Partilerin Nitelikleri Üzerine

 

 

Böyle durumlarda her zaman söylediğim temel bir noktayı belirterek başlayayım. Temsili demokrasiye ve parlamenter sisteme inanmam. Temsili sistemin, ezilenlerin bireysel iradelerini kendilerini ezenlere teslim anlamına geldiğini, parlamenter sistemin, sömürülenlerin sömürenler lehine rızalarının alınması olduğunu düşünürüm. Devrimci iddiası olanları da dâhil, yeryüzündeki hiçbir partinin halkı temsil edemeyeceği konusunda çok net bir fikrim vardır. Parlamenter alanda yer alan siyasi partilerin her biri bir kapitalist şirketten farksızdır. Politikacılar da bu şirketlerin yüksek maaşlı yöneticileridir. Tabandaki partilileri ise, o işletmede çalışan emekçilere benzetebiliriz. Devrimci iddialı partiler bu şirketlerden farklı olmakla birlikte, işin esasına bakacak olursanız parlamenter partilerden de kötüdür. Onlarda bir şirketin ademimerkeziyetçi uygulamalarının esamesi yoktur. Halihazır sistem tarafından baskı altında tutulduklarından ceberrut bir merkeziyetçilikle yönetilirler. Bu tür örgütlerde örgüt içi infazlara varacak ölçüde baskıcı yönetimler işbaşındadır. Bazıları o kadar sert olmasalar bile, yine de üyelerinin devrimci inisiyatifini yok etmeyi kendi dar örgüt çıkarları açısından gerekli görürler. Bu örgütlere elini veren kolunu kaptırır. En azından kendi beyni, yüreği ve vicdanı ile hareket etmesi çok zordur. Öyle hareket ederse de kendini örgütün dışında bulur zaten.

Bu böyle olmakla ve anarşizmin bu konuda söyledikleri temelde tamamen doğru olmakla birlikte, siyasal ve toplumsal mücadele alanında, gerek temsili demokrasinin oyunlarına, gerekse kitleleri manipüle eden parti ve örgütlere karşı bigâne kalmak doğru olmaz. Onları gözlemek, hareketlerini izlemek, politikalarını incelemek, temsili demokrasi oyun alanında ne olup bittiğini bilmek zorundasınızdır. Elbette bir toplumsal devrim mücadelesi veriyorsanız. Benim toplumsal devrimle falan ilgim yok, bir köşeye çekilip sakin bir hayat yaşamak ya da ıssız bir yerde benim gibi arkadaşlarımla komünal bir hayat sürmek istiyorum diyorsanız, ona bir şey diyemem. Sözüm, hâlâ toplumsal devrim iddiasını sürdüren arkadaşlara.

 

Biraz daha somuta yaklaşalım. Anarşistler yukarıda özetlediğim gerekçelerle temsili sisteme, parlamenter düzene ve siyasi partilere karşı olduklarından genelde seçimlere katılmazlar, boykot ederler, boş oy verirler ya da oy pusulalarına sistem karşıtı sloganlar yazarlar. Böylece sistemi bütünüyle karşılarına alır ve insanları ısrarla parlamento dışı çözümlere, kısacası kaderlerini kendi ellerine almaya, yani devrime çağırırlar. Bunu yapmakta da çok haklıdırlar. Temsili sistem alanı kendi yozlaşmasıyla birlikte insanları da yozlaştıran pis, kokuşmuş bir bataklıktır çünkü.

Bununla birlikte, bazı öyle tarihi anlar ve durumlar olur ki, anarşistler bile, o somut durumda oy mekanizmalarından devrim lehine bir durum çıkartmak zorunda kalabilirler. Daha doğrusu, o somut durumla genel teorilerinin çatıştığı tarihi anlarla karşılaşabilirler. İşte böyle anlarda teori, yolumuzu aydınlatan bir el fenerini gözümüze tutarak önümüzü göremez hale gelmemize benzer bir işlev yerine getirir ve bizi balçığa sürükler. Bugün Türkiye’de şu somut anda işte böyle bir durumla karşı karşıyayız. Tartıştığım çoğu anarşist arkadaş aynı soruyu soruyor: “Hani anarşistler her türlü seçime karşıydı.” Onlara cevabım şudur: Bir mümin, eğer açlıktan ölmek üzereyse ve o anda yanında domuz etinden başka bir yiyecek yoksa mecburen bu günahı işler ve hayatını kurtarmış olur. Bunu kavramak bu kadar mı zor?

Bunu geçelim. Bu seçimlere ilişkin gündeme gelen sorular daha çok partilerle ilgilidir. En çok ileri sürülen itiraz, CHP’nin de faşist bir parti olduğu, AKP’den bir farkı olmadığı, iktidara gelirse onun da AKP’nin uyguladığı neo-liberal politikaları uygulayacağı vb. dir.

CHP’nin de bir düzen partisi olduğu, iktidara gelirse AKP’nin uyguladığı neo-liberal politikaları uygulayacağı görüşüne ben de katılıyorum. Ve bu sadece CHP için değil, bütün sistem partileri için de geçerlidir. Hatta sistem partisi olmadığını iddia eden partileri, örneğin kim var şöyle bir bakalım, mesela TKP için de doğrudur. Onlar da gelseler aynı sistemi yürüten bir düzen partisi işlevini göreceklerdir.  Ama şu var ki, bu seçim, iktidarı ya da hükümeti doğrudan belirleyen bir parlamento genel seçimi değil, bir yerel seçimdir. İkincisi, bu yerel seçim, yerel seçim olarak bile anlamını kaybetmiş ve şu somut durumda diktatöre EVET ya da HAYIR anlamında bir halk oylamasına dönüşmüştür. Ben yerel seçimlerle de bir şey değişeceğine inanmayanlardanım. Bu seçime önem vermemin tek nedeni diktatöre HAYIR demenin çok önemli olmasıdır.

CHP’nin de AKP gibi bir faşist parti olduğu görüşüne gelince… Bu konuyu tartışmaya başlamadan önce, AKP faşist bir parti midir, önce ona bakalım.

Bence AKP faşist bir parti değildir. AKP, gittikçe faşistleşen ve eğer önüne geçilmezse önümüzdeki dönemde mutlak bir iktidara yönelip açık bir faşist diktatörlük kuracak Bonapartist bir monarkın, şu otoriter sistemdeki iktidar aracıdır. Faşist bir parti olma yeteneği bile yoktur ama zaten mesele de AKP’nin faşist bir parti olup olmaması değildir. Esas mesele, soyguncu yakın çevresiyle birlikte diktatörün, AKP denen şekilsiz yığının alacağı oyları da kendine destek yaparak bir faşist diktatörlüğe gitmekte olup olmadığıdır. Bu seçimlerde AKP’ye oy verilmemesi ya da AKP’nin geriletilmesi işte bunun için hayati önemdedir. Açıkçası şudur: Ya AKP’nin aldığı oylar diktatörün halktan yeterince destek alamadığını gösterecek ya da diktatör aldığı oyları gerekçe göstererek halkın tepesinde faşist bir diktatörlük kuracaktır. Yani açıkçası durum, 1933 yılındaki, Hitler’in mutlak iktidarını sağlayan seçim kadar önemlidir.

Gelelim CHP’ye. CHP nasıl bir partidir, özellikle Kürt arkadaşların iddia ettiği gibi faşist bir parti midir? Bence CHP faşist bir parti değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Ama bu, CHP’nin, özellikle geçmişte halk düşmanı ve diktatörce uygulamalarda başat rol oynadığı gerçeğini değiştirmez.

Kurucu parti konumunda olan CHP, bugünkü devletin tek sahibi olarak hissetmektedir kendini. Bu artık bugünün gerçekliği açısından pek doğru olmasa da CHP’nin geçmişte bir devlet-parti olduğu doğrudur. Böyle olduğu için de, 1920’lerde, özellikle Kürtler üzerinde terör estirmiş, çok sayıda Kürt ileri gelenini idam etmiş, 1930’larda Dersim halkına karşı katliam uygulamış, 1940’larda halkın üzerinde tek parti diktasını sürdürmüştür. Fakat 1950 seçimlerinden sonra CHP iktidarı kaybedip muhalefete düşünce giderek liberalleşmiş, 1950’lerde bazı özgürlükleri savunmuş, basın yasağına karşı çıkmış, 1960’tan sonra, 1961 Anayasası’na tek bir partinin iktidarını kısıtlayacak (elbette kendi çıkarları açısından) önlemler getirmiş, 1970’lerde solla ittifak içinde olmuş, 12 Eylül’de diğer parlamenter partilerle birlikte cuntanın hışmına uğramıştır. Daha sonraki dönemlerde de zaman zaman iktidara ortak olmuş, Kürt karşıtı ve devletçi güdülerinden hiçbir zaman vazgeçmese de “ortasol” çizgisini sürdürmüştür. Deniz Baykal zamanında devletçi güdülerini daha da tahkim etmiş ve neredeyse “ortasağ” devletçi-muhafazakâr bir parti görünümü vermiş, ancak Kılıçdaroğlu’nun iktidara gelmesiyle durumunu yeniden ortalamıştır. Bugün daha çok seçim kazanmak için her türlü oportünizmi yapacak bir kitle partisi görünümü vermektedir. CHP’yi bugün illâ bir ideolojik konuma oturtmak istersek, Türkiye’nin kurucu partisi olma özelliğinden dolayı epey devletçi görünümde kendine özgü bir sosyal demokrat parti olduğunu söyleyebiliriz.

Bazı arkadaşlar buna itiraz edeceklerdir. Ama itirazları boşunadır, dahası bu, sosyal demokrasiyi pek matah bir şey sanmalarıyla ilgilidir. Sosyal demokrasi, Batı’da, işçileri aldatarak ılımlı liberal bir çizgi izleyen partilerin adıdır. Almanya’da Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve diğer Spartakistleri öldüren Noske’nin sosyal demokratlarıdır. Daha uzağa gitmeye gerek yok. O sırada İngiltere’de yaşadığım için yakinen biliyorum. İngiltere’yi Bush ABD’sinin peşi sıra Irak işgaline sürükleyen bizzat sosyal demokrat Labour Party’nin lideri Tony Blair’dir.

Kürt arkadaşlar, açık konuşmam gerekiyor, diktatörün “çözüm süreci” zokasını fazlasıyla yemiş durumdalar. Tabii bu konuda diktatörün en büyük yardımcısı da ulusalcı kanadının baskısı altında “çözüm süreci”ni karşısına alan CHP’nin aymazlığıdır. Şunu net bir şekilde söyleyeyim ki, “çözüm süreci” gibi iyice ellene ellene artık eprimiş bir terimi kullanmak istemiyorum ama Türk devletiyle Kürt hareketinin barış imzalaması kaçınılmaz bir şeydir. Diyelim ki yarın iktidara CHP, hatta MHP gelmiş olsun, devletin başına gelen her kimse o, Kürt hareketiyle açık ya da kapalı bir şekilde masaya oturmak zorundadır. Çünkü Türk ve Kürt halkı otuz yıllık bir savaştan yoruldu ve artık savaşmak istemiyor ve Türk devletinin de savaşı yeniden başlatmaya ne gücü ne de arzusu var. Bu yüzden, Kürt hareketinden arkadaşların içlerinden AKP’nin kazanması için gizli gizli dua etmelerine gerek yok. Kim gelirse gelsin onlarla masaya oturacaktır. Ama barış açısından da en tehlikeli durum, şu andaki muktedirin fiili bir tek parti diktatörlüğüne gitmesidir. Emin olun, esas o zaman Kürtler en büyük zararı görecektir.

MHP faşist bir parti midir? Evet, MHP, uzun yıllardır geliştirdiği ve savunduğu ideolojisiyle aşağı yukarı ırkçı ve faşist bir partidir. Ama dikkat edelim. Yine saplantılarımız bizi yanıltmasın. MHP ideolojisiyle ve hatta çekirdek taraftar kitlesiyle faşist bir parti olmakla birlikte, aynı 1950’den sonra muhalefete düşen CHP gibi, ideolojik anlamda bir değişiklik geçirmese de, siyaseten aşırı sağdan orta sağa doğru kaymıştır. Bunun bir nedeni orta sağdaki oylara çöreklenmiş AKP’yle rekabetse, bir diğer nedeni de epey yıldır iktidardan uzak bir konumda bulunmasıdır. Naziler de böyleydi. Henüz iktidardan uzak bir partiyken (adları da İşçi Partisi’yken), bütün ırkçı ideolojilerine rağmen emekçilere daha yakın bir konumlanışları vardı. Hatta işçi grevlerine bile katılıyorlardı. İktidara yaklaştıkça zorbalaştılar, ele geçirince de tamamen faşistleştiler. İktidar sadece yozlaştırmaz, aynı zamanda faşistleştirir de. İktidardan uzaklaşmak ise, bütün faşist güdülere rağmen, o partiyi bir nebze de olsa ılımlılaştırabilir.

Bitirirken İP, TKP, ÖDP, HDP hakkında da bir şeyler söyleyeyim. İP, nasyonal sosyalist yönelimde bir “sol” partidir. Belki bu söylediğim size tuhaf gelecek ama bugün Rusya’daki Stalinist Komünist Partisi de tıpkı İP gibi nasyonal sosyalisttir. Yani kısacası, İP’in nasyonal sosyalist olması onun “sol” bir parti olmasını önlemiyor. Sol, çünkü bu parti, kendi tabanıyla birlikte sosyal demokrat CHP’nin yakınlarında bir yerlerde konuşlanmış bulunuyor. MHP’den güç kazanmak için ne kadar çabalarsa çabalasın bu durumunu değiştirmesi mümkün değil. CHP de İP de aynı sol-ulusalcı kesimlerden beslenmektedir. Bugün İP’i, aynı Kürt hareketi gibi monarkın gizli müttefiki olarak görüyorum. Örneğin D. Perinçek, 16 Mart’ta Ulusal Kanal’da verdiği röportajda “hırsızlık propagandasının ardında ABD var” ve “girsinler inlerine” diyerek AKP’ye açıktan destek atmıştır.

TKP, her ne kadar bugün çok fazla ön plana çıkarmasa da, Stalinist-sol bir partidir. Bu parti, aynı İP gibi, örgüt bencilliği ile hareket etmekte ve AKP diktatörlüğüne onca laf ettiği halde, bugün özellikle İstanbul’da AKP’nin çok işine yarayacak bir şekilde ayrı adayla seçimlere girmektedir. Eğer, diyelim ki alacakları 40 bin oy istanbul’da başa baş bir seçimin sonucunu belirlerse, Kadir Topbaş’a seçim kazandırmanın hesabını halka nasıl vereceklerdir, doğrusu merak ediyorum.

Kürt hareketini bugünkü somut durumda temsil eden HDP-BDP üzerine daha önce yazdığım için burada fazla uzatmayacağım. BDP’nin Kürt bölgelerinde AKP’yi silip süpürmesini gönülden isterim. Batı bölgelerinde HDP özellikle ilçelerde alacağı oylarla oy oranını yükseltirse iyi olur. Ama HDP Danışma Kurulu üyesi Zeynep Gambetti’nin önerdiği gibi, bu parti son anda AKP’nin kazanmasını önleyecek bir çağrı yaparsa gönülleri fetheder ve o zaman gerçekten büyür. Ama bu konuda çok umutlu değilim.

Seçime giren partilerden en tutarlısı ve dar örgüt çıkarlarından en uzak olan parti ÖDP’dir. Belediye meclislerine temsilcilerini sokmaları çok iyi olacaktır.

 

Gün Zileli

22 Mart 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

144 Comments

  1. Şöyle bir sorun var… Sonuçta her ne sebeple olursa olsun, Sarıgül’ü desteklemek, Sarıgül’ü desteklemek demektir! Kehanet sevimsiz ve “aptalca” sayılabilecek bir iddiadır ama bu adamdan korkulur! Geleceğin başbakanı mı? Tayyip’i aratabilir!
    Bu nedenle Sarıgül’ü desteklemek zamanı geldiğinde açıklaması zor bir durum olabilir… (M. Yavaş’ı da!)
    Sanırım “Anarşistçe” yöntem yalnızca Diktatör karşıtlığı temelinde oy kullanılmasını savunmak…En baştan “Plebisit” sonucunun genel oy oranı üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini iddia etmek… Şehirleri yağmalayacak olanların kimler olduğu bizi ilgilendirmiyor!
    Slogan; “OY VER! DİKTATÖRE VERME!”
    Bu kadar!

  2. Bunu sonra gördüm…
    “Sarıgül, seçildiği takdirde mahallelerde “Doğum Merkezleri” açacağını söyledi. Sarıgül, “Bir bacımız doğuma giderken hangi sıkıntıları çektiğini biliyoruz. Oradaki doktorlar ve hemşirelerin hepsi kadın olacak. Analarımız, bacılarımız orada rahat hareket edecek” dedi.”
    25 yıldır bu işin içindeyim… Bu sıkıntı yüzde bir kaç’tır ancak… İstanbul’da % 10 olsun! Ve sıkıntı kadınlarda değil, kocalarındadır!
    Oylar S. Süreyya Önder’e!!!!!

  3. sen onun bunun niteligi ile ders verecegine kürt arkadaslarin yuttugu zokayi baska türden nasil dolayli olarak yuttugun uzerine dusun. mit in tüm sol u bir cati altinda toplayip devrimci olakatan vaz gecme oerasyonu zokasini yuttun.hdp ye oy verin. sorarlarsa e oylesine verdik biz anarsistler secimleri takmiyozki zaten hheheheh keekeke alevilerin chp ye oy vermesi gerekcesinden farki ne? herhangi bir duzen partisi(hdp dahil) farki neee. ya demagog olmadan bu son yedigin naneyi aciklayamazsin.. baska savunman yok. ocalanin mektubunu iyi oku iyi.. sende okudugunu anlayamamakta baslamis,,, geri aliyorum.. yok ceviri felan yapma sen, kenan somer i aratirsin..:))) dettt ordan ,. akil veriyo bide yaaaa…ne diyo ocalan ,akp yi iktidardan dusumek isteyen darbecidir(akp ye karsida dostlar zileli gibi suzme salaklara hitaben biiki alarga lafi ediyo) ne diyo sol yasasin akp ye karsi ocalanin kurulmasini emrettigi hdp. ohaaaa derler adama…

  4. stalin in partisi ile ip i aynilasirmak.. bir takintinin vardigi yere bak… perincek olumsuz ya okuyucunun algisinda, e stalinle baglarim ne yardan ne serden. karsilastirma mantik, kategori her sey yerle bir… pol pot aslinda kenedyy ile ayni partidendir demek ne kadar anlamli ise… bu celiskilerin ozelestirisini vermeden, (kimse seni anarsist olma anti stalinist olma anti leninist olma diye uyarmiyor, sacmaliyorsun, ilk kabul yazdigin seylerde ki argumanlarinda si sakatlik seni, sacmaya kalemden ishal olmaya, yontemde bi engin ardic olmaya goturuyor bilesin..olcaksan adam gibi anti stalinist ol…. bu ne garabet artik..

