Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Seçimler Neyi Değiştirir?

Siyasi Tahlil

Bu yazı Yeni Harman Dergisi’nin, 2011-mayıs sayısında yayınlanmıştır.


Seçim, hükümeti ya da yönetimi değiştirir ama seçimle sistemin değiştiği hiç görülmemiştir. Çünkü seçim ve seçimle oluşturulan parlamento ya da meclis, sistemin rıza mekanizmasısın en önemli unsurudur. Bu rıza mekanizmasından sistemi değiştirmesini beklemek elbette sadece bir ilüzyon olabilir.

Böyle olduğu halde, sistemi bir devrimle değiştireceklerini ileri süren Marksistler neden bazı özel durumlar dışında, seçimlerde ve parlamentoda yer almayı reddetmezler; neden bu rıza mekanizmasında yer almaya devam eder ve bunu iştiyakle savunurlar?

Bu konudaki genel Marksist mantık şöyledir: Seçimler halkın propagandaya en açık olduğu dönemdir. Bu dönemde seçimlere katılıp halka, emekçilere seslenmek çok etkilidir. Seçimlere katılmakla birlikte, seçimlerin ve parlamentonun bir aldatmaca olduğunu bu kürsülerden halka anlatmamız mümkündür. Öte yandan parlamentoya girersek de, keza parlamento kürsüsünden bu parlamenter düzenin sahtekârlığını teşhir edebiliriz. Seçimlerin ve parlamentonun sunduğu propaganda olanaklarını reddetmek anarşist bir tutumdur ve sol komünist bir çocukluk hastalığıdır.

Marksistler, yukarda özetlediğim bu anlayışı ve yöntemi II. Enternasyonal’in kurulduğu 19. Yüzyılın  son çeyreğinden itibaren uygulamış ve özellikle Almanya’da oluşturdukları güçlü sosyal demokrat partilerle seçimlere girmiş ve parlamentoda önemli bir muhalefet grubu oluşturmuşlardır. Hatta Çarlık Rusya’sının parlamentosu olan Duma’da bile Bolşevik ve Menşevik hiziplerin ayrı ayrı grupları yer almıştır.

Ne var ki, Marksistlerin yukarda özetlediğim teorisi ilk büyük darbeyi I. Dünya Savası’nın başında yemiştir. Normal zamanlarda, barış zamanlarında pek mantıklı gibi görünen bir teori, olağanüstü anlarda hiç de geçerli olmadığını kanıtlamıştır. Burjuvazinin size söz hakkı verirken, parlamentoya girmenizi kabul ederken, propaganda olanaklarından yararlanmanıza izin verirken, bütün bunları hiç de babasının hayrına yapmadığı ortaya çıkmıştır. Burjuvazi, verilen bu parlamenter tavizin günün birinde ve kritik bir anda kendisine kâr olarak döneceğini çok iyi biliyordu ve nitekim öyle de olmuştur. Zaten sosyal demokrasinin kapitalizme entegrasyonu bununla da kalmamış, o günden bugüne sosyal demokrasi sistemin önemli dayanağı olarak görev yapmıştır.

Bolşeviklerin Rusya’da iktidara gelmesiyle Lenin II. Enternasyonal’den kopmuş ve Komünist Enternasyonal’i (Komintern) kurmuştur. Komintern, II. Enternasyonal’in burjuvaziye entegre olma politikasına ağır eleştiriler yöneltmekle birlikte, asla seçimler ve parlamento meselesini köklü bir şekilde sorgulamamıştır. Tam tersine, bunu sorgulayan Sol Komünistler daha 1920 yılında Komintern’den dışlanmış ve Lenin seçimleri kökten reddedip  devrim çağrısı yapan Avrupa’daki Sol Komünistleri (Sylvia Pankhurst, Anton Pannekoek, Herman Gorter, Amadeo Bordiga) çocukluk hastalığına tutulmakla suçlamıştır.

Nitekim, özellikle sağlam parlamentolara sahip Avrupa ülkelerindeki komünist partiler, yazının başında açıkkladığım Marksist mantığı devam ettirerek seçimlere ve parlamentoya katılmayı sürdürmüşlerdir.

1920’li ve 1930’lu yıllarda dünyanın en güçlü komünist partisi olan Alman Komünist Partisi (1 milyon üyeli ve 6 milyon seçmenli bir partiydi), Hitler’in Nasyonal Sosyalizmi karşısında parlamenter alanda yenilgiye uğramış ve Hitler’in seçimlerle iktidara gelmesini önleyememistir. Sanılanın tersine, faşizm askeri darbeden çok seçimleri ve parlamentoyu kullanır. Daha sonraki dönemlerin askeri darbelerinin tam anlamıyla faşizm sayılıp sayılamayacağı ayrı bir tartışmadır ama has faşizmler iktidara seçimle gelmişlerdir.

Komintern’in seçim ve parlamento konusunda klasik Marksist çizgiyi izlemesinin en felaket sonuçları II. Dünya Savası’nın hemen ardından yaşanmıştır. Yunanistan KP ve Filipinler KP’lerine Sovyetler Birliği’nden verilen talimat, gerilla mücadelesini ve silahları bırakmaları ve seçimlere katılmalarıydı. Bu iki ülkedeki güçlü gerilla hareketleri bu parlamentarist çağrıyla yenilgiye uğratılmıştır.

Fransa ve İtalya’da da partizanlar kontrolü tamamen ellerinde tuttukları halde, Sovyetler Birliği’nin verdiği talimatla silah bırakışmasına gitmişler ve bu andan itibaren FKP ve İKP kapitalist düzenin eklentisi haline gelmişlerdir. Zaman zaman %30’lara varan oy oranına sahip bu partiler, seçimler ve parlamento yoluyla tüm devrimci potansiyeli sisteme eklemlemişlerdir.

Seçimlerin ve parlamentonun bize gösterdiği tarihi dersler bunlardır.

Seçimler ve parlamento ile sistem değiştirilemez ama seçimler ve parlamento sistem karşıtlarını değiştirip sistem yandaşı haline getirebilir.

Gün Zileli

24 Nisan 2011

gunzileli@hotmail.com

99 Comments

  1. Hiç Kimseye Oy Yok

    Böylece seçimlerde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’u ve BDP adaylarına sırf devlete karşı oldukları için oy verme konusunda anti-otoriterler arasındaki tartışmada sağlam argümanları öğrenmiş olduk anarşist bakış açısıyla. Teşekkürler Gün Zileli.

  2. Anonim

    Önümüzdeki seçimlerde meclisin yarısını marksistler ele geçirse bile (olmayacağını biliyoruz) sistem bu çıkmazı öyle ya da böyle, hiç olmadı kolluk kuvvetlerini kullanarak kendi lehine çevirecektir.

    Ben de sizin gibi düşünüyorum: Parlementoya girmek çözüm değil!

    Ancak, henüz ulusal sınırları tanımayan bir örgütlenme modeli oluşturamadığımız ve parlementoları bertaraf edecek bir kuvvetimiz olmadığı için emekçi kitlelerin haklarını parlementoda savunacak marksistlere ihtiyacımız vardır. Bu nedenle tek bir parlemento koltuğunda bile kapitalistin değil marksistin oturmasını tercih ederim. Seçimlerde de böyle bir düşünce perspektifiyle oyumu kullanırım.

    Not: Marksist değil Anarşist bir aday göster oyumu ona vereyim.

  3. berdan

    Secımler Turkıye topraklarında ve bu toprakların ınsanların tercıhlerı ıle olusacak.Karadenızın yapısı akdenızın kokusu ve Hakkarılı ınsanlarımızın anlayısı ıle bır seyler sekıl alacak.Dunya tarıhı tabıkı onemlı ama Turkıyede farklı bır alem su teorılerı bıraz da bıze gore ıslesek daha ıyı olacak.Tam anlamı ıle dunyaya entegre olamamıs bır ulkede ,kendıne has ozellıklerı olan topraklardada kendıne has polıtıkalar kabul gorur.Yukarıdakı yazıyı omrunu fabrıkalarda gecıren Turkıyelı bır anarşist olarak fazla kayda deger bulmuyorum dogrusu.

  4. yazı güzel ama

    M. Kemal ve Kemalistler iktidara seçimle (veya en azından serbest seçimle) gelmemişlerdir ama “has faşizm”dirler.

  5. cemal

    Tabii canım seçim filan hakgetire, seçim olmasın, kaos olsun, millet birbirini kırsın, mustafa kemal’de kimmiş, o zaten babalarınız gibi faşist, gelsin ABD, oturun kucağına, kürdü türkü çerkezi lâzı yesin birbirini…sizin torunlarınız bu toprakların kokusunu-dokusunu yine solurdu ama babası kimdi işte onu bilemezdi!

    Ne istiyosunuz allahaşkına kuzum siz, ne istediğinizi biliyormusunuz… bi açık yazın da bilelim…

    Yapmayın beyler günahtır!

  6. var ya işte anarşist bir aday

    milletin cebine sprey bombaları koyup kendi kaçan MİT’çi

    ertuğrul kürkçü var ya…al sana korkak anarşist aday

  7. Can

    Bu konuda Anonim’in yaklaşımına katılıyorum ben. Köktenci bir devrimin parlamentoda örgütlenmesi elbette imkansızdır. Fakat parlamenter yoldan birtakım reformlar yoluyla halk sınıfları lehine kazanımlar elde etmek mümkündür. Bu reformların kitlelerin devrimci isteğini kıracağı ve düzene angaje edeceği söylenebilir, bu ayrı bir tartışma konusu. Anarşist fikriyat, toplumun yukarıdan aşağıya doğru değiştirilmesine değil aşağıdan yukarıya doğru değişimine dayanır. Parlamento benzeri devlet aygıtları kitleleri devrimci bir dönüşüme teşvik etmez, ancak bazı olumlu değişikliklere yol açabilir. Anarşizm açısından mesele, bu gibi yukarıdan reformların doğru olup olmadığıdır. Bir de tabii parlamentoda temsil imkanını kullanan bir sosyalist partinin geniş kitlelere sesini duyurmada elinin daha rahatlayacağı savı da parlamentarizmi “ehven-i şer” kabul etmemizi sağlar.

  8. Kendine has özellikleri olan bir toplum

    Bu sözü bir yerlerde daha önce duyduk mu ne? Komutan da bunu söylemedi mi ne? Atatürk mü, Atakürt mü Berdan?

  9. Ehven-i şerci Anonim ve ehven Can

    Tüm amaç CHP’ye destek, Ergenekon’a özgürlük, ehven-ül ehven.

  10. Baba ve K.K.

    1990’lar gelirken solcular Demirel’in pesinden “kurtar bizi baba” diyerek kosup , sözde Özal’dan kurtulmak amaciyla yola çikip babayi gördüler: 35 bin ölü, siyasi cinayetler, faili meçhuller, susurluk, ergenekon ve 28 Subat.

    Simdi de 2010’larda ” kurtar bizi K.K.” diye kosmaktalar, Insaallah K.K.’yi görmezler, onlar önemli degil de Türkiye’ye yazik olur.

  11. ertan

    Türkiye’nin gündeminden ve siyasal aktörler arasında yapılacak bir reel tercihten tamamen bağımsız konuşuyorum, “seçimle hiç devrim olmadı” gibi oldukça düz bir yaklaşımla sınırlı burjuva demokrasisinin aşağılanması yanlıştır. Çünkü bunun alternatifi, 20. yy. deneylerinden gördüğümüz gibi, genelde demokrasinin aşağılanması ve diktatörlüklerin sosyalizm olarak görülmesi yanılgısıyla geliyor.

  12. Türkiye’nin gündeminden ve siyasal aktörler arasında yapılacak bir reel tercihten tamamen bağımsız konuşuyorum

    Tabii, tabii….

  13. CHP Ergenekon'a karsi olsaydi, generallerle güçbirligi olmasaydi

    “Tek yol devrim”, “cici demokrasiye son”, “yasasin halk savasi” diye bagirirdin. Senin çizgini ergenekon yönlendiriyor, ergenekon solcusu….

  14. NB

    Atilan hic bir oy iktidari mesru kilmaktan baska bir ise yaramiyor. Devletin oy kullanmayana ceza kesmesi bile oy kullanmamak icin bir sebep.Bu bir haksa neden hakkimdan vazgecmeme izin vermiyorsun?! Barthes hakli beyler; Fasizm susturmaz, soyletir(oy kullandirir).

  15. ertan

    Oy kullanmama hakkı her zaman olmalı tabi. Fakat ben “devrim olmuyorsa seçimi ne yapalım” basitliğine karşıyım.

  16. hayloooo

    seçimlerle işbaşına gelenler hiç bir şey yapamazlar, çünkü sistemin içinde seçime girebilmek, seçilebilmek derken gereğince taviz vermiş olurlar…
    diyelimki geldiler ve taviz vermemişler bu insanların(oy verenlerin) kendileri için bir şey yaptığı anlamına gelmez(çünkü birilerinin propagandasına inanıp oy verirler) ve seçimle başa gelenler zor durumda da kaldığında kimse arkasında durmaz…darbeler ve Kürt milletvekilleri bu duruma güzel bir örnektir, arkalarında bu kadar kitle olmasına rağmen, dayak yiyorlar, sakat kalıyorlar, içeri alınıyorlar, partileri kapatılıyor, onca kitleye rağmen…
    …?

    ama insanlar kendileri için bir şeyler istedimi seçime meclise gerek yoktur onları kimse durduramaz…
    mesela kürtler o muazzam kitleyle seçime değilde kendi otonomisine yönelse, mecliste anadil haktır diyeceğine, anadilin olmadığı okullara çocuklarını göndermese, -ki bazen buna benzer şeyler yapılıyor-çok daha etkili oluyor ve olacaktır.

    ama ısrarla seçim düşünülüyorsa(kürtlerin durumu hariç çünkü onlar iktidar için girmiyorlar ya da öyle umuyoruml)unutulmamalıdır ki bu ancak birilerinin bu halkın %bilmiyom kaçı beni istiyor kardeşim demesine yarar…başka bir şeye değil.

  17. ertan

    Bırakın Allah aşkına…Kürtler içim “arkalarında bu kadar kitle olmasına rağmen, dayak yiyorlar, sakat kalıyorlar, içeri alınıyorlar, partileri kapatılıyor, onca kitleye rağmen” diyorsun. Nerede yaşıyorsun? Meclis’e girmeleriyle bu durumun ne alakası var. En azından Kürtler beğenmediğimiz bu seçim sistemine çalım atarak da olsa Meclis’e giriyor, daha görünür olmayı başarıyor. Kürtlerin Meclis’e vekil göndermesi kötü mü oldu yani? En azından onların sesi güçlenmiş oldu. Tabiki Meclis’e girdiler diye tüm sorunlar çözülmeyecek.

  18. semih

    Hepsi hayal,gölge oyunu,her şey boş.Anayasa,var ya yeni anayasa -takke düşecek kel görünecek,bakamayın şimdiki
    söylemlere,popilizm yapıyor alayı seçim öncesi.Al birini vur birine.Eh kızılcık sopalarını alıp hepsini dövelim bari:))

  19. hayloooo

    Ertan efendi, Kürt milletvekillerinin yediği dayağı gazı görmüşsünüzdür herhalde meclisl ilgisi o hırsıza, hortumcuya dokunulmuyor ama onlara dokunuluyor, ben neyin uzayında yaşıyorum kardeşim, bende Kürdüm ve kürdistanda yaşıyorum…
    Yazdığımdan ne anladın bilmiyorum, ama ben Kürtlerin yaptığını eleştirip küçümsemedim ki, bende seçimlerin boş dava olduğunu söyledim.

  20. akan kan dursun

    gun zileli’nin sundugu tarihsel baglamlar ile blok baglamini, dolayisiyla turkiye’nin “imtiyazsiz, sinifsiz, kaynasmis” tek din, tek dil, tek millet baglamini karsilastimak ne kadar makuldur? Blok’a oy vermek politik bir zumrenin mi secimidir yoksa bu topraklarda karadesce beraber yasayabilmemizin askari mustereklerini olusturan bir muhalefet hattinin sokaktaki mobilizasyonu mudur? blok’a oy vermek parlamenter temsili demokrasiye onay mi vermektir? yoksa, “evet,ben de sivil itaatsizim” demek ve tam aksine yok sayan, inkar eden kurucu ideolojiyi reddetmek ve iradesi yok sayilan bir halkin kendi iradesini butun engellemelere ragmen dayatmasi midir?Blok “baskiya, yok sayilmaya farkliliklara tahammulsuzluge hayir, yeter artik” diyenlerin olusturdugu bir direnis mevzisinin seferberligi degil midir? Blok ezenlerden baska bir ezen; egemenlerden egemen mi begenmektir? Blok’a oy vermek tepemize yeni muktedirler atamak midir? Blok’a oy vermek, desteklemek en basit tabiriyle akan kanin durmasi amaciyla tekci zihniyetin degismesini arzulamaktir ve bu bir sorumluluktur.
    Yukaridaki yazinin tarihsel baglamlari ile gunumuz Turkiye baglami arasinda hicbir iliski yoktur. Iliski varsa, secim donemine girilen bir zamanda parlamentonun devrimci bir donusum yapip yapamayacagi tartisilmis. fakat, blogun konusu, amaci bu degil ve kimse bloktan, parlamentodan secimlerin sonucundan devrim beklemiyor

  21. ???

    Sayın Gün Zileli’ye,
    Parlamento sirktir. Aman uzak durun!
    Sendikalar işçi sınıfı hareketini geriletmek, sınıfı düzene entegre etmek için vardır. Aman uzak durun!
    Medya sistemin devamlılığını sağlar. Aman uzak durun.
    Sivil toplum kuruluşları burjuvazinin ve bir kısım elitin elindedir. Aman uzak durun!
    Ordu, polis zenginlerin kolluk kuvvetidir. Aman uzak durun!
    Geniş halk kitlelerine ulaşılacak bütün yollara sırtlar dönüldü. Geriye ne kaldı? Sokaklar! Elde taş, yüzde maskeler bir avuç polisi taşla, halkı bilinçlendir(!) Geriye ne kaldı? Kirasının bile zar zor ödendiği iki oda bir salon dernekler(!) Kilit kelime “Devrim” illa o olacak. Kim yapacak? İşçi sınıfı, köylülük! fikir erbabımız Marks, Lenin, Stalin, Mao, Castro… Yüz yıl öncesini görmeleri gereken komünistler, yüz yıl geriden kapitalizme öldürücü darbeler indiriyor(!) Sömürü düzeninin içinde hiçbir şey sömürülenlere tepeden inmedi. Sendikalaşma, Partileşme, Dernekleşme, Grev v.b kazanımları kadar, parlamento da halkın kazanımıdır. Tiranların egemenliklerini korumak için parlamento talep eden insanlara neler yaşattıklarını tarih kitaplarından okuyabilirsiniz. En azından ülkemizdeki meşrutiyet yıllarını gözden geçirin. Veya T.İ.P deneyimini… Parlamentodan dışarı edilmek için yapılan pislikleri. Marksist pratiğin dar zamanlarından bir kesitle günümüz mücadelesine ışık tutmanızı doğru bulmuyorum. Teori ağacınızın griliği gözlerimi kamaştırdı. Amaç insanların çok daha güzel bir dünya da yaşaması değil mi? Öyleyse hayatın her aşamasında yeni kazanımlarla daha ileri… Saygılarımla.

