OTORİTER PARTİ-DEVLET REJİMİNİN KURULUŞ EVRELERİ

Bir parti, parti-devlet olmaya karar vermişse devleti yönetmekten öteye gidip tekeline almak zorundadır.

AKP Merkez kliği (bu kliğin elemanları –birkaç kişi ve reisi hariç- sık sık değişir ve yenilenir) 2002 ile 2007 arası dönemde gücünü iyice sınadıktan sonra devleti ve temel kurumlarını adım adım ele geçirerek parti-devlet rejimi kurmaya karar verdi.

Bunun ilk adımı, kendi iktidarı için tehdit olarak gördüğü orduyu zapturapt altına almaktı. Ergenekon davası bu amaçla imal edildi ve bu süreçte AKP, “vesayet rejimiyle mücadele” sloganıyla solcuların önemli bir kısmından bile destek aldı. Sonuçta, ordu kademelerindeki AKP aleyhtarı unsurlar büyük ölçüde tasfiye edildi ve daha önemlisi ordudaki AKP karşıtı hissiyat oldukça geriletildi.

İkinci adım, devletin en önemli kurumlarından olan yargıyı ele geçirmekti. Bunun için gereken yasal düzenlemelerin yolunu açan, 12 Eylül 2010 Anayasa referandumu oldu. Yine bir kısım solcu ve “liberal” olduğunu söyleyen aydın, AKP’nin “12 Eylül hukukunun tasfiye edildiği” söylemlerine kanıp “yetmez ama evet” diyerek AKP iktidarının parti-devlet rejimi kurma yolundaki bir adımına daha destek vermiş oldular.

Parti-devlet rejimi yolunda işler tıkırında gidiyor gibi görünürken, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, Kürt hareketinin paradigmasında devrim niteliğinde bir değişiklik yaparak “seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla AKP’nin planlarının karşısına dikilmesi parti-devlet rejimi heveslileri açısından bir yol kazası anlamına geldi (aslında bu çıkış, AKP kadar, kendilerini Kürtlere karşıtlık üzerinden tanımlayan ulusalcıları da kontrpiyede bırakmıştı) 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP ilk kez meclisteki çoğunluğunu kaybetti. Bunun üzerine, AKP merkez kliği seçimleri yenilemek üzere yeni ve meşum bir plan koydu ortaya. Bu planın esası, terör yoluyla Türk ve Kürt muhafazakâr seçmenini korkutmak, MHP’ye ve HDP’ye kaymış bu oyları yeniden AKP’ye akıtmaktı. AKP Merkez kliği, terör için MİT’i, IŞID’ı ve PKK kurmayı ile bağlantılarını devreye soktu. Sonuçta, 1 Kasım 2015 seçimleriyle Meclis, bir daha geri verilmemek üzere ele geçirilmiş oldu. Bunu, parti-devlet yolundaki üçüncü adım olarak görebiliriz.

Sıra gelmişti, en önemli dördüncü adıma. Bu, devletin temeli olan ordunun, zapturapt altına alınmasının ötesinde, doğrudan doğruya ele geçirilmesiydi. Merkez kliği bunun için 15 Temmuz 2016’da sahte bir darbe örgütledi. Daha doğrusu, darbe örgütlediklerini bildiği ordudaki darbeci subayları erken ve örgütsüz bir şekilde darbeye teşvik etti. Darbeye ilişkin bütün mizansenler önceden hazırlanmıştı. Saray’ın ve Meclis’in bombalanıyormuş gibi yapılması da dahil. Böylece, ordunun tüm boyun eğmeyen unsurları tutuklandı ve Genel Kurmay’dan başlayarak ordunun kumandasına parti-devlet rejimine sadık oldukları düşünülen unsurlar getirildi. Fakat ordunun bütünüyle ele geçirilmesi operasyonu Merkez kliğinin en zor işlerinden biriydi. Bugün bile ordu içindeki temizlik operasyonları gün be gün sessiz sedasız sürdürülmektedir. Televizyonların altyazı haberlerine her gün bakmak bu operasyonların süregenliğini ve tam bir kazıma işlemine dönüştüğünü görmek için yeterlidir.

AKP Merkez kliği, 24 Haziran 2018 yılında “Başkanlık sistemi”nin yasal çerçevesini oylatarak, iktidarların seçimle değiştiği parlamenter sistemin tabutuna son çiviyi de çaktı ve böylece otoriter parti-devlet rejimi bu beşinci adımla resmen yürürlüğe girmiş oldu. 2002’de AKP’ye “demokrasi” umuduyla bakanlar, 1950’den bu yana kör topal da olsa yürüyen parlamenter rejimin bizzat “demokrasi şampiyonu” bu parti tarafından sona erdirileceğini hiç akıllarına getirirler miydi?

Şu hatırdan çıkarılmamalıdır: parti-devlet rejimi bir kere kurulduktan sonra artık rejimin sahibi partinin kaybetmesi, devlet sisteminin ya da rejimin değişmesi anlamına geleceğinden seçimler göstermelik ya da sahte olmak veya sürekli yenilenmek zorundadır. Elbette bununla, seçim alanındaki mücadele terk edilsin demek istemiyorum, seçim mücadelesine katılmak parti-devlet rejiminin teşhiri bakımından yararlıdır ama rejimin seçimlerle değişebileceği ham hayallerini terk etmekte fayda var.

Gün Zileli
13 Mayıs 2019
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

262 Comments

  1. İki “Yetmez Ama Evet (YAE)”, Başarısız “Darbe” Girişimleri ve “Yeni Rejim”leri

    1)

    2. YAE:
    Ergenekon ve Balyoz davaları ile statükocu Kemalist bürokrasinin tasfiyesine ve 12 Eylül 2010 anayasa değişikliği referandumuna “Yetmez Ama Evet!”

    Başarısız “darbe” girişimleri:
    2013 yolsuzluk soruşturmaları, 2014 MİT TIR’ları olayı, 2016 darbe girişimi

    “Yeni” rejim:
    AKP ve RTE’nin Tek Parti ve Tek Adam rejimi, 2017 “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” referandumu, OHAL Kanunu ve KHK’leri

    2)

    1. YAE:
    Saltanat ve Hilafet’in lağvedilmesi ile statükocu Osmanlı’nın tasfiyesine ve 29 Ekim 1923 “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ne “Yetmez Ama Evet!”

    Başarısız “darbe” girişimleri:
    1925 Şeyh Said isyanı ve 1926 İzmir suikasti

    “Yeni” rejim:
    CHP ve MKA’nın Tek Parti ve Tek Adam rejimi, Takrir-i Sükun Kanunu, Tunceli Kanunu

  2. “1950’den beri günümüze kadar toplam 14 adet genel seçim yapılan ülkemizde zaman zaman tek başına iktidarlar, zaman zaman ise çok partili koalisyonlar ülke yönetimine egemen olmuşlardır. bu egemenlikte büyük çoğunlukla sağ ve muhafazakar partiler yönetimde bulunmuşlardır.

    günümüzde ise 2002 genel seçimleri’nde sadece %34 oyla iktidara gelmiş bir parti vardır. 2007 genel seçimleri’nde %46 oy almış olsa da iktidara geldiği ilk seçimde türkiye’nin %66’sının oyunu vermediği, istemediği bir partiden bahsediyoruz. bu da elbette 12 eylül darbecilerinin getirdiği %10 barajı sebebiyledir.

    dikkat çekici bir noktadır ki bugünkü iktidar partisini yıkayıp yağlayanlar aynı zamanda tek bir partinin iktidarda olmasının türkiye’de istikrarı temsil ettiğini söylerler. topluma da istikrar diyerek yansıtırlar. chp’nin tek parti yönetimini her fırsatta eleştirenler, türkiye’de hüküm sürmüş tek parti iktidarlarının “istikrar abidesi” olduğundan dem vururlar. örnek olarak da demokrat parti, adalet partisi, anavatan partisi ve adalet ve kalkınma partisi iktidarlarını gösterirler. aynı çevrelere göre nedense, “jakoben” cumhuriyet halk partisi’nin tek partilik döneminde yapılanlar ise “camileri ahıra çevirmek” ve “kuran’ı kerim’i yasaklamaktan” ibarettir!

    türkiye toplumuna, tek parti iktidarları dışındaki koalisyon hükümetlerinin bir felaket olacağı inancını empoze eden bu çevreler, koalisyon hükümetleri döneminde de çok olumlu icraatların yapıldığından bahsetmezler. sadece koalisyon hükümetlerini kötülerler.

    12 eylül faşist darbesinin getirdiği seçim yasası ve siyasi partiler yasası’nın kötülüğünden dem vurmaz, türkiye’nin başına gelebilecek bir koalisyon hükümeti’nin yol açabileceği felaketlerden söz ederler. bunu öyle iştahlı anlatırlar ki, bir koalisyon hükümeti başa geldiğinde halka, ülkede büyük felaketler olacağı, açlığın ve sefaletin baş göstereceği ve kıtlığın başlayacağı düşünceleri empoze edilir. (sanki 2011 yılında türkiye’de 15 milyon yoksul yok)

    halbuki asıl sorun seçim ve siyasi partiler yasasındadır. halen daha son derece anti-demokratik maddeler ve kurallar içeren bu yasalar, özünde darbe ürünü olduğu için hiç bir zaman türkiye’de demokrasinin kökleşmesinin önünü açmayacaktır. o yüzden bu yasaları değiştirmeye yeltenmeyenler de özünde darbecidir.”

    https://eksisozluk.com/entry/23920895

  3. Hegel’in dediği gibi: “Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir: ilkinde Atatürk, ikincisinde Erdoğan olarak.”

    [Not: Hegel “ilkinde Abdülhamid, ikincisinde İttihad ve Terakki”yi eklemeyi unutmuş.]

  4. Çözüm, giden birinin yerine başka “bir”inin gelmesine engel olmakta değil midir?

    Konstantin gitti Osman geldi, Osman gitti Kemal geldi, Kemal gitti Recep geldi.

    Recep gittikten sonra da onun yerine başka “bir”i gelmemelidir.

    Örneğin, Selçuk gittiği vakit yerine – en azından bir süreliğine – başka “bir”i değil, Karaman, Saruhan, Aydın, ve elbette – sonra aralarından sıyrılacak olan – Osman gibi birçok kişi gelmişti.

    O zaman Recep yerine de Ekrem, Mansur, Tunç, Ahmet gibi çok sayıda kişi gelmeli. Yani bunlar kendi yerlerinde en az Karaman, Saruhan, Aydın kadar söz sahibi olabilmeli.

    Bu mümkün olmayacaksa o zaman en azından Recep’in tek kişilik o muhteşem koltuğunun yerini Kemal, Meral ve Temel’in daha mütevazı olan üç kişilik koalisyon koltuğu almalı.

  5. “28 Şubat 1997’den sonra, kendilerine “Yenilikçiler” adını veren bir grup “Biz Refah döneminden ders aldık. Değiştik” diyerek R.T. Erdoğan’ın başkanlığında AKP’yi kurdular (14.08.2001). O zaman ben, AKP’yi destekleyen liberal ve dönek solcuların karşısına geçerek, partinin kuruluşundan 32 gün sonra “Refah ideolojisi bir deridir, gömlek çıkarılır gibi çıkarılamaz” diye yazdım. (1) 1997 yılında “Tek imza” peşinde koşan R.T. Erdoğan başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde bu yetkiye kavuştu ve Türkiye’yi her alanda batırdı.
    (1) Hürriyet, 16.09.2001, “AK Parti’nin Kollektif Aklı””

    Özdemir İnce – “İşgal edilmiş topraklar (2)” – 14 Mayıs 2019
    http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1391345/isgal_edilmis_topraklar__2_.html

    [Franz Kafka’nın Değişim adlı romanının kahramanı Gregor Samsa, bir sabah uyandığında kendini hamamböceği olarak bulur.

    Bizim teokratik devlet mecnunu, şeriat düşkünü, ümmet meftunu, Arapperest Siyasal İslamcılarımız da tıpkı Gregor Samsa gibi, bir sabah uyanınca kendilerini “muhafazakar demokrat” olarak bulmuşlar.

    “Bulmuşlar” diyorum, çünkü bu değişimin herhangi bir tanığı yok. Kendi sözleri. Kendi sözleri olunca da, sabıkaları olduğu için, inanmak biraz zor. Kimse kendilerinden değişmelerini istemedi. Çok önemli bir nedeni olmalı ki, ağır suç işledikleri için yıllarca hapiste kalmış sabıkalılar gibi “Biz değiştik!” diyorlar.

    R.T. Erdoğan & Arkadaşları’nın değişip değişmemelerinin aslında beni ilgilendirmemesi gerekir. Ne var ki, Cumhuriyet ve başta laiklik olmak üzere cumhuriyet ilkelerini içlerine sindirmeleri hem kendilerinin hem de ülkenin yararına. Bu nedenle, değişim bu bağlamda ise, buna kayıtsız kalmam olanaksız.

    ***

    Bu konuda düşünmeyi sürdürelim: AKP’nin başkanı R.T. Erdoğan, roman kahramanı Gregor Samsa gibi bir mutasyona uğrayıp değişti diyelim. Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Bülent Arınç ve öteki zevat nasıl olup da hep birlikte koro ve kitle halinde değiştiler? Aynı anda yumurtadan çıkarak kanatlanıp uçan kelebekler gibi.

    Bunun da cevabı hazır. Akılları gibi (akılları kolektifmiş) değişimleri de kolektif bunların. Her şeyleri kolektif: Gözleri, kulakları, ağızları, elleri, ayakları… Her şeyleri kolektif!]

    https://www.aydinlik.com.tr/arsiv/ozdemir-ince-eski-bir-arkadasin-pismanliklari-1

  6. Eski bir arkadaşın pişmanlıkları (3)
    ÖZDEMİR İNCE
    6.2.2014

    Bugün önce 13 yıl önce yayınlanan yazıyı okuyacaksınız. Yazı bitince, tanıtımı ve günün yorumu yapılacak:
    ***
    [Sonunda Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu. Bu sayede yeni siyasal İslamcıların laiklik tanımlarını öğrenmiş olduk:
    “Laiklik, demokrasinin teminatıdır. AKP, laikliği her türlü dini inanç karşısında devletin tarafsızlığı olarak görür. Laiklik, bireyi değil, devleti sınırlayan bir anlayıştır. Ayrıca Adalet ve Kalkınma Partisi’ne göre laiklik toplumsal barışın temel ilkesidir.”
    “Laik” kavramı konusunda “tanımlanmazlık” ve anlam bulanıklığını tercih edenler, şimdi, gerçek ve doğruları tersyüz eden bir tanımla karşımıza çıkıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin böyle bir tanımı kabul edeceğini sanmıyorum. Çünkü, laiklik bağlamında devletin muhatabı birey değil bizzat dindir. Devletin karşısına bireyi çıkarmak birinci saptırmadır. Batı düşüncesinde, “laisizm” ya da “sekülarizm”, devlet ile dinin alanlarının ayrılmasından çok devletin kilise egemenliğinden kurtulması anlamını taşır.
    İkinci saptırmayı da düzeltelim: Laik düzende, dinin dünyevî sınırlarını devlet belirler.
    Sadece Siyasal İslamcılar değil, aynı zamanda Liberalciler, İkinci Cumhuriyetçiler de laikliği paşa gönüllerine göre tarif ediyorlar:
    “Laiklik din ve vicdan özgürlüğünün koruyucusu”ymuş…
    “Laik devlet bütün din ve inançlara karşı eşit mesafede ve tarafsız olmalı”ymış…
    Ya yalan söylüyorlar ya da adam kandırıyorlar!…
    Laik Devlet, dinsel inançlar “arasında” eşit mesafede ve tarafsız olabilir; ama dünyayı da yönetmek (egemen olmak) isteyen semavî (uhrevî) egemenlik karşısında kendi dünyevî egemenliğini savunmak zorunda olduğu için, dinler “karşısında” tarafsız değildir.
    Din ve vicdan özgürlüklerini korumak yükümlülüğü demokratik devletin görevidir. Laiklik onların sınırlarını belirler.
    Din ile devlet arasında toplumsal anlaşma imzalamadan ve bu anlaşmaya göre din (kilise, sinagog, cami) dünyevî ve siyasal iddialarından vazgeçmeden, devlet dinlere ve vicdan özgürlüklüklerine karşı (için) hiçbir yükümlülük altına girmez.
    Girmez, çünkü gerçek tanımı yapılmadan, ilgili taraflar bu tanımı kabul etmeden, kabul ettiklerini “bütün dünya”ya açıklamadan “Laiklik” hiçbir yükümlülük altına girmez.
    Laiklik’in kabul edilmesini istediği evrensel ve tarihsel tanımı şudur:
    Laiklik, Katolik’in (dinin) baskı ve müdahalelerine karşı bireyi ve toplumu korumak gereksinimi sonucu ortaya çıkmıştır!
    Laikliğin o tarihteki amacı, “Aman, ne yapalım da insanlar Katolik inancının gereklerini özgürce yerine getirsinler!” değildi. Çünkü Katolikler özgürdü, Katolik olmayanlar özgür değildi. Laikliğin o tarihteki amacı, semavî (celeste) ve dünyevî (terrestre) iktidarı birlikte isteyen Katoliklik karşısında insanı özgürleştirmek, onun kişiliğini, bireyselliğini, bireysel inançlarını ve ifade özgürlüğünü korumak, sağlamak, sağladıktan sonra gene korumak ve savunmaktı. Semavî ve dünyevî iktidarın bir tek merkezde toplanması insanı köleleştirir.
    ***
    Günümüzde de durum aynıdır. Değişmemiştir. İsterseniz Katolik sözcüğünün yerine İslâm sözcüğünü koyabilirsiniz. Hiçbir şey değişmez. Ama olguyu güncelleştirmiş olursunuz. Âlimlerin, muallimlerin beceremediğini, bir edebiyatçı olarak Attilâ İlhan yapıyor ve “Laiklik”in püf noktasını açıklıyor:
    “Demokrasi, hâkimiyeti kayıtsız şartsız halka veriyor; partiler ancak ‘iktidar’ olabilirler, eğer tüzüklerine rağmen, işi ‘hâkimiyet’e el uzatmağa götürürlerse, Cumhuriyet’i korumakla görevli kurumlar ve kuruluşlar (Güvenlik güçleri, Adalet Kuruluşları, hatta Silahlı Kuvvetler) harekete geçerler.” (Cumhuriyet, 10.8.2001)
    Laiklik, sadece Devlet’in Kilise’nin egemenliğinden kurtulması sürecini içermez; ekonomik, toplumsal ve kültürel örgütlerin, bilim ve felsefenin, sanat ve edebiyatın, halkın gündelik yaşamının da dinin denetiminden kurtulması anlamına gelir.
    Siyasal partiler bu gerçekleri kabul ederek iktidara talip olurlar. Yani demokrasi, siyasal partilere toplumsal düzene “egemen” olma hakkını değil, iktidar olma hakkını veriyor.
    R.T. Erdoğan, 1994 yılında, Refah Partililerin dağa taşa “Egemenlik kayıtsız şartsız Allahındır!” sloganını yazdıkları sırada “Laik Müslüman olamaz” demişti.
    Kimi âlim, muallim ve gazete yazmanları, bu sözleri, R.T. Erdoğan’ın “din ve vicdan özgürlükleri” kapsamında değerlendirilecek olursa, laiklik bu görüşlerin koruyucusu mu olacak?
    Tam tersine, laiklik, bu görüşlere karşı toplumu ve bireyi korumak zorunda. Gerçek laiklik dine karşı değildir; dinin devlet ve toplumsal düzen üzerinde egemenliğine karşıdır. Varoluş nedenidir bu! Bu tanımından başka bir tanımı da yoktur!
    Değiştiğini iddia eden siyasal İslamcı ilkin bu tanımı kabul etmeli.
    Siz ne dersiniz bilimadamları?]
    ***
    Okuduğunuz “Demek Laiklik Elden Gidecek” başlıklı yazı 2 Eylül 2001 tarihli Hürriyet Pazar’da yayınlanmıştı. Bir yıl sonra, 2002’de yayınlanan Pazar Yazıları (Gendaş) kitabımda yerini aldı. (s.232-234)
    Bizim eski arkadaş ve benzerleri Kafka’nın Gregor Samsa’sının bir sabah birdenbire hamamböceğine dönüştüğünü sanıyorlar. Hamamböceğinin daha önce Gregor Samsa’ya dönüşmüş olabileceğini ve aslında hamamböceğinin bizzat Gregor Samsa olduğunu hiç düşünmüyorlar.
    Recep Tayyip Erdoğan İmam-Hatip okulundan ve Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa dergâhından bugün ne ise öyle imal edilmiştir. Geçmişte ne ise bugün de odur ve gelecekte de böyle olacaktır. İskenderpaşa dergâhı lideri Şeyh Mehmet Zahit Kotku’nun hayranıdır…
    Yazıldığına göre, Belediye başkanı olduğu dönemde, Fatih’teki “Sarıgüzel Caddesi”nin ismini “Mehmet Zahit Kotku Caddesi” olarak değiştirmiştir ve başbakan olduktan sonra da bazı cuma namazlarını Ankara’daki Şeyh Mehmet Zahit Kotku Camii’nde kılmaktadır.
    Yani R.T. Erdoğan’ın karşısında, “Kardeşim!” falan diye ağlayıp sızlanmanın, yalvarmanın hiçbir faydası yoktur.

    https://www.aydinlik.com.tr/arsiv/ozdemir-ince-eski-bir-arkadasin-pismanliklari-3

  7. ʻAKP Merkez kliğiʼ, ʻatılan adımlarʼ bir komplo havası yaratmış. Hele “Merkez kliği bunun için 15 Temmuz 2016’da sahte bir darbe örgütledi.”.
    Dünya ekseninin kapitalizm-komünizm olduğu o sıralarda, siz komünizm, Türkiye ise kapitalizm taraftarında yer aldınız.
    Bir komplo teorisine göre kapitalist-komünist devler, Türk siyasi düzenini elinde tutanlar, batılaşma, laiklik, modernleşmede öncülük rolü oynayan ve arada bir ateşlenen Türk Silahlı Kuvvetleri, MİT sizleri kendi oyunlarında piyon olarak kullandılar. Genel işsizlik ve işsizliğin özellikle üniversite eğitimli gençler arasındaki gelecekten ümitsizlik yaratması ekmeklerine yağ sürdü.
    Daha henüz ʻteröristʼ sözcüğü günümüzdeki kadar dünya medyasında ünlü değildi ama sanırım hatırlarsınız, o yıllarda siz devrimcilere ʻteröristʼ ve ʻanarşistʼ yaftaları takma çok yaygındı.
    Komplo dünyasını terk etsek bile karşımıza başka bir sorun çıkıyor. Marks, Avrupaʼda Kilise egemenliğinin yıkılışı ile toplumların yaşadığı buhranlar esnasında çıkan isyanlarla ilgili çok değerli bir gözlemde bulunur: İsyancıların saldırı dilleri şahane ama hedefleri yanlış. Yani isyancılar, emekleme ve çocukluktan çıkıp gençlik ve Devrimʼe hazırlık devrine giren Kapitalist-Burjuva asıl düşmanı sezemediler
    Acaba twitter, facebook, youtube, google, microsoft, apple, amazon, gen mühendisliği, yapay zeka, robotlar, uzay seyahatleri, insan-makineler, kişilerin genomlarında tut hangi renkleri bile tercih ettiklerini bilen medya devleri, insanın psikolojisini ve en derin arzu ve rüyalarını avuçlarının içi gibi bilen reklam şirketleri vs. vs. vs. asıl düşmanlar değil mi?
    Bu sitedeki eski iflas etmiş ve geride kalmış inanç ve ideolojilerle meşgul olan yazılar; gittikçe artan faşizm, totaliter rejimler, diktatörlük, ırkçılık, milliyetçilik; ezilenler arasında, bilhassa gençler arasında yaygın, olağan üstü güçlüleri ve mitolojik motif ve karakterler içeren, gerçek dünyada tamamıyla etkisiz olmanın yarattığı güçperestlik fantazi video ve filimleri, vs. vs. vs eski ve çoktan mezarlığı boylamış düşmanlara karşı isyan emareleri değil mi?
    Her halükârda, daha önceki Devrimʼde olduğu gibi bütün düşüp kalkmalara rağmen sizler gibi ileri görüşlü ilerici yüksek zekalı azınlığın yeni doğan düzene ayak uydurup ayakta kalacakları apaçık. Şimdi olduğu gibi mevcut düzenin tamamlayıcısı olursunuz: ʻa eşit değil aʼ diyalektiği, yin yang, kadın erkek, gece gündüz, helal haram falan filan. Gerçeği konuşmak gerekirse, temelde, haklı ve doğru olarak, benimsediğiniz inanç sizleri yeni doğan dünyaya çoktan hazırladı. Sarsılmaz inancınız: HER İLERLEME, ENİNDE SONUNDA, HERKESE YARARLI OLUR VE OLACAKTIR.
    Peki, tarih boyunca dünyadan habersiz %99,99ʼdan fazla çoğunluk sıradanlara ne olacak? Akıbetlerine tahmin korkum çok, cesaretim yok. Belki şimdiki gibi rasyonel (rational) olma, kıyaslama yapabilme sayesinde uslu, evcil, terbiyeli olurlar. Uzun zamandır Batı ve zengin ülke sıradanları rasyonellikle ilerleme dinine sadık kaldılar.
    Yine de bazı düşünce ve kurgularım var: İlericiler genelde ve bilhassa içerde baskı dışarıda fetih, güçlü olan haklıdır, vergi toplama, asker toplama, bürokrasi vb esaslarda sonsuz gelenekçi ve tutucudurlar. Eğer ilericiler bu yeni ilerlemede de geleneksel ve tutuculuk ederlerse bazı tahminler mümkün.
    – Batı sıradanları ve kadınları gibi diğerlerinin sefaletini ve başlarını örtmelerini görerek, ʻallaha şükür biz öyle değilizʼ uyuşturucu madde kullanabilirler.
    – Hilesiz seçimlerle başa geçen demokrasilerdeki sıradanlar gibi, hileli seçimle veya diktatörlükle yönetilen rejimleri görünce hallerine memnun olurlar.
    – Sıradanlar kalitesiz malları tüketmede yararlı olabilirler.
    – Sıradanlar tıp deneylerinde ve organ kes-yapıştırmalarda yararlı olabilirler.
    – Sıradanlar alternatif tamamlayıcı solcu devrimcilerin ʻdaha da iyi olabilirʼ, ʻbizi dinlemek gümüşse, sabırlı olmak altındırʼ, ʻölmeyin eşekler yaz gelecekʼ afyonunu yutarak yarı uyanık yarı uykuda gezerler. Böylece tarih diyalektik materyalizm ulu felsefesi, pardon gerçeği icabı ʻhem/hem değilʼ değişim motoru tansiyonu veya kıçları karınca dolu olduğundan daha da ilerlemeye neden olurlar.
    Bir ihtimal daha var, o da benim çözümüm: Kadınları bilinçlendirme! Evrim teorisine göre, sıradanların azalması ve sizlerin çoğalması gerekir. Çünkü kadınlar sizler gibi yüksek zekalıları seçerlermiş. Ne var ki, tarih boyunca sıradanlar üssel çoğaldı ve siz yüksek zekalılar sıradanlara oranıyla azaldınız. Kadınlar Özgür Üniversitede evrim teorisi dersleri ile bilinçlendirme ile siz ve ileriye treni süren efendileriniz artar, sıradanlar azalır!

  8. Arap devrimi geri adım atmıyor!

    Gerçek
    16 Mayıs 2019, Perşembe

    Afrika’nın iki Arap ülkesinde, Cezayir’de ve Sudan’da, devrim en ufak bir geri adım atmadan karşısına dikilen engelleri aşmak için ataklarına devam ediyor. Cezayir’de Şubat ortalarında başlayan devrim üçüncü ayını doldurmaya ilerliyor. Her Cuma, bütün katmanlardan halk, her Salı ayrıca öğrenciler çok büyük kitleler halinde, yüz binleriyle, milyonlarıyla rejime meydan okuyor. Sudan’da isyan daha da erken başlamış, halk 19 Aralık’ta ilk kez sokağa çıkmıştı. Mayıs ortasında ise Sudan devrimi beşinci ayını dolduracak.

    Sudan’da bir de Nisan başından beri, kitleler akılları durduracak bir direnç gösteriyor. 6 Nisan’da hareketin önderliği tarafından Genelkurmay’ın önünde bir işgal eylemi çağrısı yapılmıştı. Bu satırların yazıldığı anda bu eylemin dördüncü haftası doldu. Sudan’ın devrimci halkı tam dört haftadır Genelkurmay’ın önündeki büyük meydanı yüz binleriyle, milyonlarıyla işgal etmiş durumda. Ve hareket her geçen gün daha çok güç kazanıyor. Başka eyaletlerden halk, gösterişli konvoylar halinde Genelkurmay önündeki eyleme binleriyle, on binleriyle katılmaya geliyor. Başka eyaletlerde de eylemler belirli mekânlarda devam ediyor.

    Her iki ülkede de halk ilk zaferlerini elde etti. Nisan başında Cezayir’de aralıksız 20 yıl cumhurbaşkanlığı yapan Buteflika çekti gitti. Dolayısıyla, halkın en dolaysız talebi yerine gelmiş oldu. Aynı şekilde 10 Nisan’da halkın müthiş basıncı altında bütün güvenlik kuvvetlerinin temsilcileri Sudan’ın 30 yıllık diktatörü Ömer El Beşir’e görevden el çektirdi. Bunu bütün medya “darbe” olarak adlandırdı. Gerçek ise bunun (aynen 2011’de Tunus ve özellikle Mısır devrimlerinde olduğu gibi) bir darbe değil, devrimin basıncı altında ordunun uygulamaya koyduğu bir “düzenli geçiş” operasyonu olduğunu teşhis etti. Gelişmeler Gerçek’i bütünüyle haklı çıkarttı.

    Bugün halk her iki ülkede de başında ordunun olduğu eski rejimin kendini yeni bir kılıkta ayakta tutmaya çalışmasına karşı daha da güçlü bir mücadele veriyor. Sudan’da hareketin yöneticisi konumunda olan ittifak, Özgürlük ve Değişim Güçleri ve onun içindeki en önemli güç olan Sudan Meslek Birlikleri, El Beşir sonrasında kurulan Geçici Askeri Konsey’in (GAK) iktidarı sivil güçlere devretmesi için mücadele ediyor. Cezayir’de ise halk her hafta Cuma günü hiç eksilmeyen bir güçle Buteflika’nın çekilmesinden sonra öne çıkan ordu (güçlü isim Genelkurmay başkanı Ahmed Kayid Salih) ve hükümeti yönetimi halka devretmesi için zorluyor. Yani her iki ülkede de dava aynı. Eski rejimin, bir “düzenli geçiş” ile, bir lideri ve onun bazı adamlarını harcayarak ayakta kalma çabasına karşı iktidarı devrimci halk güçlerinin devralmasını sağlamak.

    Her iki devrimin kaderi de bir ölçüde devrim cephesinin kendi içinde işçi sınıfı güçlerinin önderliğe ne ölçüde talip olabileceği ile belirlenecek. Her iki tarafta da önderliğin burjuva ve küçük burjuva kanatları içinde uzlaşma eğilimleri görülüyor. Bu uzlaşma her iki ülkede de eski rejimin temsilcilerinin geçiş döneminde iktidarı paylaşması biçiminde kendini ortaya koyuyor. Özellikle muhalefet içinde emperyalizme daha yakın kanatlar “istikrar bozulmasın” ruh haliyle bu tür çözümlere boyun eğmeye hazır olduklarını açıkça belli ediyorlar.

    Cezayir ve Sudan’da halk, ilk zaferini kazanmış olan devrimlerin sonuna kadar gidebilmesi için çılgınca bir fedakârlıkla mücadele ediyor. Onlara destek vermek de başka ülkelerin işçi sınıfı militanları ve sosyalist hareket açısından bir zorunluluk.

    Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2019 tarihli 116. sayısında yayınlanmıştır.

    https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/arap-devrimi-geri-adim-atmiyor

  9. Bizlere örnek olan siz ve diğer büyüklerimizin soğuk savaş esnasında dev ülkeler ve Türk devleti komplosunda kullanıldığınız doğru olabilir mi?

  10. cevabını kendince bildiğin sorular sorma.

  11. Çok mu zor?
    Ekonomik kriz altında bu iktidar sürdürülebilir mi?
    RTE öyle bir düzen kurdu ki, kene, sülük, pire, sivrisinek, çengelli barsak kurtları.. Hepsi kan emici parazit güruhu. Yaratıcı, üretici, reorganize edici kimse yok. Bu yoksul, yeraltı, doğal zenginliği bulunmayan ülkede salt kan emici çok pahalıya gelen bu sistem sürdürülebilir mi?
    Saddam, İran Mollaları, Kaddafi, Chavez-Maduro, Putin, Suudlar.. Petrol gelirine dayalı diktatörlükler..
    Türkiye de katma değer üretecek olanların yurtdışına gidişini önleyecek 1930 lu yıllarda değiliz.
    İmamoğlu figürü ile TÜSİAD da tavrını koydu.
    RTE düzeni belki AKP bölünerek kolayca çökecek. Çökmemek için tek yolu Orta Doğuda ABD politikalarına esas duruş gösterecek. Bu ise bilinemez süreçlere ait tahliller gerektirir.
    Ama devleti tümüyle ele geçirenler bir mafyatik çete kafasıyla ve destekçileri de salt kan emen, salt sadakacı, salt budala-zorba, salt lümpen proleterya ile 80 milyonluk bu ülkede daha ne kadar dayanabilir?
    Bu ekonomik krizden “devlet” kendini bir Askeri diktatörlük olmadan kurtarabilir mi? Ve kitleleri yatıştırmak için ilk günah keçisi kim olur?
    Gün’ün analizlerini her zaman severim… Ama sanırım olası sürecin bu yanları yazıda eksik kalmış..
    Bence RTE bitti! 1-2 yılda ya çökecek ya da ülkeyi Enver Paşa gibi kendi ile mahvedeceği sürece sürüklenecek.. Ama.. ama… buna da izin çıkmayabilir… Fakat komplocu ve entrikacı çok korkunç olaylarla intihar sürecine bodoslama girebilir..

  12. “Şerefsiz Osmanlı”ya Dönüş
    Osman Çutsay
    Yazılama Yayınevi
    Şerefsiz Osmanlı, son döneminde emperyalistler tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na yakıştırılan adlardan biridir. Cumhuriyet Türkiyesi, başka şeyler bir yana, bu adlandırmaya bir isyan, bir yapıt anlamına da gelmiştir.
    Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş, Türkiye topraklarının milliyetçilik ve dincilik üzerinden kapitalist barbarlığa tam boy teslim edildiği güncel bir tarih parçasıdır. Barbarlığa tam teslimiyetin, yani büyük dönüşün artık eşiğinde değil, resmen içinde olduğumuzu söylemek, mücadeleden vazgeçmek anlamına gelmiyor. Sadece durumu tanımlamış oluyoruz.
    https://www.kitapkoala.com/kitap/serefsiz-osmanli-ya-donus-osman-cutsay-9786050036084

  13. “…çünkü “ulusalcı” cihet görmemişin oğlu nankörlüğüyle kendi öz tarihi reddediyor ve cinnet raddesini artık “Şerefsiz Osmanlıya Dönüş” başlığıyla kitap yazmak cüretkarlığına vardırıyor ama, kazın ayağı öyle değil!”

    Hadi Uluengin, “Osmanlılar dönerken”, 28 Mayıs 2008
    http://www.hurriyet.com.tr/osmanlilar-donerken-9038829

  14. “Şerefsiz Osmanlı”ya (1453-1922’ye) Dönüş’ten (Cumhur İttifakı’ndan) kurtuluşun yolu hangisidir?

    “Şerefli Cumhuriyet”e (1923-1950’ye) Dönüş mü? (Millet İttiffakı?)

    “Şerefli Devrimci-Sosyalist Sol”a (1960-1980’e) Dönüş mü? (Yurtsever Cephe/TKP?)

    Yoksa ikisi de olmayıp “Şerefli Yeni/Özgürlükçü Toplumsal Devrimler”e (2011 ve 2013’e) Dönüş (Arap Baharı ve Gezi), veya daha doğrusu onları daha da ileriye götürüş mü?

    Herhalde sonuncusu.

  15. 10 yazısını yazan parmağını asıl sorunun üzerine basmış: ʻʻYaratıcı, üretici, reorganize edici kimse yok.ˮ
    Bence bu sitede çok var ama sorunun maddi, ekonomik yanı ihmal edilmekte. Site düşünürleri daha çok alt yapı, ideolojik, ruhani, politik konularda yaratıcı fikirler ileri sürmekteler. Sanırım siz de öyle. İşin esası, teorik tarafı anlaşılmış ama praksize geçilmiyor. Zengin ülkelerde üretimde yaratıcılık getirenlere eskiden bilim adamları denirdi. Bir aşağıda da teknoloji vardı. Daha sonra, bu ayırımın kültürde, zenginlikte, dünyaya egemen olmakta, kaydedilen ilerlemede pay çıkarmak isteyen üniversite profesörlerinin kaprisleri olduğu anlaşıldı ve eski isim yerini tekno-bilim adı kullanıldı. Bunlara kısaca teknisyen denir. Sosyal bilimlerde de çoğu bilimciler teknisyendir. Bunlar, baştan belirlenmiş bir amaca hangi yöntemle en kolay ve etkin nasıl varılır uzmanları. Bir parantez açarsam, şu an bunların yerini algoritma yaratıcıları, yapay zekalı dijital-kuantum makineler ve robotlar almakta. Teknisyenler, sıfır kadar az olanları hariç, maddi hırsları olmayan, çalışmak işin çalışanlardır. Neyi ne için yaptıklarını ne düşünürler ne bilirler ne de, doğrusu, bilmek isterler. Tek istekleri erkekse güzel bir karı, kadınsa kadına saygılı bir erkek, iki çocuk, iyi bir maaş, iyi bir ev. Eğer yaptığının nedenini sorarsan önce aptallığına şaşırırlar. Çok ısrar edersen bazıları okulda iken mecbur edildikleri için aldığı sosyal bilim derslerinde duyduğu saçmalıkları hatırlar, dijital çekmecesinden eski formülleri çıkarır ve sıralar veya dijital beyni ile hatırladığı ilahileri okumaya başlar: ʻinsan doğasıʼ, ʻinsan merakıʼ, ʻinsanlığa hizmetʼ, ʻinsanlığın ilerlemesie katkıda bulunmakʼ …
    Zengin ülkelerde bu kadın-erkek teknisyenlerin çoğu, beyinlerine sosyal sefalet ve pislikte türeyen bakteri veya virüs girmesin diye, şehirlerden uzak, çok güzel doğa manzaraları ile çevrili, her yere bisikletle gidilir, temiz havalı, temiz sulu yerlerde, araştırma merkezlerinde iş başı edilir. En kaliteli mallar dolu süpermarketler, yüzme havuzları, koşma yerleri, jimnastik salonları…
    Günümüzde yaratıcılık trenini çeken teknisyenler, materyalist olduklarından, eski materyalden oluşmuş teknisyenler yerine yeni maddelerle salt dijital beyinden oluşmuş varlıklar yaratıyorlar. Bu yeniler de, eskiler gibi, maddenin reorganize olmuş yapısından dolayı ruhu ve düşünce gücü var.
    Ben kendim zengin bir ülkede ilk defa bizim Türk tuvaleti yerine düğmeye basınca suyun kendiliğinden akıp kendiliğinden durduğunu görünce zımbırtının içinde ʻbilinçliʼ biri var sanmıştım. Zamanla hatamın cahil bir ortamda duyduğum ruhani ruhanicilikten geldiğini anladım, bilimcilerle düşüp kalkma ve zengin ülkelerde yaşamanın yardımıyla sizler gibi materyalist ruhani oldum. Ben de yaratıcı, üretici, reorganize edici olmak istedim ama bilimci arkadaşlarıma göre genlerimde yazılı değilmiş.
    Eski bir atasözü var: ʻAllah fakirleri sever, zenginlere verir.ʼ Materyalist (moleküler) allah genler de 16-17. yüzyıldan beri yaratıcı, üretici, reorganize edicilik ileri ve zengin insanlarda, maşallah, çok.
    Eğer şakayı bir tarafa bırkır, sizler gibi alt yapı ruhani dünyadan üst yapı materyal dünyaya zıplarsam, istediğiniz zenginliğe varmanın bazı bilimsel yolları var gibi.
    Önce ʻGaz en Méditerannée: Erdogan montre les muscles (La Figaro, 14 mai 2019). Bırakın Erdoğanʼın eski ruhanilikle deniz altında ruhani gaza konma yollarını aranmaya.
    Bilimsel bilgilerimi kullanırsam:
    1. Deniz üstü dalga dolu. Dalga materyal değil,enerji. Enerji de madde. O halde fakirlere dalga toplatıp maddeye çevirmek.
    2. Vakum da enerji ve hatta ʻatom altı parçacıklarʼ dolu. Bu sitede boş konuşma çok. Bulardaki enerjiler maddeye çevrilebilir. Hatta şu an Türkiyeʼde vakuum tedavileri yapmayı beceren yaratıcı iş adamı doktorlar var. Onlar öncü olabilirler.
    3. Eski ruhani ruhanilikle yeni materyalist ruhanilik nihayet aynı amaçlara hizmet ettiklerine uyanıp evlendiler: Evren hiçten (vakuumdan, boştan) fırlamış. Salt bu sitedeki, hiçlik bile yeni bir evren veya en azından 3-5 yeni gezegen yaratır, üretir ve reoganize ederek yaşanır hale sokulabilir.
    4. Bu sitedeki benim gibi alt yapı ruhaniler, üst yapı maddelerini ʻkahrolsun kapitalizm, yaşasın emekçilerʼ, ʻkahrolsun Erdoğan, yaşasın Islahettin Temiztaşʼ gibi isabetli ve etkili sloganlarla bilinçlendirirsek zenginlite ʻsky is the limitʼ olur.
    Bu son kalemi çok sevdiğim bir arkadaşım şahane canlandırdı:
    ʻʻFrom our standpoint, nothing changes. We will become yet richer. We will continue buying through Amazon and search and connect with other spiritual beings by facebook, twitter, google, apple. We will have all the time to be even more creative. The trivia will all be done for us.
    But what exactly is this spirituality of our times? D. H. Lawrence captured it brilliantly:
    ʻʻThe great spirituality of our age means that we are all physically repulsive to one another. The great advance in refinement of feeling and squeamish fastidiousness means that we hate the physical existence of anybody and everybody, even ourselves. The amazing move into abstraction on the part of the whole of humanity – the film, the radio, the gramophone – means that we loathe the physical element in our amusements, we don’t want the physical contact, we want to get away from it. We don’t want to look at flesh and blood people–we want to watch their shadows on a screen. We don’t want to hear their actual voices: only transmitted through a machine. We must get away from the physical.ˮ
    Dünyada en büyük aptallik başkalarına akıl vermek, ama size tavsiyem kelimelerin ve simgeledikleri kavramların tarihi olduğunu unutmamak, bağlamını ve bağdaştırıldığı şaşaalığı hesaba almak. Aksi halde ayaklarımıza zincir oluyorlar.

  16. Her zamanki gibi otoyolda ters yöne tam gaz giden deli zırvalamalarına da son sürat devam ediyor.

    Kaale almayın.

  17. Çok doğru bir yazı, tamamıyla katılıyorum. Ancak ekonomi ayağı eksik mi acaba?. Yaşanılan kriz, sermayenin yükselişi ve son dönem düşüşü…

  18. Evet, bence de eksik işin o tarafı.

  19. Tıp Bilim Adamları & Siyasi Bilimler Adamları
    Tıp bilim adamları, mesleklerinin ve kendilerinin işe yaradığını kendi kendilerine ve halka inandırmak için bir hastalığa, örneğin başağrısına çare bulamayanıca, yardım etmek istedikleri hastaların anlamını bilmedikleri sayısız Grec ve Latince isimli başağrısı bulurlar.
    Siyasi bilimler adamı Gün Zileli de allahı şaşmış halka yardımcı olmak için benzeri yola başvurmuş. Halkın ne anlama bile geldiğini bilmeyecekleri yabancı dilden kelimelerle süslü püslü allah şaşıranların sayısını çoğaltmış.
    1.otoriter parti – devlet rejimi,
    2. hoşgören Temiztaş – parti devlet rejimi,
    3. icabında otoriter icabında hoşgören parti – devlet rejimi,
    4. hem otoriter hem hoşgören – parti devlet rejimi,
    5. ne otoriter ne hoşgören – parti devlet rejimi,
    6. başlangıçta hoşgören sonra otoriter- parti devlet rejimi,
    7. önce otoriter seçim yaklaşınca/insan hakları baskısı artınca hoşgören – parti devlet rejimi,
    8. partiyi tutanları hoşgören tutmayanlara otoriter – parti devlet rejimi,
    Gördüğünüz gibi liste sonsuza dek uzar. Ne insan başağrısına çare bulunur ne de toplum başağrısı rejimlerden kurtulmaya ama yüksek beyinli tıp bilimler adamlarına ve büyük beyinli siyasi bilimler adamlarına beyin emzikleri emme fırsatları çoğaldıkça çoğalır.

  20. beni hedef almasa gerçekten yayınlamazdım bu espri yoksunu satırları.

  21. The tragedy of Julius Caesar (and Recep Tayyip Erdoğan)

    https://www.youtube.com/watch?v=U0Kbp8eFyIY

    “…He could use the Senate to influence the Senate…to create the Senate. He had such a knowledge of the Senate, he could even keep the Senate he cared about, from dying…

    …He became so powerful, that the only thing he was afraid of was, losing his Senate, which eventually, of course, he did. Unfortunately, he taught his Senate everything he knew, then his Senate killed him in his Senate.

    Ironic. He could save others from the Senate…but not himself…”

  22. Anarşizm hakkında yazılmış çok güzel bir kitabın kapağı:
    Duvar yazısı ʻʻspread anarchy!ˮ karalanmış ve altına ʻʻdon’t tell me what to do!!ˮ yazılmış.
    Bu orta sınıf hafta sonu maaşlı, meslekli, okuryazar, yüksek zeka sahibi, analşitler sitesinde ʻʻ15 10 okumamıştır umarımˮ ahlak polisi televizyon önünde uyuklayan analşitliğe heveslenmiş pısırıkları uyarmış: ʻʻKaale almayın!ˮ
    Analşitlerle Murkystler el ele, kol kola, hepsi BİR ve TEK ağızla özenle seçilmiş solcu devrimci sloganlar atıyorlar:
    ʻʻotoriter ama farklı otoriter! ˮ, ʻʻparti ama farklı parti! ˮ, ʻʻrejim ama farklı rejim!ˮ, ʻʻdevlet ama seçimle seçilen farklı devlet! ˮ, ʻʻkahrolsun kendini seçenlere kemik atan Erdoğan, yaşasın herkese kemik atacak Temiztaş!ˮ, ʻʻkahrolsun Erdoğanʼın polisi, yaşasın bizim polis ʻ15 10 okumamıştır umarımʼ ˮ
    Bu zavallı kuklaların ʻdüşmanlarınıʼ tıpa tıp taklitçiliği ne kadar iğrenç!!. ʻDeliʼ, bunlara seçimle başlarına geçeceklerin kendi gibilere atacakları kemiklerin nereden geleceğini hasıraltı ettiklerini, hatta dolandırıcı kim olursa olsun, tarih boyunca apaçık olan geçim sorunun ilk tahlilde geldiğini laklaklarla kapattıklarını hatırlattı. Sonuç? Çevik maymunlar, bu hatırlatmada hemen laklakların devam etme fırsatı bulurlar:
    ʻʻ16 Anonim 19 Mayıs 19 / 12pm
    Çok doğru bir yazı, tamamıyla katılıyorum. Ancak ekonomi ayağı eksik mi acaba?. Yaşanılan kriz, sermayenin yükselişi ve son dönem düşüşü…
    Gün Zileli Mayıs 19th, 2019 at 18:16
    Evet, bence de eksik işin o tarafıˮ
    Günaydın Gün Zilleli! Klonlarının ʻdeliʼ adını taktıkları kaç defa senin ve klonlarının geçim sorusunu seçim sorusu kalem çabukluğuna getirdiğinizi yazdı. ʻʻDostlar alış-verişte görsünˮ, ʻʻThe Show Must Go on!ˮ, ʻʻYaşasın Temiztaşʼʼ sloganlarınıza devam ettin. Utanma kalmayınca her şey mümkün!
    Utanmama dünyasal bir boyut kazandı ama neden?
    Çok daha geniş boyutlu tarih bağlamı açısından bakıldığında, modernler, tarihin en katı, en şiddetli, en yaygın ve gittikçe artan bir taarruzu altında yaşamaktalar. İnsan, dünya yalnızlar kalabalığına üssel dahil edildiği oranda değersizliğini hissedip çareler aramakta. Dünya insanları her an, hep birlikte becerenler ve hep birlikte seyreden hilkat garibeleri, yalnızlar kalabalığı olmuş. Çok büyük bir çoğunluk geleneksel yaşam tarzlarıyla işi idare ediyorlar. Çok küçük bir azınlık, çevik maymunlar, işi becerenler, hoplayıp zıplayarak hem diğerlerinin ağızlarını sulandırıyorlar hem de alçaklıklarının farkına varmaktansa başkalarının alçaklıklarıyla kafayı buluyorlar. ʻ16 Anonimʼ ve Gün Zileli, iki çok büyük beyinli Türk alimler, bilimsellik, ciddilik, bilgisellik, inceleyicilik, eleştirilicilik 19. yüz yıl havalarına göbek atıyor, hoplayıp zıplayan azınlığı iğrenç bulacaklarına taklit ederek onlar gibi olmak istiyorlar.
    Tarih başlayalı, son 7 bin yıl, bu iki bodur Türk rahip ve taklit ettikleri dev rahipler, hizmet ettikleri bir avuç saray sakini efendilerinin dertlerine buldukları ʻʻGökyüzünde düzen var, Yeryüzünde yok!ˮ deva ilahilerini çekip, sema ayinleri yapıyorlar. Dervişler gibi sonsuz güç kaynağı allahlarına kavuşmak, allahlarıyla BİR olmak için dönüp duruyorlar.
    Bu sitede asıl güç kaynağı Bilimʼe tapan çok, ama ne olduğunu bilen hiç yok. Onun için bundan sonraki alayımı, dalga geçmemi anlayacak tek bir kişi bile çıkmaz.
    17. yüzyılda bodur rahiplerin kıçlarından çıkamadıklarından biri, bir Bilim dini dev rahip, mavi gözlü sarışın Newton, gökyüzünü yeryüzüne indiren Rönesansʼtan aldığı ilhamla, gökyüzünü yere indirdi ama düzeni indirmeyi omuzlarına çıkacak diğer mavi gözlü sarışınlara bıraktı.
    Ne var ki, pek beklenmeyen bir durum ortaya çıktı. Silik ve ölü ruhlu emlakçı hödük Newtonʼun ʻʻmatter, space, timeʼʼ soyut salaklıkları doğal olarak ʻʻMal kaça?, Mal nerede?, Alış-Satış Ne zamanˮ somulaştı. Diğer bir silik ruhlu dev rahibin deyişiyle ʻʻdünyayı anlamaktan dünyayı değiştirmeye geçildiʼʼ Omuzuna çıkanlar Newtonʼdan da yavan, baharatsız salt işlevsel yemek gibi tatsız tuzsuz yaltakçı süt inekleri olduklarından, dünyayı boka çevirdiler ve bu defa da tekrar gökyüzüne çıkmaya çalışıyorlar.
    Bu iki Türk, Kürt, Alevi, Zaza, Kadın, Hayvan, çocuk, Ermeni ve diğer azınlıklar adına konuşan Sağ/Sol devrimci, Marksist, Anarşist büyük beyinli minnacık laik imamlar, büyük bir coşkunluk içinde, hoplayıp zıplayarak, hayran olduklarını taklit ederek, dönen dervişler gibi, yukarıdan aldıklarını aşağıdıkilere aktararak boşalmaktalar. Fakın içindekiler var, fakın dışında saray sakini Erdoğanlar ve gözü sarayda medya cambazı soytarı Temiztaşlar var. Birde son 5-6 yüzyıl üssel artan orta sınıflı, büyük beyinli dev ve cüce, ruhani ve laik dalkavuklar çıktı. Bunlar iki bodur Türk alimlari gibi fakın nelerden ve nasıl yapıldığını anlatarak saraya kapak atanlar veya saray içinde olmanın rüyalarıyla yaşayanlar.

  23. yine de bir gün iyileşir diye bir umudum var.

  24. Trajedi büyük ölçüde evrensel, espri büyük ölçüde kültürel ve kişiseldir. Büyük Devrimler, Bolşevikler, 19. yüz yıl ilerici ve fabrikalarla insanları bolluğa kavuşturma fikirleri ve şimdi de dandik anarşistlik, Erdoğan, Temiztaş ve yerel dedikodular dışında sıfır bilgin olduğu fazlasıyla belli. Espriyi o yüzden anlamamışsın. Üstelik bu espri değişik boyutlu.
    1. Mantıkta ünlü bir kavram. Anlatsam seni aşar, kafan daha da karışır.
    2. Sıradan ve seçim ile sol devrime çağırma dışı yararsız ʻʻpopülerˮ ayak takıımları arasında dolaşan ʻAnlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.ʼ ve benzeri binlerce deyişler, fıkralar, efsaneler, atasözleri ikinci boyutu.
    Çok sevdiğimi bir tane: Televizyon ve medyada senin gibi Youtubeʼda milyarlarca daha güzel ve hem de yarı çıplak kızları göre göre büyümüş medya artisti Temiztaş saraya kapak attıktan sonra Leylaʼyı görmüş. ʻʻYahu, sen öyle Mejnunʼun deli olacağı kadar güzel bir şey değilmişsin.ˮ demiş. Leyla da ʻʻsende Mejnunʼun gözleri yok, ondan.ˮ cevabını vermiş.
    3. ʻThe Gods Must Be Crazyʼ filminde bir coca cola şişesi binlerce işlerde kullanılır, her kullanış değişik adla siz orta sınıf ince ruhlu insanlara marketlerde satılır; köylüler arasında bazı ev eşyaları birleştirme ile sayısız yararlı işlerde kullanılır ama siz ince ruhlu orta sınıflılar arasında modüler mobilya olaraka satılır ve alınır; kral, imparator, monark, emir, sultan, şah, han, padişah, başkan siz siyasi bilim adam ve karıları arasında makaleler yazma fırsatı sağlar.
    Çok sevdiğim bir tane : Bir rahibe dondurma yemek istemiş. Hâlâ sizler gibi ilerlememiş zavallı anlatır. Yahu bana kırk soru sordular, hangi undan yapılmış külahta, hangi biçimde külahta, hangi meyveyle yapılmış dondurma, hangi hayvanının sütüyle dondurma, hayvan sütlü mü, hangi hayvan sütlü keçi, koyun, inek, bufalo yoksa vejetaryen Hindistan cevizi sütlü mü …
    Bunlar beni tiksindirir siz orta sınıflılara arkadan içine atladığınız medeniyet trenindeki ilerleme, kişi özgürlüğü, hayvan sevgisi, insanın özel damaklarına saygı falan filan çağrışımı yapar.
    Bir ihtimal daha var. Yazılarınızda çok kasıldığınız, kendinizi çok ciddiye aldığınız için espri ruhunuz yok gibi. İşin tuhaf tarafı bu sitede havacıva dolu yazılar ve kesilip yapıştırılanlar çok daha okul kitapları, konferans salonu ve televizyon konuşmalarına benziyor. Benim için sonsuz eğlence dolu. Alay edilecek ve gülünecek sayısız havacıvalar var, seçme çok zor.

  25. Sınıflı toplumların şekilleniş sürecinde önce başkanlık / şeflik / reislik / liderlik = siyaset = devlet vardı, ardından zenginlik / tüccarlık / para / sermayedarlık / kapitalistlik = ekonomi = sömürü geldi.

    İnsanları sömürü düzenine boyun eğdirecek bir liderlik olmadan hiçbir ekonomik düzen yürümez.

  26. burası kliniğe döndü.

  27. Şirketokrasi neden Devletokrasi’nin çocuğudur?

    Çünkü önce Şefokrasi vardı, Tüccarokrasi ondan sonra geldi.

    Ebu Talib Haşimilerin şefi olması sayesinde tüccar olabildi.

    Ebu Süfyan Emevilerin şefi olması sayesinde tüccar olabildi.

    Muhammed ve Muaviye ise “babalarının oğulları” olmaları sayesinde bu tüccarlığı daha da ileriye taşıyabildiler.

    Tıpkı “Ata’sının torunu” ve “Baba’sının oğlu” olan, yani Kemal Paşa ve Süleyman Baba’nın mirasçısı olan “Reis” gibi.

    Haşimi tüccarlar ile Emevi tüccarların bu ticaretten daha çok pay alma anlaşmazlıkları ise özünde CHP’li tüccarlarla DP’den AKP’ye kadar olan tüccarların paylaşım kavgalarından farklı değildir.

  28. Abdülhamit’in Meclis darbesi

    Emre Kongar
    21 Mayıs 2019

    2019 yılı 19 Mayıs kutlamalarında Abdülhamit’in adının tarihsel kahramanlar ve Atatürk’le birlikte anılması, iktidarın sahte bir tarih yazma/yaratma çabalarının sonucuydu.
    Bu davranış başta tarihçiler olmak üzere kamuoyunu çok tedirgin etti.
    Çünkü Abdülhamit:
    1) “Düyunu Umumiye İdaresi” ile İmparatorluğun batışını ilan eden…
    2) Meşrutiyetçi Mithat Paşa ve arkadaşlarına verdiği sözden dönen…
    3) Meclis’e karşı ilk darbeyi yapan…
    4) Tahtını borçlu olduğu Mithat Paşa’yı katleden…
    5) İmparatorluğun tarihteki en büyük toprak kayıplarına yol açan…
    Despot bir Padişahtı.

    ***

    İktidarın kahramanlar arasında adını sayarak Atatürk üzerinden yüceltmeye çalıştığı II. Abdülhamit Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını ilan eden Padişahtır:
    İmparatorluk kesin olarak 1881 yılında Abdülhamit’in ilan ettiği “Düyunu Umumiye”nin kurulmasıyla batmıştır.
    Osmanlı, “Genel Borçlar İdaresi” aracılığıyla yabancıların vergi gelirlerine el koymasıyla 1881’de yıkılmış, Batılı ülkeler tarafından paylaşılamadığı için, Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar, suni teneffüsle yaşatılmıştır. (Ayrıntılı bilgi için bknz: Emre Kongar, “Tarihimizle Yüzleşmek”, 98. Basım, İstanbul, Remzi Kitabevi, ss. 73-75)

    ***

    Abdülhamit, Meşrutiyet ilan edeceğine söz vererek tahta çıktı.
    Tahta çıktıktan sonra sözünden döndü ve 1876’da kurulan Parlamento’yu, Rus savaşını bahane ederek 1878’de tatil etti ve böylece bir sivil darbe yaptı.

    ***

    Meşrutiyet’in kurucusu Mithat Paşa’yı da Taif’e sürdü ve orada boğdurarak katletti.

    ***

    Abdülhamit döneminde Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en büyük toprak kayıplarını yaşadı; Balkanları, Kuzey Afrika’yı, Mısır’ı, Girit’i ve Kıbrıs’ı yitirdi.
    Kıbrıs’ı 1878’de İngiltere’ye bıraktı.
    Fransa’nın 1881’de Tunus’u işgalini kabul etti.
    1881’de Teselya ve Narda’yı Yunanistan’a verdi. 1897 Savaşı’nda Teselya geri alındı, fakat büyük devletlerin baskısıyla yeniden Yunanistan’a bırakıldı.
    İngiltere, 1882’de Mısır’ı işgal ettiğinde boyun eğdi.
    1878 Berlin Antlaşması’yla Batum, Ardahan, Kars, Oltu, Kağızman Ruslara, Kotur kazası ve civarı İran’a bırakıldı.
    Aynı Antlaşmayla Bosna Hersek Avusturya’ya verildi.
    Bulgaristan önce özerk, sonra bağımsız oldu.
    Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsız oldu.
    Girit fiilen Yunanistan’a geçti.
    Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğu II. Abdülhamit döneminde toplam 1 milyon 600 bin kilometrekare kadar toprak kaybetti.

    ***

    Abdülhamit’in yüceltilmesi: Bir devletin mali batışını ilan etmenin, verilen sözden dönmenin, Meclis’e karşı darbe yapmanın, rakiplerini katletmenin ve Osmanlı’nın en büyük toprak kaybının, sadece aklanması değil, övülmesi anlamına da geldiği için yanlıştır.
    YAŞASIN PARLAMENTER DEMOKRASİ…
    YAŞASIN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ…
    KAHROLSUN DARBECİLER!

    http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1402629/Abdulhamit_in_Meclis_darbesi.html

  29. “Sen uluslar ve insanlar açısından düşünen yaşlı bir adamsın. Ruslar yok. Ulus diye bir şey yok. İnsan diye bir şey yok… Sadece birbirinin içine girmiş, etkileşim halinde, çokuluslu bir para sistemi var… Bugün varolan şeylerin atomik veya galaktik yapısı işte bu. Sen 57 ekran televizyonunun başına geç ve Amerika diye, demokrasi diye ağla… Amerika diye bir şey yok, demokrasi diye bir şey yok. Sadece IBM, ITT, AT&T, DuPont, Dow and Union Carbide ve Exxon var. Bugün dünyadaki uluslar bunlar.”

  30. ʻHedef var Espri yokʼ yazımın ilk paragrafındaki cahilliğini kendin ʻDiktatörlerin Yapmayacakları Şey Yoktur…ʼ yazında itiraf ettin. Yine unutmuşsun. Galiba yaşlanma alçak kapitalistlerin ve alçak materyalist marksist-anarşislerin beyin yıkamaları değilmiş.
    Geri kalanların hepsi dürüst, değerli ve bilgili akıl hastası düşünürlerden alıntılar. Cahilliğinden dolayı benden sanmışsın. Doğru ki hiç biri senin gibi aldatılmışlığı sermayeye çevirecek kadar akıllı değil. Bir anketle o düşünürleri ve seni tanıyanlar sayısını tespit etmek istedim. Tabii, anket ne dev kültürlü Kürtçe ne de aldadıtılarak Müslümanlığa geri dönmüş Erdoğancıların dili Türkçe idi. Dev kültürlü Kürtlerin ve Türklerin ışık hızıyla kendi dillerini çöpe atıp sarılacakları İngilizce idi.
    [Sorum: Erdoğancı Türkler de senin gibi aldatılmışlığı yararlarına kullanmadılar mı ? Neden onlara karşı cephe alıyorsun?]
    Cevap verenlerin %100ʼü değerli düşünürleri tanıdılar; aynı %100 ʻwho in the hell is Gün Zileli?ʼ diye sordu.
    Cahilliğin sınırsız. Modaya katılmayı çok seversin, hemen, şimdi ʻʻIgnares Sans Frontières (ISF)ˮ örgütüne katıl! Uluslararasıcılığı muradına da ermiş olursun.

  31. Akıllı, uslu, evcil, solcu devrimci, ırkçı, yaltakçı, marksist, anarşist dünyaya düzen verme heveslileri faşist ruhlu sosyal mühendisler, kendilerinin kasılmaları ve cahillikleriyle uzun uzun alay edenin ʻDELİʼ olduğuna oybirliğiyle karar vermişler.
    El ele, Kol kolaʼ başlıklı sayfada ʻ56 Ahlaki Vaazcılıklarʼı yazan arkadaş, Necip adlı bir sağcı anarşistin de aynı solcu devrimciler gibi aynı karara vardığını hatırlatıp Necip ile alay etmiş.
    Eğer site solcu/sağcı devrimcilerin çoktan beri salt kelimelerden oluşan dünyada yaşadıklarını hesaba alırsam Necip ʻdeliʼ değil, ʻAkli dengeleri yerinde olanlar ile olmayanların arasındaki temel fark nedir?ʼ yazısında ʻakli dengesi olmayanʼ demiş.
    Ama Necip, tıpkı şimdiki silik ruhlu solcu devrimci orta sınıfların selefleri burjuvalar gibi, inancına ve adının manasına sadık kaldı. Deliye karşı kendi fikirlerini uzun uzun savundu. Profesörlük havasına bürünüp asal sayılar, algoritma, trigonometri, kapitalizmin doğuşu, iktidar ananın iktidarı doğurması, simülasyon, Muhammedʼin mağarada evren sırrına ermesi gibi Necipʼin gurusunun da Uzay Denklemleriyle evren sırrına eriştiğini, falan filan gibi kendi beynini kamaştıranları sayarak göz dağı vermek istedi ama sonunda solcu devrimcilerden sonsuz daha dürüst çıktı. Kara cahilliğini hem kabul edip hem de etmeyici küçük düşürme ʻʻsen kütüphane memuru olmuşsunˮ lafıyla ortadan toz oldu. Necipʼin diğer bir meziyeti istikralı olmasında. ʻʻHerkes birbirine karşı, allah da herkese karşıˮ kapitalizmini, iki yüzlü solcu devrimciler gibi inandıkları halde, süslü püslü marksist, sosyalist, anarşist ambalajlara sarıp muhabbet tellallığı yapmak için saklamadı.

  32. Kendi çalıp kendi oynamak aslında deli olmak anlamına gelmez.

    Sonuçta bir insanın yalnızken kendi çalmasından, kendi oynamasından, kendi dinlemesinden, kendi izlemesinden, kendi okumasından, kendi başına duygu ve düşüncelere dalmasından daha doğal ne olabilir ki?

    Ne var ki, kendi çalıp kendi oynayan bir kişi bunu bir fikir tartışmasında yapıyorsa durum biraz farklıdır.

  33. Birilerine “sözde karşı olduğunuz medeni hayatı değiştirmek ve ilkel hayatı tekrar tüm dünyaya egemen kılmak adına – önüne gelene nefret kusmak dışında – ne yapıyorsunuz?” diye sorulamaz mı?

    Çünkü burada ve başka yerlerde olan birçok insan en azından bir şeyler yapmayı deniyor. Gezi, Sarı Yelekliler ve Arap Baharı denilenler gibi bazı eylemlere katılmak veya en azından otoriter iktidarlara karşı muhalif bloka oy vermek – ve bazen bu sayede mevcut iktidarları epey zorlayabilmek – gibi.

    Aslında sorunun yanıtı apaçık ortada olduğu için sormaya da gerek yoktur.