  5. illa yasalci parlementer sisteme angaje olan bi zileli. simdide ödp yi kesfetti. sana odp nin ilkesizliklerini burdan bi salarim… bogulursun… ödp oguzhanin tekkesi .derginde herseyi okeyle alargada kal , ama chp cankaya bitsin ve bi takim seyler daha, ödp bitmistir… zirva lamak

  6. zileli nin ne dedigini anlayan varsa beri gelsin zeynep gambetti nin dedigini onayliyo. apo yami ozendin zileli o senden net haberin olsun…oda olar buda olar ama hepsi aslinda kötü.. bir cakma anarsistnin hazin sonu…

  7. biraz galati meshurdan uzak olunaydi,, yillardir dedik durduk, mhp basbayagi bi fasist partidir, irkci söylemlerinden cok turk islamci söylemi8bu irkcilik degildirrrrrrr) vardir, galati meshur yaa fasist dedigin illa irkcida olmali. mhp turkiyeye ozgu bi fasist partidir..uzun uzun yazcanda kim anlicak, hazirlok kliseye kon mhp irkci ise samancilri niye tasfiye etti yaww..mhp fasist bir partidir ve turk irkciliginin ise yaramayacagini sizden once kesfetmis bir partidir…bu da yillrin aydini iste. nihal atsiz ne o zaman??? fasist hem irkci, ama turkes daha az fasist daha az irkcimi, mhp nin basinda nihal atsiszn olmamasina sevinmelimiyiz.. olmadik yerde kili kirk yar , sonra kaba saba tahliller…. bir kusak ciddi ciddi eskidi sanirim…

  8. fasist mhp nin yaninda türk solu dergisinin irkciliga daha yatkin bir fasist egilim oldugunu söyleyebilirim. orta asya irklarindan gelmeyenlerin cogunlugu olusturdugu bir ulkede fasist partilerin irkci olarak orgutlenmeye kalkmasi ne iyi olurdu.. ama yapmiyorlar iste sizden akillilar…

  9. ayrica hdp yi orgutleyen siyasi kurt akliin sinifsal aciklamasini gozardi ediyor zileli, tepedeki kurt siyasi akli zokayi yutan degil, yutturanlardandir, de ki sana tabu yikan aykiri solcu diyeyim…

  10. gerçekler devrimcidir korkmayin… korkuyorsaniz gerçekten… hiiiiç iddiali kimliklerle saga sola bulasmayin…

  11. TKP konusunda biraz haksizlk yapilmis, secime girme karari cok mantikli degil, ama zaten sürekli ulusalcilikla yaftalanan bir parti olarak Istanbulda secime girmemeyi goze alamadilar bence. Siz bile burada Istanbul’da CHP’ye oy vermeli derken aldiginiz tepkilere bakilirsa, TKP’yi yerin dibine sokarlardi tahminim. Ayrica CHP’nin cikardigi adayin rezilliginin de bu durumda etkisi var. Verdikleri karar bence de hatali, ama belki de Sarigül’ü desteklemenin gelecekte daha da vahim sonuclar yaratabilecegini dusunerek goze alamadilar.

  12. AKP’nin küresel kapitalist sistem ve sermaye ile çok büyük kavgaya girmiş olduğuna inanmıyorum. AKP bu konuda bazı çelişkiler yaşıyor olabilir ama hepten çok ciddi bir kavgası olacağına da inanmıyorum. Çünkü Türkiye küresel kapitalist sisteme ve sermayeye göbekten bağımlı hale gelmiştir. Sıcak paraya olağanüstü bağımlı hale gelmiş bir Türkiye vardır. AKP’nin ekonomin yerle bir olmasını göze alarak sistem ile topyekûn harp etmesi imkansıza yakındır. ABD vb. ülkeler için de Türkiye’de önemli olan asıl şey de özgürlük, demokrasi vb. değil kapitalist sistemin devamıdır. Yoksa kapitalist sistem devam ettiği sürece diktatörlük gelmiş gelmemiş ABD ve küresel sermaye için zerre kadar umurlarında değildir. (Görüntü amaçlı bazı sözler söylense de asıl olan esaslı ve çok önemli olan uygulamadır. Sözler veya yapmacık davranışlar bu konuda belirleyici olamaz.)

    Ama burada ABD’yi ve küresel sistemi kaygılandıran asıl kaygı AKP’nin sandıkla değil de toplumsal bir hareketle devrilmesidir. Bu yüzden küresel sermaye çok yönlü bir oyun oynamaktadır: Yani hem AKP’ye karşı gibi görünmek hem AKP’den yana olmak ve sıcak para ile iktidarı ve ekonomiyi çaktırmadan desteklemeye devam etmek. Yani küresel sermaye bir taşla iki kuş vurma derdinde. Bu doğrultuda hem AKP’yi destekliyor, sıcak para ve güçlü küresel sermaye ile, hem AKP’ye karşı toplumsal muhalefeti istediği gibi yönlendirmek amacında. Yani kontrolü bırakmak istemiyor.

    Küresel sermaye Türkiye’deki toplumsal muhalefetin kontrol edilemez boyuta gelmesinden endişe ediyor. Ve her türlü durumda kazanmak istiyor: seçimden AKP galip çıkarsa, toplumsal hareketler endişe edilecek boyutta olmadığı sürece, küresel sermaye AKP’ile tekrar kaldığı yoldan devam etmekte sakınca görmeyecektir. Daniel Dombey 18 Aralık 2013’te CFR’de yayınlanan son yazısında AKP’nin yaptıklarını öve öve bitiremiyordu.(Gerçekten 11 yıllık AKP iktidarı incelediğimizde şunu görürüz: AKP’nin çok şiddetli düzeyde neoliberal politikaları savunan bir partidir. Ve aynı zamanda oluşturduğu ekonomik sistem ve yapıyla global sermayeye göbekten bağlı hale gelmiş ve yine bu sistemden en çok şekilde faydalanmış bir iktidardan söz ediyoruz. ) Ama Daniel Dombey’in yazısının sonlarında AKP için önemli bir uyarısı vardı. Bu uyarı özetle AKP’nin neoliberal politikalar çizgisinde devam etmesi için büyük yapısal değişiklere gitmesinin kaçınılmaz olduğu uyarısı idi. Bir anlamda global sermaye için AKP’nin yaptıklarını artık yeterli gelmiyor, çok daha ötesini istiyorlar. İşte daha kapsamlı, daha sert neoliberal politikaları savunanlar için bugünlerde belki bu büyük bahane de oluşturulmuş durumda.

    “Seçimlerde AKP’ye oy vermeyeceğiz, CHP’ye oy vereceğiz, böylelikle AKP diktatörlüğünü engellemiş olacağız.” denilebilir. Tabii ama sadece bu söylenebilir. Eğer yuları küresel sermayeye verdiyseniz, ki öyledir, seçimler daha çok görüntü amaçlıdır. Asıl burada önemli olan yuların kimin elinde olduğu ve kimin çektiğidir. Emin olun ki, küresel sermaye için diktatörlük tercih edilecek bir şey ise bunu yapmanın veya izin vermenin bin tane yolunu bulmak onlar için zor olmayacaktır. Diktatörlük ille de seçimlerle gelecek diye bir şey yok. Öte yandan AKP kaybederse ve toplumsal muhalefet ve toplumsal hareketler küresel sermayenin istediği doğrultuda bir yöne girmişse onlar için yine endişe edilecek fazla bir şey yoktur.

    O yüzden CHP’ye oy vermekle fazla bir şey değişeceğini sanmıyorum. Üstelik bunu şöyle bir tehlikesi vardır: Oyla çok şey değiştireceğine inanmak; asıl patronları ve yuların kimde olduğunu görmezden gelmek büyük bir yanılgıdır. Bu kumar makinesinde oyun oynayıp çok para kazanmayı düşünmek gibidir. Olasılık olarak kumar makinelerinde çok para kazanmanız mümkündür. Ama bilmeniz gereken bir şey daha vardır. Bu oyunu tasarlayan sistemin efendileri her defasında asıl olarak kendilerinin kazanmasını amaç edinirler ve size fırsat vermezler, ne kadar çok oynarsanız o kadar çok kaybedersiniz.

  13. Eğer buradaki yorumların hiçbirini troll kabul etmezsek, yapılan yorumlardan hiçbiri beni şaşırtmadı. zaten durum bu olduğundan, ülkede kürt sorunu çözülüyor diyerek iktidara meşruiyet veren çok. bakalım ne olacak.

    önceki yorumlardan birinde please stahp internet şakası atılmış.

    saçmalıyorsun,lütfen dur anlamına geliyor. google’a yazarsanız, sürüyle karikatür var.

  14. “Seçimlerde AKP’ye oy vermeyeceğiz, CHP’ye oy vereceğiz, böylelikle AKP diktatörlüğünü engellemiş olacağız.” denilebilir. Tabii ama sadece bu söylenebilir. Eğer yuları küresel sermayeye verdiyseniz, ki öyledir, seçimler daha çok görüntü amaçlıdır. .. Öte yandan AKP kaybederse ve toplumsal muhalefet ve toplumsal hareketler küresel sermayenin istediği doğrultuda bir yöne girmişse onlar için yine endişe edilecek fazla bir şey yoktur. O yüzden CHP’ye oy vermekle fazla bir şey değişeceğini sanmıyorum. Üstelik bunu şöyle bir tehlikesi vardır: Oyla çok şey değiştireceğine inanmak; asıl patronları ve yuların kimde olduğunu görmezden gelmek büyük bir yanılgıdır.”
    Maletasta haklıdır… Bu yerinde, gerçekçi saptamalardır. Ama eksiktir..
    Bu tür analizlerde unutulan şey bir insan hayatının yalnızca ekonomik olduğu yanılgısıdır. Toplumların-insanların, kültürel-üstyapısal ama dönemsel olarak “altyapısal” gibi işlev görecek boyutları ihmal edilir…
    Hani önümüzde kaçınılmaz iki seçenek olsa; Laik-Modern faşizm ile İslamik-Dinci Faşizm… Sanırım ilki seçilmelidir!
    Laik-Modern Faşizm’le mücadele edildiğinde değiştirilmesi gerekecek olan daha çok ekonomik bölüşüm, paylaşımdır. İslamik Dinci Faşizm de, Modern-Laik Faşizm gibi iktidarını sürdürmek için kullandığı “araçların” (hapishaneler, işkenceler, terör, cinayetler gibi) yanına, ayrıca insanlığın binlerce yıldır bilinçaltında çöreklenmiş arkaik inanış, duygu-korkularını, “melekleri-şeytanları-zebanileri” de katar… Bu görünmez düşmanlarla uğraşmak her zaman zor olmuştur!
    *
    RTE’nin kişisel Diktatörlüğünün yıkılması, bu ülkede çok şeyi değiştirmez! Abartmanın, insanlara ümit vermenin de hiç gereği yok! Ama her gün kafa şişiren, gündelik hayatımıza, “oturmamıza-kalkmamıza” burnunu sokan, nobran, ukala, Makyavel, acımasız bir adamdan kurtulacağız… Tamam, onun yerini alabilecek çok adam var bu ülkede! Olsun; o güne kadar birazcık kafa dinleriz yahu! Sonra da yeni gelenle uğraşırız!
    (Not; İzmir ve Çanakkale’de AKP Adayları, Rakı’mıza karışmayacaklarını bir vaad olarak söylemişler! Lütfetmişler! Bu olgular önemlidir!
    RTE’nin gidişi ve arkasından yaşayacakları(!), sonraki muktedirlere de bireyin kişisel-mahrem hayatına müdahalenin deneyimleri olarak onlara ışık tutsun! Yarısı “doğu’lu” bu ülkede bu da tarihsel olarak bir kazanımdır! Gezi İsyanı’nın taçlanmasıdır! Orada öldürülen çocukların “ödülü” olamayacaksa da bir “şey’dir” yine de! Sevineceklerdir!)

  15. Kapitalist Sistemin Gerçek Tanrısı Para ve Güçtür

    Olayların ekonomiye, paraya ve güce indirgenmesine elbette karşıyız. Ama bunu yapan, dayatan bizzat kapitalist sistemin kendisidir. Sanırım asıl sorunumuz da bu.

    Kapitalist sistem, bildiğimiz gibi, her şeyi alabildiğince metalaştırmaya çalışır. Neredeyse hemen her şeyin değerini para ile ölçmeye çalışır. Bunun için de türlü türlü unsurları kullanır. Ve bu anlamda sistemin tüm partileri için asıl Tanrı; para ve güçtür. Din, laiklik vb. unsurlar da bu sistemde bunun yan unsurları ve maşaları olabilirler.

    Yani din de, laiklik de sistem için sonuna kadar kullanılabilir ve yeri geldiğinde vazgeçilmez değildir. Fabrikada on saat çalışan, aç kalan çocuklarına bile bakmaktan aciz dindar biri hiç olmazsa kızımın türbanına karışmıyorlar ne iyi teselli bulurken, benzer bir fabrikada çalışan bir işçi de söz de laik bir parti başa geçtiğinde evde içki içmeme bari karışmıyorlar diye teselli bulabilir ama sonunda sömürü değişmez. Birinde din adına sömürü yapılırken birinde laiklik adı altında yapılır. Ve her iki durumda da kapitalist patron ve sistem kazanır ve malı götürür.
    Her iki durumda da gerçekte iktidar olan kapitalistlerdir. Sadece görüntü, imaj ve bazı farklılıklar vardır. Bunlar ise yıpranan iktidarı değiştirmek için zaman zaman kullanılır. Yoksa ortada ne gerçek bir şeriat, ne de laiklik vardır; bunlar gerçekte iktidarın halkı aldatmak için kullandığı maşalar ve maskelerdir, çünkü asıl ilah, asıl belirleyici olan para ve güçtür.

    İşçi sınıfı kapitalist iktidar aygıtının kullandığı maşaları, maskeleri fark etmediği, bunlara karşı etkili çözüm metotları geliştirmediği sürece sürekli olarak aldatılacaktır

  16. Burada bir devrim yapılıyor

    Devrimi savunmak için Rojava’da bulunan Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) savaşçısı Yasemin Güneş, gönderdiği mektupta Rojava devrimini anlattı: “Yüzyıllardır yok sayılan, inkar ve imhaya uğrayan halklar bugün Rojava’da devrimci demokratik bir sistem inşa ediyorlar. Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler ve Yezidiler bu sistem içinde kendilerini yeniden kuruyor ve aynı zamanda tüm yabancılıklarını ve ön yargılarını aşarak birlikte var olmayı öğreniyorlar.”

  17. http://etha.com.tr/Haber/2014/03/20/dunya/burada-bir-devrim-yapiliyor/ BDP ve HDP den korkmak rojava daki yapilanmadan korkmaktir. Rojava dan korkmak ayni zamanda MHP nin , devrimcileri ve emekcileri oldurmesini hakli cikarmaktir. Kazanilan tum herseyi MHP bitirecektir. Catlilar, yesiller, kucukler, Agca lar, tuysuzler, mecliste miletvekili ve ozel timin sorumlulari olacaktir. O zaman sizleri gorurum. yandim aman diye feryatlarinizi. MHP IP ne saldirmadi , saldirmazda, IP tuzu kuru. Oylar BDP, HDP, bagimsizla, ODP,HKP , MLKP, TKP/ ML , DHKP ye verilmelidir.

  18. gün zileli anladığım kadarıyla sen yazıyorsun ama okumayı bırakmışsın.

  19. nereden çıkardın bunu?

  20. gün zileli ye sorular:
    akp bu gün başarı çıtasını minimum %40 ve istanbul ve/koymuş veya ankara belediyesini almak olarak koymuş mu? bu gerçekleştiğinde siz de akp yi kendi çerçevesinden başarılı görürmüsünüz? akp nin başarı çıtasının gerçekleşme olasılığı kuvvetli mi?

    Diyelim ki anti akp çağrısı başarıya ulaştı ve t.erdoğan hükümeti düştü sonrası ne olacak?

    Diyelim ki anti akp kampanyası başarılı oldu ama akp yi yukarda belirttiğim çıtanın altına altına çekemedi ve doğai olarak t.erdoğan hükümeti düşmedi,sonra ne olacak ve mhp ve chp ye giden anti akp oylarının durumu ne olacak?boşa gitmiş olmaz mı?
    t.erdoğan düştü diyelim onun yerine a.gül geldi bu muhalefetin a.gülün gülüşüne karşı ayaklanacağını düşünüyormusunuz?

    gezi ayaklanmasında ciddi konformist eğilimi olan kesimlerin varlığına inanıyormusunuz?eski statükoyu özleyen ciddi bir kesim var mı?

  21. entellektüel düzeyinde bir düşüş gözlemleniyor

  22. bu sorular sistem içi partiler alanıyla ilgilidir. Bunlar beni ilgilendirmez. Benim açımdan önemli olan diktatörün bu seçimden darbe yiyerek ve zayıflayarak çıkmasıdır. Bu, Geziye ve toplumsal devrim mücadelesine güç verecektir. selamlarımla.

  23. Oy verdiğimiz CHP ve MHP’li adaylar, köprüyü geçtikten sonra AKP’ye katılırlarsa n’olacak?

  24. mısırda yazın gerçekleşen protestolar ve sonrasında ordu darbesini hatırlıyormusun.o günden bu güne ne oldu.