  22. Gün Zileli

    “Parlamento sirktir. Aman uzak durun!
    Sendikalar işçi sınıfı hareketini geriletmek, sınıfı düzene entegre etmek için vardır. Aman uzak durun!
    Medya sistemin devamlılığını sağlar. Aman uzak durun.
    Sivil toplum kuruluşları burjuvazinin ve bir kısım elitin elindedir. Aman uzak durun!
    Ordu, polis zenginlerin kolluk kuvvetidir. Aman uzak durun!”

    Evet doğru özetlemişsiniz. Böyle düşünüyorum.

  23. hayloooo

    “Akan kan dursun” demogojik bir söylem. Şeyleri adıyla söylemek çağırmak lazım. Kürtlere özgürlük demek lazım. mesele akan dursunsa bunu Kürtler tek başına yapabilir, silahı bırakır böylelikle akan kan durur..!
    bu söylem akan kanda Kürtlerin sorumlu olduğu savına da mahal vermektedir(ya da ortak olduğu). halbuki kan akmasının sebebi her zaman egemenler ve onların varlığını sürdürmesine yarayan devlet aygıtıdır.

  24. ???

    Sayın Zileli,
    Parlamento, sömürülenlerin yararına çalışsa… Olamaz mı?
    Sendikalar bürokratik asalaklardan arınsa… Olamaz mı?
    Medya, ötekileştirilmiş herkesin sesi olsa… Olamaz mı?
    Sivil toplum kuruluşları halk kürsülerine dönüşse… Olamaz mı?
    Ordu, polis, bünyelerindeki gerici unsurları temizlese… Olamaz mı?
    Ezilenler en aşağıdan kendilerini örgütleyip kendilerini yönetmeyi öğrense… Olamaz mı?
    KAPİTALİZMİN HAYAT DAMARLARINDA TIKANIKLARA YOL AÇSAK, AYYAŞ DÜZEN SONUNDA KALP KRİZİ GEÇİRSE, SÖMÜRÜLENLERİN KURTULUŞU BİZZAT SÖMÜRÜLENLER TARAFINDAN GERÇEKLEŞSE, Lenin’e, Stalin’e, Castro’ya, Mao’a gerek kalmasa… Olamaz mı? SAYGILARIMLA.

  25. Gün Zileli

    “Ezilenler en aşağıdan kendilerini örgütleyip kendilerini yönetmeyi öğrense… Olamaz mı?”
    İşte bir tek bu olabilir.

  26. Anonim

    Sayın Zileli,
    26 Ekim 2010 tarihindeki “Solun kırılgan noktaları…” başlıklı yazınızda sosyalizmin gelenekçi düşünme tarzını eleştirmiştiniz. Yukarıdaki yazınızda ise bu geleneğin en alışıldık tabirleriyle okuyucularınıza seslenmişsiniz. Anlaşılan buz dağının görünmeyen tarafında sıkı bir “NE YAPMALI”cı Leninist, “ASKERİ YAZILARCI”cı Maoist ve “LENİNİZM’İN SORUNLARI” Stalinist bizlere göz kırpıyor gibi… Geçmişin komünist hayaletlerini bilincinizden sökmeniz temenniyleriyle sağlıklı günler diliyorum…

  27. akan kan dursun

    blok’a oy vermek ve blok hattini desteklemek bizi yonetecek insanlari, yeni efendileri secmek degildir. tam tersine bizi yillardir tektip zihniyetle yonetmeye, hizaya getirmeye calisan kemalist ulusalcilara ve muhafazakar teo-neoliberal cemaatcilere karsi bir direnis mevzisi olusturmaktir. blok kendi gucunu sokaktan alan anti-fasist bir hattir. direnis desteklenmelidir.

  28. İbrahim Özkurt

    Şöyle geriye bir bakıyorum da sınıf mücadelesini geleceğe taşıyan tek bir seçim anımsamıyorum. Oysa tüm meydanları anımsıyorum. Dağları da….

    ” Ferman padişahın dağlar bizimdir.”
    ” Keçi yolları var ya! o yollar dağa çıkar ya!”
    Parlamentoları onların olsun, bize meydan yakışır.

  29. ertan

    Zurnanın zırt dediği yer işte. Kumda oynamayı tercih edenlerle, mücadeleye tüm gerçekliğiyle atılanların ayrıldığı yer, bir kere daha!

    Örneğin Kürtler için, kurtuluşun, anarşi gibi günümüz için tamamen afaki bir yerden geçtiğini savunmak kumda oynamaktır. Çünkü Kürtler gerek dağda gerek Meclis’te, belediyelerde elde ettiği somut mevcudiyetle kendini var etmiştir ya da varolma pratiği geliştirebilmiştir. Bizim hızlı anarşistlerimiz ise, tıpkı TKP’lilerin “sosyalizm gelince tüm sorunlar çözülecek, Kürt sorunu da çözülecek” basitliğini sergilemeleri gibi “seçimler mi? koy götüne rahvan gitsin” basitliğini sergiliyor. Pratikte hiçbir anlamı olmadığı için, bu fikirlerin hiçbir değeri yok ve bu yolla verilen mücadeleyi küçük görmek tam da kumda oynamanın somut karşılığıdır.

  30. Gün Zileli

    Bence söylediklerin çok doğru değil Ertan. Anarşizm konformist bir düşünce değildir. Dolayısıyla Kürtlerin verdiği mücadeleleri küçümsemek söz konusu değil. Yerel planda etkili olmak elbette önemlidir. Ne var ki, genel seçimlerin anlamı çok çok başkadır. Yüzde on barajlı bir seçime katılmanın anlamı nedir ki? öte yandan, bağımsız adaylarla da katılsan sonuç olarak sisteme bu yolla entegre olman kaçınılmaz. Bütün tarih bunu gösteriyor. Devrim için tuzaklar elbette seçimlerden ibaret değil. TKP örneği de yerine oturmamış. TKP bugün en seçimci partilerden biridir. Yani senin bakış açınla TKP’nin bakış açısı arasında önemli bir fark yoktur en azından bu noktada.

  31. akan kan dursun

    “bağımsız adaylarla da katılsan sonuç olarak sisteme bu yolla entegre olman kaçınılmaz” denmis.

    yahu, yillardir verilen mucadele zaten “mesru” kanallari zorlamakla sekillenmis. ne olmus, zamaninda yaka paca meclisten disari atilmislar. gun zileli, elmalarla, armutlari karistiriyorsun.taninma, varligini oldugu gibi kabul ettirme siyasetiyle devrimci siyaseti karistiriyorsun. kurtlerin verdigi mucadeleyi kucumsemiyorsan yillardir parlamenter sistem icinde vermeye calistiklari mucadeleyi, dislanmalarina binaen donem donem artan siddeti de gozden kacirmamalisin. yani,zileli, parlamento devrim yapamaz ama akan kani durdurur. bunun da tarihsel ornekleri vardir,ac oku. eger sorumluluk sahibi bir anarsistsen blok’u desteklersin bizim gibi.

  32. GÜNNUR

    Yazınızda bir de proletarya diktatörlüğünü savunsaydınız. Sovyet Marksizm’ine yeniden hoş geldiniz yazacaktım ama sanırım unutmuşsunuz:)

  33. GÜNNUR

    Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin toplumsal mülkiyete geçmesi haricinde sosyalizmin hedeflediği pek çok şeye kapitalizm sınırlarında ulaşılabilir. Sağlık, eğitim ve ulaşım halkın yararına yeniden yapılandırabilir. din bireyin vicdanına indirgenebilir, üniversiteler bilim yuvası olabilir, çalışanların yaşam koşulları kültürel ve ekonomik anlamda en yükseğe çıkartılabilir, kimlik sorunu halledilebilir… peki ya burjuvaziyi ne yapacağız diyeceksiniz? kamu sektörünü güçlendirerek burjuvazinin pazarını daraltabilir, ekonomik güçlerini sekteye uğratabiliriz. ve burjuvazi yavaş yavaş sönümlenebilir. siz bana sosyalizmin hedefleyip de kapitalizm sınırları içinde gerçekleştiremeyeceğimiz şeyleri yazın ben de sizi cevaplayayım.

  34. Gün Zileli

    evet ama ulaşılacak şeyler bunlandan ibaret mi ki?

  35. Gün Zileli

    Bloka oy vermeyi savunanları anlayabiliyorum elbette. Ama onlar da beni anlasın:)

  36. GÜNNUR

    Retorik: Ben düzen solu partilerine oy vermem!
    Ne kadar ağdalı bir söz değil mi? Ne de çok duyarız bu sözü. Düzenin ne olduğunu kestiremeyen çocuk devrimcilerin ağızlarında dolaşır bu destansı karşı çıkış. (Yaşlarının önemi yoktur. devrimciler her daim çocukturlar.)
    Bu karşı çıkışın sahipleri düzenin devamı adına gündelik hayatlarından hiç taviz vermediklerini acaba fark ediyorlar mı?
    Ekonomik hayatlarını düzenin ticari kurallarından veya bizzat devletten maaş alarak geçirenler aynaya baktıklarında ne görüyorlar acaba? Yedikleriyle, içtikleriyle, giyindikleriyle düzenin “düzen” tarafında olduklarının eleştirisini yapıyorlar mı acaba?
    Bir konuda haksızlığa uğradıklarını düşündüklerin de burjuva hukukuna başvuranlara ne dersiniz?
    Düzenin futbol takımlarını tutuyorlar, düzenin barlarında içki içiyorlar, düzenin kitapçılarında dolaşıyorlar, düzenin internetinden faydalanıyorlar…
    Ağzına dek düzenin içine batmış bu insanlar düzen soluna oy vermiyorlar.
    İlahi devrimciler siz çok yaşayın emi:)
    Bunların erkek tipleri daha ironik… Bilim, aydınlanma, anti feodalizm, üst düzey modernizmin altında ataerkil mi ataerkil bir kafa… Neyse:) GÜN ZİLELİ umarım yazdıklarımı yanıtlar.

  37. Gün Zileli

    Nasıl bir yanıt isterdiniz bilemiyorum ama şu kadarını söyleyeyim: sol gösterip sağ vuruyorsunuz. Vejateryenliği seçenlere, bitkiler de canlı değil mi diye soranlardan çok farklı değil argümanlarınız. Devrimciler de yaşayabilmek için elbette düzenin asgari çarklarından “yararlanmak” zorundalar. Yani devletten emekli maaşı alacaklardır (aslında kendi emeklerinin karşılığıdır bu). Ya da sosyal yardım alacaklardır (bu da düzenin onlara ödediği işsizlik tazminatıdır bir tür). Düzenin barlarına, lokantalarına gideceklerdir, keşiş olmadıklarına göre. Bu tür şeyleri yapıyorlar diye radikal önerilerine burun kıvırmak ne kadar doğrudur sizce? Devrimcilere intihar edip bu düzendeki varlıklarına son vermekle, düzenin kurumlarına adapte olmak arasında başka bir alternatif bırakmamak ne derece insaflıdır?

  38. Düzene ve düzülene karşı durmak

    “Ezilenler en aşağıdan kendilerini örgütleyip kendilerini yönetmeyi öğrense… Olamaz mı?”
    İşte bir tek bu olabilir……………………..demişsiniz .
    Uzun süredir cevap bulamadığım sorulardan biri bu gerçekten de … Elimdeki kitap ”Anadolu’da Kan Davası” yazarı Artun Ünsal . Olayın sosyolojik ve psikolojik yaklaşımları bölümünü okudum şimdilik . Görünen o ki , bahsettiğiniz EZİLENLER , sahip oldukları psikoloji ile iktidara geldiklerinde yapacakları ilk ve -belki de- tek şey EZMEK olacaktır !..
    Yönetim , Örgütlenmek , Adaletli olmak vb vb vb kavramlara ulaşmak için de bir üst sosyolojik yapıya aşina olmak gerektiğini düşünüyorum .
    Ha prolaterya iktidarı ha ezilenlerin iktidarı ??? ne farkeder ?
    Bunların iktidara geldiklerinde birer TİRAN olmayacaklarının göstergesi yok ki !..
    MEVCUT yönetenleri ve/veya yönetime talip olanları HİZAYA GETİRMEK daha olası bir çözüm olarak bana görünüyor .
    Bir başka güncel kitap da bugünlerde Emre Kongar’dan geldi …İÇİMİZDEKİ ZALİM >>> Önceleri zulüm görenlerin , iktidar erkini ele geçirdiğinde nasıl RÖVANŞİST olabileceklerini yazdığı bir çalışma . ”En beğendiğim çalışmam” diye reklamını yapması da cabası

    Ezilen ezmeye başladı mı , DÜZENden de zalim olabilir kanımca (!)

  39. mamut

    Eğer oy hakkı bir şeyi değiştirebilecek olsaydı, o hak da verilmezdi.(Mihail Bakunin)

  40. ertan

    O gün biraz sert yazmışım ama yazdıklarım muhtevada doğru. TKP seçimci bir oluşum olabilir ama aynı zamanda da oldukça indirgemecidir de. Tıpkı sizin gibi. Ne olduğuna bakmadan, Kürt mücadelesinin her bir Kürt için olan yakıcı önemine odaklanmadan “Sosyalizm gelecek her şey çözülecek, Kürt sorunu da çözülecek”le “Seçimler kakadır, o halde Kürtlerin seçime girmesi de kakadır” arasında bir fark yok. Fiili olarak, biraz nesnel davranmaya zorlayarak kendinizi, Kürtlerin varlık mücadelesinde daha görünür olmak adına, belediyeler ve özellikle Meclis’in ne kadar önemli olduğunu görebilirsiniz. Yeter ki durağan fikirler dünyası insanın gözlerinin önüne perde gibi inmesin.

  41. bu yazı okunmalıdır

    Dersim’de BDP, EMEP ve Kirletilmiş Siyaset

    Dersim’de yürütülen seçim çalışmalarının, Türkiye’nin diğer bölgelerinde yürütülen çalışmalardan çok farklı olduğunu, geldiğim ilk günden itibaren farketmiştim. Dersim’de zaten genel anlamda var olan politik atmosfer çok farklıydı. Memleketin diğer yerlerinde demokrat olanlar burda diktatör kesilirler başınıza. Memleketin diğer yerlerinde barıştan , özgürlükten ve eşitlikten yana olanlar; Dersim’de kavgadan, baskıdan ve şiddetten yana olurlar.

    Dersim’de seçim çalışmalarını izlediğim günlerde İstanbul’da 300’e yakın sol ve sosyalist aydının BDP çatısı altında seçime giren « blok adaylarını” desteklediklerine dair basın açıklaması yaptılar. Ülkenin geleceği ve memleketin aydınlık günleri için sevinilecek bir şey tabiki. Ben de onların bu güzel çıkışına destek için, İstanbul’un Avrupa yakasında oturup, BDP’nin adaylarını “destekliyoruz” diye imza atan sol, sosyalist ve Marksist aydınları Dersim’e davet ediyorum. Bir günlüğüne de olsa seçim sürecinde gelin ve görün şu Dersim’i. Ama Sayın Belediye Başkanımızın veya Sevgili milletvekili adayı Şarkıcı arkadaşımızın misafiri olarak gelmeyin! Kendi başınıza ve özgürce gelip görün. Ondan sonra demokrasiden, özgürlükten, emekten yana olanlar kimlermiş konuşalım. Gelin de nasıl bir demokrasi anlayışına sahip olanlara, nasıl bir özgürlük isteyenlere, nasıl bir siyasi toleranstan ve kültürden yana olanlara destek verdiğinizi görün.

    İstanbul’da elinde tuttuğunuz “Kürtdistan Özgürlük Savaşcıları’nı” gelin de Dersim’de görün. İstanbul’da BDP’li yoldaşlarınızın koluna girip, meydana çıkmak kolay. Gelin birde burada, Dersim’de, Tunceli’de yıllardır demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren Avukat Hüseyin Aygün’ün koluna girin ve Tunceli sokaklarında gezinde görelim sizi…

    Tunceli’ye ilk baroyu getiren ve uzun bir dönemde başkanlığını yapan , Dersim 38 mağdurlarının ilk mahkemesini açan ve avukatlığını yapan bu adamdır. Seyid Rıza ve beraberinde idam edilenlerin mezar yerlerinin bulunması için, ilk dava başvurusunda bulunan bu adamdır. Dersim 38’in arşivleri açılsın diye Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına başvuruda bulunan bu adamdır. JİTEM tarfında kaçırılıp kaybedilen Mirik köylülerinin davasını Türkiye kamuoyuna duyuran bu adamdır. 1990’lı yıllarda Dersim’de faili meçhul cinayetlere kurban giden ilk 8 dosyayı meclise veren bu adamdır. 1993-94’te PKK’lılar Dersim’de TDKP’lilere savaş açtıklarında, « Dersim eyalet komutanı” imzasıyla Dr.Baran tarafından sürgün kararı çıkartılan ve ölümle tehdit edilen bu adamdır. 2005 yılında, Tunceli Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yine ölümle tehdit edilen bu adamdır…

    Bu adam Bugün CHP’den Milletvekili adayı oldu diye kıyamet koptu… Bu adam Sayın Avukat Hüseyin Aygün’dür. Gelin Dersim(Tunceli)de sokakta ona bir merhaba deyin, ya da çıkın bürosunda bir çay içinde görelim sizin demokratlığınızı ve aydın dayanışmanızı. Bakılım o zaman sevgili demokrat Hevalleriniz size ne diyecekler görürüz?