    Ayrıca, sağırlara soru sormak, veya körlere gerçekleri göstermek, veya akıllarını kullanmayanlara zorla akıl sokmaya çalışmak beyhude çabalardır.

  34. IBM, ITT, AT&T, DuPont, Dow and Union Carbide, Exxon
    +
    BBC, NBC, CNN, CNNTurk, NTV, TRT, NYTimes, Hürriyet, Al-Jazeera
    +
    Pentagon, FBI, CIA, MI5, MI6, Mossad, TSK, MİT, Al-Mukhabarat
    +
    White House, Buckingham Palace, Palais de l’Élysée, Ak Saray
    +
    Vatikan, Kudüs, Mekke, Medine, Ankara tapınakları
    =
    Kapitalizm

    Öyleyse:

    Adı geçenlerin ortadan kaldırılması
    =
    Toplumsal Devrim

  35. “YSK, İstanbul seçimlerinin iptaline ilişkin 200 sayfadan fazla uzunluktaki gerekçeli kararını açıkladı. “Çok para haramsız, çok laf yalansız olmaz” diye bir söz vardır. Nitekim gerekçeli karara bakıldığında gerekçeler çok olduğu için değil ortada bir gerekçe olmadığı için sayfa kalabalığı yaratıldığı görülüyor.”

    YSK’nın gerekçesiz kararı

    https://gercekgazetesi.net/karsi-manset/ysknin-gerekcesiz-karari

    Wahsi, medeniyetin iptaline ilişkin 200 sayfadan fazla uzunluktaki gerekçeli kararını açıkladı. “Çok para haramsız, çok laf yalansız olmaz” diye bir söz vardır. Nitekim gerekçeli karara bakıldığında gerekçeler çok olduğu için değil ortada bir gerekçe olmadığı için sayfa kalabalığı yaratıldığı görülüyor.

    Wahsi’nin gerekçesiz kararı

  36. sofist

    [ TDK, Felsefe ve Gramer Terimleri, 1942]
    bilgicilik, sofizm = Safsata

    ~ Fr sophiste laf ebesi, zekice fakat yanlış söz söyleyen, safsatacı ~ Lat sophista a.a. ~ EYun sophistḗs σοφιστής 1. usta, uzman, 2. mantık ve belagat hocası, 3. laf ebesi, safsatacı < EYun sophízō σοφίζω becerikli olmak, sanatkâr olmak +ist° < EYun sophós σοφός akıllı, bilge

    Not: MÖ 4. yy Atina'da "mantık ve retorik hocası" anlamına gelen sözcük, Sokrates ve öğrencisi Platon'un şiddetli eleştirisi sayesinde olumsuz anlam kazanmıştır.

    Benzer sözcükler: sofistik, sofizm

  37. safsata

    Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler)
    [Meninski, Thesaurus, 1680]
    sefsatat-i bātılü’l-medlūl [anlamdan yoksun boş söz]

    Köken
    Arapça sfṣṭ kökünden gelen safṣaṭa(t) سفصطة “laf ebeliği, sofistlik” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Eski Yunanca aynı anlama gelen sophistía σοφιστία sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca sophistḗs σοφιστής “sofist, laf ebesi” sözcüğünden +ia ekiyle türetilmiştir.

    Daha fazla bilgi için sofist maddesine bakınız.

  38. Globalist, sivil toplumcu, postmodernist “anarko-solcu” zileli, çözüm (açılım) sürecini ve demirtaşın türkiye tarihindeki en büyük ayaklanma olan gezide darbeyi görmesini, gezi sürecinde kürt illerinde sembolik ve göstermelik 100 kişilik basın açıklaması dışında hiçbir şey yapılmadığını, yandaş medyada hdplilerin kadrolu konuk olduklarını tamamen “unutmuş”.

  39. “Bizans-Osmanlı’nın doğrudan devamı, kökeni ta Sümer ve Babil’e kadar giden, halkın Nemrut ve Firavun imgelerinde sembolleştirdiği, İbrahim ve Musa gibi peygamber sembolleriyle keyfiliğine karşı durduğu, artı ürüne “ekonomi dışı zorla” el koyan egemen ve her türlü demokrasinin düşmanı Devlet Kastının (“Sünuf-u Devlet”) bugünkü konumunun, çıkarlarının ve ideolojisinin savunucusu Oda TV’nin ve Sözcü’nın Soner Yalçın’ı, Politik İslam’ın ve Erdoğan’ın Atatürk karşısında Osmanlı tarihine sahip çıkışları ve onu yeniden yazmalarının tarihi ve olguları nasıl tahrif ettiğini göstermek için “Rum mu dediniz?” diye bir yazı yazmış. Yazının tam metni de Sözcü’de yer alıyormuş.
    Ahval de ırkçı ve uydurma bir Türklükle tanımlanmış bu günkü ulus anlayışına karşı bir örnek olarak bu yazıdan kısa bir özeti aktarmış. (“’Yavuz Sultan Selim’e göre Türk ‘eşek’, Vahdettin’e göre, ‘soyu sopu belirsiz cahiller sürüsü”)
    Soner Yalçın’ın yazısı aslında tarihte Türk diye bir ulus olmadığının ve onun Osmanlı devlet kastı tarafından egemenliğini ve çıkarlarını korumak için yaratıldığının tipik kanıtlarıyla dolu.

    Geçen hafta, “Ulus ve ulusçuluk nedir? Marksizm niçin ulusun ve ulusçuların ne olduğunu açıklayamamıştır” başlıklı bir sunum yapmış ve konunun ele alınışındaki temel metodolojik yanlışları ele almaya çalışmıştık. Bu bağlamda ulus ve ulusçuluk konusundaki tanımların özünde birer “kendine gönderme” (Bir tür antinomi, mantık çelişkisi) olduğuna dikkati çekmiştik. Yine o sunumda, ulus ve ulusçuluk teorilerinde 1983 yılında İngiltere’de yaşanan “Kopernik Devrimi”nin özünde uluslar ve ulusçular ilişkisini tersine çevirmek olarak özetlenebileceğini dile getirmiştik
    Yani bütün uluslar ulusçular tarafından yaratılırlar. Uluslar olduğu için ulusçular değil, ulusçular olduğu için uluslar vardır.
    Ama dile, dine dayanan ulusları yaratan ulusçular, uluslar olduğu için ulusçular olduğunu, kendilerinin o ezilmiş, unutulmuş ulusu yeniden canlandırdıklarını iddia ederler.
    İşte Soner Yalçın’ın yazısı, bugünün ölçüleriyle “politik korrekt” olmayan, “şecaat arzederken merdi kıpti sirkatin söyler” (Mert Çingene kendini överken hırsızlıklarını anlatır) sözünde veciz biçimde ifade edildiği gibi, hem bu sirkatin söylemenin tipik bir örneği, hem de bunun örneklerini içeriyor.
    Bu vesileyle biz de çok bilinen, ama üzerine hiç düşünülmemiş bir örnek sunalım. Yakup Kadri’nin Yaban romanından alınma aşağıdaki satırlar:
    “Bekir Çavuş:
    – Biliyorum beyim sen de onlardansın emme.
    – Onlar kim?
    – Aha, Kemal Paşa’dan yana olanlar …
    – İnsan Türk olur da, nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?
    – Biz Türk değiliz ki, beyim.
    – Ya nesiniz?
    – Biz İslamız, elhamdülillah … O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar.
    Bekir Çavuş’la artık daha ziyade konuşmağa mecalim yok. Asılmış bir adam gibi başım göğsüme düşüyor. Bunalıp kalıyorum.
    Eğer, bize zafer nasip olsa bile kurtaracağımız şey, yalnız bu ıssız toprakla, bu yalçın tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Agalar, bu Zeynep Kadınlar, bu İsmailler, bu Süleymanlarla yeni baştan yapmak gerekecektir.”
    Bu satırlar “uydurma” değildir, gerçeğin özünü veren tipik bir durumun anlatımıdır.
    (Yukarıdaki alıntıda klasik ulusçuluk teorilerinin aklını kaçırmasına yol açacak şöyle bir “ayrıntı” da var. Türkçe konuşan köylüler, Haymana’da yaşayanlara, yani iç Anadolu Kürtlerine, “Türk” diyorlar. Yani Türk halk aasında bile bir ulusu ya da kavmin adı değil (Yani gramatik olarak bir isim değil), bir aşağılama ve hakaret sıfatı, (Yani gramatik olarak bir sıfat.)
    Yukarıdaki satırlar aslında ulusların ulusçular tarafından, Türkiye’de Türklüğün de, özellikle hem yazarı (Y. Kadri) hem de roman kahramanının da dahil olduğu, Osmanlı devlet sınıfları tarafından yaratıldığının tipik itirafıdır.
    Bizim için bu konular bir yenilik oluşturmuyor.
    *
    Yeni gibi olan, bu devlet sınıflarının başka türden, kültürel bir Türk ulusçuluğuna dair yoklamalar yapmaları.
    Aslında bu Osmanlı yadigarı egemen devlet sınıfları, egemenliklerini sürdürebilmek için şunu yapmaları gerektiğini seziyorlar.
    Bugünkü şizofrenik bir ulus oluşumuna yol açan Orta Asya’dan gelen Türkler uydurmasına dayanan, 19. Yüzyıl modeli, ırka ve kana dayalı Türk Tarihi ve ulusu yerine, Anadolu’nun Hristiyan ve yerli halkının yüzyıllar içinde kısmen gönüllü olarak, kısman zorla Müslümanlaşması, sonra da yüzyıllar içinde gönüllü veya zorla Müslümanlaşmış halktan da Türk ulusunun ortaya çıktığına dayanan bir kültürel Türk ulusçuluğuna ve tarih yazımına geçme eğilimleri hafiften de olsa görülüyor. Hatta Soner Yalçın’ın yazısı, böyle bir eğilimin iması gibi de okunabilir.
    Böyle bir kültürel Türk tarihi yazımı ve Türk ulusu yaratımı, devlet kastının egemenliğini en azından onlarca yıl sürdürmesini sağlayabilir. Birçok sorunu halledebilir. Örneğin, Ermeniler ve Rumlar, Ermenistan ve Yunanistan Orta Asya Türk uluslarının yerine kardeş uluslar ve devletler olabilir. Bu da dış politikada birçok sorunu bir çırpıda çözer.
    Hatta yine Ahval’deki Cengiz Aktar’ın “Pontos Soykırımının 100. yıl dönümü” başlıklı yazısı da bu eğilimin bir ifadesi olarak görülebilir.
    Ancak bu ulusçuluğun oluşumu ve böyle bir tarih yazımı bir ölüm saltosu atmayı da gerektirir. Çünkü o zorla veya gönüllü olarak yüzyıllar içinde Müslüman olmuş ahaliden Türk ulusu yaratılması, Hıristiyan olarak kalanların katli, sürülmesi ve onların mallarına el koyulması aracılığıyla ve Müslüman devlet kastının örgütlemesiyle ve Müslüman ahali bu suça ortak edilerek gerçekleştiğinden, bunun itirafı bir “ölüm saltosu” gerektirir.
    Egemen devlet kastı ise ancak yok olmanın eşiğine geldiğinde bu ölüm saltosunu atabilir. Bu kast ise yok olmanın eşiğine ancak bir demokratik devrimin eşiğinde gelebilir. Ne var ki, demokratik bir tarih yazılmadığından, bir demokratik program ve hareket de olmadığından bu en azından şimdilik olasılık dışı.
    Bu yönde neredeyse tem girişim ve yazın bizim yazılarımızda var. Ama o da bilinmez ve yankısız kalıyor ve muhtemelen daha yıllarca da kalacak.
    Bu nedenle Türkler ve aydınları içinde bu türden kültürel bir Türklüğe dayanak olacak eğilim henüz çok cılızdır. Ancak Taner Akçam gibileri bu noktaya yaklaşabilmektedirler.
    Şunu belirtelim ki, böyle bir ulusçuluk da, demokratik bir ulusçuluk olmaz gerici ama kültüre dayanan bir ulusçuluk olur.
    Bu demokratik olmayan niteliği nedeniyle devlet sınıflarının çıkarları ve egemenliğiyle pek çelişmez ve onun uzun vadeli çıkarlarının ve egemenliğinin aracı olabilir. Çünkü bugünün dünyasına daha uygun, esnek, kültürel bir Türk ulusçuluğu olur bu.
    Hatta böyle bir ulusçulukla, burjuvazinin ve devlet sınıflarının damağına layık emperyal hayaller bile beslenebilir. Örneğin bir “Dördüncü Roma” hayali kurulabilir. Böylece “Türkler” kültürel (ve hatta genetik olarak) kardeş oldukları Rum ve Ermenilerle (tabii Kafkas ve Balkan halklarıyla da) birleşmeyi savunup, sağlanacak refah ve esneklik ve ekonomik güçle, Ortadoğu ve Balkanlarda bir Dördüncü Roma hayali bile kurabilirler.
    Demokratik bir ulus ve ulusçuluk ise, ulusu bir dille, dinle, tarihle tanımlamaya karşı tanımlar. Buna bağlı olarak, Orta Asya ve ırka dayalı Türk tarihi yerine, Anadolu’da yaşayanlara ve kültüre dayalı başka bir Türk Tarihi yazmaz, Türklerin ve diğer ulusların hiçbir tarihi olmadığına, ulusların tarihinin olmadığına dair bir tarih yazar.
    Böyle demokratik bir ulusun okullarında ancak böyle, ulusların tarihi olmadığına dair bir tarih ve kozmopolit edebiyatı herkes kendi dilinde okur.
    Bugün okullarda okutulan gibi dile, dine dayanan veya ulusların tarihleri olan tarihler, fikir hürriyeti alanına kişilerin özel alanına girer. Yani isteyenler, vergilerle karşılanmamaları koşuluyla elbet, öyle tarihler de (ve edebiyatlar da) yazabilir ve yayınlayabilirler. Bu onların kişisel haklar ve özgürlükler alanına giren özel sorunu olur.
    *
    Ama her şey, entelektüel ortam ve tarih yazımı vs., buna henüz çok uzak. Bu nedenle henüz Türkiye’de demokrat yok. Henüz demokratik bir tarih yazılmış değil, bu nedenle demokratik bir ulus kurulamaz.
    En solcunun bile yazdığı Tarih (örneğin Erdoğan Aydın) Emin Oktay’ın tarihine, yani Orta Asya ve Türklükle tanımlanmış tarihe, örneğin bir Baba İshak’la falan, biraz kızıl boya sürmenin ötesine geçemiyor. Türklerin Müslüman oluşu üzerine kitaplar yazıyorlar. Türklerin Müslüman olmadığı ve olamayacağı; Türklerin Anadolu’nun Müslüman ahalisinden yaratıldığı onların her türlü tasavvurunun ötesinde kalıyor.
    Bu alanda en ileri gitmiş gibi görünen Öcalan bile, bir demokratik Tarih, yani ulusların tarihi olmadığına dair bir tarih yazmıyor, yazamıyor. Kürtlere demokratik unsurlarla doldurulmuş bir tarih yazıyor. Bu nedenle Kürt hareketi demokratik ve devrimci bir harekete dönüşemiyor.
    Böyle bir tarihin dayanacağı metodoloji ve unsurlar bizim yazılarımızda bol bol bulunabilir. Örnek olarak aşağıda 2000 yılında, yani 19 yıl önce yazdığımız “Türk nedir?” isimli yazıyı okuyucuya sunuyoruz. Yanlış hatırlamıyorsak Özgür Gündem’de yayınlanmıştı
    23 Mayıs 2019 Perşembe”

    Demir Küçükaydın / Türk Tarihi ve Türk Ulusu Üzerine: Türk Nedir?
    https://demirden-kapilar.blogspot.com/2019/05/turk-tarihi-ve-turk-ulusu-uzerine-turk.html

  40. Özür dilerim uzun, çok uzun.
    Kendi çalıp kendi oynamak güzel bir deyim ama tek bir yönden bakılmayınca sorunlar çıkabiliyor.
    Kendi çalıp kendi oynadığımın temelinin sonsuz kısa, sonsuz kuru bir özeti.
    Biyolojik değil sosyal anlamda kan ve akrabalığa dayanan toplum düzeninden siyasi düzene geçişle kozmosa hiyerarşik düzen verildi. Evren ʻBen ve Oʼ görüldü; önce akıl yürütmeyle canlı/cansız ayırımı, sonra canlı bitki ve hayvan/canlı insan ayırımı, daha sonra üstün insan/ alçak insan ayırımları yapıldı. ʻBenʼin tek ve eşsiz olmadığı, çok ʻbenʼli insan ve insanın hayvan ve hayvanın insana dönebileceği insan toplumları bulundu. Geçişten önceki toplumlarda bilgi neisilden nesle olduğu gibi; daha sonra sadece azınlıktan azınlığa aktarıldı, yani ʻenfermasyonʼ entropy bağı sadece medeniler için geçerli. Geçişe maddi imkanların kıtlığı neden olmadı. Artık ürün masalı bir peri masalı. Araştırmalar, Medeniyet ve çıkışıyla başlayan insan ve toplumların ne oldukları kavram ve kurguların evrensel olmadığını gösterdi.
    Bu bulgulara karşı çıkan ideolojiler var. En önde gelenler genetikçiler ve evrimsel psikoloji (evolutionary psychology). Sitede bana saldıranların cahilliklerini böyle biliyorum. Sitedekiler henüz bu bulgu ve karşı çıkanları bile bilmiyorlar. ʻ19. yüzyıl öncesi kötü, 19. yüzyıl iyi, sonrası daha iyi, ileride daha da iyi olacak!ʼ ilahileri çekip tüm dünyayı 19. yüzyıl gözlüğüyle görüyorlar.
    Dünyayı böyle korkunç basitleştiren görüşleri gördüğümde yukarıdak özette yazdıklarım hatırlatıyorum. Eğer bu, kendim çalıp kendim oynama ise ʻso be it!ʼ
    Yazdıklarımın hepsinin deyimdeki kalıba sığıp sığmadığını, hangilerinin sığdığını ve ispatını soracak kadar ne aptalım ne de işkenceci. Hakkında hiçbir bilgi olmadığım yerel haberler üzerine yapılan yorumlara asla katılmadım. Sınırlar tam belirli olmasa da bunlar dışına çıkıldığında ve yerel sorunları küflenmiş ve dayanılamayacak kadar pis kokan 19. yüzyılı evrensel tarih algılayan, kazananlar tarihi içinde kalan, ırkçı, Batı kapitalist-burjuva-marksist-anarşist dünya tunel görüşünü benimsemişleri okuyunca alay ettim. Bence en güzel analoji modernler arasında epidemik boyutu kazanmış metabolik bozukluklar. Kimyasal madde dolu yiyecek içeceği fazla kaçırma ve kirli çevre (yılda 7 milyon, günde 20 bin kişi). Hele kişi ʻ28 Anonim ʼ gibi polis ruhlu şantajcı ise, ki bunlar bu sitede saymakla bitmez, hemen aklıma sözde düşman olduğu düzenin en temel ilkelerinden biri aklıma geliyor: ʻʻoyunu oynar ama kıvırırsan, oynayanlardansın; oynamazsan kendin çalıp kendin oynuyorsun.ˮ ʻ28ʼ yazılarımla alay ettiklerime güzel bir misal. Bu iyi niyetli orta sınıflı, Rus ve Çin fiyaskoları karşısında Hayvanlar Çifliğiʼndeki Boxer gibi ama ʻdaha çok çalışırımʼ yerine ʻdaha çok gürültü ederimʼ der.
    Daha da zengin olmak için bütün canlı varlıkları yok edecek bir savaşa yaklaşılır, devletler ve hatta kıtalar (Çin ve Afrika misali) ekonomik baskı ile dize getirilir, 8-10 kişi dünya nüfusunun yarısında olan kadar para toplar, Amazon bok gibi bol mal tüketiciliği zirvesine erişmesiyle devasa zengin olur, Facebook aynı servete mal satışı reklamıyla kavuşur, tüketimin bile mutlu edemedikleri mutluluğu sosyal medyada arar, sosyal medyayı temin eden bilgisayar öncüsü IBMʼde ʻbusinessʼ kelimesinin olduğu hatırlanmaz, daha milyonlarca örnekler verilebilecek bir dünyada bu mal bolluğundan istifade etmeye çalışanları inceleme ve eleştirmeye karşı şantaj yapılır.
    ʻ28ʼ ve sitede benzerlerinin kelime-i şahadeti: ʻʻkendi çalıp, kendi oynadığımız tek allah; tarihte sayısız çok ayaklanmaları 19. yüzyılda zirvesine ulaşan ve komünist ülkelerin taklit ettiği, tarihte sadece ve sadece bir defa olmuş kapitalist-burjuva sosyal devrim deli gömleğine sokmaya çalışan dolandırıcı solcu devrimciler de peygamberlerimiz.ˮ
    İyi niyetli, enayi, kara cahil sosyal mühendisliğe hevesliler, kapitalist-burjuvaların, ʻeylemʼ ve ʻemekʼ laflarını tarih motorları yaptığından bile habersiz. İlahları mükemmel burjuva Marks’ın çok sevdiği ʻCehennem yolu iyi niyetlerle döşenmiştir.ʼ özdeyişini bile duymamışlar.
    İlerleme ve bolluğa erişme isteği, 17. yüzyılda, çok sevdiğim devrimciler tarafından halihazırda dile getirildi. Ancak ʻ28ʼ gibi cahiller ve şarlatan solcu devrimcilerin peşine düşenler, bu hislerin nerede ve nasıl saptırıldığını anlamaya çalışmaktansa ʻher şeyin iyisi de var kötüsü deʼ, ʻ her şey de hayır vardırʼ evrensel hakikatelerle huu huuu çekip duran hak yolu devri dolaşımcı dervişler olmayı tercih ederler. Zaten iş bölümünün hüküm sürdüğü ve iş yerinde kölelikten canları çıkanlardan fazlası da beklenmez.
    Başarılı olamayan bir isyanın sözcüsünden:
    Truth appears in light, falsehood rules in power; / To see these things to be is cause of grief each hour./ Knowledge, why didst thou come, to wound and not cure?
    O power, where art thou, that must mend things amiss? / Come, change the heart of man, and make him truth to kiss.
    İkincisi, sürekli kapitalist-burjuva düzeni taklit eden ucuz solcu devrimcilerin ʻeylemʼ ve ʻemekʼ ve ʻdisiplinʼ saplantıları ile ilgili. Durmadan ilerleyen dünya daha henüz tüketicilik zirvesine erişmemiş evveli zamanı içinde ve yine 17. yüzyılda bir olmuş masal. Hallerinden memnun olan fakirler, ʻ28ʼ gibi ʻeylemʼ ve ʻemekʼ ve ʻdisiplinʼ ile yükselen iyi niyetlilerin sinirlerini tırpaladı. Sarışın sarı yeleklilerin parlamentoda oturan ataları bu fakirleri de kendileri gibi çalışkan etmek için kiraların, yiyecek ve içeceklerinin fiyatlarının arttırılması kararına vardılar.
    Bak şu kendim çalıp kendim oynamama. Sözde solcular meğersem gerçekte burjuva atığıymış. Ama bence büyük bir fark var. Burjuvalar için eylemʼ ve ʻemekʼ ve ʻdisiplinʼ fazilet idi ve hatta eğer Max Weber haklıysa, öbür dünyada cennete varmanın emareleri idi. ʻ28ʼ ve benzerleri ise daha çok günah çıkaran burjuva halefi silik ruhlu orta sınıflı. Stalinlikten vazgeçip anarşist olmayla hem günahlarından kurtulan, hem de kandırılmasını anılara çevirerek yaygın itiraf edebiyatına katılan daimi solcu devrimci, daimi genç diğer bir kara cahil de öyle.
    Dahası da var.
    Aynı parlamento, vatandaşlarının Güney Amarikaʼda yerlileri kölelik ettirip ücretlerini bile yarıya indirdiklerini duyunca yerlileri de ʻ28ʼ ve sarı yelekliler gibi daha da çok çalışmaya teşvik için tam yetkili bir temsilci gönderir. Temsilci ücretleri 2 misline çıkarmayı teklif eder. ʻTembelʼ yerliler ücreti 2 misline çıkarmaktansa çalışma saatini yarıya indirmeyi isterler. Temsilci ezilen İrlandalı halkından. Kendi çalar kendi oynar: ʻBunu parlamentoya yazsam ya inanmazlar veya baskıyı arttırlarʼ der. Acır ve kitabına uydurur.
    Ben bu şantajcı polisin hayatı boyu saysa bitmez, medeniyet içi ve dışı, tarihte ve günümüzde örnekler veririm ama bu karalar karası, cahiller cahili, beyni nanoteknolojiyle temizlenmiş ʻ28ʼ gibiler, benzerlerine sığınarak aynı sazı çalar aynı göbeği atar, kendi çalar kendi oynar.
    Bence, bu sitedekilerin hemen hemen hepsi, 19. yüzyılı evrene yansıtan kapitalis-burjuva-Marksist- fabrika anarşistliği ideolojisinin tüm dünyaya yayılmasıyla sosyal mühendisliğe heveslenen, ideolojiyi yaşayanlara ideolojileri anlatanlar.
    Kendin çalıp kendin oynama bir kalıp.
    Her salak, her hengi bir kişi için kullanabilir. Bana saldıranların, bu ve benzeri kalıplarla cahilliklerini örtükleri bana çok apaçık. Ama yine de, kendi kendime sordum, yahu ʻ27 Anonim ʼ haklı olabilir mi? Cevabım defalarca evet! Hem de sayısız, bir tane daha katmakla bir şey değişmez.
    Kendi çalıp kendi oynamalar aslında sayısız ama salakların silahı olan mutlak görecelikle, cahillik imdadına yetişen kalıplarla yanıt vermeyeceğim, kendim çalıp kendim oynayacağım.
    I. Her gün 4-5 gazete, 2-3 ʻcanlıʼ radyo dinler, 2-3 haftalık ve aylık dergileri okurum, tabii seçerek. Bu yazılarda okuduğum gaddarlık, alçaklık, haksızlık, dolandırıcılığın bini bir para. Hayran olduğum binlerce mitsel bakışla bakan şairler ve binlerce analitik çözümleme yapanların oluşturduğu beraberce ʻçalıp oynadığımʼ dünya içine girerim.
    İki şiir çok şahane canlandırır.
    1. yıl 1919, The Second Coming
    Mere anarchy is loosed upon the world, / The blood-dimmed tide is loosed, and everywhere / The ceremony of innocence is drowned; / The best lack all conviction, while the worst / Are full of passionate intensity.
    2. yıl 1794, London
    In every cry of every man, / In every infant’s cry of fear,
    In every voice, in every ban, /The mind-forged manacles I hear:
    How the chimney-sweeper’s cry / Every blackening church appals,
    And the hapless soldier’s sigh / Runs in blood down palace-walls.
    Şimdi kendi kendime oynayarak kazandığım hızla MÖ 3-4 yıl geriye zıplayıp taş üstünde yazılmışlara bakayım.
    1. Artık ölümüzü mezara götürmekten korkuyoruz, alacaklılar bizden önce geliyorlar.
    2. Yolda gebersen kimse durup bakmıyor bile.
    Kim kendi çalıp kendi oynuyor?
    II. Tarih boyunca ʻevren düzenininʼ idamesi için kurbanlar verildi. İkinci dünya savaşı, trafik kazaları, hava kirliliği (yılda 20 milyon, günde 20 bin), maden kazaları, fahişe veya uyuşturucu ticareti, amazon ticareti, facebook ticareti, internetle ticaret… Bu dünya düzeni idamesi için verilen kurban sayısı medeniyet tarihinde ayinlerinde verilen kurbanlarla bile kıyaslanmayacak kadar devasa rakamlar. Ama şimdi adı ʻkurban vermeʼ değil. Ciddi solcu/sağcı devrimciler kafesinin adı: İLERLEME!
    Kim kendi çalıp kendi oynuyor?
    III. 60 olaylarının Batıʼda en derin etkisini çok sevdiğim bir düşünür şöyle dile getirdi: ʻCEOʼların masaları kare iken kadınımsı yuvarlak olduʼ Düşünür Marksʼa çok saygısı olan, yukarıdaki iki şair gibi çok dinci ve anarşist. Kalıplarınıza sığmaz.
    Batıʼda 60ʼlar akımı ışık hızından daha çabuk ıslah edildi. Hafta sonu uzun saçlı hippilerden tut Markscı, Maocu, Leninci, Stalinci, Troçkici, bu sitedekiler gibi ciddi hafta sonu solcu devrimcilere kadar.
    Ciddi ıslahlar Doğuʼda ve Türkiyeʼde çok daha başarılı oldu. Fakirlik en büyük unsurdu. Islahı, çabuk Batılaşıp bolluğa kavuşmak isteyen Rusya, Çin ve diğer sosyalist, komünist falan filanlar başardılar. Bu site Doğu ıslahının atıklarından oluşmuş. O zaman kandırılan enayiler hayli yatırım yaptılar. Şimdi aynısını ʻnew and improvedʼ bakire sıfat takarak veya bakireliği hiç elden gitmemiş 19. yüzyıl fabrika ve üretim anarşistliği ve Temiztaş, KuluçkaOğlu, Erdoğan emziklerine çevirmişler.
    Kim kendi çalıp kendi oynuyor?
    IV. Eğer ʻkendim çalıp kendim oynadığımıʼ biriyle paylaşmaya kalkışsam en fazla rastlanan yanıtlardan biri iyimser/kötümser kalıp cevap. Düşünürsem haklı. Şaka etmiyorum, hem de sonsuz haklı. Bu kadar eğlence varken, tıpkı bu sitede ciddi ciddi fikirler paylaşmakla birbirlerinin sırtını sıvazlayanlar gibi eğlenmek varken, neden kafayı yiyorsun, delilik ediyorsun. Televizyon, gazete, radyo, okul, medya böyle uzman bilirkişilerle dolu. Fikir özgürlüğü hakkından istifade et, ʻbeğendim / beğenmedimʼ düğmene bas, geç gitsin, topraktan geldik toprağa döneceğiz.
    Kim kendi çalıp kendi oynuyor?
    V. Bolşevikler zamanında halk arasında dolaşan bir espri: Baştakiler komünizm toplumu olduğumuza inanıyorlar, biz de onlara inanır gibi görünüyoruz.
    Yugoslaya halkı arasında dolaşan bir espri.
    – Bilimsel sosyalizmi kim buldu?
    – Marx!
    – Keşke bizim üzerimizde denemeden önce farelerin üzerinde deneseydi.
    Kim kendi çalıp kendi oynuyor?
    VI. Baba ile şaşı oğlu gece gökyüzüne bakıyorlar. Baba oğluna döner ʻoğlum, sende bir hastalık var, her şeyi çift görüyorsunʼ der. Oğlu cevap verir: ʻimkansız baba, dört ay görmüyorum!’
    Kim kendi çalıp kendi oynuyor?
    VII. Üç anarşist teorisyenleri X, Bookchin ve Chomskyʼyi kıyaslayan son ikisinin gayet klasik ve sıradan oldukları sonucuna varır. Her ikisi açık mektupla dert yandılar. Bookchin aynı tipik beyni yıkanmış emekçi gibi ʻnasırlıʼ ellerini göstererek vırvır etti. Medya artisti, muhabbet tellalı, aynı bu sitedekiler gibi ʻiyi, çok çok iyi ama daha da iyi olabilirʼ anarşisti Chomsky şöyle dert yandı: ʻʻThe world I live in, and see around me, has no resemblance to what X writes aboutˮ. Yani ʻX kendi çalıp kendi oynuyor.ʼ
    Kim kendi çalıp kendi oynuyor?
    VIII. Marsizmin nihayet sadece daha cömert ve üstü kapalı Kapital dini olduğuna uyanan ve Konfüçyüsist-Marksist olan Çinʼde kendi çalıp kendi oynayan Chuang Tzu.
    ʻʻBy and large Confucianists have been critical of Chuang Tzu. Hsün Tzu (298-238 B.C.) said that he was “prejudiced in favor of Nature and does not know man.” Ssu-ma Ch’ien (145-86 B.C.), the famous historian and the first biographer of Chuang Tzu, characterized his work as “empty talk not based on facts . . . primarily aimed at pleasing himself and useless to rulers of men.” And Chu Hsi (1130-1200), the leading Neo-Confucianist, complained, “Lao Tzu still wanted to do something, but Chuang Tzu did not want to do anything at all. He even said that he knew what to do but just did not want to do it.ˮ
    Yani Konfüçyüsistlere göre, Chuang Tzu kendi çalıp kendi oynuyor; ʻHemenʼ, ʻŞimdiʼ, ʻSeçime Katılınʼ naraları atarak halkına önderlik, baştakilere yaltakçılık etmiyor. Kim kendi çalıp kendi oynuyor, acaba?
    IX. Marksist Eric Fromm, ʻÖzgürlükten Kaçışʼ adlı çok güzel bir kitap yazdı. Bir çeşit La Boétieʼnin günceli. Fromm ʻCentro Intercultural de Documentaciónʼ Cuernavacaʼda hocalık yaparken diğer bir hoca arkadaşı eğitimin başlatma ritüeli (ʻinitiation riteʼ) olduğunu söyleyince haftalarce arkadaşı ile konuşmadı. Yani, özgürlükten kaçtı.
    Yukarıda X adlı anarşist daha da ileri gitti: ʻʻBen küçükken haydut bir arkadaşım dünyada sadece iki türlü insan, enayi ve dolandırıcı, var derdi. Ailem aynı şeyi daha kibarca söylerdi: ʻderslerine iyi çalış !ʼʼ
    Bunları Özgür Üniversite ile öğünen aydınlarla yan yana koyarsan, kim kendi çalıp kendi oynuyor ? Ben, bu ve benzeri binlerce nesnel dünya olgularına işaret ettim. Karşılık yok. Sadece, sessizlik, kısa ve şiddetli ve öz laflar, alay etmeler. Cahilliği örtma numaraları. Eğitim kurumlarının hiyerarşi fabrikaları olduğunu inkar edemeyen mi, ben mi kendi çalıp kendi oynayan?
    Benim bu sitede kendim çalıp kendim oynadıklarımın özeti: ʻthere is more to be known in heaven and earth than is dreamt of in your cheap ideolojiesʼ.
    Eğer dürüstseniz en azından bu idolojilerin temelini oluşturan dünya görüşlerinin veya ʻkazanalar tarihiʼnin eleştirilerine, bütün canlı ve cansız varlıkları kendi çalıp kendi oynadıkları inanç merasimlerinde ekstralar, seyirciler (onlooker), filimlerde ʻspecial effectsʼ, günlü hayatta yüceliklerine hayran olanlar olarak kullanmakla varılan günümüzü inclemelere bir göz atarsınız.
    Eğer dürüst değilseniz, bunları çoktan bilen numaraları yapıp kara cahilliğinizi gururunuza yedirmezsiniz. İşin tuhafı, tek ümidim, insanın son korunağı olan gurur ve onurundan vageçmemesinde! Bu pek solcu, materyalist, genetik, evrimci ve devrimci bir tutum olmasa da, bence tek ümit.
    Ama bu ümit asla, solcu devrimci, bilimsel, ıslah edici, misalin kuantum fizik enayisi cahillerin ümidi değil. Böyle fikirleri binlerce yıl önce Epikür ve Çin ve Hindistan filozoları savundular. Keşke Marksı ilahlaştıranlar onun Epikür ile gerekirci Demokritos hakkınd yazdığını okusalar.
    Çıkış: Bana bir içi boş bir kalıp verdiniz, bende kendim doldurdum kendim eğlendim. Sıra sizde, işte bir içi boş kalıp: Kör olduğunu görmüyorsan, körsün; görüyorsan, görüyorsun.
    Ve bir bütün bu ilerici ve bilimsel ve materyalist ve devrimci bilgiçlerin bir türlü cevap veremedikleri bir sorum, siz şansınızı deneyin: Neden Aʼdan Bʼye yürümek otomobilden daha hızlıdır?

  41. Sayın Zileli,

    Tunceli mi?

    Dersim mi?

    Sizce, hangisi?

  42. Bir ulusçuluk, ulus-devlet olmaya karar vermişse devleti yönetmekten öteye gidip tekeline almak zorundadır.

    İttihatçılar ve Kemalistlerden oluşan Jön Türk kliği 1908 ile 1914 arası dönemde gücünü iyice sınadıktan sonra devleti ve temel kurumlarını adım adım ele geçirerek ulus-devlet rejimi kurmaya karar verdi.

    Bunun ilk adımı, kendi ulusal kimliği için tehdit olarak gördüğü gayrimüslim unsurları zapturapt altına almaktı. Ermeni soykırımı bu amaçla yapıldı ve bu süreçte İttihatçılar, “milli burjuvazi yaratma” sloganıyla solcuların önemli bir kısmından bile destek aldı. Sonuçta, Anadolu’daki müslüman olmayan unsurlar büyük ölçüde tasfiye edildi ve daha önemlisi muhafazakar İslamcı kesimdeki Jön Türk karşıtı hissiyat oldukça geriletildi.

    İkinci adım, devletin en önemli kurumu olan devlet başkanlığı makamını ele geçirmekti. Bunun için gereken tek parti ve tek adam diktatörlüğünün yolunu açan, saltanat ve hilafet makamlarının kaldırılması oldu. Yine bir kısım solcu ve “liberal” olduğunu söyleyen aydın, Kemalistlerin “gerici Osmanlı hukukunun tasfiye edildiği” söylemlerine kanıp “yetmez ama evet” diyerek CHP iktidarının ulus-devlet ve parti-devlet rejimi kurma yolundaki bir adımına daha destek vermiş oldular.

  43. Ora halkı nasıl biliyorsa odur, buna başka kimse karar veremez. Benim şahsi fikrim Dersim olmakla birlikte, böyle bir günde orada tabela indirip tabela asmayı taktik olarak yanlış bir adım olarak görüyorum.

  44. yani bu kadar doğru bir başlık olur!

  45. A. Hakan daha cesur çıktı:

    Şu dört nedenle Dersim’den yanayım

    – BİR: Oranın kadim adı “Dersim”dir… Türküler “Dersim” der… Destanlar “Dersim” der… Hatıralar “Dersim” der… “Tunceli” sonradan olmadır. Tarih her köşesinden “Dersim… Dersim…” diye haykırır.

    – İKİ: Yakın tarihin sancılı dönemlerinde yaşananlar nedeniyle alınan kararların tümünü, bugün aynen devam ettirmekte ısrar etmek anlamsızdır. Tutuculuğa hiç mi hiç gerek yok.

    – ÜÇ: Yörenin ahalisi, orayı “Dersim” olarak benimsiyorsa ve “Tunceli” adına ısınamıyorsa… “İlle de Tunceli diyeceksiniz” diye tutturulmaz… O yörenin ahalisine isim dayatmak, çok nahoş bir tutumdur.

    – DÖRT: “Dersim”in adını değiştirme hakkının, Dersim’in yerel temsilcilerinde olmasının hiçbir sakıncası yoktur… “Buna devlet karar verir, sen kim oluyorsun” falan diye çıkışmak, seçilmiş yerel temsilcileri hafife almak olur.

    Ahmet Hakan, Hürriyet
    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/su-dort-nedenle-dersimden-yanayim-41223928

    Keşke iktidarcı yazılar yerine böyle şeyler yazmayı daha çok yapsa!

  46. ‘ (…) böyle bir günde orada tabela indirip tabela asmayı taktik olarak yanlış bir adım olarak görüyorum.’

    derken:

    ‘RTE-AKP iktidarının ekmeğine yağ sürecek bir hamleden, en azından 23 Haziran seçimlerine kadar, uzak durmak gerekir.’ mi demek istiyorsunuz sayın Zileli?

  47. Bir din, teokratik devlet olmaya karar vermişse cemaati yönetmekten öteye gidip devleti de tekeline almak zorundadır.

    Müslümanlar 622 ile 630 arası dönemde güçlerini iyice sınadıktan sonra devleti ve temel kurumlarını adım adım ele geçirerek din devleti rejimi kurmaya karar verdiler.

    Bunun ilk adımı, kendi dinleri için tehdit olarak gördükleri putperest başkenti zapturapt altına almaktı. Mekke’nin fethi bu amaçla yapıldı ve bu süreçte Müslümanlar, “putperestlikle mücadele” sloganıyla Hıristiyan ve Yahudilerin önemli bir kısmından bile destek aldılar. Sonuçta, Arap yarımadasındaki putperestler tasfiye edildi ve daha önemlisi Hıristiyan ve Yahudilerdeki İslam karşıtı hissiyat oldukça geriletildi.

    İkinci adım, Ortadoğu’nun en önemli devleti olan İran’ı ele geçirmekti. Bunun için gereken fetihlerin yolunu açan, Sasani hanedanının yıkılması oldu. Yine bir kısım aydın, bu Asya despotluğunun “tasfiye edildiği” söylemlerine kanıp “yetmez ama evet” diyerek Müslümanların iktidarının din devleti rejimi kurma yolundaki bir adımına daha destek vermiş oldular.

  48. Tayyip Erdoğan Fiyaskosu vs Özdemir İnce Fiyaskosu

    “[Erdoğan] 15 TEMMUZ’DA olduğu gibi, istiklal ve istikbalimiz uğrunda gerekirse canınız pahasına mücadeleye var mısınız?
    [İnce] – 15 Temmuz, iki ortak arasındaki hesaplaşmanın tarihidir. 19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim’in yanına koyamazsınız. Yurt savunması idealine değil, ancak alacak-verecek davasına girer!”
    http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1408000/Cok_zoruma_gidiyor.html

    1919, 1920, 1923, 2016 iki ortak arasındaki hesaplaşmaların tarihidir. 1789, 1871, 1917’nin yanına koyamazsınız. Devrim idealine değil, ancak alacak-verecek davasına girer!

  49. Belediye Tabelasına Dersim’i Ekledi, Kemalist ve Ulusalcıların Lincine Uğradı

    Belediye hizmet binasında bulunan tabelalarda yazılı ‘Tunceli’ ibaresinin değiştirilerek, yerine ‘Dersim’ ibaresinin yazılması üzerine Belediye Başkanı Kemalist ve ulusalcıların lincine uğradı.

    Tunceli Belediyesi, meclis toplantılarında aldığı kararla Dersim katliamından sonra Atatürk’ün koyduğu Tunceli adını belediyenin tabelasında Dersim olarak değiştirme kararı almıştı. Belediyenin tabelanın değiştirileceğini duyurması üzerine Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, Kemalist, ulusalcı ve milliyetçilerin medyada saldırılarına yol açmıştı.
    Tunceli Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, makamında gazetecilere yaptığı açıklamada, kendisinden önceki dönemde belediyenin girişindeki “Tunceli Belediyesi” tabelasının altında “Dersim Belediyesi”nin yazılı olduğunu söyledi.
    Halkın da “Dersim” ismini kullandıklarını ifade eden Maçoğlu, şunları söyledi:
    “Toplum içinde yapmış olduğumuz çalışmalarda halkın büyük bir bölümünün talebi üzerine Dersim tabelasının asılabileceğine dair bir karar çıkmıştı. Belediye meclisine de öyle bir önerge ile başvuru yapıldı. Arkadaşlarımızın büyük bir çoğunluğunun kabulü sonrasında bu karar alındı ama esasen hepimiz çok iyi biliyoruz ki yerel yönetimlerde belediye meclislerinin aldığı kararların tamamı il makamına yani valilik makamına gidiyor, valilik makamı sonrasında alınan kararlar doğrultusunda hareket ediliyor. Yani valilik kararının olur ya da olmaz kararından sonra aslında harekete geçiliyor.”
    TKP’li Fatih Mehmet Maçoğlu, Tunceli Belediye Başkanlığını HDP’nin elinden almıştı.

    https://www.haksozhaber.net/belediye-tabelasina-dersimi-ekledi-kemalist-ve-ulusalcilarin-lincine-ugradi-114637h.htm

    “Solcu tayfanın , Kemalist cenahin , Elit aristokratların (kısmen) yere göğe sığdıramadığı , örnek gösterdikleri komünist Başkan ile yolları , RESMİ TARİH & İDEOLOJİ ile ” restleştiği / yaraya tuz bastığı “zamana kadar(dı) demek ki …
    Birileri habis, sinsi , aort damara dokunduğunda , “istemezuk naraları” yükselir bir anda ..
    Kemalist cenahın kendine göre haklı yanları var illaki ..
    1- CHP li iktidar eliyle , Ata ve İnönü talimatıyla DERSİM HALKI üzerine bombalar, zehirli gazlar atılmadı mı ?
    2- DERSİM KATLİAMI tarihe insanlık dramı , kara bir leke olarak yazılmadı mı?
    Netice itibariyle;
    “Dersim kelimesi” CHP ‘liler için alerjik bir söz olarak telakki edilir ..
    Söyleyen / dillendiren yanar .. aman haaa..”

    “Medyanın Kominist Şirin Başkan hayranlığı Dersime kadar oldu. Kırmızı çizgiye girdi .”

  50. Bir barbar kavim, medenileşmeye karar vermişse fetihçilikten öteye gidip devleti de tekeline almak zorundadır.

    Türkler 1071 Malazgirt Savaşı ile güçlerini iyice sınadıktan sonra Bizans devletini ve temel kurumlarını adım adım ele geçirerek onun medeniyetini benimsemeye karar verdiler.

    Bunun ilk adımı, kendileri için tehdit olarak gördükleri Bizans direnişini zapturapt altına almaktı. 1176 Myriokephalon Savaşı bu amaçla yapıldı ve bu süreçte Türkler, Anadolu halklarının önemli bir kısmından bile destek aldılar. Sonuçta, Anadolu’daki Bizans egemenliği büyük ölçüde tasfiye edildi ve daha önemlisi Türkler bir “Müslüman Bizans” olarak bu egemenliğin mirasına kondular.

    İkinci adım, uluslararası ticaret yoluyla zenginleşmekti. Bunun için gereken Antalya (1207), Sinop (1214) ve Alanya (1221) gibi limanları fethedenler, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, I. İzzeddin Keykavus ve I. Alaaddin Keykubad gibi Selçuklu sultanları oldu.

    Böylece Orta Asya’lı göçebe bir kavim, Anadolu’da şehirli bir yüksek kültür üretmiş olan bir devletin mirasına konarak medenileşti.

  51. AKP iktidarı muhalifleri:
    – Dersim tartışmalarının sırası değil. İktidarın ekmeğine yağ süreriz.

    ABD emperyalizmi muhalifleri:
    – Stalinizm tartışmalarının sırası değil. Emperyalizmin ekmeğine yağ süreriz.

    Arada bir fark var mı?

    “Fark var seninle iyi arasında büyük bir fark var. Benimle senin aranda kocaman bir fark var. Kötüyle benim aramda irice bir fark var. İyiyle kötü arasında duran.”
    https://www.youtube.com/watch?v=d93hUTsGDTU

  52. Hangisini tercih ederdiniz?

    İmamoğlu’nun kazandığı ve fakat Dersim’in resmen “Tunceli” olarak anılmaya devam ettiği bir ülkede mi yaşamak?

    Yoksa AKP’nin İstanbul’da ve dolayısıyla ülke genelinde kazandığı ve fakat bunun ardından görüntüyü kurtarmak ve imaj tazelemek amacıyla yaptığı bir “açılım”la mecliste “Tunceli”nin adını “Dersim” olarak değiştiren bir kanun çıkardığı bir ülkede mi?

  53. resmen şöyle ya da böyle anılmassının önemi yok. Oranın adı oralı halkın yüreğine çoktan kazınmıştır.

  54. “Oranın adı oralı halkın yüreğine çoktan kazınmıştır.”

    Kemalist Türk ulus devletinin ve tabanı olan Kemalist, vatan milletçi kitlelerin de bunu böyle kabul edeceği güne kadar daha katedilmesi gereken çok yol var.

    Daha sırada Dersim ve Ermeni soykırımlarının kabulü de var.

    Örneğin “Alman devleti Yahudi soykırımını kabul etmese ne olur? Gerçekler hepimizin zihnine kazınmıştır” diyebilir miyiz?

  55. resmikabuller ve resmî kabuller hiç umurumda değildir.

  56. Ta eski mayadan yuvarlanıp gelen baskıcı, kutsal ve kutsayıcı sömürgen tezgâhı hâlâ çözemeyecek olan kalem, kardiş Gün,
    Yelsin’in halka, bölgeye, insanlığa sunduğu 1990’lı anayasal darbeyi ve evrensel komünist savaşımcıları nasıl katlettiği o ve sonra dünyanın nasıl bicimlendirildigi i anlattığım zaman,
    Bana çemkirmeyi uygun görmüştünüz.
    Hatirladınız mı?
    Önerim, seçtiğiniz bir dine, bir cemaate filan figüran olmanızdır.

  57. ben “Eskici” rümuzlu bir arkadaş tanıyorum ama benimle böyle konuşmazdı.

  58. Her kendine ümitler veren, saraya girme hayallerini körükleyen, her babasının kuyruğuna giren ve bu yolda kendine yardımcı olan her ideoloji veya kişiye kayıtsız şartsız ʻtabiiʼ diyen dalkavuk şimdi de tabiyeci olmuş.
    Marksist-Leninist-Maoist-Stalinist ve yerel kuklalarına ʻtabiiʼ demiş.
    Anarşistliğe ʻtabiiʼ demiş.
    Eski pisliklerini itiraf etme moda olmuş, ʻtabiiʼ demiş.
    Bir püfürpüfür üniversite memuru bulmuş, ʻtabiiʼ demiş.
    Temiztaşʼa ʻtabiiʼ demiş.
    Seçimlere ʻtabiiʼ demiş.
    Tabii ki, nihayet, seçimlerde tuttuğu partiye yararlı olmak için asıl tabiatına uyup tabiyeci olmuş. Tabiyecilik hızıyla yerel halkın demokratik seçim haklarına saygısını da eklemiş. Tabii ki heyecan içinde ʻtabiiʼliği de tabiye icabı yaptığını unutuvermiş.
    Büyük beyinlileri okuya okuya kafayı yedim. Dalkavuklarda mantık arıyorum.
    Dersim-Tunceli bir dağ içinde,
    Gülüm var, bağ içinde,
    Dersim-Tunceliyi hak korusun,
    Dersim-Tunceli politikacıların elinde.
    Ben de otantik solcu devrimci olmaya başladım galiba: nenem Dersimli, o halde, doğruyu ben biliyorum.

  59. “ORANIN ADI ORALI HALKIN YÜREĞİNE ÇOKTAN KAZINMIŞTIR.”
    Türkiyeʼde yüzlerce yerin adı yeni gelenlerin verdiği adlar oldu. Kazınan kalplilerin arasında kendisi gibi büyük beyinliler okulda kazananların tarihini öğrendiler ve şimdi yaptığı gibi kazananların dilini konuştular. Ankaraʼnın ʻkalplere kazınanʼ bir adı Angora. Bu ad kazınan kalplerle yer altına, kazanmayanlar tarihine gömüldü. Şimdi ise kedi ve yün alış-verişi yapanların dilinde. Binlerce daha örnek var.
    Emirlere itaat etmek de halkın yüreğine çoktan kazınmıştır. Şimdi ise kendisi gibi seçimlerle ʻözgürlükʼ alış-verişini yapan politikacıların dilinde.
    Bu politikacının yerel seçim vaazları dışına çıkıp salt bugün okuduğum gazete başlıklarına baktım. Yüreklere çoktan kazınmış neler varmış neler.
    ʻʻ German Jews warned not to wear kippas after rise in anti-Semitismˮ
    ʻʻAntisemitism rising sharply across Europe, latest figures showˮ
    ʻʻJewish groups have warned that a rise in popularity of far-right groups is fostering anti-Semitism and hatred of other minorities throughout Europe.ˮ
    ʻʻNarendra Modi has secured a historic second election victory.ˮ
    Önemli olan temsili demokrasi ile açık diktatörlüklerin farkını bilmek. Anarşistlik eğitim sınavında bu soru çıkmıştı.
    Seç(imle) seç al, beğen al!
    Bilirsiniz kralcı kralcıdan çok kralcı olur. Şu anarşistin anarşistliğine bak!
    ʻʻRESMİKABULLER VE RESMÎ KABULLER HİÇ UMURUMDA DEĞİLDİR.ˮ
    Günümüzde birçok yerde seçimlerle resmî kabul edilen faşist rejimler umurunda değil tabii. Dil çabukluğu imdadına yetişir: Temsili demokrasi başka, açık diktatörlükler başka!
    Önemli olan halkların kalplerini solcu devrimci marksist-anarşist kazmalarla kaza kaza kalplerinin en derin yerlerinde doğal ve genetik yazılı özgürlüğün bilincini kazıp çıkarmak. Emirlere itaat etmeler, faşitleri seçmeler ne doğal ne de genetik, yani bilimsel değil. Bunlar bastırılabilir, ben biliyorum Marksist-Leninist-Stalinist-Maoist eğitimimde öğrendim. Yaşasın Marksizm! Yaşasın Anarşizm!

  60. AKP’nin 12 Eylül’ü Seven Tarafı
    AKP hükümeti, uyguladığı çeşitli politikalar nedeniyle darbe dönemiyle karşılaştırılmayı hak ediyor. Kimi zaman siyasi tutsakların sayısı, kimi zaman da şiddeti yöntem olarak benimseyen uygulamaları, unutulmak istenen o dönemleri anımsatan en görülür örnekler. AKP, bunlarla birlikte çalışma yaşamı, eğitim, yargı ve seçim barajı gibi başlıklarda da, 12 Eylül’ün mirasını sürdüren niteliğinden vazgeçmiyor. Darbe yasalarının AKP ile birlikte tarihin çöplüğüne atılacağı yanılgısına kapılanlar, şimdilerde darbe ürünlerinin aynı partinin hükümetliğinde korunduğuna şahitlik ediyor.
    YÖK, ARTIK AKP İÇİN VAR
    AKP, 2001’in sonlarındaki hükümete adaylık sürecinde oy talep ettiği gençliğe, YÖK’ün kaldırılması üzerine vaatlerde bulunuyordu. Darbe yönetimi tarafından üniversitelerin özerk yapısını hedefleyerek kurulan YÖK, AKP ve çevresinin sıkça eleştirdiği bir kurumdu. Ancak bu eleştirel pozisyonuna siyasal iktidarlık koltuğuna oturduğunda son verdi ve YÖK, kaldırılması bir yana, öğrenciler üzerindeki antidemokratik rolünü en üst seviyede oynamaya başladı.
    SEÇİM BARAJI YASAĞINA, TUTUKLU VEKİLLER DE EKLENDİ…
    12 Eylül’le birlikte toplumsal açıdan yaratılan tahribatların bilincinde olan AKP, “darbeleri unutturacağız” propagandasını, “zafer”e ulaşana kadar değil; sonralarda da sürdürdü. Buna rağmen, yine bir darbe ürünü olan seçim barajı, AKP’nin miras edindiği uygulama olarak kaldı. Parlamento seçimlerindeki yüzde 10’luk baraj, darbe yönetiminin “aşırı uçlara” söz hakkı vermemek için geliştirdiği bir yöntemdi ve AKP yönetimi de bu yasağı kendi lehine çevirerek, Kürtlere karşı kullanmaya başladı. Darbe yönetiminden de ileri giderek, bağımsız milletvekilliğini zorlaştıran AKP, bununla da yetinmeyerek, milletvekili seçildiği halde tutukluluğunun devamına karar verilen bir “mahpus vekiller” listesi oluşmasını sağladı.
    GREV YASAĞINI DA DEVRALDI
    Darbe ürünü olan ve bugünlerde AKP eliyle şiddetlice savunulan bir başka politika başlığnı da, çalışma yaşamı oluşturuyor. 12 Eylül darbesinin hemen ardındaki sene çıkarılan bir yasa, çeşitli işkollarında greve gidilmesini yasaklamak içindi. Referandum döneminde çalışanların haklarının genişleyeceğinden bahseden Tayyip Erdoğan, henüz birkaç hafta önce ise “memurun grev hakkı yok” derken; daha kısa süre önce de, havayolu çalışanlarının grev hakkını gasp etti. Erdoğan’ın 1988’de çalışma koşullarının iyileştirilmesini talep eden bir grup işçiyle birlikte, grev önlüğü giyerek çektirdiği fotoğrafla da, samimiyetinin ölçülmesi daha mümkün.
    AKP Hükümeti, darbe ürünlerine son vermek yerine, onları kendi lehine kullanmayı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimlerinde ve zorunlu din dersi eğitiminin devamı gibi hususlarda da, sürdürdü.
    Şunu da eklemekte fayda var, Tayyip Erdoğan, ayrıca bazı konuşmalarında darbelerin kanlı tarihinden söz ederken; darbenin katlettiği devrimciler için de ‘üzüntüsünü’ dile getiriyor. Oysa, pek çok kişi sadece Erdoğan’ın ‘andığı’ devrimci liderleri övmek gerekçesiyle, AKP döneminde yargı karşısına çıkıyor, bir kısmı ceza alıyor.
    İSTATİSTİKLERDE AKP-12 EYLÜL YÖNETİMİ YARIŞI
    Darbe döneminin basına uyguladığı yasaklar da, AKP’nin diğer başlıklarda olduğu gibi darbe pratiği üzerinde efor harcadığı bir alan oldu! 12 Eylül’deki darbeyle 31 gazeteci için hapishane yolu görünürken; AKP Hükümetiyle bu oran üç katına çıktı. Darbe döneminde 400 gazeteci için toplamda 4 bin yıl hapis cezası istenirken; AKP döneminde ise sadece Azadiya Welat’ın eski yazı işleri müdürü Vedat Kurşun’a 166 yıl ceza kesildi. Aynı gazetenin eski İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Müdürlerinden Emine Demir’e verilen ceza da, 138 yıldı.
    AKP Hükümeti, gözaltı ve tutuklama oranlarında da darbe dönemiyle yarışıyor. AKP’nin hükümet koltuğuna oturmasının ilk yılında, 21 bin 612 kişi gözaltına alınırken; 1148 kişi de tutuklandı. 2003 ve 2004 yıllarında; faili meçhul cinayetler 92’ye, yargısız infaz-cinayetler de 91’e çıkmıştı. Bu yıllarda, gözaltı sayısı 16 bini aşarken; tutuklananların sayısı da 1970’e çıkmıştı. 2005-2008 tarihleri arasındaki gözaltı-tutuklama oranları da korkutucu düzeydeydi. 28 bin 715, sadece bu tarihlerde gözaltına alınanların sayısıyken, tutuklananların sayısı da 5847 olmuştu. 2012’ye gelmeden, diğer üç yılın istatistikleri de gözaltılarda 30 bine, tutuklamalarda yine 5 bine yaklaşmıştı. 2012’nin ilk ayları da, AKP’nin bu hızını yavaşlatmayacağını işaret ediyor. Bu rakamlar benzer oranlarla sürdüğü takdirde, AKP, 12 Eylül dönemindeki ‘rekora’ yetişmiş olacak.
    12 Eylül darbesiyle birlikte “kuşkulu” şekilde ölenlerin sayısı 550 civarındayken, bu sayı AKP’nin hükümetlik döneminde 780’i aştı.
    ANF – Ali Barış Kurt/İstanbul – 05 Haziran 2012
    [ Ek: “AKP’nin 12 Eylül’ü Seven Tarafı – 2” yahut egemenlerin özgürlükçü basından korkusu
    http://www.lekolin.org/haber-2700-AKP8217nin-12-Eylul8217u-Seven-Tarafi.html
    http://guncelyorum-canadil.blogspot.com/2012/06/akpnin-12-eylulu-seven-taraf.html
    http://anfturkce.com/guncel/akpnin-12-eylulu-seven-tarafy-3439
    “Şekilde görüldüğü gibi!”
    Sitelere girebilmek için:
    http://www.ktunneli.com/ ]

  61. “Ulusun ne olduğu hakkındaki tanımınız ulusçuların ulus tanımıysa, ulusçu olmadığınızı iddia ederken, örneğin enternasyonalist veya kozmopolit veya hümanist vs. olduğunuzu iddia ederken bile, ulusçuların ulus tanımına dayandığınızdan, ulusçuluğu yeniden üretmiş olursunuz ve farkına bile varmadan ulusçuluğu savunmuş olursunuz.
    Yani diğer bir ifadeyle, ulusun ve ulusçuluğun ne olduğuna dair ulusçu olmayan, bilimsel bir tanımınız yoksa, bu nötral bir duruma tekabül etmez, aksine fiilen ulusçulukla sonuçlanır ve onu yeniden üretir, onu savunur ve onun ifadesidir.
    Bunu en açık ve güzel bir şekilde enternasyonalizmde görebiliriz.
    Enternasyonalizm özünde ulusçuluktur, çünkü ulusçuların dayandığı ilkeyi savunur ve aynı ilkeye dayanır..
    Neden ve nasıl?
    Çünkü ulusçuluğun temel ilkesi “Ulusal olanla politik olanın çakışması”dır (yani devletler uluslara göre kurulmalı veya tersinden her ulusun bir devleti olmalıdır). Bunu savunmaktır.
    Peki enternasyonalizmin dayandığı ilke tamı tamına bu değil midir?
    Adı üstünde Enternasyonalizm, ulusal partilerin bir araya gelmesini, politik birimlerin ulusal birimle çakışmasını savunur. Enternasyonalizm bu ilkeye dayanır.
    Bunu göstermek için saçma ve hayali gibi görünen ama aslında hiç de öyle olmayan (çünkü bütün uluslar aşağı yukarı böyledir) bir örnek verelim.
    Örneğin yeşil gözlü komünistler veya Beşiktaşlı Marksistler veya Esperanto dilini yaygınlaştırmaya çalışan sosyalistler olarak bir parti kursanız ve herhangi bir Enternasyonal’e üyelik için müracaat etseniz, (kaldı ki böyle bir şeyi akıl edemeyecek kadar ve saçma görecek kadar gerici bir milliyetçi olduğunuzdan böyle bir şey olmaz ama biz işin mantıki ve metodolojik yönünü vurgulamak, özünü ortaya çıkarmak için böyle varsayalım) o Enternasyonal, sizi kapısından kovar, biz ulusal esasa göre kurulmuş partileri kabul ediyoruz der.
    Sizin böyle bir şeyi akıl edememeniz de, (böyle bir şeyi olur da akıl ederseniz) onların sizi kapısından kovması da tamı tamına ulusçu olunduğundan başka bir anlama gelmez.
    Ama varsayalım ki, Beşiktaşlı veya Esperanto dilini yaygınlaştıran Marksistler bir ülkede iktidara geldiler siyah beyazı ulusal bayrak yaptılar, Beşiktaş şarkısını ulusal marş yaptılar. Okullarda Beşiktaşlı olmayanlardan alınan vergilerle Beşiktaş tarihi, Beşiktaş edebiyatı okutuluyor. Fenerbahçe renklerini taşımak büyük bir suç sayılıyor.
    Veya Esperanto’yu resmi dil yaptınız, okullarda herkese zorla Esperanto öğretiliyor. Tarih derslerinde Esperanto dilinin doğuş ve geliminin tarihi, Esperanto ulusunun başka hiçbir dili tanımayarak ne kadar adil bir ulus olduğu öğretiliyor. Edebiyat kitaplarında Esperanto edebiyatı okutuluyor. Başka diller yasak veya ancak kişisel özgürlükler alanına giren bir sorun olarak görülüyor, insanlar ana dillerini ancak ek derslerle öğrenebiliyor, vs., vs.. (Yani herhangi bir Avrupa ülkesinin standardı).
    Böyle bir Beşiktaş veya Esperanto ulusunun, o ulusu ve ülkeyi sosyalist yapmak isteyen Marksist veya Komünist bir partisi olarak bir Enternasyonal’e başvuruda bulunsanız, hiç sorgulanmadan üye olarak alınırsınız.
    Sanılanın aksine, bu bize, Beşiktaş ulusu veya Esperanto ulusu varsayımının saçmalığını değil, bütün diğer ulusların ve ulusçulukların saçmalığını gösterir.
    Çünkü bütün diğer ulusları birleştiren şey de Beşiktaşlı olmaktan veya Esperantoyu sevmekten daha farklı ve daha fazla değildir.”
    https://demirden-kapilar.blogspot.com/2019/05/ulusun-dinin-ve-toplumun-ne-oldugunu.html
    [Ulus’un, Din’in ve Toplum’un Ne Olduğunu Anlamak Niçin Çok Zordur ve Çok Önemlidir? / Demir Küçükaydın]

  62. “İşte tam bu nedenle Marx, Engels, Lenin, Troçki, Kıvılcımlı vs. bütün Türkiye ve dünyadaki Marksistler ulusçudurlar.”

    diyen Küçükaydın’ın bize apaçık gösterdiği gibi;

    Prudhon, Bakunin, Kropotkin, Durruti, Zileli vs. bütün anarşistler ulusçudurlar.

