi yaşatmak…
Yapılacak iki seçimde de (Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler) sonuç ne olacaksa olsun; sonuçta bir tarih yaşıyoruz! Engizisyonun yüzlerce yıl hakim olduğu, İspanya iç savaş sonrası Diktatörü General Franko ve nice zorbanın yatağında yaşlanarak ölmesine izin verebilen “bir türün” bireyleri olarak yaşıyoruz. Ölümsüz arzularımız, RTE gibi ölümlü hırsları olan “zavallıları” her zaman gömmüştür! Her tür sonuca da “tarihsel iyimserlikle” bakmaya hazırız. Ama, “insan olma, insan kalma” sürecinin ve tüm “tahakküm ilişkileri reddinin” bir parçası olarak; aklımız gücümüz yettiğince “en önceliği alacak” ve geleceğe kalacak bir siyasal tavır üretilmesi bağlamında yazıyoruz. “Somut durumun somut analizi” gibi bir afili cümlenin gözetiminde… Tüm tahakküm ilişkilerinin reddi ilkesi içinde “acil” olarak bu “mahallede”, “acil yerel çelişme”, ta ki “iktidardan indirilinceye dek RTE Diktatörlüğüdür” ! Er ya da geç ve mutlaka “evrensel ahlaki” yöntemlerle…
RTE ve arkasında duran “güruh” bu ülkede “acil, yerel çelişkidir!”
Çünkü;
RTE’nin bir seçim yenilgisi;
1. İktidar boşluğu yaratır. Bu boşluğu, her iki tarafın “ulusçu tahakkümcü siyaseti” yerine bir “özgürlük havası” doldurabilir.
2. Polis, Yargı ve bürokraside RTE’ye güven kaybı ile iktidar gücünü azaltır; azalan iktidar gücü toplumsal özgürlüğü çoğaltır.
3.Aynı çevrelerde “Suç ortağı” olma konusunda özgüven kaybına yol açar. İktidar bileşiminde çatlama yaratır; bu “çatlaktan” içeri daha “özgür” bir siyaset sızabilir…
—————————-
(Not; RTE’nin seçim yenilgisi bu “kitle” böyle oldukça yeni Diktatörler de üretebilir ama o güne kadar daha “neşeli” bir siyasal-sosyal hayat olacaktır. Yeni Diktatörleri önlemenin mücadelesinde daha deneyimli olacağız ve bu kaçınılmaz değildir…)
———————————————————————————————————————-
(*) G. Zileli Havariler. sf 148
http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/perincek-cankaya-savasi-baslamistir-erdogan-kilicdaroglu-ve-bahceli-kaybedecek-h30262.html
http://www.dailymotion.com/video/x1zm17t_perincek-cankaya-savasi-baslamistir-erdogan-kilicdaroglu-ve-bahceli-kaybedecek_news
Programın tamamı:
http://ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=6458http://ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=6458http://ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=6458
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/43691-dogu-perincek-kilicdaroglu-ve-bahcelinin-gorevi.html
Akşama kaçırmayın:
http://ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=6461
bu seçim artık “bizi” ilgilendirmiyor….
Bazen kaybetmeyi bilmek gerekir! Kendi adıma değil… CHP’den ümit bekleyenler adına üzüntü duyuyorum… Hiç şaşırtmıyorlar… Bu güzel bir şey! Rahatladık be!
Bu seçim artık bizi hiç ilgilendirmiyor…
Din üzerinden siyaset yapmaya karşı bir gelenekten gelenler için daha seçim başlamadan ağır bir yenilgi gerçekleşmiştir…
Yengileri bile hezimettir!
“Gezi İsyanı” temsil edilmeyen muhalefetin isyanıydı… Yaşadığımız tarih, bu “muhalefeti” bir şekilde temsil edecek “yapıların” olması-doğması gerektiğini kanıtlıyor…
Bir tavır, bir “duruş” olarak eğer HDP-BDP adayı “anti ulusçu”, toplumsal siyasal hayatta Dinsel değerlerin dayatılmasına muhalif, “uygun” bir aday gösterirse desteklenebilir…
Elbette ilk tur için.
İkinci tur, (olursa eğer) berbat bir tiyatro oyunundan başka bir şey olmayacak…
*
Örgütlü Budalalık hiç bir zaman “dışarıdan” devrilmez; Onlar, kendi işlerini kendileri bitirirler; ve önemli olan o gün hazır olabilmektir…
*
Dinsel değerler üzerinden “toplumsallaşmalara” ait korkunç trajediler, vahşet gözümüzün önünde yaşanırken bu nasıl bir aymazlıktır?
Tam da bu ülke insanlarına, Din-Mezhep üzerinden toplum-Devlet organizasyonlarının yol açabileceği felaketler anlatılacakken bu nasıl bir körlüktür?
Seçimi kaybedersiniz ama “gerçeğin-doğrunun” yanında olursunuz… Bugünü kaybedersiniz ama geleceği kazanırsınız…
Ne acı ki, ikisi de kaybedilecek… Hem de her sonuçta!
“Biz” zaten kaybetmeyi biliriz; hem de yüzlerce yıldır… “Kaybetmeyi bilmeyen” sefil politikacılar ve öncelikle onlara bel bağlayanların sorunudur bu!
Sanırım bir yanlış anlama var!
Elbette RTE’ye bir yenilgi yaşatmak çok önemli…. Bir diktatörlük yolcusunun yolunu kesmek, “vicdanlara gardiyanlık” yapan bir adamın siyasi hayatını sarsmak çok gerekli….
Ama nereye kadar?
CHP-MHP öyle bir aday buldu ki? Özellikle CHP tarihsel-geleneksel-tabanın özlemlerine aykırı öyle bir aday buldu ki!
“laik-sosyal demokrat” insanları da bu düzenin suç ortağı haline getirecek… Kişiliksizleştirecek… Kutlamak gerekli!
Bu denli kendi “dünyalarından” ümidi kesmişler…
E.İ’na verilen oylar önünde sonunda siyasal İslama verilen oy olacaktır… Sanki AKP, iki aday çıkarıyor; olur ya, tepede diktatörler böyle “seçim tiyatroları” düzenlerler…
Bu da bir tiyatro seçim yazık ki…
CHP artık bu toplumun en sıradan bir muhalefetini bile taşıyamayacak bitmiş bir partidir…. Zaten Kürt hareketindeki çok “utangaçlığı” demek ki, “ölmekte” olduğu için körelmiş duyularından kaynaklanıyormuş…