    Dersim 38 mağdurlarını savunduğu için, devletin gözünde vatan haini oldu. Devrimci ve solcu militanları sıkıyönetim mahkemelerinde savunduğu için koministlerin avukatı oldu. Evinin önünde bahçesini sularken, uzun menzilli silahla öldürülen, çocuğu dağdaki bir babayı savunduğu için Türk faşistleri tarafından PKK’nın avukatı oldu. Çocuklarını çatışmada kaybeden, köyünü ve evini jandarma baskınından dolayı terk eden, kocası örgüt tarafından öldürülen Dr. Baran’ın eşinin avukatlığını yaptığı için PKK’lılar tarafından” hainin avukatı” diye damgalandı. İşte Dersim’in bu Avukatı Sayın Hüseyin Aygün’ü de desteklediğinizi söyleyinde görelim sizin aydın, sanatçı, ilerici ve demokratlığınızı…

    Dersim’de BDP ve yandaşlarını dinlediğinizde, iktidarda olan partinin AKP olduğunu anlayamazsınız, nede başbakanın Erdoğan oldugunu? BDP’nin Dersim’de seçim çalışmasını izleyenler sanır ki Türkiye’de iktidar partisi CHP’dir ve Başbakan’da Kemal Kılıçdaroğlu’dur. BDP ve bileşenleri ne AKP’ye nede Başbakan Tayyip Erdoğan’a bir tek söz söylemiyorlar Tüm eleştiri ve saldırılar CHP ve Kılıçdaroğlu’na . İşin garibi öne sürdükleri argumanlar günümüzün CHP’siyle alakası yok. Dersim’in BDP’li Kürtlerini dinleyenler kendilerini 1930’ların Türkiyesi’nde sanırlar.

    BDP’liler ve destekleyicileri 1937-38 Dersim katliamının sorumlusunun CHP olduğunu her fırsatta dile getiriyorlar. Acayip bir « Dersim 38 Kampanyası” başlatılmış. Her yerde Dersim 38 konuşuluyor ve Dersim 38 hatırlatılıyor. Sanırsınız Dersim katliamını Kılıçdaroğlu ve onun başında bulunduğu CHP yapmış. Burdan hareketle amaçladıkları CHP’nin Dersim milletvekili adayı Sayın Hüseyin Aygün’ü yıpratmak ve zayıflatmaktır.

    Günümüz CHP’sini ve Kılıçdaroğlu’nu Dersim 38 katliamından sorumlu tutmak samimiyetsizliktir, art niyettir, kirli politika yapmak , siyasette cahil olmak demektir. « Dağlarda gençlerin ölümünden, yaşanan katliamlardan, ülkenin içinde bulunduğu açlık ve yoksulluktan CHP’nin de sorumlu olduğunu biliyoruz”diyor EMEP bölge illeri sorumlusu. Bunu söyleyen arkadaşlar aslında insanların zekasını küçümsüyorlar. Bir başka biçimiyle; Dersim’de yıllardır sürdürülen ve geleneksel hale dönüşen kirli siyasetin hala devam ettiğinin de gösterğesi oluyor. Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan’nın referandum seçimlerinde Dersim 38 katliamını gündeme getirip, CHP ve Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutup saldırması gibi. O da bugün BDP’nin kullandığı argümanların aynısını kullanıyordu.

    Yürütülen bu anti CHP propagandasının yada korkusunun en açık örneği Dersim (Tunceli)de yapılan 1 Mayıs mitinğinde görüldü. Orda şöyle bir slogan atılmıştı. “Kahrolsun Kemalist Faşist Diktatörlük”. CHP grubunun miting alanına girmesiyle, yol kenarında amigoluk yapan bir grup tarafından atılan bu slogan, arkada mitingi takip eden BDP,EMEP ve diğer sol gruplar tarafından da büyük bir iştahla alkışlandılar.

    Hadi diyelim BDP’lilerin 1 Mayıs’ta CHP kortejini yuhlamaları bir bakıma anlaşılır. BDP’nin sınıf hareketi, sınıfın çıkarları, işçi sınıfı diye bir sorunlarının olmadığını bildiğimiz için, onların böyle bir tepkiye sevinmelerini anlıyabiliriz . Peki kendisine ‘sınıf partisiyim’ diyen EMEP’lilere ne oluyordu? Hani işçinin gericisi-ilericisi, faşisti-devrimcisi olmazdı? İşçi işçidir diyordunuz. MHP’li işçiyi 1 Mayis alanına çağırıp alkışlarla karşılıyorsunuz da, CHP’li işçileri niye yuhluyorsunuz, bunun bir mantığı var mıdır?

    1995’te Evrensel gazetesinin siyasi komiserliğini yapan vatandaş, Türkiye’nin sayılır ne kadar marksist, devrimci,solcu ve sosyalist yazar, aydın, gazetecisi varsa Evrensele toplamıştı, bir ay çalıştırdıktan sonra da hepsini kapı dışarı etmişti. Onlardan biri de bugün BDP’nin Mersin adayı Ertuğrul Kürkçü idi. Gazetenin genel yayın yönetmenine nedeni sorulduğunda, durumu söyle izah etmişti: “Biz işçi sınıfına hitap eden bir gazeteden yanayız. Marksist entellektüel ve aydınlara hitap eden bir gazete çıkarmıyoruz… Bizim gazeteyi MHP’li bir işçi de okumalı. Ben MHP’li bir işçiyi marksist bir aydına tercih ederim”. Peki sevgili EMEP’li arkadaşlarım! 1 Mayıs’a katılan Dersim’li CHP’liler, MHP’li işçilerden daha mı gericiler acaba?

    Dersimdeki BDP –EMEP bileşenlerinin şu an kullandıkları en büyük argümanları: CHP’nin Mustafa Kemal’in Partisi olduğu ve Mustafa Kemal’in de Dersim 38 katliamının planlayıcısı olduğu fikridir. Buradan hareketle kendilerinin (Yani BDP ve EMEP’lilerin)Anti-Kemalist oldukları ve CHP’nin Dersim adaylarının ise Kemalist oldukları iddiası…

    Özellikle politize olmuş genç kuşak, bu propağanda da etkilenmiş durumda. Ama orta yaş ve yaşlı kuşak ise, tam tersine bu argümanlara gülüp geçiyor. Onlardan da şunu duyuyoruz: “asıl celladına tapanlar, 30 yıldır köylerimizi, evlerimizi bosaltan o Khurlara hayran olanlardır. Bizim ziyaretlerimize küfür edip, pirlerimize hakaret edip, sonrada gidip Urfa’da Apo’nun evinde utanmadan “teverik” diye toprak getirenlerdir, asıl cellatlarına tapanlar aha o khurlaşmış soysuzlardır”.

    Denizlerin takipcisiyiz ve Onların devrimci mirasının devamıyız diye övünen EMEP şunu bilmiyormu. Denizlerin « Biz Mustafa Kemalin takipcileriyiz” diye mahkemede savunma yaptıklarını. Denizlerin devrimci kişiliğine kimsenin diyecek bir sözü yok ama başkalarını Kemalistlikle suçluyanlara deler ki; Sen önce dön kendine bak.

    BDP-PKK’ya gelince. Kent merkezinde, insanlar üstünde çok ciddi bir pisikolojik baskı uyguladıkları her durumda his ediliyor. Eskiden Dersim (Tunceli)ye geldiğinizde, kaldığınız Hotelin resepsiyonunda, yemek yediğiniz restorantın kenar masasında, çay kahve içmek için gittiğiniz kafeteryada her zaman birilerinin sizi dikizlediğini görürdünüz ve o kişinin sivil bir polis olduğundan emindiniz. Önceleri Dersim’de kendinizi polislerden, özel timcilerden, jandarmadan sakınıp etrafı kollardınız. Günümüzde bunların yerini « PKK-BDP’li Hevaller” almış.

    Heryerde özel istihbaratçıları, milisleri, bilgi taşıyan elemanları var. Şehir merkezinde üstünüzde eksilmeyen bu gözleri çok kısa bir süre içinde fark edersiniz. Vatandaşın biri bu durumu şöyle izah ediyor : «Burda insanlar devletin askerinden, polisinden ya da jandarmasından korkmuyor artık. PKK-BDP’nin şartlandırdığı ve her an insanların üstüne saldırtacakları kim oldukları bellirsiz kişilerden çekiniyorlar. İşin gerçeğini sorarsan onlardan da artık kimse korkmuyor ama halk artık sorun yaşamak istemiyor, Dersimliler yıllardır süren siyasi gerginliklerden bıkmış artık.” Bir başkası da şöyle bir örnek veriyor: “ Eskiden biz aha şu Palavra Meydanı’nda dolaşıp konuşurken, bazen yanımızdakilerden biri ayak ucuyla bizi dürtüklerdi, anlardık ki etrafta ya da yanımızda sivil polis var. Şimdi de dürttüklerinde anlıyoruz ki yanımızda bir PKK’lı var.”

    Köylerde ve ilçelerdeki insanlar biraz daha rahat ve açık konuşabiliyorlar. Gerçi aynı endişe ve kaygıyı onlarda dile getiriyorlar ama biraz daha rahatlar. Kılıçdaroğlu ve CHP adaylarından yana olduklarını yüksek sesle söyleyebiliyorlar. Sanıldığı gibi birtek yaşlı kuşak değil böyle düşünen. Gençlerden de Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sini destekleyen çok kişiye rastladık. Ovacık köylerinde, Pertek ilçesinde, Mazgirt dağ eteklerinde, Hozatta, Çemişgezek’te… bir çok yerde Kirmanciye ruhuyla yetişen, yeni ve temiz bir genç kuşağın da böyle düşündüğünü gördüm ve şahit oldum.

    BDP-PKK demogojisinden etkilenip, karşı çıkanlarda vardı elbette. Kemalist partiden aday olanların Dersim’e ihanet ettiğini ve CHP’nin katil bir parti olduğunu savunanlar da vardı. Fakat bunu savunanlarda şunu fark ettim; birçoğu ne söylediğinin farkında dahi değildi. Bir papağan gibi ezberlenmiş ve ezberletilmiş düşünceyi tekrarlayıp duruyorlardı. Onlara bir sözüm vardı, Abdullah Öcalan’nın Mustafa Kemal hakkında düşüncelerini yazacağımı söylemiştim. Nasıl savunuyorsa ve ne diyorsa olduğu gibi aktaracağım demiştim.

    İşte Abdullah Öcalan’ın Avukat görüşmeleri esnasında Mustafa Kemal hakkında söyledikleri.

    “ Benim hayata geçirmeye çalıstıgım 1920’lerin Kuva-i Milliye ruhudur… Mustafa Kemal, bunu yapmaya çalıstı… Biliyorsunuz o dönem Koçgiri İsyanı’nda diyalog yolu açılabilirdi….Mustafa Kemal’in yarattığı ulus-devlet çizgisine bağlı kalacaklarını söylüyorlar. Ama Mustafa Kemal’in yarattığı Cumhuriyet çizgisiydi. 1920’lerdeki Kuva-i Milliye ruhuydu…”. A.Öcalan ’29 Ağustos 2008 tarihli görüşme notlarından.

    Mustafa Kemal, aslında Marks’ın Marksist olmaması gibi Kemalist değildir. Kemalizm kavramı Mustafa Kemal’e rağmen Mustafa Kemal’in dışında geliştirilmiştir. Mustafa Kemal önceleri Napolyon’a özendi, daha sonra Avrupa milliyetçiliğinin babası Mazzini’den de etkileniyor ama onun gibi de olmadı (….)Mustafa Kemal’in 1926-27’de yaratılan siyasal teolojiyle manevi ölümünü gerçekleştirdiler.”

    “Siyasal Teolojiye dayanan Kemalist anlayış (…) Ergenekon içerisinde bir kesim yeşil kuşak anlayışına direndi. Bu direnen kesim şu an cezaevinde, Ergenokon’dan yargılanıyorlar. Ergenekon davasını bu yönüyle ciddiye almak gerekiyor”. A.Öcalan/ Avukat görüşme notları ANF/ 04 Ocak 2009

    “Şeyh Sait İsyanı-Dicle İsyanı bir provokasyondu. Bunun provokasyon olduğunu anlamadılar. Dersim isyani sonunda da Mustafa Kemal, Seyit Rıza ile görüşecekti ama bunu yapmasına bile izin vermediler, onu beklemeden Seyit Rıza’yı idam ettiler. Mustafa Kemal gerçek bir isyancıydı. ” A.Öcalan 28 Ekim 2009 tarihli görüşme notları

    Yukarıda aktardığım uzun alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Abdullah Öcalan gayet açık bir şekilde Mustafa Kemal’i ve dönemini savunduğunu itiraf ediyor. Dersim 37-38 katliamında Mustafa Kemal’in sorumlu tutulamayacağını da söylüyor. Peki nasıl oluyor da Dersimli BDP-PKK’liler Dersim 38’de yapılanlardan günümüzün CHP’sini ve Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutabiliyorlar?

    Sevgili Dersimliler , Dersimde bugün politika bu kadar kirli ve sahtece yapılıyor. Yaratılan bu kaos ve karanlık atmosfer içinde insanların tercihlerini yapmak zorunda bıraktırılıyorlar. Geleceğe dair toplumsal projeler etrafında değil, özel çıkarlar etrafında, ahbap- çavuş ilişkileri içinde, yalan ve dolanla, tehdit ve şantajla siyaset yapılmaya çalışılıyor.

    Ama hangi yola başvursalar da nafile! Dersim’de artık hiç bir zaman siyaset eskisi gibi olmayacaktır. Bir devrin sonuna gelinmiştir. Kılıçdaroğlu ve onun yeni CHP’siyle Dersim başka bir baharı yaşıyor artık…!

    Devam edecek…

    28 MAYIS 2011

    Hüseyin DEDESOY

    http://www.jarudiyar.com/yazarlar/961-dersimde-bdp-emep-ve-kirletilmi-siyaset.html

  42. sait

    Sayın Dedesoy yazınızı bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ediyorum. TÜRKLERİN KÜRTLER ÜZERİNDEKİ ASİMİLASYONCU TAVRI NEYSE BDP-PKK ÇİZGİSİNİNDE DERSİM HALKINA ASİMİLASYONU AYNIDIR.

  43. teşekkürler sait bey ama

    ben sadece yazıyı alıntılayıp paylaştım. umarım sayın dedesoy kendisinden habersiz paylaştığım için kızmaz. öyleyse kendisinden özür dilerim burada. kendisine ben de teşekkür ederim.

  44. ertan

    BDP-PKK çizgisinin o davranışlarıyla seçim tartışmasının bir alakası yok. Zira kafadan boykotçu bazı sol gruplar BDP’den daha az zalim değil (misal cephe).

  45. hayloooo

    dedesoy beyi buraya taşıyan arkadaşa,
    dersim halkına asimilasyon derken, chp den aday olmuş arkadaş için mi yoksa chp için mi bu çırpınma, hüseyin aygünü basından takip ettiğim kadarı ile biliyorum ancak, tüm o sırladığınız yaptıklarından sonra chp den aday olması da çok ilginç değil mi?chp ya da mhp ne farkeder…oradaki bdplilerde dersimi değil mi, dersimli derken sadece chplileri mi kastediyorsunuz…

  46. hayloooo

    ekleme yapayım da yanlış anlaşılmasın, orada insanların özgür tercihlerine yapılan her tür baskıyı da kınıyorum, ve o bir çok yerdede olmaktadır…

  47. akan kan dursun

    sayin zileli,
    yazinizdaki soylenenleri anliyorum, siz de blok’a oy vermenin rasyonalitesini anladiginizi acikladiniz. sizden ricam, uygun gorurseniz, 12 haziran’a kadar, turkiye baglami cercevesinde “parlamenter siyasetin sinirlari, olanaklari ve devrimci siyaset” gibi bir basligi ve konusu olan bir yazi klavyelemenizdir. esenlikler

  48. o.j

    Öcalan’ın savunmasındaki kemalizm güzellemesini hiç bir resmi ideoloji taraftarı yapamaz. İDEOLOJİSİZ pkk ortadoğudaki amerikan çıkarlarının kilit ismi. bunların özgürlük demokrasi gözyaşlarına inanmayın alayı gerici, faşist. kitle halinde demokrasi mağduru olan bu insanlarla birbir konuştuğunuzda karşınızda devletin baskıcılığına taş çıkartıcak bir zır cahille karşılaşırsınız. ha bi de akp ye kesinlikle laf getirmezler.