  25. mısırda mursi devrildi yerine halkçı bir hükümet geldi değil mi!

  26. “Kapitalist Sistemin Gerçek Tanrısı Para ve Güçtür.”
    Ama bu “tanrının” Labil bir karakteri vardır…
    Para ve Güç, iktidarın, egemenliğin bildiğimiz kadarıyla en az 4000 yılın Tanrısı… 18. yy dan önce toprak-ticaret-yağma zenginliği üzerinde yükselen yönetim-kültür-gündelik hayat farklılıkları taşıyan kaç ayrı toplum vardı? Son iki yüz yıl Kapitalist Sistem olarak adlandırılan “aynı” ekonomik sömürü ilişkileri altında kaç farklı hayat biçimi var?
    Danimarka da, Kanada da, ABD de; Arjantin de, Türkiye de, İran da kapitalist!
    Hitler de faşistti; Mussolini de! Ecevit te, T. Erdoğan da kapitalist egemen sınıflara hizmet ettiler…
    Bir kaç yüz yıl sonra kim bu farklılıkları umursayacak; bugün bizim bu geçmişi umursamadığımız gibi! Ama biz burada yaşarken bu “küçük” ayrımlar hayati öneme sahip!
    Gezide öldürülen çocuklar, komplolarla yıllarca hapislere atılan insanlar…. Son 200 yıl’ın, 4000 yılın doğrusu bugün burada yaşayanlar için ayrıntılandırılmak zorundadır.
    Ateist, alevi, “modern insanlar”, özgürlükçü gençler için önlerinde yaşayacakları 10-20 yıl önemlidir. Sosyalist devrime kadar hep faşizm altında yaşamayı neden olağan görelim ki? Kaldı ki, kabaca “uygar yaşam” diyebileceğimiz; dünyanın bilimsel kavranışı, insan-birey-toplum arasındaki saygı, inanç ve düşünce özgürlüğü de salt siyasal devrimle-Sosyalizmle sağlanamaz! (1917 de sağlanamdığı gibi…) Bunlar da sağlandıktan, önemli yol alındıktan sonra özgürlükçü bir sosyalizm olanaklı hale gelebilir…
    Ülkemizde de bu yolda Kapitalist egemenlik içinde hala yaşanılarak alınacak (feodal-dinsel geleneklerden uzaklaşacak) yol vardır! Bu “aptal diktatörlüğün” hesabını görmek de, bir kaç metre olsun ileri doğru alınmış mesafedir….
    RTE gibi çağdışı-Makyavel bir diktatörlük yerine Burjuva Demokrasisini, Parlementer demokrasiyi yeğlemek bu genel doğruları değiştirmez ama bizim hayatımızı bir süre olsun değiştirir! Sonrası sonra!

  27. böyle bakarsan hiçbir diktatörlüğe karşı mücadele edemezsin.

  28. Halk yıka yıka ilerler. bunları da yıkacaktır.

  29. “Oy verdiğimiz CHP ve MHP’li adaylar, köprüyü geçtikten sonra AKP’ye katılırlarsa n’olacak?”
    Sanırım bu soru (diğer kaygılar gibi) temel meselenin ne kadar yanlış anlaşıldığını-anlaşılamadığını çok güzel ele veriyor…
    Hiç zararı yok! Çoğu da oraya yakışır zaten! İsterse hepsi geçsin!

    Ama önemli olan 31 Mart’ta bu Diktatörün (Biliyoruz, AKP’nin aldığı oy’un çoğu RTE’a aittir!), bu topraklarda benzeri görülmemiş bir erdemsizliğin Şah’ı, Takiyeciliğin (niyetini gizlemenin) ulaşılamaz timsali; “Yavuzluğun” prototipi(bence ilerde bir simge olacak… Oblomov gibi, bir karakteri tanımlayacak; RTE gibi denilecek!) bir Makyavel’in oy oranının % 35’in altına inmesi. (Yeni tapeler gelmezse, oy oranı 1-2 puan eksiği fazlasıyla % 40 civarı olabilir! )
    % 40’ın altı da “kurtarır” ama daha aşağısı hayatımızı “normalleştirir!” Yani toplumsal sorunları sınıf temelinde almaya başlarız! (Komisyonun, rüşvet almanın adı “zekat” olmaz…Bu adam toplumsal-sınıfsal-tarihsel süreci rayından çıkardı!)

  30. kesinlikle katılıyorum. Diktatörle mücadele çarpık bir sınıfsal saflaşma yarattı. Onun zayıflaması ya da gitmesi toplumsal devrimin daha sağlıklı bir temelden gelişmesini sağlayacaktır.

  31. İşçi sınıfı ve sıradan insanlar için seçimin anlamlı olması için işçi sınıfının özgür iradesini ortaya koyabilmesi gerekir. Buna karşın işçi sınıfının kendi iradesini teslim ettiği ve her türlü koşullar altında kapitalist sistemin efendilerine hizmet eden bir seçim sistemi işçi sınıfı için anlamlı değildir.

    Daha önce yazdığım gibi bu kapitalistlere hizmet eden güdümlü seçimler kumarhaneye gidip kumar makinelerinde kazanmaya çalışmak gibidir. Olasılık olarak kumar makinelerinde para kazanmanız mümkündür. Ama bilmeniz gereken bir şey daha vardır. Bu oyunu tasarlayan sistemin efendileri her defasında asıl olarak kendilerinin kazanmasını amaç edinirler ve size fırsat vermezler, ne kadar çok oynarsanız o kadar çok kaybedersiniz. Ama kazanan bir kaç kişi var demek genel durumu değiştirmez.

    “Ama bu sistemde de kazanan insanlar var, ABD ile Somali bir mi, gelişmiş Avrupa ülkeleri ile Afrika ülkeleri bir mi? Neden hep yoksul insanları gösterip kapitalizmde çok kazanan zenginleri görmüyorsunuz, yani kumar makinelerinde oyun oynayıp çok kazananlar da var, onları da görseniz, demek ki neymiş, sistem içinde de farklı farklı birçok unsur varmış, aklımızı kullanarak yine de çok iyi seçimler yapabiliriz” denilebilir.

    Aslında bu tür şeyleri kapitalist sistemi savunan insanlar da zaman zaman söylüyor. Afrika’da diktatörlüklerden, sömürge ülkelerinden, yoksul insanlardan söz ettiğimizde onlar da Norveç, Lüksemburg, İsviçre, ABD vb. gibi ülkeleri örnek veriyorlar. Ve bu sistemde herkesin yoksul olmadığını, yoksulluğun insanların yanlış seçeneklerinden kaynakladığını, insanların iyi seçenekler yapıp çalışırlarsa yoksulluktan kurtulabileceklerini söylüyorlar.

    Evet insanların yoksul olmasında bireysel seçenekler önemlidir. Ama şu var, insanlar ne kadar iyi seçim yapsa da dünyadaki tüm insanlar ortalama bir Norveçli, ABD’li gibi yaşayamaz. Her şeyden önce dünya kaynakları buna izin vermeyeceği gibi, sistemin mantığı da buna izin vermez. Çünkü gerçekte bu sistemde birinin zengin olması için diğerin alabildiğince fakir olması, ekolojik kaynakların sömürülmesi ve bu zenginliğin bedelini birilerinin ödemesi gerekmektedir. Bu zenginliğin bedelini bugünde üçüncü dünya ülkeleri, Afrikalı ülkeler, işçi sınıfı ödemektedir.Bu zenginliğin bedelini dünya eko sistemi ödemektedir.

    Bu yüzden Alman halkının yanlış seçeneği yüzünden Hitler seçildi diyerek meselenin diğer boyutlarını savaş sonrası Alman halkına yüklenen ödenmesi neredeyse imkânsıza yakın borç yükünü görmezden gelemeyiz. Aslında Alman ekonomisini çökerten ve Alman halkını umutsuzluğa sürükleyen ve sosyalizme bulaşmasınlar diye Alman Faşizminin yükselmesini görmezden gelen kapitalistler Hitler’in yükselmesinin baş sorumlusudur.

    Kısaca demek istediğim bu konularda meseleye bütüncül de bakılmalıdır. Ve bütüncül bakıldığında görülecektir ki Afrika’da diktatörlükleri destekleyen buna izin veren çok defa bu gelişmiş Batı demokrasileridir. İran’ı Humeyni’nin eline düşüren ve çıkmaza sürükleyenler de onlardır. Örnekleri çoğaltmaya gerek yok. Yine bu gelişmiş ülkelerde seçimlere katılıp bu işlere şu veya bu şekilde izin verenler de bu işten dolaylı da olsa sorumludur. Dolayısıyla başkasının sömürülmesine izin veren, dünya kaynaklarını sömüren bir demokrasi bizim ölçütlerimize göre gelişmiş bir demokrasi değildir. Bu sadece kendi kendini aldatmaktır.

    Yine de kapitalist sistemde hiçbir şey yapılamaz denilemez. Seçenekler vardır. En kötü diktatörlük sistemlerinde bile seçenekler olabilir. Ama anlamsız ve güdümlü seçeneklerle bu iş olmaz. Üstelik anlamsız ve güdümlü seçenekler bizi yanlış kararlara ortak ettiği gibi asıl yapmamız gereken seçenekleri de engelleyebilir. İşçi sınıfı bizzat kendi seçeneklerini oluşturduğu ve bunlar arasından seçim yaptığı sürece onun için anlamlı seçeneklerden söz edilebilir. İşçi sınıfını güdümlü hareket ettiği ve iradesini birilerine koşulsuz teslim ettiği sürece kapitalizme hizmet etmeye devam edecektir.

  32. futbolda kontratak vardır.hazırlık paslarıyla başlar ve rakip ceza sahasına kadar yerleşirsiniz ama bir yanlış hata ile kontratak başlar ve siz ağırlıklı olarak rakibin alanında olduğunuz ve beliniz döndermekte zorlandığınız için top bir anda sizin yarı sahanızda oluverir.halk hareketleri sağlam bir toplumsal örgütlülük ve alt yapı olmadığı zaman enerjisini çarçur eder.hatta başkalarının hesabına çalışır.mısır örneğini de ondan verdim gün zileli.İspanya örneği ciddi bir toplumsal örgütlülüğün varlığına işaret ediyor.sadece benzerlikleri görmemeli farklılıkları da görmeli.ukraynada da sol güçler eylemlerde vardı ama milliyetçi çizgi daha örgütlü olduğu için onlara yaradı.

  33. AKP bir gün giderse, hemen ardından, mesela ilk 2 ay içinde yapacağımız şeylerin post-AKP türkiye’si için belirleyici olabileceğini düşünüyorum. Muhtemelen gittiği gün bir kesim için “taşkınlıklı kutlama” fırsatına dönüşecek. Kutlamalar sokaklara taşacak. Ulusalcılığa yakın kesimler bayraklara, radikaller lümpen bir cam-çerçeve taşkınlığına sarılabilir. Bu arada AKP’li olarak algılanan bireylere veya unsurlara karşı aşırılıklar yaşanabilir. Bunlara dikkat etmek gerekli.

    Ardından hemen 1-2 hafta içinde, yeni siyasi ortamdaki özgürlükler test edilmeli ve yeni iktidar “farklı mısınız bakalım AKP’den” diye sıkıştırılmalı. Mesela Gezi Parkı mutlaka derhal tekrar anti-kapitalist bir kültür ortamına çevrilmeli. Çadırlar vs. kurulmalı etkinlikler düzenlenmeli.

    Potansiyel AKP yanlısı kitlesel mobilizasyonlara karşı da dikkatli olunmalı. Bunlar linççi hareketlere dönüşmedikçe yeni polis veya başka zor güçleriyle bastırılmasına kesinlikle karşı çıkılmalı. Türban yasağı gibi polarize edici abuk sembolik yasaklar yeniden gündeme gelirse karşı çıkılmalı. Mısır’daki Sisi’nin diktatörlüğü gibi bir senaryoya izin verilmemeli. AKP’li halk sokakta ezilirken kenardan “oh olsun”culuk yapmak kendi ipini çekmek olur böyle bir ortamda. Öyle eylemler düzenlenmeli ki AKP yanlısı halkı küstürücü değil rehabilite edici olmalı, burada anti-kapitalist müslümanlar önemli bir rol oynayabilir.

    Park forumları tekrar hareketlendirilmeli ve pozitif talepler belirlenip yeni yönetime dayatılmalı. Yeni yönetim bunların sembolik birkaçı hariç %90’ına karşılık veremeyecektir, bu şekilde foyaları ortaya çıkarılmalı ve kitleler sola çekilmeli.

    Oluşabilecek anti-Kürt konsensusa mahal verilmemeli. İlk bir iki ay içinde mutlaka bir “yeni, gerçek barış süreci” talepli kitlesel miting tarzı büyük eylemler düzenlenmeli. Bu süreci Kürt siyasi hareketi ve sol uygun bir asgari zeminde anlaşarak beraber yürütmeli. CHP kitlesinin şoven eğilimlerini kıracak, HDP kitlesinin endişelerini giderecek, karşılıklı tavizlere dayalı bir şekilde örgütlenmeli bu, gerekirse aşırılıklar törpülenmeli karşılıklı olarak.

    Yeni iktidar yanlısı bir YAE’ciliğin oluşması engellenmeli. Yeni iktidarın yaptığı her yanlış “ama AKP’den iyidir gene” diyerek üstü örtülmemeli. Kötünün iyisini denemek birşeydir ama bir kez iktidara geldikten sonra kredi tanımak kendini bitirmek olur.

    Taksim yasağının kalktığını test edileceği bir kitlesel barışçıl eylem. Bu 8 Mart veya 1 Mayıs gibi bir takvim eylemi de olabilir, ancak Kent Mitingi tarzı bir eylem daha da iyi olur. İstanbul için 3. köprü vb. çılgın projeleri bitirecek bir doğrudan eylemlilik çağrısı şeklinde bir toplanma mesela Taksim’de. Ankara ve İzmir’de benzeri geniş destek bulacak kent meseleleri üzerinden hareketlenmeler başlatılmalı.

    Yorulmaya başlayan “Bu daha başlangıç” sloganı bu şekilde tekrar hayat bulmalı.

    Aklıma ilk gelenler bunlar, özetle AKP-sonrasında (görebilirsek tabi) yeni sınıf-harici çelişkileri söndürmek, yeni bir baskı ortamının tesisini engellemek, milliyetçi savrulma tehlikesini bertaraf etmek, iktidara kredi tanımak yerine derhal soldan sıkıştırmaya başlamak, bağımsız özgürlükçü sosyal mücadelemizi tazelemk..

  34. Ek: AKP-sonrası bir ortamda eski AKP’liler, başta RTE olmak üzere mutlaka yargılanmalı (tabi tüymezse), ancak bu bir rövanşçı şiddetsever orji havasına döndürülmemeli. “Asılsın, kesilsin” gibi talepler kesinlikle yükseltilmemeli. Sosyal bir devrimde bile yozlaştırıcı olan bu eğilimler yeni burjuva iktidar ortamında bütün devrimci enerjiyi tatmin edip emen mastürbatif birşeye dönüşür. Haklı öfkenin verdiği moral üstünlük yerini psikolojik olarak garip, anlamsız bir boşluğa bırakır, bu boşluk pişmanlığa götürür. AKP’liler yargılandıkça ortaya çıkan suçlar ile kapitalist devletin genel niteliği de teşhir olmalı.

  35. Bu arada tüm bu dediklerim AKP’nin seçimler yoluyla uzaklaştırılması ihtimaline dair. Eğer AKP iki seçim arası sandıkla gideceğini anlayıp iyice çıldırarak “bir şeyler” denerse (savaş, seçimlerin ertelenmesi, silahlı çatışmalar vb.) ülkedeki iktidardan nispi bağımsızlığı olan son kayda değer kurum olan ordunun “göreve” çağrıldığı, ve bu çağrının sempati bulduğu bir iklim ile de karşılaşabiliriz. AKP’nin böyle “gidişi” bizi ekspres biletle Sisi Mısır’ına götürür ve dediğim tarz cevapları geliştirmemize ortam vermez. Bununla nasıl başa çıkarız bilmiyorum, işyerlerinden sürpriz bir devrimci dalga çıkmadığı sürece. Öyleyse bu tarz bir iklimin oluştuğunu sezersek derhal “ordudan önce biz” AKP’yi devirmek ve orduya “sen kenarda dur” emek için bütün barutumuzu atmalıyız sanıyorum.

  36. Tabii Ergenekon tahliyeleri sonrası AKP ile ordu arasında nasıl bir denge olduğunu kestirmek de kolay değil. Tam tersine ordu AKP’nin son kurtarıcısı da olabilir.. Bu dengeleri nasıl öğrenebiliriz, ordunun komuta kesiminin hissiyatını, düşük rütbelilerin hissiyatını nasıl algılayabiliriz bilmiyorum, ama iyi olurdu bilmek.

  37. Görebilirsek tabii ki katılıyorum bunlara.

  38. 27 mayıs sonrası gibi gelişmeler mesela.