  63. ʻPalimpsestʼ = ʻkaz-sil-kazındırʼ veya günümüzde, 1984ʼden beri, yaygın ve sürekli ʻNewspeakʼ.
    Batı soyutluğu yerine İslam somutu örnekle ( misalle) başlayalım.
    Türkler Uygur olunca Uygar (ʻMedeniʼ) oldular. Orta Doğuʼya gelince, Türk halkımızın yüreğine çoktan kazınmış Uygar yerine Medeni kazındı. Daha sonra bazı saf (halis) Türk tarihçiler, ʻMedeniʼ sözcüğünün (kelimesinin) ʻUygarʼ üzerine ʻkaz-sil-kazındırʼ ile kazındığını kağıtlara kazınan tarihte buldular.
    Ucuz nitelikte (kaliteli) solcu devrimci ilerici ʻMenderes ırmağında (nehrinde) aynı balığı iki defa tutamazsın ama akıma katılırsan daha büyük bir balık tutarsınʼ site sloganı araya girer ve işi karıştırır.
    Uygur halkı daha büyük bir balık tutayım derken daha da büyük bir balığa yem olur. Yüreğine Uygur yerine resmi Xinjiang kazınır.
    Ucuz nitelikte (kaliteli) solcu devrimci laiklerin aşırı dinciliğinin yüreklerine çoktan kazındığı bilinir. Bu yüreklere kazınanlar değişir durur ama hep yüreklere kazınır kalır. ʻMenderes ırmağında (nehrinde) aynı balığı iki defa tutamazsın ama akıma katılırsan daha büyük bir balık tutarsınʼ da yüreklerine çoktan kazındığından, daha büyük balık tutma hevesiyle (coşkusuyla) önlerine çıkan her akıma dalarlar. Zaten ʻNewspeakʼin özü bu değil mi?
    Politika yazarı da kendini, Marks, Lenin, Stalin, Mao, Anarşi, Püfürpüfüreser, Temiztaş, Seçim nehirlerine, batıp çıksa da, akıntılara bırakır.
    Ben öyle sanıyorum ki (zannediyorum ki) bu eski Marksist, bir zamanlar insanların emekçilikte BİRleşecekleri yerine, tabii aldatılarak, tabii kahrolası dinlerine uyarak, Babil Kulesi tuzağına düşüp, dil farkından dolayı birbirlerine düşman olduklarına inanardı. Herkesin aynı emek-yemek/üret-tüket dilini konuşmasını savunurdu (müdafaa ederdi). Anarşistlik dinine girince proleter (emekçi) demokrasisinden sıyrılıp daha hoşgörülü (müsamahalı) orta sınıf demokrasisine sarıldı. Bireyci, multikültürel, mülticinsel, mültitürsel oldu.
    Dersim mi? Tunceli mi?
    Önce, ʻʻOra halkı nasıl biliyorsa odur, buna başka kimse karar veremez.ˮ der.
    Sonra, yüreğine (kalbine) kazınmış politikacı sesini işitir, ʻʻresmen şöyle ya da böyle anılmassının önemi yok. Oranın adı oralı halkın yüreğine (ʻkalbineʼ) çoktan kazınmıştır.ˮ der.
    Aynı zamanda, bu kusursuz (mükemmel) orta sınıf demokrat, kendi kalbine daha çok yeni kazılıp yazıldığı için zor işitilen, orta sınıf demokratlığını işitir. Demokratik hakkına sığınıp taktikçi-tabiyeci, kendi kişisel özgür (hür) fikrini açıklar. Allah kahretsin! Bakire dilciler ʻtaktikçi-tabiyeciʼ yerine daha henüz Uygar bir sözcük (kelime) bulmamışlar. Allah kahretsin! Bakire dilciler daha henüz ʻpolitikaʼ, ʻdemokrasiʼ, ʻanarşistʼ sözcüklerin de (kelimelerin de) yüreklerdeki köklerini kazıp yenilierini kazınmamışlar.
    Bu orta sınıf kusursuz (mükemmel) politikacı, halkın özgürlüğüne (hürriyetine ) saygıyla (hürmetle), halkın demokratik seçimine, kendi işlerini kendi görmelerine, kazma küreğe sarılıp yüreklerinde ne kazındığını bulmayı halka bırakır.
    Orta sınıf demokratlığıyla sarhoşlaşır, yüreğine kazınanları duymaz olur. Anarşist olsun olmasın her sürüye katılan gibi, kişisel özgürlüğünün (hürlüğünün) coşkunluğu içinde dünyayı resmen elinde tutanları bile umursamaz!
    Ha resmen Dersim, ha resmen Tunceli olması sorusuna yanlışlıkla (sehven, kazara, kasıtsız olarak), ʻʻresmikabuller ve resmî kabuller hiç umurumda değildirˮ orta sınıf sürüde özgürlük narası atar.

  64. Bu sitede mühim uyarıları hatırlatan “Pipsqueak” mahlaslı kişiyi; ya yanlış anlıyorsunuz ya da hiç anlamıyorsunuz.

    Muhtemelen sayın Zileli, sayın Pipsqueak’in uyarılarını; ya hiç okumuyor ya da okuduğu hâlde anlamıyor (anlamak istemiyor da olabilir).

    Sayın Pipsqueak’in, uyarıları bu sitede hatırlatmaya başladığı andan itibaren sorduğu temel bir soru var: ‘Eğer ‘bilim-teknoloji-medeniyet-ilerleme’ harika bir silsile ise, niçin ‘homo sapiens’ öncesi türler katledildi?’ Bu soruyu sorarken, sadece ‘insan’ türünün geçmişiyle sınırlı tutmuyor, hayatın her alanında insanların yaptığı katliamlarla ilgili soruyor; fiziki ve kültürel pek çok katliam…

    ‘İlkellik’le ilgili yaptığı uyarılar, geçmişe duyduğu ulvi bir özlem değil. Sayın Pipsqueak, ‘geçmiş’i yüceltmiyor, ‘geçmiş’e kutsiyet atfetmiyor. Bunu hep ıskalıyorsunuz.

    Sayın Zileli evindeki çalışma odasının fotoğrafını çekip paylaşmış. Fotoğrafta, kitaplığından bir bölüm de var. İşte burada:

    ( https://pbs.twimg.com/media/D7a9lFcWsAI1VK3.jpg:large )

    Sayın Zileli’nin kitaplığında mühim bir kitap var: ‘Er-Tarih’e Karşı, Leviathan’a Karşı / Fredy Perlman / Kaos Yayınevi’

    Sayın Pipsqueak, Fredy Perlman’ın bu kitabındaki uyarıları bu sitede defalarca hatırlattığı hâlde, ya kimse anlamadı ya da anlamak istemedi; sayın Zileli dahil!

    Bu kitaba ek olarak sayın Pipsqueak, John Zerzan’ın ‘Gelecekteki İlkel (Kaos Yayınevi)’ kitabından da önemli hatırlatmalar yapıyor bu sitede. Sayın Zileli, John Zerzan’ı hiç tanımıyor olamaz, değil mi (?!) ‘Anarcho-primitivism’ meselesi üzerine mühim tespitler yapıp sorular soran John Zerzan’ı hiç mi bilmiyor sayın Zileli, yoksa John Zerzan’ı bir anarşist düşünür-aktivist olarak dikkate değer bulmuyor mu?

    İnsanın kendisini ve etrafındaki her şeyi yok etmekte sergilediği inanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılık, medyadan saat başı akan haberlerle çeşitlendikçe, soruyoruz birbirimize; yanlışı nerede, ne zaman, nasıl yaptık?

    ‘İnsan’ denilen canlı türü, nasıl oldu da, kendi yaşamını, dünyayı, hâttâ yavaş yavaş uzayı ve diğer gezegenleri cehenneme çeviren bir varlığa dönüştü?

    ABD’li anarşist ve sosyal eleştirmen John Zerzan, 25 yıldan beridir işte bu sorulara cevap bulmaya çalışmaktadır. Zerzan’ın yıllar süren çalışmalarının başlıca ürünü olan ‘Gelecekteki İlkel’, günümüzde gezegeni bir bütün olarak yok oluşun eşiğine getiren bu ölüm yolculuğumuzun öyküsünü anlatır.

    Antropoloji ve arkeoloji alanlarında son yirmi yıl içinde gerçekleşen köklü dönüşümlerden hareket eden Zerzan, bugün pençesinde kıvrandığımız yabancılaşmanın kökenini, ‘avcı-toplayıcı yaşam tarzı’nın sona ermesinden sonra ortaya çıkan tarımla birlikte başlayan uygarlığa dayandırmaktadır. Zerzan’a göre, evcilleştirme, tarım ve uygarlık öncesi yaşam, aslında doğayla özdeşleşmenin, duygusal bilgeliğin, cinsel eşitliğin ve sağlığın hüküm sürdüğü bir yaşamdı; rahipler, krallar ve patronlar tarafından köleleştirilmeden önce, neredeyse iki buçuk milyon yıl süren bütünlüklü ve özgür bir yaşam.

    Ne var ki, Üst Paleolitik çağda, yani günümüzden yalnızca on bin yıl önce, adeta ani bir patlamayla başlayan uygarlık, bu özgür yaşamı yok ederek, önce doğanın, ardından da bizzat insanın tahakküm altına alınmasına yol açmıştır.

    Zerzan, uygarlığı, bir felaket olarak nitelemektedir. Bugüne kadar ‘uygarlaşan insanlığın evrensel değerleri’ olarak görülen evcilleştirme, tarım, işbölümü, sanat, zaman bilinci, dil, yazı, sayı sistemi ve bir bütün olarak sembolik kültür, Zerzan’a göre, esiri olduğumuz çağdaş tahakkümün temel bileşenleridir. Bu yüzden, uygarlık, kökten reddedilmediği sürece özgürleşmek mümkün değildir.

    Bilim, felsefe, sosyoloji ve psikoloji alanlarındaki belli başlı ilerlemeler ile tahakküm arasındaki keskin paralelliği zengin örneklemelerle ortaya koyan ‘Gelecekteki İlkel’, uygarlık karşıtı bir başyapıt olarak, günümüzün evrensel sorunlarına yepyeni bir bakış açısı kazandıracaktır.

    Sayın Pipsqueak, ‘medeniyet getiriyoruz!’ şiarı ile yola çıkanların tarih boyunca yaptığı katliamları daima şu iki örnekle hatırlatır, uyarır:

    Örnek 1:

    “Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?”
    Bartolome de las Casas
    Şule Yayınları

    Amerika kıtası keşfedildiğinde oraya medeniyetten önce ölüm gitti. Vahşet, hırsızlık, soykırım gitti.

    Peki daha sonra, ‘medeniyet’ gitti mi? Hayır! Çünkü oranın yerlileri ‘Beyaz Adam’dan daha medeniydiler. Hırsızlığı, adam öldürmeyi bilmiyorlardı. Huzur içinde yaşayan büyük bir aile gibiydiler.

    ‘Beyaz Adam’ gelince onu misafirperverce ve samimiyetle ağırladılar. Yiyeceklerinden bol bol ikram ettiler. Topraklarını açtılar. Hâttâ altınlarının da çoğunu, karşılığında hiçbir şey beklemeksizin bu yeni misafirlerle (!) paylaştılar.

    Fakat ‘Beyaz Adam’ın gözü doymuyordu. Ne kadar verirlerse hep daha fazlasını istiyordu. En sonunda canlarını da istedi. Verdiler…

    Piskopos Bartolome de las Casas, bu kitapta anlattığı her şeyi bizzat yaşadı. O da bir “beyaz”dı. Fakat bu vahşete duyarsız kalamayacak kadar da ‘insan’dı.

    Örnek 2:

    “Yerlilerin Gözyaşları: Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi”
    Bartolome de las Casas
    İmge Kitabevi Yayınları

    Latin Amerika’da sömürgeciliğe karşı direnen ilk gerilla önderi Kasik Hatuey, adaya çıkışlarından itibaren İspanyollara yakalanmamaya çalıştı. Çünkü onları tanıyordu ve neler yapabileceklerini iyi biliyordu.

    Ama sonunda yakalandı ve diri diri yakıldı. Yakılma nedeni, zalim Hristiyanların eline geçerek işkence ile öldürülmekten kurtulmak için ‘kaçması’ ve ‘kendisini savunmuş olması’ydı.

    Kazığa bağlandıktan sonra, yanına yaklaşan ‘Aziz Francisco tarikatı’ndan bir keşiş, Tanrı’dan ve Hristiyan inancından bahsettikten sonra, celladın kendisine tanıdığı bu birkaç saniyelik süre içinde eğer Hristiyanlığı kabul ederse günahlarından kurtulacağını ve öldükten sonra cennete gidebileceğini söyledi.

    Kasik Hatuey, keşişin söylediklerini dinledikten sonra bir an düşündü ve bütün İspanyolların cennete gidip gitmediğini sordu. Keşiş: ‘Evet, cennetin kapıları iyi İspanyollara açıktır.’ dedi. Kasik Hatuey keşişe şu cevabı verdi: ‘O zaman ben cehenneme gideyim, çünkü cennette İspanyollarla karşılaşmak istemiyorum.’

    Bu sitede, sayın Pipsqueak’ın uyarılarını neredeyse hiç okumadan ona çemkirenler ve elbette sayın Zileli; yukarıda isimleri yazılı pek çok değerin yüzyıllar boyu yaptığı uyarıları hiç bilmiyor olamaz, değil mi (?!)

    Sayın Pipsqueak’in hatırlattığı uyarıların ehemmiyeti apaçık ortadayken; onun sadece üslubunun sertliğine odaklanmanız, ‘tasvip etmediğiniz’ birkaç kelimesini bahane ederek metinlerini sitenizden büsbütün kaldırmanız, size yakışıyor mu sayın Zileli?

    Sayın Pipsqueak’e ‘ilkelci’, ‘wahsi’, ‘deli’, ‘mağara adamı’ gibi etiketler yapıştırıp onun bir ruh doktoruna gitmesini salık vermek, doğru bir tavır mı sayın Zileli?

    Sizin anarşistliğinizin kapsamı, sadece, RTE ve AKP despotluğunun gitmesi üzerine düşünmek ve yazmak ile mi sınırlı sayın Zileli?

    Bütün bu sorulara, ama özellikle ‘John Zerzan’ ile ilgili soruya ne yanıtlar vereceksiniz sayın Zileli?

  65. “Örnek 1:
    “Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?””

    Örnek 2:

    “İnsan Sağlığı Kızılderililerin İcadı Sigara Tarafından Nasıl Yok Edildi?”

    [Birilerinin ASLA cevap veremeyeceği ve KÖŞEYE SIKIŞTIĞI soru.]

  66. “‘İlkellik’le ilgili yaptığı uyarılar, geçmişe duyduğu ulvi bir özlem değil. Sayın Pipsqueak, ‘geçmiş’i yüceltmiyor, ‘geçmiş’e kutsiyet atfetmiyor. Bunu hep ıskalıyorsunuz.”

    “Türkçülük”le ilgili yaptığı uyarılar, geçmişe duyduğu ulvi bir özlem değil. Sayın Nihal Atsız ve müritleri Atsızcılar, ilkel ‘Hun ve Göktürk geçmişi’ni yüceltmiyor, ‘ilkel Türklerin geçmişi’ne kutsiyet atfetmiyorlar. Bunu hep ıskalıyorsunuz.

  67. Beyaz Adam gelmeden önce Kızılderililer (İnkalar ve Aztekler) diğer Kızılderililere (İnka ve Aztek olmayanlara) o kadar şefkatle muamele ediyorlardı ki, Beyaz Adam her şeyi 180 derece tersine çevirdi.

    Özellikle de Aztekler’in öyle merhametli tarafları vardı ki, anlata anlata bitmez. Anlatmaya da gerek yoktur, biraz tarih bilen herkes duymuştur bunları.

  68. İlk not: konuşmayı kolaylaştırma anlamında ʻilkellikʼ kelimesi hiç de fena değil.
    İnsan dünyasına bakınca toplumlar, kültürler, bilgi, medya, bireylerde binbir parça olmuşluk göze çarpar. En salak ve önemsiz konularda bile milyonlarca kişisel yorumlar ileri sürülür.
    Tek ve erk sahibi başkan, diktatör, daha katı ve sert, milliyetçi, popülist bayraklılar, kargaşalığı kendi yararlarına çevirip kitleleri peşlerine takmayı başardılar.
    Bu durumun yarattığı dünyaya bakınca, sizin ʻokumamışʼ, ʻokuyup anlamamışʼ, ʻanlamak istememişʼ gibi niteliklerle tanımladığınız kişiler, bence haklı olarak, benim de günümüz dünyasını ıslah etme peşinde olan totaliter eğilimli düşüncelerin bir versiyonunu savunduğumu sanabilirler. Kendi inanmadıkları saf, temiz, basit, rahat, sorunsuz ve bolluk içinde bir Altın Çağı ilkelliğe benim inandığımı sanarak alay ederler. Ben ortalama veya zekası az bir kimseyim, bu kadar da aptal değilim, inşallah. Tek fark, ben ilkellerle ilgili okuduklarımı anladım, bana saldıranlar ya bilmiyorlar veya çok az bildiklerini anlamamışlar, kendi dünyalarına mal edip yorumlamışlar.
    İşte bu anlamda, bana saldıranlar, bence, hataya düşüyorlar. Günümüzde diktatörlükler ve egemenlik kurmada, açıkça veya diğer ünlü yollarla (en basit örnek Çin ve Afrika) başarılı olanların görüşleri, düzenin tarihi ile belirlenmiştir. Bunlar bu görüşlerle düzen içinde yer alan, girişimleriyle somut sonuçlara varanlar. Buna ʻgerçek dünyaʼ dersek yanlış olmaz, aksini düşünmek ʻgerçektenʼ delilik. Ne var ki, benim yazdıklarım veya hatırlatmak istediklerim de bu ʻgerçek dünyaʼ içinde. Bence, benim bildiğim anarşizmin başarısızlığı ve başarılı olan diğer girişimlerden farkı da, küçük gördüğüm için değil sevdiğim için söylüyorum, komşular arası dedikodular olmasında. Sitedekiler ise başarılı olma yolları arıyorlar, hata bu. Üstelik bu çeşit anarşizm, hem uzun hem de kısa anarşizm tarihinde yaygın. Anarşizm tarihçileri buna da cici bici bir isim verdiler ama hatırlamıyorum, sanırım ʻhaber yaymaʼ.
    Unutulan bazı ayrıntılar:
    – bütün ayaklanmalar, aksi düşünceler, ütopik ümitler gerçek dünyayı yorumla başlar ve yorumlar da dahil bütün ayaklanmalar, aksi düşünceler, ütopik ümitler ʻgerçek dünyaʼ olur;
    – sitedekilerin adına konuştukları insanlar, tarih boyunca %99 ve bu insanlar düzen kurmayla değil günlük sorunlarıyla uğraşırlar; aynı insanlar, tarih boyunca ve günümüze benzer zamanlarda kargaşalığa son verme ümidini bir güçlüye sığınmmakta aradılar;
    – bence tanrı ve tek tanrı, bir anlamda, sığınılacak varlığa güzel bir örnek; kimseden korkmayan tanrıya güvenilir düşüncesi, monarşistliğe sığınan köylüler ve diğer çok sayıda tarihi örnekler de var;
    – vahim bir unutkanlık: böyle eğilimlerin nedeni özgürlük değil, siyasi ve tarihi toplumlarda zarurilik!.
    – tuhaf bir ironi: bana saldırı özgürlük dünyası yerine zarurilik, ʻgerçek dünyaʼ adına yapılıyor.
    Eğer ʻilkellikʼ tutumunu kendim anladığım biçimde özetlersem, iki unsurdan oluşur:
    1. Medeniyet öncesi ve sonrası Medeniyetʼten uzak duran toplumlarda rastlanan anarşik yaşam tarzları ki bu insan tarihinin %99ʼundan fazla.
    2. İlkeller arasında yapılan araştırmalar, medenilerin ʻinsanʼ ve ʻtoplumʼ kavramlarının sadece ve sadece medenilerin kendilerine özgü alışılagelmiş, Medeniyet tarihinde oluşmuş ʻgerçek dünyaʼ kavramları olduğu ve ilkelleri de aynı kavramlarla anlayıp yargıladıklarını açığa çıkardı. Bu bulgular çeşitli eleştirilere yol açtı.
    Siz bu ʻ2.ʼyi, araştırma yapanların soruları halinde ifade etmişsiniz:
    ʻʻ İnsanın kendisini ve etrafındaki her şeyi yok etmekte sergilediği inanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılık, medyadan saat başı akan haberlerle çeşitlendikçe, soruyoruz birbirimize; yanlışı nerede, ne zaman, nasıl yaptık?
    İnsan’ denilen canlı türü, nasıl oldu da, kendi yaşamını, dünyayı, hâttâ yavaş yavaş uzayı ve diğer gezegenleri cehenneme çeviren bir varlığa dönüştü?ˮ
    Şimdi de kendimi de rahatsız eden ama sonsuz sıradan bir fikrime değineceğim: BİLMEK BAŞKA, ANLAMAK BAŞKA. Rasyonel, Medenici, İlerici düşünürlerin kutsal kitapları bunlara misallerle dolu. Hareketin var olduğunu herkes biliyordu ama, kendimi zorla ʻsarışın anlayana kadarʼ demekten alıkoyuyorum, en az 3-4 binlik yazılı tarihte kimse anlamadı. Daha da kötüsü milyarlarca şeyi biliriz ama anlamayız, hele en basitlerini bile anlatmaya kalkış, forget it! Yürümek, görmek, işitmek… Bu alanda yapılan araştırmalarla bulunanlara dalarsan çıkamazsın. Hayvanlar çok daha şanslı: Allahʼın veya Doğanʼnın cömertce verdiklerine konmuşlar, geri kalanın tadını çıkarıyorlar. Kafalarını da gerekirse kullanıyorlar gibi.
    Daha yeni şahane bir kitap okudum: ʻSlow Medicineʼ, Victoria Sweet. Çok tavsiye ederim. Modern tıbbı tamamıyla benimseyen, ki o yüzden çok beğendim, ama klinik çalışmalarına dayanarak sorar: ʻneden anlamadıklarımıza şimdi ʻdeliʼ diyoruz?ʼ Üstelik, benim ne deliliğe hevesim var ne de ʻanlaşılmazsa derin olmalıʼ düşünenleri severim.
    Ama, belki bu bilgi/anlamama farkı kaçınılmazlık. Bu ihtimali destekleyen sayısız bilimsel araştırmalar var: Bazı renkleri ayırt etmeme, kağıt üzerinde 3-boyut görmeme gibi. Ama asıl korkutucu olan bu değil. Yine saldırılara maruz kalacağımı biliyorum ama korkum, bu sitede karşılaştığım ʻanlamamaʼ. Bence bilgi önemli değil. Bana göre bu bilgi denilen şeyin, biçimde ve içeride %99’u, kapitalist-burjuva düzeni ile başladı ve müthiş bir hızla modern fetiş oldu. Genellikle 6-7 yaşında bir çocuk yaşamak için gereken bilgiye sahip oluyor. Ümitsizlik yaratan korku, kazananlar tarihi olan medeniler tarihinin tek tarih olacağı büyük ihtimali; Medeniyet içinde ve dışında, son 7-10 yıl bir avuç insan tarafından yaratılan mutlak egemenlik, ʻgüçlü haklıdırʼ (might is right) kavramının tam bir başarıya ulaşması.
    Biraz da dedikodu.
    – ʻʻKendimi ne kadar birey olarak düşünsem, o kadar var olduğuma inanamıyorum.ˮ diyen bir vahşi, kafayı ʻben/oʼ ile yiyenlerin gafletini güzel dile getiriyor.
    – ʻʻSorularıyla bize işkence ediyorlar.ˮ diyen vahşi, bilgi ile kafayı yiyenlerin ayağını kaydırıyor, simetrik antropoloji yapıyor.
    – Neolitikden önce özgürce, sonra şansları varsa, yaşayanlar mülkiyetin zararları hakkında milyonlarca sayfa yazı yazmıyorlar. Taşıyabileceğinden fazlasının intihar olduğunu biliyorlar.
    – ʻʻKendi vücudum bile benim değil; millet, ʻbu benimʼ, ʻbu seninʼ diye birbirini boğazlıyor diyen bir medeni, içerdeki rezilliği çok güzel görüyor.
    Şimdi de şu an okuduğum bir kitaptan.
    ʻʻJules Verneʼnin kitabındaki bir resimde, mühendis Roburʼun 1886ʼda pilotluk ettiği uzay gemisini görüntüler. Uzay gemisi Avrupa’nın başkenti Paris’in üzerinde görkemli bir şekilde kayar, muazzam ışık huzmeleri, Seine sularını, rıhtımları, köprüleri ve cepheleri aydınlatır. Sürpriz sonsuz ama korku yok. Halk tam bir güven içinde gökyüzüne bakar.
    Bir sonraki resimde de uzay gemisi aynı görkem ve ulaşılmazlık mesafede ama Afrika üzerinde. Burada mühendis yeri sadece aydınlantmakla kalmaz, yerdeki olayları bizzat eyleyen. Uygar adamın vahşilere doğal polislik haklarıyla vahşilerin işleyeceği suçları önlemekte. Uzay gemisinin silahları devreye girer ; gökten, çığlık atarak dehşetten ve ölümden kaçan suçlu siyah vahşilerin üzerine ölüm ve felaket yağar.ˮ
    Bu da, yıllar önce okuduğum Dumezilʼin eşsiz ʻʻThe Good Shepherd Francisco Davila’s Sermon To the Indians of Peru (1646)ˮ. Çok tavsiye ederim, 2 sayfa.
    Francisco Davila yerlilere vaaz vermekte, Allah baba, İsa Oğul, Meryam Ana, haça gerilmek, günah falan filan. Birden durur. Bundan sonrasında Dumezilʼin dahiliği, bu vaazi neden Keçuva dilinden tercime ettiği anlaşılır.
    Davila arkada oturan bir yerliye seslenir:
    ʻʻYere bakıyorsun, dinler gibi görünüyorsun ama ne düşündüğünü biliyorum. ʻʻSiz beyazlar gelmeden önce hırsızlık, dehşet, katliam, iğfal ve tecavüz yoktu…ˮ
    Davila rahatsız. Bir çare arıyor. Ve bulur!
    ʻʻSize ışık ve aydınlık, doğru yolda yürüme, ebedi hayata erişme (burada da sizin hatırınız için ʻyani gebermeʼ demekten kendimi zor alıkoyuyorum) getirdik ama reddettiniz. Allah daha önce de günahlarınız için sizi cezalandırdı ama hâlâ kendi yolunuzda yürüyorsunuz, beyazlardan farklı olduğunuza inanıyor, kendi rahiplerinizi dinliyorsunuz. Başınıza gelen felaketler gerçek Allahʼa inanmamanızın cezası.

  69. daha ne kadar orada kalır?
    İnsanlık henüz anarşist-sosyalist bir toplumu kurabilme olgunluğunun çok öncesinde. Ve burada bu ülkede biz aslında hala Laik bir ileri Burjuva Demokrasisinin derdindeyiz. Bu garabet bence bize değil toplumun nesnel gerçekliğine ait bir acizlik. İlkokul diploması bulunmayanı üniversiteye yazdıramazsınız.
    Soru şu; bu geri zekalı yağmacı güruh yeraltı vb doğal zenginliği bulunmayan yoksul ülkede bilinen faşist, totaliter ve çok masraflı devlet biçimi, üretim ekonomisini örgütleyemeyecek denli salak ve yoz kadroları ile nereye kadar gidebilir?
    Bence.. bir kaç yıllık ömürleri var… Bu ömrü uzatmanın tek yolu ülkeyi savaşa sürüklemek.
    Suriyede Suriye ve İran güçlerine karşı ABD nin vekalet savaşına mı yazılır?
    Ya da Rusya paktına yazılır, ağır bir ekonomik kriz ile iç savaşa mı sürüklenir?
    Kıbrıs, Doğu Akdeniz meselesinde yemlenerek bir ekonomik nefes alma sürecine mi girmeyi yeğler? Ki bu da İran karşıtı cepheye yazılmayı zorunlu hale getirir…
    — Burada gevezelik çok… Bu gibi somut siyasal-ekonomik süreç analizi pek yok..
    Bu, bu ülke solculuğunun budalalığının standart hali.. Skolastik zihinle konuşma…
    Pipsqueak’e gelince … hasta birisi… bilgilerin tıkıştırılmış kirli çuvalı.. Acınası entelektüel budala. Gösterişi zekasının çok gerisinde. Ezik doğulunun yabancı dil öğrenmiş hali. Nesnel gerçekliği ingilizce, fransızca cümlelerle reddedeceğini sanan bir Niğde köylüsü. Geçiniz..

  70. Orta Dünya’daki İyi Elflerin Kötü Orklar tarafından – pardon Yeni Dünya’daki İyi Kızılderililerin Kötü Beyazlar tarafından yok edilmesini konu alan, gelmiş geçmiş en güzel “İyi-Kötü Savaşı” hikayesi sayılabilecek olan, mutlaka okunması gereken o kült romanın adı neydi?

    Doğru yanıtı yollayan ilk beş takipçimize bir Orta Dünya – pardon Yeni Dünya seyahati hediye!

    Not:

    Bizim dünyamızda yaşanmış ve yaşanmakta olan gerçeklerin o romanda anlatılanlar gibi “Siyah-Beyaz”dan ibaret olmadığı şeklindeki saçmalıkları ortaya atabilen, örneğin bazı Elflerin diğer Elflere karşı Orklarla – pardon bazı Kızılderililerin diğer Kızılderililere karşı Beyazlarla işbirliği yaptığı gibi inanılması güç uydurmaları yayıp güya “objektif” görünmeye çalışan sahte entelektüel tarihçi bozuntularının yalanlarına sakın kanmayın!

  71. Dünyada “Siyah-Beyaz”dan çok “Gri”nin ve “tonları”nın mevcut olduğunu söyleyen bilgiç entellerin en çok verdiği örnek “Kapitalist-İşçi” veya “Burjuva-Proleter” şeklindeki “Siyah-Beyaz”lardır.

    Onlara göre, güya, dünyadaki bütün insanlar sadece bir avuç “Siyah” Kapitalistlerden / Burjuvaziden ve insanların ezici çoğunluğu oluşturan “Beyaz” İşçi Sınıfından / Proleteryadan ibaret değilmiş.

    Örneğin, “Gri’nin Elli Tonu”na, hatta yüzlerce, binlerce “Gri tonu”na, yani çok çeşitli “sınıf”lara, yaşama koşullarına, gelir düzeylerine mensup olan yüzbinlerce, onmilyonlarca, belki yüzmilyonlarca insan varmış.

    Daha önemlisi, bu insanlardan birçoğunun, özellikle daha genç olanlarının, ekonomik-sınıfsal-ideolojik-politik sorunlardan ziyade, özel, kişisel veya ailevi sorunlarının olmasıymış. Bu nedenle ekonomi de, sınıflar da, ideolojiler de, politika da pek umurlarında değilmiş.

    Hiç inandırıcı değil. Aksine, çok saçma geliyor değil mi?

    “Gri’nin Elli Tonu”nu anlatan filmlerin veya kitapların sadece adını duymuşsanız ve hatta bunlarla ilgili hiçbir şey duymamışsanız bile bu görüşü siz de saçma bulursunuz büyük ihtimalle.

  72. 1789 (veya 1923) öncesinin ideolojisini, yani “Kraliyet – Katoliklik” sentezini (veya “Saltanat – Ulema” sentezini) hala savunanlara “gerici” deniyorsa, 1989 öncesinin ideolojileri olan “Marksizm – Leninizm” veya “Anarşizm – Özgürlükçü Yeni Sol” sentezlerine takılıp kalanlara ne denir?

    “Yeni Gericiler” mi?

    Yeni mürteciler – Özdemir İNCE – Hürriyet
    http://www.hurriyet.com.tr/yeni-murteciler-6495528

  73. “Türkiye Türklerindir” gazetesinde (Hürriyet) çıkan bir haber:

    “Yunanistan Yunanlara aittir”

    “Türk mezarlığına saldırı: Mezar taşlarını kırıp, boyalarla zarar verdiler
    Yunanistan’ın Dedeağaç bölgesindeki Türk mezarları saldırıya uğradı. Mezar taşlarını kıran saldırganlar, sprey boyayla mezarların üzerine aşırı sağcı Altın Şafak Partisi’nin amblemlerini çizip ‘Yunanistan Yunanlara aittir’ yazılı bildiriler bıraktı.
    YUNANİSTAN’ın Dedeağaç kentindeki Türk mezarlığına giden bölgede yaşayan Türkler, mezarların saldırıya uğradığını görünce polise haber verdi.
    Ülkede bulunan aşırı sağcı Altın Şafak Partisi sempatizanlarının gerçekleştirdiği belirtilen saldırıda bazı mezarların taşları kırıldı, bazı mezarların üzerlerine de sprey boyayla partinin amblemi çizildi.
    Saldırganlar mezarlığa, ‘Yunanistan, Yunanlara aittir’ yazılı bildiriler de bıraktı. Polis saldırıyla ilgili soruşturma başlattı.”

    Netice-i kelam:

    Türkiye Türklerindir = Yunanistan Yunanlılarındır

  74. Ezik doğulu gibi atıp tutmamış. Batıʼya özgü, nesnel ve bilimsel çalışmalarla dünya insanlığının ve ülkemizin laik ve ileri Burjuva Demokrasisi içindeki safhada olduğunu tespit etmiş. Batıʼya yakışır araştırma, destek belgeler, yararlanılan kaynaklarlarıyla kanıt getirerek sayfalar doldurmaya yeltenmiş ama heyhat ’60 Zek de sitedeki salgın kabızlığa yakalandığı için sıkmış sıkmış bir sayfa bile çıkmamış.
    Yabancı dil bilme gösterisiyle bilgelik fiyakası yapan Pipsqueak gibi sayfayı yabancı dil sözcüklerle doldurmamış. Kendisi gibi saf , arınmış, bakire, el değmemiş, kız oğlan kız Türkçe sözcükler kullanmış.
    Kabızlığını bile taklit etsek sayfalar tutar. Kısa kesmek için bu dil aliminin öz Türkçe sözcüklerini dizeceğim.
    ʻzekaʼ, ʻinsanlıkʼ,ʻhenüzʼ, ʻanarşistʼ, ʻsosyalistʼ, ʻaslındaʼ, ʻlaikʼ, ʻburjuvaʼ, ʻdemokrasiʼ, ʻ garabet ʼ, ʻacizlikʼ, ʻdiplomaʼ, ʻokulʼ, ʻüniversiteʼ, ʻgüruhʼ, ʻzenginlikʼ, ʻfaşistʼ, ʻtotaliterʼ,ʻmasrafʼ, ʻdevletʼ, ʻekonomiʼ, ʻkadroʼ, ʻömürʼ, ʻvekaletʼ, ʻpaktʼ, ʻkrizʼ ʻnefesʼ, ʻcepheʼ, ʻgevezeʼ, ʻhaleʼ, ʻsiyasalʼ, ʻanalizʼ ʻstandartʼ, ʻskolastikʼ, ʻzihinʼ, ʻhastaʼ, ʻ entelektüel ʼ, ʻbudalaʼ, ʻyabancıʼ, ʻcümleʼ, ʻNiğdeʼ.
    Bakirelik meraklısı ʻ60 İleri Zekʼ kendini ilelebet bakire bakire huriler düyasında sanmış.
    Her neyse, laiklik yaygaralarına rağmen hâlâ özel mülkiyet kadar eski bakirelik saplantısından bir türlü kurtulamaşsın. Yukarıda listesini yaptığım kelimeler bile senin gibi solcu devrimci, sosyal mühendis heveslisi bakire marksist muhabbet tellallarını bakirelik saplantısından kurtarmamış, ben nasıl kurtarabilirim? Ulan utanın be, sizler gibi gerçek entelektüellerin saplantıları yüzünden dil de kültür de piçleşdi. Hiç değilse nesnellik cikleti çiğneyeceğine, nesnel ol, bu kaçınılmazlığın nesnel nedenlerine bak. Örneğin daha henüz ağzınıza ʻkültürel emperyalizmʼ emziği sokulmadan, dünya dil haritasında çok yer alan Türk dillerinin yayılma nedenelerini bazı araştırmacılar bulup çıkardılar.
    Hadi Özgür Üniversite’ye!
    Senin bakire markstliğin kaleminden akıyor. Bilimselliğe özentin, profesör vari yazın, nesnel dünya polisliğin, hepsi tiksindirici ! Günümüz dünyasında böyleler benim için iğrenç, senin gibiler için bilgi. ʻ Nesnelʼ, ʻsomut siyasal-ekonomik süreç analizi ʼ, ʻSuriyede Suriye ve İran güçlerine karşı ABDʼ, ʻ üretim ekonomisiniʼ, ʻ doğal zenginliğiʼ zırvalamaların çok medya ve özenti kokuyor.
    Hepsinle alay edecek değilim. Bakalım şu ʻentelektüel budalaʼ ve ʻnesnelʼ vırvırına.
    Hemen başta ʻbudalaʼ bana ʻabdalʼ lafını hatırlattı. O da sufileri, sufiler ve benzerleri daoistler de sizin gibi bilgeler, kasıla kasıla kabız olan entelektüellerle alay etmelerini, o da bana kendimin bu sitede bütün yazılarımla alay edip gülmemi hatırlattı. Bilgimi sadece ve sadece, bir ihtiamal çok ender durumlar hariç, nesnel kanıt lar olarak kullandım. Bilgiyi asla sizler gibi fetişleştiren yazılar yazmadım.
    Bana öyle geliyor ki nesnel dünya da sizin gibi çok ve nesnel bilgili iğrenç sofu yobazlarla alay ediyor: hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, denizler kirliliği, mevsim değişme sorunları, nüfusta üssel artışlar, senin gibi atık insanların üssel artışı, deniz altındaki nükleer atıklar, senin gibi plastik atıklar, sayısız modern hastalıklar vb. Saymakla bitmez! Ulan utan be! Sen hangi nesnel dünyadan söz ediyorsun be hödük! Benim senin gibi yobazlarla alay etmemi destekleyen nesnel dünya mı; senin laik yeryüzü cennet mollalığının dünyası mı? Akıl almaz bir utanmazlıkla tekrarladığın ʻbekle eşeğim yaz gelsinʼ marksizm muhabbet tellalığın dünyası mı?
    Hemen hemen hepiniz 19. yüzyılda ulaşılan zirveye, daha doğrusu kazığa, oturup kalmışsınız.
    Ben saldırmalarımı bile okuduğumu inceleyerek yapıyorum. Bu sitede tıpkı senin gibi korkusunda altına bile edememeyen uslu, evcil iyi aile çocukları anal-izleri çok pis koktuğundan senin gibi az ama öz birkaç habbe düşürüyorlar.
    Gelelim şu ʻezik doğuluʼ nakaratına. Eğer sende zerre kadar onur varsa ve şu önerime dürüstçe* bir yanıt verirsin.
    Sana binlerce Batıʼlı ve çok ünlü düşünürlerin yazdıkları benden çok daha sert eleştiriler içeren kitap ve yazar adlarını gönderirim. Bazılar makale. Bazıları siteye sığacak kadar kısa, doğrudan yazabilirim.
    Düşünürler arasında batılı olmayanlar da var ama ya Batı eğitimi, ki zaten egemen o, görmüşler ya Batı düşünürleri ile beraber yazmışlar ya da Batı düşünürlerin fikirlerini çok iyi bilen ve benzeri eleştiriler yapanlar.
    *Neden dürüstçe? Sosyal medya çıkalı sana benzer kara cahiller, salt boşalmak için, medyada ve özellikle sol medyada bedavadan ucuz basmakalıp lafları sıralıyorlar. Onlardan biriysen saatler vermek de istemiyorum. Peki, onlardan biri olduğunu nasıl tahmin ettim? Günümüzde, bilhassa düşünce ve fikirler dünyasında, Doğu/Batı zırvalaman akıl almaz hödüklüğüne delalet etti. Cahilliğin yanısıra, bana saldırmakla clonlarından destek almak istemişsin. Fakat yazdıklarımı okumamışsın. Ben bilgi derdinde değilim ve bunu anlamadıysan sen iyice aptalsın. Sende utanma da yok. İlahi nakaratın ʻnesnel gerçekliğeʼ inek trene bakar gibi bakmışsın. Tüm nesnel dünya son beş (yüz) yıl hoplaya zıplaya burjuvalaştı. Sen hâlâ 60ʼların Doğu/Batı sloganlar bataklığında çırpınıyorsun. Senin gibi enayilerin ağzına en az 15-20 yıldır Kuzey/Güney emziği soktular. Rusya, Çin, Modi Hindistan’ı, Singapur, Hong Kong, Güney Kore, Japonya, Tayvan, Vietnam gibi kahve yerine çay içme hariç hepsi açıkça batılı. Bir tek senin gibi Nuh öncesi solcu devrimcilerin bir türlü büyüyüp ağızlarında çıkaramadıkları Doğu/Batı emziği kalmış hâlâ.
    Kendi ülkendeki kurumlara (yasalar, eğitim, bilim, teknoloji, ahlak, aile, ekonomi, savaş, din, felsefe…) bak be hödükler hödüğü!
    Aklın sıra en yobaz (ben senin onlardan sonsuz daha yobaz olduğunu, bir bağımsız heyet önünde, canım karşılığı savunurum) sandığın dinciler bile Allahʼın varlığının bilimselliğinden söz ediyor. Uçaklar ve bilgisayarı Kuran’da yazılmış şifrelerde buluyorlar.
    Tabii bir noktada bu Batı/Doğu nesnel soytarlığında bir gerçek payı var. Mollalar, İranʼda, petrolu namazla çıkarıyorlar; Erdoğancılar, Türkiyeʼde, binaları dualarla dikiyorlar ve şehir otobüslerini üfürükçülükle yürütüyorlar!
    Vay siz enayilerin nesnellik zırvalamalarına!
    Peki sen, siz yobazlara kıyasla evrenden daha büyük yobaz, ışık yılları ilerde ve sonsuz daha bilimsel olan kuantum fizikçilerinin senin gibi 19. yüzyıl huu huuu çeken yobazların nesnelliğinin içine ettiklerini de mi duymadın be karalar karası cahil? Senin gibi enayilere güldüklerini de mi bilmiyorsun?
    Ben onlardan daha gaddarım: sen o kadar enayisin ki sana, 2 milyon yıl önce, daha henüz nesnel dünyada yaşadığını bilmeyen insan, kafasını taşa vura vura, aynı senin gibi, kafasını bir hödüklük aleti olarak kullanmasını öğrendi deseler inanırsın.
    Hadi, sen de git Özgür Üniversite gece kurslarına yazıl. Çok ama çok cahilsin.
    Senin nesnellik soytarılığına gülen bir batılı:
    ʻʻMadness is a special form of the spirit and clings to all teachings and philosophies, but even more to daily life, since life itself is full of craziness and at bottom utterly illogical. Man strives toward reason only so that he can make rules for himself. Life itself has no rules. What you call knowledge is an attempt to impose something comprehensible on life.”
    Bu da bir diğeri: Nesnel vahşi/Öznel Avrupalı
    ʻʻ… the Indians in the neighbouring island of Porto Rico used to kill off any captured Europeans by drowning. Then they would mount guard for weeks round the dead men to see whether or not they were subject to putrefaction. We can draw two conclusions from the differences between the two methods of enquiry: the white men invoked the social, and the Indians the natural sciences; and whereas the white men took the Indians for animals, the Indians were content to suspect the white men of being gods. One was as ignorant as the other, but the second of the two did more honour to the human race.ˮ
    Bu ʻLaik bir ileri Burjuva Demokrasisiʼ yolculuğunuzda o noktaya çoktan varmış bir toplumdan birinin 40 yıl önce ʻʻiyi yolculuklarˮ temennisi.
    ʻʻ No one knows where we are going, the aim of life has been forgotten, the end has been left behind. Man has set out at tremendous speed- to go nowhere.ˮ
    Bu da ben Pipsqueakʼden: ʻʻUtanma kalkınca , her şey mümkün!ˮ

  75. ʻ57 Asstekʼ
    Aztekler hakkında bu televizyon osuruğu bilgisi dışında zerre kadar bilgin olmadığı çok aşikar. Batan iğnenin acısından sitenin BİRlik ʻyaşasın ezilenler, kahrolsun ezenlerʼ sloganını bile unutmuşsun.
    Senin gibi kara cahil olmadığından ve tarihte kurban vermenin ne anlama geldiğini bilen bir Marksist tarihçi, Azteklerdeki aşırılığın nedenini anlamak için araştırma yapar. Orta Amerikaʼda yılda 48 gün çalışmakla bütün yıl ihtiyaçların sağlanması ipucu olur. Kısacası, evren düzenini kurban vermeyle sağlayan EZİCİ rahipler sınıfı, tıpa tıp siz çok tüketim orta sınıflılar gibi tüketim bolluğundan kafayı yemişler. Tıpa tıp sizler gibi kurban vermenin ANLAMINI unutup tıpa tıp siz devrim sapıkları gibi ANLAMAK yerine EYLEM ve ETKİNLİK eğlencesine dalmışlar. Fark? Rahipler zamanımız failleri gibi sapıklıklarını gerçekten tatbikata sokmuşlar. Sizler ise tıpkı röntgenciler gibi, faillerin başarılarıyla coşuyor, onlar gibi olma sapık hayallerine dalmakla boşalıyorsunuz. Onlar günde 200 kişiyi fiilen cehenneme göndermişler. Sizler ise günde 200 eğlence ile insan onur ve gururunu utanmazlığınızla ayak altına almışsınız.
    Hadi, Özgür Üniversiteʼye!
    Püfürpüfür eser başıkaya, kurban verme tarihini biliyorsa sana anlatsın. Ama sarı yeleklilerle meşgulsa, sitenin fabrika anarşisti Temiz-taşcı belki biliyordur. Ama sakın nefesini tutma! Bu fabrika anarşisti İngiltere’de anarşistlik eğitimini tam bitirmemiş, 19. yüzyıl fabrika anarşistliği dersinden sonra yeteri kadar aydınlanmış. HEMEN asıl devrim yeri sokaklara, harfi harfine, dökülmüş. Şimdi Temiz-taş için attığı ʻhemen’ʼ ve ʻşimdiʼ naraları eğitimini asıl devrim yeri olan döküldüğü sokaklarda tamamlamış.
    Yahu insaf be, hadi Orta Amerika kara cahilliği affedilir de sitenin ʻyaşasın ezilenler, kahrolsun ezenlerʼ sloganını unutmak affedilmaez: Rahipler ezenler sınıfından be hilkat garibesi ʻ57Asstekʼ hödük!
    Hadi, Özgür Üniversiteʼye!
    Yahu insaf be, televizyonda Moctezumaʼnın Cortésʼe ʻsizi bekliyordukʼ dediği ünlü tabloyu da mı sosyal medya ve televizyonda hiç görmedin veya ANLAMADAN gördün.
    Hadi, Özgür Üniversiteʼye!
    Çok daha sayfa eklerim ama kasılmaktan iyice kabızlaşmış, tıpkı sana benzeyen, cahilliğinden utanmayan kabız site müdürünün hoşuna gidip beni tebrik etmesin diye kısa keseceğim.
    Aztekler yaklaşık iki bin (2 000) yıllık bir Orta Amerika Medeniyetʼinin geçici çökmesinden hemen sonra, 1250 civarında, Meksikaʼya gelirler. Türkler ve Memlukler, hatta çok daha geniş bir anlamda Akkadlardan tut Almanlar, Mogollar, Berberlere, hatta ve hatta Türklerin taptığı, Kürtlerin gurur duyduğu AYRANcılara benzerler. Medeniler bunlara önce barbar, vahşi, saldırgan derler ama bunlar evcilleşince dalkavuk saray tarihçileri bunları saygı ve huşu içinde kağıtlara geçirir, medenilerin kazananlar tarihinde saygılı bir yer alırlar. En fazla tanınanlar gezici çobanlar. Bunlar önce medeniler tarafından ardından gelenlere karşı koruyucu veya kiralık askerler olarak kullanılır. Bir süre sonra işin kolaylığını, etraflarına sizler gibi düzen meraklısı dalkavukları toplayıp iş başı edip keyiflerine bakmayı öğrenirler.
    Hadi, Özgür Üniversiteʼye!
    Hatta ben, siz Medeniyet koruyucusu, orta sınıflılar ve özellikle marksist-anarşist devrimcileri öyle görürüm. Atılan yeteri kadar kemiklerle kuyruklarını sallayanlar, saldıranlara karşı sınır polisleri. Tek istedikleri daha çok kemik.
    Aztekler Orta Amerika Medeniyet’inin yıkılmasıyla ekabir, aristokrat ailelerin sığındıklar bir nevi şehir devletlerinin mücadelerinde kiralık askerler olarak kullanıldılar. Bir süre sonra yeni işlerinde çaylak olduklarından eski alçak ezenleri birleştirip iş başı ettiler. Tıpa tıp site anarşistinin ʻDünyanın En Büyük Devrimiʼni yapan Bolşevikleri gibi, tıpa tıp Muhammedʼin düşmanları Mekkelilerin İslamʼı ele geçirmeleri gibi … Tarih misallerle dolu. Tari bunları taklit edenlerin başarı masllarıyla dolu. Tarih, tıpa tıp bunlara yaltakçılık eden bu sitedeki düzen heveslileri benzerleriyle dolu.
    Hadi, Özgür Üniversiteʼye!

  76. Defalarca nitelendirildim: fikirlerim değersiz, gerçek dünyadan bihaberim, bilgim kıt ve sırf gösteriden ibaret, aklımda dengesizlik var, ezik insanım, nefret doluyum, yazdıklarım okumaya bile değmez, geri zekalıyım…
    Kendi kendini aldatmamak imkansız değilse de sonsuz zor, ama bu çok inandığım özlü söz (aforizma) bile kafada bin bir tilkinin göbek atmasına neden oluyor. Örneğin bazı çok aşırı durumlar hariç böyle nitelikte insanlar ve hatta toplumlar pekâlâ yaşadılar. İnsanlar çaresizliğin dayanılır düzeyini mutluluk sayıp razı olurlar. Ama bu bir çıkmaz sokak mı? Çıkış yolu bağlamını belirlemek, kördüğümü tam çözmese de, kadim diyalektik anlamında, konuyu derinleştiriyor, ümitsiz gibi görünenin ağırlığını azaltıyor.
    Bu son, kadim diyalektik, bağlam içinde kendime bakarsam yazdıklarımın okumaya bile değmez olduğu çok belli. Yazdıklarım çoktan bilinen sıradan bilgiler.
    Neden bunu seçtim? Daha önce dediğim gibi kafayı benden bile fazla yemişler rahatça kaytarıp yaşamaya devam ediyorlar. O halde konu, yaşamaktan çok bilgi. Bilgi de nesnel dış dünya bilgisi. İş yine karıştı: nesnel/öznel. Bir örnek belki ışık tutar.
    Öznel nedenlerden dış dünya algılarının hepsinin kuşku götürür olduğunu düşünen, düşündüğünün kuşku götürmeyeceği tespiti ile modern felsefenin temelini attı. Meğersem tilkilerin kafada göbek atması kafanın oynaması değilmiş. Üstelik düşünürün amacı, dış dünyayı doğru/yanlış anlamaya ışık tutmaktı. Yine karşımıza dış dünya ve hakkında bilgimiz çıktı.
    Bilgiyi, şu an anladığım anlamda, ilk defa ciddiye almam, dünyanın en zengin ülkesinde 60 olaylarıyla başladı. Hâlihazırda üniversite 3. sınıfındaydım. Ama asıl neden ve şansım, bilgiyi hem seven hem de eleştirebilenlerle arkadaşlığım.
    Bazı yanlış anlaşılabilecekleri önleyici kısa ekler:
    – İlk bilgi eleştirim: Allah köylüyü sevindirmek için eşeğini kaybettirip buldururmuş. Benim sevincim bu idi.
    – O günlerdeki Türkiye’de bir sürü üniversite giriş sınavları kazandım ve bana yapılan burs teklifleri arasında yurt dışında ABD’yi seçtim. Seçmemin nedeni utanılacak kadar salakça ama sonra Avrupa’da yaşayınca seçimime pişman olmadım, bilakis. Nedeni de Porfirio Díazʼın ʻʻ Zavallı Meksika, Allahʼtan ne kadar uzak; ABDʼye ne kadar yakın!ˮ sözü. Avrupa, bokunu, buradan güneşe kadar çok çikolatalarla kaplamış.
    – Ben en az 500 metre uzakta pınardan su getirirdim, mangalla ısınırdık, elektrik salt lüks ailelerde vardı, annem otellere çamaşır yıkar, ablalarım nakışla para kazanırdı, babam içerdi.
    – ABD’de en fakirler bile bizim mahalledekilere kıyasla zengindi.
    – Bilgiyi gerçekten sevmeye başladığımda, geldiğim yerin dünya tarihi içindeki yeri ve ailemin toplumdaki yeri bağlamında 200 yıl geriden başladığımı gördüm. Ama cahilliğime rağmen, Osmanlılarla başlayan ve bir saray adamı Atatürk ile sona eren Devlet’in sarışınlaşma hayallerine kurban olmayacak kadar bilgim oldu.
    – ABDʼde dahiler, dahiler üniversitelerinde; sıradanlar her köşedeki bakkallar gibi çok sıradan üniversitelerde.
    – Bunlara rağmen oradaki fakir ve sıradanlar da zenginlikten payını alanlar da, öğrenciler de bir huzursuzluk içindeydi.
    – Bilgi bile, bilgiye sevgi yaratma yerine, içte ve dışta, baskı aleti olduğu için saldırıya hedef oluyordu.
    Bu uzar da uzar. Kaba, kuru, tatsız tuzsuz ve kısa özet: Bir kutupta mutlak kuşkuluculuğun temsilcisi bilim, diğer kutupta mutlak adalet temsilcisi ahlak gereği.
    İyi, tamam, ineyim çok bilgili sağ/sol Türk aydınların nesnel dış dünya yeryüzüne. Kendi itirafımla, 200 yıl sonra başlayandan ne beklenebilir? Resmi (formel) tahsilim bile matematik. Bilgiyi sevmeye başladığımda yazmasını bile bilmiyordum ve hâlâ öyle. Burnum havada oluşunun nedeni elimden geldiği kadar 200 yıllık mesafeyi kapatma çabalarımdan. Çelişkim çoktan bilinen bir çelişki.
    Öğrendiklerim, göz kamaştırıcıydı ve hâlâ kamaşır. Okuduklarım, bilginin sonsuz büyük bir ölçüde içerde ve dışarıda baskı aleti olduğu yargısının doğruluğunu kanıtladı.
    Diğer öğrendiğim, mutlak kuşku, mutlak kuşkuyu kılavuz olarak kullananlara karşı da kullanılabilir.
    Buna sayısız örnekler var. Salt bir tane yeter gibi. Romantik akımının bir anadireği Darwin ile yaşamın düşünme, bilgi ve bilginin temsil ettiği dünya ötesinde canlı varlıkların akıl almaz cambazlıklar ve belli parametreler içinde inatla yaşama ʻsarılmalarıʼ.
    Parantez içi: Marksın tarih motorunun akıl ve düşünce değil değişmenin altında yatan sınıf çatışması olduğu fikri; Freud’un insanı ve dolayısıyla toplumu anlamanın sırrı bilinç (akılla bilinen anlamda) değil, altında yatanlarda olduğu fikri. Bence, bunlar da, evrim dürtüsünün satha çıkmaları.
    Bu site, bütün fiyakalara rağmen, o kadar keriz dolu ki, mecburen, Marks da ve Freudʼa ortak ʻaltındaʼ sözüne dikkat çekmek isterim. Hatta bilimin temeli bu, görünen dünya yardımcı, görünmeyen dünya bilgi kaynağı. Ama bir allahın hödüğü ’60 İleri zek’, özel mülkiyeti ʻnesnelʼ dünyasını tanımadığımı söyleyerek benim kendinden de hödük olduğumu klonlarına ilan etmiş. Bu ʻ60 İleri Zekʼ yabancı dilleri kullanma polisi. Ama olsun. Lütfen, ʻobjectiveʼ = nesnel kelimesinin hem etimolojisine hem de anlamına bakın. Anlam, kullanış ve kökte ʻpublicʼ = kamu var. Yani herkese ait, hatta bu keriz bir de utanmadan ʻlaikʼ kelimesini kullanmış. Bilimin en fazla savunulur yanı kamuya açık, laiklik varsayımı. Gel, böyle hilkat garibesi sonsuz cahillere kızdığım için beni kına! Üstelik aynı bu sitede sayılmakla bitmez diğer cahiller gibi, fiyakasından geçilmez!
    Romantiklerin ileri sürdüğünü basitleştirsem yine karşımıza iki kutup çıkıyor. Aklını kullanarak dünyada yerini anlayıp yaşama; hayatı şiirsel, romantik, yani olduğu gibi görüp içinde yaşama. Biliyorum, genel olarak ʻromantikʼ kelimesi bu anlamda kullanılmaz ve hatta tam tersi anlaşılır. İnşallah, daha ciddi ve daha nesnel ve daha önemli dünya bilgileriyle meşgul site bilgecikleri, beni parmakla sinek gibi ezip çöpe atmadan veya akıl hastanesine göndermeden bu konuda cahillikleri kuşkusuna düşüp biraz araştırırlar. Hayatı şiirsel yaşama, akılsızlık veya günümüze egemen olan ve bu sitede sayısız temsilcileri gibi akıl yürütme yerine bokunda boncuk bulmayla (sürüde bireyci olmak, benci fena değil ama tam değil) yaşamak değil. Ne de televizyon ve medya aklı yürütmek. Basitçe ʻben/oʼ ikilimi tuzağından kaçınmak, tarihi nedenlerden doğan insan/doğa çelişkisine son vermek. Hatta sayısız düşünür, romantiklerin bilim adamalarından bile daha çok akla gönderme yaptıklarına ve akıl yürüttüklerine dikkat çekerler.
    Yine parantez: Hegel ve sonra Marks da tarihe benzeri bir ʻamaçʼ koymayla itham edilir.
    İki parantezde olanlar benim görüşlerim değil, aklım sıra, nesnel dünya veya tarihte bilinen şeyler Bu örnekleri seçmem de pek hilesiz sayılmaz. Bence bu sitenin özü bu süperstarlarla kafalarının yarım yamalak dolmuş olması.
    Romantiklerin zayıf tarafı savundukları şiirsel yaşam biçimi (ekolojist Bokçene’yi savunanların kulakları çınlasın) veya öyle yaşamak değil, bilgisiz yaşayanların rahatça tuzağa alınmaları. Ama romantikler bunu biliyorlardı. Romantik Blake ʻʻcahil masum olamazʼʼ dedi.
    Şimdi de kendi parantezim:
    Yine, sitenin sonsuz cahilliği ve utanmazlığını düşünerek, hileli bir başlangıç yapacağım. Süperstar Plato günümüzdeki bir kasaba kadar küçük Atinaʼda bile halkın, hayalleri gerçek sandıkları bir yalan dünyada yaşadıklarını ve hatırlatana da inanmadıklarını yazdı. Buda benzerini daha önce, İsa daha sonra söyledi. Hatta Muhammed bile ʻuyan ve dinleʼ ile başlar.
    Buna rağmen bu sitede sayısız artık ürünün atık ürünü kerizler, ucuz kültür, ucuz televizyon, ucuz film, ucuz sosyal medya ile enayi avcılığı yapanların pençesine düşmüş mutantların çeneleri durmaz. Kara cahilliklerini utanmadan sergilerler. Bunları görünce Trump, Erdoğan, Bolsonaro, Putin, Modi vb köpek balıkların neden kolayca böyle silikleri peşlerine taktıkları anlaşılıyor. Örnekler çok: silik ʻsiyah/beyaz/griʼ, profesörlük taslayan keriz ʻ60 İleri Zekʼ ve sayısız benzerleri.
    Ulan kerizler, sizi pompalayanların ataları, daha henüz Atatürkʼünüz bile doğmadan önce, ʻʻʻdoğru/yanlışʼı, ʻ1/0ʼ ile temsil etmek yanlış, 0 ile 1 arasındaki sonsuz sayıda kesirlerle değerlendirmelerle temsil etmek daha doğruˮ altın yumurtasını yumurtladılar. Diğer bir sarışın mavi gözlü dahi, ʻʻdoğru veya eşit saplantısından çıkıp aşağı yukarı kullanalımˮ dedi. Bu ʻaşağı yukarıʼ da günümüz nesnel dünyasının temelinde yatan istatistik zımbırtısı. Bu zımbırtı, bu sitede ve diğer sayısız sitelerde huşu içinde ağza alınan kuantum fiziğinin temelinde yattığı gibi ʻnesnelʼ dünyanın varlığını simgeler. Site enayileri saymakla bitmez gibi. Nitekim varmak istediğim nokta da bu.
    Bilgi küplerinin pişkinlik tebdili kıyafetiyle beni değersiz bulmaları, iki satırla halletmeleri kolay. Kendi ve sitedeki zombileri cahilliklerinde benim gördüğümü görmeleri imkansız. Bazı arkadaşlar okumadıklarını, anlamadıklarını veya anlamak istemediklerini ileri sürdüler, bence her üçü mümkün. Benim kesin kes bildiğim bu salakların sayısız konuda son derece bilgisiz kara cahil oldukları.
    Bu dolandırıcı solcu devrimciler, Erdoğan yaygarası ile kıçlarını yırtıyorlar ama sanki Erdoğan allahın lütfuyla başkan oldu. Bu sitede kara cahilliklerini akıl almaz bir rahatlık içinde ve utanmadan sergileyenlerden bir ders çıkarmak işlerine gelmiyor. Erdoğan ve diğer köpek balıkları gibi kendilerine yem olurlar diye ʻmüsamahaʼ gösteriyorlar. Hitler Almanyaʼsında bu zombilerden bile bilgili halk kısa zamanda köpek balığına yem oldu. Günümüzde ʻ60 İleri Zekʼin özel mülkiyeti ʻnesnel dünyadaʼ totaliter rejimleri başarısı nesnel değil galiba.
    Son not: Blake hariç süperstar adlarını ve dediklerini bilerek kullandım. Dolandırıcılk bile sadece bilgeciklerin tekelinde değil!

  77. Eğer bu siteyi dolduran hilkat garibesi kabız solcu devrimciler gibi karşıt versem ʻʻSigara değil, tütün. Kağıt yoktu, pipo vardı.ˮ derdim ve hepiniz gibi, kabızlığımı azaltmanın zevkiyle televizyonuma dönerdim.
    1. Kuş, maymun ve diğer hayvanların ʻiçkiʼ ve ʻşarapʼ ile kafayı buldukları ve hatta sevdikleri bilinir. Başladıktan sonra, aralarında yayılma zaman oranını ölçenler bile oldu.
    2. Bazı arkeologlar uyuşturucu bitkilerin tahıllardan önce evcilleştirildiğini idda ederler.
    3. Eski Yunanlılar şarap içmekle tanrılar gibi oldular.
    4. Bir çeşit anarşist olan sufiler arasında ʻkadehʼ ve meyhane metaforunu duyar duymaz, salt ‘sufi’ kelimesi bu site laik, solcu devrimci, marksist-anarşistlerinin aklına hemen Erdoğan ve babaları Atatürk gelir, hoplamaya başlarlar. Hatta hemen sitenin büyük anarşisti gibi gençleşir, 19 Mayıs bayramına katılır, zıplamaya başlarlar.
    5. İnsanların günlük hayat bilinçlerini değiştirmek için tütün, şarap ve diğer bitkileri kullandıkları tarih kadar eski. Bence en yakın benzetme, çeşitli yiyecekler, gıda ile ölümsüzlük aramalar. Eski Yunanʼda şarap, Çinʼde afyon*, Hindistan ve Orta Doğuʼda haşiş. Zamanından önceki marksist-anarşist-antiemperyalist falan filan Hasan Sabahʼın İranʼda baskı kuran Türklere karşı kafayı bulduran haşhaşinleri (assassins, pardon teröristler) de mi duymadın be zavallı?
    6. Toplum, bu tip isteklerin aşırılığına kaçmakla, insanın hem kendine karşı hem de çevresindeki insanlara karşı sorumluluğunu üstlenmesi için doğrudan veya dolaylı kurallar koyar. Bu da tarih kadar eski. Hem de bu, sadece kafa bulma ürünleriyle de kısıtlı değil.
    *Senin gibi allahı bile yarattığı için utandıracak kara cahile not: idealiniz İngilizler afyonu, alışkanlık yaratsın diye, Çinʼe soktular, İmparator engel olunca da savaş açtılar.
    60ʼlarda günümüzde epidemik boyut kazanmış olan sağlık çılgınlığı başladığında sloganımız: ʻʻÇok sağlıklı olmak sağlıklı değil.ˮ
    Hadi Özgür Üniversiteye! Belki sen de arınır Temiz-taş-laşarsın.
    Muhammed şarabı yasakladı, Avrupa üstünlüğü karşısında telaşa düşen Devletʼi kurtarma çabaları içinde ve kafayı bulanların işe yaramadığını bilen diğer bir örnek Sultan 4. Murad, benzeri binlerce misaller var.

    Benim en çok sevdiklerimden biri, 17. yüzyıldaki kahve. Kahve o zaman Osmanlı olan Mısır aracılığyla Fransaʼya gelir. Fakir kadınlar sabah erken saatlerde işe gidenlere sıcak kahve satarlar. İşçiler sonsuz memnun; cehennem fabrika, bu sitedeki Marksistlerin ve fabrika anarşisti solcu devrimcilerin cenneti fabrika olur. Daha sonra artık çalışmayan burjuva karıları sizler gibi can sıkıntısına girerler. Bakın bir ʻboudoirʼ ne demek. Sizler gibi sosyal mühendisliğine heves ederler. Bu sitedeki anarşist şef geriye gitme zaman gemisine biner, o zamana döner, erkek olmak isteyen kadınların haklarını ve yüzbinlerce diğer hakları örnek verir ve Temiz-taş-lık heyecanı içinde ʻŞİMDİ!ʼ , ʻHEMEN! ʻEYLEM!, EYLEM!, EYLEM!, ʻHOCAMIZ BAŞKAYAʼNIN SARI YELEKLİLERİ! gibi gelecekten naralar atar. Aynı siz hödükler gibi eğlence arayan karılar da kahve ve kahvelere karşı haçlı seferlerine çıkarlar.
    Hadi Özgür Üniversiteye! Püfürpüfüreser ve fabrika anarşişti enternasyoneller, Rus X-on-offʼlar, sarı yelekli emziklerini ağzına koyar, benim gibilere saldırmanız için pompalar, kendileri gibi kara cahil ederler.
    Ben kapitalizmi, diktatörlüğü ve totaliter rejimleri bu sitedekilerin ümit ettikleri ʻʻUtanmazlar Devrimiˮne çok daha tercih ederim.
    Eğer konuyu senin gibi zifiri cahillere yakışır, salt tütüne indirgersek, tütünün kullanışı merasimlerle kısıtlanmıştı. Bu, tütünü kullanma veya kullanmama savunması değil. Orta sınıf rahatlığını bozan bir iğnelemeleye tepkinle gösterdiğin akıl almaz kara cahilliğini yüzüne vurmak.
    Aslında senin gibilerin ağzına verilen emzik üretimi üssel artmakta. Çocuklar bile anne babalarına karşı kışkırtılmakta. Cahilliğiniz, anlamadan konuşmanız iğrendirici! Sigara endüstrisi ile tütünü evcilleştirme arasındaki farkı bile bilmeyen nasıl olmuşta solcu devrimci olmuş? Çok basit, Dr. Watson, hepsi bunun gibi kara cahil.
    Başlangıçta (1. – 6.) sıraladıklarım bu konuda bilgiler bile değil, bilgi edinmeya başlamalar. Sen aylık maaşını al, süpermarkete git, hem vücudunu hem de belli ki beynini tahrip eden yiyecekleri al eve götür. Televizyon önüne seril, Özgür Üniversite uzaktan derslerine devam et! Bırak seni pomplasınlar.
    Dünya Sağlık Organizasyonu: Hava kirliliği vücudun her organını tahrip ediyor.
    Dünya Sağlık Organizasyonu: Hava kirliliği yılda 7 milyon, günde 20 bin kişi öldürüyor.
    ʻBirilerinin ASLA cevap veremeyeceği ve KÖŞEYE SIKIŞTIĞI soruʼ
    Eğer yukarıda yazdıklarım bu enayi soruna cevap değilse, sen dünya ʻʻcahilim, o halde mutluyum.ˮ dünya şampiyonluğunu rahat kazanırsın.
    Anarşist Thoreau, Batı filozoflarını Hindistan filozoflarıyla kıyaslar. Hindistan filozoflarının, bu site solcu devrimci marksist-anarşistler gibi gökyüzünde pis kokan devrimcilik vaazleri yerine, senin gibi hödüklere en basit bilgileri vermeden çekinmediklerini takdir eder. Adını hatırlamadığım bir Türk şair, açık pazarda tir tir tireyerek simit satan bir öğrencisini gören öğretmene ʻʻHangi yıldızlarla yer arası mesafeyi ölçtük, burnumuzun önündeki görmedenˮ dedirtir.
    Ben bu site orta sınıf, faşist ama yumşak kadınımsı ruhlu, kara cahil, solcu devrimci, marksist-anarşist yobazların devriminden ışık hızıyla kaçarım.
    Kara cahilliğini hiç utanmadan göstermeyle bu site anarşist devrimcisi olduğunu ispat ettin.