  49. hurşit abi

    Dedesoy’un yazısı dikkat çekici. Her ne kadar fazlasıyla CHP’li ve kemalist bir çizgide olsa da, bölgedeki baskıcı unsurları teşhir ediyor. Dersim’e bak, geleceği gör:)

  50. o.j

    “Dersim’e bak geleceği gör.” Elinize sağlık…

  51. Can

    Seçimler neyi değiştirir bilmem ama faşizmin AKP önderliğinde yeniden örgütlendiği bir ülkenin kaderini değiştiremeyeceğe benziyor. İmamın ordusu bugün Hopa’da Erdoğan’ın mitingini protesto etmek isteyen insanların bu hakkını engelleyerek üstlerine saldırdı, saldırıda ÖDP üyesi bir emekli öğretmen hayatını kaybetti. Herhalde tarihimize “ileri demokrasi şehidi” olarak geçecektir Metin Lokumcu adı. Milliyetçi-mukaddesatçı ve İslamcı kimliğin haricindeki bütün kimliklere, bütün muhalif kesimlere düşman bir yapıya gidiyor iktidar; Aleviliği meydanlarda yuhalatarak, muhalifleri katlederek, polis ve yargı eliyle sindirerek, sanata savaş açarak, kin ve nefret tohumları serperek…

  52. NB

    Bazı arkadaşlar bloka oy verilmesi gerektiğini söylemiş. Şimdi BDP sistem içerisinde kalarak kürtlerin hakkını aramaya çalışıyor iyi güzel de rejimin ana hatlarını eleştirmek adına ne yapıyor? Mesela bir gün iktidara ortak olacak kadar oy aldıklarını düşünelim. Özel mülkiyet, piyasa ekonomisi gibi konularda ne yaparlar? Şimdi ne düşünüyorlar bu gibi konular hakkında? Diğer bütün partiler gibi BDP’de ideolojik kısırlık içerisindedir. Bu haliyle belki geçici çözümlere önayak olabilir ama asıl sorunlar çözümsüz kalarak devam eder. Bana göre sistemden hoşnut olmayan kesimler bir kez olsun seçimleri boykot etse çok daha büyük kazanımlar elde edilir…

  53. Anonim

    Sayın Zileli,
    Sitenizi yeni keşfettim ve inanın çok beğendim. Yukarıdaki yazınızla pek alakalı değil ama size bazı sorularım olacaktı. Eğer cevaplarsanız pek memnun olurum.
    1) Marksizm de burjuvazi sınıfı üretim ve dağıtım araçlarına sahip olanlar diye tanımlanıyor. bugün için bu tanımın geçerliliği kalmış mıdır? Gerek bilişim sektöründe gerekse ticaretin alım satım işleriyle ülkelerinin önde gelen zenginlerini hangi sınıf içinde adlandırmalıyız?
    2) Sürekli gelişen ve değişen dünyamız içerisinde reformizme ve revizyonizme olumsuz gözle bakmak ne kadar bilimsel? Bakınız bilimsel diyorum devrimsel demiyorum.
    3)Geniş halk kitleleri reformlar yoluyla mı kendilerini yönetmeyi öğrenirler yoksa devrimler yoluyla mı? Devrimlerin çekirdek kadrosu bu gelişimin önünde bir engel midir?
    4)Marx orta sınıfın zamanla eriyeceğini toplumda sadece iki sınıfın kalacağını iddia etmiştir. bugün için bu önermenin bir karşılığı var mıdır?
    5) Nüfusun büyük çoğunluğunu orta sınıfın oluşturduğu bir yerde sosyalizm fikri kitlelerde coşkuya yol açar mı? Sosyalizm orta sınıflara ne vaat ediyor?
    6) Diyalektik materyalizm bilimin emekle döneminde elde edilen bilimsel buluşlara göre yasalarını belirlemiş ve bunları toplumsal gelişmeye uyarlamıştır. bugün için bilimi bu dört yasaya indirgemek doğru mudur?
    7) Gelişmiş toplumlarda işçi sınıfının düzene entegre olmasını nasıl açıklıyorsunuz?
    8) İkinci dünya savaşı sonrasında iktidarını devlet organlarıyla (parlamento, askeriye, sivil toplum örgütleri v.b) paylaşan burjuvazinin marksist klasikler de tabir edilen burjuvaziyle farklılıkları var mıdır?
    9)Rusya’yı devrime götüren Bolşevik partisi ve lenin olmadığı halde neden Leninizm fikrinde ısrar ediliyor? Şubat devrimini kast ediyorum.
    10) Stalin kendi döneminde Bolşevik kadroları temizlemeseydi Sovyetler birliği dağılır mıydı? örneğin Hruşcev Sovyet lideri olur muydu?
    11) Köylü komünizmi olur mu?
    12) Almanya da faşizm parlamento da durdurulsaydı, gene de iktidara gelebilir miydi?
    13) Bir bütün olarak dünya sosyalizm hareketinin gerilemesinde Stalinizmin payı nedir? Örneğin Komintern bünyesindeki partileri Leninizme göre değilde kendi ülkelerinin siyasal koşullarına göre örgütlenmesine izin verseydi, ikinci dünya savaşı sonrasında Avrupa da güçlü olan komünist hareketleri parlamentoya bağlamasaydı v.b
    14) Marx gelişmiş devletlerin gelişmemiş devletleri işgal etmesini uygarlaştırıcı bir hareket olarak yorumluyordu. örneğin İngiltere Hindistanı işgal ettiğinde. Bu bağlamda Leninizmi emperyalizm çağının Marksizmi olarak tanımlamak çelişki değil mi?
    Sorularım şimdilik bu kadar. Kendinize iyi bakmanız temennileriyle. Hürmetler ediyorum.

  54. akan kan dursun

    gun zileliyi kaale almiyoruz

  55. akan kan dursun

    gun zileliyi ciddiye almiyoruz

  56. haylooo

    kaale almıyorsanız niye buradan belirtme gereği duyuyorsunuz…

  57. GÜNNUR

    BEN GÜN ZİLELİ’Yİ VE YAZDIKLARINI SEVİYORUM.

  58. Gün Zileli

    Sayın anonim,

    Sorularınız o kadar kapsamlı ki, bunlara kısaca bile cevap vermeye kalksam bir kitap yazmam gerekir. Size şöyle bir tavsiye’de bulunayım. Bu sitedeki yazılarımı ve konuk yazıları okursanız soralırınızın bir kısımna yanıt bulacaksınız, en azından bunlar üzerinde tartışıldığını göreceksiniz. öte yandan size şu kitapları okumanızı salık veririm: 1. Stalinizm (G. Zileli); 2. Devrimi Yeniden Düşünmek-I (G.Zileli-F. Başkaya)
    Ben de sevgilerimi iletiyorum.

  59. özkan mert

    Sayın Zileli,
    Yukarıdaki soruların sahibi ben oluyorum. O gün yazarken ismimi girmeyi unutmuşum, kusura bakmayın. Bahsi geçen kitaplarınızı büyük bir dikkatle okudum. Özellikle “Devrimi Yeniden Düşünmek” isimli ortak çalışmanızın öznellikten uzak yeni söylemleri ufkumu biraz daha genişletti. Fakat bu kitaplarınızda olmayıp, yukarı yazdığım sorularımın en azından 14,12,9 ve ikinci sorularını az da olsa cevaplaya bilirseniz çok sevinirim. Kendinize iyi bakmanız temennileriyle. Hürmet ederim.

  60. Gün Zileli

    Sayın Özkan Mert, adınızı görünce önce bir şaşırdım. Çünkü şair Özkan Mert çok eski ve yakın bir arkadaşımdır. Tabii isim benzerliğini sonradan fark ettim. Sorularınızı kısaca yanıtlamaya çalışayım. Lenin, şubat 1917 devrimini öngörememiştir ama Ekim devriminde dahice bir rol oynamıştır. Leninizm bir doktrin olarak elbette tartışılır ve birçok yönü eleştirilebilir ama bu dahice rolünü görmezden gelmek mümkün değildir.
    Hitler’in iktidara gelmesinde hem sosyal demokrasinin hem de Komintern’in hatalı siyasetlerinin büyük rolü vardır. Eğer aralarındaki onulmaz rekabeti giderip işçi kitlelerinin sokaktaki direnişini örgütleyebilselerdi belki de Hitler’in iktidarı önlenebilirdi diye düşünüyorum.
    Marx ve Engels’in sömürgeler sorununa bakışı tamamen batı-merkezci bakışın bir yansımasıdır. Lenin, sömürgeler ve milliyetler üzerine tezleriyle bu bakış açısını önemli ölçüde düzeltmiştir, fakat bu sefer de ulusların kaderlerini tayin hakkı gibi muğlak bir teori ortaya atarak konuyu yeniden karmaşıklaştırmıştır. Lenin’in en büyük hatası, ulusal sorunu SB’nin çıkarlarına tabi kılması ve daha da kötüsü, daha sonra MDD diye ifade edilecek teoriye yolu açan bir ulusallık ve ulusal burjuvazi anlayışını getirmesidir. Hintli M.N. Roy’un tezlerinin Lenin’e göre çok daha doğru olduğu bugünden bakıldığında görülebiliyor.

  61. özkan mert

    Sayın Zileli,
    Cevaplarınız için çok teşekkür ediyorum. Lenin hususunda biraz daha kelam edeceğim. 917 şubat devrimi Rusya’nın gerçek devrimidir. Ekim devrimini daha çok bir hükumet değişikliği olarak görüyorum. Şubattan ekime giden yolda Lenin’in çalışmalarını tabi ki görmezden gelemeyiz; fakat bu devre bütün bir komünist harekete (Uluslararası arenayı kast ediyorum.) pratik destek sağlayacak imkanlardan hem teorik manada hem de pratik manada pek çok eksiklikler taşımakta. İç savaş yıllarını ve sonrasında gelişen iktidar yıllarının uygulamalarının lenin’ini ise okumak okumamaktan daha faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü Lenin’i bir bütün olarak ele almaya alışkın gençler, politik bir düşünür olarak Lenin’i dönemlendirmekten yoksun oldukları için yanlış teorik tespitlerle gündemi ve gelişen olayları yorumlamakta bu da pratik açmazları derinleştirmektedir. Aynı şeyler Mao üzerine de yazılabilir. Lenin’in hangi yıllar ve olaylar içinde yazdığına bakılmadan eserlerinden yapılan keyfi alıntılar çoğu genç komünistin aklını ters düz çalıştırmaktadır. Örneğin Troçki örneğini vermek istiyorum. Ekim devrimi öncesinde birbirine hakaret edecek kadar ileri giden ikilinin devrimin arefesinde birleşmelerini çoğu beyin anlamamış olacak ki Ekim devrimi öncesindeki tartışmalara dönerek karalama kampanyaları yapmaktalar. “NE YAPMALI” dan “…Çocukluk Hastalığı” kitabına gelinceye dek lenin’in değişimini nasıl okumalıyız?

  62. lenin meselesine katkı

    bizde bolşevik menşevik bölünmesi daha çok devrim kuramı açısından tartışılır. aslında asıl tartışma, devrimci örgütün yapısı hakkında cereyan etmiştir. profesyonel devrimci çekirdekten oluşan dar devrimci örgüt anlayışı avrupalı ilk marksist partilerden ayrışır. aslında marksist olmaktan çok blanqist, konspiratif bir yapıdır leninist parti.

    plehanov ve sonra kautsky’nin bu konuda yaptıkları eleştirilerinin son derece isabetli olduğunu düşünüyorum.

    komplo örgütüyle bir kez iktidarı almak başarısı gösterildikten sonra komplocu siyaset de meşruiyet kazanmış oluyor. stalinizm denen şeyin, (büyük temizlikten, doktorlar komplosuna kadar) soykütkökenleri bolşevizmin kuruluşundaki bu örgüt tartışmasında yatıyor.

  63. lenin meselesine katkıya katkı...

    Yarı feodal çarlık Rusya’sının toplumsal sorunlarından doğan Leninist parti, endüstrileşmiş Avrupa komünist hareketinin yenilgisini hazırlayan bir dış faktör olarak değerlendirilebilir mi? Latin Amerika da baş gösteren gerilla hareketleri bu içi kapanıklığa karşı bir tepki veya silkiniş olabilir mi?
    Devrimci mücadelede kitlelere dışarıdan fikir pompalama düşüncesi günümüzde bir gerçekliğe sahip midir? Bilgiye doğrudan ulaşılacak bunca araç varken!

  64. lenin meselesine katkı

    Yarı feodal çarlık Rusya’sının toplumsal sorunlarından doğan Leninist parti

    Kaynaklarını daha ziyade Çarlığın mutlakiyetçi mirasında bulabileceğimizi düşünüyorum. Ama sanayileşmemiş bir toplumda sanayileştirme politikasının komünistler eliyle gerçekleştirilmesinin stalinizm gibi bir sonuç vermesi kaçınılmaz görünüyor. Bu anlamda size katılıyorum.

    endüstrileşmiş Avrupa komünist hareketinin yenilgisini hazırlayan bir dış faktör olarak değerlendirilebilir mi?

    Bence evet. Bolşevikler, enternasyonalde de tıpkı ülkedeki diğer işçi insiyatiflerine takındıkları “büyük ağabey” rolünü oynamaya başladıktan sonra avrupa komünist hareketinin kaderinde de en az tekil ülke partileri kadar etken olmaya başladılar.

  65. lenin meselesine katkı

    diğer noktalarda sizinle hemfikirim.

  66. Gün Zileli

    Görüşleriniz Menşevik tezlere daüha yakın görünüyor. Biraz ilerlemeci ve üretici güçlerci bir mantık da var gibi. Lenin’i Rusya’nın “geri” koşullarına bağlamayı doğru bulmuyorum. Kısacası ben Bolşevikler kadar Menşeviklere de uzağım. Hatta ben Bolşevikleri de temelde Menşevik olarak görünüm. Yakında bu konuda bir yazı yazmayı düşünüyorum. Üretici güçlere bakış açıasından Bolşevikler temelde Menşevikti anlayacağınız.

  67. lenin meselesine katkıya katkı...

    Gün Bey,
    Menşeviklerin Rusya’nın geri kalmışlığına ürettikleri endüstri merkezli bakış açısı ekim devrimi sonrasında acil bir sorun olarak Bolşeviklerin karşısına çıkmıştır. Sonunda kendini Stalin’in tarım teröründe bulan çareler sovyet sisteminin hümanizmini eşelemiş bu da sovyetler birliğinin dışarıdaki inandırıcılığını şüpheye düşürmüştür. Endüstrileşme, sosyalizme geçiş sorunlarının en önemli parçası olarak Çin Halk Cumhuriyetinde de baş göstermiş ve ne yazık ki aynı sorun farklı ülkede aynı çözümle giderilmeye çalışılmış ardından büyük insan kıyımları ve yoksulluk baş göstermiştir. Kamboçya’dan hiç bahsetmiyorum. Sadece menşeviklerin değil Kautsky’nin demokrasi ve özgürlükler bağlamında söylediği pek çok şeyde günümüzde doğruluğunu kanıtlamıştır. Bolşeviklerin devrimin ilk yıllarında yaptıkları elektriksiz köye beyaz eşya takımı taşımakla eş değer görüyorum. Sanayi toplumunun eleştirici ideolojisi olan marksizmi köy toplumunda hayata geçirmeye çalışırsanız yaşayacağınız problemlere ideolojik kılıf bulmakta zorlanırsınız.

  68. orhan yalçın

    sayın zileli
    yunanistan filipinler gibi örnekler stalinist-ihanetçi kominternin art niyetli, devrimi bozguna uğratma çabalı politikalarıdır ve siz stalinist politikaları marksizmle bir tutarak bugün yapılan en büyük çarpıtmaya ortak oluyorsunuz. marksistler seçimlere ya da parlementoya toptancı bir bakış açısıyla seçim iyidir seçim kötüdür diye yaklaşmaz.

    ayrıca marksizm (bolşevik-leninizm) sosyal demokrat geleneği (2. enternasyonal geleneğini) 80 90 yıl kadar önce mahkum etmiştir..

  69. mahkum etmiş

    80 90 yıldan beri epey şeyler yaşandı be orhan bey.

  70. Gün Zileli

    Demek ki, menşeviklere yakın düyündüğünüz görüşüm pek de haksız değilmiş. Size katılmıyorum. İnsanlık sanayileşmeden çok başmka bir yol izleyebilirdi ve halin de izleyebilir. üretici güçyleri geliştirmek ya da sanayileşmek denen seyin bugün gelip nasıl tosladığını hep birlikte görüyoruz. Bu yolun çıkmaz olduğu kanıtlanmıştır. Doğaya yabancılaşmış bir insanlık hiçbir şey yapamaz. Bolşxeviker, devrimden sonra menşeviklerin yolmunu izlemişlerdir. Bolşeviklere sert menşevikler de diyebiliriz. Oysa devrimin, yani gerçek devrimin talebi bambaşka bir şeydi. Bu konuyu yakında ele alan bir yazı yazacağım.

  71. Gün Zileli

    Bolşevik Leninizm dediğiniz şey sonuçta Stalinizme yol açmıştır. Bunu ciddi bir şekilde irdelemeniz gerekiyor artık. Staelin nereden çıktı, nasıl koca Bolşevik partisini ele geçirdi (ve sonuçta yok etti). Leninist-Bolşevik arkadaşlar eski argümanları tekrarlamak yerine bunları düşünmelidirler. Kronstadt’ı ezenler, kendi ezilişlerinin yolunu açtıklarını bilmeliydiler. Tukaçevsky’nin, troçki’nin akıbetini Kronstadt’da okumak mümkündü(r).

  72. GÜNNUR

    Gün Bey,
    “İnsanlık sanayileşmeden çok başmka bir yol izleyebilirdi ve halin de izleyebilir.” Bunu biraz da olsa açıklayabilir misiniz. BİLDİĞİM KADARIYLA BU YOL ŞU VEYA BU İNSAN İRADESİNİN SONUCU DEĞİL, TAM TERSİ KOŞULLARIN DAYATTIĞI BİR SIÇRAMADIR. Kİ MARX’IN KENDİSİ DE “İNSANLAR KENDİ TARİHLERİNİ KENDİLERİ YAPARLAR…” DİYE BAŞLAYAN AÇIKLAMASINDA BU KONUYA DEĞİNMİŞTİR. İYİ AKŞAMLAR.

  73. lenin meselesine katkıya katkı...

    Sayın Zileli,
    Görüşlerinize katılıyorum. Stalinizme gökten zembille düşmüş muamelesi yapmak kadar anti-bilimsel ne olabilir? Peki, Stalinizm içinde sade Leninizmi var. Tabi ki hayır, Troçki’nin Stalinizme katkıları ayrıca tartışma konusu olacak kadar derin bir mevzu. Genede iki tanesini söylemek istiyorum. Biri sanayinin ve tarımın askerileşmesi, diğeri Kronştad bahriyelerinin ezilmesi… Hepinize iyi akşamlar diliyorum.

  74. orhan yalçın

    *”Devrimin kahramanca mücadeleler döneminde, Bolşevikler gerçekten devrimci olan anarşistlerle elele yürüdü. Parti bunların çoğunu saflarına kazandı. Bu satırların yazarı, devletin derhal ortadan kaldırılması deneyini halkın onayıyla gerçekleştirebilmeleri için bazı bölgelerin anarşistlere bırakılması olasılığını Lenin ile birlikte pek çok kez araştırdı. Ama iç savaş, abluka ve açlık koşulları bu tür planlara fazla olanak tanımadı. Ya Kronştad ayaklanması? Yalnızca köylü kökenli askerlerin ayaklanmasına birkaç şaibeli anarşist katıldı diye, devrimci hükümetin, başkenti denetleyen bir kaleyi başkaldıran denizcilere “hediye” etmesi kuşkusuz beklenemezdi. Olayların somut tarihsel çözümlemesinde, Kronştad, Makno ve devrimin diğer belirleyici olmayan olayları etrafındaki cehalet ve duygusallığın yarattığı efsanelere yer yoktur.”

    * “Kuşkusuz Stalinizm Bolşevizmden türemiştir; ama bu mantıksal değil, diyalektik bir türeme biçiminde olmuştur; yani Bolşevizmin devrimci olumlaması olarak değil, termidorcu yadsınması olarak. Bunlar hiç de bir ve aynı şeyler değildir.”

    **troçki,stalinizm mi bolşevizm mi?

    stalinizm bolşevizmin bir sonucuydu madem neden mk üyelerinin tümü katledildli?17 ekiminde mk da olanlardan yalnızca stalin ve lenin eceliyle ölmüştür (ki leninin ölümü de şaibelidir)

    eğer okumadıysanız troçkinin stalinizm mi bolşevizm mi adlı makalesini dikkatle okumanızı öneririm..

  75. lenin meselesine katkıya katkı...