  39. Gün Zileli burada falanca partilere oy vermeye çağırmak yerine seçim dönemindeyken insanlara neden oy vermemeleri veya anarşiyi desteklemeri gerektiği yönünde bir yazı yazmak daha iyi olmaz mıydı?
    Bu sizin de anarşiyi bir ütopya olarak gördüğünüzü göstermiyor mu? Eğer (sizin bahsettiğiniz o gençler gibi) kendi yağında kavrulmayıp bir toplumsal devrim istiyorsanız örgütlü, politik, şuurlu ve omurgalı olmanız gerekmiyor mu? Yani politikanızı AKP’yi veya karşıtlarını desteklemek şeklinde oluşturan bir zihniyet olabilir mi?
    Bence kapitalizm içinde tam da sizin bir kenara bıraktığınız gençler gibi “bir köşeye çekilip sakin bir hayat yaşamak ya da ıssız bir yerde benim gibi arkadaşlarımla komünal bir hayat sürmek istiyorum” demek devrimciliğin ilk adımıdır. Devrim bu şekilde düşünen ve yaşayan gençlerce tabandan örgütlenerek gelecektir.
    Ve ben anarşizmin bir hakikat olması bakımından yavşak/kaypak düzenin, partilerinin aksine düzgün anlatıldığı ve yaşandığı zamanda halkça benimseneceğini düşünüyorum. Sizin yaptığınız ise diğer partileri birbirine düşürüp içlerinden aynı onlar gibi yükselecek bir devrim düşüncesine benziyor.
    Ben bu düşünceyi etik ve sağlıklı bulmuyorum. Etik bulmuyorum, çünkü yavşak/kaypak partilerden, düzenden bir farkımız olmalı… Sağlıklı bulmuyorum çünkü bu anarşizmi bir pratikten ziyade bir parti politikasına indirgiyor temsili demokrasi içinde. Halbuki anarşi gelecekse temsili bir şekilde değil tam aksine kitlelerin merkeziyetçiliği, temsilciliği bıraktıkları yerde gelecek. Bu mantık oturduğunda gelecek. Yani sizin savunduğunuzun tam tersi bir şekilde.

  40. Kendi kendini yönetmeyi bilmeyen/öğrenmeyen insan toplumsal devrimi de gerçekleştiremez, birileri tarafından bu devrim gerçekleştirilse de hayatını bağımsız idame ettiremez. Bunu söylemek istiyorum.

  41. Devrimolmak arkadaşım, bu konuyu defalarca yazdığım için tekrarlamak istemiyorum. Kısaca şunu söyleyeyim: Eğer bu seçimlerde diktatöre HAYIR denmezse (ki, bu somut durumda bu ancak oyların AKP karşısındaki en güçlü adaya -niteliğine bakmaksızın- verilmesiyle mümkündür) o dediğin toplumsal projeleri uygulama olanağı da büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Diktatör bu seçimden oy kaybetmeden, güçlü çıkarsa saldırıya geçecektir. Demedin deme.

  42. izledim. Güzelmiş. ama TKP’ye verilen her oy (özellikle İstanbul ve Ankara’da) AKP’nin oy oranını yükseltecek, hatta belki de kazanmasına katkıda bulunacaktır.

  43. gün zileli sahiden toplumsal devrimci bir kaygıyla mı chp-mhp’yi destekliyor, yoksa içindeki aydınlıkçı delikanlı mı hortladı yine?
    bence tam bir maocu zihniyetiyle mhp’yi destekliyor. baş düşman kim? akp. o halde bütün strateji, baş düşmanı zayıflatmaya yönelik olmalıdır mantığı var zileli’de. bir iki sene içerisinde bu yazdıklarının öz eleştirisini verir diye tahmin ediyorum.

  44. zileli’den yine hatalı bir tespit. akp seçimden güçlü çıkarsa, zileli’nin sandığı gibi bundan daha fazla dozda saldırıya geçemez. insanlar direniyorlar. akp kendi başına bela almış olur. daha fazlasını onlar da göze alamazlar. saldırdıkları an, geziden on kat daha güçlü bir gezi hareketiyle karşılaşacaklardır. bu bağlamda zileli’yi geziden hiçbir şey anlamayan stalinistlerin arasına yazıyorum. senin gerçek kitlen olan anarşistlerle selamı sabahı keser, ödp’lilerle, dsip’lilerle takılırsan, mhp için oy isteyecek duruma düşersin işte böyle. hoş, akıl vermek dışında anarşistlerle ne yaptın bugüne kadar? 1 mayıstan sonra tutuklanan anarşistleri hapishanede ziyaret ettin mi mesela?

  45. DSİP’lilerle mi? Onlar da duysalar güler herhalde.

    Cezaevinde hiç kimseyi ziyaret etmedim. Anarşistlerin ayrıcalığı mı var? Bu ülkede 25 yıldır yatan insanlar biliyorum. Cezaevi ziyareti yapabilecek durumda olsam önce onları ziyaret ederdim. Anarşizm kültü yaratmaya gerek yok.

  46. Baş düşman mantığı o kadar da yanlış bir şey değildir. Eğer bunu iktidarın ele geçirilmesi stratejisi olarak uygulamıyorsanız (ki esas yanlışlık buradadır) mücadelede son derece işlevseldir. Ezberinizi bozduğum için kusura bakmayın ama geçmiş mücadelelerden olumlu mirasın bizlere ait olduğunu düşünürüm. Bakın size bir örnek vereyim: Stalin’in Hitler’le yaptığı saldırmazlık paktı bile, eğer gizli maddelerinde Polonya’yı parçalayan hususlar olmasa, SB’nin anti-nazi propagandayı durdurmasına yol açmasa, anti-faşist mücadeleyi askıya almasa ve o somut durumda savaşın başlamasını hızlandırmasa, eğer gerçekten SB’ye bir soluk alma fırsatı veriyorduysa hiç de yanlış bir taktik değildi. Yani bu anlamda, devrimci mücadele de (“devrimci” devlet değil) zaman zaman devletle ya da düşman güçlerle saldırmazlık anlaşmaları yapabilir. Sırf böyle bakacak olursak, Stalin’den bile öğrenecek şeylerimiz vardır. Şaşırttım mı sizi?

  47. Bu yazınızı okumaya başladığım anda işini kaybetmek üzere biri olarak sabah sabah “şirket”, “maaş”, “yönetici” kelimelerini okuyunca kulaklarım uğuldamaya başladı… “Asıl” konuya gelecek olursak, partilerin nitelikleri ile birlikte bir de partileri destekleyen kitlelerin nitelikleri incelenmesi gerekmiyor mu? Sonuçta bu partiler bu kitlelerden besleniyor. Partiler işi kitabına göre yapıyor, belli sınırlardan çıkmıyor gibi görünüyor. Yine de kitlelerini mutlu edecek işler yapmaya çalışıyorlar. Herşey partilerin vaat ettiklerinin satır aralarında gizli.
    Oy vereceksem tatava yapacağım gibi görünüyor.

  48. AKP küresel sermayenin A planı ise CHP ve MHP de küresel sermayenin B planıdır. Bu partiler küresel sermayenin Truva atlarıdır. “Ama AKP kapitalizme ve küresel ekonomiye karşı savaş açtı.” denilebilir. 13. mesajda yazmış olduğum gibi bu olasılık imkânsıza yakındır. AKP’nin bunu göze alacak ne gücü vardır ne de böyle bir şeyi göze alma durumu. AKP’nin küresel kapitalizme karşı çıktığı ve raydan çıktığı analizi doğru değil. “Ama kapitalizme ve ABD’ye karşı bir takım laflar ediyor.” da denilebilir. Bu işler öyle beylik sözlerle filan olmaz. Küresel kapitalizme ve sisteme bu kadar göbekten bağımlı hale gelmiş bir parti için bu olasılık yok.

    Ama küresel sermaye neden böyle davranıyor? Küresel sermaye çok yönlü bir oyun oynuyor. Sadece tek partiye bağlamış durumda değil. Her durumda kazanmak istiyor. Sadece kazanmak değil, kazanırken bile muhalefeti de arkasına ve yedeğine almak, onu yönlendirerek toplumsal kontrolün neredeyse tümüyle kendisinde olmasını istiyor. Yani işi epey sağlama bağlamak derdinde. AKP kazanırsa, toplumsal muhalefeti kontrol altına almayı başardıkları sürece AKP ile kaldıkları yolda devam edeceklerdir. AKP de bu açıdan daha önceden olduğu gibi onlara hizmet etmeye devam edecek.

    Bu seçimlerin onlar için şöyle bir önemi var: seçimler bir anlamda toplumsal anlamda meşruiyet kazanmak demektir. Tabii bu da büyük ölçüde seçime katılan insanların çokluğu ve seçimlerin ciddiye alınması ile ölçülüyor. Ama anarşistlerin bir kısmı bile bu seçimleri çok ciddiye aldığı düşünülürse burjuvanın ve büyük sermayenin bu konuda başarılı oldukları düşünülebilir. Seçimlere katılmamak AKP’ye yarım oy vermektir demenin diğer bir anlamı bu. Seçimler bu şekildeki düşüncelerle toplumca alabildiğince meşrulaştırılacak. Bu meşrulaştırmanın anlamı şu: AKP seçimleri kazandığında, toplumca alabildiğince meşrulaştırılmış bir parti olarak seçimi kazanmış olacak ve toplumsal muhalefet bir ölçüde pasifleştirilmiş olacak.

    Yani sonuçta bu seçimlerde her tür durumda kazanan kapitalizm ve global sermaye olacaktır. Onların istediği şey kafamızda bu seçimin alabildiğince meşru olduğunu düşünmemizdir. Oysa seçimler burjuvanın kendisini meşrulaştırma ve topluma güdümlü biçimde yön verme istediğinden başka bir şey değildir.

  49. 1. seçimlerin niteliğini ben de biliyorum.
    2. küresel sermayenin alternatiflere oynadığını ben de biliyorum.
    3. ama bugün şu ya da bu şekilde kenarda durmanın, bu kötülüklerden bile daha kötü bir şeye yol açacağını da biliyorum: Monarkın tek kişi diktatörlüğü. aymazlık daima bazı haklı gerekçelere dayanır. Öyle olmasaydı aymazlık diye bir şey olmazdı zaten.

  50. Okuyan’ı, #tatavayapmabasgeç hareketinden dolayı biraz endişeli buldum 🙂

  51. iktidarda olsalar kendileri de yasaklardı Twitter’i.

  52. şu TKP’nin paranın hakimiyetine son verme propagandasına kendimi bir inandırabilsem… oysa iktidara gelseler kendileri de paranın hakimiyetini sürdürecekler…

  53. TKP’yi eleştirme performansınızı düzenin “muhalefet” partilerine karşı da görebilsek keşke…

  54. bu siteyi biraz karıştırıver. eminim bulacaksın. Hadi seni yormayayım, birini ben vereyim. http://www.gunzileli.com/2013/01/03/%E2%80%9Cvatan-haini%E2%80%9D/

  55. Oy vereceğiniz CHP’ye de soruyor musunuz “paranın saltanatıyla derdin var mı” diye?

  56. Bir zahmet TKP’nin programını ve tüzüğünü okuyun, sonra partideki kadınların, LGBT bireylerin, öğrenci-gençliğin, sanatçı ve akademisyenlerin niceliğine ve yetkilerine bakın. Kafanızdaki “stalinist öcüler” modeline uymadığını göreceksiniz.

  57. ben CHP’yi program olarak asla desteklemem ki sorayım. Hiçbir düzen partisini desteklemem. TKP de buna dahildir. Daha doğrusu bütün partilerin düzenci olduğunu düşünürüm. CHP’ye oy ver çağrısı chp’nin programından ve adaylarından tamamen bağımsız taktik bir sorundur. Diktatörü geriletmek içindir bu çağrı. TKP üyelerine de aynı şeyi öneririm. Bir kereliğine olsun örgüt bencili yöneticilerinize “boyun eğme”yin

  58. öte yandan ben oy kullanamıyorum, vatandaşlıktan atıldım. Hayatımda bir kere, 1965 seçimlerinde TİP’e oy vermiştim. Hiç de pişman değilim. TİP, bugünkü sol partilerin merkeziyetçiliğinden oldukça uzak (onda da vardı da kusurlar ama bu başka mevzu), çok daha rahat ve özgürlükçü bir partiydi.

  59. bunları biliyorum, merak etmeyin sandığınız kadar bağnaz biri değilim. “Stalinci öcüler” başınızdakiler ne yazık ki, yoksa TKP üyelerine lafım yok. Büyük çoğunluğunun iyi niyetli, devrimci gençler, insanlar olduğunu inkâr etmem saçma olur.

  60. Bugün saat 14 cıvarında Ulusal TV uzun uzun RTE’nin mitingini canlı olarak naklen verdi… Hiç bir kanalda izlemeyeceğim bu adamı bu kanalda(!) izledim… Aklımda uyanan sorularla…
    Ne iş’tir bu!
    O.Miroğlu haklıymış! RTE gibi bir siyaset adamı bu topraklarda yaşamadı! İnsanın kanını dondurabilecek bir “yetenek” bu! (Elbette D.Perinçek’inde hakkı yenmemeli!)
    İşte buna siyaset denilir! Ustalık!
    Belki de usta bir “erkek” siyaset! Birbirinden nefret eden iki kadınla birden kırıştır!
    Yargılarımda acele ediyorum belki… Bu konuda bana yardım eden olursa sevinirim…

  61. İP’nin, EMEP’in ve silahlı-külahlı hardcore-stalinistlerin, TKP’ye niçin Troçkist dediklerini bir düşünün.

  62. ilginç bu ama dünyaya bakışı gerçekten de Stalinist. İP’le TKP’nin arasında bu konuda bir fark göremiyorum.

  63. Zileli,eski Aydınlıkcı geleneğinden kalma kalıplarla değerlendirme yapmış.
    Eskiden Aydınlıkcılar bu tür kalıplaşmış çözümlemeler yapardı.
    İşte Zileli bu geleneğin olumsuz yönlerinden birini hala sürdürüyor.
    Ama artık Aydınlıkcılar –özellikle İP’nin yeni açılımından sonra– bu yöntemi bıraktı ve somut durum çözümlemesine ağırlık verildi.
    Zileli,öteden beri bu eski ve kalıplaşmış yöntemi sürdürmektedir.
    Zileli-nin eski kafayı yeni kavramlarla sürdürmeye çalışması bir yenilik değil.
    Zileli şuna karar vermeli:
    Devrimci savaşım mı yoksa düzen içinde politik oyunculuk mu?
    Zileli,devrimci savaşımı sürdürmenin zorluklarını biliyor ve artık savaşımı sürdüremeyecek durumda olduğu da çok belli oluyor.
    “Cebindeki adreslerden umut kalmamıştır.”

  64. Okuduğum yorumlar arasında, “30 Mart’ta oy vermemek” görüşünü ısrarla savunanların hangi yaşta olduklarını merak ediyorum.

    Bunlar yaşı otuzlara varmamış gençler ise, bu seçimde oy vermemek ısrarlarını, gençlikleri… (bu açıdan “yaşamın dışında kalmak-kendi dünyalarında yaşamak) ile bağdaştırabiliyorum.

    Buna karşılık, yaşı kırka varanlar için, bu tutumu, “yaşamın dışında kalmak-kendi dünyalarında yaşamak” ile bağdaştırmak zor.

    80 öncesinde, devrimcileri sınıflandırırken, “eli ekmek tutmak” gibi bir ölçümüz vardı. Yeterli olmasa da, anlamlı bir ölçüydü…

    “Sandığa gitmek, sistemin içine hapsolmaktır”

    Elhak doğru!

    İyi ama, “tavşan, dağa küstüğünde, dağın bundan haberi olmuyorsa” bu küskünlük, neye yarar.

    Yanılmıyorsam, 80 öncesinde, seçimlere katılım %70’lerde idi.

    Şimdilerde, %85’lere yaklaştı.

    Oy vermeyen % 15’ten bahseden var mı? Yok!

    “Devrimciyim deyip, oy verirseniz, elbette böyle olur!” demeyin…

    Bu, işin kolayına kaçmak…

    Öte yandan, işte, öyle bir seçime gidiyoruz ki, “Sandığa gitmek, sistemin içine hapsolmaktır” ezberi ile davranmak, bu şartlarda, yaşamın dışına düşmekle aynı yere varıyor.

    “Eli ekmek tutanlar” bunu anlayacaktır.

  65. hard core stalinistler en azindan devrimci tkp neki? majestelerinin bir mayis i kadikoye tasiyici komunist partisi hic iceriye dusmemekle ovunen bir komunizm.. militan orgutlere bakisi beyazlarin zencilere bakisi kadar soven . ve sinifsal olarak ezilenleri temsil eden bi komunist partisi haaaa… hadi cumhriyet mitingine hadi canim hadi…:)))

  66. bonapartist benzetmesi… ne kadar zorlama . biseyi söylemeycem diye gercegi bukeee bukeeee

  67. Türkiye’de oy verenlerin sayısının artması gerçekten büyük başarı!

    Herhalde bu başarı da en çok AKP’ye yaramış ki seçimleri en çok o kazanmış…

    Bu arada anarşistlerin oyları ile seçimleri kazanmayı düşünenlerin durumu da ironik…Herhalde şimdiye kadar ciddiye almadıkları anarşistleri seçimler sırasında hatırlama gereği duydular. Ne de olsa bir oy bir oy. Ama tabii seçimden sonra anarşizm de neymiş yahu filan derler…Kendilerince haksız da sayılmazlar anarşistlerin oyu nüfusun binde belki de on binde biri. Onların oyunun çoğunu milliyetçiler, Kemalistler, sermaye yanlıları vb. oluşturuyor ve bu düşüncelerde anarşizme yer zaten hiçbir zaman olmadı ve olamaz; bundan sonra da olmayacak. Sadece seçimde oy istenir o kadar.

    Artık ona göre hesabınızı yaparsanız…

  68. Kerameti kendinden menkul “anarşizm” diyelim mi buna 🙂

  69. Malatesta ismi nerden geliyor. Italyada makarna markasi degilmi? Ne yenir. offff. Secimden sonra herkese maletesta makarnasi verecegim.