  78. “Hadi, Özgür Üniversiteʼye!”

    Daha fazla “zarar” etmeden haydi yallah teknolojisiz doğaya!

    Teknoloji karşıtı geçinen bir teknoloji bağımlısı olarak bu teknolojik sitede işin ne?

    Teknoloji karşıtlığı ticaretin = ilkelcilik afyonu satıcılığın artık “karlı” bir iş olmaktan çıkıyor.

  79. Başkalarına ilkel, teknolojisiz, doğal hayat cenneti pazarlayıp o çok inanmış göründükleri cennete kendileri gitmezler.

    Kendilerine sorulan sorulara asla cevap verememeleri ama cevap verdiklerini sanmaları gibi.

  80. Ahlaki vaazcılık ve duygu – yani sömürü karşıtlığı – sömürüsü yapan “sömürü karşıtları”na

    İsterseniz vejetaryen, hatta vegan olun (ki çoğunuz öyle değilsiniz), her gün yediğiniz, yani sömürdüğünüz canlıları bir düşünün ve kendinize şu soruları sorun:

    Bazı insanlar (sınıflar, cinsiyetler, ırklar vb.) diğerlerinden üstün değilse (yani sınıfsal sömürü, cinsiyetçilik, ırkçılık vb. kötüyse), neden bazı türler – yani insanlar – diğer türlerden üstün olsun (yani neden türcülük iyi olsun?) ve onları sömürmeyi hak etsin?

    Benim bu canlıları sömürmem insanların başka insanları sömürmesinden daha az mı kötü?

    Sömürünün tamamen ortadan kaldırılamayacağını, ancak minimuma (örn; vejetaryenlik, veganlık vb.) indirilebileceğini söyleyenler haksız mı?

  81. Sınıflar ortadan kaldırılıp eşitlendiğinde, yani devletler, özel şirketler gibi egemen sınıfların işçi-emekçiler adına karar vermeleri durumu son bulup bütün kararları homojen bir bütün olan işçi-emekçiler doğrudan kendileri aldıklarında aşağıdaki gibi manzaralar yaşanmayacak:

    Bir yere yeni bir yol yapılacak. Ama nereye yapılacağına imar veya ulaştırma bakanlıkları, büyükşehir belediyeleri, devletin ve kapitalist özel şirketlerin planlamacıları, mimarları, mühendisleri gibi artık ortadan kalkmış “egemen”ler karar vermeyecek.

    7’den 70’e, en okumuşundan, bilgilisinden, ilgilisinden en okumamışına, bilgisizine, ilgisizine kadar bütün bir “homojen halk” kendisi karar verecek. Bu yüzden aralarında aşağıdaki gibi diyaloglar yaşanmayacak.

    – Yol buradan geçsin!
    – Hayır buradan, bizim eve daha yakın!
    – Hayır orası çok yokuş, ben yaşlıyım orayı çıkamam!
    – Hayır burası anayola daha yakın, daha iyi olur!

    Farz-ı muhal bunlar olsa bile anarşizm bu sorunların hepsini çözecek, öyle değil mi Sayın Zileli?

  82. Deliler sana saldırıyor mu?

    Doğru yoldasın.

  83. “Bugün İstanbul Feth Edilmedi, Fars Uç Beyleri Roma-Bizans Tarafından Feth Edildi.”

    https://demirden-kapilar.blogspot.com/2019/05/bugun-istanbul-feth-edilmedi-fars-uc.html

  84. “Bizim memlekette deliye deli derler.”
    – Can Yücel

    Birgün gazetesi: “Taşeronluk savaşın eşiğine getirdi!”
    RTE: “Bize taşeron diyemezsiniz, sizinle sonra görüşeceğiz!”
    Birgün gazetesi: “Bizim memlekette taşerona taşeron derler!”

  85. https://www.youtube.com/watch?v=VeOtv894ls8

    Buradaki birinin şarkısı.

    Ama KİMİN?

  86. Sansür bana daha güzel bir eklemeler fırsat sağladı.
    Sigarayı çok severim ve yaşıma rağmen hâlâ içerim
    Bir zamanlar matematik fakultesine gelen tıp ve ʻsağlıkʼ öğrencilerine bilim dini enayi avcılığından biri olan istatistik dersleri verirken, ilk derste, çok sayıda istatistik fıkraları anlatırdım. ʻʻSigara, sayısız bilimsel ve istatistik çalışmalara neden olur.ˮ
    Bu enayilerin Haçlı Seferi bayrağı : ʻʻÖldürmek İyi, Sigara ile Öldürmek Kötüˮ bana her zaman Hıristiyan Haçlı Seferlerini hatırlattı: ʻʻSon amacımız ebedi hayat, ilk amacımız ebedi hayata göndermek!ˮ
    Pompalayanlar bu enayilere etrafa afiş yapıştırma ayak işi verirler. Afişlerde ʻsigara yavaş yavaş öldürürʼ yazılı. Benim gibiler altlarına ʻacelemiz yok !ʼ yazarlar. Pompalayanlar enayilere toplattırırlar.
    Türkiye’ye son geldiğimde (2010) bu sigara Haçlı Seferine katılmış, haklı ama zamanımızda en egemen olan avutucu beyin yıkama tuzaklarından birine de düştüğüne ikna ettiğim yeğenimin torununun, tıpkı bu site politika uzmanlarına benzeyen Erdoğan ile Neşet Ertaş arasında konuşmayı görüntüleyen bir video gönderdi. Neşet Ertaşʼın pezevenge söylediği şahane laflar bu site politika uzmanlarının durmadan öttükleri kazananlar tarihine eğlence olarak geçer, hepsi o kadar. Benim bildiğim tarih ise Ertaş gibi milyarlarca misallerle dolu. Ama bu site politika uzmanları, tıpkı Erdoganʼın Ertaşʼın saflığına nasıl güldüyse pişmiş kelle gibi benim salaklığıma sırıtarak Atatürk-Marks-Lenin-Troçki-Mao-Anarşizm falan filandan aldıkları ilhamla saraya girme iğrenç hayaller dünyasına dönerler.
    Eğer bu siteyi dolduran hilkat garibesi kabız solcu devrimciler gibi karşıt versem ʻʻSigara değil, tütün. Kağıt yoktu, pipo vardı.ˮ derdim ve hepiniz gibi, kabızlığımı azaltmanın zevkiyle televizyonuma dönerdim.
    1. Kuş, maymun ve diğer hayvanların ʻiçkiʼ ve ʻşarapʼ ve hatta bazı dutsu meyvelerle kafayı buldukları ve hatta sevdikleri bilinir. Başladıktan sonra, aralarında yayılma zaman oranını ölçenler bile oldu.
    2. Bazı arkeologlar uyuşturucu bitkilerin tahıllardan önce evcilleştirildiğini iddia ederler.
    3. Eski Yunanlılar şarap içmekle tanrılar gibi oldular.
    4. Bir çeşit anarşist olan sufiler arasında ʻkadehʼ ve meyhane metaforunu duyar duymaz, salt ‘sufi’ kelimesi bu site laik, solcu devrimci, marksist-anarşistlerinin aklına hemen Erdoğan ve babaları Atatürk gelir, hoplamaya başlarlar. Hatta hemen sitenin büyük anarşisti gibi gençleşir, 19 Mayıs bayramına katılır, zıplamaya başlarlar.
    5. İnsanların günlük hayat bilinçlerini değiştirmek için tütün, şarap ve diğer bitkileri kullandıkları tarih kadar eski. Bence en yakın benzetme, çeşitli yiyecekler, gıda ile ölümsüzlük aramalar. Eski Yunanʼda şarap, Çinʼde afyon (İngiltere Afyon Savaşıʼna bakıver Haçlı askeri 55), Hindistan ve Orta Doğuʼda haşiş. Zamanından önceki marksist-anarşist-antiemperyalist falan filan Hasan Sabahʼın İranʼda baskı kuran Türklere karşı kafayı bulduran haşhaşinleri (assassins, pardon teröristler) de mi duymadın be zavallı?
    6. Toplum, bu tip isteklerin aşırılığına kaçmakla, insanın hem kendine karşı hem de çevresindeki insanlara karşı sorumluluğunu üstlenmesi için doğrudan veya dolaylı kurallar koyar. Bu da tarih kadar eski. Hem de bu, sadece kafa bulma ürünleriyle de kısıtlı değil.
    Bu konuları anlatan sayısız güzel eserler var. En güzellerden biri Alman antropolog H. P. Duerrʼin ʻʻDreamtime: Concerning the Boundry between Wilderness and Civilizationˮ Kitabın kapağındaki resim: bir yanda bu sitenin ciddi, baston yutmuş, kıçı sıkı, ciğerleri temiz, politika uzmanları gazete okuyarak beyinlerini de temizlemekte; diğer yanda allahın varlığı kanıtı olan güzel kadınlar ve güzel doğa. (Internet: ʻʻl’homme de la rueˮ par Paul Delvaux). Kitabın siz kıçı sıkı medenilere mesajı: “Much more clearly than we moderns, archaic humans recognized themselves in what they were not.”
    60ʼlarda günümüzde epidemik boyut kazanmış olan sağlık çılgınlığı başladığında sloganımız: ʻʻÇok sağlıklı olmak sağlıklı değil.ˮ
    Hadi Özgür Üniversiteye! Belki sen de arınır Temiz-taş-laşırsın.
    Kafayı, sağcı/solcu devrimcilerin tekeli materyal dünyasındaki maddelerle bulanlar olsun, her türlü diğer yollarla bulanlar olsun Devletʼin işine yaramaz. Muhammed şarabı yasakladı, Avrupa üstünlüğü karşısında telaşa düşen Devletʼi kurtarma çabaları içinde Sultan 4. Murad, benzeri binlerce misaller var. Site fabrika ve seçim anarşistini dinlersek, Dünyanın En Büyük Devrimini yapan Bolşevikler, bilim adam-karılarının bilimsel yardımıyla çocukları zevki seks ile bulma ʻsapıklığından kurtarıpʼ asıl zevk alınan fabrikalara hazırlattılar.
    Benim en çok sevdiklerimden biri, 17. yüzyıldaki kahve. Kahve o zaman Osmanlı olan Mısır aracılığyla Fransaʼya gelir. Fakir kadınlar sabah erken saatlerde işe gidenlere sıcak kahve satarlar. İşçiler sonsuz memnun; cehennem fabrika, sağcı ve solcu Marksist ve fabrika anarşisti devrimcilerin cenneti fabrika olur. Daha sonra, artık çalışmayan burjuva karıları sizler gibi can sıkıntısına girerler. Bakın bir ʻboudoirʼ ne demek. Sizler gibi sosyal mühendisliğine heves ederler. Aynı sizler gibi eğlence arayan karılar, tıpkı sizler gibi eylemle, etkinlikle, kötülükler karşı gelme coşkunluğu ile kahve ve kahvelere karşı haçlı seferlerine çıkarlar.
    Hadi Özgür Üniversiteye! Püfürpüfüreser ve fabrika anarşişti benim gibiler saldırmanız için pompalarlar.
    Ben kapitalizmi, diktatörlüğü ve totaliter rejimleri bu sitedekilerin ümit ettikleri ʻʻUtanmazlar Devrimiˮne çok daha tercih ederim.
    Eğer konuyu senin gibi zifiri cahillere yakışır, salt tütüne ve Kızılderiler ile sınırlarsak, belli ki tütün kullanışın merasimlerle kısıtlandığını bile bilmiyorsun.
    Şiarları ʻʻpara var ama x,y,z… yokˮ olan senin gibi orta sınıflıların ağzına sokulan emziklerin üretimi üssel artmakta. Çocuklar bile anne babalarına karşı kışkırtılmakta. Cahilliğiniz, anlamadan konuşmanız iğrendirici! Sigara endüstrisi ile tütünü evcilleştirme arasındaki farkı bile bilmeyen nasıl olmuşta solcu devrimci olmuş? Çok basit, Dr. Watson, sitedeki sonsuz sayıda cahillere ne kadar eklesen yine sonsuz.
    Başlangıçta (1. – 6.) sıraladıklarım bu konuda bilgiler bile değil, bilgi edinmeya başlamalar. Sen aylık maaşını al, süpermarkete git, hem vücudunu hem de belli ki beynini tahrip eden yiyecekleri al eve götür. Televizyon önüne seril, Özgür Üniversite uzaktan derslerine devam et! Bırak seni pomplasınlar.
    Dünya Sağlık Organizasyonu: Hava kirliliği vücudun her organını tahrip ediyor.
    Dünya Sağlık Organizasyonu: Hava kirliliği yılda 7 milyon, günde 20 bin kişi öldürüyor.
    ʻBirilerinin ASLA cevap veremeyeceği ve KÖŞEYE SIKIŞTIĞI soruʼ
    Eğer yukarıda yazdıklarım bu enayi soruna cevap değilse, sen dünya ʻʻcahilim, o halde mutluyum.ˮ dünya şampiyonluğunu rahat kazanırsın.
    Anarşist Thoreau, Batı filozoflarını Hindistan filozoflarıyla kıyaslar. Hindistan filozoflarının, bu site solcu devrimci marksist-anarşistler gibi gökyüzünde pis kokan devrimcilik vaazleri yerine, senin gibi hödüklere en basit bilgileri vermeden çekinmediklerini takdir eder. Adını hatırlamadığım bir Türk şair, açık pazarda tir tir tireyerek simit satan bir öğrencisini gören öğretmene ʻʻHangi yıldızlarla yer arası mesafeyi ölçtük, burnumuzun önündeki görmedenˮ dedirtir.
    Kara cahilliğini hiç utanmadan göstermeyle bu site anarşist devrimcisi olduğunu ispat ettin.

  87. Önümde ve iki değişik sürümlü ʻʻ’Vücudumun her yerinde ağrım vardı’: İtalya’nın tütün endüstrisiˮ haberi var.
    Birincisi, ʻÖnce Temiz Amerika!ʼ pompalama komitesi sürümü; ikincisi, bu sitenin tek heyecan kaynağı ʻʻKahrolsun Kapitalizm!ˮ enayileri pompalama sürümü.
    Her ikisi de dünyanın en kahrolası kapitalist ülkelerinden. Her ikisi de yüzyıllardır yeryüzü cenneti 9 kürelerinden simgesi ʻgüzel görünüş Merkürʼe tünemiş, zenginliğiyle, ırk merdiveninde çok daha yükseklerde olmasıyla, Medniyetʼe bok çukurundaki parazitler gibi değil gerçek katkıda bulunmakla, ʻLaik bir ileri Burjuva Demokrasisiʼ güzel görünüşüyle ʻ60 Bu geri zekalılarʼın yazarçizeri ve klonları kerizlerin ağızlarını sulandırıyor. Sulanan ağızları da içinde bulundukları çukurdakilerle dolduruyor.
    İki sürüm farklı olsa da bir önemli ortak nokta var: UCUZLUK.
    ʻÖnce Temiz Amerika!ʼ komitesi, Türk ve bok çukurunda ve ucuz olduğu ʻʻ55 Sigara Nasıl Var Edildi?ˮyi UCUZA çalıştırır. Vazifesi Internette tütün yazıları bulmak, değiştirmek, tekrar Internette yayınlamak. Avrupa-Amerikalılar, bilimsellikleri sayesinde, daha ilk başlarda tütünün zararlarını görüp, suçlu Kızılderilileri kırımdan geçirmişler. O gün bu gündür, Avrupa-Amerikalılar, İnsanlık ve Medeniyet adına, dünyanın her yerinde Kızılderililer gibi pisliklerden temizlemekte, ekonomi, bilim-teknolojileri, bolluk ve özgürlükleriyle tüm dünyaya örnek oldular. Bolluk ve özgürlük sağlayamadıkları için yüzlerine gözlerine bulaştırmalarına rağmen, marksist komunistlerin de aynı yolu tutmuş olmaları, bu yolun tek yol olduğunu fazlasıyla kanıtlar.
    Meğersem, vücudunun her yerinde ağrıların nedeni sigara içmekmiş.
    İkincisi, ekonominin aritmetik ve bilim, herkesin bir birine karşı, allahın da herkese karşı olduğunu unutuverir. Bu sitede enayi avına çıkmış enayileri avlamaya çıkmış. Emek, emek hakkı, emekçiler, seçimle hak yoluna girme gibi zaman dışı ve dolayısıyla köküne kadar dinci vaazleri veren laikleri pompalar.
    Meğersem, vücudunun her yerinde ağrı sigara içmekten değilmiş, çalışmaktanmış. İtalyaʼda, sigara şirketlerine tütün tedarik eden bölgelerde hemen hemen bedava UCUZA çalıştırılan göçmenlerin ağrılarıymış.
    Şirketeler de, tıpkı bu sitedeki solcu devrimci, ilerici, emekçi, çalışan demir pas tutmazcı, büyük beyinli, kafaları Demir Küçükaydın gibi çalışmamaktan pas tutmayan, rasyonel ve dalkavuklar olduklarndan, öbür dünayaya gönderilemeyen, çalışkan, uslu, evcil Kızılderililerin torunlarının kurduğu Philip Morris, British American Tobacco ve Imperial Brands’ şirketleri.

  88. ‘Ahlaki vaazcılık ve duygu (yani sömürü karşıtlığı) sömürüsü yapan ‘sömürü karşıtları’na

    İsterseniz vejetaryen, hatta vegan olun (ki çoğunuz öyle değilsiniz), her gün yediğiniz, yani sömürdüğünüz canlıları bir düşünün ve kendinize şu soruları sorun:

    Bazı insanlar (sınıflar, cinsiyetler, ırklar vb.) diğerlerinden üstün değilse (yani sınıfsal sömürü, cinsiyetçilik, ırkçılık vb. kötüyse), neden bazı türler (yani insanlar) diğer türlerden üstün olsun (yani neden türcülük iyi olsun?) ve onları sömürmeyi hak etsin?

    Benim bu canlıları sömürmem insanların başka insanları sömürmesinden daha az mı kötü?

    Sömürünün tamamen ortadan kaldırılamayacağını, ancak minimuma (örn; vejetaryenlik, veganlık vb.) indirilebileceğini söyleyenler haksız mı?’

    Şu zevzekliği bırakınız artık.

    En yakın tarihlerden biri olan, 13 Mayıs 2014’te SOMA maden cinayetini işleyen ‘sömürenler’in (yani ‘kapitalistler’in) gaddarlığını hatırlayınız.

    Hâlâ çeşit çeşit oksimoron karşılaştırmaları bu siteye çuvaldan boşaltır gibi yazarak kendi zamanınızı da, burada yazılanları okuyan başkalarının zamanını da harcamayınız.

  89. İstanbul seçimleri tıpkı İstanbul’un fethi gibi abartılmıyor mu?

    Osmanlı İstanbul’u fethettiğinde zaten çoktandır – yani neredeyse yüz yıldır – Balkanlara yerleşmişti.

    O gün Bizansın elindeki “İstanbul” denen yer de bugünkü İstanbul’un anca onda biri kadar yer kaplıyordu herhalde.

    Hatta daha fetihten önce bazı yerleri Bizansın elinden çıkmıştı. Mesela Galata (Cenevizliler) ya da Anadolu ve Rumeli hisarları gibi.

    Ya da savaş sırasında İstanbul’un işgali bir Ankara rejiminin kurulmasına ve sonra İstanbul dahil bütün ülkeye egemen olmasına engel olabildi mi ki?

    Seçimler de bundan çok farklı değil gibi sanki.

    Hiçbir şehir (örneğin İstanbul) çevresinden (örneğin Türkiyeden ve hatta komşularından) soyutlanarak ele alınamaz.

  90. Sayın Ogürsel (Yorum nu: 60 / 29 Mayıs / Bu geri zekalılar),

    Epey zaman sonra sayın Zileli’nin sitesine teşrif etmişsiniz. Hoş geldiniz…

    Siz, ‘kadın doğum uzmanı’ bir doktorsunuz. Doktorluğunuzu icra etmekten vakit kalırsa, herhâlde sayın Zileli’nin sitesine uğrayıp, siyasi-tarihi-sosyolojik birşeyler yazmayı deniyorsunuz, ama, çemkirmekten öteye geçemiyorsunuz.

    ‘Burada gevezelik çok. Bu gibi somut siyasal-ekonomik süreç analizi pek yok.’

    Başta bizzat sayın Zileli olmak üzere, siteyi ziyaret eden ‘pek çok’ kişi analizlerini yazıyor, başkalarının analizlerini de hatırlatmak için siteye getiriyor. Galiba, siz, bütün bu analizlerden memnun değilsiniz, ki, analiz ‘pek yok’ diye çemkirmişsiniz.

    ‘Bu, bu ülke solculuğunun budalalığının standart hali.’

    Budalalık, sadece ‘solcular’a özgü değil, bunu biliyor olacak kadar tecrübeli birine benziyorsunuz.

    ‘Skolastik zihinle konuşma.’

    Eğer ‘sol’un hâl-i pür melâlini görüp kederleniyorsanız; Stalinist robotlaşmayı seve seve kabul eden sol dışında da çeşit çeşit muhalefet var. Bunların çıkardığı ses, despotlar tarafından kısılıyorsa; bu çıkan (ama kısılan) sese çemkiremezsiniz. Haddinizi biliniz sayın Ogürsel.

    ‘Pipsqueak’e gelince… hasta birisi…’

    Yalan atmayı bırakın.

    Hasta değil.

    ‘Pipsqueak’in yazdıklarını umursamıyorum.’ diye yazsaydınız, daha samimi olabilirdiniz.

    ‘bilgilerin tıkıştırılmış kirli çuvalı.’

    Önce, sayın Pipsqueak’in yazdıklarını anlayınız.

    Anlamadığınız için, otomatikman, ‘bilgilerin tıkıştırılmış kirli çuvalı’ diye etiket yapıştırmanız; sizin gibi ‘rasyonel’ bir doktora hiç yakışmıyor sayın Ogürsel.

    ‘Acınası entelektüel budala.’

    Sayın Pipsqueak, ‘entelektüel’ kavramının ve uygulamalarının içinin nasıl boşaltıldığını daha önce pek çok kez dile getirdi. Siz, galiba, bunlardan habersizsiniz.

    (Örneklerden bir tanesi: ‘But, Mr Chomsky is honorable man!’)

    ‘Gösterişi zekasının çok gerisinde.’

    Medya bombardımanı altında, TV’de tartışma programlarını geviş getirerek seyrederken ‘siyasi analiz yazmak için müktesebat edinen’ güruhları eleştirmek; ne zamandan beri ‘gösteriş’ yapmak oldu sayın Ogürsel söyler misiniz? Sizin, ‘zeka ölçme yöntemi’niz bu mu?! Vah vah…

    ‘Ezik doğulunun yabancı dil öğrenmiş hali.’

    Siz, ‘kadın doğum uzmanı’ bir doktor olarak, meslek hayatınız boyunca, hiç, herhangi bir yabancı dil öğrenmeye ve mesleğinizle ilgili akademik neşriyatı (research and paper) okumaya gayret ettiniz mi sayın Ogürsel? Bu soruyu size ‘ezik misiniz? değil misiniz? doğulu musunuz? değil misiniz?’ minvalinde sormuyorum, yanlış anlamayınız lütfen.

    ‘Nesnel gerçekliği ingilizce, fransızca cümlelerle reddedeceğini sanan bir Niğde köylüsü.’

    Tanıdığım pek çok ‘Niğde köylüsü’ yabancı dil biliyor, ‘native’ derecesinde değiller elbette, ama öğrenmişler. Ve gayet ‘nesnel’ insanlar. Siz, bu, ‘yabancı dil bilen, nesnel Niğde köylüleri’ne denk gelmemiş olabilirsiniz.

    ‘Geçiniz.’

    Önce, sayın Pipsqueak’in yazdıklarını anlamaya gayret ediniz ve ona çemkirmekten vazgeçiniz.

    Sonra ‘geçersiniz’.

  91. “En yakın tarihlerden biri olan, 13 Mayıs 2014’te SOMA maden cinayetini işleyen ‘sömürenler’in (yani ‘kapitalistler’in) gaddarlığını hatırlayınız.”

    En yakın tarihlerden biri olan, 1930’lardaki Stalinizm fiyaskosunda olduğu gibi, ‘sömürenler’i ortadan kaldırma çabalarının bazen çok daha beter sömürülerle sonuçlandığını hatırlayınız.

    “Sömürü”yü tamamen ortadan kaldırmaya çalışmanın beyhude bir çaba olup olmadığı ve başarısızlığa mahkum olup olmadığı üzerinde iyice bir düşününüz.

    Ancak ondan sonra, başka insanlara Soma’lılar ve başkaları üzerinden duygu sömürüsü yaparak vaazlar vermeye devam ediniz.

  92. Krş;

    Anarşist ve Troçkistler:

    “Robotlaşan Stalinist”ler sömürüyü ortadan kaldırmada başarısız oldu diye biz de başarısız olacak değiliz. Onlar “Sahte Sömürü Karşıtları”. Biz “Gerçek Sömürü Karşıtları”yız.

    “Kur’an’a dönelim” Müslümanları:

    Bizler uydurma hadisçiler, tarikatçılar veya “din sömürücüleri” gibi “Sahte Müslüman”ların başarısızlığına mahkum değiliz.

  93. “Hakikat”i bularak herkesi “aşmış” olduğunu düşündüğü için önüne gelene saldırarak sitede terör estiren şahsın 610’larda Mekke’de ya da 1790’larda Fransa’da “hakikat”i bulup herkesi “aştıklarını” sanan ve bunun meşruiyetini kullanarak terörist yöntemlere başvuran benzerlerinden farkları teferruattadır.

  94. “Şu zevzekliği bırakınız artık.”

    Yalan atmayı bırakın.

    Zevzeklik değil.

    ‘Sizin yazdıklarınızı umursamıyorum.’ diye yazsaydınız, daha samimi olabilirdiniz.

  95. “…Küçükaydın’a göre “bütün dinler”in ortaklığını ise eşitliği sağlamak için verdikleri “ahlaki vaazlar” oluşturmaktadır. Ama Marksizm bu yüzeysel alanda kalmaz ve eşitsizliğin “nedenlerine”, yani kökenine iner. Küçükaydın, bir anlamda, Marksizm dururken İslama gerek olmadığını söylüyor.
    Aslında böylece Küçükaydın, ilk önemli soruya geleneksel bir solcu cevabı vermiştir: Dinlerle Marksizmi karşılaştırmak kimin haddine! Ancak Küçükaydın bu geleneksel önermeyi, konvansiyonel ve teorik uzlaşmacı bir yöntemle dile getiriyor. Bu ‘sayede’, bir yandan bütün dinleri kategorik olarak mahkûm ederken, öbür yandan bu derin ayrılığı ve aslında uzlaşmazlığı bir ortaklık olarak dile getirmeyi beceriyor.
    Küçükaydın’ın sözlerini esas alırsak, Marksizmle dinler arasındaki ayrımı, arızi, aşılabilir ve giderilebilir nitelikte mi değerlendireceğiz, yoksa, ayrımın aşılmaz ve kategorik nitelikte olduğuna mı hükmedeceğiz? Küçükaydın’ın görüşlerinde bir çelişki olduğunu ve kolayca giderilebilir olmadığını göreceğiz…
    …“İslamın başına gelen, tabiri caizse, sosyalist teorinin de başına geldi. […] Nasıl Muaviye ve diğerlerinin yaptıklarına bakarak İslam dini veya öğretisi yargılanamazsa, Sovyetler ve diğerlerine bakarak da Sosyalist öğreti yargılanamaz. Sosyalizmin Muaviyesi de Stalin’dir diyelim…” Küçükaydın’ın soruya cevabı bu sözlerden ibaret.
    Bir Marksist olarak Küçükaydın’ın aklına, Kuran’ın mülkiyet konusunda Marksizmden ileride olduğunun nasıl söylenebileceğini sorgulamak gelmiyor, Marksizmin güya zayıf yanını hemen ortaya atıveriyor hırpalanmak üzere… Geriye ideal teori kalıyor. Küçükaydın “teori”siyle oynadıkça oynuyor.
    Küçükaydın belki istenen cevabı verdiğini düşünüyor; ve sorudaki Bolşevik pratiğe kapılıveriyor. Oysa, İslamiyetin ancak “ahlaki eşitlik vaazı” verdiğini söylemiyor muydu; İslamiyetin eşitlik idealinin “sınıfları yok etmeyen, sınıfların arasındaki farkı tüketim ve bölüşüm farklılıklarını ılımlandırmaya çalışır” nitelikte olduğunu söylemiyor muydu?
    …Küçükaydın’ın kategorik düşünüşüne diyecek yok. Bugünkü dünyayı dinlere uygun bir dünya olarak görmüyor. Müslümanlığın bugünkü dünyaya ilişkin olamazlığının kanıtları şunlar: “Birisi, ‘Ben Müslümanım, ben Allah’ın adına vergi vereceğim, Allah’ın adına askerlik yapacağım, bana gönderilen kitaba göre, o hukuktan yargılayacağım ya da yargılanacağım’, […] dediği an”, Küçükaydın’a göre Müslümandır; çünkü tarif edilen toplum düzeni Müslümandır. Peki, “Ortaçağ” diye anılan dönemi nasıl değerlendiriyor? Örneğin Muaviye ile başlayan devleti İslamdan sayıyor mu? Buna göre, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar Müslüman mı, değil mi? Küçükaydın’ın bu soruya cevabının karışık olduğu görülüyor.
    …Mesele bu şekilde ifade edilmeye başlanırsa, çok önemli birtakım ayrımlar yapmak zorunlu olacaktır. Muaviye düzeni de İslamdan sayılmadığına göre, Küçükaydın, ilk dönemi dışında Müslümanlığın mümkün olmadığını söylüyor olmalı. İçinde bulunduğumuz çağın İslama neden izin vermediğini anlayabiliyoruz. Ama “uluslar ve ulusçuluklar çağı”ndan önce ve İslamın ilk yıllarından sonraki bin küsur yıldan bahsediyoruz. Bu yıllara ne diyeceğiz? Muaviye’den başlayarak Müslümanlık yok; ama bir tarih var. Aydınlanmayla birlikte bir uluslar çağı var, Müslümanlık yine yok!
    Bütün bu örnekler Müslüman ise, Küçükaydın’ın “Kitaba göre yargılama”nın nasıl olduğunu ve bunun Muhammet ve Dört Halife İslamından farkını anlatması gerekiyor –ama bu sadece bununla kalmayacak ve Küçükaydın, “sosyalizmin Muaviyesi”ne gelmek zorunda kalacak; Stalin’in de “kitaba göre yargıladığı”nı söylemek durumunda kalmak kâbusu olacaktır Küçükaydın’ın…
    …Küçükaydın, sürekli olarak “kitap” ile yaşantı arasında bağlar arıyor ve tabii –pek- bulamıyor.
    Kitabın uygulandığı ve kitaba göre yargılama yapıldığı bir tarihsel dönem arayışı bu bakımdan tamamen ters kurulmuş bir ilişkidir. Çünkü, kitabın kendisi, Kuran, bizatihi, somut konjonktürün içinde ve onun gereklerine göre belirmiştir.
    Dinler çağında, “gönderilen kitaba göre, o hukuktan mı yargılama yapılıyordu” hakikaten? Yoksa, kitap, Kuran, kendi çağının olanakları üzerinden bir hukuk mu oluşturmuştur? Altınoğlu da, “İslam devletinin pratiğinin Muhammed ve Dört Halife döneminde Kuran hükümleriyle görece uyumlu” olduğunu söylüyor. Somut sorunlara somut karşılıklar olarak, genellikle de olaylardan sonra veya olaylar sırasında gelen ayetlere rağmen söylenebiliyor bu. Ayetlerin gelişi dolaysızca tam da olayların içindeyken, Kuran ve onunla uyumlu bir pratikten söz etmek anlamsız oluyor. Kuran olaylarla uyum içinde, olaylar Kuran’la değil… Olaylar sırasında, anlayışlardan, pratik seçeneklerden ya da tutumlardan biri ayet olarak vazediliyor… O halde, Allah adına vergi, askerlik, yargı gibi hususların kendi başına gerçekler olarak alınması idealist önermeler oluyor…”

    İslamı Marksistlerce Tartışmak: Garbis Altınoğlu ve Demir Küçükaydın
    Melik Kara – Teori ve Politika
    http://teorivepolitika.org/index.php/yazarlar/item/312-islami-marksistlerce-tartismak

  96. Bingöl Erdumlu’nun kitabının akıbeti ne oldu Gün bey?

    Rudolf Rocker’ın kitabının basımında olduğu gibi, imece yöntemiyle Erdumlu’nun kitabını basmayı sağlayabilir miyiz? Mümkün mü?

    Erdumlu’ya maddi anlamda ne kadar katkı sağlar bilemeyiz, ama (eğer basılırsa) bu kitabı okuyanların, THKP-C’nin tarihini sağlıklı bir kaynaktan öğrenmesinin önemli olduğu apaçık.

  97. yakında, en geç Eylül’de basılacak sanırım.

  98. İlk iki paragraf bile altın yumurtalar dolu. İkinciden başlayacağım.
    ʻ… ulusun ve ulusçuluğun ne olduğuna dair ulusçu olmayan, BİLİMSEL bir tanımınız yoksa…ˮ
    Var ama benim değil, bir arkadaşımın. ʻʻUlusçuluk, dolandırıcı ile enayiyi kardeş etme ideolojisidir.ˮ
    Aynısını diğer bir sevdiğim yazar değişik anlatır.
    İsaʼya sorarlar, komşun kim (ulusun ne? diyebiliriz). İsa ʻʻçölde yürüyen biri, düşmanı aşiretinden soyulup dövüldükten sonra kuyuya atılmış inleyen birini duyar, kuyudan çıkarır, en yakın hana götürür, bakım masraflarını önceden öder, gider.ʼ Yani, İsa, ʻdayanak ve bahane aramaʼ der.
    Eğer Küçücükkaydın ʻbilimselʼ ile doğa bilimleri tanımları demek istiyorsa, zatan kendisi tam oynatmış. ʻUlusʼ ve ʻulusçuʼ doğada yok, salt kendinin büyük beyninde var.
    Eğer sosyal bilimler anlamda tanım istiyorsa, bilim filozofu Thomas Kuhnʼu okusaydı ya da kendisi bilimsel* olsaydı sosyal bilimlerde tanım arama veya tanımla başlama gafletine düşmezdi. Sosyal bilimlerde, olsa olsa, geçici bir tanım verilir.
    *Ben ʻbilimsel olsaydıʼ sözümle, tarihte ve günümüzde, sosyal bilimlerde kullanılan kavram ve terimlerin anlamlarının çeşitliliği, muğlaklığı, çokdeğerli olduğu belgelerinin mevcut olduklarına gönderme yapıyorum.
    Yani kendisi bilimsel değil; benim verdiğim tanım belgelerle rahatça desteklenebilir. Sosyal bilimlerde önemli olan nesnellik diğer dillerde kamuya açık anlamda kullanılır, bilimsellik de budur. Yani keyfi değil. Ne var ki, Trump ve Erdoğanı düşünürseniz, halihazırda büyük mantıkçı Lewis Carroll çoktan kelimelerin oynaklığına dikkat çekerek ʻʻönemli olan kimin emir verdiği ˮ dedi.
    Eğer bilim filozofu Feyerabendʼi okusaydı ʻbilimsellikʼ safsatasını yapmazdı. Hele bilimin sınırlarını çizerek 20. yüzyılı ateşe veren Wittgensteinʼden, şeytan görmüş gibi kaçardı. ʻʻCevabı ümkansız sorulara gelince susmak gerekirˮ laflarıyla biten ünlü kitabı basıldığında son birkaç boş sayfa eklenmesini ister. Daha sonra bir arkadaş nedenini sorar. Wittgenstein ʻʻkitabı okuyup bitiren tükürsün diye, çünkü asıl önemli sorular sorulmaması gereken sorularˮ der.
    Kuantum babası Bohrʼu, bu Küçücükaydın gibi katı bilimsellik düşkünleri, kuantumı açıklamaya davet ederler. Çıkarken kendi kendine ʻʻiyi ki anlayanlar var çünkü ben hiç bir şey anlamadımˮ der.
    Gel Küçücükaydınʼa gülme. Hadi doğa bilimcileri inek mi inek, kendini sosyal bilimci sanan bu adam nasıl oluyorda 9 kişinin dünyanın yarısı kadar paraya sahip olan, ekolojik felaketler dolu dünyada utanmadan akıl ve mantığa dayanan 19. yüzyıl peri masalı bilimsellikten söz ediyor?
    Peki şimdi ne olacak?
    Sadece ulus ve ulusçuluk değil, her türlü ideolojinin insanları aynı fikirde birleştirme aracı ve at gözlüğü olduğu iddia edilebilir. Tarihte yaşamış toplumların %99ʼdan fazlasında ideolojiler mitlerle ifade edilir. Son iki yüz yıl ideoloji sapıklığıyla doldu. Bu açıdan bakınca ideolojiyi tamamıyla uçuk ve soyut bir kalıba sokup her ideoloji için iyi/kötü yargısı yapmadan çok daha önce ve çok daha önemli sorunlar var.
    Küçücükkaydınʼın hiçbir özenti göstermeden kullandığı ʻbilimselʼ lafını ve hatta makalede sayısız benzeri çocuğumsu laflarını inceleyip eklesem, bu sitede, ideolojik deli gömleği giymeden benim eleştirimle, birkaç kişi hariç, kıyaslayacak kimse var mı? Bunu, birkaç kişi hariç, yapacak bilgiye sahip kimse var mı? Yoksa neden yok?
    Birinci paragrafta Küçücükkaydın kendisi gibi cambazlar arasında çok yaygın düşünce polisliğini saklamamış. Ama felaket bir mantık uçurumuna düşmüş.
    Einsteinʼı pek sevmem ama okuduğum kitaplarından birinde (field theory) eterin olmadığını ʻispatʼ ettikten sonra, etere ʻʻo adını ağzımıza almayacağımız şeyˮ adını verelim der. Bu kendi başına yeter ama anlaşılmayabilir.
    Parmenides Greklerin sıfırı bulamayışına neden oldu. Yani ʻʻhiç olamazˮ dediğin an ʻʻhiçʼʼin var olduğunu söylemiş oluyorsun. Küçücükkaydın bütün Marksistlik havalarına rağmen Hegel-Marks diyalektiğini bilmiyor. Sanırım negatif diyalektiği hiç duymamış. Ne var ki, Parmenides, bu yasakalamayla atom teorisinin bulunuşuna neden oldu ve dolaylı olarak da korunum yasalarının bulunmasına. Diyalektik ve sınır polisliği bir arada olmuyor galiba.
    Ulus, Hus başkaldırmasıyla 15. yüzyıl başalarında Bohemyaʼda doğar ama bir Pipsqueak olarak Küçücükkaydın, müridi 51 ve diğer bilgi ve bilim dolu, sonsuz zekalı dolular sitesine böyle bir şeyi söylemeye cesaretim yok.
    Ulus, çok yaklaşık, 19. yüzyılında Amerikan ve Fransız devrimleriyle doğdu. Daha önce ulus yoktu. Aman allahım! Sanırım daha büyük bir gaflete düştüm. Büyücük beyinli Küçücükkaydınʼın mantığıyla, ulusun yok olduğunu ileri sürdüğüm zamanlarda, ulusun var olduğu zamanlardaki ulus tanımını kullandığım için, yok olduğu zamanlarda da var olduğunu savunmuş oluyorum.
    Bence aşağıdaki ikinci paragrafla ilgili en önemli katkım: ulus, ulusçuluk, ulusçu olmayan veya uluslararacılığı terim ve kavramların kamuya açık tarihi belgelerle ve dolayısıyla bilimsel olan Avrupaʼda doğuşu tarihi. Eğer biraz göz verirseniz, tanımlar dolaylı verilmiş.
    Ulusalcılığın bir altın madeni olduğunu ilk sezen ve savunanlar solculardı. Bunun sosyal mühendislikte, sürüleri yola getirmede, düzen sağlamakta muazzam bir araç olduğunu kestiren sağcılar hemen ele geçirdiler. Açıkta kalan solcular çareyi uluslararacılığında buldu. Daha sonra, enayi ama iyi kalpli uluslararacılar, bu defa da avı küreselcilere kaptırdılar.
    Sonsuz daha önemli olan da, bu yazı ve diğer bazı yazıları okurken duyduğum tiksinti. Bu sol içi didişmelerde ideoloji ile ideolojini nesnesi arasındaki uçurumun ıska geçilmesi. Bilim felsefesinde buna harita ile yeryüzünü aynı sanma gafleti denir.

  99. ʻ52 Bütün Anarşistler Ulusçudurʼu gülüp geçtim. Doğru/yanlış olduğını bildiğimden değil, böyle modern çağların simgesi olan çocuklaştırılıma kurbanlarınin sitede sayısız olduğundan. Sonra Marksizm dini imamı yobaz Küçükaydın adını görünce işin ne olduğunu anlayıp bu cesur yobazla alay edip gülmek istedim.
    Sosisalak Küçükaydın, Türk-İslam ve hatta tarihte özel mülkiyetle başlayan bakire sapıklığı saplantısından bir türlü kurtulamamış. Kafayı bakire, el değmemiş, kız oğlan kız, Marksizm ile bozmuş. Tabii, praksiste (Rusya, Çin …) aramadığı için, Orta Çağ seks açlığı içinde kıvranan şövalyeler ve manastır rahiplerine dönmüş. Becerilmeyen (praksisi yapılmayan) Marksizm, bakireliğini asla kaybetmez, daimi bakire kalır. Daima bakire kalınca da sapığın ihtirasını körükler, ateşi gittikçe şiddetlenir. Küçükaydın çok tipik bir medeni ve modern hilkat garibesi. Hayatı (vikaryöz) zevkler dünyasında geçmiş mükemmel bir seyirci. Hem pişmiş kelleler gibi zevk içinde sırıtıyor, hem de sanki ʻKitlelerin İsyanıʼ kitabından fırlamış gibi.
    İlk bilinen örneği Plato olan, sosyal mühendislik hevesi kapitalizmin daha henüz emekleme devrinde hız kazandı ve sonra, okullara şükür, hızlandıkça hızlandı.
    Küçükaydın ve benzerlerinde, bakirecilik ve sosyal teknisyenlik bir bütün oldu, bütünleşti. Bu çeşit sapıkların bir örneği henüz Amerikalar yeni bulunduğunda Amazon ormanlarında gerçekten yaşandı. Avrupa baskı düzeninden bunalmışlar, aynı şimdi bunalım içinde ne aradıklarını bile bilmeyenler gibi, haklı olarak daha el değmemiş, bozulmamış insan ararlar. Amazonʼda yaşayan hayvandan farksız çıplak vahşiler birbirlerine Marksist Hortlak ve Küçükaydınʼa benzer sapıkların el değmemiş, bakire, katıksız, saf insan aradıklarını Marksist Hortlakʼın dumanlarıyla haber verirler ve eklerler, ʻʻhemen ormanın daha derinlerine işaret edip kurtulun, bunlar ne kadar derine dalarsa o kadar aslına varacağına inanıyorlarˮ.
    Ütopist, romantik, hayalci, şair ve asil ruhlular ile doğa bilimcilerini taklit eden bilimsel ve rasyonel silik ruhlu laik din imamları Küçükaydın ve benzerleri arasında çok büyük bir fark var. Doğayı düzene sokma peşinde olan doğa bilim adam-karıları da, toplumu düzene sokma peşinde taklitçileri iğrenç sosyal mühendisler de düzeni zorla sağlarlar. Klasik din rahip ve imamları gökyüzü düzenini yeryüzüne kurma peşindeydi ve peşinde. Laik bilimsel doğa ve toplum teknisyenleri ideoloji babalarının telkini altında yeryüzü düzeninin peşinde. Bu iğrenç ruhluların fanatik ve yobazlığı daimi. Doğada ve toplumdaki girişimlerin yarattığı felaketler karşısında daha da fanatik ve yobaz olurlar. Doğanın acınacak hali, milyonlar insan katliamı bu alçakları daha da hırslı eder. Doğa bilim teknisyenleri bakireliğini kaybetmişleri dikip tekrar devreye soktuğundan ilham alan sapık sosyal teknisyen Küçükaydın Marksizmi tamir edip devreye sokma peşine düşmüş.
    Düzeni asıl elde tutanlar bu doğa ve toplum teknisyeni dalkavukları gece gündüz pompalar: diploma, ün, rekabet…
    Hayatı böyle bir hengame içinde çalkantılarla geçen sosyal mühendis Küçükaydın, asıl din ile kıyaslandığında Marksizmʼin aşağı derecede bir din olduğunu bile göremeyecek kadar aptallaşmış.
    Marksist sosyal mühendis topluma düzen vermek ister. Her topluma düzen vermek isteyen Marksist sosyal mühendis değildir.
    Hitler, Mussolini, Franco, Trump, Erdoğan, Putin, Thatcher, Reagan, Modi, Napolean, Cesar saymakla bitmezlerin hepsi sosyal mühendis ama hiç biri Marksist sosyal mühendis değil.
    Sen, 52, cin gibi zeki biri olduğun için daha açık söyleyeyim. Sosyal mühendislik asıl din, Marksist sosyal mühendislik çok daha aşağı bir din. Yani Marksizm, asıl dinin, enayiler için basitleştirilmiş ve somutlaştırılmış, kafese alınmışların anlayacağı, sefillere ümit veren, daha cana ve derde yakın bir aşağı din. Allahı şaşmış halkarı yatıştırmak için verilen materyalist afyon. Onun için, hemen başlangıçta pezevenkler pezevengi Lenin, bu dinin fakir ülkelerde şahane afyon olacağını çaktı. Gerisi bakireliğini kaybeden Marksizm edebiyatı veya tarihi.
    Zavallı beyni ruhu kadar çürümiş Küçükaydın, kendi ülkesinde ulusalcılık ile aynı pezevenkliği yapan Atatürkʼü bile anlamamış. Bu konuya da diğer bütün konular gibi sosyolojik, bilimselcik, ekonomik, politik, tarihcik, felsefecik, falan filancık dik açıdan bakmış.
    Gelelim bu bilimsel sosyal mühendisin bilimselliğine.
    İnsanlığın başına gelen en büyük felaketin modern bilim olduğuna inandığım için yöntemlerini, tarihini ve felsefesini uzun süre çalıştım. Küçükaydınʼın bilimselcilik zırvalarımı birkaç defa okuduğumda aklıma allahın varlığını bilimle ispat edenler geldi.
    Benim anarşist arkadaşımın yazdığı bir kitaptaki lafı: ʻʻUlusçuluk, dolandırıcı (Küçükaydın çok güzel bir örnek) ile enayiyi (sen 52 çok güzel bir örnek) kardeş yapar.ˮ
    Demek ulusalcı olmayan anarşitler de varmış. Tabii, kişilikten tamamen yoksun silik Küçükaydın ve senin gibilerin gözü gökyüzünde, yıldızlarda, sarayda, Internette, sosya medyada falan filan.
    Küçükaydın büyük sosyal teknisyense, ben de kendini onun gibi dev aynasında gören cahiller ve senin gibi cahil müritleri cahillerle dalga geçen, alay eden, eğlenen bir minnacık Pipsqueakʼim.
    Gelelim ortaokul bilim bilgisine.
    Marks da dahil, Küçükaydın ve diğer bütün dalkavuk soytarılar, tarihte görülmemiş bir otoriteye sahip Modern Bilim önünde el pençe divan dururlar. Modern Bilimde temel ilkelerden biri ʻtümevarımʼ. Bırakalım bu ilke üzerinde hâlâ insanların açlığını karşılayacak kadar pahada dökülen mürekkebi bitarafa. Aşikar olan siz ikiniz o kadar şiddetli osurmuşsunuz ki, aynı şiddetle yıkarı tepilmiş, gükyüzüne varmışsınız: sonsuz uzaktan baktığınız için sonsuz az sayıda anarşistleri bütün anarşistler olarak görmüşsünüz. Yani, siz daha tümevarımın bile ne olduğunu bilmeyen ama bilimle her şeyi ispat eden yobazlardansınız.
    Gelelim bilimsel tarih bilgisine.
    Ulusalcılığın bir altın madeni olduğunu ilk sezen ve savunanlar solculardı. Bunun sosyal mühendislikte, sürüleri yola getirmede, düzen sağlamakta muazzam bir araç olduğunu kestiren sağcılar hemen ele geçirdiler. Açıkta kalan solcular çareyi uluslararacılığında buldu.
    Gelelim, Küçükaydın gibi sayısız, muhabbet tellallığı yapan ve ideolojik pislikler içinde yüzenlerle, ister anarşist olsun ister olmasın, dürüst insan arasındaki aşılmaz farka.
    Parisʼte, sanırım Turgenev, Kropotkinʼe başına gelen bir olayı anlatır. Turgenev, Flaubert ve diğer bazı çok ünlü yazarlarla bir piyes seyreder. Piyeste, bir kadın, nihayet, kocasının gaddarlığından kurtulamak ister ve iki küçücük çocuğunu alır kaçar. Melek gibi bir doktorla evlenir ve doktor çocukları çok sevdiği gibi eğitimlerine titizlikle eğilir ve bütün ihtiyaçlarını büyük bir cömertlikle karşılar. Kız çocuğun 15 veya 16. doğum gününde kızına bir hediye sunar. Tam o anda birkaç yaş büyüğü erkek kardeşi bağırır: ʻʻO bizim asıl babamız değil, hediyeye el sürme!ˮ
    Birden bire bütün seyirciler, beraberindekiler de dahil, ayağa kalkar delice alkışlarlar. Turgenev tamamıyla afallar.
    Kropotkinʼe sorar: ʻʻyahu, bu Rusyaʼda olsaydı halk küstah oğlan çocuğun kafasına çürük tomates, yumurta atardı, Fransızlar ise ʻkanʼ derdinde alkışladılar. Sen bu iki ulus insanlarının kardeş olabileceğine gerçekten inanıyor musun? Kropotkin cevap veremez. Her ikisi de dürüst.
    Lenin, Küçükaydın ve bu sitedeki anarşist Zileli gibileri ben çok iyi tanıyorum. Kıvır allah kıvırır, kıvır allah kıvırır, kıvır allah kıvır.
    Tıpkı Yunanlılar ve filozofları, tıpkı Kilise ve rahipler, tıpkı Muhammed-Kuran ve imamlar, tıpkı bilimsel neo-müslümanlar, tıpkı Lenin ve ʻsquealerʼ.
    Neo-müslümanlar dedim de aklıma Küçükaydınʼın saplantısı bakirelik geldi. Kuranʼı bilimsel metotlarla inceleyen neo-müslümanlar, aynı doğa bilim adam-karıları gibi, asıl sırrın göze görünenlerin altında yattığını biliyorlar. Onlar da Küçükaydın gibi kafaya bakireliği takmışlar: Kuranʼda ne çıksa beğenirsin! ‘Made in Çin’ daimi bakire ʻsex toysʼlar! Meğersem ʻsex toysʼlar Muhammedʼin cennette gördükleri daimi bakire hurilermiş!
    Küçükaydın geceleri Marksʼın eserleriyle yatıp bakirelik arama hayal dünyasında yaşaya dursun, işin praksisine geçen neo-müslümanlar, IŞİDʼe katılanlara Kuran dağıtmışlar. Geceleri Kuran ile yatan Yeşilay Seferi askerler cennette daimi bakire hurilerle gecelerini gece etmişler.
    Eğer ciddiysen bu saydığın anarşistler arasında ve Küçükaydın gibi Marksistlerle paylaştıkları ulusalcılıktan çok daha vahim, tarihte hiç görülmemiş güç ve otorite sahibi taptıkları bir put var: Bilimsellik. Bu putun rahipleri yeniçerilere ve devlet memurlarına benzer. Sadık oldukları putun emrini yerine getirirler. Bunu en güzel Feyerabend anlatır, bir bakıver.
    Feyerabend anarşist bilim filozofu olarak tanınır. Eleştirileri keskin ve değerli. Çok sevdim ve beğendim ama kalbime dokanamadı.

  100. ‘En yakın tarihlerden biri olan, 1930’lardaki Stalinizm fiyaskosunda olduğu gibi, ‘sömürenler’i ortadan kaldırma çabalarının bazen çok daha beter sömürülerle sonuçlandığını hatırlayınız.’

    1930’lardaki Stalinizm fiyaskosunda, Stalin, muhalifleri (ve hâttâ, kendisine sadık ama ileri tarihlerde ayak bağı olma potansiyeli barındıranları da) katletti. Sizin zevzeklik çuvalınızdan çıkarıp çıkarıp bu sitede biteviye yazdığınız karşılaştırmalarla ilgisi yok. Konuyu kasıtlı olarak karıştırmak için çırpınıyorsunuz.

    ‘Zevzeklik değil.

    ‘Sizin yazdıklarınızı umursamıyorum.’ diye yazsaydınız, daha samimi olabilirdiniz.’

    Bu satırlarınızı ‘kendiniz’ iyice bir düşününüz. (‘Ayna’nın karşısına geçip düşünmeyi de deneyebilirsiniz eğer isterseniz.)

    Zevzekliği bırakınız artık.

    ‘Anarşist ve Troçkistler’

    Yine, zevzeklik çuvalınızdan çıkarıp yazdığınız karşılaştırmalardan bir tane daha.

    [Unuttuysanız; Stalin, anarşistleri de Troçkistleri de katletti (Troçki’nin kendisi de dahil).]

    ‘Robotlaşan Stalinist’ler sömürüyü ortadan kaldırmada başarısız oldu diye biz de başarısız olacak değiliz. Onlar ‘Sahte Sömürü Karşıtları’. Biz ‘Gerçek Sömürü Karşıtları’yız.’

    Yine, zevzeklik çuvalınızdan çıkarıp yazdığınız karşılaştırmalardan bir tane daha.

    ‘Kur’an’a dönelim’ Müslümanları: Bizler uydurma hadisçiler, tarikatçılar veya ‘din sömürücüleri’ gibi ‘Sahte Müslüman’ların başarısızlığına mahkum değiliz.

    Kur’an’a dönelimciler
    Mur’an’a dönelimciler

    İncil’e dönelimciler
    Mincil’e dönelimciler

    Tevrat’a dönelimciler
    Mevrat’a dönelimciler

    Upanişadlar’a dönelimciler
    Mupanişadlar’a dönelimciler

    Şamanizm’e dönelimciler
    Mamanizm’e dönelimciler

    Demir Küçükaydın’a dönelimciler
    Memir Küçükaydın’a dönelimciler

    ‘Ahlak’a dönelimciler
    ‘Mahlak’a dönelimciler

    Karl Marks’ı peygamber kabul edelimciler
    Marl Marks’ı peygamber kabul edelimciler

    (…)
    (…)

    Zevzeklik çuvalınızdan çıkarıp çıkarıp bu sitede biteviye yazdığınız karşılaştırmaların genişletilmiş bir listesi.

    ‘Sömürü’yü tamamen ortadan kaldırmaya çalışmanın beyhude bir çaba olup olmadığı ve başarısızlığa mahkum olup olmadığı üzerinde iyice bir düşününüz.’

    Bu cümlenizi ‘kendiniz’ iyice bir düşününüz. Çeşitli oksimoron karşılaştarmaları bu sitede yazarak, ‘sömürü’nün ne demek olduğunu sürekli ıskalıyorsunuz.

    ‘başka insanlara Soma’lılar ve başkaları üzerinden duygu sömürüsü yaparak vaazlar vermeye devam ediniz.’

    Sömürenlerin gaddarlığı; ‘gerçek’tir, kurgu değil. Stalin’in gaddarlığı ile (konuyu uzatmamak adına, en yakın tarihlerden biri olan) 13 Mayıs 2014 SOMA maden cinayetini işleyen kapitatalistlerin gaddarlığı aynıdır.

    Gaddarlıklar, ‘duygusuz’dur. Bunu idrak etmek için; vaiz olmaya da, vaaz vermeye de, vaaz dinlemeye de gerek yoktur. Anlamaya gayret ediniz.

  101. Sömürmenin alanı ve sınırları.
    Soyutlamak, evrenselliştirmek ve genelleştirmekten sıyrılmak imkansız. Modern bilim ʻevrensel yokʼ ile başladı ama soyutluk ve evrenselliğe başvurmadan doğa yasaları ifade bile edilemez. Soyutlamadan konuşmak bile imkansız.
    Bu sitede, bence, en hızlı ve gerçek anarşist Necip Bey, sömürmeyi cansızlarda da bulabilir. Bunu şaka veya alay etmek için söylemiyorum. Ben anarşist değilim ama çok değerli ve çok ciddi anarşist arkadaşlarım oldu, ancak günlük hayatta rastladığım ve bu sitedeki anarşitlere kıyasla anarşist arkadaşlarım bebek. Lütfen inanın. Aynısını sayın bilim adamı doktor Ogürselʼe, tanıdığım ve çok sevdiğim bir anarşistin alıntısı ile ifade etmiştim.
    ʻʻ No one knows where we are going, the aim of life has been forgotten, the end has been left behind. Man has set out at tremendous speed- to go nowhere.ˮ
    Bu aşırılar aşırısı anarşistliğe diğer bir örnek: salt doktor, mühendis vb değil bilim adam-karılarının yüz binde biri bile bilimin ne olduğunu bilmez. Bir ipucu: Modern Bilim bir kriz içinde ve bilim bilen bilim adam ve kadınları felsefeye dalmaktalar.
    Daha demin ʻʻBut, The Guardian is an honorable newspaper!ˮ gazetesinde, bütün tanrıları gölgede bırakan tanrı Bilim yine ʻtoubled my eyesʼ. İlerinin ümidi, Doğayı Kurtarma Yeşiller Seferine çıkmış ve tüm dünyayı peşine takmış, Allah medyaya bağışlasın, gencecik bir kız, ʻʻBiz insanların Bilimʼi dinlemesini istiyoruz!ˮ der. Trump, Putin, Xi Jinping ve Erdoğan kadar güçlenmiş küçücük kıza kimse ʻʻEvet kızım, haklısın, bize bu boku Bilim ve Bilimi pompalayan Endüstriʼyi DİNLEMEYENLER yedirdi.ˮ diyecek cesareti gösteremez. Might is right!
    Yine alçak ve hemen hemen çıplak yerlilerden:
    ʻʻBeyazlar aynı kelimelerle hem doğru, hem yalan söyleyebiliyorlar.ˮ
    Yani ʻʻBilim İyi! Bilim Kötü! The Show Must Go On!ˮ
    ʻʻSeventh Generation Principle, observed by some Native American peoples, where the impact on the welfare of the seventh generation in the future (around 150 years ahead) is taken into account.ˮ
    In other words, ʻThe Guardianʼ does not hide what the authantic marxsists and anarchists in this site preach: ʻʻFu*k the people, we need media stars! The Show Must Go On!ˮ
    Belki beni çok haksız bulursunuz. Arşivlerden Detroit, ʻThe Fifth Estateʼin 70ʼlerde ekoloji ile ilgili yazılara bakın. Onu bırak ʻʻThe Guardianˮın İngilteresinde Toynbee, 1976 kitabında, ʻinsanlar, büyük bir olasılıkla evrende tek canlılık olan gezegeni yok etmenin azmi içindelerʼ dedi.
    Döneyim bu sömürü sorununa.
    Canlılarda, bitkilerden insana kadar bir sömürü piramidi veya Marksist-Anarşist- Laik ileri Burjuva Demokrasisi-Kapitalist-Rasyonelist-Bilimselist merdiveni var. Bu açıdan bakınca ʻʻSömürünün tamamen ortadan kaldırılamayacağını, ancak minimuma (örn; vejetaryenlik, veganlık vb.) indirilebileceğini söyleyenler haksız mı?ˮ sorunuza cevabım ʻʻhayır, değil!ˮ
    Piramidin en üstünde oturanlar açısından bakınca, merdivenin en altında en salak, düşünme gücü bile olmayan bitkiler, en üstünde Marks-Lenin-Stalin-Troçki-Thatcher-Macron-Einstein-Trump-Erdoğan-…-Zileli-Ogürsel-Bakire Marksisti Küçükaydın falan filanlar. Merdivenin en altından veya sizin dediğiniz ʻvejetaryenlik, veganlıkʼ düşüncesini ciddiye alanlar açısından bakınca, ʻkafasıʼ en iyi çalışan ve en iyi kalpli olanlar bitkiler. Daha henüz bitkiler, medenilerin yeryüzü materyal materyalist tanrıları sarışın mavi gözlülerden birinin entropi yasasını bilmediklerinden veya insanlar gibi zeki olmadıklarından, kimseyi sömürmeden*, güneş enerjisinden yararlanarak karınlarını doyururlar.
    Eğitim endüstrisi tarafından masrafları karşılanan bazı bilim adam-karıları yaptıkları araştırmalarla bitkilere de bilim öğretilebileceğini bulmuşlar. Güneş enerjisini israf etmeme dersleri verecek okullar açılacak.
    *Necip gitti ama anarşist sayısı gittikçe artıyor. Özellikle benim gericiliğimden rahatsız olan ilerici, devrimci falan filanlar. Onlara dalavere ettiğimi itiraf edeyim de ısıracakları dişlerini fazla bilemesinler. Bitkiler de alçak! Bitkiler de sömürür! Hatta güzeller gibi güzellikle! Arılar, kelebekler, böcekleri kendilerine çekerek çoluk çocuk yapmalarına araç ederler.
    Tereddütlerim yok değil hatta çok ama..
    -İnsanın uyabilmesi büyük avantajı olduğu gibi büyük kusuru. Her türlü canlı varlığın klonları mümkün. Gerekli maddeler insansız uzay gemileriyle dünyaya getilebilir. İnsanlar, gerçi halihazırda öyle ama, bitkisiz, hayvansız, kuşsuz, çiçeksin hatta gıdasız yaşamaya rahatça intibak edebilir. Bakınız mesela bu sitedeki doktor ve benzerleri nasıl bilgi çölünde yaşamaya şahane uymuşlar. Bu bağlamda daha çok var ama..
    – Kopernik ve Darvin koca kelleler insana yerinin, yani merkezde, hem de ne merkez! en ufak bir hata cehennemde ebedi yanarsın, olmadıklarını hatırlatalı, her birey, tam evrende her noktanın merkez olduğu gibi, evrenin merkezi oldu. Bu site, bu bokunda boncuk bulmuş marksist-anarşistlerle dolup taşar. Bak mesela dünyadan habersiz nesnel, bilimsel, yarım sayfayla, beni boş ver, dünyayı ve Türkiyeʼyi cebinden çıkaran Ogürsel’e. Ben, sıka sıka zorlan çıkarabildiği salt iki osuruğunu daha az koksun diye 4 sayfaya yaydım. Eminim hâlâ utanmaz.
    – Modern çağlara ve hatta son zamanlara kadar ʻvejetaryenlikʼ sağlık için değildi. Hayvanlara gaddarlık etmemek, hor görmememek, hayvanları sevmek ve hayran olmak, hayvanları akraba tanımak, hayvanlarla birlik hissetmekten kaynaklandı. Beni en çok korkutan ve zamanımızda her türlü gelenek, güzellik, dostluk, arkadaşlık, felsefe… yerini alan LIFE. Ticari adı SAĞLIK. Sanırım gerisini tahmin edersiniz.
    Şimdi de dedikodular:
    Rabiʼa etrafı hayvanlarla çevrili oturmakta. Diğer bir ʻhaşa kibar laik materyalist bilimselist falan filan huzurdan, mistik Hasan Sabri yaklaşınca hayvanlar kaçarlar. Hasan Sabri nedenini Rabiʼaʼdan öğrenmek ister. Rabiʼa sorar:
    – bugün ne yedin?
    – yağda kızarmış soğan
    – hangi yağda?
    – kuyruk.
    E, şimdi biliyorsun.
    Çıplak vahşi avcılar, kıçı sıkı bilimsellerin haşa huzurundan, daha henüz bilim ve akıl yokken, insanlar arasında ölüm ve hastalığa tedavinin nasıl başladığını anlatırlar.
    Sayısız bilim felsefecileri, Ogürseller gibi hödük medenilerin bilmediklerini bilen çıplak avcıların bu varoluşlar mitini anlatmasını, medenilerin içinde yaşadıkları tüm cahilliğine, bilenlerin sırtından geçinen artık ürün atıklara, örnek olarak verirler. Mantık ile olumsal dünya farkı.
    Avcılıkla geçinenler çoğaldıkça çoğalır, hayvanlar azaldıkça azalır. Hayvanlar Marks, Ogürsel, Zilei gibi bilen falan filanları davet etmeden, bir toplantı yaparlar. Bu gidişle köklerinin kazınacağını görüp önlem alırlar. Ölüm böyle başlar. Tabii, herkes Zileli gibi yaşlanmazlık merhalesine erişmiş bir pir, bir gençlik gurusu değil. Yaşlılık, ağrı, sızı, acı çekme de başlar. Bitkiler acır ve dertlerine derman olan bitkileri öğretirler.
    70ʼlerde 2 yıl tiyatro yaptık. Birini çocuklar yazdı ve kendileri oynadı. Piyesde kediyi ʻvejetaryenʼ olmaya ikna ettiler. Bilimsel değil ama olsun. Marksist-anarşist-Laik ileri Burjuva Demokrasisi kültür endüstrisinde güzel bir eğlence olabilir.
    Bu da gülmek için.
    – Vejetaryenlik kelimesinin etimolojisi ne?
    – Vegetable.
    – Hayır, taş devrine uzanır ve kökeni Sanskrit dilinden. Beceriksiz avcı demek.

  102. “Sömürenlerin gaddarlığı; ‘gerçek’tir, kurgu değil.”