    Orhan Yalçın Bey,
    Troçki’nin tezlerine katılmamak olanaksız gibi. Bu satırları bizlerle paylaştığınız için teşekkürler. (GENE DE GÜN BEY’İN AÇIKLAMASINI BEKLEMEK GEREK) fakat bir hususta bağlandı kurmayı başaramamışsınız. O da bolşevik Stalin’in MK üyelerini yok etmesini altında onun Anti Bolşevizmi değil gerçek Bolşevizmi yatar. Zira sosyalizm içi komplolar geleneğinin başlangıcını gene 1917-1923 yılları arasında şahit oluyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, İtalyan komünisti Giacinto Menotti Serrati’nin başına gelenleri Angelina Balabanov’un “Lenin’in Yakın Görüntüsü” isimli kitabından okuyabilirsiniz. Aynı kitabın VIII. bölümü “Lenin’in Casusları” başlıklı yazısı da bu konudaki fikirlerinizi aydınlatabilir. İyi günler diliyorum. NOT: Bir siyasi gelenek olarak Bolşevik Parti içindeki entrikaları sanırım Gün Bey daha güvenli belgelerle bizlere açıklayabilir.

  76. Anonim

    Anafora Doğru, Anaforun İçinde

    http://www.bianet.org/biamag/kultur/130477-kolymaya-arkeolojik-bir-yolculuk

  77. Esas önemli olan

    80 sene, 100 sene önce olanlar degil, Türk solunda ayni egilimler bugün 2011’de fazlasiyla var ve bunlari tartismak gerek. Ama tabii belli dogmalar yikilmadan bu tartisma da kisir olacak. Dolayisiyla Stalinizmin tamamiyle tasfiyesi çok önemli.

  78. Gün Zileli

    Stalinizmle Leninizm aynı şey değil, aralarında farklar var ama bir devamlılık da var. Dolayısıyla Stalin’in Bolşevik partiyi ezmesinden Bolşeviklerin onun tam zıddı olduğu sonucunu çıkartmak hata olur. Hitler SA’ları temizledi. Çünkü SA’lar hala nasyonal sosyalizmin akidelerine bağlılık içindeydiler. Oysa Hitler bu akidelerden uzaklaşmak zorundaydı. Hitler SA’ları ezdi diye SA’ların Hitlerci olmadıklarını söyleyebilir miyiz? Hayır, onlar hem de Hitler’den bile daha Hitlerciydiler.

  79. marksistler ve anarşistler

    yani yunan, filipin, fransız, italyan yoldaşlarımızın yaptığı hataya tekrar düşmeyelim. silahları bırakmayalım, gerilla savaşı sürdürelim. seçime falan katılmazsak, “sisteme eklemlenmez” ve tez vakte, proleterya diktatörlüğümüzü kurarız. bu mu yani?

    bu yazıdaki örnekler neden hep marksist leninistlerin devlet iktidarını ele geçirme tecrübelerinden seçilmiş?

    bir anarşistin, seçimlere katılmanın yanlışlığına örnek olarak leninistlerin seçimlere katıldıkları için devlet iktidarını ele geçirmeyi başaramamış olmalarını vermesinde bir tuhaflık yok mu? bence ardından yeni bir stalinizm geleceğine, marksistler seçimlere katılıp, “sisteme eklenseler” emekçi sınıflar için çok daha iyi olur. emekçiler en büyük eziyeti, bu sisteme eklemlenmemiş, marksist leninistlerden partilerden gömediler mi?..”sisteme eklemlenmiş” avrupalı sosyal demokratları onlara tercih ederim.

  80. çok doğru

    stalinist rejimler liberal burjuva demokrasisini mumla aratır. reformlar yoluyla sisteme eklemlenmek neden öcüleştirilir? bütün devrimler karşı devrimlerle sonuçlanmadı mı? niye reformlar bu kadar küçümsenir?

  81. Anonim

    yazıda en büyük devrimci örnek eksik kalmış. Bolşevikler menşeviklerin aklına uyup burjuva demokrasisine tabi olsalar devrim yapamayacaklardı. Oysa silahlarını bırakmadılar, fırsatını bulduklarında (tarihin pususuna yattılar) kışlık sarayı basıp, iktidara el koydular.

  82. Bardamu

    Ya bu ülkede seçim yoktu da ilk kez mi yapılacak? Nereden çıktı birden bire bu seçimlere böyle büyük önem, değiştirici güç atfetme meselesi. Osmanlıdan beri yapılıyor. Cumhuriyet döneminde de kesintisiz devam etti. Hatta askeri darbeleri yapanlar bile hemen seçim yaptılar. Onlar daha kestirmeden organize ediyordu seçimi, asker olmayan devlet görevlileri biraz daha cilalı ama benzer şekilde organize ediyor. İzliyoruz işte olan biteni.

    Hayır yani bu arkadaşlar neyi keşfetti de bizden gizliyorlar. Birisi söylesin allahaşkına. 🙂 Birden seçimde bir keramet buldular.

    Kürt hareketi de sanki kazanımlarını parlamentoda elde etmiş gibi değerlendirmeler yapılıyor. Kürt halkı bütün kazanımını sokakta, barikatta, dağda mücadele ederek kazandı.

    Cidden çok merak ediyorum bu kapitalist devletin, birisi yukarıda demiş ya sirk diye, bir sirki andıran parlamentosu ve seçim düzeninden ne umuyorsunuz?

    “Parlamento sirktir uzak kalın” diye kızmak da neyin nesi. Sirke katılın, eğlenin kafasıysa bu bir şey diyemem.

    Bu seçim lafı falan da bir yalandan ibaret. Neyi seçiyorsunuz kardeşim. Bir seçim falan söz konusu değil. Blok adayları da dahil birileri seçip önünüze koyuyor, siz de onaylıyor ya da onaylamıyorsunuz. Seçimi birileri çoktan yapmış durumda.

    Kürt hareketi ve mücadelesi bir anda seçimlerdeki blok adaylarına indirgendi. Ne alakası var. Altan Tan, Gani Şavata vs. gibi adayları da var blogun. İşadamları var vs. Bir kere blogun adayları ile emekçi Kürt halkı arasında çelişki var. Şimdi o mücadeleyi vermiş emekçi kitleleri, bir parlomenta şevkiyle hiçe sayıp, ittifak edilen burjuvaları bu kadar öne çıkarmak da nedir ya.

    Hani şu Marksistlerin sevdiği “küçük burjuva radikalizmi” lafı var ya. Bu sizinki de tersten bir “küçük burjuva radikalizmi” 🙂

  83. Anonim

    Seçimler halkı oteritenin denetimine altına alan ğüç mekanizmasıdır sisitemleri zaten fasizmleri böyle işliyoo veEN İYİ SOL ÖLÜ SOLDUR ONLARIN İŞCİ SINIFLARINI HAKLARI DÜNYADA ANARŞİSTLERE NELER YAPTIGINA BAKMAK LAZIM EN İYİ SOL ÖLÜ SOLDURR..ZALİİMLERE OTERİTELERE İNAT YAŞASIN AŞK YAŞASASIN HAYAT YASAŞIN ANARŞİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ

  84. Bu sefer solcular seçime çok önem veriyor

    Neden acaba? Generallerin tutulanmasini engellemek lazim. Ayhan Carkin öttü, Agar’in, Demirel’in,Ciller’in,Yilmaz’in, Baykal’in tutuklanmalarini önlemek lazim. Yargilanmaya baslanan 12 Eylül rejimini kurtarmak lazim. Iste Türkiye’de sol budur. Bu sitede denildigi gibi sol Kemalizmin stepnesidir. Kendi söyledikleriyle tutarli olsalar bu Dev Yollar, Dev Sollar falan , kisacasi “tek yol devrim” diyenler boykot alternatifini savnurlar, ama Ak Parti nefreti onlara kendi söylemlerini de unutturmakta. Zaten Ak Parti nefreti sola neler yaptirmadi ki?

  85. Anonim

    Sayın Bardamu,
    Yazınızı okurken üsten bakan tavrınızın altında kaldığımı itiraf etmek zorundayım. Teorik miskinliğiniz ise elem verici. Neden mi? Osmanlıdan günümüze neyin değiştiğini görmeyecek kadar tarih bilincinden yoksunsanız aslında fazla söze gerek yok. Bunu bir seçim güzellemesi olarak okumayın. Hayatın her alanında (OKULDA, FABRİKADA, SOKAKTA, EVDE, CEZAEVLERİNDE VE SEÇİMLERDE) mücadele eden insanlara çelme takmak acaba kimlerin işine yarıyor açıklar mısınız? kürt hareketine değinmişsiniz. pkk’nın 84 yılından beri türkiyenin tamamına söyleyemediği sözleri parlamentoda ki kürt milletvekkillerinden dinledik. 93 yılındaki tutuklanmalarının sebebi seslerini kesmek değilde neydi. daha çom şey yazcaktım ama vazgeçtim. lütfen sinizmizi ve miskinliğinizi devrimci beyinlerden uzak tutun. belki anlamazsınız diye gene tekrar ediyorum. bu bir seçim güzellemesi değildir. hayatın her alanında mücadele edilmesinin gerekliliği üzerine bir yazıdır.

  86. Bardamu

    Anonim arkadaş, çok öğreticisin. Müthiş bir devrimci tahlilde bulunmuşsun. Hem benim “teorik miskinliğimi”, “sinizmimi” tespit etmişsin hem de tarihe adını yazdıracak bir önermede bulunmuşsun: “Tarihi seçimler belirler!!!”
    Seçim güzellemesi değil desen de fiilen söylediğin şey budur. Devrimci beyinlerinize sinizm ve miskinlik aşılıyoruz da; bu söylediklerinize revizyonizm demek bile eksik kalıyor.

    Anonim arkadaş, şu seçim ve devrim arasındaki bağ ile ilgili görüşlerini, retorikten öte bir şeylerle izah etsen de faydalansak.

    Anonim arkadaş, seçimci bir hırs içinde olabilirsin ama mücadele eden insanlara çelme takmayı nereden çıkartıyorsun. Bu nasıl bir anlayıştır; nasıl bir sekter kafa yapısıdır bu. Bir cümle sonrasında da beni hain ilan edeceksin her halde.

    Seçimleri savunuyor ve başka parti ve adayları da destekliyor olabilirdim. ESP’nin de adayları var mesela ne bileyim… Bu nasıl bir kafa yahu. Küçük burjuva radikalliği bu işte.

    Fabrikadaki, sokaktaki vs. mücadele mücadeledir. Oy kullanmak bir mücadele değildir ama. Hatta seçimler sistemin yeniden üretimi, radikalliklerin törpülenmesidir. Parlamentodan verdiğin (93 yılındaki tutuklamalar) örnek bile seni doğrulamıyor ki.

    Sevgili parlamenter arkadaş, dünyanın en uzlaşmacı fikirlerini, radikal bir bağnazlıkla dile getirmek devrimcilik olmuyor.

  87. 93 yılındaki tutuklamalar dediniz de.

    1993: CHP’liler PKK’lilari davul, zurna ile meclise soktu, sonra ayni CHP’liler ayni adamlari tekme-tokat kovaladi. Sanki Leyla Zana’nin Kürtçe yemin edecegini bilmiyorlardi? Ama bile bile tuzak kurdular. Iste CHP, iste sol.

    Su anda Tüsiad’indan TSK’sina kadar hepsi Marksist-leninist hatta ve hatta Aydin Doganist olmus. Rejim tehlikeye girince böyle olur hep. Bkz: 1958, Üç kez üstüste DP gelince ögrencilerin sokaga dökülmesi Bkz: 1969,iki kez AP iktidar gelince belli mahfillerde bir sosyalizm sevgisi dogmasi. Bkz: 1992, Özal’i deviremeyenlerin sola sarilmasi, solun “baba degisti” saçmaligi ardinda Demirel etrafinda birlesmesi, Bkz.2011: AKP 2 kez iktidara gelince TKP’sinden, Dev-Yol’a kadar tüm sosyalist solun Haberalarin, Sinan Aygünlerin, Kiliçartiklarinin partisi çevresinde kutsal ittifak kurmalari. Bu küçük burjuva radikalizmi falan degil, Tüsiad ve TSK kuyrukçulugu.

  88. Anonim

    Sayın Bardamu,
    Yazımda belirttiğim gibi ve sizin buna karşın tekrarlamanıza karşın yineliyorum “Seçim güzellemesi yapmıyorum.” Nasıl ki sendikalar sınıf mücadelesini ekonomik mücadeleye indirgiyorlar diye sendikalara arkamızı dönemeyeceksek, parlamentonun sağcı gerici unsurları bünyesinde barındırıyor diye ona da arkamızı dönemeyiz. Dönemeyiz diyorum çünkü dönmemeye mecburuz. Zira iktidarlarını parlamentodan aldıkları güçle uygulayan sağcılara meydanı bırakmış oluruz. Bunu görmek için çok derinlere gerek yok. Parlamento bir güçtür ister kabul edin ister etmeyin. Ülkenin ekonomisinden, dış siyasetine her konuda son kararın verildiği bir mekanizmadır. Bir örnek vereyim. Malum Kore savaşına asker gönderilmemesi için sokaklarda günlerce eylemler yapıldı (YAPILMALIYDI. YOKSA SOKAKLAR SİYASİ GÜNDEMİ BELİRLEMİYOR DİYE SOKAKLARA ARKAMIZI DÖNEMEYİZ) Parlamentodaki parti (D.P)göndermeye onay verdi ve askerler gitti. Eğer parlamentoda sosyalistler olsaydı gitmeyeceklerdi.
    Ağzımdan kelime yazmaya hakkınız olmadığını düşünüyorum. “Tarihi seçimler belirler!!!” lütfen iddia etmediğim şeyleri şahsım adına yazıya dökmeyin.
    Revizyonizme karşı bir alerjim olmadığını belirtmek istiyorum. Hareketin olduğu yerde değişimin esas olduğunu düşünen bir beynim var. Bu itirafımla sanırım “küçük burjuva radikalizmi” suçlamasından artık hüküm giymeyeceğimi sanıyorum.
    Seçim hırsı kelimesini daha ileri götürmek istiyorum. Hayatın her aşamasında hırslıyımdır. Bunu medya, sendika, okullar, fabrikalar diye çoğaltabilirsin.
    Sorumu yinelemek istiyorum. Mücadele eden insanlara, mücadele edilmesi gereken bir alandan çekilin, önemsemeyin demekle kime hizmet ediyorsunuz?
    Sizi kesinlikle hainlikle suçlamam. Böyle bir şey hakkım değil.
    “Hatta seçimler sistemin yeniden üretimi, radikalliklerin törpülenmesidir.” O kadar ezbere bir cümle ki, neresinden başlayacağımı bilemiyorum. Sözü çok uzatmadan iki örnek vereyim. Chavez Venezüella da sistemi yeniden mi üretiyor? Akp ve Mhp kendi alanlarında radikal partiler değil mi? Hadi biraz daha geriye gideyim. Refah Partisi TÖRPÜLENMİŞ BİR PARTİ Mİ?
    Radikal bağnazlık konusuna gelince, yukarıda yazdıkların bundan kırk yıl önce söylenmiş hamasi suçlamalardır.
    “93 yılındaki tutuklamalar dediniz de” isimli nick size mi ait bilmiyorum ama genede yanıtlamak istiyorum.
    Bir kere yakın tarihe Fransız olduğunuz yazınızdan belli. 93 yılında Kürtleri parlamentoya sokan Chp değil Shp dir.
    Evet, Leyla Zana’nın Kürtçe yemin edeceğini bilmiyorlardı. (Ki leyla zana orada en doğrusunu yaptı.) Tuzak kurdular diyorsunuz. İyi ama neden?
    İşte Chp işte sol demişsiniz. Ne alakası var güzel kardeşim! Size Chp eksenli bir sol tablomu çizdim?

  89. Anonim

    Düzeltme; yukarıda “93 yılında” yazmışım. bunu 91 yılında diye değiştiriyorum.

  90. Anonim

    Sayın Bardamu,
    Yazınızın her maddesini ele alarak karşı cevap yazdım.
    Sizde böyle yaparsanız sevinirim. Yazınızı eleştirdiğim ilk yazımda olmayan şeyleri yazarak, sorularıma cevap vermeyerek yazdığınız yazılara artık karşılık vermeyeceğimi belirtmek istiyorum. İyi akşamlar.

  91. Anonim

    AŞAĞIDAKİ İDDİANIZA CEVAP YAZMAMAMIN SEBEBİ CİDDİYE ALINIR TEK SATIRI OLMAMASIDIR.
    “Su anda Tüsiad’indan TSK’sina kadar hepsi Marksist-leninist hatta ve hatta Aydin Doganist olmus. Rejim tehlikeye girince böyle olur hep. Bkz: 1958, Üç kez üstüste DP gelince ögrencilerin sokaga dökülmesi Bkz: 1969,iki kez AP iktidar gelince belli mahfillerde bir sosyalizm sevgisi dogmasi. Bkz: 1992, Özal’i deviremeyenlerin sola sarilmasi, solun “baba degisti” saçmaligi ardinda Demirel etrafinda birlesmesi, Bkz.2011: AKP 2 kez iktidara gelince TKP’sinden, Dev-Yol’a kadar tüm sosyalist solun Haberalarin, Sinan Aygünlerin, Kiliçartiklarinin partisi çevresinde kutsal ittifak kurmalari. Bu küçük burjuva radikalizmi falan degil, Tüsiad ve TSK kuyrukçulugu.”

  92. Anonim

    “Anonim arkadaş, şu seçim ve devrim arasındaki bağ ile ilgili görüşlerini, retorikten öte bir şeylerle izah etsen de faydalansak.”
    ilk yazımda devrime dair tek kelime etmediğim halde neden böyle bir soru sordunuz anlamış değilim. madem konu açıldı cevaplayayım. parlamentoyu, fabrikaları, sokakları emekçilerin yanında ele geçirdiğimizde devrim başlamış demektir. sonra ne mi olacak? inanın bunu bende bilmiyorum. zira ne desem spekülasyon olur. bu da düşünme alışkanlıklarıma ters düşer. tekrar iyi akşamlar.

  93. üfffff...

    …parlamentoyu, fabrikaları, sokakları emekçilerin yanında ele geçirdiğimizde devrim başlamış demektir. sonra ne mi olacak? inanın bunu bende bilmiyorum. zira ne desem spekülasyon olur. bu da düşünme alışkanlıklarıma ters düşer. tekrar iyi akşamlar….

  94. Bardamu

    Anonim arkadaş, sizinle temel farklılıklarımız var. Bu tartışma da buradan kaynaklanıyor. Toplumsal tahayyüllerimiz, hedeflerimiz ve buna bağlı olarak da mücadele anlayışlarımız çok farklı. Devrimcilik bir söylem ve jargon meselesi değildir. 19. ve 20. yüzyılın bin kere denenmiş ve bin kere duvara toslanmış yöntemlerini yeniden ısıtıp ısıtıp, sonuç alınabilir şeylermiş gibi ileri sürmenin gereği yok.