  70. Yorumlarda azalma var galiba… Herkes çok yoruldu… “Eteklerdeki taşlar” döküldü ve tükendi… Söylenecekler söylendi… “Dünyanın ve doğrunun” merkezinde o kadar çok insanız ki… 1910’lu yıllarda söylenmiş sanırım… “herkes kendi başına bir parti idi”…
    30 mart gecesine bakacağız…
    “Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz.
    Daha orada ilk hücumda, daha o gün
    yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
    Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
    fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
    belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.”
    O gece ve 31 Mart’ta sonuçları “Anarşistçe” hiç merak etmeyenin oy kullanmamasına büyük saygı duymak gerekli… Gerçekten, zerre kadar merak etmeyenin ama…
    Ne ilginç değil mi? Son 40 yılı biliyorum…Bu ülkede siyaset bu denli “belden aşağıya” inmemişti! Bu denli alçakça, bu denli riyakar olmamıştı… Pusular kurulur, kafalara kurşun sıkılırdı ama, kamera pusuları, dinleme cihazları ile “cinayetler” bu denli sinsice işlenmezdi! (Teknoloji’nin iktidarı!) Çoğu kez cinayetler üstlenilirdi… “Biz yaptık… çünkü…..!” Lanetler okunulurdu… Kafalara kurşun sıkanlar bir tarafın “kahramanları” olurdu (A.Çatlı…)
    Şimdi olanlara bakın… “derin kamera , derin tapecilerin” birer başbakan, kahraman olabileceği öngörülemezdi! Gel de 60-70’li yılları özleme!
    Bilim ve sanat emeğini umursamayan, hatta aşağılayan bir toplum, çürümeye mahkumdur… Özal döneminde, 23 yıl önce bir sohbette, bir Özal sempatizanı tıp doçentine karşı kurduğum bir cümleydi… Elbette aynı anlamda onlarca-yüzlerce yıl önce kurulmuş benzer anlamda bir cümleyi yinelemiştim… Ve bunu yaşıyoruz… AKP’nin alacağı oy oranı bir siyasetin değil, insani sefaletin yüzdesini verecek bize… İyi yanından bakarsak, diğer partiler içinde görünmez olanın dışında bir referandum sonucu ile nasıl bir dünyada yaşadığımızı resmi bir sonuç olarak anımsatacak bize!
    Kötümser biri değilim… Yalnızca bu süreç, bedellerin artarak ödeneceği, “çürümeden” çıkışın acılı olacağını gösteriyor… Bu sitede okuyan-yazan gerçekten “akıllı” insanlar bile gelecekteki “isyanların” silahlı çatışmalarında ölümleri azaltmanın da “öncül” yöntemlerinde anlaşamıyorsa… .
    Bir Romalı tarihçi Spartaküs’ün esir Romalı askerlerin birbiri ile gladyöterler ile dövüştürülmesine öyle içerlemiş ki…”Biz Romalılar, esirlerin aslanlara parçalatılmasını, işencelerle öldürülmesini düşmana hak biliriz… Ama böyle köleler gibi dövüştürülmesi…” Bu durumu çok aşağılayıcı bulmuş… Biz bizi bu denli aşağılayan bir adama karşı “Hayır” demeye gidelim mi, gitmeyelim mi… bunları konuşuyoruz… İlkeler, ilkemiz olsun diye değildir; daha iyi bir dünya kurmanın araçlarıdır… Psikiyatrik bir olgunun “teşhisi” için oy kullanmak, hangi ilkeye aykırı olabilir ki?
    İşte bu yüzden yoruluyoruz…. Bıkkınlığın kaynağı da bu… Basit, sıradan bir gerçeklik bile binlerce yazı karakteri ile anlaşılamaz kılınıyor; en yalın bir olgu bile “sırrına varılamayan gerçeklik” haline geliyor…

  71. Beyaz türklerin en soldaki partisi TKPnin müridi trockizm uzerinden bi seyler gevelemis…. insan bi düsünür yasallik güvencesini icazetini digerlerini hard core solcu olmak suclamasina kadar getiren bir kafa ne kadar komüist olabilir… TKP de duzen hukunun icazeti , digerleri fraksion biz partiyiz sovenizmine varacak ölcüde savunulur. parti ve fraksiyon ayrimini, mucadele icinde gelisme kurumlasma gelenek falan olarak kursalar neyse. adam dupeduz yasaliz biz digerleri kötü cocuklar diyor ve bunu marifet sayiyor..ne günlere kaldik..

  72. Seçim üzerine ben de son taşlarımı dökeyim bari. İstanbul’da neden CHP’ye vermek gerektiğine odaklı olarak..

    – Çeşitli anketler İstanbul’da AKP lehine 2-4 puan avantaj gösteriyor. Bu AKP’yi favori yapar ama durum ortada demektir. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/2014_T%C3%BCrkiye_yerel_se%C3%A7im_anketleri#.C4.B0stanbul

    – Seçim kazanma yoluyla devrim yapılabileceğine inanmıyorum. Hatta devleti seçim dışı yolla ele geçirerek yapılabileceğine de inanmıyorum. Devrim devleti yıkarak yapılır. Sanki devrmci strateji olarak CHP’yi başa getirmeyi savunuyoruz gibi bu perdeden karşı argümanlara hiç gerek yok.

    – Hükümet değil belediye başkanı seçiyoruz. Bunu hatırlatmak zorunda hissediyorum çünkü o kadar politize oldu ki bu yerel seçim insanlar farkında değil nerdeyse, aynı genel seçim hissiyatında davranma eğiliminde. Buna anarşistler de dahil gibi duruyor, oy verseler de boykot etseler de.

    – Sarıgül’ün nasıl pis olduğunu gösteren şeyler paylaşmanıza gerek yok. Sarıgül lehine değil AKP aleyhine oy vermek bizi motive eden şey. Fikrimin değişmesi için öyle bir şey öne sürmelisiniz ki bir Sarıgül AKP hükümeti baştayken Topbaş’tan beter birşeyler yapabilsin. Hiç sanmıyorum.

    – AKP’li olmayan adayı İstanbul’da seçerek İstanbul belediyesinin geniş imkanları ile Ankara’daki AKP hükümeti arasında 10 yıldır işleyen yağlı al gülüm ver gülüm ilişkisine çomak sokmak, o ilişkiyi pürüzlü kılmak istiyorum. RTE’nin İstanbul’la arasındaki muazzam kişisel diktatöryel ilişkiyi tape’lerden gördünüz, daha ne diyeyim.

    – Sırrı’nın Sarıgül’den yüz kat daha iyi olduğunu biliyoruz. Ama seçilme şansı yok. Belediye başkanlığı nispi temsilin olduğu bir sistem değil tek kazananı olan bir sistem. HDP’nin İstanbul’daki doğal oy oranı %5-10 arasında. Sırrı’nın karizması bunu değiştirmemiş duruyor.

    – Eldeki mevcut seçim sistemine göre oy vermeyeceksek hiç oy vermeyelim daha iyi. Yok seçim sistemini değiştirmekle uğraşacak, seçim sistemine tavır alacaksak bunun zamanı seçime 5 kala değil iki seçim arasındaki 5 yıldır.

    – Seçimler daha sonraki seçimler için anket aracı değildir. Genel seçimlerde yine Sırrı’ya veya diğer HDP bağ. adaylarına oy verilebiliriz. Bunun için önce belediye başkanlığında Sırrı’ya oy vermemiz gerekmiyor. HDP %10 üstünü zorlamak istiyorsa bunu bağ. aday taktiği sayesinde nispi temsile izin veren genel seçimlerde yapabilir.

    – İstanbul’un prestiji nedeniyle AKP’nin elinden giderse AKP’nin psikolijik olarak da yaralanacağını hesap ediyorum. Bu AKP saflarında endişe getirebilir ve bir dizi çözülmeyi, batan gemiden kaçma reflekslerini tetikleyebilir. Kaçanlar giderken AKP’ye zarar verici şeyler söyleyebilir.

    – Oy vermeyi çok önemsediğimden değil, oyuma değer vermediğim için bu kadar pragmatikçe kullanmayı kendime yediriyorum. Anarşistim, seçimle büyük kazanımlar beklentim yok, bu nedenle oy konusunda en pragmatik şekilde davranmayı savunuyorum.

    – Bazıları Sarıgül seçilse sanki CHP-MHP hükümeti başa gelmiş olcakmış gibi konuşuyor, bu hükümetin milliyetçi olacağından vs. bahsedip karşı-argüman geliştiriyor. Yahu pes diyorum, bir durun. Tekrar belirteyim, hükümet seçmiyoruz. Ayrıca daha eski hükümet gitmeden yeni potansiyel hükümete göre mi pozisyon alınır? Neden bu kadar korkuyorsunuz yeni hükümetten, muhalefet etmeyi, sokağa çıkmayı unutuvericek misiniz, Stockholm sendromu mu bu bir çeşit, biz bu iktidara karşı çıkmaya alıştık başkasında zorlanırız gibi?

    – 1991’de Leyla Zana ve arkadaşlarının yani HEP’teki (sonra DEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP olan hani) Kürt hareketi milletvekillerinin meclise SHP (CHP 80 darbesinde kapatıldaktan sonra yerine kurulan hani) desteği ile girdiğini hatırlayan var mı? Merkez sol (CHP geleneği) çizgisi sanki ifla olmaz genetik Kürt düşmanı da merkez sağ (DP geleneği) sanki hoşgörülü, ılımlı bir parti mi sanıyorsunuz Kürtler’e karşı? Bu iki gelenek de kapitalist, ulus-devletçi, döneme göre de fırsatçıdır.

    – Süreç’in AKP’nin lütfu değil Kürt hareketinin kazanımı olarak görenler, AKP gidince neden bu kazanımın bir anda ortadan kaybolacağını düşünüyor? AKP’yi masaya Kürt hareketi zorladıysa, bir sonraki iktidarı da orada tutamaz mı? Yoksa tamamen kapalı kapılar ardında gelişen, henüz kayda değer hiçbir kazanımı olmayan (ateşkes güzel birşey ama kazanım değildir toptan teslim olsun PKK bir daha çatışma olmaz o mantıkla) bu süreçe sadece iman yoluyla bağlandığımızın farkında mısınız? Kürt hareketinden gelen 8. “AKP adım atmıyor” “Süreç çöktü” “Sabrımız kalmadı” açıklamalarından ben yoruldum sonunda. Belli ki anlaşma sağlam yapılmış ve AKP’nin iktidarının devamını gerektiriyor. Bu da 2015’de yine AKP’nin kazanmasını varsayıyor demek. Bu ihtimali ciddiye alıp ona göre düşünmek lazım getiriyi götürüyü.

    – RTE’nin gerçek bir diktatör olduğunu görüyor muyuz? Sürekli abartılan, gevşek şekilde kullanılan haliyle değil somut bir diktatör kendisi. Nedir kriterler? Yasamayı, yürütmeyi elinde tutuyordu ve Aralık’ta yargıyı polis, hakim ve savcıları sürüp kısıtlayarak kendisine karşı işlemez hale getirdi. Sokağı 2012’den beri eziyor, Gezi’de akıllanmadı, tam tersine daha çok saldırması gerektiği sonucunu çıkardı. Ordu’yla uzlaşmış, uzlaşamadığı kadroları Ergenekon ile pasifize etmişti, şimdi hükümlü ama tahliye olmuş unsurlarla rehin almış durumda. Medyanın büyük çoğunluğunu avcunun içine almış durumda. Burjuvazinin beğenmediği odaklarını vergi soruşturmaları vb. yollarla seçici şekilde disipline etmekten çekinmiyor. Tapelerden görüyoruz ki RTE kişisel bir diktatörlük kurmuş, oturduğu yerden HERŞEYE karışmakta, belirlemektedir. Bugün RTE tamamen kendine bağlılık temelinde devleti yönetmekte ve salt güce dayalı hükümet işletmektedir.

    – RTE’nin meşruluğunun burjuva demokratik sistem içi tek dayanağı seçimlerde aldığı oylardır. Bu dayanağı elinden almak elini ciddi şekilde zayıflatacaktır. Geriye sadece ekonomideki sanal istikrar görüntüsü kalacak. Oradaki gerçeklik de saatli bomba gibi her an patlamaya hazır.

    Bütün bunlar göz önünde alındığında, anti-RTE oyu basgeç’mek gerçekten de en mantıklı şey, özellikle İstanbul-Ankara-İzmir’de.

    Anarşistler, Chomsky bakın ne diyor oy vermek konusunda.

    https://www.youtube.com/watch?v=Oelb_akG_3Y

    Chomsky’e burun kıvıran, mıymıntı, rahat veya liberal bulan anarşistler olduğunu biliyorum. Yanılıyorlar. Chomsky gemisi hiç su almamış tutarlı bir anarşisttir. Barikattan barikata koşan alt sınıf biri olmaması düşüncelerinin sağlamlığını değiştirmez. Ergen zihniyeti ile bakmayalım.

    Marxistler, Wallerstein ne diyor bakın oy vermek konusunda.

    http://t.co/dVBDmXn3g4

    ilgili kısım şu: http://t.co/R9qMAIJXRP

    Ve son olarak, size şu düşünsel deneyi yapmayı öneriyorum. Kendinizi 3 gün sonra, 30 Mart akşamında hayal edin. TV’nin, internetin başına geçiyorsunuz ve sandıklar açılıyor, AKP’yi ikinci sırada görüyorsunuz. Bir oh olsun hissetmez misiniz? Bir de kıyaslayın, AKP yine birinci sırada. Muhtemelen kapatıcaksınız aynen. Ben aksini düşünemiyorum. İçgüdünüze güvenin diyorum, belanın büyüğünün ne olduğu aslında çok belli, gerçekten ötesi tatava kalıyor. Saygılar.

  73. Eteklerdeki taslar bitmedi henuz. Uzun suredir bir yirym yazmadim. Secimleri onemsememenin nedenleri klasik, biliyorsunuz. Aynilari iste. Tekrarlamak gereksiz. Ama artik son iki gun hakkinda bir seyler yazmak gerekiyor.

    #tatavayapmabasgec ulusalci-yogun isyerlerinde acikca sovenist baski araci oldu su gunlerde. Dun Mehmet Ezer’in basina gelenleri konusturmamak icin dahi bu slogan kullanildi. Yani Kurtlerin basina gelenleri anlatmak tatava yapmak sayiliyor artik. Dogal olarak biz de ulusalcilara siddetle tavir aldik. Acikcasi Kurt dusmanligiyla bu slogan su an belli lokasyonlarda birlesmis durumda. Yerel secimler diye Izmir ruh halinin oraya ozgu oldugunu sanmamak gerek.

    Tayyip’in tek secenegi yurtdisina kacmak degil. Herkesi iceren bir genel af da secenekleri arasinda. Yani kendisinin olasi mahkumiyetini Ocalan’in affiyla birlikte sunabilir. Bu durumda ulusalcilarin basinci Ocalan’in getirilisinin hemen onceki linc ortamindan daha da beter olacaktir. Ister iktidarsa olsunlar ister olmasinlar. Isterse baski altinda olsunlar, hic farketmez. Su andaki tatava “siddeti”, akp-pkk isbirligi soylemleri bir adim sonra buna donusebilir. Ve bu ihtimale karsi hic bir savunma mekanizmamiz yok.

    Dolayisiyla “AKPye oy verme de kime verirsen ver!” cagrisini ulusalci basinci karsilamak uzere geri cekmeliyuz. Isyerlerinde son iki gunu HDPye oy ver cagrisiyla gecirmeliyiz. Gezi’den gelen tek atimlik barutumuzu gelecek soven dalgaya karsi kullanmaliyuz. Acikcasi Gezi ruhunun #tatavayapmabasgec le bittigini gorduk. Ayrintili analizi secimden sonra ancak. Ama soylemeden gecmeyeyim: Eger Gun Zileli’nin twitterda iddia ettigi gibi CHP ile AKP arasi fark o kadar azsa ya da CHP alirsa Turk toplumunun ayrintili bir yeniden degerlendirmesini yapmamiz gerekecek. Ayni zamanda Gezi’ye iliskin de…

  74. Mülayiem arkadaş her şeyi güzelce özetlemiş.

  75. Yusuf Cemal, seninkisi gavura kızıp abdest bozmak olmuş. #tatavayap içinde elbette aşırı milliyetç i unsurlar var. Dün gece ben bunlardan biriyle tartıştım twitterde. Adam, kürt bölgelerinde BDP’ye oy verilmesine itiraz ediyor (adı da gokbori) ve bu chp-mhp ittifakıdır, burada pkk’lılar, anarşistlere yer yok diyordu. Ona anlatmaya çalıştım (biraz da sertçe) ama senin gibi abdestimi bozmadım. Çünkü şu son anda her türlü geri çekilieş RTE’nin başarısına hizmet eder. RTE’nin dibe gitmesi için mücadele ile şovenizme karşı mücadele ise çelişmez. Yani ya birini ya öbürünü tercih etmek saçmadır. Öte yandan, şunu da unutma ki, HDP, çok üzülerek söylemek zorundayım ki, AKP ile örtülü ve fiili bir ittifaka girmiş bulunuyor.

  76. gavura kizip abdest bozmaktan bahsediyosun Zileli, fakat HDP AKP ile isbirligi yapiyor olabilir diye basgeccilik yapiyorsun. Kurtlere karsi sovenizmden bahsediliyor yukarida. Isci sinifi bas geccilik gibi getirisi sifir bir beyaz turk televizyon eglencesi icin bolunuyor! Ac gozlerini artik.

  77. Daha once de ifade etmistim. AKPnin Istanbul bile olsa bir belediyeyi alamamasi mucadelemizi ikincil olarak guclendirir. Yani sirf bunun icin tutup tavir almaya degebilir belki, eger kaybedecek baska bir sey olmasaydi.

    “AKPye oy verme de kime verirsen ver” tavri burada yeterli bir durus. Onun uzerine bu ikincil kazanim icin oylari acikca hezimetten sonra faturayi Kurtlere cikaracak ulusalcilara vermeyi yanlis buluyorum. Faturayi Kurtlere, bize cikaramamalilar. Adamlarda gram ilerleme yok. Yilmaz Ozdil yine aktive. Izmir icin aldiginiz tavrin, secimdeki ikincil, turev “kazanimlar” onemsenmeyerek, tum “Izmirvari” ortamlarda kullanilmasi lazim.

    Su anda bu tip ortamlardaki ruh hali Gezi ruh hali degil, sovenist Kurt dusmani ruh hali. Bunun Gezi oncesi Kizilelma ittifakindan gram farki kalmadi. Hedefler olarak degil. Ruh hali olarak.

    Gun Zileli’den ricam ortami bu acidan bir kez daha yoklamasi. Ikincil turev kazanimlar mi yoksa sovenist ruh haline karsi tavir mi? Ya da tam tersi: Guzel bir zafer yerine diger dusmani cok mu abartiyoruz?