    Hayatın – acı olan – birtakım temel “gerçek”leri de öyledir.

    “Gaddarlıklar, ‘duygusuz’dur. Bunu idrak etmek için; vaiz olmaya da, vaaz vermeye de, vaaz dinlemeye de gerek yoktur.”

    “Sömürü düzeni” denilen şeyi değiştirmek için de.

    Tabii eğer değiştirmek mümkünse.

    Ama en iyisi bu tartışmaya girmemek şimdi.

    Görüldüğü üzere hiçbir yere varılamıyor.

    Herkes kendince “haklı”.

    Kimin haklı olup olmadığı da çok önemli değil aslında. Burada “haklı/haksız”dan ziyade değiştirilmeye çalışılmış – ve halen daha çalışılan – ama binlerce yıldan beri değiştirilememiş bazı şeyler sözkonusu çünkü.

    Eğer çözüm önerisi olarak – birilerinin yaptığı gibi – bugünün modern dünyasındaki herkese ilkel, medeniyetsiz, teknolojisiz, yani “basit” ve “sade” bir “ilkel komünist” toplumu kabul ettirmeyecekseniz, yani ilerlemiş, gelişmiş ve -bunun zorunlu sonucu olarak – dallanıp budaklanarak son derece karmaşıklaşmış bir toplumu “basite” – yani “sınıfsızlığa/eşitliğe” – indirgeyecekseniz, bu beyhude bir çabadır.

  103. Dersim’e Dersim demek için Kadıköy’de basın açıklaması

    Gerçek
    1 Haziran 2019

    Dersim Belediye Meclisi 7 Mayıs’taki toplantısında Dersim halkının meşru ve tarihsel hakkı olan Dersim isminin yeniden belediye binasına asılması kararını çıkarmıştı. Bu kararın kamuoyuna duyurulmasının ardından Belediye Meclisi, MHP ile başlayan sözlü saldırılara, kışkırtmalara ve geçmiş katliamlar referans gösterilerek tehditlere maruz kalmıştı.

    DEDEF’in (Dersim Dernekleri Federasyonu) çağrısıyla hem yapılan bu saldırıları protesto etmek hem de Dersim halkının haklı talebine her yerden destek olabilmek için 31 Mayıs 2019 saat 19:00’da Kadıköy Rıhtım’da bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Birçok Dersim derneğinin ve siyasi kurumun yanında Devrimci İşçi Partisi olarak biz de basın açıklamasına katılarak destek verdik.

    Basın açıklamasını DEDEF adına Hasan Şen okudu. Yapılan açıklamada Dersim isminin yalnızca tarihsel olarak değil, politik olarak da Dersim olması gerektiğini belirterek isim mücadelesinin Dersim halkının var oluş mücadelesiyle eş gittiği üzerinde durdu. Tüm emek ve demokrasi güçlerini de bu mücadelede yan yana olmaya ve bu mücadeleye omuz vermeye çağırdı. DEDEF olarak Dersim isminin geri alınması mücadelesini sonuna kadar yürüteceklerini belirterek nefret söylemiyle halkı kışkırtan MHP’li vekile suç duyurusunda bulunulduğunun ve sürecin takipçisi olacaklarının altını çizdi.

    Basın açıklaması sırasında ‘’Dersim onurdur onuruna sahip çık!’’ sloganı sık sık atıldı. Açıklama alkışlarla son buldu.

    https://gercekgazetesi.net/haberler/dersime-dersim-demek-icin-kadikoyde-basin-aciklamasi

    “Bizim memlekette Dersim’e Dersim derler!”

  104. Varlıkları genelde sorgulanmayan sömürüler, sadece beslenme zincirinden, veya diğer canlılardan ve onların emeğinden başka şekillerde yararlanmak gibi “emek sömürüsü” içeren şeylerden ibaret değildir.

    Örneğin, bazen diğer insanlara yapılan “duygu sömürüleri” vardır. Daha önemli olan ve hiç düşünülmeyen bir nokta da, bazen bunların “sömüren” tarafından bilinçsiz bir şekilde, farkında bile olmadan yapılmasıdır. Daha doğrusu aslında “sömüren” tarafından “yapılmamasıdır”.

    Bunun en yaygın olanı, ebeveynlerin ve özellikle annelerin, çocuklarına onları kendi hayatlarından bile önde tutacak şekilde bağlanmalarıdır. Tabii bu durum neslin devamının, ailenin ve toplumsal hayatın yararına olduğundan zararlı bir “sömürü” sayılmaz.

    Fakat bu tür “sömürü”lerden bir diğeri de, üreme ve cinsiyet kaynaklı başka bir durum olarak, karşı cinsten olanlara yapılan, fakat daha ziyade kadınların erkeklere – üstelik farkında bile olmadan – yaptıkları bir “duygu sömürüsü”dür. Adına da “aşk” veya duygusal olarak bağlanmak denir.

    Bu “sömürü” türü sadece birlikteliklerde veya birlikte olabilme amaçlı olarak yapılmaz. Bazen bilinçli olarak “yapılmadan”, hatta “sömürülen” kişinin varlığından haberi bile olunmadan “yapılır”.

    Böyle “duygu sömürü”leri, toplumu yozlaştıran bencillik ve bireyciliklere yol açabilir.

    Şöyle bir örnekle açıklayalım:

    Karşı cinsten birine, yani – genelde onlarda çok daha yoğun olduğu üzere – bir kadına duygusal olarak bağlanan bir erkeği düşünelim.

    Biraz detaylandıralım. Bu erkeğin hayatında uzun süre boyunca tamamen yalnız olduğunu, yakın hissettiği ve umursadığı – sadece karşı cinsten değil genelde – kimsenin olmadığını, yani aile-akraba-arkadaş çevresinden giderek bütün bir topluma kadar herkesle bağını kopardığını, başka hiçbir insanı umursamayacak kadar bencilleştiğini düşünelim. Ardından, duygusal olarak bağlandığı bu kadın karşısına çıksın.

    Önceden kendisi dışında kimseyi umursamayan “bireyci” bir bencil idi. Bu kadına bağlandıktan ve gözü ondan başkasını görmedikten sonra ise, hayatının tek anlamı o olan, sadece onu umursayan, “bireyci” olmayan bir bencil olmuş olur.

    Kendisi, bağlandığı kadın tarafından duygusal olarak “sömürülmek”ten rahatsız olmak bir yana, bu “sömürü”yü dünyadaki en değerli şey ve hayatın anlamı olarak görebilir.

    Fakat, o erkeği farkında bile olmadan “duygusal olarak sömüren” kadın, yine farkında bile olmadan, bencillik üretmiş, yani topluma zarar vermiş olur. (Tabii bunu “yapan” da o değildir aslında.)

  105. Günümüze laik çoktanrılı din egemen. Dünya, beyin de dahil, duyularla algılanan, beyin EMEKʼİ ile ÜRETİLEN ideoloji(ler) ile biçimlendirilen dünya.
    Benim tamamıyla katıldığım din felsefesi, tarihi ve antroplojàye göre din toplumları yansıtır.
    Çoktanrılı çağdaş laik dinin tanrıları: İlerleme, Devlet, Kral/İmparator/Başkan/Parti Başkanı, Önder, Kapital, Banka, Bilim-teknoloji, Bilgi, Okul, Televizyon-Medya, Reklam, Üretim-Tüketim.. Aslında bunlar kendi TEK, adları değişik tanrılar. Bilimʼi çok sevdiğimden ve çok bilimsel olduğumdan occam bıçağıyla tek bir tanrıya indirgedim: Devlet-İlerleme-Kapital, DİK. Yazıda, adı sonra KASAP olacak.
    Güzel katkı ve açıklamalar yapan ʻ54ʼ arkadaş, anti dinci laik çoktanrılı dincileri, Zerzan ve diğer ilkelcilerin uyarılarına uyarmak istemiş.
    Bana 60ʼları tekrar yaşattı. 60ʼlar ateşi çabucak söndürüldü. O gün bu gündür, 60ʼlar üzerine dökülen mürekkep ve 60ʼları DİK dincileri etmeye harcanan enerji, bence, dünyayı rahatça cennete çevirirdi. Islah/sönme sonucu, 60ʼlar şimdi içi boş bir kalıp oldu. İsteyen, istediği gibi dolduruyor. Ben, 60ʼlar ıslah edildikten sonra, güzel fikirlerin neden benimsenmediğini anlamaya çalıştım. Meğersem hem saf hem de çok cahilmişim. Hâlâ öyleyim ama DİK’e tapmamayı, arada bir aşırıya kaçıp hataya düştüysem de DİK’e tapanları kolay tanımayı öğrendim. Bir de, ʻinsanʼ tarihinin DİK’e tapan dalkavuklar tarafından yazılan kazananlar tarihi ve kazanananlar sarayına girmek için yanıp tutuşan yaltakçı büyük beyinli ʻinanılmaz ve dayanılmaz yaratıcıʼ aydınlardan oluştuğunu öğrendim.
    Sitede kimsenin ʻ54ʼ arkadaşın yazısında sorduğu soruları ve ilkelcileri ciddiye almama nedenleri çok daha karmaşık olabilir ama 60ʼları ıslah etmede tutulan iki yolla paralel çok. Aslında iki yol bir temelde birleşir, eşsiz Türk atasözü: Kasap et derdinde; Zerzan, ʻ54ʼ ve ilkelciler can derdinde. Bir yol Silicon Valleyʼden Yeşillik partilere kadar; diğer yol İlericilik mitinin iki değişik sürümü Marksist Rusya, Çin vb. ve hâlâ bakire Anarşizm. Türk solunun tuttuğu yol belli.
    DİKçilerin, devasa büyük beyinli ʻinanılmaz ve dayanılmaz yaratıcıʼ oldukları inkar edilemez. Bunlar son yüz yıl üssel arttı. Bu ʻinanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılarınʼ coğunluğu tarih boyunca zaten sarayda veya tapınakta (günümüz üniversite) yaşadılar. Gönüllü ıslah oldukları için ʻıslah edildilerʼ diyemeyiz.
    Arada bir, esas konudan bile habersiz Ogürsel gibi bir saf, 200 yüzyıldır daha henüz kendi aşırılar aşırısı zengin ülke insanlarını bile tatmin edemeyen ʻLaik bir İLERİ Burjuva Demokrasisiniʼ arzu ederek, farkında bile olmadan, diğerlerinin de maskesini düşürür. Bu parası bol, ʻʻbenim param çok ama ʻLaik bir İLERİ Burjuva Demokrasiʼ ülkeler gibi alt ve üst yapı yokˮ der. Fakir bir ülkede köşeyi dönmüş tıpkı aynısı ʻʻyahu, bahşiş vermeden bankadan kendi paranı bile çekemiyorsunʼ diye dert yanar. Zavallıyı anne-babası çok halis ve temiz sütle beslemişler; cenneti biliyor ama cehennem bilgisi kulak dolgunluğu. Cenneti de, ilaç fabrikaları ve sağlığı tekeline alan sağlık endüstrisinin yardakçılık ve komisyonculuğuyla kazandığı para cenneti.
    Her neyse. Günümüz sorunları ne? İklim değişmesi – sayısız ekolojik feleket olasılıkları, yapay zeka, gen kes-yapıştır ve CRISPR, robotik, transhümanizm, uzayda yaşanabilir gezegen arama, uzayda yaşaması mümkün olmayan ama salt madenleri için aranan diğer gezegenler/yıldızlar, okyanus altı yaşama imkanları, ve belki de hepsinden önemlisi modern insanların ruh/beden bütünlüğüne erişememenın yarattığı kişisel buhranlar. Nükleer savaşa günün son 1 dakikasına yaklaşmış olma, deniz altarının binlerce ton nükleer atıkla dolduğuna değinmiyorum bile. Acaba ʻ54ʼ arkadaşın ʻ bu konuların tümünüʼ içeren uyarısına kulak asmamanın nedeni sitedekilerin çoktan ıslah edilmiş olmalarından mı?
    Ekolojik sorunu, ʻinanılmaz ve dayanılmaz yaratıcıʼ KASAPLARIN nasıl ıslah edildiklerini anlatmaya örnek olabilir. Anahtar yine İLERİCİLİK. Kasaplara iyimser/kötümser çağrışımı yaptırarak bataklığa saplanmaktansa olumlu (olumlu olmanın zararları bilimsel kanıtlandı, ama olsun), ileriye dönük, hayli yaratıcı mesleklerle ʻİnsanlığaʼ yardım etmeleri telkin edilmekte.
    Elimde günümüzdeki ekolojik felaketlere ʻinsanınʼ neden olduğunu inceleyen bir sürü kitaplar, makaleler yanısıra gazete yazıları var.
    Bugün dahil son 2-3 hafta okuduğum örneklerden bazıları:
    Climate crisis seriously damaging human health and causing depression.
    Latest data shows steep rises in CO2 for seventh year
    Nearly half of all child deaths in Africa stem from hunger
    Air pollution may be damaging ‘every organ in the body
    Deepest-ever sub dive finds plastic bag
    Les cas de démence vont tripler dans le monde.rtf
    A stunning danger lurking under the ice
    Air pollution is killing seven million people every year according to the World Health Organization
    Are you suffering from climate change anxiety
    Bees and other pollinating insects in decline
    Bird extinctions
    David Attenborough climate change TV show a ‘call to arms’
    How bad is air pollution
    Mongolia: toxic warning to the world
    MPs say fast fashion brands inaction on ethics is shocking
    Tracking the toxic air that’s killing millions
    Weeds needed destroyed by Climate Change
    Wind turbines are causing ecological disasters
    Bunların bazıları ıslah edilmiş neo-bakire-marksist ve fabrika anarşistlerinin işine çok yarar: ʻʻKahrolsun Kapitalizm! Yaşasın Bizi İleride Güzel Günlere Kavuşturacak Ne Olursa Olsun!ˮ
    Bence, ʻ54ʼ arkadaşın yazısında kullandığı ʻinsanʼ kelimesi, muğlaklığından yararlanıp dil çabukluğu ile ıslah etmede kullanılıyor.
    Batı soyutlaması/ (bende) Ezik Doğu somutlamasını kullanacağım.
    ʻʻ No one knows where we are going, the aim of life has been forgotten, the end has been left behind. Man has set out at tremendous speed- to go nowhere.ˮ
    [Nereye gittiğimizi kimse bilmiyor, hayatın amacı unutuldu, dünyanın sonu geride bırakıldı. İnsan büyük bir hızla hiçliğe yol aldı.]
    Modern Bilimʼin en altında yatan temel taş: ʻʻSalt somutlar var.ˮ Ne var ki soyutlamadan (genelleştirmeden) Bilim olmaz, konuşamayız bile.
    Alıntıda soyut ʻinsanʼın, ʻİnsanlıkʼ olmadığı apaçık: örneğin ʻunutulduʼ ve ʻ geride bırakıldıʼ.
    Bir de her genelleştirmede istisnalar var. Zaten somut ve ezik kellemle anlamak istediğim de bu.
    – Dünyada ve Türkiyeʼde nereye gittiğimizi bilenler var: Türkiyeʼde sağ/sol devrimciler, Küçükaydın vb. neo- bakire-marksistler, anarşistler, Temiztaş ve dalkavukları, son artist ʻLaik bir ileri Burjuva Demokrasisininʼ Ogürselʼi ve diğer bolluk peygamberleri.
    – Bolluk ve zenginlik AMACI UNUTULMAMIŞ.
    – Dünyanın sonu, kelimelerin tanımıyla, İLERDE.
    ʻʻİnsanın kendisini ve etrafındaki her şeyi yok etmekte sergilediği inanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılık..ʼʼ ikinci alıntıda muğlaklık daha bariz.
    Zerzanʼın dile getirdiği Neolitikden önceki zamanlarda — hatta sonra Medeniyet pençesine düşmeyenler arasında bile — bilgi, nesilden nesle olduğu gibi; daha sonra ise azınlıktan azınlığa aktarıldı.
    Neolitik öncesi sayısız ʻfelaketlerʼ ve ʻkatastroflarʼ doğa/tanrılar kafayı yiyince oldu. Benim bildiğim kadar hiç birine şimdiki gibi ʻİnsanlıkʼ neden olmadı. Zaten daha henüz büyük beyinli ʻinanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılarʼ bile yoktu veya hepsi ʻinanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılardıʼ. Tabii, eğer o zamanlar doğa felaketlerine insanlar neden olduysa, böyle bir durumda ʻinanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılıkˮ ve kastedilen sorumluluk, Neolitik öncesi tüm ʻİnsanʼa atfedilebilir. Acaba ilkelcileri ciddiye almayanlar böyle bir laf çabukluğuyla mı kafese alındılar? Yoksa, yeni ʻinanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılarʼ, insan kaynağı olma eti derdinde olan Kasaplar mı? Mantıksal değil olumsal dünyada yaşıyoruz. Kuantumda bir cüce her iki delikten aynı anda girdi; dünya yerinden oynadı. Bu kasapların 7 bin yıldır yüzlerce delikten aynı anda girmeyi becermekle dünyayı bu duruma sokmaları çok normal.
    Neolitik öncesi insanlar tarihinde Avustralya aborijinleri, sayısız türler ʻmutasyonlaʼ dış dünyadan algılarda artık işe yaramayan duyular yerine yarayan duyu organlarını geliştirmeyi becerdiler. Diğer yüzlerce örnek var.
    Medeniyet sonrası tarihte Hint kurguları ʻYugalarʼ var. Ama bu kurgularda, Medeniyet sonrası Nuh Tufanı ve benzerleri gibi, jeolojik devir felaketleri ile sosyal rezillik ve felaketlerin sona erme ümitleri iç içe. Bunları ayıklamayı ancak ortadan kaybolan Necip, tenasühü Ogürsel, neo- bakire-marksist Küçükaydın gibi materyalist falan filan bilim adamları başarabilir.
    Bence, Medeniyet başladığından sonra bile, asıl inanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılar & onlara benzeme ateşiyle yanan 1. maddede verdiğim bir kısa liste (groupiler) & dünyayı gerçekten değiştiren Devlet-Kral/İmparator-Kapital güç tanrısına dalkavukluk edenler bir avuç dolusu azınlık, dolaylı (röntgencilikle = vicariously) boşalanlar. Bunlara, evrensel anlamda İNSAN demek, hatta insan demek bile yanlış. Tabii bu bir kurgu, bir kuruntu, bir kanıt getirme değil, bir taraf tutma. Seve seve açıkça kabullenirim. Her türlü çirkin ideolojileri bilimsellik ederek Bilimʼin çirkin mutlak otoritesine hizmet eden solcu devrimciler kadar alçalmadım.
    İsaʼya sorarlar, ʻdostum kim?ʼ. İsa ʻkimi seçersen o, bahane, dayanak, destek aramaʼ der. Bu sitede ne yardan ne serden geçen çok: marksist-anarşistler ve şimdi de ʻLaik bir ileri Burjuva Demokrasiʼ imamı Ogürsel çıktı.
    Zaten beni en fazla güldüren de solcu devrimcilerin ideolojinin ne olduğunu bilmemesi ve diyalektik düşünme yoksunluğu.
    Necip gibi aşırı dahi ve bilge Ogürsel bu kısmı atlayabilir. Anlamayacğından eminim.
    Yol gösteren yola sokar. Bazı kutsal putlar (ideolojiler): Kral/İmparator, Ulus, Materyalizm, Bilimcilik, Teknoloji, Ekonomi, Darwinʼden sonra Bilimcilikle kolektif Kapitalist / Sosyalist/ Komünist Üretim. Her birinde kurtulma yoluna girenler yolların köleleri oldular.
    ʻİnsanʼ sözcüğü ile bütün insanlık demek tam saçmalık, bilimsel desteklerim yok ama bazı açıklamalarım var.
    – Epigenetiği bile üç kağıda getirip kaytaran Zerzan, Fredy, 54ʼi yazan arkadaşlar gibi hediye vermekte inanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılık cömertliğini esirgemeyenler, sonsuz küçük bir azınlık da olsa, var.
    – Zerzanʼın tarım başbelası eleştirisine tamamıyla katılıyorum. Ama bence medenilerin sonsuz büyük bir çoğunluğunun bile bu başbelasına, dolaylı da olsa, zoraki kabullendiklerine sayısız örnekler var. Bu çoğunluk şu anda, yine bence, her türlü inanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılığını saray ve saray etrafında gezenlere tamamıyla kaptırmış bulunuyorlar, tam köle olmuşlar: okul, televizyon, medya, İnternet.. En göze çarpanı 17-18. yüzyıl teknolojik devre geçene kadar bütün insanlığı ve sağ/sol saray heveslileri sırtlarında taşıyan tarımcı köylüler. Danslar, türküler, efsaneler, masallar, peri masalları, atasözleri, karnavallar, köçek dansları, arada sırada birbirlerini kazıkladıkları halde saray meraklısı sağ/sol devrimcileri Marks-Anarşist Putların sınıf, alt sınıf, üst sınıf, siyah sınıfı, vahşi çıplaklar sınıfı, yeşil sınıf, bitmez tükenmez, içi ırkçı dışı ağız sulandırıcı bolluk yaygarasına katılmadan beraber yaşayabildiler. Bu sözde sıradanlar köylüler yanında Küçücükaydın ve benzeri yüzlerce röntgencilerin metodolojik, tarihçik, sosyolojik, ontolojik, epistemolojik, ekonomik, mateyalistlik, idealistik, marksistlik, anarişistlik, liberalistlik, Ogürselʼin Laik bir ileri Burjuva Demokrasicilik, dincilik, atatürkçülük dev kavramlarla boşalmaları çok grotesk ve çirkin. İnceleye inceleye, incelte incelte sıfırlaşan 2 yüzyıllık ulus / ulusçuluk / uluslararacılık lakları sonsuz sıkıcı.
    Son 4-5 yüzyıl içinde özellikle göze batan ʻinanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılarʼ çok küçük bir azınlık, ʻİnsanʼ değil.
    Geri kalanların katılması inkar edilemezse de, sorunlar var ve diken dolu. Yararlananlar ve kasaplar, felakete sürüklemeyi sevdikleri gibi önder bile oldu. Diğerleri, çaresizler, sadece katıldılar.
    İçerde gönülsüz katılanlar, dışarda katılmak istemeyenler sayısız defa başkaldırarak kasapların yüzlerine tükürmede bize örnek oldular.
    Bu gerçeği kurumlaştıran Hindistan güzel bir örnek. Kovboylar aralarında savaşlarıyla bölgeleri ele geçirebilirler. Ama Brahminler köylülerin yerlerine el atmayı yasakladılar. Hatta ilk Medeniyet Sümerʼde de başlarda rahipler bir çeşit ʻeşitlikʼ, ihtiyaçlara göre dağıtımı sağladılar. Tarihin ironisi: Polanyiʼnin düşüncesine yakın ekonomi genellikle eşitliğe dayanan göçebe Akkatlar tarafından bozuldu.
    Burada çok sevdiğim bir olmuş olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Bizans, tahmin edilebilecek nedenlerden, köylülerden oluşan ve etkinlikte eşsiz bir ordu kurar. Tek çapanoğlu? Savunmada eşsizler ama dışa savaşa asla katılmazlar. Neden? Türkiyeʼde Ogürsel gibi kafayı sarayla yemişlerden çok duyulur: KURNAZ KÖYLÜ. Elde edilecek topraklarda kimin çalıştırılacağını biliyorlar. Daha henüz insanın canını çıkardığı emeği kutsal eden Kapitalist-Burjuva ve bu mirasa konan Marks, Atatürk, Lenin, Mao politikacıları duymamışlar.
    – Çok ve o olmasa her şeye asıl ʻgeçʼ denilmesi imkansız kadınlarda var ama kadınları erkek edip ʻthe show must go onʼ dünyasına sokma sonsuz güç kazandığından ve yine sağ/sol saray heveslilerin eline geçtiğinden es geçeceğim. Bihassa, annem ve ablalarımın mezarlarına bok süren erkek-kadın ve destekleyici sağ/sol devrimcilerden sonsuz nefret ettiğim ve erkek-kadın olmak istemeyen karımı çok sevdiğim için. Bu bok sürenler bana daima, Avrupaʼda rastladığım, çoğunluğu salt Türkçe bilen ve çoğunluğu salt Kürtçe bilen nene dedeleri sayesinde Avrupa kıçına sığınıp bolluğa kavuşan, nene dedelerini ʻfeodal, efendim feodalʼ iğrenç cikletleriyle çiğneyeneleri hatırlatır.
    Kasapların Türk temsilcilerinin ıslah olmuş olduğu dolaylı olarak da çok bariz.
    Günümüzde ʻiklim değişmesiʼ ve sayısız diğer çevre sorunları gibi doğa felaket ve katastroflarının doğrudan doğruya insanın neden olduğu medyada çok yer almakta. Bu durumun insan/doğa genelliği içinde ele alınması yeni değil. Toynbee 1976ʼda ʻʻİnsanlık ve Anatoprakˮ kitabıyla ve sayısız diğer düşünürler de aynı genel çerçeve içine koyarak incelediler. 1960ʼlarda çok sayıda bu azınlığın neden olduğu felaketlere uyaran çok kitap çıktı. Hatta 1930ʼlarda daha henüz ʻekolojiʼ kelimesi yokken aynı uyarıları içeren şahane kitaplar var.
    Dilde kolaylık için kullanılan ʻİnsanʼ kelimesi, dil çabukluğuyla, ıslah etme enstrümanı oldu. Neolitik öncesi sayısız doğa felaket ve katastrofları olduğu hatırlatılıp insanların bunun da üstesinden geleceği uzun zamandır medyada sık sık telkin edildi. Bu yüzden ıslah olmuşların burunları havada. Sarışınlar iyice pompalamışlar.

  106. Şöyle bir göz atarken farkettiğim ve cevaplamak istediğim şu cümle hariç pek bir şey oku[ya]madım ve okumaya da lüzum görmedim:

    “Anahtar yine İLERİCİLİK.”

    Sen de gericilik istiyorsun.

    Almayayım, kalsın.

    İnsanların ezici çoğunluğunun da aynı şekilde senin bozuk kafanın bir ürünü olan böyle tepeden inmeci ilkelci projelerle ilgilendiğini sanmıyorum.

    Tepeden inmeci devrim projeleriyle ilgilenmedikleri gibi.

    Eğer “medeniyet” veya “kapitalizm” dediğiniz şeyleri değiştirecekler ise, bunu işlerini güçlerini bırakıp sizin tepeden inmeci vaazlarınız ile harekete geçerek yapmayacakları kesindir.

    Yani bu, kendiliğinden gelişen doğal bir sosyolojik süreç ile olacaktır.

    Tabii olacağı varsa.

  107. “Bir devlet cinayet işlemeye başladığı zaman kendine daima vatan adını takar.” — F.Dürrenmatt (Büyük Romulus)

    Bir solcu cinayet işlemeye başladığı zaman kendine daima devrimci adını takar.

  108. “Bazı varyantlarda, bu tür özel büyücülük işleriyle uğraştığı düşünülenlerin toplumdan (klan ve kabilelerinden) sürülüp atıldıktan sonra doğada başıboş gezen “kirli” ruhlara ya da dinî anlamda “murdar” (temizlenmemiş, arındırılmamış) bir kavme (örneğin troll denen orman cücelerine) dönüştüğü anlatılarına da rastlanıyor.

    Küçük bir not: Germen-İskandinav mitolojisindeki bu troll’leri, günümüzde trol denen bazı medyacı ve köşe yazarlarıyla karıştırmamanızı rica ederim; orijinalleri, modern cyber-mutant’larının yanında çok halim selim kalıyor.”

    http://serbestiyet.com/yazarlar/halil-berktay/ruhumuzdaki-seytan-1-prehistoryadan-ortacaga-849210

    Halil Berktay

    “Ruhumuzdaki şeytan (1) Prehistoryadan Ortaçağa”

    “Tahmin edilebileceğinin aksine, Ortaçağ Hıristiyanlığı cadı avlarından yana değil. Tersine, bu tür “bâtıl” inanışları çoktanrıcılığın kalıntısı sayıyor ve aslı astarı olmadığını belirtiyor; sathın altında, popüler kültürdeki yaygınlığını önlemeye çalışıyor. 15. ve 16. Yüzyıllar ise, Ortaçağdan Erken Moderniteye geçişte farklı bir kırılma noktasını oluşturuyor.”

  109. “Adına “devlet” dediğimiz kurum — ya da uzantısı veya eklentisinde, devlet iktidarının tecessüm ettiği başka kurumlar — kendilerini her yerde ve her zaman tehdit altında hisseder. Kâh iç, kâh dış düşmanlar söz konusudur. Bu, devlet olmanın kaçınılmaz sonucudur. Ama bu başkadır, bir “beka” ideolojisi başka. Her coğrafyada ve zaman diliminde, her devlet illâ “beka” diye basmıyor feryadı. Basıyorsa, bu çok özel bir anlama geliyor.”

    H. Berktay

  110. Aşağıdakini Küçükaydın mı yazmış yoksa?

    https://eksisozluk.com/kuteybe-bin-muslim–1860914

    kuteybe bin müslim

    sevgili sözlükçüler o zamanlar “türk” yoktu. boşuna ağlamayın kuteybe bin müslim katletti diye. türkler, fransız ihtilalinden sonra yavaş yavaş yeryüzüne teşrif etmişlerdir. yani türklük kavramı dahil milliyet mefhumu, ihtilal-i kebirden sonra zuhur etmiştir. neden böyle? toplumdaki iletişim yoğunluyla alakalı. tarım toplumunda “kabile” şuuru varken sanayileşme ile birlikte insanlar arası ilişkilerin artışı “milliyet” şuurunu yükseltiyor. kapitalizmin kitlesel üretimi ise bunu adeta zorunlu kılıyor. tek tip eğitim,mevzuat, reklam vs…kapitalizmin de aşılmaya başlandığı noktada başka üst kimlik ihtiyacı doğacaktır tahminen…demem o ki, rahat olun, dert etmeyin, türki kavimler kendi aralarında yaptıkları savaşlarda birbirlerine çok daha fazla zayiat verdirmişlerdir. tarih böyle işte, olduğu gibi kabul etmek lazım…

    not: görebildiğim kadarıyla kastettiğim mana pek anlaşılmamış. o zaman şöyle bir örnek vereyim. faraza, bir zaman makinamız olsa ve 700’lü yıllara, orta asya’ya gitsek, oradaki türki kavimleri ziyaret edip türklük propagandası ve türkleri birleştirme davası empoze etmeye kalkışsak ne olurdu? ne olacağını söyleyeyim, bize kahkahalarla gülerler ve deli olduğumuzu düşünürlerdi. ama falanca boy ve onun gücünden bahsetsek dikkatle dinlerlerdi. onlar kimliklerini milletle değil boy/kabile ile tanımlıyorlardı…

  111. Burjuvalar dünyanın her yerinde kendilerini taklit eden ancak kendileri gibi asillerle aşk/nefret ilişkisi içinde olmayan, sıkışınca çekmeceden burjuva mantralarını çıkarıp şakırdayan orta sınıflıları, örneğin İleri Burjuva Demokrasi isteyen Doktor Ogürsel Bey, görünce utançlarından intihar ettiler. Bu orta sınıflıları tanımlamada, anlayan için, tek bir kelime yeter: TEKNİSYEN. Tek bir ülke tam simgeler: ABD (şimdi Singapur, Abu Dhabi, Çin, Güney Kore ve benzeri çok klonlar var). Avrupa hâlâ eski aristokratlık havalarına, buradan güneşe kadar boku çikolata ile kaplama, göbekleri atmakta.
    Üç çeşit demokrasi:
    – Pazar veya alış-verişin yönlendirip biçim verdiği demokrasi; paran ne kadar çoksa o kadar özgürsün (veya ogürselsin), seç seç al.
    – Eski, artık kimsenin ciddiye almadığı proleter sınıfının yönlendirip biçim verdiği demokrasi. Komünist ülkelerde denenmeye çalışıldı yüze göze bulaştırıldı.
    – Hiç kimsenin ciddiye almadığı züğürt, baldırı çıplak, başı boşlar demokrasisi. Bunlar hayvanlara benzerler, her şey bedava olsun isterler.
    Proleter demokrasisi, bazı bakireci solcu devrimcilerin hayalleri dışında yok. Züğürtler demokrasisinin lafını et millet kudurur. Ne nesnel ne gerçek. Gerçekten hayal dünya: Edebiyat, şiir, resim, peri masalı, mit dünyası. Bildiğimiz kadar, sadece Neolitik öncesi ve sonraya çaktırmadan kayanlar arasında varmış.
    O halde, sadece Dahi Doktor Ogürsel Beyʼin içinde ama içinde olmadığı, salt hayal ettiği, pazar demokrasisi var.
    Mantık açısından bakarsak bu içinden çıkması imkansız bir çelişki; bu demokrasi, nesne seçimi özgürlüğü sağlıyor ama başka hiç bir seçim hakkı tanımıyor. Yani ʻİleri Burjuva Demokrasiʼ bir MUTLAK OTORİTE!
    Kanadı var uçamaz, iğnesi var sokamaz, peteği var bal doldurmaz. Ne? Yahu, öyle de arı mı olur?
    Bilim bilmez bilimcilik eder; son 2-3 bin yıl nesne ne, gerçek ne tartışılır, kendi bilir; bilimciler ʻʻnesne var, gerçek var derler ama ne olduğunu bilmiyoruzˮ derler, bu Türk dahi bilir; son en aşağı 2-3 yüz yıldır toplumsal konuları tartışanlar, hatta bu site dahileri bile gerçek dünyayı değişik algılanmanın kavgasını yaparlar, kendi bilir.
    Bu hilkat garibesi bir dahi kim? Yahu, öyle de dahi mi olur?
    Doğru ve dürüst cevap: Bu hilkat garibesi bankaya yatırdığı nesnelerden oluşan gerçek banka filozofu Doktor Ogürsel Bey!
    Sağlık endüstrisi sağlık ve ilaçları, Bilim sayesinde tekeline alır; doktor Ogürsel ilaç ve sağlık endüstrisi simsarlığı yaparak elle değilir gözle görülür gerçek para biriktirir. Banka kartını cebine atar gerçek pazara gider. Materyalist Ogürsel, materyal nesnel sepetini elle değilir gözle görülür nesnelerle doldurur. Diğer yarısı ruhani Ogürsel daha olmayan ama olabilir, gerçek ötesi, ruhani şeyler aramaya başlar. İçinde bulunduğu demokrasi ötesinde demokrasi aramaya başlar. Zavallı, meslek okulunda ve daha sonra televizyonda bazı anlamadığı ama kulağa hoş gelen şeyler okumuş ve duymuş. Mesela evren, olanların tümü ama yine de hem olan hemde daha henüz olmayana genişler durur. Zaten pazar demokrasisinin özü de bu! İLERLEME veya GENİŞLEME veya ŞİŞTİKÇE ŞİŞME, ŞİŞMANLADIKÇA ŞİŞMANLAŞMA, MODERN DÜNYANIN EN BAŞTA GELEN METABOLİK HASTALIĞI DEĞİL Mİ? İçinde avcı-devşiricilik yaptığı pazarda TEK varolan nesneler arttıkça TEK varolan gerçek büyür de büyür. Kendini pazar demokrasisinin enflasyon süreci içinde bulan yarı materyalist Ogürselʼin sepeti dolu ama kendi boş.
    Ezik Doğuluların varacağı en yüksek merhale boşluktur. Kazanan Batıʼlı olma hevesine kapılan Ogürsel ise hâlâ Batıʼnın ʻbok çukuruʼ dediği derinlerde. Buna rağmen, ezik Doğulunun zirvesinde. Pazarda sadece sepet doldurmuş, şimdi kendini doldurma peşinde.
    Ben bu nesne ve gerçek mütahassısı, çok güçlü alıcı antenleriyle mektep, meslek, tüketmek kutsal dinin imamını ʻgeçʼ diyemem. Artık ürünün yarattığı atık ürünler üssel artıyor, birini geç, karşına öbürü çıkıyor. Bu siteyi numune al, parametrik olmayan istatistik testi yap. Göreceksin %99 tıpkı Doktor Ogürsel Bey. Dünya da öyle. Bence, Kapitalizmin temelinde yatan pazar ekonomi demokrasisinin üstünlüğünün nedeni de bu.
    Allah, yarattığı nesne dolu gerçek dünyaya pişman olur. Doktor Ogürsel Bey gibi bu nesnelerden başka bir şey istemeyenleri toplar ve bütün nesneleri dağıtır. Aradan bir zaman geçer cılız bir züğürt şair gelir.
    – Baba, baba acım!
    – Oğlum her şeyi dağıttım. Sen burada değil miydin?
    – Buradaydım baba.
    – E, neden bir şey kapmadın?
    – Senin güzelliğine dalıp unutmuşum.
    Sevdiğim bir sosyal bilim adamı yaşlanınca farklı söyler: ʻʻVücudum bile benim değil, millet gerçek dünya nesnelerini paylaşamadıkları için bir birini boğazlıyor!ˮ der.
    Gerçek dünyade benim gürdüğüm nesneler:
    Bok çukuru pazarda doğmuş büyümüş Trump, ileri pazar burjuva ABD demokrasisine gıpta edenlerin kim olduğunu görmekte hiç zorluk çekmez.
    İleri pazar burjuva ABD demokrasisinden 9 kişi dünya nüfusunun yarısı kadar para toplamış.
    Bok çukurunda biri ileri pazar burjuva ABD demokrasisine heves ediyor.
    Sitede benden başka kimse bu sapıklığı görmüyor.

  112. “Sitede benden başka kimse bu sapıklığı görmüyor.”

    Elbette.

    Çünkü sen Allah’sın.

  113. Kendi çalıp kendi oynamak için yazan birisi, geniş okuyucu kitleleri oluşturamayacağından hiçbir zaman kuşku duymaz. — A. Schopenhauer

  114. Bu yorumdan çıkardığım aşağıdaki alıntı, düşündüren ve alay etmektense ek bilgi vermeye değer.
    “Ruhumuzdaki şeytan (1) Prehistoryadan Ortaçağa”
    “Tahmin edilebileceğinin aksine, Ortaçağ Hıristiyanlığı cadı avlarından yana değil. Tersine, bu tür “bâtıl” inanışları çoktanrıcılığın kalıntısı sayıyor ve aslı astarı olmadığını belirtiyor; sathın altında, popüler kültürdeki yaygınlığını önlemeye çalışıyor. 15. ve 16. Yüzyıllar ise, Ortaçağdan Erken Moderniteye geçişte farklı bir kırılma noktasını oluşturuyor.”
    Çok güzel bir gözlem ama eklemek istediğim ince ayrıntılar var.
    – 12. yüzyıldan beri gelişen Kapitalizmin sosyal düzeni sarsmasından dolayı Avrupa bir buhran yaşamaya başlar. Otoritesi sarsılan Kilise, günah keçisi arar. Tarihte hayli paralleler var. Şeytan veya İblis (devil, diable, diabolos, İslamʼda İblis olur) ile işbirliğine girişenler bir yanda, dönek ama eski dinlerine bağlılar diğer yanda, hedef olurlar. George Frazer, ʻThe Golden Boughʼ kitabında Hıristiyanlık için gösterdiği gibi, eski inanışların kökleri asla kazılamaz. Azizler, bu başarısızlığa güzel örnekler. Hıristiyanlık, aynı sorunu günümüzde Hıristiyanlaştırılmış Güney Amerika yerlileri arasında yaşamakta.
    – Cadıları soruşturma belgeleri, popüler halkın hâlâ yaşayan inançlar diliyle sorulara verdikleri cevaplar dili tamamıyla farklı olduğunu gösterir. Cevaplar soruları soranların dili, yani cevaplar sorguya çekilenlerlerin ağzına koyulmuş.
    Bu konuları işleyen ve okuduğum yazarlardan aklıma gelenler: Jules Michelet, Hugh Trevor-Roper, Norman Cohn ve ʻalttan tarihʼ tarihçilerden Carlo Ginzburg.
    İlginç birkaç not:
    – Yakılan cadılar çoğunlukla genç ve güzel kızlar.
    – Ortaçağ Hıristiyanlığı 20. yüz yılda çok sayıda solcuların yargılandığı mahkemelerden daha çok titizlik gösterdi.
    – Bir ara, doğru 80ʼler ve 90ʼlarda, küçük kızlar ve yetişkin kızlar çocukken yetişkin akrabaları ve hatta babaları tarafından cinsel tacizde bulundukları suçlamaları etrafı sardı. Mahkemelerde aynı titizlik yoksunluğu sık sık oldu. Suçlanan ve hapislere atılanları çoğunun masum olduğu çok sonra ortaya çıktı.
    Bir de şuna dikkat çekmek isterim. Ben kendim ʻtrolʼ lafını ilk defa bu sitede gördüm. Birkaç diğer sitedelere yazdığım yorumlara da ʻtrolʼ adı takılıp çöpe atıldı. Trol biraz komploya benziyor. Son zamanlarda bir de ʻnefret yazı ve yaymaʼ çıktı. Terör de öyle.
    Bence, İngilizce sevdiğim bir deyiş, en ciddi anlamda bile, güzel cevaplandırır: ʻShit happensʼ (bok çıkacak, durduramazsın). Beni asıl rahatsız eden sonsuz daha büyük yalan ve uydurmaların dayanılmaz gaddarlık, kırım, kıyım ve kan dökümüne neden olması. Daha da kötüsü, böyle alçaklıkların büyük bir vakarlık içinde politik, sosyolojik, ekonomik, komünistlik, marksistlik, anarşistlik deli gömleklerine sokulup banalleştirilmesi, ıslah edilmesi, doğalleştirilmesi.

  115. Bu da “İmparatorlukların Kuruluş Evreleri”dir.

    “İlkel Osmanlı”nın neden “medeni Osmanlı” olduğu ve bunun benzeri “ilerleme”lerin neden her zaman olduğu ve de olacağı sorusunun yanıtı da olabilir.

    [Sencer Divitçioğlu, Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu, s. 97, 98]

    “İznik aynı zamanda, ideolojik olarak da önemlidir. Öyle bir eski başkenttir ki, hem Selçuklu’ya hem de Bizans’a hizmet vermiştir. Bu özellikleriyle İznik, kısa bir zamanda koca bir imparatorluğa kafa tutup, nispi başarılar kazanmış Osman Bey için fethedildiği takdirde bu başarıları mutlak utkulara dönüştürebilecek bir hedef sayılırdı.

    Bu vesileyle her vakit sorulan şu soruyu yineliyorum: İmparatorluğa giden büyük yürüyüşte Osmanlı Beyliği neden kendisine tıpatıp benzeyen komşu beyliklerini takmış ve nihai utku ona nasip olmuştur. Saat yönünde sayalım: Karaman, Hamit, Eşrefoğlu, Menteşe, Saruhan, Aydın, Germiyan ve Karasi. Karaman ve Germiyan beyliklerinin devlet aygıtları ve kültürleri Osmanlı’nınkinden çok daha mükemmeldi. Menteşe, Saruhan, Aydın ve Karasi beyliklerinin deniz gücü ve dolayısıyla denizaşırı ticareti Osmanlı’nınkinden fersah fersah ilerdeydi. Germiyan birliğinin kara ordusu, Osman’ınkine göre çok üstündür. Pekiyi, nasıl olup da aralarında bir tek Osmanlı, “beylik döngüsünü” kırabilmişti? Çünkü, diyorum, ceteris paribus, Osmanlı Beyliği’nin aylanı içinde İznik vardı. Bu bakımdan, Osmanlı, bir yandan, Kutalmış oğlu Süleymanşah’ın Tinya ve kısmen Bitinya üzerinde kurduğu ilk Sultanlık başkentinin; öte yandan, Laskaris’in Latinler’e karşı oluşturduğu yeni imparatorluk merkezinin doğal mirasçısıydı. Ayrıca, bu kentin Hıristiyanlar için ne denli önemli olduğunu hatırlatayım. İznik, Genel Piskoposlar Konsülünün ilk kez MS. 323 ve 375, ikinci kez 787 yıllarında toplandığı şehirdir. (Dvornik 1990). Kara halka hükmeden bey başkadır, iki devlete başkentlik etmiş olan İznik’e sahip olmak başkadır. İmparatorun Bapheus savaşındaki yenilgisi, onun bir daha asla İznik’e talip olmayacağını belli ediyordu. Ona sahip olmaya aday sadece Osmanlı idi. Bu bakımdan Osman’ın “rüyası” pek de sayrı sayılmazdı. Rüyayı uyduran her kimse, o da İznik’in varlığından haberdardı.”

    Öte yandan, Osman’ın “rüyası”nın aksine, ilkelci “düşler”in sayrı olduğu açıktı. Bu düşleri uyduran her kimse, sosyoekonomik gerçeklerden bihaberdi.

  116. 98ʼ, ʻ99ʼ ve ʻ100 Anonimʼ birer inci; ʻ97ʼ müphem, ʻ96ʼ ise bu sitenin %96ʼsından fazlalık çoğunluğun temsilci demokrasisi temsilcisi.
    Doğal ve toplumsal ortam sonsuz pislik dolu. Temiz bir yeri kandille arasan da bulamıyorsun. Toplumsal ortam hakeza ama kitaplar, sanat eserleri ve benzerleri dolaylı temaslar imdada yetişiyor. Bu durum o kadar aşırı bir boyuta vardı ki güzellik ve temizliği görmek imkansızlaştı. Görünce tanımak bir o kadar zor.
    ʻ98ʼ, ʻ99ʼ ve ʻ100 Anonim ʼ bu gözden kaçan güzellik ve temizliğe örnekler. 98ʼe çok kısa bir katkıda bulundum.
    Bir de ʻ97ʼ var. Laf güzel ama muğlak ve soyut. Açıklama olmayınca ne demek istedildiği tahmine kalıyor. Somut örnekler vereyim dedim.
    70ʼlerde bir dahi bilim adamı ve matematikçi ikinci paragrafta dile getirdiğim pisliği görür. Ancak dahi bilim adam-karılar ve matematikçilerin hemen hemen hepsi gibi dalkavuk değil, insanlığını korumuş. Tesadüfen, pisliklerin içinde kaybolmuş dahi Darwinʼden tam zıt bir görüş ileri süren Kropotkinʼi okur. Çok sever ve ʻbilimsel bir deneyleʼ irdelemek ister. Bir bilgisayar programı ile simülasyon yapar. Programda oyun teorisini kullanır (ʻgame theoryʼ). Binlerce Kropotkinciler (yeşiller) ve 2-3 tane ʻ96 Tepeden inmeci vaazlarʻʼ ve siteyi dolduranlar gibi Darwinci sağ/sol devrimcileri (kırmızılar) koyar ve aralarındaki ilişkileri oyun teorisyle tanımladığı sınırlar içinde belirler, bir yıl karşılıklı ilişkiler içinde demini almaya bırakır. Her ne kadar dünyanın başını çeken ülkede ülkenin bilim ve teknolojide başını çeken üniversitede ise de, o zamanki bilgisayarları boyutlar devasa, güçleri cüceseldi. Bir yıl sonra sonuca bakar, hepsi kırmızı!
    Türkçe, ʻbilimselʼ olmayan halk arasında, ʻʻsepetteki bir çürük elma tüm sepeti çürütürʼ ve hatta ʻʻbalık baştan kokarˮ, deyimler de aynı şeyi söylerler. Ben bu sitedeki büyük beyinli, laik, bilimci, modern, çok diplomalılar daha çok halkın haklarıyla meşgul olduklarından ciddiye almazlar diye korktum. Süslere devam.
    ʻBencilliğin genlerini bulanʼ sonsuz dinci anti dinci Dawkins bile ʻʻBencil Genˮ kitabında toplumda en iyi stratejinin karşılıklı yardımlaşma olduğunu kabul eder. Peki, o na göre çapanaoğlu ne? Bir hain milyarları vurur. Milyonlarca sağcı/solcu enayileri peşlerine takan politikacıları düşünün. Bu sitede o haine benzeme rüyası egemen. Solcular bir türlü çok uzun zamandır çok iyi bilinen ama 19. yüzyıl uykusundan bir türlü uyanamadıkları için ʻbilimselʼ olmayan, ʻʻüzüm üzüme baka baka kararırˮ veya ʻʻçivi çiviyi sökerˮ özdeyişleri de ciddiye almazlar. Çünkü 19. yüzyıl egemen fikirleri sünger gibi emen marksist ve anarşist bilimsel babalar kulak ve beyinlerine ʻbilimsellikʼ üfürmüşler. Soğuk savaş esnasında Sovyetler ile Batı ve ABD bu temaya dayanarak halklarını korku içinde kuzulaştırdı. Son seçimlerde bir anarşistin bu sitede ʻʻhemen, şimdi, Temiztaş liderimize oy verin!ˮ çığırtkanlığı Bolşevik hayranlığı zamanlardan kurtulamadığı alışkanlığı. Bu solcu devrimciler, ʻtank veya atom bombasına karşı kılıçla savaş edilmezʼ derin manasınının derinliğine dalmışlar, bir türlü çıkamıyorlar.
    ʻʻİnsanın varacağı en ulu doruk özgür olmaktırʼʼdiyen filozofa diğer bir filozof, ʻʻherkes özgür olmazsa, ben özgür olamamˮ cevabını verdi.
    Çok daha önce Sokrat ʻʻkendini tanımak en yüksek değerdirˮ dedi; Plato ʻʻDevletʼi tanımazsan kendini tanıyamazsınˮ cevabını verdi.
    ʻ96 Tepeden inmeci vaazlarʼı yazan, ʻʻruhuma ayna tuttun, ruhumdan tiksindim, işte istifrağımˮ diyeceğine büyük beyinliliğe hevesli bilimsel bir solcu kalıba sokmuş. Tepeden konuşanları taklit edip istifrağ etmiş: ʻSOSYOLOJİK SÜREÇ ile olacaktırʼ
    Haydi, inşallah! Biz eşekler yaz gelmesini bekliyoruz! Ama lütfen acale edin!
    Eski imamlar çok daha akıllıydılar, ne olur ne olmaz diye, cenneti öbür dünyaya koydular. Bu salak solcu devrimciler, bilimsel babaları cenneti yere indireli, cennet coğrafyasında ufak bir değişiklik yapıp ʻʻİLERDE ama BU DÜNYADAˮ gazelleri okuyorlar.
    Sosyalist eğilimi az da olsa, ekonomist Keynes bile ʻʻ İLERDE hepimiz GEBERMİŞ olacağızˮ diye bu kara cahili pomplayan bilimsel babalarının yüzlerine tükürdü.
    İşin en acı tarafı ʻ96 Tepeden inmeci vaazlarʼı yazanın utanmazlığı! Mesleği, eğitimi, maaşı ve sarışınlar dolu ailesine nesnel bakıp çenesini tutacağına, kudurmuş,
    Bir eleştirici, devasa nüfusuyla İstanbul artık, diğer sayısız benzerleri gibi, yaşanması imkansız ama başka yaşama biçimlerinin üssel yok edilmesinden dolayı insanların çaresizliğine işaret eder. ʻ96 Tepeden inmeci vaazlarʼı yazan, ʻşimdiʼ, ʻhemenʼ, ʻbeğendim/beğenmedimʼ seçim anarşisti gibi, o halde sen ʻʻEkrem İmamoğluʼna oy vermeye karşısınˮ, yani, ʻdam üstünde saksağan vur beline kazmayıʼ der.
    Konu ilericilik gericilik bile değil be enayi, allahın en hödük, en kara cahili ʻ96 Tepeden inmeci vaazlarʼ. Konu, kendisine banzerlerin, düşmanı sandıkları Kapitalist-Burjuva düzenin başlattığı İlericilik dinine sarılan sağ/sol fanatik yobazların şimdi artık çok daha bariz olan doğal ve sosyal felaketlere neden olmaları. Diğer bir deyişle, ʻʻfikirler yanlış olmasa da, zamanla yanlış olabilirlerʼ.
    Hadi, Özgür Üniversiteye! Daha da kolayı, arkanı sitede sana benzeyen kara cahillere ver pompalasınlar!

  117. TÜRK DAHİ DOKTOR OGÜRSEL bir kuşla iki kuş vurmuş: Hem bilim bilmeyen büyük bir bilimci hem de dine karşı laik büyük bir yobaz dinci olmayı başarmış.
    Taş: ʻʻİnsanlık henüz anarşist-sosyalist bir toplumu kurabilme olgunluğunun çok öncesinde.ˮ
    Kuş 1. Bu bilim bilmeyen bilimci aynı verilerden değişik teori veya sonuçlara varılacağını bilmiyor.
    İbişler görmemiş!
    Pipsqueak aynı verilerden şu sonucu çıkarmış: ʻʻİnsanlık tarih boyunca anarşist-sosyalist toplumu kurmak istemiş ama bu dalkavuk dahi tarih bilmediği için verilere inek trene bakar gibi bakmış. Yaltakçılığını yaptığı düzencilerin buna müsaade etmediklerini görmemiş.ˮ
    Pipsqueakʼin çok sevdiği La Boétie 1576 – 1578 arası 16-18 yaşında, Türk Dahi Doktor o yaşta meslek edinmek için mecburen kölelik ederken, aynı verilerden ʻʻİnsanlık hariç nereye baksam özgürlük görüyorum, o halde insanlar aynı bu zeka küpü Türk doktor gibi severek kölelik yapıyorlar.ˮ sonucuna vardı.
    Yüzbinlerce daha örnek verilebilir.
    Doğa bilimlerinde bile çok var:
    Aristo, taş ait olduğu, asıl tabi olduğu yerin hasretinden dolayı yere düşer der.
    Newton, ʻʻ ʻhasret çekmekʼ kadar tuhaf olan aradan zaman bile geçmeden, yerle taşın birbirini ʻçekmesindenʼ dolayı düşer.ʼʼ dedi. Bu ʻçekmesindenʼ lafı da çok tuhaf ama boş ver, zaten keskin zekalılar basit örnekleri bile anlamıyorlar.
    Einstein, ʻʻTürk Dahi Doktor ve sitedeki benzerleri bazı baş rolde artistlerin beyinleri çok ağır olduğundan kıçlarının olduğu yerlerde çukur yaparlar ve yaklaşan enayi müritler çukura düşerler.ʼʼ benzetmesiyle anlattı.
    Kuş 2. Ne belge, ne kanıt, ne tarih bilgisi vermiş.
    Hatta verse de belgelerin yorumları, kanıtlarda kullanılan yöntemin varsayımları, neden bazı tarihlerin seçilip diğerlerinin hasıraltı edildiği sayısız anlaşmazlıklara yol açar. Hatta ve hatta gerçek dünya değil yaltakçılığını ettiği düzenin ideolojisini dile getirmiş olduğu şimdi yaptığı gibi bariz olabilir.
    Neyse, bunlar bu Türk Dahi Doktor beynini aşar. Ve zaten o yüzden çareyi yobaz dincilikte bulmuş. Allahın külahından ʻʻolgunlukʼʼ ayetini çıkarmış. Zavallı bok çukuru bilimcisi, böyle mağarada Allah bana ayetle vahiy etti numaralarından çoktan vageçildiğinden bile habersiz. Batı düzen şakşakçısı bilim adam-karıları bu Türk Dahi Doktor gibilerin ‘olgunluk molgunluk’ masalının bilimsel değil dinsel olduğunu çoktan gördüler. Bunun ʻYetiş Ya Hızırʼ olduğunu çoktan çakıp bilimsel vahiyler aramaya başladılar. Meğersem Allah, ayetlerini taksitle evrim ve genlerle gönderiyormuş. Geldiği yerler de mağaralar değil araştırma merkezleri, doğanın sırrına erişenler de tek kişi değil tam sosyalist-komünist ideali süt ineklerinden oluşan ekipler.
    İnşallah, bu yazdıklarımla ʻ102 Allah haklı beyler!ʼ ve diğer ibişler doktorun ve kendi yobazlığını görür, utanırlar. Amin!
    Keşke bu dahi doktorun bilim cahilliğini ve fanatik dinciliğini bağımsız, bitaraf ve bilgili bir heyet önünde ispat fırsatım olsaydı.

  118. Zavallı 102 ve 103 iyice kafayı yemişler.
    Tektanrıcı din süper yıldızları Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam bile Henoteizm kökenlerini zor saklarlar. Yahudilik kendi dinine çevirmeye bile girişmezler. Mükemmel ırkçı bir din olduğundan Yahudilik doğumla sınırlanır. Tektanrıcı dinlerde düşünebilenler tanrının varlığını ispata çalıştıklarında dolaylı olarak kuşkuyu ciddiye alırlar. Yobazlık ve fanatikliği beyinsizlere, savunucu askerlere bırakırlar. ʻ102 Allah haklı beyler!ʼ bu askerlerden biri. Kendi allahından başka hiçbir allah olamaz!
    103 galiba ya 102 veya diplomalı seçim anarşisti. Aynaya bakmış beni görmüş, benim laflarımı işitmiş,
    Aptallar için yazan birisi, geniş okuyucu kitleleri oluşturacağından hiçbir zaman kuşku duymaz.
    Ben yazar değilim, hiçbir yerde yazım çıkmadı, teklifleri de yazma bilmediğimi itiraf ederek kibarca geri çevirdim. Bu sitede yazdıklarımı da salt bir avuç kişiler ve arada sırada okumakta.
    Peki, nasıl oluyor da hayatı yazıpçizmekle geçmiş seçim anarşisti Temiztaşçı veya klonu 103, defalarca salt kara cahillere gülmek, dalkavuklukluklarına ve dolandırıcı politikacı yavşaklıklarına ayna tutmak ayna tutmak için yazdığımı açıkladığım halde bu kadar kudurup kendilerine yakışanları bana atfetmişler?
    Aslında benim yaptığım o kadar da tuhaf değil. Tarihte, taklit ettiğim sayısız kişiler var. Bir uçta köpek kavgasından çekilip onurunu koruyanlar, diğer uçta köpekler, kudurtmaktan vazgeçmeyenler ve arada sayısız ikisin karışımları var. Hemen hemen hepsi pisliklere işaret etmeyle yetinir. Kimseye kılavuzluk edecek kadar alçalmazlar. Ben, bunu tenkit değil dünyanın kendisinin anarşik olduğuna dikkat ekmek için söyliyorum, defalarca minnacık çocuklarıyla başa çıkmayan pezevenklerin bu sitedekiler gibi sayısız yavşakları peşlerine taktıklarını ve aynı benim anladığım anarşistlikten istifade ederek pezevenkliklerine devam ettiklerine dolaylı veya doğrudan şahit oldum.
    Ben, başkalarına akıl vermenin gülünçlüğü ile insanların gittikçe elinden alınıp pezevenk uzmanlara verilmesi arasında en iyi yolun gülmek ve alay etmek olduğuna inancı ile yazıyorum.
    Diğer iki kutup da, Modern Bilimʼin simgelediği mutlak kuşku ile eleştirinin simgelediği mutlak ahlak. Bence bu sitedeki çoğunluk değersiz, cahil, hali vakti yerinde utanmazların günah çıkaranlar ve birbirlerinin sırtını sıvazlayanlar.
    Bence, kapitalistlerin her iki noktada aynı anda olma, 9 kişinin dünyanın yarısı kadar paraya sahip olma ve benzeri binlerce akıl almaz becerileri gerçekleştirip piyasaya satışa soktuğu bir dünyada, Fransız ve kopyaları Rus ile Çin devrimlerinin sonuçlarını gördükten sonra bile hâlâ solcu devrimciliği yapan, marksist ve anarşistler dünyanın en akıl almaz hilkat garibeleri. Tıpkı eskiden olan gibi, Kapital becerir bu hilkat garibeleri ekstrapole edip ağız sulandırırlar.

  119. “Yobaz Adam” hayatında hiç aşık olmamış.

    Eğer olsaydı, her an her saniye her önüne gelene böyle muazzam bir öfke, kin, nefret, sövgü veya yobazlık – artık nerede biriktirdiyse – kus[a]mazdı.

    Daha önce Zileli ve bazı yorumcuların önerdiği gibi, “bir ruh doktoruna görünmesi”ne gerek yoktur aslında.

    Birine aşık olması yeterlidir.

    Ama nerde!

    Neden Yobaz [kadın değil] “Adam” olduğu anlaşılmıyor mu?

  120. Bugünün iktidari gecmiste yapilan projeler üzerine kurulmustur yani hem icten ve disdan Gelen dinamik ile,soru olan bu proje tamamlancak mi? Türkiye mevcut kim yönetiyor? Mit ve ona bagli olan siyasiler ve gruplar Bir türkcü islamci cephenin birlesmesinden bahsedebiliriz,herkes görüyor aslinda ne olabilecekleri ama kimse Adini koymuyor.saray bugün Dese Ben dini endeskli devlet yapdim kim karsisinda duracak???bana kalirsa ne iktidar ve mühseliger catismayi göze aliyor

  121. Burjuva Demokrasisi dedikleri şeyi küçümseyerek Sayın O. Gürsel’e saldıranların mutlaka okuması gereken bir haber var aşağıda.

    Daha doğrusu bir haber başlığı. Çünkü okuYAmadığımız için sadece başlığını aktarabildik maalesef.

    “Kim Jong-un hakkında kan donduran iddia: Pirana dolu su tankına attı
    Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un’un yakın çevresindeki asker ve bürokratlara yönelik acımasız cezalar uyguladığına dair iddialara bir yenisi daha eklendi.”

    Bu haberi okuması gereken daha başkaları da var tabii.

    Hele bir de okuduktan sonra Kuzey Kore’de – burada değil! – avazları çıktığı kadar “Gerçek sosyalizm / toplumsal devrim / antikapitalizm / antiemperyalizm bu değil!” diye bağırırlarsa çok makbule geçer.

    Bir şey daha:

    Hangi SİSİ?

    Burjuva DemokraSİSİ mi?

    Abdülfettah El-SİSİ mi?

    Not: Maalesef elimizde üçüncü bir SİSİ yok! (En azından şimdilik.)

  122. “Zaman içindeki X noktasında gözlenen olguların bazılarının daha sonraki bir Y noktasında ortadan kalktığının, buna karşılık X’te görülmeyen şeylerin Y’de belirdiğinin farkedilmesi, dinî yaradılış veya kavmî ruh teorileriyle destekli «gökkubbenin altında yeni bir şey yok» fikrinin değil, nicel birikimlerin nitelik değişikliklerini doğurduğu sıçramalı bir gelişme fikrinin güçlenmesiyle el ele gider.”

    – Berktay

    Öyleyse:

    Zaman içindeki “İlkellik” noktasında gözlenen olguların bazılarının daha sonraki bir “Medeniyet” noktasında ortadan kalktığının, buna karşılık “Vahşilik”te görülmeyen şeylerin “İlerleme”de belirdiğinin farkedilmesi, “ilkelci yaradılış” veya “vahşî ruh” teorileriyle destekli «gökkubbenin altında yeni bir şey yok» fikrinin değil, nicel birikimlerin nitelik değişikliklerini doğurduğu sıçramalı bir gelişme fikrinin güçlenmesiyle el ele gider.

  123. “Pipsqueak’in İlkel Cenneti”

    Coming soon!

    Ama çok komiksuun!

  124. ‘Yobaz Adam’ hayatında hiç aşık olmamış. Eğer olsaydı, her an her saniye her önüne gelene böyle muazzam bir öfke, kin, nefret, sövgü veya yobazlık (artık nerede biriktirdiyse) kus[a]mazdı. Daha önce Zileli ve bazı yorumcuların önerdiği gibi, ‘bir ruh doktoruna görünmesi’ne gerek yoktur aslında. Birine aşık olması yeterlidir. Ama nerde! Neden Yobaz [kadın değil] ‘Adam’ olduğu anlaşılmıyor mu?’

    Yukarıda yazdıklarınızın, sayın Pipsqueak’in hatırlattığı uyarılarla hiç ilgisi yok.

    ‘Kendi çalıp kendi oynamak için yazan birisi, geniş okuyucu kitleleri oluşturamayacağından hiçbir zaman kuşku duymaz.’

    Arthur Schopenhauer’ın söylediği-yazdığı sözler arasında yukarıdaki gibi bir şey yok gibi görünüyor.

    Sözün aslı, genellikle, şöyle bilinir: ‘Aptallar için yazan birisi, geniş okuyucu kitleleri oluşturacağından hiçbir zaman kuşku duymaz.’

    ‘Çünkü sen Allah’sın.’

    ‘Allah’la, ‘Mallah’la ilgisi yok konunun.

    Sayın Pipsqueak, ‘Allah (Tanrı) öldü, yeni Allah (Tanrı) sen çok yaşa!’ diye uyarılar hatırlattı burada defalarca, belli ki siz bu uyarıları ıskalamışsınız.

    ‘Sen de gericilik istiyorsun.’

    Sayın Pipsqueak’in, ‘gericilik’ istediği yok. Bunu, ‘siz’ uyduruyorsunuz.

    Eğer sayın Pipsqueak’in hatırlattığı yaşanmışlıkları okumaya ‘lüzum görmediyseniz’; bu sitede bizzat sayın Zileli tarafından yazılmış, ‘ilericilik’i eleştiren metinler mevcut. Eğer ‘lüzum görürseniz’, bu metinleri okumayı deneyebilirsiniz.

    ‘İnsanların ezici çoğunluğunun da aynı şekilde senin bozuk kafanın bir ürünü olan böyle tepeden inmeci ilkelci projelerle ilgilendiğini sanmıyorum. Tepeden inmeci devrim projeleriyle ilgilenmedikleri gibi.’

    Hatırlattığı uyarıların ‘tepeden inmecilik’le hiç ilgisi olmadığı gibi, bunları eleştiriyor. ‘İlkelci projeler’, ‘devrim projeleri’ gibi lagalugaları sert eleştiren sayın Pipsqueak’in uyarılarını okumaya ‘lüzum görmediğiniz için’, hiç ilgisi olmayan ‘projeler’i atfediyorsunuz. [Hatırlatma: Sayfanın üst sıralarındaki metinlerinde, özellikle ‘Karl Marks’ eleştirilerini dikkatle okumayı deneyebilirsiniz, eğer isterseniz. Daha pek çok eleştirileri de var.]

    Sayın Pipsqueak, insanların özgür olması gerektiği ile ilgili tarihsel süreç içinden günümüze hatırlatmalar yapıyor sürekli, siz ise tam tersi anlayıp; ‘tepeden inmecilik’ yaptığını zannediyorsunuz. Yazık.

    ‘Eğer ‘medeniyet’ veya ‘kapitalizm’ dediğiniz şeyleri değiştirecekler ise, bunu işlerini güçlerini bırakıp sizin tepeden inmeci vaazlarınız ile harekete geçerek yapmayacakları kesindir. Yani bu, kendiliğinden gelişen doğal bir sosyolojik süreç ile olacaktır. Tabii olacağı varsa.’