    Ben, emekçinin, ezilen, dışlanan, ötekileştirilenlerin hayatın öznesi olacakları bir mücadeleyi meşru ve sonuç alacak bir yol olarak görürüm. Kitle adına ve kitleyi sadece kendini meşrulaştırıcı bir söylem olarak nesneleştiren temsili kurumların tümünün, bütün süslü söylevlere rağmen, sistemin emniyet subapları olduğunu düşünüyorum. Tarihsel pratik de bunu doğrular yönde gelişmiştir. Tarihten örnekleri de o yüzden verdim. Bütün bunların kitlelere kazandırdığı görece rahatlıkları da inkâr etmiyorum. Ancak sendikalar da dâhil tek işlevleri, ücretli emeğin ve sömürü düzenin devamını sağlamaktır.

    Parlamento karşıtlığımın nedeni de seçimleri hep sağcı partilerin kazanması falan değil, kapitalist devletin, kapitalizmin aygıtı olması ve sadece onun yararına çalışan bir mekanizma olmasıdır. Böyle kurulmuş bir yapıdan işlevinin tam tersi bir iş görmesini beklemek boş hayalciliktir. Bütün bir mücadeleler tarihi ve toplumsal deneyimler bunun örnekleriyle dolu. Parlamentoya katılmış olmanın tek anlamı bu sistemi meşrulaştırmak ve sistemin, düzenin içinde olmaktır. Sisteme değil, iktidar partisine muhalif olmaktır.

    Parlamentonun bir güç olduğunu reddeden yok. Ama bu güç kapitalist devletin ve onun sahiplerinin gücüdür. Emekçi halkı zincir halkasına bağlı tutmak ve aykırı davrandığında da kafasına inmek için bir güçtür.

    Kore’ye asker gönderilmesi sadece ve sadece sokaktan örgütlenen bir muhalefet ile önlenebilir, parlamentodan değil. İşte bunlar sizin temel yanılgılarınız. Eğer bir parlamentoyu oluşturan çoğunluk, Kore’ye asker gönderme kararına onay vermeyecek olsaydı, o kararı onayacak, “milli güvenlik vıdıvıdısı” diye bir konsey, bir teknokratlar hükümeti onun yerini hemen alırdı.

    “Tarihi seçimlerin ya da parlamentoların belirlediğini” doğrudan bir cümle ile ifade etmediniz tabii ki, ama yazdıklarınızın doğrudan sonucu bu. Kore örneğinde de aynı şeyi yapıyorsunuz. Üstelik tarihsel olayları bir vakanüvis gibi art arda sıralamayı bilinç zannederek, buradan hareketle beni bilinç yoksunluğu ile suçladığınızda, benim söyleyeceğim, “tarihi seçimlerin ya da parlamentoların belirlemediği” olacaktır.

    Türkiye’yi batı sistemine entegre eden egemen sınıf ittifakı ne ise, halkın çocuklarını Kore’ye sürükleyenler de onlardır. Bunun aracı olarak da her zaman parlamentoyu kullanırlar. Parlamento yetersiz kaldığı yerde de lağveder ve başka kurumsal aygıtlarla uygularlar. Parlamentoda sosyalistler olsaydı evet, o karar parlamentodan geçmezdi, başka yerlerden geçerdi.

    Değişime karşı çıkan yok ve değişim kaçınılmazdır. Ancak değişimin aracı ve koşulu olarak parlamentoyu görmek, liberal demokratik sistemi görmek de bilakis bir şeylerin değişmezliği ideolojisidir. Bu ideolojinin vaazettiği şeydir.

    Parlamenter siyaset, hele hele ulusal mücadele sermaye ile emekçileri el ele verdirip, mücadele ettirmektir. Bunun tarih boyunca tek sonucu, emekçilerin kendileri için yeni bir esaret düzeni kurması, tutsaklık halkası örmesi olmuştur.

    Meselelere temasınız liberal olunca, toplumsal aktörlerin yerine gulyabaniler falan iakme ediyorsunuz her halde. Bu komplocu, “kime hizmet ediyorsunuz?” sorusuna CIA, MOSSAD, MI6 vs. gibi yanıtlar vermeyecek ve sizi hayal kırıklığına uğratacağım. Kendime, emekçi insanlara, ezilenlere, kadınlara, eşcinsellere hizmet ediyorum.

    Güney Amerika örneklerini hiç bilmediğinizi anlıyorum. İki yönden. Bir seçime olumluluk atfetmek için getirilecek doğru örnek Venezüella değildir. İkincisi seçim yoluyla sonuçların alındığı yerlerde, yerel ve yatay örgütlenmeler yoluyla kitlelerin özyönetimine nispeten imkân tanıyan yapılar mevcuttur.

    Chavez’i andınız madem, Venezüella’da halkçı bir devlet kapitalizmi var şu anda. Şu anda Venezüella dünya sistemine hala entegredir. Petrolünü hala satar, hala sistemin içindedir ve sistemi yeniden üretir. İçeride de kamulaştırma yoluyla, (özellikle de petrol şirketini) sosyal devlet politikaları uyguluyor. Bunları tukaka etmek için değil, niteliğini tespit etmek için söylüyorum. Kaldı ki, Venezüella, baskıcı, diktacı eğilimlere de her an kayabilecek ve zaman zaman bunun işaretlerini de veren yapıya sahip.

    Sizinle temelde farklılıklara sahip olduğumuzu söylemiştim. Sizin bir toplumsal devrim mücadeleniz ve böyle bir derdiniz yok. Siz, liberal demokrat, Menşevik görüşlere sahipsiniz. AKP ve MHP’yi de bu yüzden radikal görmenize şaşacak bir şey yok. MHP kapitalist sistemin 70’lerdeki ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiş ve genetik kodları böyle oluşmuş bir parti. AKP ise onun 2000’ler versiyonu. Refah Partisi’nin de kapitalist sistemle bir çelişkisi, bir derdi söz konusu bile olamaz. O partiyi oluşturan cemaat aynı zamanda bir sermaye örgütlenmesi ve gırtlağına kadar kapitalist ilişkilerin içindedir. Sermayenin farklı fraksiyonları ve bunların da birbirleri ile aralarında rekabetleri vardır. Bu rekabetin yarattığı siyasi farklar da gayet doğaldır ki, olacaktır. Buradan hareketle bunları radikal, sistem karşıtı, sistem dışı ilan etmek, meseleleri kavramaktan uzak olmaktır. Ancak emek-sermaye çelişkisi söz konusu olduğunda, sermayenin çıkarları bir bütündür. O yüzden onlarla (sermaye) çıkarlarını bir beraber gösteren, ümmet, ulus vs. gibi ilüzyon kategorilerin çatısı altında birleşmek ve bunu da sonuç alınacak yol gibi görmek de en büyük yanılgı. Buradan tabii ki, birileri adına olumlu bir kazanım olabilir ama ayrıcalıkların korunduğu toplumlarda, ezilenler, ötekiler, dışlananlar, bu ittifaktan hiç karlı çıkmadı. Böyle iddialı olup da bu konulara bu kadar yüzeysel bir ilgi düzeyinde kalmanıza da ben şaşırıyorum.

    O bahsettiğiniz nick ile yazan ben değilim.

  95. Anonim

    Sayın Bardamu,
    Önceki yazılarınızla son yazınızı karşılaştığımda biraz şaşırdığımı belirtmek istiyorum. Öte yandan bu tartışmaya devam ettiğiniz içinde sevindim. Dilim döndüğünce savlarınıza karşı savlarımla karşılık vermek istiyorum.
    * “Devrimcilik bir söylem ve jargon meselesi değildir. 19. ve 20. yüzyılın bin kere denenmiş ve bin kere duvara toslanmış yöntemlerini yeniden ısıtıp ısıtıp, sonuç alınabilir şeylermiş gibi ileri sürmenin gereği yok.”
    Söylem kelimesinin sözlükte üç anlamı var. bunlarda şunlar. a. 1. Söyleyiş, söyleniş, sesletim, telaffuz. 2. Kalıplaşmış, klişeleşmiş söz, ifade. 3. Bir veya birçok cümleden oluşan, başı ve sonu olan bildiri, tez.
    Birinci ve üçüncü anlamlar değil devrimciliğin tüm iletişimin yegane aracıdır. Öyleyse devrimcilik bir söylem meselesidir. İkinci anlamı üzerine yazdıysanız sizinle aynı fikirde olduğumu belirtmek istiyorum. Jargon konusunda ikilemdeyim. Zira savunduğum düşünce belli bir disiplinin içinde olduğu için ister istemez o disiplinin alfabesiyle konuşmak zorundayım. Bu da devrimciliği ister istemez belli bir jargonun içine iter ki bu son derece normal. Astro fizikçilerin jargonlarını anlamasak da hakikatlerini ret edemiyoruz.
    19.ve 20.yy mücadele biçimleri derken neyi kast ettiğinizi anlayamadım. bu hususta küçük bir ilave yazarsanız sevinirim. AYRICA HAYATIN HER ALANINDA MÜCADELE EDELİM DERKEN, GERİYE NE KALIYOR DA UYGULAMIYORUZ?
    “Ben, emekçinin, ezilen, dışlanan, ötekileştirilenlerin hayatın öznesi olacakları bir mücadeleyi meşru ve sonuç alacak bir yol olarak görürüm.” Peki bu mücadelenin yöntemi nedir?
    “Kitle adına ve kitleyi sadece kendini meşrulaştırıcı bir söylem olarak nesneleştiren temsili kurumların tümünün, bütün süslü söylevlere rağmen, sistemin emniyet subapları olduğunu düşünüyorum.” Haklısınız. Benim de anlatmaya çalıştığım nesneleştirilen kitlelerin özne haline getirilebileceğidir. Böyle bir durumda emniyet supapları dediğiniz kurumlar sistemin idam ilmiği olacaktır.
    ” Tarihsel pratik de bunu doğrular yönde gelişmiştir.” yanlış. Şili de Allende’nin başına gelenleri hatırlayın veya Sovyetler Birliğinde bürokratik yozlaşmanın ülkeyi dağıtmasını ve İran da Rıza Pehlevi’nin iktidardan uzaklaştırılmasını. örnekleri çoğaltabilirim.
    “Ancak sendikalar da dâhil tek işlevleri, ücretli emeğin ve sömürü düzenin devamını sağlamaktır.” Ne yapmalı öyleyse? Evimize giren hırsıza ‘Buyurun siz kazandınız mı diyeceğiz!’ mücadele denen şeyde bu değil mi? Yeni kazanımların yanında, kaybettiklerimizi kazanmak… Yoksa yenilen pehlivan güreşe veda mı etmeli?
    “kapitalist devletin, kapitalizmin aygıtı olması ve sadece onun yararına çalışan bir mekanizma olmasıdır.” Parlamento halkların uzun mücadeleleri neticesinde monarşik devletlerde kabul edilmiştir. Yoksa kralların v.b iktidarlarını durduk yere halkla paylaştığını mı sanıyorsunuz? Öyleyse toplumsal mücadeleler tarihini yeniden gözden geçirmelisiniz. Sistem Che Guevara’yı paranın, içkinin, ayakkabının simgesi yaptı diye CHE’yi terk mi etmeliyiz?
    “Böyle kurulmuş bir yapıdan işlevinin tam tersi bir iş görmesini beklemek boş hayalciliktir.” Yanılıyorsunuz. Komünistlerin yönetiminde olan parlamentoda etekleri tutuşanlar zenginler, milliyetçiler ve dinciler olacaktır. Yoksa işçiler, köylüler ve bir cümle ezilenler değil.
    “Parlamentoya katılmış olmanın tek anlamı bu sistemi meşrulaştırmak ve sistemin, düzenin içinde olmaktır. Sisteme değil, iktidar partisine muhalif olmaktır.” Programlarında kapitalizmin piyasacı, gerici, faşist unsurlarına karşı maddeler taşıyanların sistemi neye benzeteceğini düşünebiliyor musun? Bu partiler programlarında şu veya bu partiyi değil doğrudan kapitalizmi muhatap alırlar.
    “Ama bu güç kapitalist devletin ve onun sahiplerinin gücüdür. Emekçi halkı zincir halkasına bağlı tutmak ve aykırı davrandığında da kafasına inmek için bir güçtür.” İşte bizler bu gücü tersine çevireceğiz.
    “Eğer bir parlamentoyu oluşturan çoğunluk, Kore’ye asker gönderme kararına onay vermeyecek olsaydı, o kararı onayacak, “milli güvenlik vıdıvıdısı” diye bir konsey, bir teknokratlar hükümeti onun yerini hemen alırdı.” Yanlış. Hatırlarsınız. Irak’a asker gönderme tezkeresinde hükumet ret oyu kullandı ve asker gitmedi. Başta Genelkurmay ve medya olmak üzere Irak’a asker gönderilmesi hususunda ne kadar hevesli olduklarını arşivlere bakarak okuyabilirsiniz. Hatta mevcut partinin lideri dahi yoğun çaba harcadı. Sonuç: Asker gitmedi.
    ““tarihi seçimlerin ya da parlamentoların belirlemediği” Üstün körü bir görüş. hemen örneklere geçeyim. (tabii burada tarihten ne anladığınızı bilmediğimden zannediğim şey üzerinden örnekler vereceğim) 1950 DP iktidarı, 1960 darbesi, 1971 muhtırası, iki milliyetçi cephe hükümeti, 1980 darbesi, sanırım bunlar yeterli.
    ” Türkiye’yi batı sistemine entegre eden egemen sınıf ittifakı ne ise, halkın çocuklarını Kore’ye sürükleyenler de onlardır. Bunun aracı olarak da her zaman parlamentoyu kullanırlar.” Değiştirmeye çalıştığımız şeyde tam da bu. Egemenlerin iktidarını daraltmak.
    “Parlamentoda sosyalistler olsaydı evet, o karar parlamentodan geçmezdi, başka yerlerden geçerdi.” Örnekle açıklarsanız sevinirim.
    “Kendime, emekçi insanlara, ezilenlere, kadınlara, eşcinsellere hizmet ediyorum.” Hangi araçlarla ve yöntemle?
    “İkincisi seçim yoluyla sonuçların alındığı yerlerde, yerel ve yatay örgütlenmeler yoluyla kitlelerin özyönetimine nispeten imkân tanıyan yapılar mevcuttur.” Ne kadar güzel. Demek ki böyle bir uygulama sizinde gözünüzde parlamentoyu meşrulaştırıyor.
    “Venezüella’da halkçı bir devlet kapitalizmi var şu anda.” Halkçı devlet kapitalizmi diye bir şey olmaz. Bir ülkenin yapısını Devlet Kapitalizmi diye nitelendirmemiz için o ülkedeki artı değere devlet tarafından el konulması lazım. Yani burjuvazinin işlevini tek başına devlet yerine getiriyorsa bu o ülkeyi Devlet Kapitalizmi sıfatına layık gösterir. Yoksa bir yanda burjuvazi diğer yanda kamu kuruluşları var diye o ülke devlet kapitalizmi olmaz. Öyle olsaydı Türkiye de dahil tüm ülkeler Devlet kapitalizmi olmalıydı.
    “Venezüella dünya sistemine hala entegredir. Petrolünü hala satar, hala sistemin içindedir ve sistemi yeniden üretir.” Saf komünist dahi olsa uluslar arası kapitalizmin dışına çıkamaz. Bunda şaşılacak bir şey yok. Petrolünü satar ve ülkesindeki kitlelerin zenginliği için harcar bu da yeniden üretilen sistem de ezilenlerin daha çok zenginleşmesine tekabül eder. Böyle bir yenilenmeye karşı çıkacağınızı sanmıyorum.
    ” Venezüella, baskıcı, diktacı eğilimlere de her an kayabilecek ve zaman zaman bunun işaretlerini de veren yapıya sahip.” Katılıyorum. Burjuvaziye ve uzantılarına karşı daha çok baskı ve dikta.
    “Sizin bir toplumsal devrim mücadeleniz ve böyle bir derdiniz yok.” İnsanları hayatın her alanında örgütlenmeye çağıran benim mi böyle bir derdim yok(!) Yoksa…
    “Siz, liberal demokrat, Menşevik görüşlere sahipsiniz. ” Lenin, Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı kitabında komünistlerin en gerici parlamentolarda dahi çalışmalarını salık verir. Ayrıca ben Türkiye de bir burjuva demokratik devriminden bahsetmiyorum. Sanırım bunlar beni Menşevik cenahtan uzaklaştırır.
    Mhp, Akp, ve Refah Partisi’nin kapitalizme ile bir alıp veremediklerinin olmadığını bende biliyorum. Sadece bu onları radikallikten uzak hareketler olmaya yeter mi? Ki hepsinin kapitalizmin egemen sınıfı olan burjuvaziye bakış açıları farklıdır. mhp, korporatist bir partidir. refah partisi ve devamı olan akp yabancı destekli burjuvazi sıcak bakmaz. Anlayacağınız sistemin radikallikleri törpülediği falan yok.
    Şimdilik bu kadar.
    Sizden bir ricam var. Zahmet olmazsa kendi mücadele anlayışınızı bizlerle paylaşır mısınız.
    Son sözüm; Fabrikalar, Tarlalar, Okullar, Siyasi iktidar emeğin oluncaya kadar mücadeleye devam. Kapitalizmin her hücresinde… Yılmadan.
    İyi akşamlar diliyorum.