    Tabi bunu derken AKPnin oylarinin 45 ve uzeri olacagi varsayimindan yola cikiyorum. Dedigim gibi Gun Zileli’nin soyledigi gibi bir ortam varsa, o zaman tutup AKPden CHPye gecen oylar icin demografik ve etnografik calisma yapilmasi gerekir. Daha dogrusu benim oturup yapmam gerekir. 🙂

    Ama eger bu oylar uc asagi bes yukari korunmussa, mucadelenin su aninda AKPnin ani cokusu ihtimali ortadan kalkar. Dolayisiyla ikincil kazanimlar icin, AKPden MHPye kayan oylarin ana musebbibi, CHPnin cogunlugunu ele gecirmis oldugunu dusundugum ve secim sonrasi Kilicdariglu’nu yiyecek milliyetci dalgayi zayiflatmak icin tavir almak disinda bir secenegimiz kalmiyor.

  78. ben basgeççiliği HDP’nin tutumundan bağımsız olarak savunuyorum. Basgeç hareketini inceleyin bakın Kürt bölgelerinde kime oy verilmesini savunuyor: BDP . Ayrıca HDP’ye oy verilmesine de karşı değiliz. Ancak İstanbul büyük şehir gibi çok kritik bir seçimde ceğer HDP oyları yüzünden AKP kazanırsa bunun sorumlusu olanlar da takkeyi önlerine koyup düşünürler herhalde.

  79. gun gecmiyorki bir saldiri olmasin, sizler, bari iste bunlar zatenn leninist zatene stalinist zaten bilmemneyin mahalleelre tikistirilmis sempatizanlari derseniz eger, yarin size oyle sorular sorarimkiiii? samimi iseniz yanitlarsiniz ancak,,, size kimse gel catis demixor, gozunuzu seveyim… fasizm ile ilk elden catisanlara teorik olarak kufretmeyin yeterrrrr….Okmeydanından Sonra Yapılmak İstenen Devlet Terörü Bu Sefer Alevilerin vede Devrimcilerin Oldugu Yoksul Mahallerimizden Biri Olan KüçükArmutluyadamı Aynı Şekilde Yapılmak İstenilmekte Amaç Uyuşturucu ve Devlet Terörü İle Halkı Sindirip Barınma Hakları Olan Evlerini Zorla Ellerinden Almakmı

  80. Beddua yayınlamıyoruz.

  81. yusuf cemal icinde sendika isci sinifi felan olmayan seyler yazmis, bak yusuf cemal sana bi yazi atacagim,:))) yok icerigine katildigimdan degil, benzeri yazilari tdkp kucuk burjuva devrimciliginin elestrisinde , o gunlerde guclenen ds ye karsi yazmisti, bizde o yazilari hiiic usenmeden egitim calismalarimizda, oportunizmin felsefesi nedir diye islemistik…harika bir yazi: beni mahir elestrisi kisimlari ilgilendiriyor,… bu memlekette oncu savasi elestrilmeden aydin olunmazzzz.oncu savasini elestirecegim diye mensevik olanlar mezarligidir EMEP in oldugu yerrr…. tanrim ne mutluyum….:)))devrimci eylemde ne imis, hatta devrimci aydinlatma faaaliyeti de ne imis offfff, banalite;)))http://alinteri.org/onculerin-savasi.html

    ey mahir sen nelere kadirsin, sapitmak isteyen herkes senin oncu savasina sariyo…..1972 2014 buyuksun mahir buyuksun oncu savasi:)))

    yusuf cemal e en iscici uvriyeristin sacmalagayacagu yer burasudur bundan solu yoktur yusufffff cemal…http://alinteri.org/onculerin-savasi.html

  82. bütün danteller toplanmislar acep kime oy versek tartismasindalar, bütün dantellerin oyu son secimde , oyu 100 bin perincegi kattimki kurtula:=== evet hdp ye oy verecez su sira sesi kisilmis seriatci altan tan secim sonrasi otsun, hdp liler sussun diyedir, bu secimde hdp ye oy istemek mhp ye oy istemekten daha asagilik bir saydir

  83. herkes (çıkarıldı, admin) secim sonrasi akp acik fasizmine gore ayarlasin, biz ayarladik, eski dostlarimiz pkk lilere evimizin nerde oldugunu bile hissettirmiyoz…..;)

  84. secim sonuclarini acikliyorum: AKp oy kaybina ragmen tek basina digerlerini takmayacak kadar buyuk bir oy,,,,,CHP oldukca buyuk bir oy artisai.. HDP perincegin isci partisi duzeyinde bir oy, derin hayal kirikligi, lan bu türk emekcilerinden adam olmaz halbuse serok onlara ne ler vaadetti bizim ona taptgimiz gibi tapmamakta israr ediyorlar, (tabiiki bundan savas degila akp sonucu cikracaklar)gibi bi savunmalari olacak, bi ton aydin bu cihette yazi yazacak,,,turk kaninda dogustan fasiszm oldununa daiur tahliller, bilhassa demirtastabdab dersimlilere yeni kufurler gelebilir, orada ezilecekler,,, urfada akp onlari ezecek,,, herseyi apo cu politikalara degilde halklarin dogustan egilimlerine verecekler, (turkiyeyin en buyuk sivil fasist silahli orgurtun kurtlerden olustugunu(korucular) heeec birimize soylemeyecekler, kurt olarak dogmadigimiz icin turk oldugumuz icin, gordugumuz kurde veresimiz gelecek,,, vs vssol gotlerine takilacak, bitecek, takilmayan solu marjinal kriminalizte diyecek yok edecekler, dhkpc bosuna dirniyor… geri kalan sola dhkpc ve benzeri orgutleri lanetlendirecekler, uygun olmayan bi …. ortalama bir alama solcusuna ulrikeyi sorsan tiksinrek anlatir, oraya getirecekler, zileli bunun anarsist vokali olacak vs vs.gun zileli durunma uygun anarsist yazilar yazacak, oooole gitcek iste…..yeni somurge bi ulkede sosyaltabani olmadan avrupa parlmentosuna yansiyan bi yelpaze olusacak, en solu yesil en sagi , ufff , apartma solcular…bu iste iyi para varsabende deniyeyim, vallahi sizden iyi yaparim:))))hayatinda siyasal krizden kurtulmamis bir ulkede devrimci durum yoktur kahrolsun oncu savascilari diye yazi yazcak alinteri , vs vs vs

  85. tekrar ediyorum , imrali görüsmelerine giden pervin buldan , orada daha uzun kalmaldir, hatta orda kalmalidir, bu akan kani durdurnayacaktir, ama akan kani en azindan anlamlastiracaktir…

  86. yaaw bu lazkiye de cözum surei surecince kurtlere verilse idi, ne iyi olurdu, ekiki , akiki hikoki selahattin demirtas, bu dersimlilerde hep chp ye oy veriyolar, ekiki ekiki lazkiye HDP oy veriniz…

  87. Yahu ustad ben HDP’ye oy ver demiyorum ki… Oy vermenin otesini dusunelim. Bu secim sadece gelecek savas kabinesini kuracak. Bu devlet curumus, erimis, bitmis… Bu secim sadece devletin omrunu uzatmak icin olacak. Tum kurumlariyla asagilik bir devlet bu. Iste bak AKP’yi tasviye ediyorlar iceriden. Ama yarin Suriye’ye ya da Kurt’lere karsi katliamlara girisilmeyeceginin garantisi yok!

    Gezi’de, sinif mucadelesinde birleselim. Burjuvaziye ve devletin tum kliklerine her yani dar edelim. Sandikta degil, is yerinde sokakta birleselim. Devrimci orgutlerimizi kuralim! Yarin cok gec olacak!

  88. Kabul etmeli… Türkiye’de sosyalist sol omurgasız!
    RTE kadar Popülist! Mazlum’dan yana olmanın da Sosyalizme-Özgürlük mücadelesine ait olması gerekli bir ilkeler bütünü içinde olduğunu hep inkar etmiş…
    Enternasyonalist, özgürlükçü bir sosyalizmin bu ülkede anlamlı bir gücü yok! Bu yüzden Türk ya da Kürt etnik önyargılardan vaz geçemiyor…. Biri olmazsa diğerinde de ayağı olsun istiyor…
    Ne Türk milliyetçiliğini, ne Kürt milliyetçiliğini besleyecek politikalar üretemiyor.
    Ne yazık ki, RTE’nin ortaya çıkan “vukuatlarıyla” birlikte BDP-AKP ortaklığı da kirleniyor… Bu “kirlilik” algısı “diğer tarafta” tarihsel olarak haksız da olsa son 10 yılın “ezilmişlik” psikolojisi ile kendince bir “haklılık” duygusu içine sürükleniyor…. RTE ile birlikte olanlara yönelik bir hınç taşmaya hazırken Türkiyeli Sosyalistler ortada kalıyor, şaşırıyorlar…
    Kürt halkına destek vermek isteseler, RTE’ye de destek vermiş olacaklar! Gönülleri ve Akılları ikiye çatlıyor….
    Kürt önderlik “burada” sığınacak kimse bulamıyor; RTE ile ittifak yapıyor…
    Belki tüm bu süreç bir anlamda herkes için “bağışlanabilir” gerekçeler ile buraya geldi…. Ama artık bir yol ayrımına gelindi… Kimse artık birbirini bağışlamayacak!
    BDP-Kürt hareketi RTE ile olan ittifakını herkes için apaçık bir politika ile sonlandırmazsa ve bu koşulda da Türkiyeli Sosyalistler BDP-Kürt hareketine destek verirse “bu tarafta” hiç kimseye kendilerini uzun bir süre bir daha anlatamazlar!
    Kürt hareketi de hala RTE ile ittifakını sürdürürse, “bu taraftaki” sempatizanlarını da kaybedecek!
    Kısa yazmaya çalıştım… Bu analiz kuşkusuz daha iyi yapılabilir…
    Sonuç şu… Herkes için çok berbat bir süreç….
    “Doğru” politika üretimi kısa vadeli iktidar-güç elde etme yerine, orta ve uzun vadede “insani, temel özgürlük ve hakları” elde etmeyi amaçlayarak mümkün olabilir sanırım…

  89. Bir an düşünelim….
    Kürt hareketi “özgür, demokrat” bir ülke için, kendi temel haklarını savunmaya kararlı olduğunu da ekleyen bir bildiri; RTE’yi yerin dibine çalan okkalı bir deklarasyon yayınlasa….
    Türk Milliyetçiliğine ne kadar ağır bir darbe indirmiş olurdu…
    “Bu tarafta” uyandıracağı “sempati” ve önyargıları yıkma adına tarihsel önemde bir büyük adım olmaz mı?
    (Hani niyet edildiği gibi olsa….Suriye’de öldürtülecek delikanlıların etnik kökenlerini merak edenler olur mu? Bu “RTE Şehitlerinin” anaları ağlamayacak mı? İttifak çatlamazsa, bu, o anaların ağlayamayacağına inandıkları için olsa gerek!)

  90. Nerdeeeee o feraset.

  91. merak etmeyin, o feraset var kürt hareketinde…çok çabuk öğreniyor zira…henüz fırsat da kaçmış sayılmaz. baksanıza “kendini yıkıma uğratan ANARŞİST BİR DEVLETİMİZ” varken, türbeden nişan alıp, kendini vurmaya uğraşırken ve de bunu dahi gizlemeyi beceremezken….
    daha çook fırsatlar çıkar, deklarasyon için…

  92. “Türkiye’de sosyalist sol omurgasız”…Peki dünyanın neresinde omurgalı? Almanya’da,Fransa’da,Rusya’da sosyalist sol milliyetçi değil mi? Bırakın artık şu enternasyonalist özgürlükçü sosyalizm laflarını…enternasyonalizmin ve enternasyonalistlerin kendileri milliyetçi…özgürlükçü sosyalizm sosyalist insanı yarattmadan nasıl olacak? Bu aynı milliyetçilerin milleti yaratmaları gibi…önce özgürlükçü sosyalist devleti yaratalım sonra özgür sosyalist insanı yaratırız….tabi ki iktidarı gücü ele geçiren bir süre sonra özgürlüğü de sosyalizmi de unutacak….
    Kürt hareketinin “özgür,demokrat” bir ülke umurunda değil ki….onların derdi bağımsız bir ulus yaratmak…ulus yaratıldıktan sonra özgür ve demokrat bir halk yaratmak umurlarında pek olmaz….o yüzden sizin önerdiğiniz gibi bir bildiri yayınlamazlar…

  93. daha önceki yazdıklarıma aykırı bişeyler de ifade ediyor olabilirim ama, Yusuf Cemal arkadaşın görüşleri bana da doğru göründü.

    1- akp erdoğan ne kadar oy almış olsa da artık “yönetme imkan ve gücünü kaybetmiştir.

    2- yapılması gereken, sistemin asıl temsilcisi olan chp-mhp ittifakını desteklemek olamaz…

    3- sistem ve rejimin çözülüş süreci ivme kazanmıştır. bunda akpnin suriye siyasetinin iflası ve rojavadaki beklenmeyen direniş etkili olmuştur.

    4- bu durumda yapılması gereken, bence, olabilecek en sistem dışı güçbirlikteliğini sağlamak için kürt hareketiyle dayanışma içinde olmaktır. bu da haliyle, seçimde BDP-HDP çizgisini öne çıkarmak için desteklemekle olabilir.

  94. Kürt illerinde BDP’nin AKP’yi geriletip 1. parti olmasını çok isterim.

  95. gün abi merhaba ya bizim aile CHP li aleviyiz biz.. ya işte değiştiremiyoruz işte sistemi sol kim abi türkiyede SOL niye iktidara gelemiyor türkiyede dindar bir ülke olduğumuz için mi sence CHP solcumu sana göre seni çokk seviyorum kib abi.

  96. solun iktidara gelememesi daha iyi. İktidar yozlaştırır Eren. Ama ben seni anlıyorum. Aslında neden güçlenmiyor demek istiyorsun. Mesele herhangi bir ideolojik akımın güçlenmesinden çok, halkın kendi özyönetimsel organlarını yaratmasıdır. Aleviler, sünni baskısı karşısında sekülerliğe ve CHP’yi sığınıyorlar ister istemez. Özgüven eksikliğinden oluyor bu ve dolayısıyla Aleviler, hiç istemedikleri halde CHP kanalından devlete bağlanmış oluyorlar. Oysa Aleviler kendi öz güçlerinin farkına varıp sünni emekçilerle omuz omuza kendi örgütlenmelerini geliştirseler bu ülkede çok şey değişirdi. Sevgilerimle.

  97. çok haklısın gün abi gerçekten senin bi kitabın var yarılma diye 1954-1972 onu okumuştum çok önceden tekrarr tekrar okudum çok akıcıydı gerçekten..gün abi bide mesele şu bence.. medeni bir ülke olamadık bence..

  98. Eren kardeşim, “medeni ülke” meselesi de tartışılır. Bana soracak olursan, insanlığın başına gelen birçok şeyin müsebbibi medeniyet denen şeydir. Tabii burada “medeni”yi kültürel anlamda kullanıyorsan sana katılabilirim. Gelişmiş bir kültür her zaman devrimi destekler; genelde medeniyet denen kapitalizm ya da diğer egemen medeniyetler ise hep egemenlerin hizmetinde olmuştur.

  99. yani gün abi. kültürel anlamında dedim yani yaşam tarzlarına müdahale açısından dedim gün abim.. yani örneğin muhafazakar bir toplum türkiye toplumu marx doğru söylemiş din afyondur diye demi :))

  100. Anlaştık. Ama Marx’ın o sözünü de iyi anlamak gerekir. Marx, o sözü, din uyutucudur anlamında değil, dinin kapitalizmin sömürüsü altındaki insanların acılarını dindirdiği anlamında söylüyor.

  101. kesinlikle aynen öyle söylüyor gün abi..ii ki varsın gerçekten yaa gün abi pkk konusunda ne düşünüyosun.. pkk nası türedi..
    İbrahim kaypakkaya : kemalizm faşizmdir.
    mahir çayan : kemalizm soldur milli kurtuluşçuluktur..diyor..buna ne diyeceksin. sonsuz saygılarımla ve sevgilerimle..

  102. Bunları burada birkaç cümleyle ele almak zor Eren ama madem sordun, çok kısa söyleyeyim:

    1. PKK Kürtlere yapılan devlet baskısının ürünüdür. Baskı olan yerde direniş olur. Ama o direnişin ne olduğu, nereye vardığı ayrıca tahlil edilmelidir.
    2. Kaypakkaya, Türkiye solunda Kemalizmi en doğru tahlil eden arkadaşımızdır. Gerçi Kemalizmi faşizmle özdeşleştirmek doğru olmaz. 1920-50 kemalizmi, baskıcı devlet diktatörlüğünü temsil eder. 1950’den sonra, Kemalist CHP’nin muhalefete düşmesiyle sosyal demokrasiye doğru bir evrim geçirmiştir. Ama her zaman güçlü bir devletçilik damarı olmuştur.

    3. Mahir Çayan’ın görüşleri, o zamanki Kemalizmle ilgilidir. Kemalizm sol dememiştir; milli kurtuluşçu olarak değerlendirmiş, Kemalizmin sol ve sağ kanatları olduğunu söylemiştir. O dönemki sol hareket, MDD görüşünün eetkisi altındaydı ve Kemalizme (Kaypakkaya hariç) çok fazla kredi açma hatası yapmıştır.

    benden de sevgi ve saygılar.