    Bu yazdıklarınız, yine, ‘kendi hezeyanlarınız’; bir bir.

    ‘Medeniyet’ ve ‘kapitalizm’; birbirinin yerine kullanılabilen şeyler değil. ‘Veya’ bağlacı kullanmanız yanlış; bu da iki.

    ‘Varlıkları genelde sorgulanmayan sömürüler, sadece beslenme zincirinden, veya diğer canlılardan ve onların emeğinden başka şekillerde yararlanmak gibi ‘emek sömürüsü’ içeren şeylerden ibaret değildir.’

    Konuyu, yine, karıştırmak için hazırlık yapıyorsunuz.

    ‘Örneğin, bazen diğer insanlara yapılan ‘duygu sömürüleri’ vardır. Daha önemli olan ve hiç düşünülmeyen bir nokta da, bazen bunların ‘sömüren’ tarafından bilinçsiz bir şekilde, farkında bile olmadan yapılmasıdır. Daha doğrusu aslında ‘sömüren’ tarafından ‘yapılmamasıdır’. Bunun en yaygın olanı, ebeveynlerin ve özellikle annelerin, çocuklarına onları kendi hayatlarından bile önde tutacak şekilde bağlanmalarıdır. Tabii bu durum neslin devamının, ailenin ve toplumsal hayatın yararına olduğundan zararlı bir ‘sömürü’ sayılmaz.’

    İşte başladınız; bu yazdıklarınızın, konuyla ilgisi yok.

    ‘Fakat bu tür ‘sömürü’lerden bir diğeri de, üreme ve cinsiyet kaynaklı başka bir durum olarak, karşı cinsten olanlara yapılan, fakat daha ziyade kadınların erkeklere (üstelik farkında bile olmadan) yaptıkları bir ‘duygu sömürüsü’dür. Adına da ‘aşk’ veya duygusal olarak bağlanmak denir. Bu ‘sömürü’ türü sadece birlikteliklerde veya birlikte olabilme amaçlı olarak yapılmaz. Bazen bilinçli olarak ‘yapılmadan’, hatta ‘sömürülen’ kişinin varlığından haberi bile olunmadan ‘yapılır’. Böyle ‘duygu sömürü’leri, toplumu yozlaştıran bencillik ve bireyciliklere yol açabilir. Şöyle bir örnekle açıklayalım: Karşı cinsten birine, yani (genelde onlarda çok daha yoğun olduğu üzere) bir kadına duygusal olarak bağlanan bir erkeği düşünelim. Biraz detaylandıralım. Bu erkeğin hayatında uzun süre boyunca tamamen yalnız olduğunu, yakın hissettiği ve umursadığı (sadece karşı cinsten değil genelde) kimsenin olmadığını, yani aile-akraba-arkadaş çevresinden giderek bütün bir topluma kadar herkesle bağını kopardığını, başka hiçbir insanı umursamayacak kadar bencilleştiğini düşünelim. Ardından, duygusal olarak bağlandığı bu kadın karşısına çıksın. Önceden kendisi dışında kimseyi umursamayan ‘bireyci’ bir bencil idi. Bu kadına bağlandıktan ve gözü ondan başkasını görmedikten sonra ise, hayatının tek anlamı o olan, sadece onu umursayan, ‘bireyci’ olmayan bir bencil olmuş olur. Kendisi, bağlandığı kadın tarafından duygusal olarak ‘sömürülmek’ten rahatsız olmak bir yana, bu ‘sömürü’yü dünyadaki en değerli şey ve hayatın anlamı olarak görebilir. Fakat, o erkeği farkında bile olmadan ‘duygusal olarak sömüren’ kadın, yine farkında bile olmadan, bencillik üretmiş, yani topluma zarar vermiş olur. (Tabii bunu ‘yapan’ da o değildir aslında.)’

    Bu yazdıklarınızın, yine, konuyla ilgisi yok.

    ‘Hayatın (acı olan) birtakım temel ‘gerçek’leri de öyledir.’

    Konuları birbirine kasıtlı olarak karıştırmak için çok uğraşıyorsunuz; bu durum, zevzeklik çuvalınızda çeşit çeşit oksimoron karşılaştırmalar biriktirmenize, ve bunları buraya getirip dökmenize sebep oluyor:

    – ‘Ama, buna ne diyeceksiniz?’

    – ‘Fakat, bu da vardı.’

    – ‘Lakin, onu da atlamayın.’

    – ‘Hayatın acı-tatlı-tuzlu-ekşi temel gerçekleri de (X’i de, Y’si de, Z’si de) öyledir.’

    – (…)

    ‘Sömürü düzeni’ denilen şeyi değiştirmek için de. Tabii eğer değiştirmek mümkünse. Ama en iyisi bu tartışmaya girmemek şimdi. Görüldüğü üzere hiçbir yere varılamıyor. Herkes kendince ‘haklı’. Kimin haklı olup olmadığı da çok önemli değil aslında. Burada ‘haklı-haksız’dan ziyade değiştirilmeye çalışılmış (ve halen daha çalışılan) ama binlerce yıldan beri değiştirilememiş bazı şeyler sözkonusu çünkü.’

    ‘Varılması gereken, son, final, nihai istasyon’ varmış gibi yazıyorsunuz. ‘Kesinlik’ arayışında gibisiniz. Konuyu, çeşitli oksimoron karşılaştırmalarla bulanıklaştırıyorsunuz. ‘Sömürenlere karşı mücadele’ binlerce yıldır sürüyor, bugün de sürüyor, yarın da sürecek. ‘Varılması gereken son istasyon’ kesinliği diye bir şey yok. Sömürenlerin gaddarlığının binlerce yıldır (ve bugün de) sürüyor olması, bu gaddarlığa karşı mücadelelerin boşa olduğunun ispatı değildir.

    Tarih, genellikle, kazananların bakış açısıyla ‘anlatılır’. Sömürenlerin bizzat kendisi, binyıllar boyunca, kendilerinin kazanan (ve yenilmez) olduğunu ‘anlatmış’ olabilir. Bu ‘anlatı’; insanların azımsanamayacak çoğunluğunda, kabullenmeye, boyun eğmeye yol açabilir (hâlâ açıyor). ‘Sömürenlerin gaddarlığı yerine, sömürülenlerin gaddarlığı mı gelmeli? İkisinden biri mi tercih edilmeli?’ diye sormak yersizdir. Çünkü bu soru; sömürenlerin ‘anlatı’sındaki ‘iktidara sahip olma arzusu’ uydurmasının; sömürülenler tarafında da arzulandığı, sömürülenlerin de (bir gün mutlaka!) iktidar olmayı arzuladığı ‘yalan’ına dayanır. Bu ‘yalan’ı, yine, sömürenler icat etmiştir.

    Sömürenlerin gaddarlığına karşı mücadeleler, yukarıda izah edilen ‘anlatı’yı da yavaş yavaş değiştirir; bu ‘değişim’, akşamdan sabaha, bugünden yarına, hemen olmaz. (Yine, çuvalınızdan çeşitli karşılaştırmalar yazmazsanız iyi olur.)

    ‘Eğer çözüm önerisi olarak (birilerinin yaptığı gibi) bugünün modern dünyasındaki herkese ilkel, medeniyetsiz, teknolojisiz, yani ‘basit’ ve ‘sade’ bir ‘ilkel komünist’ toplumu kabul ettirmeyecekseniz, yani ilerlemiş, gelişmiş ve (bunun zorunlu sonucu olarak) dallanıp budaklanarak son derece karmaşıklaşmış bir toplumu ‘basite’ (yani ‘sınıfsızlığa-eşitliğe’) indirgeyecekseniz, bu beyhude bir çabadır.’

    Sayın Pipsqueak’in hatırlattığı uyarılar; bizzat kendisinin, oturduğu yerden (kendi kendine) bulduğu, sonra bu siteye getirip yazdığı şeyler değil. (Elbette kendi düşünceleri de var, fakat tek başına değil.) Sayın Pipsqueak’in metinlerindeki üslubun sertliğine kendinizi kaptırıyorsunuz, hatırlattığı uyarıların özünü ıskalıyorsunuz.

    ‘Sınıflar’, ‘eşitlik-eşitsizlik’ meseleleri hakkında sayın Pipsqueak daha önce pek çok (tarihsel süreç içindeki) yaşanmışlığı bu sitede hatırlattı; siz, muhtemelen bunları okumadınız, ıskaladınız. (Hepsinden evvel; sayın Pipsqueak’in, ‘ilkellik’ nostaljisi içinde yüzmediğini anlamak istemiyorsunuz.)

    Sayın Pipsqueak, hiçbir şeyi ‘basit’e indirgemeye çalışmıyor. Hayatta zaten, doğal haliyle ‘basit’ olan şeylerin, insanlar tarafından ‘zor’ hale getirildiği ile ilgili (tarihsel süreç içinden, günümüze) uyarıları hatırlatıyor. Siz, sayın Pipsqueak’in üslubunun sertliğine kendinizi kaptırıyorsunuz.

  125. “Onun toplumsal devrimciliği var, güzel mi güzel!

    Anti-kapitalizmi var, özel mi özel!

    Verdi mi anarşist gazı, gider mi gider!

    Maalesef ruhu yok!

    Onun için hiç mi hiç şansı yok!”

    Burada “ruh” yerine “duygu”, “aşk”(devrimsiz olanı), “derinlik”, “kültür”, “sanat” ve saire de koyabilirsiniz.

  126. Madem dışı uslu, terbiyeli, evcilleşmiş, politikada tek bildiği son moda (kadın/erkek) enayi emzikleri emen, hafta içi ücret kölesi, hafta sonu böyle seyirci avcı-devşirici medya ve televizyonla boşluğunu dolduran iyiliksever orta sınıf içi boş olmakta devam ediyorsun sana ʻanarşistʼ Le Guinʼin anarşist toplumda bile senin gibi dışı süslü, içi tiksindirici ve iğrenç ruhluların varlığına işaret eden bir hikayesine anlatayım.
    Bu arada ekleyeyim: sorun çok basit. Beni akıl hastenesine göndermek isteyen Zileli ve diğerleri yazdıklarımı inceleyecek ve anlayacak bilgiden ve kapasiteden yoksunlar. Gerçi site seçim yaygaraları site çoğunluğunu yanlış anladığımı da düşündürdü.
    Açık faşist/diktatör veya dışı açık içi sizin gibi iğrenç ve daima faşist/diktatörlüğe gebe ʻʻdemokrasilerˮ dünyayı paylaşır ve çoğunluğa dayanırlar. Le Guinʼin hikayesi, bir bakıma, bunu gösteririr. Sitede satılan Gorterʼin kitabı da. Gerçekçi ol, imkansızı iste, OKU!
    Yıldızlar arası anarşist düzen. Uzayın bazı yerlerini güven işinde gidip yoklayıcı teknoloji yok. Değişik yıldızlarda daha henüz keşfedilmeiş yerlere gitmek isteyenler var. Devlet olmadığından, kimsede yasaklama yetkisi yok. Bu alanda araştırma yapanlar en son teknolojik imkanları ve gittikleri yerlerde insan varlığını algılayıcı cihazlar temin edereler. Bir de aralarına bir ʻdeliʼ koyarlar. Deli durmadan öfke, kin, nefret, sövgü dolu. Nihayet vardıkları yeni bir yıldızda bunu gemi dışında nöbet vazifesi verip öldürmeye karar verirler ama tasarı suya düşer, deli ölmez.
    Toplanıp başka bir çare ararlar. Delinin seyahate eklenmesinin nedenini hatırlayan biri çözümü bulur. Bütün insan varlığı algılayacak cihazlar akamete uğrasa bile deli hem insan hem de insanın iç dünyasını sezebilirmiş. Ama deliliği bu değil. Deliliği algıladıklarını olduğu gibi yansıtması. Etrafındakiler pislik dolu olduğundan o da pislik kusar durur. Etrafındakiler değişir, o da değişir.
    Nitekim sizler gibi adi ve iğrenç cevap vermeyenlere insan gibi cevap verdim, bazı güzel yazıları takdir edip söyledim. Eğer kendine güveniyorsan yazdıklarımın içerisine hitap et.
    Bir örnek: sitede bir hödük ʻLaik bir ileri Burjuva Demokrasisinin derdindeyiz.ʼ der.
    Farzedelim dünyanın her yerinde tek egemen olan burjuvalığı isteyen hödüğün kurtulmak istediği dinci Erdoğanʼın diktatörlük düzeninin bir eleştirisini yaptım. İslamʼın, kendinden önceki devirlere hor görücü ʻcahiliyyaʼya dönmek gibi GERİCİLİK edeceğine zamanının en ileri bilgilerini sünger gibi emdiğine, İLERİYE dönük olduğuna, bilimde sanatta felsefede katkılarda bulunduğna dikkat çektim.
    Erdoğan taraftarı da aynı laik burjuva demokrasisi isteyen salak gibi cevap verdi: ʻBiz dinci ve ileri, Cihanda Egemen, İslam derdindeyiz.ʼ
    Tarihe ve hatta günümüz İslam alemine dayanan bilgiler böyle bir şeye inananın benden bile delilik olduğunu savunabilirim ama benim hemen ilgimi çeken her iki siliğin da, tıpkı senin gibi, bilgiye değil kendi gibi düşünen diğer salaklara sığınmaları.
    Daha da kötüsü, bu sitedeki yavan eleştirilerin büyük bir çoğunuluğu doğrudan veya dolaylı ʻLaik ve ileri Burjuva Demokrasisineʼ karşı. Kütüphaneler dolu iç ve dış sömürüler, baskılar, ölüm saçanlarla ilgili kitaplar da var. Hatta devrimci solcu geçinen ama bana havlayan köpeklerin en büyük taraftar toplama yaygaraları bu rejimlere karşı olma temeline dayanır. Sitede bu dediğimi destekleyici yüzlerce yazı bulur senin aşk dolu ağzına tıkarım istersen.
    Sanırım sen, tıpkı klonların gibi, İslam hakkında tek ʻKahrolsun Erdoğanʼ sloganından başka bir bok bilmiyorsun. Bak Abu Dhabi’ye ve Emirliklere, bak Endenozyaʼya hatta bak Suudi Arabistan’a, hatta ve hatta Afganistanʼda orta sınıf veya zengin ailelerin genç çocuklarına. Ben ʻtek bir İslam varʼ peri masalına inananların sizler gibi fanatik yobaz olduğuna bütün varlığımla inanıyorum.
    Geleyim de asıl istediğime: sizlere gülmek. Xʼin veya Temiztaşʼın yaltakçıları ve akıl hocaları olmak için can atanlar var da, Erdoğanʼın yok mu?
    Sen, Zileli ve Ogürsel klonu ama düşman saflarında olan bir dahi dalkavuk, Kuranʼda ve İslamʼda, burjuva demokrasiyle başkanın seçildiği şifresini çözüp Erdoğanʼnın kulağına üfürmüş. Erdoğan da her politikacı gibi durumu hemen çakmış. ʻMüslüman bir ileri Burjuva Demorasisiʼ ile sizin gibi enayileri peşine takıp seçilmiş. Ulan cahilliğinizin sonu gelmiyor be. Seçim burjuva kavram ve kurumu! Üstelik, ʻLaikʼ ve ʻdemokrasiʼ kelimeleri de aynı kök anlamdan türer, ʻhalka aitʼ demektir. Cahil olduğunuz yetmiyor gibi sürekli harita ile yeryüzünü karıştırıyorsunuz. Din de ideoloji de insanları birbirine bağlar. Batıʼda laikliğin gelişmesi hakkında zerre kadar bilginiz yok. Felsefede hakikate vahiyle ve akılla varılır fikrini ilk savunan 12. yüzyılda İbn Rüşd. Kitapları Batıʼya gizli sokulurdu. Batıʼda Kiliseʼnin devasa servetine göz diken çeşitli ülke prensleri laiklik kavramını bahane ettiler. Aynısını, 21. yüzyılda, seçilme ideolojileriyle peşine enayi takanlar arasındaki köpek kavgasında kullanan cahil Ogürselʼe güler misin, ağlar mısın?
    Kısacası, ʻLaik bir ileri Burjuva Demokrasisiʼ kuzu melemesinde sadece ʻErdoğan Kötü, Bizim X İyiʼ kalıyor.
    Ben sayfalar yazarak kendi dediklerimi uzun uzun savundum ve destekledim. Siz cahiliğinizi daha da çok açığa vurma korkusu içinde, desteği size benzeyen cahiller kalabalılığında buldunuz.
    ʻʻ109 “Aşk ve Devrim” (ve Yobazlık)ˮ: ʻʻDaha önce ZİLELİ VE BAZI YORUMCULARIN önerdiği gibi,…ˮ
    ʻPara çok ama alt ve üst yapı yokʼ diye dert yanan Ogürsel: ʻʻ..burada BU ÜLKEDE BİZ aslında hala Laik bir ileri Burjuva Demokrasisinin DERDİNDEYİZ.ˮ
    Aşk işi daha da çok karışık. Ben içinden çıkamam. En iyisi sen ve diğerleri gibi ruh doktorluğuna heves edenlere bırakmak. Bence, sizler gibi krallar, başkanlar, paşalar, endüstri adamları, bankacıları imrenenlere çok yakışan bir meslek.

  127. ‘Onun toplumsal devrimciliği var, güzel mi güzel! Anti-kapitalizmi var, özel mi özel! Verdi mi anarşist gazı, gider mi gider! Maalesef ruhu yok! Onun için hiç mi hiç şansı yok!’ Burada ‘ruh’ yerine ‘duygu’, ‘aşk’(devrimsiz olanı), ‘derinlik’, ‘kültür’, ‘sanat’ ve saire de koyabilirsiniz.’

    Zevzeklik yapmak için çuvalınızda biriktirdiklerinizden, yine, dökmüşsünüz ortalığa. Bu davranışınızdan vazgeçiniz.

    ‘Devrim-Mevrim’ lagalugası; göz açıp kapayıncaya kadar, bugün başlayıp yarın ‘zafere ulaşılan!’ bir şey değil.

    Kapitalizme karşı mücadeleler, ‘özel’ bir durum değil. Birkaç ‘kişi’nin, birkaç ‘zümre’nin, birkaç ‘komünist gençlikten sivilceli ergen irisi’nin, birkaç ‘teşkilat’ın, (birkaç X’in, birkaç Y’nin, birkaç Z’nin, …); kendi rüyalarında gördüğü ve gerçekleştirmek için uğraşıp durduğu beyhude bir çaba değil.

    Siz, hâlâ, ‘Law & Order: Special Victims Unit’ dizisini seyrederken bu siteye gelip konuyla hiç ilgisi olmayan şeyler yazan (ve ‘aşk acısı’ çektiği belli olan) birisiniz. Elbette, sizin de düşüncelerinizi ifade etme özgürlüğünüz var. Mesele; ifadelerinizi, konuyla bağlantılı yazmanız. Siz bunu yapyorsunuz. Sayın Pipsqueak’in hatırlattığı uyarıları anlamaya gayret etmeniz; kullandığı sert üsluba kendinizi kaptırmanızdan yeğdir.

    ‘Pipsqueak’in İlkel Cenneti’ Coming soon! Ama çok komiksuun!’

    Yine, bir başka zevzekliğiniz.

    ‘Zaman içindeki X noktasında gözlenen olguların bazılarının daha sonraki bir Y noktasında ortadan kalktığının, buna karşılık X’te görülmeyen şeylerin Y’de belirdiğinin farkedilmesi, dini yaradılış veya kavmi ruh teorileriyle destekli ‘gökkubbenin altında yeni bir şey yok’ fikrinin değil, nicel birikimlerin nitelik değişikliklerini doğurduğu sıçramalı bir gelişme fikrinin güçlenmesiyle el ele gider.’ (Berktay) Öyleyse: Zaman içindeki ‘İlkellik’ noktasında gözlenen olguların bazılarının daha sonraki bir ‘Medeniyet’ noktasında ortadan kalktığının, buna karşılık ‘Vahşilik’te görülmeyen şeylerin ‘İlerleme’de belirdiğinin farkedilmesi, ‘ilkelci yaradılış’ veya ‘vahşi ruh’ teorileriyle destekli ‘gökkubbenin altında yeni bir şey yok’ fikrinin değil, nicel birikimlerin nitelik değişikliklerini doğurduğu sıçramalı bir gelişme fikrinin güçlenmesiyle el ele gider.’

    Halil Berktay’ın birkaç satırındaki kelimeleri, kendi kelimelerinizle değiştirip tekrar yazmanız; zevzekliğinizi pekiştiriyor, o kadar.

    ‘Burjuva Demokrasisi dedikleri şeyi küçümseyerek Sayın O. Gürsel’e saldıranların mutlaka okuması gereken bir haber var aşağıda. Daha doğrusu bir haber başlığı. Çünkü okuYAmadığımız için sadece başlığını aktarabildik maalesef. ‘Kim Jong-un hakkında kan donduran iddia: Pirana dolu su tankına attı. Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un’un yakın çevresindeki asker ve bürokratlara yönelik acımasız cezalar uyguladığına dair iddialara bir yenisi daha eklendi.’ Bu haberi okuması gereken daha başkaları da var tabii. Hele bir de okuduktan sonra Kuzey Kore’de (burada değil!) avazları çıktığı kadar ‘Gerçek sosyalizm – toplumsal devrim – antikapitalizm – antiemperyalizm bu değil!’ diye bağırırlarsa çok makbule geçer. Bir şey daha: Hangi SİSİ? Burjuva DemokraSİSİ mi? Abdülfettah El-SİSİ mi? Not: Maalesef elimizde üçüncü bir SİSİ yok! (En azından şimdilik.)’

    Yine, zevzeklik.

    Yine, oksimoron karşılaştırmalar.

    Yine, konuyla bağlantısı olmayan sayıklamalar.

    ‘Kapitalizm’e karşı, bütüncül olarak mücadele ediliyor. Kuzey Kore’deki ‘devlet kapitalizmi’nin, diğer ülkelerdeki ‘X-Y-Z kapitalizm(ler)i’nden farkı yok. [Not: ‘Özel sektör & piyasa kapitalizmi’, şu an dünya genelinde yaygın olan türdür.]

    ‘B*k’ aynı ‘b*k’, üzerine konan ‘sinek’ler çeşitli.

    ‘Kapitalizm’ aynı ‘kapitalizm’; Kuzey Kore’deki de kapitalizm, Kuzey Kore’nin despot yöneticileri de bir başka ‘sinek’.

    Dikkat ediniz, ve artık, çeşit çeşit karşılaştırmalar yazmaktan vazgeçiniz:

    Kim Jong-un’un ‘gaddarlıkları’ ile,

    (Konuyu uzatmamak adına, en yakın tarihlerden biri olan) 13 Mayıs 2014’te SOMA madenindeki ‘gaddarlık’;

    Aynıdır!

    Anlamaya gayret ediniz.

  128. Size yazmamın nedenini tam ve hatta yaklaşık bile bilmesem de ʻ114 Sömürenler – Sömürülenlerʼ ve daha önce ʻʻ54 ‘John Zerzan’ ve ‘sayın Pipsqueak’ˮ incelemenizde ʻsanki sizi, Zerzanʼı, beni ve diğer Medeniyet eleştiriclerini okumamışlar, anlamamışlar, anlamak istememişlerʼ yargılarınıza katıldığım halde sanki bir boyut daha var gibime geldi.
    Boyut şu olabilir. Bu sitede çok sık rastladığım dikkatsizliklerden biri kavramları ve kelimeleri asla değişmeyen anlamda kullanarak otobüs, uçak, asansör vs. kullanma gibi rahatlık kazanma : kavram ve kelimeler, tarih ve coğrafya dışı dinsel, soyut, içi boş doldur allah doldur kalıp, evrensel. Bağlama saygı yok. Kendim bu kolaylık sağlayıcı kısaltmalardan muaf değilim. Genel utanılacak bilgisizlik konusuna değinmeyeceğim. Birkaç cümle ile deli olmam yanısıra allah olduğumu sandığım için alay eden anti-otoriter anarşistler de var.
    Ama beni eleştirene kibar hakaretli iki cümleyle cevap verecek kadar alçak ruhlu da değilim.
    Neden alçak ruhlu? Maalesef, komplo momplo olmayan bilgiler, hayli çaba gerektiren, yorucu çalışmayla edinen, bilgiler. Bu gayretlerim bana hiyerarşik görüş/bahane ve saldırıyla doğayı, toplum içi ve dışını zorla düzene sokmanın Medeniyet tarihi boyunca yapıldığını gösterdi. Bunun doğal, mantıksal, genetik, tanrısal, evrimsel, evrensel olduğunu savunan çok.
    Ben hiyerarşinin Medeniyet içi ve belirli bir tanımıyla Medeniyet öncesi toplumlarda olmadığına işaret ettim.
    Diğer kullandığım kavramları da somut ve bağlam içi tanımlara sadık kalma gayretiyle dile getirdim.
    Hangi taşı kaldırsan bir medeniyet bulunur ama günümüz Medeniyetʼi tek. Doğduğu yer ve tarih bilinir.
    Biz canlılar/o cansızlar, biz insanlar/o canlılar, ve nihayet ben/o ile havai fişeklerle boşalma ile biten sapıklık olmasa Medeniyet dediğimiz herhangi bir medeniyet olurdu. Ben bu sapıklığın Medeniyet öncesi olmadığını ileri sürdüm.
    Zamanı, geçmiş-şimdi-gelecek düzenine sokmayan Medeniyet öncesi insanlar var. Bunlardan kurtuluş yolu ırkçılık ve düzen bahanesi. Kaba ırkçılık tarihte kullanılan kaba yöntem: kırım. İkincisi ve bu sitede beni deli sanmakla farkında olmadan dafalarca ve birkaç kişi hariç kibar ırkçığını ifşa edenler. Bu kibar yöntem Medeniyet öncesi insanları onlarda olmayan Medeniyet içi geçmiş-şimdi-gelecek düzenine sokarak geride kalmışlar olarak görür. Belki Zileli ʻ anarchisticly speaking, politically correctʼ olmak için ilerlemeyi eleştirdi ama İLERLEMENİN bu boyutuna inek trene bakar gibi bakacağından eminim. Diğer bir deyişle,
    ʻʻThere are more things in heaven and earth, Mr Anarchist,
    Than are dreamt of in your anarchism.ʼʼ
    Mekan hakeza, evren hakeza, ölüm hakeza, ʻbenʼ hakeza, yapay zeka yazı hakeza, …
    İlkel aşireti çalışmasında iyi ilişkiler kurmak için çok sayıda hediyeler veren bir antroplogdan:
    ʻʻYazdığımı gören şef, yazı ile güç arasındaki ilişkiyi hediyelerde görür. Diğerlerinin de gördüğünü bildiği için ne zaman etrafında diğerlerini görse hemen yapraklar üzerine çizikler atmaya başladı.ʼʼ Bu çıplak, geri kalmış vahşiyi okuma yazma bilmediği için cahil gören anarşist beyin hiç aklına geldi mi acaba güç-yazı-güç birikimi-şiddet sıkı ilişkisini salt Medeniyet içi, herkesi cahillikten kurtarma solcu devrimci ideolojisi ile gördüğü? Tekrar Shakespeareʼden alıntı? Orta Asya Türklerinin Çin hediyeleriyle düzene sokulduğunu okumuşsa, salt solculuk edebiyatını geliştirmek için kullandığından eminin. Tekrar Shakespeareʼden alıntı? Tabii, inşallah anlıyorsunuz ben anarşist beyi diğer bilgisizlere model olarak kullanıyorum.
    Soyut, analitik ve teorik incelemelere hiç de karşı değilim. Çok sevsem bile, kalbimi çalanlar, ama taklitte sıfır olduğum, şairlerin ʻsatıh tasviriʼ.
    Hiyerarşinin doğal vs olduğunu savunma yanlışlıklarını açıklama yerine, ki bunu doğrudan ve dolaylı yapanlar var, hiç sevmediğim halde çok uçuk ve soyut bir örnekle başlayıp diğer misalleri de ekleyerek, otorite & anarşi kavramına katkı mahalinde & yazılarınıza sezdiğim bir boyutu size iletmek istedim.
    – Bir sistemin kendine özgü kavramlarını veya dilini kullanarak, sistemin tümünün doğru/yanlış olduğunun ispatının imkansızlığı ispat edildi.
    Bu ispatı aynı kuantum fiziği gibi Kaliforniya diline çeviren, aydınların aydınlattıkları evrende nihayet yeniden gizem, geleneksel Allahʼa ek Doğa-Materyalist-Allah bulan saymakla bitmez fikir ve medya tüccarları var. Hele bu ispatı yapanın Princetonʼda Einsteinʼin yakın arkadaşı ve Hindistan felsefesine eğilimini de eklersen ʻsky is the limitʼ. Bu hoplar zıplarlara kıyasla, Leninʼnin Bolşevik Rusya ve Maoʼnun Çin nüfusu hariç, Marksist ve anarşist devrimciliğiyle hoplayıp zıplayanlar sıfır sayıda.
    Eğer zamanınız olursa ʻLa Gnose de Princetonʼa bir bakın, şahane bir kafaya alma. Fredyʼnin değişik amaçla makaraya sardığı devrimcilere el kitabı gibi.
    Bu ispatın, Yapay Zeka (AI) ve robotların asla asil ve tek ve bu site büyük beyinlieri gibi her biri bir dünya merkezi insan yerine geçmeyeceği ispatı olduğuna inanan arpa ambarında tavuklar da var.
    Erkek Çin robotuyla sevişir ama unutmayalım, robotu zeki Amerikalı veya Çin veya Avrupalı veya Hindistanlı veya eski Bolşevik Rus bir insan yaptı. Devrimden sonra Hortlak, Marxist Tutum, Anarşist Zileli ve Başkaya, Marxist Argüman, Demir Küçükaydın, Sungur Savran gibi binlerce erkek ve köylü kızı Elif Çağlı seç al, beğen al robotlar bolluğu içinde gece gündüz sevişecekler. Unutmayalım, herkes aynı bolluğa eriştiğinden & bu büyük beyinlierin vaazleri materyalleştiğinden etrafta bu büyük beyinlileri dinleyecek enayi kalmayacak. Marks haklı çıktı! Marksistler ve anarşistler ölmüş eşeği kamçılıyorlar!
    İspatın enayilerin içini çok serinletici diğer bir yanı bile var: sistem içi kavramların sistem kavramlarıyla doğru/yanlış olduğu ispat edilemez ama sistem içinde insan doğru/yanlış olduğunu bilir.
    – Hiyerarşi düşmanı Chouan Tzu da, hiyerarşi alnına veya genlerine yazılı doğan Reagan da Daoist.
    – Çocuk belli bir yaşa kadar anne-baba otoriter hiyeraşisine boyun eğmese diğer otorite hiyerarşisine karşı gelenlerin kaderini paylaşır, mükemmel düzenli öbür dünyayı boylar.
    – 1972ʼde Fifth Estate hem doğal çevre hem de toplumsal çevreyi sonsuz kirletenlerin (%98ʼinin) Devletler, Endüstriler, Bilim olduğunu belgelerle yayınladılar ama küçücük bir KIZ, 2019ʼda, 21. yüzyıl mutlak otoritesi Biyoloji/ Life&Sağlık/ Erkekleşen-Kadın savunan Medya aracılığıyla ʻDevlet-Endüstri-Bilimʼ amcalarına hitap ederek sürüleri peşine takıp Medya yıldızı oldu.
    – Biri bir kutupta, diğeri diğerinde.
    ʻʻIn an open letter, leaders from nearly 200 firms argue abortion restrictions are “bad for business”.ˮ
    ʻʻThe Michigan hotel offering free stays for women travelling for abortionsˮ
    Benzeri kutupları, bu site devrimcilerinin nefret ettikleri ʻfaşistʼ eğilimli mavi gözlü sarışın D. H. Lawrence, ABD güney-batısında bir yerli dansında görür ve deli diliyle dile getirir: Beyazlarla Kızılderiler arasında tez-antitez-sentez falan filan safsata; ya biri, ya diğeri.
    Hiyerarşinin doğal, normal, evrimsel, evrensel, allahsal, genetiksel olduğunu savunanlara karşı gelmek delilik değil mi ama? Aşkolsun. Hele bu deliliğe ruh doktoru ve anti-hiyerarşi bir ünlü anarşist karar verirse! Bence, karşı gelsem ve iğrençliklerini dayanılmaz bulsam da, bu kalabalık çok haklı. Örneklere devam.
    – Bunlara göre, açıkça ifade edilmese de, doğal moğal, genetik menetik falan filanlar okullarda ders, televizyonda haber, İnternette blog. Asıl hiyerarşi, bal gibi sütü ve balı bol Avrupa ve ABDʼde var. Ayrıca kira var, kimlik var, pasaport var, yaşamak için köle fabrikaları okullara gidip ücret kölesi olmak var, marketlerde fiyat etiketleri en pahlıdan en ucuza sıralanmış mallar var, var allah var.
    Yani delilikten vazgeç! Hiyerarşi bal gibi var! Doğal moğal olması püfürpüfüreser işi.
    – Daha önce büyük bir takdirle yazdığım alıntı: ʻʻ No one knows where we are going, the aim of life has been forgotten, the end has been left behind. Man has set out at tremendous speed- to go nowhere.ˮ
    Bu alıntı, dünyada ve bu sitede dolup taşan, dün akşam televizyonda veya youtubeʼda gördüğü bir program veya videoyada veya bir anarşist sosyal medyasında görüp çok beğendiği, derinden hissettiği ama mistikler gibi kelimelerle ifade edemeyen bir gerçek devrimci, bir gerçekten özgür, bir gerçek anarşistin her otoriteye başkaldırma anarşist sloganı bile olabilir.
    Türk aşırı anarşistleri, cici bici bir kelime olduğu için, anlamı anlamsız olan kaosu, kitap satın evlerine isim ettiler.
    Yukardaki alıntının anarşist yazarının diğer bir alıntısını defalarca bankaların vitrinlerinde gördüm.
    – Bu site ve dünyada dolu, her otoriteye karşı anarşistlere en güzel örneğini en sona bıraktım: Silicon Valley parents banning tech for their kids. [Silikon Valley anne-babalar teknolojiyi çocuklarına yasaklıyor.]
    Zeka fışkıran site düşünce polisleri ve troll heveslileri, Silikon Valleyʼde çalışan Pipsqueakʼin, vahşi, çıplak, taş devri falan filanlarla bu site anarşist yoldaşlarıyla gırgır geçmesini delilik sandılar, aslında kendilerinle kafayı bulan bir teknoloji hayranı olduğunu sezmediler bile.

    Bence, bu sitede birkaş kişi hariç, hepsi Zileli gibi tam ve tipik bir anarşist. Böyle bir tipik anarşist, Medeniyetʼin yaratıp idame ettirdiği mutlak köleliği, mutlak görecelik, mutlak hoşgörü, mutlak fikir özgürlüğü antitezine çevirir, ʻʻkira var, kimlik var, pasaport var, yaşamak için köle fabrikaları okullara gidip ücret kölesi olmak var, marketlerde fiyat etiketleri en pahalıdan en ucuza kadar sıralanmış mallar var, var allah var.ˮ varları unutur. Anarşistliğini, marksistliğini, özgürlüğünü hatırlar ve bir iki cümle ile D. H. Lawrence ve benim gibi otoriterlere haddini bildirir. Anarşistlik hızı kazanması için gazına bile basmaz, kendini doğa otoritesi etki-tepkiye, devrimci anarşistlerin arkalarından çıkardıkları gazın yarattığı doğal iteklemeye bırakır.
    Her şeye rağmen, deli olmadan, hiyerarşi yokluğunu savunmak mümkün. Deliliğini, Freudʼın dediği anlamda, Medeniyet kuruucu biçime sok, kitap yaz, İnternet blog gazetesi aç, facebook veya twitter hesabı aç, dök kurtlarını.

  129. Siz “zevzeklik”ten başka bir kelime/kavram bilmez misiniz?

    Hani, “gavur” veya “kafir”, ya da “karşıdevrimci”den başka bir kelime/kavram bilmedikleri için böyle adlandırdıkları kişileri öldürmeyi meşru görenler gibi.

    Üzgünüm, yazdıklarınızı okumadım, okumaya da gerek görmedim.

    Bu tutumunuzu değiştirdiğiniz vakte kadar da görmeyeceğim.

    İyi günler.

  130. Ne gördüm? Üç çok beyinliler kanıtlanması gerekeni varsaymışlar.
    Bağlamda üç büyük beyinli, Engels, Berktay, Kesip yapıştıranʻ112 Gökkubbenin altındaki şeylerʼ acemi çaylak keriz. Engelsʼi, salaklığına rağmen hoşgörmek mümkün. Engels, tıpkı ʻAncient Society, or Researches in the Line of Human Progress from Savagery, through Barbarism to Civilizationʼ kitabını yazan L. H. Morganʼı kopyalayıp historical materialism kalıbına sokma heyecanı içinde doğayı da aynı coşkunlukla diyalektik kalıbına sokma cambazlığına girişti. Marks Engelsʼin yazdıklarının cevaplar değil sorular olduğunu gördü ama sesini çıkarmadı.
    Berktayın kim bilmiyorum ama ünlü Engelsʼin kopyalayan papağan olduğu belli: Nicelikten niteliğe, nitelikten de niceliğe atılan diyalektik taklalar. Bununla alay eden filozof ve bilim adamlarını bırak, Sovyet bilim gelişmesine, özellikle biyolojide, köstek olduğuna dert yanan çok sayıda Sovyet bilim adamları oldu.
    ʻ112 Gökkubbenin altındaki şeylerʼ gibiler nicelikte üssel bir artış yapıyorlar ama bir milyon yıl beklesek bile dünyayı daha da yaşanmaz bir yere çevirme nicelik artışından başka bir şey olmayacaklar. Bir Yunus Emre, bir Pir Sultan Abdal, bir Nazım Hikmet olmadan, televizyon çiplerinden gelenler, televizyon çiplerine dönecekler.
    Bunu çok basitçe nasıl ispat ederiz?
    Salt nicelik olan ʻ112 Gökkubbenin altındaki şeylerʼ ile Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Nazım Hikmet, binlerce yıl önce ve binlerce yıl boyunca, dünyanın dört bucağında yaşamış nitelikleriyle hatırlanan binlerce değerli insanlarala kıyasla.

  131. ‘Siz ‘zevzeklik’ten başka bir kelime-kavram bilmez misiniz? Hani, ‘gavur’ veya ‘kafir’, ya da ‘karşıdevrimci’den başka bir kelime-kavram bilmedikleri için böyle adlandırdıkları kişileri öldürmeyi meşru görenler gibi. Üzgünüm, yazdıklarınızı okumadım, okumaya da gerek görmedim. Bu tutumunuzu değiştirdiğiniz vakte kadar da görmeyeceğim. İyi günler.’

    Konuyla ilgisi olmayan, çeşit çeşit oksimoron karşılaştırmaları buraya getirerek zevzekliğinizi ispat etmenize ek, pekiştiriyorsunuz.

    Bu sayfada (ve sitede) hatırlattığı uyarıları okuMAdan, anlamaya gayret etMEden, sayın Pipsqueak’e sadece üslubunun sertliği yüzünden çemkirmeniz ve çeşit çeşit oksimoron karşılaştırmaları çuvaldan dökercesine yazmanız; ‘zevzeklik’tir. Gerçek bu.

    Yine, aynı şeyi, ısrarla yapıyorsunuz:

    Gâvur,
    Kâfir,
    Karşıdevrimci,
    X,
    Y,
    Z,
    (…)

    ‘katli vaciptir’ diyen ‘ulu!’lar gibi.
    meşru görenler gibi.
    yapanlar gibi.
    edenler gibi.
    hoplayanlar gibi.
    zıplayanlar gibi.
    (…) gibi.
    (…) gibi.
    (…) gibi.
    (…) gibi.
    (…) gibi.
    (…) gibi.
    (…) gibi.
    (…) gibi.
    (…) gibi.
    (…) gibi.

    Vazgeçin artık biteviye karşılaştırmaları yazmayı.

    İlk önce, şu zevzeklik çuvalınızı beyninizde taşımayı bırakabilseniz (ve çektiğiniz ‘aşk acısı’nı bu siteye akıtmasanız); yazılanları okumaya başlayabilirsiniz.

    Tutumunuzu değiştireceğiniz vakte kadar; çeşit çeşit oksimoron karşılaştırmalarla dolu zevzeklik çuvalınızı beyninizde taşımaktan vazgeçmeniz, size hatırlatılacak.

    Kolay günler.

  132. Sağ/Sol Ütopyası ile Otoritesiz Ütopya arasındaki fark: Birincisi tanımıyla hiç bir yerde olmayan değil, ikincisi Orta Afrikaʼda şu an gerçekten var olan ve yaşanan bir ütopya. Hiç değilse yer yüzünden silinene kadar.
    Karım çalışacak, ben de çok sevdiğimiz halde yapmamaya karar verdiğimiz çocuklarla beraber olma fırsatı bulacağım.
    ʻʻ Afrika Cumhuriyeti’ndeki Aka kabilelerinde, anneleri avlanırken, babalar küçük çocuklarına bakarlar. Bebeklerini rahatlatır, temizler ve oynarlar. Dünyada çocuklarını en çok kucaklarında bu babalar taşır. Aka erkekleri, aydınlık akıllarını kullanmadıkları için, bebekler ağladıklarında, Amazon vasıtasıyla emzik alacaklarına, kendi memelerini emzik olarak kullanırlar. Bu bağlılık ve özverilerileri onlara, çevrimiçi yorumculardan “dünyanın en iyi babaları” ünvanı kazandırdı. Aka’nın kesinlikle eşitlikçi, sıralama ve hiyerarşiden uzak duran, kaçınan olduğu göz önüne alındığında, ne kadar ironik!ʼʼ
    Sık sık sorunları inceleyip yeni katkılarda bulunanlar ilk sorunları unuturlar. Bence ʻilkʼ sorunlar.
    İnsanın canlı varlık olarak sorunu, en basit şekilde özetlenirse, iki:
    1. Varlığını idame ettirmek için doğa ile ilişkisi ve bu ilişkinin yarattığı sorun;
    2. Bu sorun, ancak ve ancak toplumsal çözülebildiğinden, toplumsal ilişkilerde çıkan sorun.
    Medeniyet tarihindeki ütopya kurgularda ve hatta politik ideolojilerde bile, asıl vurgu sosyal ilişkilerin yarattığı sorunları ortadan kaldırmak. Bu amaç açıkça ifade edilir veya ima edilir. Doğa ile olan sorunların ortadan kalkması, hiç değilse daha henüz, düşünülemez. Dolayısıyla bu boyut, çok önemli olsa da, genellikle arka plandadır.
    Marksizm ise bu arka planı sahnenin ortasına koyar. Sorunlara doğa ile girişilen ilişkilerin neden olduğunu savunur. Eğer doğa ile ilişkiler sosyal sorunlar yaratmıyacak bir safhaya ulaşırsa sınıflar ve sömürü de gereksinimini kaybedecek, en azından sınıf ve sömürü sona erecek ve dolayısıyla sosyal sorunlar sona erecek. Bu doğrudan ifade edilir veya ima edilir. Klasik anarşistler de aynı düşünürler ama yollarda ayrılırlar. Bu süreçin işi karıştıran dinamik, ihtiyaçların sosyal olduğu ve zamanla değiştiği, bütün dünya medeni toplumlar tarihi boyunca din, reformcu düşünceler, felsefeleri hasır altı ettiğimin farkındayım. Bence bu şemada en fazla rahiplik yaratıp mürekkep akıtan, bu ideolojini bilimsel olup olmadığı.
    Bu da, ütopik kurgularla ideolojiler arasında bir farkı daha belirli eder. Ütopik kurgularda, genellikle, doğa ile ilişkiler arka planda. Teknolojik gelişmelerin en fantazilerini içeren bazı ütopik bilimsel kurgularda bile asıl olan sosyal ilişkiler. Teknoloji varsayılır, sosyal hayatta belirti ve etkileri işlenir.
    Politik ideolojilerde doğa ile ilişkiler ve sosyal ilişkiler beraber düşünülür. Ciddi bir tartışmada, Aka ve benzerinin, dünya nüfusu, dünya politik düzeni, dünya tarihi, teknolojinin getirdiği üstün yaşam biçimlerini, bilinçli olsun olmasın, düşünen haklı olarak medeniler için ideal olmadığını savunurlar.
    Bence bu savunma, hemen göze çarpan, salt mantık açısından önemsiz, bir çelişki içerir. Doğayla olan ilişkilerle toplum içi ilişkiler iç içeler, ayrı düşünülemez.
    Tabii, ben de saldıranlar gibi büyük beyinli olsam ʻʻ Kaka ve Akaʼnın doğa ilişkisi aynı ama Kaka sosyal hayatı Erdoğanʼın Türkiyesinden bile kötüˮ diyerek ne kadar zeki olduğumu bir cümleyle sergiler, site dahileri arasına girerdim. Heyhat, allahım ama allah gibi salağım da; allahlığımı yeryüzü allahı paraya kaptırdım.
    Burada durup, asıl akıl hastanesini hakkadenler için bir laf sıkıştırayım. Savunulan günümüz dünyası göze alındığında, keşke bende de insanların Aka gibi yaşama olasılığını enayilere satma yaratıcılığı ve hayal gücü olsa! Şimdi İnternetle dişden düşme kürdan bile satılıyor. Salak olduğun diğer bir kanıtı. Bazı arkadaşlar yerine üniversite sınavlarına girip doktor olmalarını sağladım, onlar aynı Ogürsel gibi cahil ama parası çok, ben hâlâ eşek gibi çalışıyorum.
    Medeniler hem doğa ile ilişkilerde teknolojinin getirdiği üstün yaşam tarzını, hem de Medeniyet tarihinin yarattığı binlerce sorunun çözüldüğü bir dünya, iki kuşu bir taşla vurmak istiyorlar.
    İstekleri meşru olduğundan, doğa ile ilişki ve sosyal ilişki sorunlarının sonsuz karmaşık ve içinden çıkılması zorluğunu hafife alıyorlar, sonraya bırakıyorlar. Bence, bu sonraya bırakma fena değil ama Kapital ve teknoloji doğayı da, toplumu da, birey insanı da ve hepsinden ötede istekleri de sürekli değiştiriyor. Böyle bakınca, çok uzun ayrıntılara girmeden, medenilerin farkında bile olmadan asıl istediklerinin küresel mutlak otorite olduğunu düşünüyorum. ʻTarafsızʼ Yapay Zeka (AI), Robot gibi bir şey.
    Bence iğrençlik ve çirkinlik, bu meşru istek/gerçek durumunun yarattığı fırsatçılık ve fırsatçıların klasik ölü eşeğe sopa atmalarıyla avunmaları ve avutmaları. Eski eşek de klasik Kapitalist-Burjuva düzeni, günümüzü yaratan yer yüzü Allahı.
    Zamanımıza egemen olan, eski eşeğin mirası ama tamamıyla soyut Kapital (veya motoru Teknoloji). Kapital her bireyin ruhunda canlanır, tecessüm eder. Sanırım o yüzden kendimin bundan muaf olduğumu sanmamla alay ediliyor. Alay edenlerle alay etmemin nedeni benim gördüğümü görmedikleri. Daha da kötüsü ve bana kendilerinin ilkellik hakkında sıfır bilgili olduklarını sergilemeleri dünyada şu an varolan ilkeller Medeniyet ile temas kurar kurmaz çoğunun her türlü teknolojik yenilikleri kucaklamaları. Biz bunu70ʼlerde görüp tartıştık. Zaten alay etmemin bir nedeni de bu. Bana saldıranlar, bilmedikleri ve anlamadıklarını kendi partiler arası kavga diline tercüme edip coşuyorlar. Ben de gülüyorum.
    Uzatmamak için bir örnekle yetineceğim. Eğer şanslıysan, yetenekli doğmuşsan, ailenden ve okullardan iyi bir eğitim almışsan büyük bir olasılıkla, ne var ki, sadece kişisel muaf olur ve hatta buna inanırsın.
    Kapital müminleri, doğa ilişkilerinin tarih boyunca çözüldüğü gibi, teknolojiyle çözüleceğini çoktan telkin ediyorlar. Sosyal boyutu da doğa sorunu olarak görüp her türlü sosyal sorunların aslında insan doğasında, genetiğinde ve evrimde yazılı olduğu iddiasıyla yine teknolojiyle çözülebileceğini iddia ediyorlar. Gen kes-yapıştır, insan-makine yapma, clonlarla ölümsüzlük, başka gezegenlere gitme…
    Bana göre, medyada emzik dağıtıyorlar. Daha önce olduğu gibi, teknolojinin yarattığı yeni imkanları gerçekleştiren endüstri ve ticaret olduğunu bildiklerinden, zaten o yolu çoktan tutmuşların geri kalanları peşine takacağını biliyorlar.
    Klasik solcular, Kapitalist-Burjuvaların hazırladığı 19. yüzyıl klasik düşünceleri tamamıyla benimsediler. Günümüz sorunun da sadece teknoloji ile çözümü olduğuna, örtük de olsa, tamamıyla katılıyorlar. Sözde düşmanlarına o kadar benziyorlar ki temelde birleştikleri noktayı bile göremez hale gelmişler. Klasik 19. yüzyıl solu, doğayı, toplumu ve insanı tıpkı Kapital müminleri gibi görür: doğa, insan ve toplum temelde materyal, dolayısıyla sorunlar bilim-teknoloji ile çözülür.
    Küçücük beyinli Pipsqueak, hatırlatmak istiyor: Tarih, böyle sorunları çözmede Kapital müminlerinin çok daha iyi becerdiğini gösteriyor. Korkarım bu defa da öyle olacak. İlkelciler, bu ikizin paylaştıkları Kapital kozmolojisini alt üst ettiler.
    Ümit ederim yazdıklarımla ikizlerin ilkelleri ciddiye almamalarının mantıksal ve doğal olduğunu açıklayabildim.

  133. H. Berktayʼın Norman Cohnʼdan aldığı ruhta şeytan hakkında çok küçük bir tanıtım. Cohn, modern çağlardaki totaliter, faşist, komünist gibi akımların kaynağını arar ve isyanlar, başkaldırmalar, anarşistlerde bulur. Bu da yetmez, daha derinlere dalar ve kaynağı kapı komşu ve şimdi de şeytana uyan İran kadim Zerdüşlükʼde bulur. Zerdüşlük, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamʼı etkileyip büyük bir ölçüde kaynaştı.
    Bu bağlamda en güzel örnek: ʻAydınlık Devriʼ adını Zerdüşlüğe borçlu. Zerdüşlüğe göre, tarih aydınlıkla karanlık arasında süren kavga. İki taraf son kavgaya asker toplar, bu da kavga tarihine yön verir ve tarih, son kavgayla sona erer. Cohn, Berktay, ruhundaki şeytanın büyüsü altına giren müridi kes-yapıştırıcı Ogürsel ve sitenin %99ʼu ve benzerleri aydınlık tarafında savaşan askerler. Ruhlarındaki şeytanlara uyanlar da, şeytanın hilesine kurban olup, kendilerinin aydınlıkta olduğunu sanan isyancılar ve anarşistler.
    Eğer espirimi genişletirsem, artık tamamıyla sanal dünyada yaşadığımızdan ʻʻsanan isyancılar ve anarşistlerˮ kazandı diyebiliriz.
    Bu arada aydınlık askerleri bazı ufak tefek ayrıntıları gözden kaçırırlar. Bütün büyük ahlak dinleri ve kurulu düzenler totaliter, faşist, komünist veya lailk burjuva demokrasisi olsun, isyancıları öldürür veya cezalandırır.
    Cohn, taklitçisi Berktay, (müridi Ogürselʼi aşan teferrüat), görmeye çok değer bir ayrıntıyı, gözleri aydınlıktan kamaştığından görmezler, ben gördüm ve aktaracağım.
    Orta Çağda entelektüel şeytan çıkarma teknisyenleri yaklaşık 400 şeytanın resimler ve özellikleriyle şeytan tanıma kılavuzu kullanırlardı. Ruhları şeytan dolulardan çıkardıkları şeytanları tek tek tanır ve kaydederlerdi. Cohn, taklitçisi Berktay, (bu da müridi Ogürselʼi aşan teferrüat) farkında olmadan, suçlanan Zerdüşlük şeytanına uyar ama aynı zamanımızda sık sık olan entelektüel bir devrim yapar. Akıllılık ve bilimsellik etkisi altında, Occam usturasıyla kılavuz kitabını traş edip iki sayfa bırakır: Şeytana uyan isyancılar/akla uyan kuzular. Şeytana uyan, pazarda ekmek çalar; akla uyan, fakir ülkelerden pazar aklı yürütmesiyle ucuz işçilik veya madenlerden yararlanır.
    Çok daha vahim bir unutma da var. Tabii, bu da büyü altında mışıl mışıl uyuyan Ogürselʼi aşar. Akıl yürütme pasif bir kavram değil. Kitaplara göre Sokrat göreci sofistler karşısında çaresiz kalınca tarafsız ve evrensel ʻdoğru/yanlışʼ kıstası arar. Sonra Aristo, ʻa=aʼ, ʻa ve a değil çelişkiʼ, ʻya a veya a değil her zaman doğruʼ şemasıyla biçimlendirir. Daha da kötüsü, Marks’ın da büyülediği Berktay (nitelik/nicelik masalı), Marks ve hocası Hegeli unutur. ʻDoğru/yanlışʼ zamanla değişebilir. Eğer bunu bu site ve Berktay saplantısına seviyesine indirgersem, Abu Dhabiʼyi yürütenler hem ruhlarındaki şeytanlara ayak uydurup işi yürütürler, hem de pazar akıllarını kullanıp işi yürütürler. Veya,
    Tez: Aydınlık pazarı Kapitalizm,
    Antitez: Karanlık Totaliter Komünizm,
    Sentez: Plastik (salt plastik şişeler günde 1 milyar)
    Bak şu püfürpüfüreser Berktay ne demiş?
    ʻʻStalin’in Büyük Tasfiye hareketi, buradan, bu korkudan — sosyalizmin geri dönülmez zaferinden değil, 1928-33 yıllarının ekonomik felâketleri koşullarında yeni bir muhalefetin yükselebileceği korkusundan kaynaklandı.ˮ
    Helal-et(kebap) Berk-toy
    Günaydın Helal-et(kebap) Berk-toy!
    Dilime çevirirsem, geçim derdi ruhlarda şeytanlara neden oluyor. Karanlıkta olanlar çalıyor veya şeytana uyup isyan ediyorlar. Aydınlıkta olanlar akıllarını kullanıyorlar. Halihazırda bu ikisi de bir arada olan binlerce şeytana uyma örnekleri aklıma geliyor. Ama yazı çok uzar.
    Sorun genel olarak geçim derdiyse, akla pazar geliyor. O da hemen pazar ekonomisinde burjuva-orta sınıf akıl yürütme tanımını çağrıştırıyor: Seç al pazar akıl yürütmesi. Politika, eğitim, dünya tarihi, değişik ülkeleri ve insanları hiyerarşik sıralamada vs. kullanılan akıl. Pazarı da altındaki ʻʻgizli elˮ (ʻʻinvisible handˮ) akıl ve cepteki görünen ʻʻvisibleˮ para ittifakı yürütür. Ruhda şeytan?
    Berktay müridi Ogürsel bazen, bazı arkadaşların dediği gibi kestiğini bilgisayarına aktarıyor, ruhundaki şeytana uyuyor, bana karşı isyan etme çoşkunluğu içinde klavyesi üzerinde hoplayıp zıplıyıp cadı dansı yapıyor. Kestiği, cahilliğini yüzüne vuranı küçük düşürücü biçime girince, benzerleri orta sınıf dolu siteye yapıştırıyor.
    Biraz daha gülmek için, ruhları ve akılları şeytan olanların ağına düşmüş, akılları 19. yüzyıl pazar ekonomisi seç al klasik akıllı Berktay, Zileli, Ogürsel, site %99ʼu ve benzerlerini şeytan çıkarma cadı danslarında daha da şiddetli hoplayıp zıplatayım.
    Çıplak, vahşi, ruhları şeytan ve kafaları akıl dolu ama ütopyada yaşayan Aka.
    ʻʻ Afrika Cumhuriyeti’ndeki Aka kabilelerinde, anneleri avlanırken, babalar küçük çocuklarına bakarlar. Bebeklerini rahatlatır, temizler ve oynarlar. Dünyada çocuklarını en çok kucaklarında bu babalar taşır. Aka erkekleri, aydınlık akıllarını kullanmadıkları için, bebekler ağladıklarında, Amazon vasıtasıyla emzik alacaklarına, kendi memelerini emzik olarak kullanırlar. Bu bağlılık ve özverilerileri onlara, çevrimiçi yorumculardan “dünyanın en iyi babaları” ünvanı kazandırdı. Aka’nın kesinlikle eşitlikçi, sıralama ve hiyerarşiden uzak duran, kaçınan olduğu göz önüne alındığında, ne kadar ironik.!ʼʼ
    Bu ütopya, Medeniyet kurgularındaki gibi, tanımıyla hiç bir yerde olmayan değil, şimdi Orta Afrikaʼda gerçekten varolan ve yaşanan bir ütopya..

  134. Dün, 14 yıllık köpeğim Dev ölünce, yeryüzünün en kotu sıkıntılarını yaşadım . Komşu, çöpe at dedi, yakınlardaki mezarlığa götürdüm, orayı kazıp gömecektim ; mezar taşlarinin arasinda uygun görmedim; insanlardan daha iyiydi Dev.
    Dev, benim yoksullugumun, direncimin, babayani yönlerimin aynasiydi ve öldü yahu !
    14 yılda öldü. Onu bir dağa götürdüm , bir ardıç ağacının altına gömdüm . Ağladım.
    Hepinizin siyasetini , ufkunuzu da artık hiç önemsemiyorum. Keşke benim ömrüm de Dev kadar olsaydı.

  135. Biçare ʻ119ʼ cahilliğini ifşa edip duruyor. Yazdığımı anlamadığını kabul edip, soru soracağına sidik yarışına girmiş. Benden de, Helal-et(kebap) Berk-tay piri misali kendini büyüleyici yazılar istiyor. Kütüphaneler, kitapevleri, İnternet, sosyal medya böyle yazılarla dolu, be mubarek. Büyü altında kalan ʻ119 (Ogürsel)ʼ, Helal-et(kebap) Berk-tayʼın hayatı hiyerarşi fabrikaları memurlukla geçmiş tipik bir 19. yüzyıl klasik aydınlık soytarısı olduğunu görecek kadar klasik bilgiye sahip değil, Sezgiden de yoksun olduğundan, püfürpüfereserin ezberlediği büyüleyici dersleri çaylak ve boynu bükük öğrencilere vere vere hafızlığını da kaçırmış. Eğer ʻ119ʼun akıl almaz cahilliğini ve burjuva demokrasi vırvırını bilmeseydim, o da piri helal kebapçı gibi Erdoğanʼa dolaylı yaltakçılık yapıyor derdim.
    Aşağıdaki iki aydın bilim adamlarını deyişine, püfürpüfüreser Helal-et(kebap) Berk-tay öküz trene; yamağı Hödük ʻ119ʼ inek trene bakar gibi bakar.
    If quantum mechanics hasn’t profoundly shocked you, you haven’t understood it yet. N. Bohr
    [ Eğer kuantum fiziği seni derinden sarsmadıysa, henüz anlamamışsın]
    Bohrʼun kapısını üstünde uğur getirici nalı gören ʻ119ʼ, helal kebapçı ve akıl aydınlığa boğulmuş benzerleri hayret edip sorarlar:
    – Sen inanıyor musun?
    – İnanmasan da çalışıyormuş.
    Laik Burjuva Demokrasileri Bohr sosyalist olduğu için, Sovyetlere atom bombası sırrını verdiğinden şüphe ettiler. Beş parmağın beşi bir mi?
    “If you think you understand quantum mechanics, you don’t understand quantum mechanics.” R. Feynman
    [ Eğer kuantum fiziği anladığını sanıyorsan, sen anlamamışsın.]
    Ogürselʼin piri Berktayʼın 19. yüzyıl klasik ninnileri:
    Berktay, günümüz dünya rezilliklerini klasik Cohn kalıbına koymuş, memurluk günlerinde ezberlediği bilgilerle süslemiş, kendisine benzeyen uslu, evcil, her son modaya balıklama katılan Atatürk aydın evlatları, hali vakti yerinde seyircilerin gözlerini bilgi ışıklarıyla boyamış.
    Örneğin bu Helal-et(kebap)ʼa göre,
    – 1. ve 2. Dünya Savaşlarını büyüye inanan ve hâlâ karanlık kıtada yaşayan karanlık ciltli Afrikalılar başlatmış.
    – Atom bombasını geliştirip yapan ve kullanan da Papua Yeni Gine.
    – Günde 20 bin kişinin ölümüne neden olan hava kirliliğinin asıl failleri Amazon’da bir aşiretmiş. Bunlar geceleri şeytana tapma ayinlerinde süpürge sapına binip uçarlarmış. Akıllarını kullanıp Amazonʼdan modern drone tuvalet alacaklarına sıkıştıkça bırakırlarmış.
    – Trafik kazalarına da yaptıkları oyuncak arabaları uzaktan kıran Haitian Vodou ayinlerine katılanlar neden olurmış.
    Ruhu şeytan dolu olanların modern akıl ve aydınlık polisi Helal-et(kebap)ʼın listesi uzun ve ruhumu kararttı. Aydınlığa çıkayım.
    Avrupalılar Haitiʼyi bulup oraya siyah köleleri gün ışığı aydınlıkta götürdüklerinde siyahlar Vodouʼyu çaktırmadan Haitiʼye götürmüşler. Oraya ticarete giden aydınlık tüccarları uzaktan etkileme karanlık büyüsü haberini aydınlık dolu Avrupaʼya getirmişler. Aslında Newtonʼun kafasına elma düşmemiş, kulağına bu haber gelmiş. Newton bu uzaktan etkileme kara büyüsünü aydınlığa çıkarınca yer çekimi olmuş. Çok benzeri daha sonra yine Avrupaʼda cereyan etmiş. Sevişen iki kişi ayrıldıktan sonra evrenin iki ucuna gitseler bile aynı anda birbirlerini öpebilirlermiş. Biraz geri kafalı Einstein bu aydınlıkta karanlığı yutmak istemedi ama haksız çıktı. Meğersem, allah zar atıyormuş! İslam filozofları bunu 9. yüzyılda ilan ettiler, sadece allah Ogürsel gibi iyi kalpli olduğundan hile yapıp hep aynı zarlar geliyormuş. Nasıl olmuş da bu Erdoğan dalkavuğu bilgi küpü Helal-et(kebap) bunu bilmiyor? Helal-et(kebap) Arşimet gibi bu haberle saraya koştursaydı, Erdoğan bu moruğu hemen eğitim bakanı tayin ederdi. Her neyse, zavallı Einstein hiç değilse Newtonʼun büyüsünü yutmamada haklı çıktı izafiyet teorisini geliştirdi.
    Bütün yazdıklarımı toplayıp limon gibi sıksan gaddarlık ve ölüm saçmalarını ideolojileriyle meşru kılanların kınamam çıkar. Fakat, kızgınlığını sitedeki benzerlerinin tasvibini kazanmak için aceleye gelmiş ve acele işe şeytan karışmış, pirinin aydınlık aklını unutup ruhundaki şeytana uymuş. İşin en tuhaf tarafı hem kendisi, hem piri Helal-et(kebap) ve bu sitenin çoğunluğu sapına kadar ırkçı ve ilerici. Irkçılık ve ilerleme ideolojileri de yakın tarihte en fazla kıyıma ve gaddarlığa neden oldular.
    Her halükârda, karım gavurdan da better, bir Yahudi, ama daha henüz öldürmedim. Hiç bir bağlam yaratmadan yazdığın,
    ʻʻ Hani, “gavur” veya “kafir”, ya da “karşıdevrimci”den başka bir kelime/kavram bilmedikleri için böyle adlandırdıkları kişileri öldürmeyi meşru görenler gibiˮ
    senin ne kadar basit bir insan olduğunu, anlayana, çok aşikar.
    Belli çevrelerde, senin gibi iyi kalpli, uslu, hali vakti yerinde evcil kuzuların desteği güveni içinde yazmışsın ama cahil olmasaydın bu işi boş kalıpların birbirlerini öldürenlere bahane olmakta başta gelenlerden biri olduğını bilirdin.
    Müslümanlar düşmanlarını ʻʻkafirʼ oldukları için kılıçtan geçirirse, düşmanları Müslümanları ʻʻkahve sevdileriˮ için mi öldürürler be hödük?
    Senin cahilliğine sınır yok. İsa bu sapıklıklara 2 bin yıl önce bir çözüm getirdi. Bunu da mı duymadın be mubarek? Çözümü benimseyenler de, benimsemeyenleri öldüre öldüre dünyayı senin gibi artık ürününn atıklarıyla doldurdular.
    Hadi sana pirin Helal-et(kebap) misali bir tarih dersi vereyim.
    Çok tanrılı Hindistanʼın, tek tanrılı Hıristiyanlık ve Müslümanlık Hindistanʼa ilk girdiğinden sonraki yargısı: BUNLAR ÇOK FANATİK!
    Yaltakçı Helal-et(kebap) Berk-tay ve müridi ʻ119ʼın milli marşı:
    ʻʻGavur, kafir, karşıdevrimci öldürmek kötü; toprağında ender maden, petrol olanları öldürmek iyi”
    ʻ119ʼ tipik modern orta sınıf vatandaş. Meslek eğitimini bilgili olmak sanıyor. Bunlar genellikle göz açıp kapatana kadar çabuk faşist olurlar. Gerçekten bilgili Helal-et(kebap) ise bana Hitler etrafındaki bilgeleri hatırlattı. İkisi beraber bana şu an dünyanın her köşesinde doğrudan veya dolaylı insan kırımına neden olan aydınlık alçaklarını hatırlatıp ürpertti.
    Salt benim dediklerim rahatını bozduğu için böyle tipik birkaç cümle ile saldırma gerçekten iğrenç.