  96. Bardamu

    Anonim arkadaş,
    Ben devrimciliğin bir söylemi olmadığını söylemedim. Her söylem devrimci söylem değildir. Devrimcilik de söylemden ibaret değildir. Hayatı eşit ve özgür kılmak adına varolan toplumsal düzeni yıkmayı hedef almayan hiçbir eylemin ve söylemin devrimci olmayacağını kast ettim. Herkes ve her söylem tabii ki, devrimci olmak zorunda da değil ayrıca. Revizyon dendiğinde revize edilen nedir ve revizyonist neyi revize eder? Bunun da sözlük anlamına bakarsanız belki bu konuda söylediklerim netlik kazanmış olur. Söylemin anlamı aslında sıraladığınız sözlük anlamlarının hiçbirinde tam olarak yok. Söylem ideolojinin dilde biçim kazanmasıdır. İdeolojiye ise olumlu bir anlam yükü koymuyorum. Bu kadar açıklama bu konudaki anlayışımı netleştirmek açısından yetmiştir her halde. Astrofizikçi örneğine gelecek olursak, bu söylediklerim bağlamında hakikat ile hakikat söylemi arasındaki farka dikkatinizi çekip, Foucault’yu referans vermek istiyorum.
    Çok sınırlı bir bakışınız var ve hiçbir şekilde bu sınırları aşmak isteği göstermiyorsunuz. Denenmiş, yanılgı olduğu netlik kazanmış yöntemleri uygulamaktaki ısrarınızı, bu yöntemlere eşzamanlı olarak geliştirilmiş karşı yöntemleri örnek göstererek sürdürüyorsunuz. Hayat, toplumsal olgular ve hatta tüm varlığa ilişkin şeyler siyah-beyaz ve bir dikotomi içinde değildir. Aksine çokluklar ve çoğulluklarla doludur. Dolayısıyla bugün artık bu köhne ve insanlığın özgürleşmesine hizmet etmeyen metotları terk edip, özgür ve eşit bir toplumu kuracak eylemin araçlarının arayışında olmak gerekir. Hap ideolojilerden kurtulalım. Her şeye, “ne peki” diye sormanın alemi yok. Bunun hazırda cepte bir cevabı yok. Denenecek, bulunacak, belki başarılı olunacak belki başarısız olunacak. Diyalektik bunu gerektirir. Sürekli bir değişime vurgu yapıp da hayatta her şey yerli yerinde sabitmiş gibi sinik bir şekilde değişmezliğe imanın örneğini sergilediğinize inanmanız gerekir. Mesele sizin bir yerlerde samimi çabalar içinde olmanız ile ilgili bir şey değil, ufkunuzu sınırlamanız ve onun ötesi olmadığına dair neredeyse çelikleşmiş bir kanıyı taşıdığınızı sergilemeniz.
    Emekçileri, ötekileri, yoksulları, yoksunları hayatın öznesi yapacak mücadelenin araçları öncelikle yanlış. Mücadelenin yöntemini soruyorsunuz da bunun amacı ortada (kaldı ki, bu amaçta ortak değiliz şu ana kadar ki, tartışmada. Siz revizyon ben devrimden yanayım), o zaman yönteme gelmeden önce araçlarını doğru belirlememiz lazım. Sonra yöntemi tartışırız yine. Ben diyorum ki, temsiliyet kurumları bir araç olamaz. Onlar zaten baştan emekçileri bir özne olarak dışlayan kurumlar.
    Siz bu temsiliyet araçlarının dönüştürülebileceğini inanıyorsunuz. Onların düzgün işlemeyişindeki tek nedenin, orada faaliyet gösteren kişilerin niyetleri olduğunu sanıyorsunuz. Bu çok sınırlı bir etkidir. Kişilerin rolünü reddetmiyorum ama sınırlı bir etki. O zaman geriye şu kalıyor ki, bu araçlarda bu şekilde ısrar etmek, bisikletten uçmasını beklemektir. Hem de kanat takmadan, onu başka bir şeye dönüştürmeden. Yanılıyorsunuz.
    Verdiğiniz Şili vb. örnekler sizi değil beni doğruluyor ama. Bakın parlamento ile toplumsal devrime varılamayacağının kanıtıdır bunlar. Bir yere kadar revizyona göz yumulduğunun o noktayı aştıktan sonra da darbenin geldiğinin kanıtıdır. Sistemin emniyet sübabı her halukarda iş görecek diye bir şey yok. O sübap bozulduğunda sermaye gereken müdahaleyi yapıyor. Burada emekçi sınıflara dönük bir edilgenlik durumu değil anlatmaya çalıştığım, bu aygıtların sermayenin aygıtları olduğu. Onların çıkarına kurulmuş bir mekanizmayla onların aleyhine çalışamazsınız. Bu öyle işlemez. Anlattığım bu.
    Sendikaların emekçilere hiçbir kazanım sağlamadığını söylemedim, ama özündeki niteliğini tespit ettim. Bir de ezberden konuşmayalım lütfen. Bugün sendikaların tüm dünyada aldığı hal ortaya koymaktadır ki, sendikalar “evine hırsızı buyur etmektir” zaten. Sanki işçiler bir kazanım elde ediyormuş gibi anlatıyorsunuz. İşçiler sendika binalarını basıyor her yerde haberiniz yok pek galiba.
    Halkların mücadelesi ile elde edilmiş olması modern devletin kapitalizmin bir aygıtı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Maurice Godelier der ki, “Kapitalizmin ayaklarıyla kapitalistsiz kapitalizme gidilir ancak”. Tam da böyledir. Bundan kastı da kapitalist devlettir. Che örneği yanlış. Burjuva devleti elbette ki, halkın mücadelesi ile kurulmuştur, bunu inkâr eden yok. Yoksa 5 tane tüccarın kavgasıyla değil. Ama meselelere bu düzeyde bakıyorsanız o toplumsal mücadeleler tarihini sizin yeniden bir gözden geçirmeniz gerekir. Madem halk krallığı yıktı ve kapitalist devletin kurulmasının önünü açtı. O zaman kapitalist devlet onların yararına ve mükemmel bir şeydir. Bu mu yani söylediğiniz? Ama bu anlama geliyor haberiniz olsun.
    Bir diğer konu partilerin programına ne yazdığı. Anonim arkadaş çok liberal bir bakışın var. Toplumsal olgular partilerin programlarına ne yazdıklarıyla işlemez. Mücadeleler ile belirlenir. Zaten partiler de o programlar için çoğu zaman çaba göstermez. Dönün ve dünyadaki sosyalist, komünist partilerin hallerine ve programlarına bir göz atın. Şu anda Yunanistan’da sosyalist bir hükümet var. Hatırlatırım. Bir de sokaklarına bakın o ülkenin.
    Emekçinin kafasına inecek bir gücü, tersine çevirmenin yeri parlamento değildir.
    Türkiye Irak’ın işgaline ortak olmadıysa bu egemen ittifak içindeki çatlaktan dolayıdır. Oradaki milletvekillerinin şahsi tutumlarından değil.
    Yukarıda bir yerlerde her şeye bir dikotomi içinde baktığınızı söylemiştim. Bu seçim ve darbe silsilesini sıralayarak yaptığınız şey de bu. Parlamentoya karşıysam darbeci mi olurum. Gülüyorum size sadece. Seçimler de darbeler de kapitalist düzene ilişkin rejimlerdir. Bu kadar söyleyeyim. Sermayenin düzeni hangisini gerektirirse ona başvurur. Aynı sermayenin sıkıntısı yokken liberal bir düzeni destekler, işler tersine döndüğünde darbeler, faşizm gelir. Bunun sınırını ve önlenmesini de emekçi sınıfların gücü ve mücadelesi belirler.

    Venezüella konusunda eksik değerlendirme yapmışım. Haklısınız. Ona tam olarak bir devlet kapitalizmi denmez. Ama bu bilindik anlamıyla bir karma ekonomi de değildir. Oradaki güçler dengesiyle bağlı bir durum.

    Lenin bir toplumsal devrimi değil, bir tür radikal burjuva devrimini savunuyordu da o yüzden örnek verdiğiniz görüşleri savunuyordu. Kautsky’nin takipçisidir kendisi.
    Refah partisi ve AKP burjuvazinin doğrudan örgütlediği partilerdir. Burjuvaziye uzaktan ve dışardan bakmazlar. AKP’nin iktidar pratiği de radikalliklerinin törpülendiğnin en bariz kanıtıdır.

  97. Anonim

    sayın bardamu,
    inanın nereden başlayacağımı bilmiyorum. azminizi kutlamakla başlasam sanırım yerinde olacak.
    Gene… yine… yeniden… baştan başlamakta fayda var.
    ÖNEMLİ: BU SATIRLARIN SAHİBİ
    a) PARLAMENTER DEĞİLDİR.
    b) PARLAMENTO EKSENLİ DEVRİM ANLAYIŞINA SAHİP DEĞİLDİR.
    c) MÜCADELENİN TEK BİR KANAL DA YÜRÜTÜLMESİNE KARŞIDIR.
    d) HAYATIN HER ALANINDA MÜCADELE ETMENİN ÖNEMİNİ VURGULAMAKTADIR.
    HER YAZIMDA SOKAKLARI, OKULLARI, FABRİKALARI, SENDİKALARI, TARLALARI VURGULAMAMA KARŞIN NE DİYE BU “PARLAMENTO” KELİMESİNE TAKILDINIZ ANLAYABİLMİŞ DEĞİLİM.
    ” Devrimcilik de söylemden ibaret değildir.” pes ediyorum.
    ” Söylemin anlamı aslında sıraladığınız sözlük anlamlarının hiçbirinde tam olarak yok.” var olanı söyleseniz de bilsek.
    “Söylem ideolojinin dilde biçim kazanmasıdır.” TDK’yı bu hususta uyarmalısınız.
    “İdeolojiye ise olumlu bir anlam yükü koymuyorum.” öyleyse neyi savunuyorsun?
    ” Astrofizikçi örneğine gelecek olursak, bu söylediklerim bağlamında hakikat ile hakikat söylemi arasındaki farka dikkatinizi çekip, Foucault’yu referans vermek istiyorum.” iyi de neyini kitabını mı? makalesini mi? videosunu mu?
    “Çok sınırlı bir bakışınız var ve hiçbir şekilde bu sınırları aşmak isteği göstermiyorsunuz.” ::))))))
    “Denenmiş, yanılgı olduğu netlik kazanmış yöntemleri uygulamaktaki ısrarınızı, bu yöntemlere eşzamanlı olarak geliştirilmiş karşı yöntemleri örnek göstererek sürdürüyorsunuz.” hayatın her alanında mücadele edelim görüşü köhnemişse, bunun dışında siz bir şeyler yazında ufkumuz havalansın.
    ” Aksine çokluklar ve çoğulluklarla doludur. ” ben de tam bunu kast ediyorum
    ” Dolayısıyla bugün artık bu köhne ve insanlığın özgürleşmesine hizmet etmeyen metotları terk edip, özgür ve eşit bir toplumu kuracak eylemin araçlarının arayışında olmak gerekir.” öneriniz nedir?
    “Emekçileri, ötekileri, yoksulları, yoksunları hayatın öznesi yapacak mücadelenin araçları öncelikle yanlış. ” okullar fabrikalar, sokaklar, sendikalar, parlamento bunların dışında bir tane de siz yazın da bileyim.
    “Siz revizyon ben devrimden yanayım” hani ideolojilere olumlu anlam yüklemi yordunuz?
    “Ben diyorum ki, temsiliyet kurumları bir araç olamaz. Onlar zaten baştan emekçileri bir özne olarak dışlayan kurumlar.” dışlayan onlar, bizler değiliz. sizin araçlarınız nedir?
    “Siz bu temsiliyet araçlarının dönüştürülebileceğini inanıyorsunuz.” komünistlerin iktidar da olduğu bir parlamento da, sendika da, okulda, tarla da dönüşmeyecek hiç bir şey yoktur.
    “Verdiğiniz Şili vb. örnekler sizi değil beni doğruluyor ama. Bakın parlamento ile toplumsal devrime varılamayacağının kanıtıdır bunlar.” şimdiye dek yazdıklarımda “parlamento yoluyla devrim yapacağız” diye bir şey yazdım ise bunu ispatlayın. sizden özür dileyeceğim. yazmadığım, ima etmediğim şeyleri lütfen bana yakıştırmayın.
    “O sübap bozulduğunda sermaye gereken müdahaleyi yapıyor.” yanılmıyorsam 2001 yılında Venezuella da darbe olduğunda bilinçli halk hükumetine sahip çıkmış sermayenin saldırısını geri püskürtmüştür. demek ki neymiş halkı en aşağıdan örgütlemeyi başarırsan kazanımlarına her zaman sahip çıkar.
    ” Onların çıkarına kurulmuş bir mekanizmayla onların aleyhine çalışamazsınız.” artık bu konuda örnek vermeyeceğim. yoruldum.
    “Sendikaların emekçilere hiçbir kazanım sağlamadığını söylemedim, ama özündeki niteliğini tespit ettim.” yani neymiş sendikaların içi boşaltılmışsa mücadeleyi kaybettik haydi herkes evine. hayır, sendikalar sınıf sendikacılığına dönene kadar mücadeleye devam. kazanımlarımızı kimseye bırakmayacağız. bakın bu mücadelemle ben, artık tarihin öznesiyim.
    “Madem halk krallığı yıktı ve kapitalist devletin kurulmasının önünü açtı. O zaman kapitalist devlet onların yararına ve mükemmel bir şeydir. Bu mu yani söylediğiniz?” böyle yorum mu olur? pas geçiyorum!
    “Toplumsal olgular partilerin programlarına ne yazdıklarıyla işlemez. Mücadeleler ile belirlenir.” teori ile pratik arasındaki bütünlüğü lütfen yeniden gözden geçirin. hatırlatma: bolşevik- menşevik ayrışmasının nedeni mücadele miydi, yoksa program mıydı? böyle yorum mu olur Allahınızı severseniz!
    “Şu anda Yunanistan’da sosyalist bir hükümet var. Hatırlatırım. Bir de sokaklarına bakın o ülkenin.” avrupa solundaki sosyalist hükümetlerin marksizm ile bir bağları yoktur. liberal sosyal demokrattırlar. pes doğrusu.
    “Emekçinin kafasına inecek bir gücü, tersine çevirmenin yeri parlamento değildir.” komünistlerin iktidarda olduğu bir parlamento da emekçilerin mi yoksa ezenlerin mi kafasına bir şeyler iner?
    “Türkiye Irak’ın işgaline ortak olmadıysa bu egemen ittifak içindeki çatlaktan dolayıdır. Oradaki milletvekillerinin şahsi tutumlarından değil.” ben ne yazdım siz ne yazdınız. parlamento da hayır çıktı askerler gitmedi. bu kadar basit.
    “Parlamentoya karşıysam darbeci mi olurum. Gülüyorum size sadece. ” bunu nereden ve nasıl çıkardınız çok merak ediyorum. acaba ben diye başka birilerinin yazısını mı okuyorsunuz?
    “Ama bu bilindik anlamıyla bir karma ekonomi de değildir. Oradaki güçler dengesiyle bağlı bir durum.” lütfen şu konuda biraz daha yazar mısınız? sonunu çok merak ediyorum da.
    “Lenin bir toplumsal devrimi değil, bir tür radikal burjuva devrimini savunuyordu da o yüzden örnek verdiğiniz görüşleri savunuyordu. Kautsky’nin takipçisidir kendisi.” bu nasıl bir hırs ki, tarihi böylesine eğip büküyorsunuz. hangi kaynaklardan besleniyorsunuz bilmiyorum ama hepten saçmala mışsınız. şu lafa bakın “radikal burjuva devrimi” böyle ifade mi olur? evet, lenin 1905 yılına kadar kautsky ile arasında bir sorun yoktu. ama bu kadar. geri kalan tüm yıllarda kautsky ile mücadele etmiştir. bilmiyorsanız bir kitabının adını yazayım. PROLETER DEVRİM VE DÖNEK KAUTSKY.
    NOT: TOPLUMSAL DEVRİM İLE SİYASAL DEVRİMİ HAKKINDA BİLGİNİZ OLMADIĞI ÇOK BELLİ. TOPLUMSAL DEVRİMİ BELİRLEYEN ÜRETİM TEKNİKLERİNİN DEĞİŞMESİDİR (FEODALİZMDEN KAPİTALİZME GEÇERKEN İŞ ALETLERİNİN NE OLDUĞUNA BAKABİLİRSİNİZ. SİYASAL DEVRİM İSE BİR SINIFIN ÖNCÜLÜĞÜNDE BAŞKA BİR SINIFI İKTİDARDAN ALAŞAĞI ETMEKTİR. RUSYA DA VE ÇİN DE KOMÜNİSTLERİN ÖNDERLİĞİNDE EMEKÇİLERİN YAPTIĞI GİBİ.
    -son söz-
    şimdi siz bana gene parlamenter diyecekseniz pes pes pes…

  98. Anonim

    AKP YASAMA, YÜRÜTME VE YARGIYI ELİNE GEÇİRMİŞKEN SİZ HALA ONU RADİKALLİKTEN UZAK TANIMLIYORSANIZ. BAŞKA SÖZE GEREK YOK.

  99. hayloooo

    müsadenizle otonom dergide yayınlanacak olan bu yazıyı önemli buldum sizlerle paylaşmak istedim…

    KURUCU MECLİS ve İKİNCİ CUMHURİYET*

    3 Kasım 2002, 22 Temmuz 2007 ve 12 Haziran 2011… 3 Kasım 2002’de AKP, hükümet, 22 Temmuz 2007’de iktidar, 12 Haziran 2011 seçimleriyle birlikte AKP, kurucu güç olmuştur. 3 Kasım 2002’den 12 Haziran 2011’e kadar yaklaşık 8 yıl geçti. Önümüzdeki 4 yılı da kattığımızda 12 yıllık bir siyasal süreci konu edinmiş bulunuyoruz. Bu siyasal süreci yalnızca AKP iktidarı olarak okumak politik sığlık ve körlük olacaktır. 3 Kasım 2002’den 22 Temmuz 2007’e kadar geçen 8 yıl I. Cumhuriyetin çözülüşü, 12 Haziran ve sonrası ise II. Cumhuriyetin kuruluşudur. I. Cumhuriyetten II. Cumhuriyete geçiş, bir devlet biçiminden yeni bir devlet biçimine geçiş; güç ilişkilerinin yeniden kurulduğu ve bütün politik güçlerin bu kuruluşa göre pozisyon aldığı bir siyasal dönüşümdür.

    Siyasal güç ilişkilerinin yeniden yapılandığı bu siyasal süreç boyunca pek çok makale yayınladık. Bu makaleleri yeniden okuduğumuzda satırların eskimediğini ve güncelliğini koruduğunu görüyoruz. 3 Kasım 2002 genel seçim öncesi “Otonom” dergisinin birinci sayısında yayınladığımız “Kapitalizme Oy Yok!” başlıklı makalenin ilk paragrafında ifade edilen “Türkiye ekonomik, toplumsal ve kültürel yeniden yapılanmanın eşiğinde duruyor ve bu yapılanmanın krizini yaşıyor. 3 Kasım bu krizin sonucu olarak doğdu ve bu krizin yönetilmesine uygun sonuçlanacağı görülüyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu siyasal süreci doğru okumak ve konuşturmak stratejik açıdan önem taşıyor. ‘Strateji’ kavramının önemini tekrar vurgulayarak devam edersek seçim somutunda bu siyasal süreç, yalnızca toplumsal formasyonun yeniden yapılanmasının ötesinde toplumsal-siyasal dinamiklerin de yeniden yapılanmasını gerekli kılıyor ve bu süreç ciddi krizlere gebe görünüyor. Bu sürecin toplumsal-siyasal dinamiklerin siyasal olarak yeniden yapılanmalarının getireceği iç gerilimlerin, tartışmaların ve çatışmaların sancılarıyla geçeceği kesin. 3 Kasım ve sonrasında, ‘Devlet’ dâhil herkesin geleceğini belirleyecek bir siyasal sürece giriliyor” öngörüsünü hayat doğrulamış bulunuyor.