  103. “.Bu aynı milliyetçilerin milleti yaratmaları gibi…önce özgürlükçü sosyalist devleti yaratalım sonra özgür sosyalist insanı yaratırız….”
    Ne hoş… İnsanları “döve, döve” özgürlükçü yapılabileceğini sanmak… Stalin denemişti…Milliyetçilik sadece kültürel bir olaydır; bir duygu hali… Sosyalizm ise ekonomik-maddi topyekun insanı kucaklayan bir olgu… Bu benzetme hayata uymaz…
    “tabi ki iktidarı gücü ele geçiren bir süre sonra özgürlüğü de sosyalizmi de unutacak…”
    Biliyoruz… 1930 lu yıllar… 60 yıl sürmüştü… Tabi, yalnızca “bir süre…”
    “Kürt hareketinin “özgür,demokrat” bir ülke umurunda değil ki….onların derdi bağımsız bir ulus yaratmak…ulus yaratıldıktan sonra özgür ve demokrat bir halk yaratmak umurlarında pek olmaz….o yüzden sizin önerdiğiniz gibi bir bildiri yayınlamazlar…”
    Doğrudur… Biz de “hani olsa” dedik…
    Sonra bir diğer yorum geldi… “merak etmeyin, o feraset var kürt hareketinde…çok çabuk öğreniyor zira…henüz fırsat da kaçmış sayılmaz. …”daha çook fırsatlar çıkar, deklarasyon için…” Bu aşırı iyimserlik düşünsel değil duygusal bir yorum… Sorun da bu zaten… Milliyetçi Politika’lar, iktidarcı ve egemen-güçlü adamların oynadığı bir oyundur; kitleler, halklar birer piyon… Bu “öndercikler” kendi pozisyonlarını düşünmekten daha ötesini hesap edemezler… Öğrenilenler “iktidar ya da iktidarın parçası” olunmasına ait tahteravalli oyununa ait acımasızlıklardır; üstte isen sana her şey küçük görünür!
    *
    Sanırım sözün tamamı şöyleydi… “Din halkın afyonudur ama kalpsiz dünyanın kalbidir de…” Bu cümle olduğu gibi okunmazsa büyük bir yanlış algılama ortaya çıkar… Din’in yerine insanların kalbine” bir şey konulmalıdır… Belki Stalinist Sosyalizm tam da bu alanda Sosyalizm’i mahvette… Din’in yerine seküler bir engizisyon dünyasını koydu!

  104. bir iki mahallede radikallesmek ne olaki diyenlere, henz devrim hesaplari yapmiyoruz… bilen bilir ekim devriminde vyborg mahallesinin oynadigi rolu…. turkiyenin vyborglari ortaya cikmistir savunacagiz… biz yakin zaferlere degil tarihe iz birakmak pesindeyiz… armutlu, okmeydani, tuzlucayir hatayin mahalleleri vyborglarimizdir . savunacagiz…..türkiye devriminin vyborglari ortaya cikmistir, savunacagiz, yayginlastirmak icin elimizden geleni yapacagiz, devrim dostlarini hep yardima cagiracagiz, onlar bi fraksiyona endekslenmemek icin kiviriacaklar,,, olsun gozlerine batan cop olacagiz…

  105. iyi yenilmek kitlelerin hatirasina devrimci dusler birakir, bizim ulkede isler boyle yuruyor, kusura bakmayin… daragaclari ve kizildere den beslenen , her basamagi kan ile revan ile cikacagiz, aydinlar yanimizda uzun bi sure olmayacaklar, onlara latin atasozunu animsatiriz, devrimciler icin birsey yapmiyorsan, onlara karsi da bisey yapma……annadin sen onu zileli

  106. İnsanları “döve döve” özgürlükçü yapabileceğini zannedenler sosyalistlerdi. “Stalin denemişti” kolaycılığına kaçmak komik oluyor…Bütün suç Stalin’de miydi acaba? Boşuna değil günümüzde Marksizme yönelik en ciddi eleştirilerin burjuva aydınlarından gelmesi…”Milliyetçilik kültürel bir olaydır,duygudur demek” milliyetçilik kavramının ne olduğunu bilmemektir…Aydınlanma dini toplumu düzenlemek için özele ilişkin olduğu yani bir inanç olduğu ilkesini ortaya koyarak dini politik olandan ayırarak özel politik ayrımına gitti. Dinin boşluğunu da ulus-ulusçulukla doldurdu. Ulusçuluk diğer bir deyişle politik olanı bir coğrafyaya daha sonraları bir dile,bir kültüre,bir ırka dayandırarak bu anlamda eşitsizliği yarattı. Milliyetçilik sosyolojik bir olgudur…Enternasyonalistlerde politik ile ulusal olanın çakışmasını reddetmezler dolayısıyla ulusçuluğa karşı savaşmazlar…Marks bile bu konuda çıkmazdadır…Hindistan’nın İngiltere tarafından sömürülmesini desteklerken İrlanda’nın da bağımsızlığını destekler diğer yandan. Kaldı ki günümüzde enternasyonalist özgürlükçü sosyalizm diye bir şey varolamaz…Alman,ingiliz,fransız işçisinin umrunda değildir hinti,nepalli,somalili,sudanlı işçi…çünkü refahını onlarla paylaşmak istemez..çünkü bugünkü refahını hintli,nepalli,somalili,sudanlı işçilerin sömürülmesine borçlu olduğunu gayet iyi bilir ve sesini çıkartmaz…nerden mi biliyorum…pratikten…

  107. ben böyle keskin konuşanları ömrümde o kadar çok görmüşümdür ki. Daha zoru gördükleri an yere serilir, önce onlar çözülür.

  108. Küçük bir düzeltme:
    İnsanların kalbi daima temizdir kötü olan ise kapitalizmdir Marx’a göre. Din ise illüzyonel bir mutluluk yaratır insanlarda. Bu illüzyonu, onların koşullarına ilişkin olan bu illüzyonu , (kapitalizmi) yok etmek aslında insanların gerçek mutluluğunu istemektir.
    Yani din aslında kalpsiz dünyaya bir kalp vererek yoksul kitleleri uyuşturur ve bu illüzyonu yaratır. Marx, acımasızlığa karşı iyi bir durum var demiyor hiçbir şekilde tersine İllüzyonun atılıp insanların kendi duygularını kazanmasını istiyor. (kendin olmak) “Dinin yerine insanların kalbine birşey konulmalıdır” yorumunuz da eğer Marx’a atfense Marx’ı ya yanlış anlamışsınız ya da yanlış hatırlamışsınız. Orijinal metinlere bir kez daha bakmakta yarar var.
    İnsanların kalbine bir şey koyarak da halledilmiyor bu işler.
    Saygılar.

  109. Düzen, oy vermeyi, seçime katılmayı, kendi varlığı ve demokrasinin tümüyle yerleşmesi, halka iyice benimsetilmesi için zarûrî gördüğünden oy vermeyenleri, seçime katılmayanları cezâlandırıyor. İstiyor ki, her vatandaş, kendine yakın gördüğü bir partiye oy versin. Versin ki, demokrasi curcunası renkli bir şekilde tüm vatandaşları tahakkümü altına alsın. Niye her dört (veya en azından beş) kişiden biri, kanunen suç olduğu ve ceza gerektirdiği halde sandığa oy vermeye gitmiyor? Bunların isteğini, itirazını, küskünlüğünü, alternatifliğini hiç hesaba katmayan şey, nasıl halk idaresi oluyor da adına demokrasi deniliyor ve kendi iddiasıyla nasıl çelişiyor?

    Oy vermeme özgürlüğü olmayışı ile demokrasi nasıl bağdaşır? Oy vermemek niçin suçtur? Düzen, muhâlif oylardan değil de, niye oy vermeyenlerden korkmaktadır?

    Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan partiler ne kadar demokrattır? Parti içi demokrasisi ne kadar mevcuttur? Aday tespitinden, meclisteki parmak kaldırılacak konulara kadar gerçekten demokratik özgürlük işliyor mu? Parti başkanları, sadece halkın değil; başkanı olduğu vekiller ve kadroların başında bile diktatörlük mü yapıyor dersiniz? Kendi partisinde demokrasiyi uygulamayanların demokratlığı inandırıcı mıdır? Yoksa, partiden ülkeye her uygulama, yöneticilerin hevâlarına, menfaat ve çıkarlarına göre düzenleniyor da, demokrasi kavramı bu oyunu halka yutturmak için mi dillendiriliyor? Demokrasi, beşerî diktalara bir kılıf mıdır?

    İnsanlar, milletvekili seçtiklerini zannederler, aslında birer sekreter seçmektedirler. Uygulatıcılar değildir seçilenler, uygulayıcıdırlar. Bir dâvâ partisi, hiçbir yerde iktidara gelemez. Gelmesi için gerçekten ve her yönden değişmesi, egemen güçlerin tehlikeli saymayacak şekilde onlardan yana olması gerekir. Demokrasilerde halk adına halkın seçtikleri hüküm koyar, kanun yaparlar. Ama kendi yaptıkları kanunları üç-beş sene geçmeden değiştirmeye çalışırlar. Demokrasilerde kanunlar yaz-boz tahtasıdır. Doğru, âdil diye kabul edilen kanunlar, birkaç sene sonra savunulamaz hale gelir. Bu durum, insanların yaptıkları kanunların yeterli, yanlışsız ve zamana dayanıklı olmadığını göstermiyor mu?

    Batının laiklik, özgürlük vb. hemen tüm kavramları gibi demokrasi kavramı da kaypaktır. Sınırı, tanımı çok belirgin değildir. İsteyen istediği yere çekebilir. Yöneticiler ve etkin güçler, içini istedikleri gibi doldurabilir. “Halkın kendi kendini yönetmesi” belki tek ortak tanım.

    Demokrasi denilince, halkın yönetime katılmasından hemen sonra, ilk akla gelen sloganlar “insan hakları ve özgürlükler”dir. Bu parlak sözlerin hangi insanların hakkını ve ne tür bir özgürlüğü kast ettiği üzerinde pek durulmaz. Halbuki her hakkın bir sorumluluğu ve her özgürlüğün bir sınırı vardır. Demokrasilerde bunlar da kaypaktır.

    Demokrasi, sadece yönetici seçmekten veya insan hakları gibi yuvarlak laflardan ibâret midir? Yoksa o, aynı zamanda kendine göre bir dünya görüşü, hayat anlayışı, yaşam biçimi olan bir ideoloji midir?

    Özellikle Türkiye gibi yerlerde % 80 oy alsanız da, istediğiniz değişim ve dönüşümü gerçekleştiremezsiniz. Güç odakları, derin devlet, reelpolitik, bürokratik oligarşi, medya ve para babaları, kimi sivil toplum kuruluşları, bütün bu silâhlı ve silâhsız güçlerle demokrasi nasıl uzlaşı(yo)r?

    Demokrasilerde “tay”ların yeri neresidir? Yargıtay, Danıştay, Sayıştay ve Anayasa mahkemesi gibi kurumlar, CHP zihniyetinin ve Kemalist görüşün her dönem iktidarda kalmasına mı hizmet ediyor?

    http://giyasettinabusak.wordpress.com/2012/04/29/demokrasi/

    Demokrasi, halkın çoğunluğunun hâkimiyeti diye ifade edilse bile, bu iddianın kandırmacadan ibâret olduğu uygulamalardan anlaşılmaktadır. Demokrasilerde çoğunluğun ittifakı bile yoktur. Demokrasi ile yönetilen bir rejimde yaşayan insanların çoğunluğunun sözü nerede ve nasıl geçerli oluyor? Parti aritmetikleri içinde, % 25-30 oy alan her parti iktidar olur. Nerede çoğunluk? % 70-75 muhâlefette kaldı. Yani, demokraside demokrasi yoktur. Demokrasiler, kendi mantıkları açısından bile sağlıklı bir hâkimiyetin kullanılma yöntemini dahi icat etmekten âcizdirler. Şimdiye kadar Batıda ve coğrafyamızda birçok seçim sistemi uygulanmıştır. Ancak, bunların hiçbirisinin asgarî düzeydeki çoğunluğun irâdesini iktidar olarak yansıtabilecek yeterlikte olduğu ileri sürülememektedir. Demokrasi, uygulamaya geçtiği tarihten günümüze kadar, sadece iki partinin olduğu yerlerde bile, hiçbir zaman, hiçbir parti çoğunluğu sağlayarak iktidar olmuş değildir. Çünkü seçimlere katılmayanlar vardır; yönlendirilenler, kandırılanlar, halka sorulmadan aday gösterilenler, kendisini tam olarak temsil etmediğinden, mecbûren kendisine en yakın olduğunu sandığı veya ehven kişiyi seçmek veya küsmek zorunda bırakılanlar vardır.

    Dolayısıyla demokrasi, uygulanması imkânsız bir tezdir, bir ütopyadır. Şimdiye kadar batı felsefelerinde ortaya çıkmış olan ütopyalardan bir ütopya. Fakat bu demokratik sihirbazlar, medya ve diğer imkânlar (bilim adamları, eğitim kurumları ve düşünürler) vâsıtasıyla, demokrasinin ütopya olma özelliğini insanların gözlerinden saklıyorlar. İnsanların bunu görmelerine mümkün mertebe imkân ve fırsat tanımamaya çalışıyorlar. Gerçeğin görülmesine sebep olacak herhangi bir şey olduğu zaman, birtakım oyalamalar icat edilerek insanlar onlarla meşgul edilir ve gerçeğe nüfuz etmeleri böylelikle önlenmiş olur. Kanaatleri samimi olarak kabul görmeyen azınlık ise demokraside her zaman bir küskünler kitlesi meydana getirir. Dolayısıyla yapılan uygulamalara bu muhâlefettekiler hiçbir zaman katılmazlar.

    Bu eleştirilerimiz, demokrasinin kendi mantığı ile demokrasiye bir reddiyedir. Görülüyor ki demokrasi, hiçbir zaman için demokrasiyi savunanların ileri sürdükleri gibi, insanlığın en ideal sistemi, ya da en az yanlışı olan sistemi olamaz.

    https://www.facebook.com/permalink.php?id=510419838992966&story_fbid=654344031267212

  110. Temsili demokrasi, beşerî diktalara bir kılıftır.

  111. Temsili demokrasi yerine doğrudan ve gerçek bir demokrasinin olduğu eşitlikçi bir düzen, her kafadan bir sesin çıktığı ve kimsenin kimseyle anlaşamayarak toplumun bölündüğü, herkesin bir efendi kesilip ortada toplumsal hizmetleri gördürecek kimsenin bulunmadığı bir kaosa yol açarak toplumu yok etmez mi?

  112. Hocam, Kürtleri AKP rejiminden medet ummakla suçlamak biraz üstünkörü bir yaklaşım değil mi? Yani biz Kürtler yalnızca Türkiye dengelerini düşünmüyoruz, tüm Kürdistan parçalarını düşünerek hareket ediyoruz. Öyle ki 2012 yazında PKK Hakkari’nin birçok köyünde hakimiyet kurarken ve şehirlerde saatlerce caddeleri kapatıp kimlik kontrolleri yaparken, yani bu kadar güçlüyken harekatı sonlandırıp geri çekildi. KCK’den gelen açıklamalar o harekatın bir prova olduğu ve orta kademe komutanların itirazına rağmen bir sonraki yıl şehirlerin kontrolünü ele geçirmek üzere sonlandırıldığı yönündeydi. Ve anlaşılan o ki AKP’nin kendisi bu yenilgiden sonra PKK’den ateşkes istemişti. Ve yine anlaşılan o ki PKK, Rojava’yı AKP destekli El Kaideden korumak için Türkiyede’ki savaşı durdurdu. Tıpkı bunun gibi BDP’nin politikaları da yalnızca Türkiye düşünülerek hareket edilmiyor. Ben de anarşistim ve parti sistemine karşıyım ama kürt partilerinin yaptığı çok boyutlu stratejinin daha dikkatli okunması lazım.
    AKP’den sonra da çözüm süreci görüşülmeye devam edecektir elbet. KCK’nin de başındna beri bu yönde açıklamarı ver ve hatta 17 aralıktan sonra hükümetin meşruiyetini yitirdiğini söyleyen de yine KCK. Belki başka bir iktidar da önce savaş başlatır sonra AKP’nin aldığı gibi bir yenilgi alır ve neticede masaya oturur. Ama AKP’yi düşürmek adına seçim ittifakı yapılacaksa veya HDP örneğin İstanbuldan çekilecekse bu halkımızın ve halklarımızın verdiği onca bedele hakaret etmeden olmalı. Yani bırakın geçmişte Kürtlere yaptıklarının özeleştirisini vermek bu seçim için bile kentin nasıl yönetileceğine dair olumlu bir tek projeleri bile olmadan HDP’ye ”yanımızda olursanız bize zarar verir, siz sadece seçime girmeyin” demek te ne demek!
    Kısacası ÖDP’ye sözüm yok ama kendini bilen hiçbir Kürdün CHP’ye bir tek oy vermeyeceği kesin. Ve AKP’den sonra başa kim geçerse geçsin o hükümeti de öyle yada böyle masaya oturturuz ve neticede bu sorunuz çözeriz.

  113. Mahir Çayan’ın görüşleri, o zamanki Kemalizmle ilgilidir. Kemalizm sol dememiştir; milli kurtuluşçu olarak değerlendirmiş, Kemalizmin sol ve sağ kanatları olduğunu söylemiştir. O dönemki sol hareket, MDD görüşünün eetkisi altındaydı ve Kemalizme (Kaypakkaya hariç) çok fazla kredi açma hatası yapmıştır.

    Read more: http://www.gunzileli.com/2014/03/22/partilerin-nitelikleri-uzerine/#ixzz2xLjo9MCR
    gün yoldaş
    mahir çayan ın söyledikleri hakkında yanıldığını söylemeliyim. çayan, kemalizmi sol sağ diye ayırarak niteleyenlere karşı çıkmış ve kemalizmin özünün sol olduğunu ve emperyalizme karşı milli kurtuluşçu ve anti emperyalist bir tabanda tavır alış, bir tutum olduğunu söylemiştir yani kemalizmi sol ve sağ diye ayıranların kemalizmi tahrif ettiğini söylemiştir

  114. toplum ne kadar bölünürse gerçek anlamda o kadar birleşir. Evren kaosun üzerinde kuruludur. Kaosun uyumu.

  115. evreni düzenleyen bir yaratıcı olsaydı dediğinizde haklı olurdunuz. ama evrenin düzeni kendiliğinden, kaotik bir tarzda kurulmuştur ve gerçek uyum budur.