  136. Bende aşağıdakilerin binlercesi var. Bunlar sadec 1960ʼlardan.
    İlk ikisi Zileliʼnin 1990ʼlara kadar topladığı günahlarını çıkarmalarındaki sakladıkları ve oyalama emzik satışlarıyla ilgili. Veya, akıl hastenesine kim gitsin?
    – Moynaq, bir zamanlar Aral Denizi’nin güney kıyılarında gelişen bir balıkçılık topluluğuydu. Ama şimdi su gitti ve geriye kalan tek şey dünyanın geri kalanından uzak hisseden ıssız bir hayalet kasaba.
    Kuzey Kazakistan’dan güney Özbekistan’a uzanan 68.000 metrekarelik Aral Denizi bir zamanlar dünyadaki dördüncü en büyük tuzlu gölüydü. AMA 1960’LARDA SOVYET YÖNETİCİLERİ bölgedeki pamuk üretimini geliştirmek için besleyen iki nehrin akışını değiştirince sular çekilmeye başladı. Tuzluluk seviyeleri de şiddetli bir şekilde yükseldi ve kalan balıkların çoğunu öldürdü. 50 yıl içinde, bu korkunç çevre felaketi bir zamanlar muhteşem Aral Denizi %10’a düştü.
    Başlangıçta balıkçılar her şeyin yakında normale döneceğini sandılar. Tabii olmadı. Moynaq’ın çöl arazilerinde sadece 18.000 kişi kaldı; 100.000’den fazlası iş aramak için Rusya ve Kazakistan’a gittiler.
    Kalanlar sayısız potansiyel sağlık sorunuyla karşı karşıya kalıyor. Pamuk üretiminde kullanılan toksik pestisitler ve gübreler, kuru deniz tabanını ağır biçimde kirletmiş. Kanserler, doğum kusurları, solunum ve bağışıklık bozuklukları gibi kronik hastalıklara neden olmakta. Bu bölgedeki özofagus kanseri oranı dünya ortalamasından 25 kat fazla.
    – Birmanya SOSYALİST HÜKÜMETİ, 1960’larda eski gelenekleri yok etmek ve MODERNLEŞMEK için yüz dövmesi uygulamasını yasakladı; Çene bölgesindeki Hıristiyan misyonerler de bu geleneği barbar bulduklarından temizliğe katıldılar.
    Not : Sanırım şimdi dövme yaptırmanın geleceğin ümidi gençler arasında akıla almaz bir hızla yayılan bin bir modadan biri olduğunu eklememe gerek yok.
    Bu da sitedeki tüm modernleşme modasına balıklama dalıp ölü balıklar gibi akan laik solcu falan filanlara. Buna da sayısız örneğim var ama sarışın olma derdinde olan site balıkları çok derindeler, bunlar ise satıhta.
    – İranʼda yüzlerini kapatan Bandari kadınları. Bu yüz kapatma başlangıcı yüzyıllar öncesine gider. Köle ticaretinde güzel kız arayan Portekizlerden korunmak için bir önlem. Daha sonra da, saldıran düşmanları yanıltıp erkek gibi görünmek için, örtülere bıyık ve sakal boyarlar.
    Bu son da kazananlar tarihi ile büyümüş iyi kalpli iğrenç ruhlulara milyarları aşan kaybedenler tarihinden örneklerden.
    ʻʻVietnamʼa gelmeden önce bu kadar (sadece ufak bir bölgede 54) sayıda farklı dil, gelenek ve kültürlerin yan yana yaşadığı bir ülke varlığı aklımdan bile geçmezdi. Bu kadar değişik kültürler arasındaki karmaşık ilişkiler hakkında fikir yürütecek kadar bilgili değilim. Ama dünyadaki yerli toplumlardan öğrenilecek çok; bu kadim ve zengin kültürlerin saygıya değer olduklarının şüphesiz şey olduğuna; en azından, sulh içinde ve kendi kendilerine yaşamalarına izin verilmesine inanıyorum.ˮ
    8 yıldır Vietnamʼda yaşayan Réhahnlı, Fransız.
    Not1: Bu bilgeler sitesinde Medeniyet sözünün, günümüzde dünyaya egemen olan, İnternette bin bir kaynak olduğu halde, tek bir medeniyete gönderme yaptığını bilen çıkmadı. Fransız ise bunu o kadar iyi biliyor ki, adlandırmadan bu insanların Medeniyet tarafından rahat bırakmalarını diliyor. Yani, yeryğzğnden silmeyin, diyor.
    Not2: Aynı Birmanya SOSYALİST HÜKÜMETİ gibi, Vietnam komünistleri de bu insanların bir çoğunu, modernleşmede ayaklarına dolaştıkları için ve çağdaşlığa yakışmadıkları için yok ettiler.

  137. “Kolay günler.”

    Size de kolay gelsin.

    “Kapitalizm” adlı yeldeğirmeni ile savaşınızda yani.

  138. Toplumsal devrimciler bu sitede tartışa tartışa kapitalizmin sonunu getirecekler!

    Hem de çok yakında!

    Şunun şurasında Ekim ayına ne kaldı ki?

    “Siz onu boşverin, asıl kapitalizm dünyanın sonunu getirecek!” şeklindeki itirazları da unutmayalım bu arada.

    Sanki Firavunlar veya Romalılar devrinden beri benzer kıyamet tellallıklarını duymaya alışkın değilmişiz gibi.

    Sakın ha “o zamanki kıyamet tellalları cahil ve hurafeci kahinlerdi, şimdi ise bilim ilerlediğinden doğruyu söyleyen bilimadamları” demeyin aman!

    İlerleme karşıtı arkadaşınızdan küfürü yersiniz sonra!

  139. Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun “vatan”dır. (“Her şey vatan için” çünkü.)

    Gerisi teferruattır. (“Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır”, güzel bir “Ata sözü”.)

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun “işçi sınıfının kapitalistler tarafından sömürülmesinin haksızlık olması”dır. (Dünyada bu iki sınıftan başka bir sınıf yoktur çünkü.)

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun “bütün ulusların devletleri varken sadece Kürdistanlıların bir devleti olmamasının haksızlık olması”dır. (Dünyada devletleri olduğu halde 8 yıldır cehennemi yaşayan bir ulus yok çünkü.)

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun ilerlemenin ve medeniyetin bütün kötülüklerin anası olması ve hatta bundan başka bir kötülük olmamasıdır. (Dünyada ilerleme ve medeniyet dışında ne varsa tamamen iyi çünkü.)

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun otoriter rejimler ve hatta sadece kendi ülkelerindeki otoriter rejimdir. (Otoriter rejimler devrilince “her şey çok güzel olacak” çünkü.)

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun “Balkan Oligarşisi”dir. (Başka “Oligarşi” yok çünkü.)

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun tedavisi çok zor ve çok pahalı olan ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan çocuklarıdır. (Öyle olmayan çocukların istisnasız hepsinin hayatı güllük gülistanlık çünkü.)

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun sevdikleri kadındır. (Sevdikleri kadınlar da böyle düşünmelerini isterler çünkü.)

    Gerisi teferruattır.

    Peki “teferruat”ları olmayan birileri var mıdır acaba?

  140. 124 Eskici Bey,
    Devʼin ölümüne acın, siyaseti ve ufukları önemsemem asil duygular. Ama özel hislerini, başkalarını bu genellikte aşağılamak için kullanman günümüz dünyasında özellikle orta sınıflar arasında sonsuz yaygın. Hem rahatlığı sever ve pisliklere göz yumar hem de mutlak bilgiçliğe erişmiş kuzular gibi meleyenler. Bunun adı, daha henüz önünde büyüdüğün televizyon artisti adı verilmemişse, Carpe Diem. Ama tabii, her zamanki gibi, bir ihtimal daha var. Eskiler kendilerini Allahʼın telakkisine bırakırlardı, yeni ve politically correct olanlar, doğa(dağda ardıç ağacı) ve hayvana (Dev) bırakıyorlar.
    Hatta bir daha ihtimal var. Yanılmıyorsam sen Pipsqueakʼin ʻʻSolcu devrimciler, Doğa-Hayvana Dönün!ˮ çağrısına aynı Zileli ve benzerleri gibi aşmışların pişmiş tavuk pişkinliği yapanlardansın.
    Kim siyasetin ve insanın kölelikten kaçıp kurtulmak için açmaya çalıştığı ufuklardaki çabasının HAYAT/ÖLÜM olmadığını beynine sokmuş?
    Onu da bırak, eğer biraz bilgili olsaydın, tarihin %99ʼundan fazlasının sizler gibi hem köleliği seven hem de inkar edenlerden oluşmadığını bilir, kendi minnacık insanlık insanını insan diye tanımlamazdın.
    Bu sitenin özü: IRKÇILIK. Bir tek Medeniyet insanları gerçek İnsan.
    Sözcükler ve kavramlar bağlam içinde anlam kazanırlar, aksi halde Babil Kulesiʼne boş kaplarla (kalıplarla) tırmanırız.
    Ben senin gibileri çok iyi tanıyorum ve senin acından çok fazla acı çekiyorum. Dünya, asıl siyaseti yapanlar ve senin gibi çoğunlukları bolluk ve mutluluk ufuklarına doğru koşturanların elinde.
    Gün Zileli Bey:
    Sizce bu “124 Eskici” herkese kibarca hakaret etmiyor mu? Size tavsiyem böyleler için çok derin Dev duygularını paylaşmak için beğendim/beğenmedim siyasi olmayan oy verme şansını tanıyın. Ama belki bu hakaret değil ucuzlamış fikir özgürlüğü.

  141. Bende hem kısıtlı, Büyük Bolşevik Devrimi ve sol laklakları, hem de daha genel alanda sayısız örnekler var.
    İlk ikisi Zileliʼnin 1990ʼlara kadar topladığı günahlarını çıkarmalarında ve genel politika uzmanlığı yazılarında değinmedikleri çok önemli ʻayrıntılarʼ. Bu da, benim açımdan, ilkelliği anlamamsı, küçümsemesi ve saldırganlığı ve daha da önemlisi devrimcinin en önemli özelliği olan kendini eleştirmeyi sonsuz kısıtlı alanlara sokmasına neden oluyor.
    Bu örneklerle, sadece Zileli değil hemen hemen tüm site sakinlerine asıl sorumu soracağım: ʻʻ akıl hastenesine kim gitsin?ˮ
    – Moynaq, bir zamanlar Aral Denizi’nin güney kıyılarında gelişen bir balıkçılık topluluğuydu. Ama şimdi su gitti ve geriye kalan tek şey dünyanın geri kalanından uzak hisseden ıssız bir hayalet kasaba.
    Kuzey Kazakistan’dan güney Özbekistan’a uzanan 68.000 metrekarelik Aral Denizi bir zamanlar dünyadaki dördüncü en büyük tuzlu gölüydü. AMA 1960’LARDA SOVYET YÖNETİCİLERİ bölgedeki pamuk üretimini geliştirmek için besleyen iki nehrin akışını değiştirince sular çekilmeye başladı. Tuzluluk seviyeleri de şiddetli bir şekilde yükseldi ve kalan balıkların çoğunu öldürdü. 50 yıl içinde, bu korkunç çevre felaketi bir zamanlar muhteşem Aral Denizi %10’a düştü.
    Başlangıçta balıkçılar her şeyin yakında normale döneceğini sandılar. Tabii olmadı. Moynaq’ın çöl arazilerinde sadece 18.000 kişi kaldı; 100.000’den fazlası iş aramak için Rusya ve Kazakistan’a gittiler.
    Kalanlar sayısız potansiyel sağlık sorunu yaşıyorlar. Pamuk üretiminde kullanılan toksik pestisitler ve gübreler, kuru deniz tabanını ağır biçimde kirletmiş. Kanserler, doğum kusurları, solunum ve bağışıklık bozuklukları gibi kronik hastalıklara neden olmakta. Bu bölgedeki özofagus kanseri oranı dünya ortalamasından 25 kat fazla.
    – Birmanya SOSYALİST HÜKÜMETİ, 1960’larda eski gelenekleri yok etmek ve MODERNLEŞMEK için yüz dövmesi uygulamasını yasakladı; Çene bölgesindeki Hıristiyan misyonerler de bu geleneği barbar bulduklarından temizliğe katıldılar.
    Not : Sanırım şimdi dövme yaptırmanın geleceğin ümidi politically correct gençler arasında akıla almaz bir hızla yayılan bin bir modadan biri olduğunu eklememe gerek yok.
    Bu da sitedeki tüm modernleşme modasına balıklama dalıp ölü balıklar gibi akan laik solcu falan filanlara. Buna da sayısız örneğim var ama sarışın olma derdinde olan site balıkları çok derindeler, bunlar ise satıhta.
    – İranʼda yüzlerini kapatan Bandari kadınları. Bu yüz kapatma başlangıcı yüzyıllar öncesine gider. Köle ticaretinde güzel kız arayan Portekizlerden korunmak için bir önlem. Daha sonra da, saldıran düşmanları yanıltıp erkek gibi görünmek için, örtülere bıyık ve sakal boyarlar.
    Bu son da kazananlar tarihi ile büyümüş iyi kalpli iğrenç ruhlulara milyarları aşan kaybedenler tarihinden örneklerden.
    ʻʻVietnamʼa gelmeden önce bu kadar (sadece ufak bir bölgede 54) sayıda farklı dil, gelenek ve kültürlerin yan yana yaşadığı bir ülke varlığı aklımdan bile geçmezdi. Bu kadar değişik kültürler arasındaki karmaşık ilişkiler hakkında fikir yürütecek kadar bilgili değilim. Ama dünyadaki yerli toplumlardan öğrenilecek çok; bu kadim ve zengin kültürlerin saygıya değer olduklarının şüphesiz şey olduğuna; en azından, sulh içinde ve kendi kendilerine yaşamalarına izin verilmesine inanıyorum.ˮ
    8 yıldır Vietnamʼda yaşayan Réhahnlı, Fransız Fotografçı.
    Not1: Bu bilgeler sitesinde Medeniyet sözünün, günümüzde dünyaya egemen olan, İnternette bin bir kaynak olduğu halde, tek bir Medeniyetʼe gönderme yaptığını bilen çıkmadı. Fransız ise bunu o kadar iyi biliyor ki, zavallı herkesin de bildiğini sanarak, bu insanların Medeniyet pençesine düşmesi korkusu içinde, kendi hallerine, rahat bırakmalarını diliyor. Yani, yeryüzünden silmeyin, diyor. Fransızʼın bu ʻsilmeʼyi, dünyanın %99, 9999ʼnun anladığı ve bu sitede farkında olmadan benimsediği TEK anlam, FİZİKSEL İMHA, anlamadığını biliyorum. Ama bu sitedekiler hem politically correct solcu olma hevesiyle Kürdün Kürt kalmasını isterler hem de herkesin aynı olduğu dünyayı Tufan öncesi 19. yüzyıl peri masallarıyla ister ve aynı zamanda ʻʻkaçınılmazdan kaçınırılırˮ muhabbet tellalığı yapmaktalar. 19. yüzyıl masallarını yaratan koşullardan bihaber zavallılar. Deniz düşen yılana sarılır.
    Not2: Aynı Birmanya SOSYALİST HÜKÜMETİ gibi, Vietnam komünistleri de bu insanların bir çoğunu, modernleşmede ayaklarına dolaştıkları için ve çağdaşlığa yakışmadıkları için yok ettiler.

  142. Biçare ʻ119ʼ cahilliğini ifşa edip duruyor. Yazdığımı anlamadığını kabul edip, anlamak için soru soracağına site kalabalığına sığınıyor. Benden de Helal-et(kebap) Berk-tay pirinin misali büyüleyici yazılar istiyor. Kütüphaneler, kitapevleri, İnternet, sosyal medya böyle yazılarla dolu, be mubarek. Büyü altında kalan ʻ119 (Ogürsel)ʼ, Helal-et(kebap) Berk-tayʼın hayatı hiyerarşi fabrikaları memurlukla geçmiş tipik bir 19. yüzyıl klasik aydınlık soytarısı olduğunu görecek kadar klasik bilgiye bile sahip değil. Üstelik ne sezgi, ne de eleştiri ruhu var. Beğendim/Beğenmedim automatism. Püfürpüfereserin çaylak ve boynu bükük öğrencilere istiğraka sokucu dersler vere vere ezberlediği büyüleyici hafızlığını kaçırmış. Eğer ʻ119ʼun laik burjuva demokrasi çocukluğunu bilmeseydim, o da piri helal kebapçı gibi Erdoğanʼa dolaylı yaltakçılık yapıyor derdim.
    Aşağıdaki iki aydın bilim adamlarını, ne püfürpüfüreser Helal-et(kebap) Berk-tay ne de müridi duymuş.
    If quantum mechanics hasn’t profoundly shocked you, you haven’t understood it yet. N. Bohr
    [ Eğer kuantum fiziği seni derinden sarsmadıysa, henüz anlamamışsın]
    Bohrʼun kapısını üstünde uğur getirici nalı gören ʻ119ʼ, helal kebapçı ve akıl aydınlığa boğulmuş benzerleri hayret edip sorarlar:
    – Sen inanıyor musun?
    – İnanmasan da çalışıyormuş.
    Laik Burjuva Demokrasileri, Bohr sosyalist olduğundan, Sovyetlere atom bombası sırrını verdiğinden şüphe ettiler. Beş parmağın beşi bir mi?
    “If you think you understand quantum mechanics, you don’t understand quantum mechanics.” R. Feynman
    [ Eğer kuantum fiziği anladığını sanıyorsan, sen anlamamışsın.]
    Ogürselʼin piri Berktayʼın 19. yüzyıl klasik ninnileri:
    Berktay, günümüz dünya rezilliklerini klasik Cohn kalıbına koymuş, memurluk günlerinde ezberlediği bilgilerle süslemiş, kendisine benzeyen uslu, evcil, her son modaya balıklama katılan Atatürk aydın evlatları, hali vakti yerinde seyircilerin gözlerini bilgi ışıklarıyla boyamış.
    Örneğin bu Helal-et(kebap)ʼa göre,
    – 1. ve 2. Dünya Savaşlarını büyüye inanan ve hâlâ karanlık kıtada yaşayan karanlık ciltli Afrikalılar başlatmış.
    – Atom bombasını geliştirip yapan ve kullanan da Papua Yeni Gine.
    – Günde 20 bin kişinin ölümüne neden olan hava kirliliğinin asıl failleri Amazon’da bir aşiretmiş. Bunlar geceleri şeytana tapma ayinlerinde süpürge sapına binip uçarlarmış. Akıllarını kullanıp Amazonʼdan modern drone tuvalet alacaklarına sıkıştıkça bırakırlarmış.
    – Trafik kazalarına da yaptıkları oyuncak arabaları uzaktan kıran Haitian Vodou ayinlerine katılanlar neden olurmış.
    Ruhu şeytan dolu olanların modern akıl ve aydınlık polisi Helal-et(kebap)ʼın listesi uzun ve ruhumu kararttı. Aydınlığa çıkayım.
    Avrupalılar Haitiʼyi bulup oraya siyah köleleri gün ışığı aydınlıkta götürdüklerinde siyahlar çaktırmadan Vodouʼyu Haitiʼye götürmüşler. Oraya ticarete giden aydınlık tüccarları uzaktan etkileme karanlık büyüsü haberini aydınlık dolu Avrupaʼya getirmişler. Aslında Newtonʼun kafasına elma düşmemiş, kulağına bu haber gelmiş. Newton bu uzaktan etkileme kara büyüsünü aydınlığa çıkarınca yer çekimi olmuş. Çok benzeri daha sonra yine Avrupaʼda cereyan etmiş. Sevişen iki kişi ayrıldıktan sonra evrenin iki ucuna gitseler bile aynı anda birbirlerini öpebilirlermiş. Biraz geri kafalı Einstein bu aydınlıkta karanlığı yutmak istemedi ama haksız çıktı. Meğersem, allah zar atıyormuş! İslam filozofları bunu 9. yüzyılda ilan ettiler! Sadece Allahʼın hali vakti yerinde Ogürsel gibi iyi kalpli olduğunu düşünerek, ʻʻAllah zar atar ama hile yaptığından hep aynı zarlar gelirˮ dediler. Nasıl olmuş da bu Erdoğan dalkavuğu bilgi küpü Helal-et(kebap) bunu bilmiyor? Helal-et(kebap) Arşimet gibi bu haberle saraya koştursaydı, Erdoğan bu moruğu hemen eğitim bakanı tayin ederdi. Her neyse, zavallı Einstein hiç değilse Newtonʼun büyüsünü yutmamada haklı çıktı, izafiyet teorisini geliştirdi.
    ʻ119ʼ Ogürsel Bey, bütün yazdıklarımı toplayıp limon gibi sıksan gaddarlık ve ölüm saçmalarını ideolojileriyle meşru kılanların kınamam çıkar. Fakat, kızdığından ve gocunduğundan, sitedeki benzerlerinin tasvibini kazanmak için aceleye getirip benim dediklerimi unutmuşsun. Acelene şeytan karışmış, pirinin aydınlık aklını unutup ruhundaki şeytana uymuşsun. İşin en tuhaf tarafı hem kendisi, hem piri Helal-et(kebap) ve bu sitenin çoğunluğu sapına kadar ırkçı ve ilerici. Irkçılık ve ilerleme ideolojileri de yakın tarihte en fazla kıyıma ve gaddarlığa neden oldular.
    Her halükârda, karım gavurdan da better, bir Yahudi, ama daha henüz öldürmedim. Hiç bir bağlam yaratmadan yazdığın,
    ʻʻ Hani, “gavur” veya “kafir”, ya da “karşıdevrimci”den başka bir kelime/kavram bilmedikleri için böyle adlandırdıkları kişileri öldürmeyi meşru görenler gibiˮ
    senin ne kadar basit bir insan olduğunu, anlayana, çok aşikar.
    Belli çevrelerde, senin gibi iyi kalpli, uslu, hali vakti yerinde evcil kuzuların desteği güveni içinde yazmışsın ama cahil olmasaydın bu işi boş kalıpların birbirlerini öldürenlere bahane olmakta başta gelenlerden biri olduğını bilirdin.
    Müslümanlar düşmanlarını ʻʻkafirʼ oldukları için kılıçtan geçirirse, düşmanları Müslümanları ʻʻkahve sevdikleriˮ için mi öldürürler? Yoksa Müslüman oldukları için mi?
    Senin cahilliğine sınır yok. İsa bu sapıklıklara 2 bin yıl önce bir çözüm getirdi. Bunu da mı duymadın be mubarek? Çözümü benimseyenler de, çözüm adına öldüre öldüre, dünyayı senin gibi artık ürününn atıklarıyla dolu Medeniyet yarattılar. Laik Burjuva Demokrasi Medeniyet ürünü, doktor bey.
    Hadi sana pirin Helal-et(kebap) misali bir tarih dersi vereyim.
    Çok tanrılı Hindistanʼın, tek tanrılı Hıristiyanlık ve Müslümanlık Hindistanʼa ilk girdiğinden sonraki yargısı: BUNLAR ÇOK FANATİK!
    Sen galiba kavram ve kelimelerin yanlış kullanışı ve anlaşılması tezi üzerine kurulan Logical Positivism ve 20. yüzyıl selefleri Analytic Philosophy/Linguistic Turn akımlarını da hiç duymamışsın. Laik Burjuva Demokrasi istiyorsun ama o düzene yakışır bilgiden sonsuz yoksunsun.
    Helal-et(kebap) Berk-tay ve müridi ʻ119ʼın milli marşı:
    ʻʻGavur, kafir, karşıdevrimci öldürmek kötü; toprağında ender maden, petrol olanları öldürmek iyi”
    ʻ119ʼ tipik modern orta sınıf vatandaş. Meslek eğitimini bilgili olmak sanıyor. Bunlar genellikle göz açıp kapatana kadar çabuk faşist olurlar. Gerçekten bilgili Helal-et(kebap) ise bana Hitler etrafındaki bilgeleri hatırlattı. İkisi beraber bana şu an dünyanın her köşesinde doğrudan veya dolaylı insan kırımına neden olan, tabii kötü, aydınlıkçıları hatırlatıp ürpertti.
    Salt benim dediklerim rahatını bozduğu için ʻBir İki Kısa Ama Öz Cümleʼ (BİKAÖC) partisine sığınıp bana saldırma gerçekten iğrenç.

  143. Ordunun sivil hükümete – yani genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarının savunma, jandarma ve sahil güvenliğin de içişleri bakanlıklarına – bağlanması kötü yönde bir değişim midir?

    Bu tür değişimleri gerçekleştiren otoriter rejimlerin kötülüklerini inkar etmeden soruyorum.

  144. “Medeniyet” kötüdür çünkü “doğal” olan her şey güzeldir:

    Sivas’ta düşen yıldırım konteyner evi kül etti
    Sivas’ta etkili olan gök gürültülü sağanak yağmur hayatı olumsuz etkiledi. Bir köyde evin üzerine düşen yıldırım evi kül etti.
    http://www.hurriyet.com.tr/galeri-sivasta-dusen-yildirim-konteyner-evi-kul-etti-41245705

    “Geri Anadolu Sağcılığı”nın kaleleri olan “çorak” illerden birine düşmüş olması şaşırtıcı değil.

    Daha da geri olan “mağara adamları”nın yaşadığı mağaraların içine yıldırım düşmüyor çünkü.

    Gerçi onlara “mağara adamı”ndan ziyade “teknoloji karşıtı geçinen teknolojik web sitesi adamı” demek gerekir ama neyse.

  145. 1970ʼlerde dünyayı anlamama en yoğun yardım sağ edebiyatından geldi. Solda ciddi eleştiri ve bilgiler vardı ama sağ edebiyatına kıyasla ve özellikle nereye yolculuk ettiğimizi göstermede, hâlihazırda olmuş ʻdevrimlerʼ ve mevcut dünyayı yorumlama sınırları içinde kalıyordu. Sağ edebiyatı, yorum laklak ve şakşaklarını bir tarafa atarsan, dünyayı asıl değiştirenlerin diliydi. Ve şimdi de aynı. Bu site sağ/sol sentezi olduğundan bana aynı 1970ʼler gibi dünyanın nereye gittiğini göstermede çok yararlı oluyor. Gerçi çok daha güzel kaynaklar var ama bu site, çoğunluğu benim gördüğüm dünya gidişine tamamıyla katılmış olanlar. Bana eğlenme fırsatı veriyor. Neden ʻfırsatı veriyorʼ? Arada bir sınırlarımı aşmam halinde hatırlatma dışında, şahane ve eşsiz bir demokratik site. Başıma çok defa geldi ama son örneği vereyim. Berktayʼın ruh şeytanı 4 makalesinin daha ilk satırlarında temel varsayımlarını görüp hatırlatmak istedim ve kendi alanından örneklerle o varsayımların evrensel olmadıklarını 3-4 sayfa yazıyla “kanıtladım”. Yorum kutusuna yapıştırdığımda salt ilk 4-5 cümle hariç tümü kesildi. E-mail adreslerine gönderdim, kabul bile etmediler. Genel olarak da kabul edenler bile aynı bu site pişmiş kelleleri pişkinler gibi cevaba ʻtenezzülʼ bile etmezler. Ne var ki, bu ʻserbestiyetʼ dolandırıcılardan en az onlar kadar entelektüel siteler, serbestçiler ve bu site marksist-anarşist-sosyalist-burjuva demokrasistler aksine fikirlerimi çok hem de çok çok beğendiler. Dolandıcılık nerede acaba? That is the question? Veya her demokrasi gibi demokrasinin içi de dışı da dikendir hardır. Veya affet allahım ne olduklarını bile bilmiyorlar.
    Her neyse. Salt kes-yapıştırma değil eleştiri ve kalburdan geçirmeli son okuduğum bu site sentezi sağ/sol edebiyatından bir örnek:
    Amazon daha büyük olmaya hazırlanıyor. Günümüz Amazonʼu sonsuz büyük Yeni Amazon yanında sıfır kalacak. Son basın konferansında aşağıdaki kusulan iki cümlede geleceği gördüm.
    “İnternetin yükselişiyle birlikte, muazzam servet yarattık, ancak servet eşitsizliğine de katkıda bulunduk. Bu sefer AI’nın (Yapay Zekaʼnın) yükselişiyle birlikte HERKESİ YANIMIZA ALACAĞIMIZDAN emin olalım.ˮ
    [“With the rise of the internet, we’ve created tremendous wealth, but we also contributed to wealth inequality. Let’s make sure that this time, with the rise of AI, we take everyone along with us.”]
    Bu iki cümle sitede bana saldıranların, pişmiş kellelerin pişkinliğini ve alay edenlerin haklı olduğunu fazlasıyla onaylar. Ama benim de onları alaya aldığımı da açıklar. Benimle alay edenler halihazırda Amazonʼun YANINA ALDIKLARI sağ/sol. Mürit Ogürselʼin mantrası daha güzel ifade eder: ʻʻPara Çok; Alt Yapı Yok, Üst Yapı Yokˮ
    Müridi doktorun kes-yapıştırdığı H. Berktayʼın ʻʻRuhumuzdaki şeytanˮ 4 yazısı, Helal-(Erdoğan-et-kebap) Berk-tayʼın oyalama cambazlığı da bu site de bol bol rastladığım bir uykuda gezmeyi, sağ/sol sentezini ve site çoğunluğunun Ogürselʼin ʻʻPara Çok; Alt Yapı Yok, Üst Yapı Yokˮ ilahisini okuduğunu kanıtladı.
    Tamam da, tüm site mi? Hayır! Her yerde olduğu gibi hâlâ saraya saray diyenler var. Bir örnek daha iyi açıklar.
    Sanırım herkes unibomber Ted Kaczynskiʼyi tanır. Dahi olduğu için sosyal bilimlerde de diğer dahilerle beraber eğitim yaptı. Eğer aynı eğitimden geçmişse, diğer dahilerin neden aynı sonuçlara varmadığı soruldu.
    Ted Kaczynski : Evet, onlar da aynı şeyleri çok iyi biliyorlardı ama amaçları, hisleri başkaydı.
    Bu sitedeki adlarını gördüğüm bütün Marksist ve anarşistler solcu devrimcilik bürokratları, devrimciliği meslek edinmiş saray heveslileri. Diğerleri de ʻLaik Burjuva Demorasisiʼ isteyen gibi politika kültürü tüketicisi iyi vatandaşlar.
    Bunların utanmasızlığı sonsuz. Seç istediğin seks dolu şarkıcı dansçı milyoner feministi erkek-kızı, seç istediğin milyonlar kazanan futbolcuyu, seç istediğin pezevenk başkan veya başkan adaylarını ve Facebook, Twitter gibi ʻsosyal medyaʼ ticareti yapanların yardımıyla dünya çapında bir anket yapar. Kaç kişi baskıcılarla insan arasında ʻinterface- pezevenklik ʼ yapanları kaç kişi, akla gelen eşsiz insanlar arasından biri N. Hikmetʼi tanıyor.
    Bunların utanmasızlığı sonsuz. En azılı devrimcilere bile erişmede Facebook veya Google vaya Twitterʼde hesap açman şart koşuluyor. Ardından da bu pezevenkler ʻsosyal medyaʼnın anal-itik, politik, sosyalcik, ekonomik, tarihsel diyalektik, materyalist diyalektik, mantıksal diyalektik safra keselerini boşaltırlar.

  146. Ben Eskici’nin “dev” anarşizmi altında kalıp, binlerce lâf ile ve dinci katakullilerle, hakaret ediyor imdaaat… ajitasyonuyla siyaset yaptığını zanneden kişi, ya nı lı yor sun!

  147. İki “Allah Yok Din Yalan”

    Atatürk Yok Kemalizm Yalan

    Tayyip Yok İslamcılık Yalan

  148. genelde “sivilleşme” denen şey aldatıcı olabilir. Somut duruma bakarak değerlendirilmelidir bence.

  149. “Bu sitenin özü: IRKÇILIK. Bir tek Medeniyet insanları gerçek İnsan.”

    Yani bütün medenileri aşağılayıp bütün ilkelleri yüceltenlerinki gibi bir ÖZ mü?

  150. 134’e bir ek:

    Oralarda da yıldırım olabilir.

    Bunun için Thor’u çağırmak gerekir ama.

    Burada “Çoktanrıcı” olduğunu söyleyen biri varmış. Belki o tanıyorsa bir el atabilir.

  151. “Bu sitenin özü: IRKÇILIK. Bir tek Medeniyet insanları gerçek İnsan.”

    Yok öyle değil.

    Yani bunun adına olsa olsa KÜLTÜRcülük derler.

    Bir örnekle açıklamak gerekirse, ben şahsen arada bir tamtam dinlemeyi severim.

    Fakat çoğunlukla modern “müzik”i tercih ederim. Türk San’at “Musıkisi”ni bile değil, mesela. Tamtam veya “musıki” dinlemek de bir yere kadar idare ediyor çünkü.

    Ayrıca bunun IRKla, ırk üstünlüğü veya alçaklığı safsatalarıyla ne ilgisi var?

    Siyahların içinde hala sadece tamtam çalanı da var, başta ABD olmak üzere bütün dünyada fırtına gibi esen şarkıcılar da.

    Demek ki neymiş? Kültürün, medeniyetin, ilerlemenin, gericiliğin, solculuğun, sağcılığın ırkla mırkla, her önüne geleni IRKÇILIKla suçlamak ile bir ilgisi yokmuş.

  152. “İmkansız, küçük insanların ortaya attığı büyük bir kelimedir.”

    – Muhammed Ali

    Sayın Zileli, bence bu cümleyi de sitenize koysanız güzel olabilir.

    Biraz da küçüklü-büyüklü o meşhur lafınıza benzemiyor mu? “Küçük beyinler…” diye başlayan hani.

    Tamamı şu:

    “İmkansız, bu dünyayı değiştirebilecek gücü içlerinde keşfetmek yerine kendilerine sunulan dünyada yaşamayı daha kolay bulan, küçük insanların ortaya attığı büyük bir kelimedir. İmkansız bir gerçeklik değil, bir görüştür. İmkansız bir iddia değil, meydan okumaktır. İmkansız potansiyeldir. Geçicidir. İmkansız yoktur…”

  153. Gün bey

    Haluk Gerger’in şu kitaplarını okuduysanız, değerlendirmelerinizi yazar mısınız?

    Canavarın Ağzında (Cilt 1)
    ABD Komünist Partisi Tarihi 1919-1959
    Kuruluş ve Çocukluk Dönemi
    , Yordam Kitap

    https://www.kitapyurdu.com/kitap/canavarin-agzinda-cilt-1-amp-abd-komunist-partisi-tarihi-19191959/378080.html

    Bu kitap, dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesinde Komünist Partisi’nin kurulma ve gelişme sürecine odaklanıyor.

    Haluk Gerger, yıllarca süren zahmetli ve titiz bir araştırmanın sonucunda ulaştığı bilgi ve belgeleri inceliyor, eşine az rastlanır bir sadelikle sergileyip sonuçlar çıkarıyor.

    Emperyalizmin merkezinde, tam da canavarın ağzında, ABD Komünist Partisi’nin olağanüstü macerasını anlatan bu özgün eserde Türkiyeli okurun kendi hikâyesini de bulacağı, şaşkınlık ve heyecanla yüzleşeceği çok şey var.

    İllegal örgütlenme ve legal parti,
    Program ve strateji tartışmaları,
    İttifak politikaları,
    İç çekişmeler,
    Bölünmeler,
    İhanetler,
    Parti genel sekreterliğinden CIA elemanı olmaya kadar uzanan tuhaf savrulmalar,
    Bir gerilim romanını aratmayacak inanılmaz hikâyeler…

    Haluk Gerger’in akıl ve serüven dolu incelemesi, pratiğin teorisini yapmak, yenilginin diyalektiğini kavramak isteyenler için paha biçilmez bir kaynak.

    Canavarın Ağzında (Cilt 2)
    ABD Komünist Partisi Tarihi 1919-1959
    Çocukluk Hastalığından Ergenlik Krizlerine

    Buharin Gölgesinde ‘Sağ Sapma’
    Stalin Komutasında ‘Sınıfa Karşı Sınıf’
    Dimitrov’la ‘Halk Cephesi’
    , Yordam Kitap

    https://www.kitapyurdu.com/kitap/canavarin-agzinda-abd-komunist-partisi-tarihi-19191959-cilt-2/440128.html

    Emperyalizmin lider ülkesinin topraklarında, yani canavarın ağzında bir Komünist Parti hangi politikaları geliştirerek halka hitap edebilir, nasıl bir politik yol izleyerek komünist düşünceyi toplumda yaygınlaştırabilir?

    Haluk Gerger’in ABD Komünist Partisi’nin tarihini derinlemesine araştırdığı, neredeyse tüm belgeleri, Komintern arşivini, süreli yayınları ve konuyla ilgili çalışmaları ayrıntılı ve titiz bir şekilde inceleyerek oluşturduğu Canavarın Ağzında adlı kapsamlı yapıtı, bu kritik sorunun peşinde şimdi ikinci cildiyle buluşuyor okurlarla.

    Detaylı araştırmasını partinin çeşitli dönemlerinde yaşadığı serüvenlerle iç içe geliştiren Gerger’in kitabında, sadece sendikal çalışmalar, 1929 bunalımının yarattığı olanaklar, Komintern’in belirlediği yeni politikalara uygun dümen kırmalar vb. değil, entrikaları, saflaşmaları, hesaplaşma ve ihraçlarıyla bütün bir tarih var.

    Haluk Gerger, partinin ‘kuruluş ve çocukluk dönemi’ni anlattığı ilk cildin ardından, ‘çocukluk hastalığından ergenlik krizlerine’ yaşadığı gelişime odaklandığı ikinci cildin ilk kısmında, Buharin’le Stalin arasındaki gerilimin ABD’ye yansımalarına ve ‘sağ sapma’ tartışmalarına bakıyor, Amerikan kapitalizminin biricik özellikleri var mıdır diye araştırıyor.

    İkinci kısmı, 1929 büyük bunalımına, sendikal çalışmalara, Stalin’in ‘sınıfa karşı sınıf’ siyasetinin yansımalarına, ‘sosyal faşizm’ tartışmalarına, parti kadrolarının siyah hareketiyle buluşmasına, kitleselleşme çabalarına, tıkanma ve sorunlara ayıran Gerger, üçüncü kısımda da ‘Halk Cephesi’nin Amerikan versiyonu olarak ‘Demokratik Cephe’ye odaklanıyor.

    Amerikan Komünist Partisi’nin serüven dolu tarihini anlatan Canavarın Ağzında, sadece ABD’nin değil tüm dünya komünist partilerinin yaşadığı deneyimlere ve karşılaştığı açmazlara dair eşsiz bir kaynak!

    Canavarın Ağzında (Cilt 3)
    ABD Komünist Partisi Tarihi 1919-1959
    Çürüme ve Çözülüş
    , Yordam Kitap

    https://www.kitapyurdu.com/kitap/canavarin-agzinda-amp-abd-komunist-partisi-tarihi-cilt-iii/483300.html

    Haluk Gerger’in, emperyalizmin merkezinde, yani tam da canavarın ağzında ABD Komünist Partisi’nin 40 yıllık olağanüstü macerasını anlatan özgün ve kapsamlı eseri üçüncü kitabıyla birlikte tamamlanıyor.

    ABD Komünist Partisi tarihi anlatısı, bu kitapta, yıkıma sürüklenişin hikâyesine, ‘çürümenin farklı hallerine’ odaklanıyor. Komünist Parti tarihi olduğu kadar kapitalizmle mücadelenin tarihi, bir o kadar ‘Üçüncü Enternasyonal’in ve ideolojik tartışmaların tarihi olan bu anlatı, yenilginin nesnel nedenlerini bilimsel sosyalizmin ışığında arıyor.

    Daha önce büyük bunalımın ve ‘cephe faaliyetleri’nin verdiği moralle güçlenen Komünist Parti, İkinci Dünya Savaşı, Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldırısı, ABD’nin savaşa katılması, peşinden Soğuk Savaş, Stalin’e dönük ‘algı’nın değişmesi, Kore Savaşı vb. tarihsel olayların yaşandığı dönemde tasfiye sürecine girecek ve önce partiden derneğe gerileyecek, ardından yeraltına inerek yok olacaktır.

    Bu sürecin analizini yine tarihî belge ve kişilerin tanıklığında yapıyor Haluk Gerger. Yıllarca içeride ve dışarıda yargılanmaktan kurtulamamış kahramanları, tartışmaları, eylemleri şimdi okurun yargısına teslim ediyor; adalet için. Ancak burada adalet, gelecek için ders çıkarmak demek.

    Zira Gerger’in de belirttiği gibi, ‘Öğrenmek, sorgulamak, eleştirmek, yenilgiden dersler çıkartarak kazanmaya yeni baştan koyulmak için gereklidir…’

  154. 127, 128, 129, 134,136: Hepsi Aynı, Kabızlık Salgını Var
    ÇOCUĞUMUZ OLMADI AMA ÇOCUKLARLA UĞRAŞMAK GERÇEKTEN ZORMUŞ. HELE 5 ÇOCUKLA!
    127 DON KİŞ(NİŞ)OT “KOLAY GÜNLER.”i Anlamamış
    Kabızlılık, pislik dolu olduğun halde, ne kadar zorlarsan zorla çıkmaması hali. Buna da neden, emarlara göre, bu pisliklere dayanamayan bağırsağının (ikinci beyninin), kafandaki beyninin ve bağırsak kaslarının beraber çalışmaması, “Kapitalizm” pisliğine karşı grev yapmaları. Kıç bilim adamlarına göre zor olmasının nedeni de “Kolay günler.”deki gizli anlamındaydı, anlamamışsın: kolay giren zor çıkar! Çiğnemeden bile kolayca yuttuğun “Kapitalizmˮ pisliği doğal ki çok zor çıkıyor. Haydi yine “Kolay günler.”
    Ben pek psikoanaliz bilmem hatta sevmem ama bildiğim kadarı aklıma iki açıklama daha getirdi.
    Freudʼa göre gülme, boşanma, harcama rahatlık getirir. Tutma, sıkı kıç olma, biriktirmeyi kabızlık olarak tanımlar. Freudʼa göre bankalar, bok dolu helalardır. Sen çok “Kapitalizmˮ yemişsin, bankalar gibi birikmişler.
    İkincisi de dil sürçmen: Kabızlığına karşı yediğin KİŞ(niş) OTu ve hemen ardından DONunu indirmen ʻDon Kişotʼ serbest çağrışımı yapman.
    ***
    ʻ128 KAPİTALİZMİN..ʼ KABIZLIĞI
    Sen kabızlığını anlamada gerekli ve önemli bir bilgiden mahrumsun: alışkanlık. Dünya çocuklar için oyuncak, yetişkenler için meta ve daha da inatçı olan Kapital biriktirmek. Bağırsakların hâlâ çocukluğundaki alışkanlık içinde, sen büyümüşsün, meta, Kapital yemiş durmuşsun. Eğer sen o ünlü doktorsan bilirsindir, bağırsaklar ikinci beyindir. Çocukluğuna alışan bağırsakların bu pislikleri yanlış yorumlayıp asıl beynininin konuşma & yazma & anlama falan filan alanına gönderiyor. Sen de kendini bu pislikleri yazıya çevirmekle kabızlığını telafi ediyorsun. Çok daha inatçı kabızlık daha uzun vadeli sorunlarına işaret ediyor olabilir. Dikkatli ol! Kapitalizmʼin sonu gelmeyebilir ama sen bu arada çok biriktirip az çıkardığından patlarsın, senin sonun gelir.
    ***
    ʻ129 TEFERRUATLARʼ = TEFERRUAT
    Peki “teferruat”ları olmayan birileri var mıdır acaba? Var, var ama senin teferruat dolu beyninde yer kalmamış ki.
    Basit bir örnek. Sen ʻdolu = boşʼun doğru olduğunun ispatısın. Biraz mantık teferruatı bilen bilir ki, eğer ʻdolu = boşʼ doğru ise, beyninin hem dolu hem boş olduğu da dahil, her ileri sürülen öneri hem doğru hem yanlıştır.
    ʻ129 Teferruatlarʼın beyninin ʻdolu = boşʼ olduğunu kısa bir ispatı.
    Peki “teferruat”ları olmayan birileri var mıdır acaba? Var, var ama senin teferruat dolu beyninde yer kalmamış ki.
    Basit bir örnek. Sen ʻdolu = boşʼun doğru olduğunun ispatısın. Biraz mantık teferruatı bilen bilir ki, eğer ʻdolu = boşʼ doğru ise, beyninin hem dolu hem boş olduğu da dahil, her ileri sürülen öneri hem doğru hem yanlıştır.
    ʻ129 Teferruatlarʼın beyninin ʻdolu = boşʼ olduğunu kısa bir ispatı.
    ʻʻBirileri için dünyadaki tek ciddi sorun ilerlemenin ve medeniyetin bütün kötülüklerin anası olması ve hatta bundan başka bir kötülük olmamasıdır. (Dünyada ilerleme ve medeniyet dışında ne varsa tamamen iyi çünkü.)ˮ ve ʻʻGerisi teferruattır.ʼʼ
    Medeniyet öncesi insanlar ateş kullandılar, alet yaptılar, hatta ateş sayesinde dil geliştirerek İLERLEMEDE ve MEDENİYETİN DOĞUŞ ve İLERLEMESİNDE devasa bir rol oynadılar.
    Salt bu allahın en bilgisiz karalar karası ve bu sitede sayısız cahillerine gülüp geçmek için sözünü edeceğim bir teferruat.
    Ölülerini gömerek daha sonra bilimde, felsefede, dini inanışlarda trilyonlar ton mürekkep döktüren madde/ruh soytarılıklarını başımıza bela etmekle büyük bir bok yediler. Bu affedilir de, bu hödük gibi anlamadan konuşan gevezeleri de başımıza bela ettikleri. Yani medeniyet dışı, bu salaklar salağının sandığı kadar iyi değil ama kendinin beyninin hem boş hem dolu olduğu çok doğru. Zavallı bok çukuru alimi bir bok anlamamışsın. Medeniyetʼin en büyük kötülüğü bu salt tüketicilik için gerekli artık ürün atıklarını, insana insan olduğuna utandıran ama sonsuz cahilliğiyle hindi gibi kabaranlar sayısını hızla ve üssel arttırması.
    ***
    ʻ134 DOĞA GÜZELDİRʼ HAYIR, HEM DE SENİN GİBİ ÇİRKİN
    Doğa canlı yarattı. GÜZEL
    Doğa ölüm yarattı. ʻ134 Doğa güzeldirʼ gibi ÇIRKİN

    Ama ölüm olmasa hayat olmaz.
    O halde, DOĞA HEM GÜZEL HEM ʻ134 Doğa güzeldirʼ gibi ÇIRKİN
    ***
    ʻ136 ESKİCİʼ: DOĞA-HAYVAN SEVİCİ
    Dırdırlarında çok haklısın. Sitede birkaç kişi hariç hepiniz parti içi ve dışı ʻajitasyonʼ, ʻsiyasetʼ, ʻdinciʼ parolalarla konuşan robotlar olduğunuzu çoktan biliyorum, ama sen daha henüz benim senin gibilerle alay etmeyi çok sevdiğimi bilmiyorsun, uzattığım yemi hemen yutuyorsun. Senin yaptığın, parti siyaseti yapanlar arasında çok yaygın otomatizm
    Bak senin ne kadar kaz olduğunu göstereyip seni ajitasyon edeyim, belki canlanırsın, hatta ilhamlar gelir, seni paçavraya çeviren partinle ilişkilerini kesersin.
    Küstüm, küstüm, bana neler vaat ettiniz, inandım, koyun gibi peşinize düştüm, meğersem dünya bir yalan dünyaymış.
    Hepinizin siyasetini , ufkunuzu da artık hiç önemsemiyorum.
    Hepinizin felsefesini, ufkunuzu da artık hiç önemsemiyorum.
    Hepinizin bilimini, ufkunuzu da artık hiç önemsemiyorum.
    Hepinizin parti dırdırınızı, ufkunuzu da artık hiç önemsemiyorum.
    Hepinizin bana attığınız kazıkları, ufkunuzu da artık hiç önemsemiyorum.
    Hepinizin beni pompalamanızı, ufkunuzu da artık hiç önemsemiyorum.

    Bak şu eski devrimci şimdi mistik kendini Dev sanıp kuyruğunu kovalayan dervişe !

  155. Bir fıkra, bu tartışmadan yoksun, katıldım / katılmadım, beğendim / beğenmedim ve kestim-yapıştırdım televizyon seyircilerinden oluşan siteyi güzel canlandırır. Bir koyun ʻcahilimʼdiye meler, diğer koyunlar meleyen koyunun hislerini paylaşırlar.
    Şaka bir yana, insan tarihi, senin veya M. Aliʼnin doğruluğunun kanıtı. İnsan, olan ve olmayanın yaratığı, sonucu. Çok cahil olduğun belli ama uçağı düşün yeter. Ne var ki, bu her senin gibi cahilin bile göreceği kadar basit olanı enayilere başkalarından üstün olma alçaklığı ambalajına sarıp köküne kadar yutturdular. Daha da kötüsü var. Dediğin ve azılı anarşist Zileliʼnin dediği sizleri tiksinidereceğine seve seve emdiğiniz emzik olmuş. Ne yazık, kendini devrimci solcu diye tanıtıp eşitlik ilahileri okuyanların bu alçaklığını benden başka gören yok. Sana ev ödevi: Neden?
    Git bu alçaklıkları üreten Özgür Üniversiteʼye ve sor : Neden o görüyor, biz görmüyoruz?
    Neden maddi yoksulluk ve maddi zenginlik düzenin suçu da, sizler gibi cahillik ve taptığınız bilgi zanginleri bilgeler düzenin suçu değil? Pezevenkler ne saklıyorlar veya benim gibi göremiyorlar? Benim bildiği insanlık tarihinde ve bütün ölçü düzeltmeler, ormandaki bir çıplaktan dünya çapında ünlü Zileliʼnin kim olduğunu bilmesi abes ve anlamsız, yapıldıktan sonra senin bilgin 0 ile 10 000 arasında sıfıra yakın. Değilse, sana meydan okuyorum, göster bakalım meslek bilgilerin dışında ne biliyorsun ?
    Bu sapıklığın en son, okullara şükür, en şiddetli ve yaygın tenasühünü görmek istiyorsan Kapitalist-Burjuva doğuş, gelişme ve boşalma devri olan 19. yüzyılına kadar tarihini okumalısın.
    Ama bu siteye yakışır bir ihtimal daha var. Yoldaşlarına sığınıp bana kısaca ve kibarca hakaret etmek.

  156. Çoktan beri uygulanan çocuklaştırmayı duymamışsın, eğlence ve kültür tüketicilik endüstrisinden habersizsin. Ağzında emzik, önünde televizyon. Site %99,99ʼunun mükemmel temsilcisisin.
    Sana ilk tavsiyem, iki ünlü Distopya örneği Orwell’in 1984 ve Huxley’in Cesur Yeni Dünya kitapları. Kendini ve site %99,99ʼunu göreceksin. Boş ver demokrasi, fikir özgürlüğü ve hoşgörücü olmayanı satan solcu devrimci marksist anarşistleri; dost acı konuşur.
    Sen bu parlak fikirlerinle geçmişteki ırkçılara ve şimdi gittikçe artan ırkçı politikacılara şahane bir yaltakçı akıl hocası olurdun! Heyhat, kafan çalışmıyor, bilginin tümü pazarda ʻseç al, beğen alʼ. Irkçı poitikacılar da, bu sitedekiler de senin gibi ʻseç al, beğen alʼ pazarında doğmuş büyümüşler. Onun için ırkçılığı doğuştan getirdiğinize inanıyorum. Her neyse, çok cahil ama samimi olduğunu varsayacağım.
    Irkçılık, tarihte büyük kıyım ve gaddarlıklara neden oldu. Her defasında, kültürün bir parçasıydı: diğer kültürlerin aşağılığına inanç temeline dayanarak geliştirilen bir ideolojiye katılma idi. Kaynağında bazı ilginç ayrıntılar olsa da esas olarak biyolojik (evrim falan filan) anlamda ifade edildi. Şu an önümde güneşin enerji kaybıyla yer çekimi azalma korkusunu dile getiren Nasaʼdan BMʼlere bir rapor var. Dünyayı derin buz kaplayacak ve yeraltında çok derinlere kaçmak gerekecek. Bilime göre, oralarda aynı şimdi gibi yaşanabilir ama insan sayısı yüz binle bir milyon arası olmalı. Raporı yazanlar, senin gibi eğlenceden bunamış cahil olmadığından, biyolojik anlamda en üstün insanların seçilmesini tavsiye ediyor. Sen eğlence ararken Dr. Strangelove (1964) diye bir filime hiç rastlamadın mı? Tabii, gen kes-yapıştır endüstrisi, senin gibi duyup ağzı sulananlara, soğuk kıyamet gününde sırat köprüsü yeraltı tüneline girme ümidi emzikleri dağıtmakta.
    Peki, gerçekten ibiş olduğunu nasıl bildim?
    İlkellerin kendilerine verdikleri isim : İnsan. Bak şu kültürün ırkçılığına.
    Dış ülkeler de senin gibi ırkçılığın ne olduğunu bilmeyen çocuklaştırılmış sarışınlarla dalga geçmem: ʻʻTürk köylüleri sonsuz ırkçı, aman uzak durun.ˮ Irkçı köylü ʻSarışın, Türkçe bilmiyorʼ demez; ʻkonuşmasını bilmiyorʼ der. ˮ
    Senin kadar cahil olmak için tek yol okula gitmek. Onu yaptığın nasıl belli.

  157. “Bu sitenin özü: IRKÇILIK. Bir tek Medeniyet insanları gerçek İnsan.”
    Yani bütün medenileri aşağılayıp bütün ilkelleri yüceltenlerinki gibi bir ÖZ mü?
    Hakılısın. Ama ne anlamda haklısın? Bu sitenin özünü ifade etmede:
    1. Sitenin tıpkı %99,99ʼu arasındasın,
    2. Gocunan şapşal iyice şapşallaşıyor,
    3. Aceleye getirip cahilliğini utanmadan sergiliyor.
    Gerçi şimdi de senin gibileri peşlerine takan çok var ama en ünlü ırkçı Hitlerʼi misal alalım. Hitler salt Ayrancıları insan saydı. Güce tapan Marksist ve anarşist devrimci ırkçıların es geçtiği çok önemli bir ayrıntı: Almanya, ırkçılığını en fazla rastlanan salt komşusunu küçümseme ile yetinseydi, komşusu da aynı hissettiğinden hoca fıkraları, atasözleri olurdu. Üstelik komşular arası yardım, bütün iyi kalpli kapitalist ve komünist yardımlardan sonsuz daha çok ve etkili. Almanya, kapital, bilim-teknoloji ve endüstrisi ile komşularını küçük gördü! Bu köpekleri ve bu ideolojiye katılan sizler gibi ırkçılar olmasaydı fare osursa daha fazla gürültü ederdi. Irkçılık, senin gibi beyinsizlerin sözlükteki anlamıyla kısıtlı bir kavram değil.
    Irkçı Avrupalılar da, salt kendilerinin insan olduğu inanışıyla, kolonize ettikleri yerlerdeki yerlileri insan saymadılar. Güç farkından dolayı milyonlar Erdoğanʼın öbür dünya Allahına, sizin bu dünya Allahınız Doğaʼya kavuştular. Coğrafi sömürü ekonomik sömürüye geçince, sarışınlar, yerel ortaklar buldu ve açık ırkçılıklarını bikinilerle örttüler, tıpkı siz ve Marksist-anarşist amcalarınız gibi.
    Sizin ırkçılığa karşı olduğunun en şahane ifadesini Avrupaʼda sizin gibi büyük beyinli bir Türk söyledi : ʻʻBana bizde elektrik var mı, buzdolabı var mı, doktor var mı, hastane var mı soruyorlar. Ulan sanki biz Afrikaʼdan geldik!ˮ
    ʻʻPipsqueak, ırkçılık gazabına uğrayan mağdurların başına gelenlerin, Medeniyetʼin içyapısında (istersen tarihinde de) türettiği bir dünya görüşünden doğan, eşitsizlik ve güç farklarının bir ifadesi olan ırkçılığın neden olduğunu ve bu sitedekilerin de bu görüşü paylaştığını ileri sürüyor. O halde mağdurları yüceltiyor.ʼʼ
    Ama çok iyi biliyorum, Allah bile, siz ʻiyi kalpliʼ orta sınıf hafta sonu sağcı/solcu devrimcilerin ırkçılığınıza ikna edemez. Haklı olarak reddedersiniz ama…
    Salt nicelikler ölçülebilir ve kullanılmasında birlik sağlanan bir kıstasla hiyerarşik bir sıraya koyulabilir. Buna bilgi birikimi de dahil. Aynı şey nitelikler için yapılamaz. Hatta senin dediğin (yücelik falan filan) bile bunun içine girer ama çok salak olduğundan ben gördüm sen görmedin. Ne var ki, bu sitedekiler ırkçı ve hiyerarşi müminleri olduğundan, farkında bile olmadan, nitelik farklarını hemen nicelik farklara çevirirler. Çok haklılar da, yukarıda Alman endüstri gücünü onun için hatırlattım. Tabii, en vahimi kapitalist, komünist, anarşist, Erdoğan, seçim, Temiztaş gibi rahatlatıcı dırdırlar ve Medeniyet öncesi insanların sayısız niteliklerini bilmemek. Sizde ne onur ne de gurur kalmış! Kıçına girdiğiniz Medeniyetʼin en son tenasühü Batı temsilcileri hiyerarşi görüşleriyle Türklerin Medeniyet gelişmesinde katkısı olmadığını açık açık söyleseler de kıçlarında çıkmıyorsunuz. Hatta tarihçiler Türklerin İslam Medeniyetʼinin gelişmesini kösteklediğini açıkça ifade ederler. Ben katılıyorum veya katılmıyorum demiyorum, salt sizlerin iki utanmaz yüzlülüğünüze işaret ediyorum.
    Sor o eski Stalinist Büyük Bolşevik Devrimi uzman yüksek mühendis Zileliʼye: ʻʻBolşeviklerin, devrimin başarılı olma ümidi ile Alman endüstriyel gücünün imdatlarına yetişme ümidi arasındaki ilişki ne idi Gün Abi?ˮ Pişmiş kelle pişkinliği yapacağından eminim.

  158. Rusya, Çin ve küçük taklitçileri, ABD, Avrupa, Türkiye komünist ve hatta bu site anarşistlerini anlamak için Zamyatin fazlasıyla kafi ama anlayana.
    ʻʻÇalışmaları Sovyetler Birliği Komünist Partisiʼne karşı gittikçe daha hicivsel ve eleştiriselleşti. İktidara gelmeden önce desteklemesine rağmen, yavaş yavaş politikalarına, özellikle sanat sansürüne katılmaz oldu. 1921 tarihinde yazdığı bir makale: “Korkarım, gerçek edebiyat, yalnızca çalışkan ve güvenilir görevliler tarafından değil, DELİLER, İNZİVAYA ÇEKİLMİŞLER, SAPKINLAR, HAYALPERESTLER, İSYANCILAR VE ŞÜPHECİLER tarafından yaratıldığı zaman olabilir.” Bu tavrı, 1920ʼlerde ilerledikçe konumunu giderek zorlaştırdı.ˮ
    [1921ʼde Zamyatin: His works became increasingly satirical and critical toward the CPSU. Although he supported them before they came to power he slowly came to disagree more and more with their policies, particularly those regarding censorship of the arts. In his 1921 essay “I Am Afraid,” Zamyatin wrote: “True literature can exist only when it is created, not by diligent and reliable officials, but by madmen, hermits, heretics, dreamers, rebels and skeptics.” This attitude made his position increasingly difficult as the 1920s wore on.]
    Şair W. B. Yeats 1919 ʼ şiirinde benzerini yazdı:
    En iyiler de inanç yokken,
    En kötüler yoğun tutkular dolu.
    [ʻʻThe best lack all conviction, while the worst
    Are full of passionate intensity.ˮ]
    1990ʼlara kadar marksist-leninist-maoist-perinçekist, SONRA anarşist, SONRA ʻʻşimdi gerçekçi olalım, seçimde Temiztaşʼa oy verelim, SONRA anarşist rüyalara döneriz!ˮ der. 1990ʼlara kadar gerçekçi Bolşevik ninnilerine uyudu, SONRA anarşist oldu, SONRA Temiztaşçı oldu, Temiztaş kazanmadı, SONRA anarşist rüyalarına geri döndü. Politikayı bakkal tabelasından öğrenmiş: Bu gün nakit yarın (SONRA), veresiye. Binlerce dah örnek var. Bunlar neden bu sitede şimdiki yalanların peşine düşenleri uyandırmada kullanılmıyor acaba? Yoksa aynı yalanlar başka türlü mü söyleniyor? Yoksa, bu bir çeşit kişisel terapi mi? Kim akıl hastanesine gitmeli?

  159. ‘Size de kolay gelsin. ‘Kapitalizm’ adlı yeldeğirmeni ile savaşınızda yani.’

    Kapitalizm, ‘yel değirmeni’ değildir. Bu, sizin üfürmenizdir.

    ‘Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun X’tir.

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun Y’dir.

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun Z’dir.

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun A’dır.

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun B’dir.

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun C’dir.

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun D’dir.

    Gerisi teferruattır.

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun (…)dır.

    Gerisi teferruattır.

    (…)
    (…)
    (…)
    (…)
    (…)

    Birileri için dünyadaki tek ciddi sorun sevdikleri kadındır. (Sevdikleri kadınlar da böyle düşünmelerini isterler çünkü.)

    Gerisi teferruattır.’

    Yine, çeşitli oksimoron karşılaştırmalarınızı dökmüşsünüz, en sonuna da çektiğiniz ‘aşk acısı’nı eklemişsiniz. Çektiğiniz ‘aşk acısı’nı da bu siteye akıtmaktan vazgeçiniz artık.

    ‘Toplumsal devrimciler bu sitede tartışa tartışa kapitalizmin sonunu getirecekler!’

    ‘Toplumsal devrimciler’ lagalugası ile birşeyler söylediğinizi zannediyorsunuz. Siz, hâlâ, politbüro fantezileri içinde yaşayan komünistlerin (özellikle ‘Stalinist’ fraksiyonun) üfürmelerini dikkate alıp, sonra sayın Zileli’nin sitesine gelip, zevzeklik çuvalınızda biriktirdiklerinizi döküyorsunuz. Yazık.

    ‘Hem de çok yakında! Şunun şurasında Ekim ayına ne kaldı ki?’

    Kapitalizme karşı mücadelenin; akşamdan sabaha, bugünden yarına, ‘Ekim’den Mekim’e’, ‘hemen’, ‘çabucak’ nihayete erMEyeceği yukarıdaki metinlerde defalarca açıklandı. (Bkz. ‘Sömürenler – Sömürülenler’, 10 Haziran 2019)

    ‘Siz onu boşverin, asıl kapitalizm dünyanın sonunu getirecek!’ şeklindeki itirazları da unutmayalım bu arada.

    Siz, isterseniz, unutmayabilirsiniz. ‘Yel değirmeni’ zannettiğiniz kapitalizm kafanıza düştüğünde, belki anlarsınız. Konuyu uzatmamak adına, en yakın tarihlerden biri olan 13 Mayıs 2014 SOMA maden cinayeti, size, defalarca hatırlatıldı.

    ‘Sanki Firavunlar veya Romalılar devrinden beri benzer kıyamet tellallıklarını duymaya alışkın değilmişiz gibi.’

    Sanki, X veya Y (…)
    Sanki, A veya B (…)
    Sanki, C veya D (…)
    Sanki, E veya F (…)

    Yine, zevzekliğinizden örnekler.

    ‘Sakın ha ‘o zamanki kıyamet tellalları cahil ve hurafeci kahinlerdi, şimdi ise bilim ilerlediğinden doğruyu söyleyen bilimadamları’ demeyin aman! İlerleme karşıtı arkadaşınızdan küfürü yersiniz sonra!’

    Sayın Pipsqueak’in ‘ilerleme’yi eleştiren yazılarından hoşlanmıyorsanız, sayın Zileli’nin de ‘ilerleme’yi eleştiren yazıları var bu sitede (okuma çabanızı rahatlatacaksa; sayın Zileli’nin üslubu daha makûl). Eğer ‘zahmet olmazsa’, eğer ‘lüzum görürseniz’; sayın Zileli’nin ‘ilerleme’yi eleştiren yazılarını okumayı deneyebilirsiniz.

  160. “Çok cahil olduğun belli”

    Çok doğru söylemişsiniz.

    Yalnız, dalgınlıktan olsa gerek, bunu aynaya değil de bu sitedekilere bakarken söylemişsiniz.

    E bu kadarı normal tabii. Herkes dalgın olabilir bazen.

  161. ~ Fr/İng masturbation istimna, elle doyuma ulaşma ~ Lat masturbatio a.a. < Lat masturbare istimna etmek +tion ß? Lat mas, mar- erkeklik +? Lat turbare karıştırmak, topaç gibi çevirerek oynamak → maço, türbin
    Tarihte En Eski Kaynak
    [ m (1958) : Masturbasyon, onanizm gibi adlar alan istimna, kendi kendini tatmin demektir. ]

  162. Bazı kişilere sorulması gereken soru:

    Yaptığınız şey nedir?

    Bir fikir tartışmasına katılmak mı?

    “Ben ne dersem haklıyım, benim dışımdaki herkes ne derse yanlıştır” cümlesini sayısız farklı şekilde yazmak mı?

  163. Medeniyet kötü ilkellik iyi.

    Nokta.

    O kadar.

  164. “Bireysel silahlanmaya hayır!” dedikleri halde silahları olan – pardon “Medeniyete ve teknolojiye hayır!” dedikleri halde medeniyeti ve teknolojiyi kullanan kişiler neden medeniyetsiz ve teknolojisiz bir hayat yaşamıyorlar?

    Neden cevap veremiyorlar?

    Dillerini mi yuttular yoksa?

    Keşke yutsalar. Biraz kafa dinlerdik.

  165. Çok güzel yeni bir sesli elektronik oyuncak üretildi.

    Ona herhangi bir şey söylüyorsunuz, inanılmaz sayıda çeşitli küfürler çıkarıyor.

    Üstelik pili de asla tükenmediğinden şarj etmenize de gerek yok!

    Oynamaktan asla bıkmayacağınız en güzel oyuncak sonunda üretildi!

    O öfkeden kudururken onunla oynayıp eğlenmeniz için tasarlandı!

  166. Haydi AKP’ye oy vermiş olan Soma – ve Türkiye – işçi sınıfı!

    Oy verdiğiniz kapitalistleri devirmeye!

    Devrimci öncüye ihtiyacınız yok sizin.

    Devrimi çok özledik.

    Kavuşturun bizi onunla hadi!

    “Haydi kızlar okula!” değil.

    Haydi işçiler devrime!