    3 Kasım seçimlerinden sonra güç ilişkilerinin çatışmasını düzenleyen temel siyasal söylemi belirleyen “AB’ye evet mi, hayır mı?” sorusu oldu. Başta AKP, Kürt siyasal hareketi ve liberaller bu siyasal süreci belirledi ve yönetti; başta ordu olmak üzere diğer siyasal dinamikler bu sürece hazırlıksız yakalandı ve bocaladı. “AB’ye evet” söylemi süreci örgütledi ve düzenledi. “AB’ye hayır” söylemi ise tepkinin ötesine geçen kurucu bir işlev gösteremedi. Bu siyasal süreçte, Liberaller etkin fakat politik bir güç değillerdi; AKP’nin desteğiyle etkinliklerinin önü açıldı ve yönlendirildi. II. Cumhuriyetin en etkin ve kurucu gücü Kürt siyasal hareketiydi ve Kürt siyasal hareketi bu süreçte “Demokratik Cumhuriyet” söylemi ve talebiyle konumlandı. Bunu çok iyi bilen AKP ve liberaller ittifakı, I. Cumhuriyet karşısında Kürt siyasal hareketiyle iyi geçinmeyi politik taktik açısından tercih etti ve kadrolaşma sürecini çok iyi yönetti. AKP açısından AB’ye girip girmemenin hiçbir önemi yoktu; “AB’ye evet”, I. Cumhuriyete açılan savaşın yönetiminde önemli bir siyasal söylemdi. Başarılı bir biçimde bu süreç yönetilerek 22 Temmuz seçimlerine gelindi.

    AKP açısından 22 Temmuz ve sonrası siyasal süreci yönetmek, varlık veya yokluk sorunuydu. Bu süreç, I. Cumhuriyetin politik gücü ordu ile II. Cumhuriyetin kurucu gücü AKP arasında kirli bir sivil iç savaş ile geçti. I. Cumhuriyet süreci “cumhuriyetin değerleri”, “laiklik ve anti-laiklik” söylemleri üzerinden yönetirken AKP, “siyasi vesayete hayır”, “millet” ve “demokrasi mağduriyeti” söylemleri ile yönetti. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçiminde çıkarılan zorluklar ve AKP’nin kapatılma davasıyla başlayan süreç, anayasa oylamasıyla son buldu. Mahkemeler, istihbarat savaşları, skandallar ile dolu olan bu sivil savaşta I.Cumhuriyet kaybetti ve çözüldü.

    22 Temmuz seçimlerinden hemen önce Otonom dergisinin 16. sayısında yayımladığımız “Birinci Cumhuriyetin Çözülüşü ve Komünalist Sol” başlıklı makalede süreci değerlendirirken şu öngörüde bulunmuştuk: “Bugün için bir durum olarak, birinci cumhuriyetin çözüldüğünden, potansiyel olarak ikinci cumhuriyetin kuruluşundan bahsedebiliriz. Bu durum, ikinci cumhuriyetin kurulduğu anlamına gelmez. Sürecin çatışmalı ve sancılı geçeceği açıktır. İkinci cumhuriyetin kuruluşu, küresel güç ilişkilerine bağlı olarak üç temel adımın atılmasına bağlıdır. Birincisi, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi, ikincisi, sivil bir anayasanın meclis ve halk tarafından referandum aracılığıyla onanması, üçüncüsü PKK’nin, politik bir ihtiyaç olmaktan çıkma koşuluna bağlı olarak silahları koşulsuz bırakması. Süreç başlamıştır. Eğer ikinci cumhuriyetin kuruluşu tıkanır ve kırılırsa, ciddi bir militarist süreç başlayacaktır. Artık geriye dönüş yoktur.” Sürece dair dört yıl önce ifade ettiğimiz politik öngörümüzü hayat yine doğruladı. Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi, silah bırakılması denendi fakat süreç Habur ile tıkandı ve Anayasa paket olarak onandı. Süreç yanlış yönetildiği için başarılamadı. Bu başarısızlık I. Cumhuriyetin direncinden değil süreci yöneten siyasal akıl AKP’nin beceriksizliğindendi; fakat önemli dersler çıkarılarak günümüze gelindi. Önce anayasa toplumsal bir konsensüs ile onandıktan sonra genel af ve silah bırakılmasına gidilmeliydi. 12 Haziran seçimleri sonrası yapılacak olan budur; 12 Haziran seçimleri sonrası kurulacak meclis kurucu meclistir ve bu sefer II. Cumhuriyet gerçekleşecektir.

    Birinci Cumhuriyetin Çözülüşü
    Siyasal tarihte söylemsel kopuş, kırılma ve kuruluşların dönemleri vardır. Böylesi dönemler, tarihin yeniden yazılmasını gerekli kılar. Bu kırılmaların ve kuruluşların aktüel olmadan fark edilmesi zordur. Oluşu, aktüel olmadan virtüeliğinde ya da potansiyelinde yakalamak ve ifade etmek kahredici yalnızlığı üstlenmek demektir. Böylesi kırılmalar, kopuşlar ve kuruluşlar krizlere içkindir. Toplumsal ve siyasal dinamiklerin, yeni bir tarihsel dönemin söylemsel kuruluşlarına göre yeniden yapılanmaları sınıflar mücadelesinin yeni aktörlerini sahneye çıkarır ve bu aktörler tarihi yeniden yazarlar. II. Cumhuriyet, yeni bir kuruluştur ve politik tarih, emek ve sermaye cephelerinden yeniden yazılacaktır.

    Türkiye siyasal dinamikleri I. Cumhuriyetle, bir başka deyişle Kemalizm ile vürtüellik bağlamında her zaman bir gerilim içindeydiler; fakat bu gerilimle yüzleşemediler ve Kemalizmle olan krizlerini aşamadılar. II. Cumhuriyet politik mücadelenin bir ürünüdür ve bütün dinamikleri, toplumsal ve siyasal bütün güçleri I. Cumhuriyetle yüzleştirecek ve Anadolu’nun I. Cumhuriyetle olan krizinin aşılmasında tarihsel bir olanak sunacaktır. Bu olanağı değerlendirmek politik güçlerin ağırlığına ve çapına bağlıdır. Sermayenin politik güçleri I. Cumhuriyetle olan krizlerini aşmada önemli bir aşama kaydetmiştir. Emek cephesinin politik güçleri açısından bunu söylemek için daha erkendir. Emek cephesinden I.Cumhuriyetle olan krizle yüzleşme ve aşma dinamiği Kürt siyasal hareketidir. Kürt siyasal hareketi “emek, demokrasi ve özgürlük blok”u ile Türkiye soluna önemli bir olanak sunmuştur. Bu olanağı değerlendirmek Kürt siyasal hareketi dâhil Türkiye sol siyasal güçlerinin birikimine, üretkenliğine ve yetkinliğine bağlı olacaktır.

    I. Cumhuriyet, 19. yüzyılın içinden gelen iç ve dış krizlerin 20 yüzyıla bıraktığı bir mirastır. Bugün bile önemi anlaşılamayan bir kırılmadır. Bu, batı siyasal tarihinin içinden değil İslam siyasal tarihinin içinden bakarak anlaşılabilecek bir durumdur. Hıristiyanlık, batı siyasal tarihinin demokrasi, cumhuriyet, ulus ve yurttaşlık değerleriyle çatışmış ve burjuvaziyle yenilmiştir. Burjuvazi, ulus devleti, yurttaşlığı, cumhuriyeti ve demokrasiyi üretmedi; Antik Yunan site devletlerinden, Roma’dan gelen batı siyasal tarihinde var olan bu değerleri Reform ve Rönesans ile keşfetti ve burjuvazi aydınlanma ve moderniteyle bu değerleri kendi sınıf çıkarının politik gücü olarak geliştirdi. İslam doğduğu ve geliştiği coğrafyanın siyasal tarihinde batı siyasal değerleri yoktu. İslam, kapitalizmle barışık olmasına karşın batı siyasal değerleri İslam’a aşkındır ve direniş bu aşkınlık karşısında İslam’a içkindir. Bu duruma modernizm ile feodalizm arasındaki çatışma diyerek kestirip atmak ve modernizmin aşkınlığı tarafında saf tutmak, asıl olan hayat karşısında beyaz Türklüktür ve ucuz oryantalizmdir. Bu bağlamda Kemalizm, İslami toplumsal değerler karşısında aşkın olan batı siyasal değerlerinin temsilcisidir. Oryantalist açıdan bakıldığında bu durum sorunlu görülmüyor; fakat içkinlik açısından bu durum bir gerilimdir ve bu gerilim bugüne kadar siyasal bir kriz olarak kendisini üretmiştir.

    Başta Mısır olmak üzere İslam ülkelerinde gelişen son siyasal durum İslam ortaçağının kırılması açısından önemli bir gelişmedir. İslam kendi Rönesans’ının ve aydınlanmasının arayışına girmiştir. Tam bu aşamada I. Cumhuriyet, AKP üzerinden siyasal İslam tarihinin içkin gücüne dönüşmüştür. AKP, İslam’ın Protestanlaşması, batı siyasal değerlerini İslam’a içkenleştirmesinin gücüdür. İslam’a aşkın I. Cumhuriyet, II. Cumhuriyetle İslam’a içkin bir siyasal tarihe dönüşecektir. Tarihin cilvesi şudur ki, I. Cumhuriyeti çözen Kürt siyasal hareketi ve siyasal İslam, modern siyasal nitelikleri ile I. Cumhuriyetin ürünüdür. Bu bağlamda İslam’ın siyasal-toplumsal değerlerine aşkın olan I. Cumhuriyet, II. Cumhuriyetle İslam’ın siyasal tarihine içkenleşmiş olacaktır. Bu durum yalnızca Türkiye için değil bütün İslam ülkeleri için önemli bir tarihsel kırılmadır ve küresel egemenliğin kuruluşuna içkindir. Yeni Osmanlıcılık, I. Cumhuriyetle melezleşmiş ve batı siyasal değerlerini içkinleştirmiş İslam’dır.

    II. Cumhuriyet, I. Cumhuriyetin siyasal İslam ile olan krizini yeni anayasayla çözecektir. Bu bağlamda küresel sermayenin politik gücü olan AKP, I. Cumhuriyeti çözen önemli bir aktördür.

    Birinci cumhuriyeti çözen ikinci en önemli aktör Kürt siyasal hareketidir. Eğer I. Cumhuriyet, ulus devlet ve modernitenin zalimliğini görmek istiyorsanız Kürt halkının siyasal dinamiklerine bakmanız yeterlidir. Kürt halkı, Türk halkıyla karşılaştırılamayacak kadar dindardır. Modern hukuk, Kürt halkı için her zaman aşkın kalmıştır. İslami hukuk ve değerler Kürt halkının toplumsal ilişkilerine kültürel olarak bugün de hâkimdir. Bu duruma gericilik demek oryantalizme içkin şovenizmdir. Bir halkın yaşattığı değerleri feodalizm, geri kalmışlık diyerek küçümsemek bizim işimiz değildir. Osmanlı döneminden bu güne egemen güçler ne zaman Kürt halkına ihtiyaç duysa Kürt halkının İslami kültürel değerlerini, din adına politikleştirmişlerdir. Bugün AKP Kürt halkının bir kesiminden destek görüyorsa nedeni hizmet edebiyatları değil kültüreldir.

    Kürt halkı I.Cumhuriyetin iki sopası altında inim inim inletilmiştir. Bunlardan ilki, I. Cumhuriyetin kurduğu ulus devlet paradigmasıdır. I. Cumhuriyet, ulus devlet paradigmasını Anadolu’yu toplumsal ve siyasal olarak Türkleştirme üzerine kurmuştur, bu bağlamda başından itibaren I. Cumhuriyet, bu toprakların yerlileri gayri Müslim ve Kürt halkı üzerinde bir şovenizmdir. İkincisi, I. Cumhuriyet modernizmi, Kürt halkının toplumsal değerleri için zulümdür. “İlericilik”, zalimliği meşrulaştıran söylem olamaz. Bu iki nedenden dolayı Kürt halkı için I.Cumhuriyet ve onun kurduğu ulus devlet, jandarmadır, şovendir ve zalimdir! Bu bağlamda Kürt halkı mezalimdir. Beyaz Türkler için bunun anlaşılması imkânsızdır.

    Oryantalist, I. Cumhuriyet savunucuları beyaz Türk Marksistlere buradan söyleyeceğimiz iki kelamımız var! I. Cumhuriyet yalnızca “emperyalizme” ve “gericiliğe” karşı kurulmadı, Kürt halkını ve Anadolu’yu Türkleştirme ve modernleştirme adı altında halkın toplumsal değerlerini aşağılama üzerine kuruldu. I. Cumhuriyet bu toprakların onurunu kırdı! Sizler bunu anlayamaz olsanız da bu topraklar bunu asla unutmadı. İster din adına, ister ulus devlet ve modernizm adına isterse işçi sınıfı ve sosyalizm adına olsun, onur kırıcı olmak zalimliktir ve onur, en yıkıcı isyandır! I. Cumhuriyet kibirdir. Bu topraklarda Sünnilerin Alevilere, I. Cumhuriyetin Kürt halkına ve bu toprakların toplumsal değerlerine bir özür borcu vardır. Bu özür ya erdemle verilecek ya da savaşılarak elde edilecektir.

    II. Cumhuriyetin Kuruluşu ve Emek Cephesi
    12 Haziran seçimleri ve sonuçları II. Cumhuriyeti vürtüellikten aktüelliğe geçirmiştir. İkinci cumhuriyet artık çıplaktır. Kurulacak meclis II. Cumhuriyetin kurucu meclisi olacaktır. Bu seçimin iki galibi vardır: AKP ve Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok’u. Bu iki güç, II. Cumhuriyetin kurucu gücüdür ve iktidar gücü AKP, sermayeyi, muhalefet gücü Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok’u ise emek cephesini temsil etmektedir. CHP ve MHP siyasal süreçten düşmüş olarak mecliste bulunacaktır. Anayasanın oluşumunda, sermayenin tarihsel bloğu “Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok” una karşı AKP ve CHP ittifakı olacaktır.

    Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok’u emek cephesinin tarihsel bloğudur. Bu blok konjonktürel bir ittifak değildir, bugünden emek siyasetinin olumlu ya da olumsuz geleceğini belirleyecektir. Önemli bir tarihsel olanakla karşı karşıyayız. Kürt siyasal hareketi dışında sürece hazır olduğumuz söylenemez fakat yürürken öğreneceğimiz ve büyüyebileceğimiz bir süreç ile karşı karşıyayız. Bu güne kadar emek siyaseti, bu toprakların geleceği için bir siyasal ağırlık olamadı, emeğin siyasal talepleri toplumsal bir değere dönüşmedi. Oysa bugün böyle bir olanak ile karşı karşıyayız. I. Cumhuriyet, üç temel siyasal dinamiğe karşı kuruldu: siyasal İslam, Kürt halkı ve komünistler. Tarihsel deneyim ve birikimle bu üç siyasal güç artık meclistedir.

    Bu kurucu siyasal süreçte Kürt siyasal hareketine önemli sorumluluklar düşmektedir. Kürt siyasal hareketi önemli bir kavşağa girmiştir. Kürt halkı Ortadoğu ve Anadolu’nun yerlileridir. Siyaseten dünyalı olduğu boyutta, yerliliğini dünyanın yerlileri olarak üretecektir. Kürt siyasal hareketinin dünyanın yerlileri olması, dünya devrimci hareketi için büyük bir ihtiyaçtır. Eğer Kürt siyasal hareketi siyaseten dünyanın yerlilerine dönüşemez ise yerel bir politik güç olarak kalacaktır. Bu kurucu süreçte Kürt siyasal hareketini bekleyen engel budur.

    Kürt siyasal hareketi dünyanın yerlileri olma siyasal gücüne sahiptir. Onur siyaseti 21. yüzyılın sınıf siyasetidir ve bu coğrafyada Kürt siyasal hareketi onurun siyasal bedenidir. Onur siyaseti, parti-devlet özdeşliği temeline dayalı devrim kuramından antagonist bir kopuş paradigmasıdır. Bu paradigma Kürt siyasal hareketine içkindir. Demokratik cumhuriyetten devletin reddine ve buradan demokratik özerklik siyasetine geçiş onur ve içkinlik siyasetine geçişin kapısını açmıştır. Emek siyasetini siyasal demokrasi hattından toplumsal demokrasi hattına çekmiştir. Fakat bu köklü kopuşu ne Türkiye’de ne de dünya da tartıştıramamıştır. Bu coğrafyada bunu tartıştırabilecek tek güç ise yine kendisidir. 100’e yakın belediye ile talep siyasetinden içkin kurucu siyasete geçmek için adım atması dört gözle beklenmektedir.

    Kürt siyasal hareketi, Türkiye solunun Kemalizm ile yüzleşmesinin olanağını sunmuştur; fakat bu yüzleşme Kemalizm’le olan krizinin nasıl aşılacağını dünyanın yerlileri olarak tartıştıramamıştır. Yalnızca I. Cumhuriyetin ulus devletinin eleştirisiyle kalmış fakat emperyalizme karşı ulus devletin ilericiliğine takılmış aşkın siyasete, tarihsel anlamda bütün ulus devlet kuruluşlarının siyasal gericilik olduğunu gösterememiştir. Bu coğrafyada ulus devletleşmelerinin kardeş toprakları düşman kıldığını gösterme hakkını kullanmamıştır. Ciddi bir modernizm eleştirisi olanağına sahip iken bu olanağı dünyanın yerlileri olarak üstlenmemiştir. Modernizmin emeği ücretli emek altında sınıflaştırmanın, kültürlerin, halkların onurlarını ve yaşamın çok kültürlülüğünü tahakküm altına almanın bir egemenlik biçimi olduğunu tartıştıramamıştır. Soyut emeğin, paranın ve ücretli emeğin tahakkümüne karşı onurun içkin isyanı anti-kapitalizmi geliştirememiştir.

    Bu söylediklerimiz asla eleştiri olarak algılanmamalıdır. Kürt halkının dostluğuna, sürçü-lisan ettiysek affına sığınarak, bizim açımızdan üzerine düşünülmesi gereken sorunsal alanlar olarak ifadelendirdik.

    Özgürlüğü özlemiş ve hak etmiş Kürt halkının isyan halayına katılmak istedik, neşemiz, şenliğimiz ve soframız bol olsun!

    Riye we vekıri be!

    * otonom derginin yeni sayısında yayınlanacaktır.

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