  116. evet ama bu tam da Kürt milliyetçi bakış açısı. Olayları Kürt milli bakış açısından değerlendirmişsiniz. Nasıl batı bölgesindekiler meseleyi Türk milli bakış açısından değerlendiriyorlarsa. Oysa ikisinin de yıkılması gereklidir. Ben ezilen bir halk olan Kürtleri suçlamıyorum. Onları anlayabiliyorum da. Ama Kürt entelektüelleri bu bakış açısını aşamadıklarından entelektüel sorumluluklarını yerine getirmiyorlar. Milli çıkarlara sırt dayamak kolaydır. Zor olan, bütünsel devrim çıkarlarının dar milli çıkarla çeliştiği yerde birincisinden yana tutum alabilmektir.

  117. ben yanlış hatırlıyor olabilirim. O dönem sağ kemalizm sol kemalizm diye bir şey yaygındı solda. Belki de Mahir bunu eleştirdi de benim aklımda yanlış kaldı. Düzeltme için teşekkür ederim.

  118. tabii kemalizmin milli kurtuluş ideolojisi olduğu görüşünün eleştirisi ayrı bir konudur. Kemalizm, modernist kurucu devlet ideolojisidir. milli kurtuluşçuluk denen şey ise, kapitalizm çağında bir ilüzyondur.

  119. Kürtlerin politikalari elestirilebilir..
    Kürtlerin özgürlügü kayitsiz sartsiz desteklenmelidir..
    Bu ikisi farklidir..
    Su sicak günlerde tüm oylar onlara verilmelidir..

  120. Peki toplumda ortak kararlar nasıl alınacak?
    Ayrıntıya girmek istemem ama bazı örnekler vermek isterim.
    Bireylerin özgürlüğü başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde biter. Bunlar pek çok konuda çatışmaya yol açarak ortak kararların alınmasını önler.
    Diyelim ki toplumu yöneten birileri, hayvanların yaşama haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle onların öldürülmelerini ve et yenilmesini ve üretimini ve hayvansal ürünleri yasakladı. Veganlığı veya vejeteryanlığı dayatmak diğer insanların özgürlüğüne müdahale değil midir? (Ben vejetaryen olmayan biri olarak bunu desteklerim. Bir çok kez denedim ama devam ettiremedim, belki zorunluluklar bunu sağlayabilir.)
    İkinci bir sorun, daha önce başka bir yazıda da tartışılmış olan sigara.
    Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

  121. Evreni düzenleyen bir yaratıcı olmaması meselesi. Ben de materyalist eğilimli biri olarak bu konuya uzun ve gereksiz bir inanç tartışmasına yol açacağı için girmek istemem ama yaratıcı veya tanrı biraz da bunu nasıl gördüğünüze bağlı. Panteizmde olduğu gibi evreni düzenleyen tanrı ile evren bir ve aynı şey de denilebilir, doğanın ve evrenin üstünde ve dışında bir yaratıcıdan farklı olarak.
    Veya yaratıcı yerine Star Wars’da olduğu gibi “Güç” de denebilir.

  122. Kürt illerinde ve ilçelerinde tüm oyları BDP’ye #basgeç

  123. bireylerin özgürlüğünün başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde bittiği tam bir liberal efsanedir. Tersine, Bireylerin özgürlüğü, başkalarının özgürlüğüyle bitmez, çoğalır. Kararlar, özgür komünlerin doğrudan demokrasisiyle alınacaktır. Bu durumda toplumu yöneten birileri olmayacağı gibi onların aldıkları kararlar da olmayacaktır. Şimdiden bilinemez ama öyle umuyorum ki, özgür komünler federasyonunda toplu kesim yapılan mezbahalar (çünkü bu kapitalizme özgüdür) olmayacaktır. Öte yandan, hayvan kesimini ve isteyenlerin hayvan yemesini yasaklamak saçmadır ve böyle bir karar alınamaz. Eğer kendi beslediği hayvanı varsa kesip yiyebilir, buna kimse yasak getiremez. Hayvan cesedi yememek idari bir sorun değil, kültürel bir sorundur. Keza sigara içmek isteyen de içer ama sanırım özgür komünler federasyonunda bugünkü fabrikasyon sigara üretimi (kapitalist ilişkiler olmayacağından) ortadan kalkacaktır. Yerel tütün yetiştirilmesi ve takası ile isteyen sigara içebilir. Tabii bunlar benim kafamdan geçen tahayyüler sadece. Böyle bir toplumda olabilecekleri şimdiden çok fazla bilemeyebiliriz.

  124. Hocam, milliyetçi bakış açısıyla suçlamışsınız ama milliyetçi olsak devlet kurardık ki devlet kurmamız inşa etmeye çalıştığımız yapıdan çok daha kolay olur. Çünkü böyle bir girişimle sistemin tamamen karşıtı olacağından ABD,Rusya ve hatta KDP dahil irili ufaklı tüm sistem güçlerini karşımıza almış oluyoruz. Oysa dev enerji yataklarına sahip bir halk olarak KDP zihniyeti gibi bir milliyetçilikle hareket etsek bu sistem güçlerinin desteğini almak hiç te zor olmayacaktır. Bizim inşası için çabaladığımız şey ise Türkiyede devrim yapmanın yanı sıra Kürdistan içerisindeki yapay sınırları ortadan kaldırmak. Türkiye devrimi için çabalarken, yapay sınırın öte tarafında kalmış sistem karşıtı Kürtleri hesaba katmamamız beklenemez. Devletleri ve sınırları ortadan kaldırmanın hayalini kurarken söz konusu Kürdistandaki sınırlar olunca neden milliyetçilikle suçlanıyoruz? Avrupadaki devleteri ve sınırları ortadan kaldıralım, Latin Amerikadaki devletleri ve sınırları ortadan kaldıralım vs. vs. ama Kürdistandaki sınırları kaldırmaya gelince milliyetçilik oluyor!! Hayır Hocam hayır. Biz enternasyonal mücadelemizi verirken önce kendimizden başlayacağız, önce kendi sınırlarımızı yıkacağız. Hem unutmayın ki yapay sınırlarla parçalanmış ve her türlü saldırılara açık ve bir Kürdistan halkından Türkiye halklarına da hiç bir fayda gelmez.

  125. 68-69 gibi ırkçı pervin buldan fantazisi yapan BDP-HDP düşmanı sosyal faşistlere nasıl izin verebildin zileli??????milli zilli duygularınız aynı olduğundan olmasın????

  126. yaratıcının bir adı da Hallak dır ki sonrasızca yeniden yaratan anlamındadır. Yaratan yarattıklarında beden buluyor da olabilir mi?
    ” Hak ile halik arasında bir ara/mesafe boşluk ya da (zamansal ve mekansal) fark bulunmaz” diyen M. ibni Arabi de var.evrenin düzeninin her an ve her zerresinde yani bir bütün olarak kaos ile kosmos arasında sürekli bir gidiş geliş olması, pek ala bir yaratıcının iradesi olması da bir bakış açısı değil mi/ olamaz mı?

    unutmayalım ki mümin anarşistler de var, çok şükür…

  127. kürt arkadaşları severim, gönlüm onlarla birlikte. Çok baskı gördüler ve bugün de durum budur. Ne var ki gerçek enternasyonalizm “kendimizden” başlamanın tam zıddıdır. sevgilerimle.

  128. Kürt illerinde oyları BDP’ye #basgeç

  129. Tabii ki, mümin anarşistler de gereklidir.

  130. 25 milyonluk kürt halkı kürdistan’da bdp’yi batıda akp’yi iktidara taşımıştır.

    ulusalcı faşistlere gereken cevabı vermiştir. önümüzdeki seçimlerde faşistlerin oyları daha da azalacak çünkü biz geliyoruz.

  131. Seçimlerde Tek Alternatif Kürdistan’dır!

    Seçim yaklaşıyor sandığa gidecek misiniz? Oyunuzu kime vereceksiniz? Şeklindeki sorular herhalde son günlerde insanların birbirlerine en çok sordukları sorulardır. Buna benzer sorular bana da soruluyor. Bu soruları soran arkadaşlar genelde mevcut partilerin politikalarından rahatsız olan arkadaşlar oluyor.

    Genelde de ”alternatifimiz yok, alternatifsizis” gibi yaklaşımlarla aslında hiç beğenmedikleri bir partiyi yine adres olarak gösteriyorlar. Yani çözüm önerilerini, çözümsüzlük ve çaresizlik üzerine inşa ediyorlar.

    İnsan kendi alternatifini kendisi oluşturur, bunun yolu ille de başka bir parti kurmaktan geçmiyor. Kurdistani düşünüyorsan gidip oy pusulasının üzerine ”yaşasın bağımsız Kurdistan” yazmak, beğenmediğin bir partiye oy vermekten iyidir. Ben şahsen öyle yapacağım. Çünkü Kurdlerin bağımsızlığını savunmayan bir partiye oy vermek vicdanı mı rahatsız eder…

    Hayatım boyunca sadece bir kez oy kullandım, geçen seçimlerde, kullandığım oy pusulasının da fotoğrafını çektim, aşağıda gördüğünüz fotoğraf kullandığım oy pusulasına ait ve üzerinde aynen şu ifade yazılı: ”KURDİSTAN’IN BAĞIMSIZLIĞI İÇİN POLİTİKA ÜRETMEYEN HİÇ BİR PARTİYE OY VERMİYORUM”

    Serhat Mêrdînî

    29.03.2014

    http://www.nasname.com/a/secimlerde-tek-alternatif-kurdistandir

  132. “Demokrasisiz millî hâkimiyet” ile çoğunlukçu “millî irade” yorumu arasında
    M.Şükrü HANİOĞLU
    Sabah GAZETESİ

    Önümüzdeki hafta gerçekleştirilecek 23 Nisan kutlamaları çerçevesinde “millî hâkimiyet” kavramına yoğun atıflarda bulunulacağı şüphesizdir. Bu çerçevede “ümmetten millet, kuldan vatandaş” benzeri basmakalıp sloganların tekrar edileceğini belirtmek de kehânet olmaz.

    Gerçekte ise millet/ halk egemenliği düşüncesi Cumhuriyet’in gündeme getirdiği ya da 1920 sonrasında geliştirilmiş bir kavram ve ilke değildir.

    Türkiye’nin temel sorunlarından birisi “millî hâkimiyet”in iki temel yorumundan birisinin “demokrasi karşıtı” diğerinin ise “çoğunlukçu” olmasıdır.

    AHALİ/MİLLET HâKİMİYETİ

    Resmî söylemin savunduğunun tersine Osmanlı toplumu son döneminde “kulların hâkim-i mutlak sultan”a sorgusuz biçimde itaat ettiği bir yapı olmamıştır. Tam tersine “halk/ ahali hâkimiyeti” Osmanlı entelektüel ve siyasî hareketlerinin kutsallaştırdığı bir kavamsallaştırma haline gelmiştir.

    İlginçtir ki, kilisenin “halk egemenliği” ilkesine uzun süre karşı çıktığı Batı tecrübesinin tersine İslâmcı hareket bu kavramı İslâmileştirmiştir.

    Bu alanda Ali Suavi’nin gerçek “hakim”in Allah olduğunu vurgulayarak “fiilî” ve “ilâhî” hükûmetler arasındaki ilişkiyi tartışması benzeri çıkışlar genel eğilimi yansıtmamıştır. Ancak Ali Suavi’nin dahi daha sonra Seyyid Kutb’un yapacağı şekilde “insan hâkimiyetinin cahiliyye buna karşılık Allah’ın hâkimiyetinin İslâm olduğu” yolunda bir karşıtlığa işaret etme yerine bir bağdaştırma yaratmaya gayret ettiğini vurgulamak gereklidir.

    Diğer bir ifadeyle Osmanlı ûleması modern İslâmcı düşüncenin zıddı bir yaklaşımla “hâkimiyet- i millet”in İslâmî bir ilke olduğunu ispata gayret etmiştir. II.Abdülhamid rejimine karşı Jön Türklere destek veren âlimler ve Profesör İsmail Kara’nın ortaya koyduğu gibi II. Meşrutiyet İslâmcılığı biraz da zorlamayla “hâkimiyet-i milliye” kavramını İslâmileştirmiş ve ona herkesten fazla sahip çıkmıştır. Said Halim Paşa benzeri İslâmcı düşünürlerin buna yönelik eleştirileri “hâkimiyet-i milliye” fetişleştirmesi içinde kaybolan cılız sesler olarak kalmıştır.

    Entelektüel tartışma değerlendirildiğinde bu dönemde sadece İslâmcılığın değil seküler ağırlıklı tasavvurlar geliştiren hareketlerin de “hâkimiyet-i milliye”yi merkezlerine yerleştirdikleri görülür. Bu alandaki en kapsamlı proje “ahali hâkimliği”ne dayanan parlamenter demokrasiyi savunan Tunalı Hilmi tarafından 1900 yılında ortaya konulmuştur. Yalnızca genel seçimlere dayalı temsilin beraberinde getirdiği sorunları da çözmeyi hedefleyen bu proje, “Köylüler Meclisi”nden başlayarak “Osmanlılar Meclisi”ne ulaşan dokuz kademede sağlanacak bir katılımla aşağıdan yukarıya gerçekleşecek bir “halk egemenliği” tasavvurunu ortaya koyuyordu.

    İkinci Meşrutiyet döneminde “hâkimiyet- i milliye” gazete adı olacak kadar popülerleşen, neredeyse her meclis oturumunda atıfta bulunulan, herkesin sahiplendiği ve rejimin temeli olarak gördüğü bir kavram haline gelmişti. Egemen İttihad ve Terakki söylemi de bu kavramın kutsanmasında önemli rol oynamıştı.

    Dolayısıyla 1920 sonrasında ya da Cumhuriyet ile birlikte “kullara” “egemenlik hakkı” bahşedildiği yolunda daha sonra geliştirilen söylem tarihî gerçeklikle ciddî biçimde çelişir.

    DEMOKRASİSİZ ULUSAL EGEMENLİK

    1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun “Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir. İdare usûlü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfi’il idare etme esasına müstenitdir” hükmünü âmir olmasını da mümkün kılan bu arka plandı. Ancak uzun süre kutsanarak fetişleştirilen bu kavramın ne ölçüde hayata geçirildiği ayrı bir konudur.

    İttihad ve Terakki bu kavramı sahiplenmekle kalmamış, kendisini “hâkimiyet- i milliye”yi fiilen hayata geçiren güç olarak görmüştür. Benzer şekilde Erken Cumhuriyet liderliği de benzer bir iddia ile ortaya çıkmakla yetinmemiş, 1919 öncesini “asırlar süren mutlakiyet idaresi” olarak monolitik bir geçmiş haline sokmuş ve “ulusal duygularını yitirmiş bireylere”e bilinç aşılayarak “millet”i de kendisinin yarattığını savunmuştur.

    Buna karşılık gerek İttihad ve Terakki gerekse de Erken Cumhuriyet liderliği “hâkimiyet-i milliye”yi “millet adına onun için doğru olan kararları verme” biçiminde kavramsallaştırmışlar ve onun gerçek anlamda hayata geçirilmesine karşı çıkmışlardır.

    Her iki söylemde de bir yandan “millet/ halk” kutsanırken, öte yandan da Gustave Le Bon’dan mülhem yaklaşımlarla çıkarının farkında olması mümkün olmayan bir “kitle” olduğu için onun “hâkimiyet”i gerçek anlamda kullanmasının doğuracağı sakıncalar vurgulanmıştır.

    Bunun neticesinde ise demokrasisiz ve katılımsız bir “millet/ halk hâkimiyeti” kutsanmıştır. Bu hâkimiyetin aracının ise “halkın/ milletin yararını ondan daha iyi bilen lider ve kurumlar” olduğu savunulmuştur.

    MİLLİ İRADE YORUMU

    İttihad ve Terakki’nin “katılımsız, demokrasisiz ve göstermelik temsile dayalı millet hâkimiyeti” yaklaşımına yönelik muhalefet oldukça cılız kalmıştır. Ancak yayın organlarından birisine “Hâkimiyet-i Milliye” adını veren Osmanlı Demokrat Fırkası’nın “hâkimiyet-i âmmeyi meydana getirecek başlıca fikrin demokrasi” olduğunu ileri sürmesinin önemi vurgulanmalıdır. “Demokrasisiz hâkimiyet-i milliye” yaklaşımına karşı böylesi eleştirilerin yeniden dile getirilebilmesi ancak Cumhuriyet döneminin “Demokrat Parti”si tarafından yapılabilecektir.

    Uluslararası konjonktürün zorunlu kıldığı çok partili rejime geçiş sonrasında “demokrasisiz millî hâkimiyet” savunusunun zorlaşması “halkın çıkarını daha iyi değerlendirecek” kurumlarca denetlenecek bir vesayet rejimi tasavvuru geliştirilmesine yol açmıştır.

    Bu koşullar altında “millî irade”nin fetişleştirilerek çoğunlukçu bir yoruma tabi tutulması yadırgatıcı değildir. Bir asrı aşan bir süredir toplumun her kesimince kutsanan bir kavram, onu fetişleştiren ama hayata geçirilmesine karşı çıkan ya da bunun karşıtı “çoğunlukçu” bir yorumla değerlendirilmektedir.

    Burada “millî irade sınırlanmalıdır” yaklaşımına karşı çıkarken Alexis de Tocqueville’den başlayarak sakıncaları üzerine geniş bir literatür yaratılmış olan “çoğunlukçu” yorumun demokrasi üzerindeki olumsuz etkilerini de vurgulamak gereklidir.

    Halkın egemenliğini onun yararını daha iyi anlayan lider ve kurumlar aracılığıyla kullanması yaklaşımının ne denli çağdışı olduğu ortadadır.

    Ancak bunun alternatifi seçimi kazananın bir sonraki seçime kadar her istediğini yapması değildir.

    “Demokrasisiz ya da vesayet kurumlarıyla sınırlandırılmış ulusal egemenlik- çoğunlukçu millî irade” yorumları etrafında kutuplaşmanın demokrasimizin seviyesini olumsuz biçimde etkilediği ortadadır. Türkiye’nin bu anlamsız ikilemi aşarak çabalarını çoğulcu demokrasinin güçlendirilmesine yöneltmesi gerekmektedir.

  133. İlke olarak, tamamen karşı olduğumuz yorum ve yazıları yayınlıyoruz.

Comments are closed.