  167. Türk’ün kapitalizm ile deşarjı – Serdar Kaya

    Türkiye’deki yaygın kapitalizm karşıtlığı, siyaseten hem rahat hem de risksiz bir pozisyona karşılık geliyor. Bu pozisyon, “tüketim çılgınlığı”ndan asgari ücrete, Avrupa Birliği’nden Arap Baharı’na kadar hemen herşeyin nedenini ve “içyüzü”nü kapitalizm ile açıklıyor. Bu açıklamalar, kapitalizmin kötücüllüğünü ve acımasızlığını vurgulayan bir söylemde ifade buluyor. Bu söylemi sahiplenmek de, kötü olana karşı duran kişiyi otomatikman iyi ve ahlaklı bir konuma oturtuyor.

    Bu yaklaşım, terk edilmesi epey zor bir kafa konforu da sunuyor. Zira tasvir edilen dünyada neyin niçin yaşandığı, kimin iyi kimin kötü olduğu son derece açık. Alternatif açıklamalara çok fazla yer yok. Hatta herşey o denli aşikâr ki, ne olup bittiğini görememek ancak kötü niyetli olmakla mümkün!

    Bu noktada, tek bir şeyle herşeyi açıklamaya kalkan böylesine basit bir kurgunun nasıl olup da her durumda kafa konforunu temin edebildiği sorusu öne çıkıyor –ki bu sorunun cevabı aslında kendi içinde gizli. Şöyle ki, herşeyi, karşı olunan kötücül güç (ya da, o gücün gizli emelleri) ile açıklamak, dile getirilen argümanları yanlışlanamaz (ve dolayısıyla da, bilim dışı) kılıyor. Zira, bilimsel metodun en temel sorularından biri olan, “Yanılıyor olsak, bunu nasıl anlardık” sorusuna bir cevap alabilmek burada mümkün değil.

    Bir örnekle izah etmek gerekirse, Demokratik Barış Teorisi, demokrasilerin birbirleri ile savaşma ihtimalinin daha düşük olduğu argümanına dayanır. Bu teori, yanlışlanabilir bir teoridir ve dolayısıyla da bilimseldir. Çünkü, tarafların her ikisinin de demokrasi olduğu her savaş vakası, teoriyi yanlışlayabilir.

    Yaygın antikapitalist söylem ise, her siyasi gelişmenin “emperyalist güçler”in inisiyatifinde olduğu söylemekte bir mahsur görmeyebiliyor. Örneğin, bu söylem, Batı ülkelerinin Libya’da yaşanan katliama müdahale etmemesini, “çıkarlarının öyle gerektirmemesi” ile açıklamış ve bu ülkeleri (onlara atfedilen kötücüllükle uyumlu olacak şekilde) katliama seyirci kalmakla suçlamıştı. Ancak, aynı söylem, NATO’nun Libya’ya müdahalesinin hemen sonrasında, asıl niyetin Libya’nın doğal kaynaklarını sömürmek olduğunu iddia etmekte bir sorun görmemişti.

    Dikkat edilecek olursa, yapacağımız hiçbir gözlemin, inceleyeceğimiz hiçbir vakanın ya da yaşayacağımız hiçbir yeni gelişmenin, böyle bir yaklaşımı çürütebilmesi mümkün değildir. Çünkü, Kaddafi’ye müdahale edilmesini de, edilmemesini de emperyalizm ile açıklayan bir yaklaşımın, “Yanılıyor olsak, bunu nasıl anlardık” sorusuna verebileceği (objektif kriterlere dayanan) hiçbir cevap yoktur. Dolayısıyla, sadece rahat ve risksiz bir siyasi pozisyonla değil, aynı zamanda bu pozisyonun ifade bulduğu söylem üzerinden yapılan sahte bir entelektüellikle karşı karşıyayız.

    Sadece muhalefet

    Antikapitalist söylem, her eleştirisinin merkezine oturttuğu kapitalizmi çoğu zaman tanımlama zahmetine dahi girmiyor. Karşı çıkılan tam olarak nedir? Serbest piyasa mı? Mülkiyet hakkı mı? “Tüketim çılgınlığı” mı? Emek sömürüsü mü? Güçlü devletlerin uygulamaları mı?

    Bu soruyu “Hepsi” ya da “Hiçbiri” şeklinde cevaplandırmak mümkün. Çünkü, yaygın söylem, bilgiden ziyade tepkiyle şekilleniyor ve spesifik ya da tutarlı olmak gibi kaygılara sahip değil. Bu durumun doğurduğu üç belirgin sonuç var: (1) Kapitalizm karşıtlığı, içeriği konuya ve duruma göre değişen bir muhalefet söyleminde ifade buluyor. (2) Bu tepki bazlı söylem sadece eleştiriye ve muhalefete odaklandığından neredeyse hiçbir alternatif sunmuyor, ve (3) insanları özeleştiriden uzaklaştırarak yanı başlarındaki asıl problemleri göremez hale getiriyor.

    Bütün bunlar, kapitalizmin zihinlerde bir imgeye dönüştüğünü ve belli bir psikolojik ihtiyacı gidermekte olduğunu da ima ediyor. Kötücüllüğe karşılık gelen bu imge, kişisel bazda, insanların hayatlarında yanlış giden hemen herşey için suçlayabilecekleri bir günah keçisi işlevi görüyor. Aynı imge, kitlesel anlamda ise, ülkenin gerikalmışlığının ve Batı karşısındaki yenilmişliğinin sorumlusu olarak her daim taşlanan bir şeytan durumunda.

    Sonsöz

    Böyle bir söylemin Türkiye’de solcusundan Kemalist’ine, İslamcısından milliyetçisine ilgili ilgisiz her kesim tarafından bu kadar kolaylıkla sahiplenilebilmesinin nedenlerini biraz da burada aramak gerekli. Zira Türkiye toplumunun psikolojisi, birkaç asırdır büyük bir yenilmişlik hissi ve bu hissin doğurduğu aşağılık kompleksi ile malul. Bu rahatsızlık, özellikle belli konularda ciddi bir agresiflik doğuruyor. Kapitalizm ise, (diğer bazı kavramlarla birlikte) bu agresifliğin doğurduğu tepkinin yöneldiği bir imgeden ibaret.

  168. Lütfen yanlış anşlamayın, yazınızı sevdim.
    Yanlış olabilme kıstası korkarım (insan) toplumsal bilimlerinde geçerli değil. Daha da kötüsü bu son cümle bilimsel ispat edilemez. Hatta doğa bilimlerinde bile yanlış olduğuna inanılan bir teori sonradan canlanabilir (bakın Feyerabend). Kendim önümde okuduğum bir makaleden örnek vereyim. Epigenetiğin gelişmesiyle Darwin değil Lamarckʼın daha doğru olduğu ihtiamli gittikçe güçlenmekte. O da yetmez gibi evrenin en güvenilir ilkesi olan entropi artışı bile yumuşayabilir ve hatta enfermasyonun enerji yaratması veya vücutta minnacık ʻmotorlarınʼ sürekli kaosu düzen soktuklarından şüphe edilir olmaya başladı.
    Toplumsal bilimlere dönersem, ideolojiler büyük rol oynarlar. Örneğin ben bu sitedekilerin ırkçı olduğunu apaçık görürken, sitedekiler bana ʻilkel hayataʼ dönme savunucusu salağı olarak görüp kolay saldırıdan başka bir çare bulamıyorlar.
    Ama ciddi bir sorum da var: ʻʻ birkaç asırdır büyük bir hissi ve bu hissin doğurduğu aşağılık kompleksi ile malulˮ demişsiniz. Kime karşı kim ʻʻyenilmişlikˮ hissi içinde. Batı ve gelişmişliği kendine model alan bu histen kaçınabilir mi?
    Bu site cahillerinin diğer bir altın yumurtası: yazınızdan anladığım kadar bunların tüm insan tarihini 19. yüzyıl dırdırlarına indirgediğinizi görmüşsünüz. Bu kadar cahiller eleştirilerimi de kendilerini yansıtarak ʻʻDoğu eziğiʼʼ demekle kara cahilliklerini utanmadan daha da açık sergiliyorlar. Daha bu cahiller cahilleri en azından ne paralel antropoloji ne de alttan tarihi bilmeyen hödükler. Veya Kapitalist veya Yahudş komplosu.

  169. Serdar Kaya’nın yazısını daha önce göndermiştiniz, yazıya cevap da verilmişti. ‘Okumaya zahmet etmediğiniz için’, cevabın ne olduğunu da atlamışsınız, unutmuşsunuz. ‘Zahmet etmek isterseniz’, cevabın ne olduğunu sayın Zileli’nin sitesinde arayarak bulabilirsiniz.

    Öncelikle; ‘Serdar Kaya’yı ya hiç tanımıyorsunuz, ya da sırf ‘ne olur ne olmaz, belki bir gün lazım olur, zevzeklik çuvalınızda bulunsun’ maksadıyla tutuyorsunuz.

    Serdar Kaya; ‘Ayn Rand – Milton Friedman – Ludwig von Mises – Friedrich Hayek’ silsilesinin takipçilerinden biridir. ‘Kapitalizmin güzellikleri’ni hem Türkiye’de hem dünya genelinde ‘pazarlamakla’ meşguldür. Bu ‘pazarlama’ işini yaparken, ırkları da ön-plana çıkarmaya özen gösterir.

    Serdar Kaya’nın, Sevan Nişanyan’la pek çok ortak özelliği vardır. Fakat Kaya, ‘kasten kapitalist’tir. Nişanyan, onun gibi ‘silsile takipçisi’ olacak kadar ‘köle ruhlu’ ve ‘profesyonel kapitalizm pazarlamacısı’ değildir.

    [Not 1: Serdar Kaya’nın, bir zamanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ı gönülden desteklediği de ‘aklınız’ın bir köşesinde bulunsun, ‘zevzeklik çuvalınız’ın değil.

    Not 2: Serdar Kaya’nın Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklediği yıllarda yazdıklarının benzerlerini bugün (‘Sabah’ gazetesinde) ‘Melih Altınok’ yazmaktadır.

    Not 3: Serdar Kaya’nın ‘aynaya baktığında gördüğü surat’, (Taha Akyol’un oğlu) ‘Mustafa Akyol’dur. İkisi de (yukarıda bahsedilen) ‘silsile takipçisi’dir.]

    ‘Kapitalizme karşı mücadele edenleri’, siz otomatikman, ‘kof’ olarak damgalamaya alışmışsınız. İlk probleminiz bu.

    Bir diğer probleminiz, konunun sadece ‘Türkiye’yle sınırlı olduğunu zannedecek kadar tecrübesizsiniz.

    Üçüncü probleminiz; fantezi dolu politbüro odalarında sigara dumanı altında ‘devrim nasıl yapılır?’ sorusu üzerine hararetli hararetli düşünen ergen irisi robotlaşmış Stalinistlerin, heyecanlı heyecanlı üfürmelerine kendinizi kaptırıyorsunuz, ve bu siteye gelip ithamlarda bulunuyorsunuz. Yazık.

    Dördüncü probleminiz, zevzeklik yapmaya o kadar isteklisiniz ki; sizle muhatap olan kişilerin ‘kapitalizmin tarihsel süreci’ni bilmediğini zannedecek kadar önyargılısınız. Sayın Zileli’nin sitesinde yazılanları ‘okumaya tenezzül etmediğiniz için’, önyargılı kalmaya davem edeceksiniz (gibi görünüyor).

    ‘Somalı devrimci işçi sınıfı Haydi AKP’ye oy vermiş olan Soma (ve Türkiye) işçi sınıfı! Oy verdiğiniz kapitalistleri devirmeye! Devrimci öncüye ihtiyacınız yok sizin. Devrimi çok özledik. Kavuşturun bizi onunla hadi! ‘Haydi kızlar okula!’ değil. Haydi işçiler devrime!’

    Yine zevzeklik, yine lagaluga.

    ‘Devrim’ lagalugasını da biteviye yazıyorsunuz.

    Kapitalizme karşı mücadelenin; akşamdan sabaha, bugünden yarına, ‘Ekim’den Mekim’e’, ‘hemen’, ‘çabucak’ nihayete erMEyeceği yukarıdaki metinlerde defalarca açıklandı. (Bkz. ‘Sömürenler – Sömürülenler’, 10 Haziran 2019)

  170. Yanlış olabilme kıstası, korkarım, insan toplumsal bilimlerinde geçerli değil. Daha da kötüsü, bu son cümle bilimsel ispat edilemez. Hatta doğa bilimlerinde bile yanlış olduğuna inanılan bir teori sonradan canlanabilir (bakın Feyerabend). Kendim önümde okuduğum bir makaleden örnek vereyim. Epigenetiğin gelişmesiyle Darwin değil Lamarckʼın daha doğru olduğu ihtimali gittikçe güçlenmekte. O da yetmez gibi evrenin en güvenilir ilkesi olan entropi artışı bile yumuşayabilir ve hatta enfermasyonun enerji yaratması veya vücutta minnacık ʻmotorlarınʼ sürekli kaosu düzen soktuklarından şüphe ediliyor. Yani enfermasyon taşıyan madde, genom, ile çevre ilişkisi iki yönlü olabilir. Hatta bu site bolluk dini müritlerinin ağızlarını daha da çok sulandırıcı bir haberim bile var. Enfermasyonu %30 daha verimli enerjiye çevirip motor çalıştırdılar. Vücudumuzun entropi yasasını ihlal eden, kaosu düzene sokan milyarlaca böyle motorlarla dolu olduğu biliniyor.
    [Troll: Bazı motorlar, Türk sarışınlıların sarışın saç kurutma makineleri yapımında kullanıldı. Bazı Kuran bilimcileri nanoteknolojinin Kuranʼda şifreli yazıldığını bulunca, Erdoğan da bilim ile İslamʼın yakın bağını göstermek için örtülü namuslu kadınlara makineleri kullanma izini vermiş. Tüpetakılı bilim adam ve karılarına göre, salt bu site büyük beyinlilerin beyinlerindeki enfermasyon, Türkiye elektrik ihtiyacını karşılarmış. Boşalan beyinlerini de sosyal medya ile dolduracak ve böylece fakir halkımıza laf (teori) yerine (praksiz) enerji yardımında bulanacaklar.]
    Toplumsal bilimlerde ideolojiler büyük rol oynarlar. Örneğin ben bu sitedekilerin ırkçı olduğunu apaçık görürken, sitedekiler de benim ʻilkel hayataʼ dönme savunucusu olduğumu görüp, partiler arası didişmlerin alışkanlığıyla, salağın teki olduğumu hemen görüp, çok haklı olarak, alay ediyorlar.
    Ama size ciddi bir sorum da var: ʻʻ birkaç asırdır büyük bir hissi ve bu hissin doğurduğu aşağılık kompleksi ile malulˮ demişsiniz. Kime karşı kim ʻʻ yenilmişlikˮ hissi içinde? Batı ve gelişmişliği kendine model alan bu histen kaçınabilir mi? Şu an tüm dünyaya egemen olan bu modelden başka bir model biliyor musunuz?
    Yazınızdan anladığım kadar bu cahillerin tüm insan tarihini (2^4 milyon zil) 19. yüzyıl dırdırlarına indirgediğinizi görmüşsünüz. Bu kadar cahiller benim eleştirilerimi de kendilerini yansıtıcı dille ʻʻDoğu eziğiʼʼ demekler kara cahilliklerini utanmadan daha da açık sergiliyorlar.
    ʻʻThe twin processes of industrialization and imperialism created a context in which European peoples came to construe Europe as the site of genuine historical development. Michael Adas has pointed out that in the sixteenth and seventeenth centuries, European travelers found much to admire in the societies, economies, and cultural traditions of China, India, and other lands. By the eighteenth and nineteenth centuries, however, after the Enlightenment and the development of modern science, followed by the tapping of new energy sources that fueled a massive technological transformation, Europeans increasingly viewed other peoples as intellectually and morally inferior while dismissing their societies as sinks of stagnation. Georg Wilhelm Friedrich Hegel articulated these views in stark and uncompromising terms. The Mediterranean basin was ‘the centre of World- History,’ he intoned, without which ‘the History of the World could not be conceived.’ By contrast, East Asia was ‘severed from the process of general historical development, and has no share in it.’ Sub-Saharan Africa was ‘the land of childhood, which lying beyond the day of self-conscious history, is enveloped in the dark mantle of Night.’ As a result, Africa was ‘no historical part of the World; it has no movement or development to exhibit.’ˮ
    Varsa bu yargılara katılmayan biri bu sitede çıksın söylesin de görelim yalanını.
    Dahası da var. Hatta çok dahası var ama bütün bu ırkçılar kara cahilliklerini iki satır cevapla saklamakla yetiniyorlar. Sanki ben de yutuyorum. Nitekim, bence, sizin yazınız bu cahilliğin kibar bir yorumu.
    ʻʻThese lands without recognizable formal states or literary traditions were lands literally without history. As a result, these lands and their peoples, with their exotic and colorful but historically unimportant traditions—‘the unrewarding gyrations of barbarous tribes in picturesque but irrelevant corners of the globe,’ in the words of one latter-day Hegelian historian.ʼʼ
    Site, 19. yüzyılda Marks, anarşistler ve diğer burjuva düşünürlerle zirvesine ulaşan ırkçı MERDİVEN TEORİSİ basamaklarında ʻBatı ezikliğiʼ içinde tırmanan Nietzscheʼnin çevik maymunları ile dolu.
    Yüzlerce dil ve kültürünn yeryüzünden silindiği işte bir faşist ırkçının lafaları:
    ʻʻ153 Medeniyet yanlısı ilkelci 20 Haziran 19 /
    “Bireysel silahlanmaya hayır!” dedikleri halde silahları olan – pardon “Medeniyete ve teknolojiye hayır!” dedikleri halde medeniyeti ve teknolojiyi kullanan kişiler neden medeniyetsiz ve teknolojisiz bir hayat yaşamıyorlar?
    Neden cevap veremiyorlar? / Dillerini mi yuttular yoksa? /Keşke yutsalar. Biraz kafa dinlerdik.ˮ
    Bu sitede iki elle sayılacak kadar az kişiler hariç hepsi köküne kadar ırkçı Batı bok çukuru ezikleri.

  171. – BÜYÜK BEYİNLİ ʻ141 küçüklü-büyüklü laflarʼ : “İmkansız, KÜÇÜK insanların ortaya attığı BÜYÜK bir kelimedir.”
    – ANARŞİST ZİLELİ = SARAY KARISI ELEANOR ROOSEVELT:
    ʻʻKÜÇÜK beyinler kişileri, ORTA beyinler olayları, BÜYÜK beyinler fikirleri tartışırʼʼ
    Tarih boyunca bütün değerli insanlar, kendimi övmüş gibi olmayayım, büyük beyinlilerle alay ettiler. Haklı oldukları defalarca kanıtlandı.
    İnsanlar modern çağlarda devasa alçaltıldı ve çocuklaştırıldı. Bundan alınacak dersler kişiye bağlı. Yukarıdaki büyük aydınlar üstünlüklerini dolaylı ifade etme tepkisini seçmişler gibi.
    Bir de bakalım moderniliğin babalarından biri sayılan çok değerli insan Montaigne Cicero gibi bir koca kelle için ne demiş.
    Ama sakın kendini solcu devrimci, marksist-anarşist devrimci sanan yavşaklarla kıyaslamayın.
    Cicero, ʻʻBize, maddenin sonsuzluğunu, Doğaʼnın muazzam ihtişamını, gökleri, toprakları ve denizleri anlamaya yardımcı olan derin bilgelik kadar zevkli hiç bir uğraşı yoktur. Derin bilgelik, bize dindarlık, ılımlılık ve kalbin büyüklüğünü öğretti. Derin bilgelik, ruhumuzu karanlıklardan koparır; (141, Zileli saray etrafında tur atan, Eleanor Roosevelt gibi saray içinde) yüksek, (benim gibi) alçağı, ilk ve son ve arasında olan her şeyi gösterir. Derin bilgelik, 141, Zileli ve Roosvelt gibilere bolluk içinde rahat yaşama ve mutlu hayat sağlar. Bu üç pişmiş kelleler gibi pişkin olmayı, sakin, uslu, evcil, medeni kızmadan tarışarak rahat ve huzur içinde alık alık sırıtarak hayatlarını harcamayı temin eder.ˮ der. Bu herif, her şeye kadir ve baki Allahʼı mı tavsir ediyor? Bu gök yüzünden yere inersek, binlerce küçük (beyinli) kadınların köylerinde Ciceroʼdan anlayışlı, ılımlı, vefalı bir yaşam sürdürdüklerini görürüz. Montaigne
    [‘There is no occupation’, says Cicero, ‘so sweet as scholarship; scholarship is the means of making known to us, while still in this world, the infinity of matter, the immense grandeur of Nature, the heavens, the lands and the seas. Scholarship has taught us piety, moderation, greatness of heart; it snatches our souls from darkness and shows them all things, the high and the low, the first, the last and everything between; scholarship furnishes us with the means of living well and happily; it teaches us how to spend our lives without discontent and without vexation’… Is this fellow describing the properties of almighty and everlasting God! In practice, thousands of little women in their villages have lived lives more gentle, more equable, more constant than his.ˮ Montaigne ]
    Nasıl oluyor da ben dolandırıcılığı ve münafıklığı hemen görüyorum ama sitede kimse görmüyor hatta büyük beyinli Türk devrimci falan fianlara katılıp bana saldırıyorlar.
    Allahʼın işine akıl ermez, galiba. Yoksa kalabalılar demokrasisi mi?

  172. Yanlış olabilme kıstası, korkarım, insan toplumsal bilimlerinde geçerli değil. Daha da kötüsü, bu son cümle bilimsel ispat edilemez. Hatta doğa bilimlerinde bile yanlış olduğuna inanılan bir teori sonradan canlanabilir (bakın Feyerabend). Kendim önümde okuduğum bir makaleden örnek vereyim. Epigenetiğin gelişmesiyle Darwin değil Lamarckʼın daha doğru olduğu ihtimali gittikçe güçlenmekte. O da yetmez gibi evrenin en güvenilir ilkesi olan entropi artışı bile yumuşayabilir ve hatta enfermasyonun enerji yaratması veya vücutta minnacık ʻmotorlarınʼ sürekli kaosu düzen soktuklarından şüphe ediliyor. Yani enfermasyon taşıyan madde, genom, ile çevre ilişkisi iki yönlü olabilir. Hatta bu site bolluk dini müritlerinin ağızlarını daha da çok sulandırıcı bir haberim bile var. Enfermasyonu %30 daha verimli enerjiye çevirip motor çalıştırdılar. Vücudumuzun entropi yasasını ihlal eden, kaosu düzene sokan milyarlaca böyle motorlarla dolu olduğu biliniyor.
    [Troll: Bazı motorlar, Türk sarışınlıların sarışın saç kurutma makineleri yapımında kullanıldı. Bazı Kuran bilimcileri nanoteknolojinin Kuranʼda şifreli yazıldığını bulunca, Erdoğan da bilim ile İslamʼın yakın bağını göstermek için örtülü namuslu kadınlara makineleri kullanma izini vermiş. Tüpetakılı bilim adam ve karılarına göre, salt bu site büyük beyinlilerin beyinlerindeki enfermasyon, Türkiye elektrik ihtiyacını karşılarmış. Boşalan beyinlerini de sosyal medya ile dolduracak ve böylece fakir halkımıza laf (teori) yerine (praksiz) enerji yardımında bulanacaklar.]
    Toplumsal bilimlerde ideolojiler büyük rol oynarlar. Örneğin ben bu sitedekilerin ırkçı olduğunu apaçık görürken, sitedekiler de benim ʻilkel hayataʼ dönme savunucusu olduğumu görüp, partiler arası didişmlerin alışkanlığıyla, salağın teki olduğumu hemen görüp, çok haklı olarak, alay ediyorlar.
    Ama size ciddi bir sorum da var: ʻʻ birkaç asırdır büyük bir hissi ve bu hissin doğurduğu aşağılık kompleksi ile malulˮ demişsiniz. Kime karşı kim ʻʻ yenilmişlikˮ hissi içinde? Batı ve gelişmişliği kendine model alan bu histen kaçınabilir mi? Şu an tüm dünyaya egemen olan bu modelden başka bir model biliyor musunuz?
    Yazınızdan anladığım kadar bu cahillerin tüm insan tarihini (2^4 milyon zil) 19. yüzyıl dırdırlarına indirgediğinizi görmüşsünüz. Bu kadar cahiller benim eleştirilerimi de kendilerini yansıtıcı dille ʻʻDoğu eziğiʼʼ demekler kara cahilliklerini utanmadan daha da açık sergiliyorlar.
    ʻʻThe twin processes of industrialization and imperialism created a context in which European peoples came to construe Europe as the site of genuine historical development. Michael Adas has pointed out that in the sixteenth and seventeenth centuries, European travelers found much to admire in the societies, economies, and cultural traditions of China, India, and other lands. By the eighteenth and nineteenth centuries, however, after the Enlightenment and the development of modern science, followed by the tapping of new energy sources that fueled a massive technological transformation, Europeans increasingly viewed other peoples as intellectually and morally inferior while dismissing their societies as sinks of stagnation. Georg Wilhelm Friedrich Hegel articulated these views in stark and uncompromising terms. The Mediterranean basin was ‘the centre of World- History,’ he intoned, without which ‘the History of the World could not be conceived.’ By contrast, East Asia was ‘severed from the process of general historical development, and has no share in it.’ Sub-Saharan Africa was ‘the land of childhood, which lying beyond the day of self-conscious history, is enveloped in the dark mantle of Night.’ As a result, Africa was ‘no historical part of the World; it has no movement or development to exhibit.’ˮ
    Varsa bu yargılara katılmayan biri bu sitede çıksın söylesin de görelim yalanını.
    Dahası da var. Hatta çok dahası var ama bütün bu ırkçılar kara cahilliklerini iki satır cevapla saklamakla yetiniyorlar. Sanki ben de yutuyorum. Nitekim, bence, sizin yazınız bu cahilliğin kibar bir yorumu.
    ʻʻThese lands without recognizable formal states or literary traditions were lands literally without history. As a result, these lands and their peoples, with their exotic and colorful but historically unimportant traditions—‘the unrewarding gyrations of barbarous tribes in picturesque but irrelevant corners of the globe,’ in the words of one latter-day Hegelian historian.ʼʼ
    Site, 19. yüzyılda Marks, anarşistler ve diğer burjuva düşünürlerle zirvesine ulaşan ırkçı MERDİVEN TEORİSİ basamaklarında ʻBatı ezikliğiʼ içinde tırmanan Nietzscheʼnin çevik maymunları ile dolu.
    Yüzlerce dil ve kültürünn yeryüzünden silindiği işte bir faşist ırkçının lafaları:
    ʻʻ153 Medeniyet yanlısı ilkelci 20 Haziran 19 /
    “Bireysel silahlanmaya hayır!” dedikleri halde silahları olan – pardon “Medeniyete ve teknolojiye hayır!” dedikleri halde medeniyeti ve teknolojiyi kullanan kişiler neden medeniyetsiz ve teknolojisiz bir hayat yaşamıyorlar?
    Neden cevap veremiyorlar? / Dillerini mi yuttular yoksa? /Keşke yutsalar. Biraz kafa dinlerdik.ˮ
    Bu sitede iki elle sayılacak kadar az kişiler hariç hepsi köküne kadar ırkçı Batı bok çukuru ezikleri.

  173. – BÜYÜK BEYİNLİ ʻ141 küçüklü-büyüklü laflarʼ : “İmkansız, KÜÇÜK insanların ortaya attığı BÜYÜK bir kelimedir.”
    – ANARŞİST ZİLELİ = SARAY KARISI ELEANOR ROOSEVELT:
    ʻʻKÜÇÜK beyinler kişileri, ORTA beyinler olayları, BÜYÜK beyinler fikirleri tartışırʼʼ
    Tarih boyunca bütün değerli insanlar, kendimi övmüş gibi olmayayım, büyük beyinlilerle alay ettiler. Haklı oldukları defalarca kanıtlandı.
    İnsanlar modern çağlarda devasa alçaltıldı ve çocuklaştırıldı. Bundan alınacak dersler kişiye bağlı. Yukarıdaki büyük aydınlar üstünlüklerini dolaylı ifade etme tepkisini seçmişler gibi.
    Bir de bakalım moderniliğin babalarından biri sayılan çok değerli insan Montaigne Cicero gibi bir koca kelle için ne demiş.
    Ama sakın kendini solcu devrimci, marksist-anarşist devrimci sanan yavşaklarla kıyaslamayın.
    Cicero, ʻʻBize, maddenin sonsuzluğunu, Doğaʼnın muazzam ihtişamını, gökleri, toprakları ve denizleri anlamaya yardımcı olan derin bilgelik kadar zevkli hiç bir uğraşı yoktur. Derin bilgelik, bize dindarlık, ılımlılık ve kalbin büyüklüğünü öğretti. Derin bilgelik, ruhumuzu karanlıklardan koparır; (141, Zileli saray etrafında tur atan, Eleanor Roosevelt gibi saray içinde) yüksek, (benim gibi) alçağı, ilk ve son ve arasında olan her şeyi gösterir. Derin bilgelik, 141, Zileli ve Roosvelt gibilere bolluk içinde rahat yaşama ve mutlu hayat sağlar. Bu üç pişmiş kelleler gibi pişkin olmayı, sakin, uslu, evcil, medeni kızmadan tarışarak rahat ve huzur içinde alık alık sırıtarak hayatlarını harcamayı temin eder.ˮ der. Bu herif, her şeye kadir ve baki Allahʼı mı tavsir ediyor? Bu gök yüzünden yere inersek, binlerce küçük (beyinli) kadınların köylerinde Ciceroʼdan anlayışlı, ılımlı, vefalı bir yaşam sürdürdüklerini görürüz. Montaigne
    [‘There is no occupation’, says Cicero, ‘so sweet as scholarship; scholarship is the means of making known to us, while still in this world, the infinity of matter, the immense grandeur of Nature, the heavens, the lands and the seas. Scholarship has taught us piety, moderation, greatness of heart; it snatches our souls from darkness and shows them all things, the high and the low, the first, the last and everything between; scholarship furnishes us with the means of living well and happily; it teaches us how to spend our lives without discontent and without vexation’… Is this fellow describing the properties of almighty and everlasting God! In practice, thousands of little women in their villages have lived lives more gentle, more equable, more constant than his.ˮ Montaigne ]
    Nasıl oluyor da ben dolandırıcılığı ve münafıklığı hemen görüyorum ama sitede kimse görmüyor hatta büyük beyinli Türk devrimci falan fianlara katılıp bana saldırıyorlar.
    Allahʼın işine akıl ermez, galiba. Yoksa kalabalılar demokrasisi mi?

  174. Antikapitalist demagojilerinize daha önce Necip Bey tarafından müteaddit defalar cevap verilmişti.

    “Okumaya zahmet etmediğiniz için”, cevab[lar]ın ne olduğunu da atlamışsınız, unutmuşsunuz.

    “Zahmet etmek isterseniz”, cevab[lar]ın ne olduğunu sayın Zileli’nin sitesinde Necip Bey’in yorumlarını arayarak bulabilirsiniz.

  175. Blog Köşeleri Ve Meydanlardaki Pankartlar

    “Simdi.. gelelim sizin “insanca yasanir bir düzen kurma cabasi” bahsinize?

    Siz, kuzum, blog koselerinde, ya da elinde pankart, meydanlarda bunlari dile getirmenin anlamli bir ‘caba’ mi oldugunu saniyorsunuz?

    Iceriginin ne oldugu kisiden kisiye degisen bir seyler diyorsunuz (talep ediyirsunuz) diye dunyanin geri kalani isini gucunu birakip sizi tatmin etmek icin ayaga mi kalkacak?

    Boyle bir seyin olabilecegini gercekten dusunuyor musunuz?

    Bu kadar saf iseniz, o zaman, kabul, butun bir omru sikayet etmekle gecirmeniz cok da sasirtici olmaz.

    Sasirtici olan, bu kadar saf olmaniz olur.

    “beni son derece rahatsiz iste bu insanlik halleri”

    E, aferin. Aferin, de, rahatsiz olmak da bir marifet degil ki.

    Kalkin gidin Mardin’e. Bir STK araciligi ile mi olur, bireysel mi davranirsiniz, orasina karismam, ama madem rahatsiz oluyorsunuz, duzeltmek icin bir seyler yapin.

    Aksi halde, buraya kadar soyledikleriniz, kimsesiz cocuklara yardim ayagina balolar duzenleyip eglenen zengin zuppe taifesinden cok da farkli degil.”

    Necip – 14 Nisan 16 / 9am

  176. Arkadaşım, siz kimsiniz de bu anarşizminizi, solculuğunuzu, “antikapitalizm”inizi ya da “medeniyet” karşıtlığınızı dünyadaki herkese dayatma hakkını kendinizde görüyorsunuz?

    Evet, maalesef bu dünyada, “işçi” ya da hangi sınıftansa artık, yoksul, aç ya da sömürülen, ya da savaşta ölen, veya doğal afet, trafik kazası, hastalık veya ecel gibi onlarca farklı nedenlerle ölen, yakınlarını kaybeden, acı çeken milyonlarca insan var.

    Öte yandan, görmek istemeseniz bile, diğer tarafta başka milyonlar da var.

    Bunlar ise, bir ömür boyu böyle kişilere ya da “kapitalizm”in zalimliğine ağıtlar yakarak kendilerini mutsuz etmek veya hayatlarını sizin davalarınıza adamak yerine, kendi mutluluklarına odaklanmış, kendi hayatlarını yaşamaya çalışan insanlar.

    Neden kendi hayatlarını sizin ideolojilerinize adasınlar?

    Deli mi bunlar?

    Tabii onların hayatlarıyla alay etmekte, küçümsemekte veya şeytanlaştırmakta özgürsünüz.

    Onlar da aynı şeyi sizin ideolojileriniz için yapmakta özgürdürler.

  177. Arkadaşım, ilk önce yazınızda yarattığınız dünyanın samimiyetle yapıldığını varsayıp sizin gibi iyi kalpli, medeni ve kültürlü, fikir özgürlüğüne saygılı bir yanıt vereyim. Çok kısa bir bilgi verdikten sonra da asıl yargım gelecek.
    Şu an varolan politika dünyasını, politika manzarısına etkili olmadıkları için bazı kalıba sığmayanları hariç tutarak, hayli basitleştireyim. Bir uçta sizin doğrudan veya dolaylı ima ettiklerinizi savunan ama ayak altında çiğneyen temsilci demokrasiler; ortada yine seçimle başa gelen totaliter/diktaörlükler; diğer en uçta doğrudan totaliter/diktaörlükler rejimler var. Hepsi ancak ve ancak dayatmakla varlığını korur.
    Tarihe bakarsak çok daha karışık ama sizin dediklerinizi kılavuz alırsam, genellikle başta yönetenler ve halklarını diğer halkları yönetenlerin dayatmalarına karşı koruyan ʻdevletʼ kısaltmasıyla tanınanlar, diğer yanda kendi ʻhayatlarını yaşamaya çalışan insanlarʼ. Yönetenler devletler de varlıklarını dayatmayla korudular.
    Ben bir yazımda, aşağı yukarı 7 bin dünyayı sırtında taşıyan, şarkı-türkü, dans, efsane, mit, atasözlari, karnaval, gelenekleri aktarma, kısaca ʻkültürʼ geliştirenlere ʻtarımcı köylülerʼ adı vererek, teknoloji devrin gelişmesiyle hor ve hakir görüldüklerini, yaşam biçimlerinin yok edilmelerinden söz ettim. Kültür geliştirmasi okul, eğlence endüstrisi, kültür uzmanları ve benzeri kurumların eline geçti.
    Bu dediğimde bile, basitleştirdiğimin farkındayım. Yani, konuda hayli bilgim olduğu halde, bilgim satıhsal ve okyanusta damla. Ama eğer çok daha uzaktan ve kuş bakışıyla bakarsam bu insanların kazanılanlar tarihinde hem varlıkları hem de nesillere aktardıkları çok silik bir yer alır. Eğe biraz gösteriye kaçarsam, ünlü eski ʻuzun süre anallar okulu tarihçilerʼ ve şimdi ʻalttan tarihçilerʼ bu konuya ciddi eğilenler arasında en fazla tanınanlar.
    Beni en fazla etkiliyen yanlarına ayrıntı ve kanıtlamalara dalmadan hafifçe değineceğim.
    Uyarı: bilgi şakşakçıları doğal olarak bilmediklerini kabul edeceklerine benim de işi kolaya, ʻbeğendim/beğenmedimʼ seçimi yaptığımı varsayarak akıl almaz şeyler söyediklerinden bu akıl almazlığı sonsuz basit bir örnekle açıklayayım. Bir tarihçi bir kanlı savaşı, bir doğa bilimcisi bir hayvanların birbirlerini parçalamasını tasvir ettiğinde ʻbeğendim / beğenmedimʼ düğmesine basmıyor. Bilgi aktarıyor. Tabii, bu ʻnesnelʼ dünyanın tarih filozofları ve doğa/bilim filozofları var. Ama bunlar bile yargı değil sentez yapıp belli bir örgü, belli bir anlam çıkarma peşindeler, ʻbeğendim / beğenmedimʼ düğmesine basmazlar. Daha yakından bakarlar.
    Karnavalları inceleyen tarihçiler alt tabakalarda, yani 16-17. yüzyıla kadar tarımcı köylüler arasında gerçek bir demokrasi olduğu sonucuna varırlar. Bu sitede bunu gören hemen ʻevet, evet ama tarla için birbirlerini öldürdüklerini hasır altı ediyorsunuzˮ ve ʻʻ siz Köylümüz Efendimizdir (KE) partisine oy topluyorsunuzʼʼ diyen hödükler fikir özgürlüğü kusarlar. Araştırıcılar, ʻfikir özgürlüğüˮ soytarılığnı dayatanlardan korktukları için, ancak gülüp geçerler. Toplum araştırmacıları buna ʻkalabalıklar, sıradanlar, çocuklaştırılmış tüketiciler, eğlence endüstrisi hilkat garibeleri çağında yaşıyoruzʼ derler.
    Halklar arasındaki hikaye ve masalları toplayıp inceleyenler, tüm dünya edebiyatı altında ve dolayısıyla insan hayal gücü yeteneğinin altında yatan temel belli sayıda ana temaları bulup çıkarırlar. Şarkı türküler hakeza, atasözleri hakeza.
    Beni çok etkileyen: aralarında ve doğayla ilişkilerinde yaşadıkları her türlü zorluklara rağmen 7 bin yıl, zamanımızda yüzlerce politika sözlükleri dolduracak laflarla birbirlerini yiyeceklerine, efsane, mit ve din inançları, atasözü, dünya görüşü, dini inançlar, şarkı türkülerine koyarak, bence, tam sizin söylemek istediğinizi, yani dünya karmakarışık olduğu kadar ama yaşamaya da değer demeleri ve bunu 7 bin yıl başarmaları. Doğru ki, modernler gibi otomotik iç ʻbeğendim / beğenmedimʼ tetikleme düğmeleri olmadığından ilkel metotlar kullandılar, zaman aldı.
    Yukarıdaki tarımcı köylüler melek değiller. Eğer bir salak benim yazdıklarımdan bunu çıkarırsa hakaret ettim ve ederim. Bence bunu yapan dünyanın en adi ve alçak insanı.
    Görüyorsunuz, bu konu uzar da uzar. Ama eğer ʻʻ162 ʻ141 küçüklü-büyüklü laflarʼ Ve Benzerleriˮ yazımda Montaigneʼi okursanız bunu apaçık yazdığım bir örneği görürsünüz.
    Diğer bir örneği 95 ʻʻʻ54ʼ ve Zerzan Neden Ciddiye Alınmıyor?ˮ yazımdaki Bizans köylü ordusu.
    Bir de 1381ʼde ( ?), İngiliz köylü ordusunun fiyakasından geçilmeyen Fransız aristokrat-şövalye-kovboyları yerin dibine sokmaları ünlü tarih de var.
    – Günümüzde gittikçe daha vahimleştiği anlaşılan doğa ilişkilerindeki dayatmalar. Sonsuz uzatmamak için sonsuz kısa olacak. Bu dayatma tarihine baktığımızda iki safha görüyoruz. Birincisi ihtiyaçları karşılamak, doğadan daha kısa zaman içinde daha etkili yararlanmak. Tabii insanın taş yontması da aynı ama bu çeşit tarihi incelemede yaşadığımız günümüze ışık tutması amacı güdülür. İkincisi teknolojik devirle başlyan dayatma.
    Bu değişmelerin toplum içi ve toplumlar arası ilişkilerde yarattığı sorunlara eğilenlerin eleştiri ve ideolojileriyle aşina olduğunuz, hiç değilse ʻkapitalistʼ lafınızla, ima edilmiş.
    – Günümüzde toplum içi ve toplumlar arasına bir bakalım. Partiler, partilere parada güçlülerin kendi isteklerini yerine getirmek için yardımları, seçilen partiler ve benzerlerini ülkeye verdikleri yönler. Buna gittikçe artan seçimle başa gelmiş ama çeşit daha çok diktatörlüğe benzeyen, ırkçı, ulusalcı rejimleri de ekleyelim. Uluslar arası da pek iç açısı değl. Silah ve para gücü olanlar dünyaya biçim vermekteler. Yani dayatanlar var ve çok.
    Küresel ekonomi veya serbest pazar ekonomisini savunanlar da ʻbırakın kendi halineʼ derler. Yani dayatmayın diyerek dayatırlar.
    Ama uzatmadan önce önemli bir farka dikkat çekmek isterim: Bence, Allah gibi ʻbırakın kendi halineʼ diyenlerin çoğu sıradan kara cahiller. Dayatıldıklarının bile farkında olmayanlar enayiler. Harita ile yeryüzünü aynı sanan, benim anladığım anlamda, asıl dinciler. Bütün geleneksel din ve mit inançlarında dolaylı veya dolaysız bir kuşku olduğu görülür. Bu modern laik dinciler kayıtsız şartsız, bence sonsuz haklı olarak, dinlerinin doğru olduğuna inanırlar.
    Dayatılanın dayatılmadığına inanması buna çok güzel bir örnek. Bunu bilmeyen asıl dincileri, Allahʼın sarayındaki ʻbırakın kendi halineʼ diyen melekleri kendi hallerine bırakalım. Diğer ʻbırakın kendi halineʼ, diyenler, ayaklananlar, isyan edenler, dert yananlar, eleştiriler, gökten yere zembille inmedi. Bunlar da kendi haline bırakılmayan bu dünyada. Yani, ʻbırakın kendi halineʼ dünyasında.
    Size, 2 600 yıl önce, ʻʻbırakın kendi halineʼʼ fikrini benimseyenlerin bunda bile bir dayatma olduğunu görüp uydurdukları efsaneyi anlatayım. Sözde bunu savunan nihayet gına getirmiş ülkesinden çıkıp gitmek istemiş. Sınır görevlisi nedenini öğrenince ʻʻbu hikmetini bir kitaba yazmazsan bırakmamˮ demiş. O yüzden başkalarına ʻbırakın kendi halineʼ demekle başkalarına akıl verdiğini, başkalarını kendi haline bırakmadığını yazmak zorunda kalmış. Size binlerce daha benzeri örnek verebilirim.
    Peki, neden anlattım. Peki, ne demek istiyorum. Ortada sonsuz bir cahillik var. ʻʻBırakın kendi halineʼʼ filozofu 2 600 yıl önce yaşadı. Ben bu öğreti ve efsaneyi en 50 yıldır biliyorum. Bu filozofun kitabı 30-40 sayfa ama dünyada en fazla okunan 5-10 kitap arasında. Çıkmış bir götü boklu bana dayattığımı hatırlatmış. Dayatmaların somut olarak ne olduklarını bilmeyen bir burç falı uzmanı enayi Allah makamından o kadar şiddetle osurmuş ki, pis kokusu bulunduğum yere ʻ165 Dayatmacılıkʼ yazısından önce geldi. İnsan bu kadar alçalır, bu kadar cahilliğinden utanmaz olur.
    Yaşadığın ülkeden bir örnek: dine karşı olanlar ʻÖte yandan, görmek istemeseniz bile, diğer tarafta başka milyonlar da var.ʼ lafındakilerin dayatılan dine katılarak katılmayanlara kendilerine dayatılanları dayatıp dünyayı cehenneme çevirdiklerini savunabilirler.
    Eski komünist ülkeler ʻsolculuk ve antikapitalizmʼin dayatılmsıyla sayısız gaddarlık ve özgürlük kısıtlaması yaşadıklarını savunabilirler.
    1972ʼde Yugoslavyaʼda şu şahane fıkrayı işittim.
    – Bilimsel sosyalizmi kim buldu ?
    – Marks ve Engels
    – Yahu keşke bizim üzerimizde denemeden önce fareler üzerinde deneselerdi.
    Buna da binlerce örnek katabilirim.
    Yazımın asıl özü: siz ʻküçümsemekte veya şeytanlaştırmakta özgürsünüz.ʼ izini verseniz de vermeseniz de sşze köküne kadar dayatanlar dayatması ve küçümseme ve şeytanlaştırma ve dayatma devam ediyor.
    Siz düyanın en cahil ve yobaz insanlarından birisiniz. Ben sizin yerinizde olsam bu konudaki bilgimin salt milyonda birini yazdıklarımdan utanıp kendimi asardım ama sizlerde utanma diye bir şey kalmamış, Sizlere dayatanların kamışları o kadar güçlü ki normalde arkadan çıkanlar ağzınızdan çıkmış. Yazdıklarımdan bir zerre kadar anlamamış, karalar karası cahilliğinizle köpekler korosuna katılmışsınız. Siz bir milyar yıl bile yaşasanız tek bir değerli düşünürün bir günlük boku kadar bir değer kazanamazsınız. Siz o kadar enayi dümbeleğisiniz ki ʻʻNeden kendi hayatlarını sizin ideolojilerinize adasınlar?ˮ sorusunu sormadan önce biraz kafanızı kullansaydınız kendi savunduklarınızı neye dayanark kustuğunuzu düşünür çenenizi tutardınız. Sizler televizyon eğlencesine daldığınınızdan dayatılan kamışlara bağışıklık kazanmış, ebedi el değmemiş, bakire kız oğlan kız hurilerdensiniz. Siz daha Allahʼın cennettinde, ayvayı bile yemeden (bu bilgi seni sonsuz aşar ama seni aşmayan bir bilgi var mı acaba?) önceki masumlarsınız.
    Ulan insaf be, bilim adamları bile doğayı olduğu gibi değil benimsedikleri teoriler (haritalar) açısından gördüklerini söylerler.
    Sizleri çalışanlar çoktan sizin gibi artıkları simgelediler, bazıları:
    – dayatanların çocuklaştırdıkları;
    – dayatanlara gerekli tüketici kalabalıklar;
    – dayatanların eğlence endüstrisi tüketicileri;
    – dayatanların zevkini röngenlikle yaşayan seyirci kalabalıkları.
    Eğer sizde burçlarda rastlanan enayi hikmetleri dışı bilgi varsa, ben bu hakaretlerimin tümünü geri almaya hazırım. Aksi halde dayat arkanı senin gibilerle dolup taşan bu site kara cahillerine sana dayatmadan dayatırlar. Seçimle dayatanlar gibi. Demokrasiler gibi. Ağzına zorla özgürlük emziği sokanlar gibi.

  178. Kesildiğinde, yassı solucan, yeni başlar, yeni kuyruklar, hatta bütün yeni organizmaları vücudunun küçük bir parçasından yeniden oluşturmak için neoblast adı verilen kök hücre popülasyonunu kullanabilir. Bilim adamları iki başlı yassı solucan yarattılar!
    Not : Bildiğiniz gibi bu işlerde ihtimal hesapları temeldir, yani yazı / tura, daha da iyisi heads / tails (baş/kuyruk).
    Tüpetak bilim adam-karıları deneyine iki misli zeki olma hevesiyle gönüllü katılan denek Necip, bir hata sonucu yukarıda ve aşağıda iki kuyruklu olmuş. İki kuyruklu dünyasından seslenen Necip, haklı olarak, daha henüz doğru dürüst insan bile olmadan insanca nasıl yaşanılır sorusu soruyor.
    Bence, bu yeni iki kuyruklu Necipʼi anlamak için eski Necipʼi unutmak gerekir. Eski Necipʼin beyni olduğundan görünen dünyayı ideoloji süzgeçinden geçirip yansıtırdı. Yenisi hâlâ laboratuvarda, tamamıyla doğal dünyada yaşayan kusursuz bir ampirist. Etrafı sayısız salt kuyruklu, salt kuyruk ve baş karışımı hilkat garibeleri ile çevrili. Etrafındakiler de kendisi gibi hırslı, hep daha çok, hep daha iyi, hep diğerlerinden üstün olma hevesiyle gönüllü denek olmuşlar. Genlerinde yapılan değişikliklerle çok başlı olanlar normal dünyaya dönüp politika, bilim-teknoloji, endüstri, araştırma, sanat, edebiyat alanlarında günümüzde yıldızlar.
    İi kuyruklu Necip sitedekilere kıyasla eşsiz mantıkçı. Yazılı tarihlere göre, herkesin insanca yaşadıkları toplumlarda, kendisi ve benzerleri hırslılara benim gibi gülerler veya kem gözle bakarlar veya hatta öldürürler. Her üçü de tarihte kayıtlı ama işte bu noktada işler çatallaşıyor. Kendisine benzeyenler akıl almaz bir güçle dünyaya egemen. Kendisi gibileri koruyup pompalıyorlar. Bu sitenin %99ʼu, bütün kıvırmalara rağmen, tıpkı Necip gibi güce ve üstünlüğe tapanlar ama alternatif tapanlar. Bence, bu yüzden eski Necip gayet rahattı. O da aynı bu site ve diğer sağ/sol yobazları gibi dünyanın çaresiz kalanlarına dayanarak çoğunluk tasvibinin rahatlığı içinde. Şu an seçimle veya seçimsiz başa geçenlerin arasında fark sıfır iken hâlâ dünyada ve bu sitede utanmadan farka dayanarak 19. yüzyıl sol çığırtkanlığı yapanlar var.
    Site solcu devrimci yobazlar, Necip ve sağcı soytarılar, seçimle veya seçimsiz başa gelenler arasındaki farklar tarih içinde gelişti. Bu nedenden, temelde fark olmasa da, tarih ve coğrafyaya göre tecellileri ve dış biçimleri farklı olduğından muğlaklıklarla dolu. Devreye şarlatanlar girer ve farklar sayısız dil çabukluğuna neden olur, sanki bu farklar önemli gibi yutulur ve yutturulur.
    Her neyse. Necip ile bu site solcu devrimciler sonsuz benzerler. Necip etrafındaki diğer hilkat gariblerinin tek tek değişik dert içinde olduğunu bilir. Örneğin ʻIceriginin ne oldugu kisiden kisiye degisen bir seylerʼ hikmetli lafı. Bu ise aslında kaç yıldır klonların uluslararası özgürlük sakızı: ʻhepimiz değişiğiz !ʼ Eğer hepsini ne kadar aynı olduğu incelense farklar çocuk oyuncakları ama olsun. Bu sitedeki evrenden büyük beyinli dahilarine sorum: var mı evrende iki aynı şey?
    Tabii, olmaması önemli değil, Önemli olan hep bir ağızdan bana karşı aynı havlamaları yapanların farklı olmaları. Bunlar tıpkı Nacip gibi aynı cikleti çiğneyenler.
    Bir savaşta herkes işini gücünü bırakmakla kalmaz canlarını bile verirler. Bu site solcuları da hak yolundakiler birleşelim, Temiztaşʼa oy verelim, Erdoğanʼa karşı çıkalım diye kıçlarını yırtarlar.
    Necip ve diğer hilkat garibeleri düştükleri durumu doğal görüp, herkesin paylaştığı, insanların hepsine ortak olduğuna inanırlar.
    Site solcu devrimcileri de bütün insanların temelde tıpkı kendileri gibi olduğuna inanır, farkları baş ve kuyruk sayılarında, niceliklerde bulurlar. Yani tekrar etmekten bıkmayacağım lafla ırkçılar.
    Benzerlikler çok, devam etmeye gerek yok. Üstteki ve bütün diğer benzerlikleri içereni yazayım yeter.
    Eğer bilim adam-karıları Necip gibi deneye katılanların başlarını çoğaltır da yüksek yerlere kapak atarlarsa, sayıları nispeten az da olsa, mutlulukları ölçülemez. Pislik aksilik çıktığında. Necip ve diğer hilkat garibeleri hatanın giderilmesi ve onlarında çok başlı ama kuyruksuz olmalarını ister ve ümit ederler.
    Site solcu devrimcileri de, tıpkı Necip ve diğer hilkat garibeleri gibi, çok başlı olmaya karşı değiller, hatta onlardan bile fazla severler, örneğin benim hayatım yurt dışında ve çok zengin ülkelerde geçti ama çok başlı olmak isteğinde bu sitedekiler kadar fanatik ve yobaz çok az gördüm. Yurt dışında rastladığım Türk, Kürt ve Alevilerin çoğu da tıpkı bu sitedekiler gibi çok başlı olma sapıkları. Solcu devrimcilerin derdi sadece bir azınlık değil herkesin çok başlı olmasındaki hataları ortadan kaldırmak.
    ʻAferin, de, rahatsiz olmak da bir marifet degil ki.ʼ Bu da çoktan beri çiğnenen bir sakız. Kendinle huzur içinde ol, kendini strese sokma, bir çeşit burç, yıldız falı, şekerleme ambalajlarında çokan iyi ve mutlu hayat öğütleri. Yani, karşımıza her şeyi doğal bulan hikmet dolu bok çukuru New Age groupisi Necip çıktı. Kendi huzurlarını bozanlar hariç, her şeyi doğal bulan, daha doğrusu tıpkı bu sitedekiler gibi cahilliklerini kahve fallarında çıkan evrende her olan ve olmayanı izah edecek güçte, her kapıyı açan, kalıp parolalarla örten enayi dümbeleği.
    ʻDuzeltmek icin bir seyler yapin.ʼ ne kadar eski bir basmakalıp bir laf ama laf deyip geçmeyin. Mükemmel burjuva Marksʼın mezar taşında da aynı formül yazılı.
    Benim bildiğim kadar dünya tarihi bir şeyler yapanların tarihi: Krallar/İmparatorlar/ Şahlar/Sultanlar/Endüstri kaptanları/ para sahipleri/paşalar kısacası Marks, Necip ve bu sitedekiler gibi aslı burjuva güce tapan başbelaları.
    Necipʼin şantajı da tıpkı solcu devrimcilerinki. Bir şey yapmazsan züppesin, korkaksın, mistiksin falan filan. Bunlar rahat etmek için çok, gece gündüz çok çalışma öğütü veren tam enayiler, enayi avcı-devşiricileri.
    Soru: nasıl oluyor da benden başka kimse bu sapılık ve cahillikleri görmüyor? Klonluk sorunları mı?

  179. “…Tehdit ve küfür radikal sol gruplara mensup olduğunu tahmin ettigim insanların baştan beri tercihi oldu. Buna hiç şaşırmadım. Çünkü bu insanlar nihayetinde devrim yapmak istiyorlar. Devrim yapmak isteyen insanlar rasyonel tartışmanın politik çelişkileri çözmenin en uygun aracı olduğuna inanmazlar. Sonuçta politik muarızlarına şiddet uygulamayı zorunlu ve en etkili yol olarak görürler. Seninle şiddet uygulamadan tartışmayı ancak belli bir süre için (bazı “objektif ve subjektif koşullar”ın bir sonucu olarak) doğru bulurlar. Bunlar en yakın müttefiklerini bile nihayetinde haklamayı düşünürler. Her grup kendini genellikle Ekim Devrimi öncesindeki Bolşeviklerin pozisyonunda görür. Diğerlerine biçilen ömür en fazlasından Menşeviklerin veya Sosyalist Devrimcilerin ömrüdür.

    Ne Türkiye’de ne de Avrupa’da bu gibi “devrimciler”in bir kıymeti harbiyesi vardır. Bunların fikirlerini ve radikal retoriğini kimse ciddiye almamaktadır. Bunların marjinal dünyasına girmek bir züldür. Politika yapacaksanız politik güçlerle ilgilenmek ve onların düşünce ve programlarını esas almak zorundasınız. Politik dünyada esamesi okunmayan marjinal kişi ve gruplarla uğraşmanın mantiki, rasyonel bir açıklaması yoktur. Onun için ben bu grup ve kişilerle tartışmak istemiyorum. Benim o dünyada bir işim yoktur.

    Birkaç gün önce Seyfi Cengiz beni gericilikle suçlayan bir yazı yazdı. Şiddete dayalı radikal projeleri yahut devrimleri tehlikeli, ütopik ve yararsız bulmam Seyfi Cengiz’e göre benim gerici olduğumun kanıtıdır.

    Hümanizm gericilik değildir. Bence gerici olan, hayal aleminde yaşayan retorik (insanları etkilemek veya ikna etmek üzere dizayn edilmiş ancak samimiyetten uzak ve abartılar içeren dil rhetoric demek istiyorum) devrimcisi Seyfi Cengiz’in kendisidir. Seyfi Cengiz tsunamiden kurtulan Sri Lankalılara veya Endonezyalılara benzeyen Dersimliler arasında sınıfsal ayrım yapmadığım, yani felaket mağdurlarını büyük burjuvazi, küçük burjuvazi, proletarya, zengin köylüler, yoksul köylüler vb. gibi sınıfsal kategorilere ayırmadığım için beni bilim ve devrim adına ayıplıyor. Ben Seyfi Cengiz’in bu sınıfsal analiz metodunu Dersimliler için çok abes buluyorum. Dersimliler tsunami mağduru Sri Lankalılara veya Endonezyalılara benziyorlar. Pılı pırtıdan başka bir şeyi olmayan Dersimlileri sosyal sınıflara ayırarak sınıf kavgasına tutuşturmayı tasarlayan Seyfi Cengiz’i aklı selime davet ediyorum. Sırf proleter bir devrimin öncüsü olacaksınız diye tsunami mağdurlarının arasına fitne-fesat sokmayın. Ayıptır, günahtır!…”

    DERSİM SORUNU, RADİKALİZM, GERİCİLİK VE HÜMANİZM
    Mehmet Yıldız
    https://diasporadersim.wordpress.com/2019/03/08/%EF%BB%BFdersim-sorunu-radikalizm-gericilik-ve-humanizm/

  180. “…Kendisiyle birlikte tüm insanlığı da kurtaracak olan proleteryaya, dolayısıyla Marks’a ve Engels’e, haleti ruhiyesinin ani olarak değişmesiyle birlikte senelerce tek doğru olarak savunduğu teorilerini bir anda “işe yaramaz boktan şeyler” deyip çöpe atan ve yeni durumu kavramakta zorluk çeken yandaşlarını azarlayan Lenin’e olan inancımı yitireli epey oluyor. Şimdi rehber aramıyorum, sorunları rasyonel bir tarzda tartışabileceğim “entellektüel yoldaşlar”a ihtiyacım var benim. Övünmek gibi olmasın ama Ap Yımamwuşe ile birlikte çalışıyoruz. Grubu ilerde daha da genişletmeyi düşünüyoruz.

    Ap Yımamwuşe’yi böyle bir işe ikna etmek kolay olmadı. Adeta ecel terleri döktüm, anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Bana ahlaki açıdan değil de, entellektüel açıdan güvenmediğini söyledi.

    “Sorunları akıl, mantık ve deneyin yardımıyla kavramaya çalışmaktan ziyade, senin kuşaktan insanlar kestirme yoldan alim ve önder olmaya özendiler. Dersimli anne-babanın şefkat dolu uyarıcı sözlerini Türkiye’nin her tarafında size karşı duyulan hayranlığın somut bir göstergesi saydınız. Bin yıllık dilimizi kifayetsiz buldunuz. Cemin, cemaatlerin ve yasın diline saygısızlık ettiniz. Feodal oldukları gerekçesiyle değerlerimize saldırdınız. Pirimizle, rayverimizle, musaibimizle, kirvemizle, komşumuzla ve ziyaretlerimizle olan ilişkilerimizi bozdunuz. TDK’nın uyduruk kelimeleri aracılığıyla Kırmanciyenin en mahrem sahalarına bile el attınız.”

    “Lakin yaptığınız felsefe bir hayli eğlendiriciydi. Devrimin temel ve baş çelişkilerinin neler olduğu konusunda yaptığınız tartışmaları unuttuğumu sanma. Neydi o hararetli ve kendinden son derece emin halinle ettiğin bir araba anlamsız laf! Dünyanın tüm sırlarına vakıfmışsın gibi konuşuyordun. Söylediklerinde Dersim kültüründen bir zerre bile yoktu. Çinlileri ne çok tanıyordun! Gerçekten sen Çin’e hiç gittin mi? Çince biliyor musun? Sonra Çin’i bırakıp felaket telalı yahut sahte kıyamet habercisi Enver’e sevdalandın. Her neyse, çok acayip bir durumdu bu yani. Doğup büyüdüğün toplumdan bir şey öğrenmemiştin ama tarihleri, dilleri ve kültürleri konusunda bir şey bilmediğin ırak Çin’in ve Rusya’nın uzmanıydın.”…

    AP YIMAMWUŞE’NİN YOLDAŞIYIM, BAHTİYARIM
    Mehmet Yıldız
    https://diasporadersim.wordpress.com/2019/03/08/ap-yimamwusenin-yoldasiyim-bahtiyarim/

  181. R. Çamuroğlu’nun bir kitabında geçen bir cümle:

    “İdeolojiler insanlara sahip olur. Fikirler ise onların sahip olduklarıdır.”

    Dolayısıyla:

    Öcüleştirilen “kapitalizm”in şeytani amaçları olan birileri tarafından bir “Babil kulesi”nde ya da masa başında tasarlanarak ortaya atılmış bir “ideoloji” olduğunu sanıp, ona karşıt bir “ideoloji” oluşturarak savaş açan “antikapitalist ideolojiler”, insanlara sahip olur.

    “Kapitalizm” adı verilen olgunun ortaya çıkma ve gelişme süreçlerini ütopik değil nesnel bir yaklaşımla ele alarak olumlu ve olumsuz bütün taraflarıyla değerlendiren “fikirler” ise, onların sahip olduklarıdır.

  182. Antikapitalist ideolojiler savaşına karşı açılan anti antikapitalist ideoloji savaşına katılmadan ve bok çukuru ekonomik sisteminde varlığını devam ettirmek için yediklerini etrafa yaymadan önce aşağıdaki salığı kendine verseydin.
    [ “Kapitalizm” adı verilen olgunun ortaya çıkma ve gelişme süreçlerini ütopik değil nesnel bir yaklaşımla ele alarak olumlu ve olumsuz bütün taraflarıyla değerlendiren “fikirler” ise, onların sahip olduklarıdır.]
    Yani, önce içinde bulunduğun ve seni besleyen (kelime ve kavram) gıdaların çukura atılma ve artışı süreçlerini ütopik değil nesnel ve bilimsel bir yaklaşımla ağzına alarak kimyasal anal-izini neden kendin yapmadın? Ben azıcık yapacağım. Bu konudaki cahilliğin ayan beyan ortada olacak.
    Uyarı ve öğüt: çukurunu dolduranlar, açtıkları ideolojik savaşlarda asla senin gibi cahilleri asker olarak kullanmazlar. Eğer İnternetʼte (internet mi, İnternet mi? sorusuna bile kesin cevap yok ama olsun) sadece bir saat satıhsal bir araştırma yapsaydın çukurundan büyük laflar etmezdin: ideoloji, kapitalizm, antikapitalist, ütopik kelimeleri, bok çukuruna atanların kelime ve kavramları. Yok eğer sen sitedeki en aşırı ve azılı anarşist Necip isen Trump gibi her istediğin boku yemekte özgürsün.
    ʻKapitalʼ kelimesi nereden geldi, geldiği yerde ilk defa ne zaman ve kimler tarafından kullanıldı?
    Bu kelime senin bok çukurunda ne zaman gıdan oldu?
    Kapitalizm ha keza, kapitalist ha keza, ütopik hakeza, ideoloji ha keza, ʻ-antiʼ ha keza.
    Çukuruna atılan atıklardan (kelimelerden) kavramlara geçeyim.
    Kapitalizm çeşitleri ha keza, kendi var ismi yok kapitalizm hakeza, kapitalizm ile kapitalizm ideolojisi farkı hakeza, antikapitalizmin dayandığı felsefi ve ahlaki ve toplumsal görüşler hakeza. Hepsinden sonsuz daha önemli olan fikir ile ideoloji ayırımı enayi dümbelekliği. Doğa bilimcileri bile R. Bokçukuroğlu kadar kendini tanrı yerine koymazlar, olguların teoriler vasıtasıyla anlam kazandığını ileri sürerler. ʻTeoriʼ kelimesi de bakmaktan türer, ʻideolojiʼ ide kökünden, yani fikirden. Örneğin çukura atılan boklar her zaman dibine, sana doğru giderleri ama yerçekiminin buluşuna kadar anlaşılmadı ve önemli olan da (bana göre değil, çukurunu dolduranlara göre) anlamak. Şu R. Bokçukuroğlunʼa sor bakalım bu ideoloji ile fikir farkı fikri kendine allahtan hangi mağarada, hangi ayetle vahiy olmuş? Yoksa bazı benimsediği dünya görüşü veya ideler (fikirler) sistemi mi ayan beyan etmiş?
    Sana milyon örnekler arasından senin ve sana benzerlerin trilyonlarına bedel 1998 Nobel Ekonomi Ödülü kazanan, senin gibi askerlerin anladığı anlamda antikapitalist olmayan, Amartya Senʼi bir örnek olarak verip ev ödevi olarak da hangi ideoloji ile kapitalizmi eleştirdiğini bul derim.
    Çaylaklığını yüzüne az da olsa vurduğum için kudurup strese girmeden önce sitenin senin gibilerle dolup taştığını düşün, rahatlarsın.
    Daha geçende bir bok çukurunu dolduranların başında gelen İngiltereʼden diplomalı bir medya artistlik anarşisti, anarşizm ideolojisini, eski pezevenkler yerine yeni pezevenkleri seçimine katılma şantajcılığına çevirdi. O senden de çok batmış çukuruna. Suikast yapan ve bomba atan anarşistleri hiç duymammış gibi, salt yeni pezevenklere değil, şimdi ʻterörizmʼ kelimesi dillerinden düşmeyen bütün dünya pezevenklerine dalkavukluk yapıyor. Utanmadan ʻoy at, bomba atmaʼ seçim çığırtkanlığını anarşizm kalıbına koymuş. Hayvanları sevme kampanyasına katıldığı halde hayvanların salt şiddetle özgürlük ve hayatta kalmayı sağladıklarını bile göremeyecek kadar evcilleşmiş bir anarşizm laf cambazı.
    Acaba senin zırvalamanda bir ihtimal daha var mı? Yani ciddi olabilirsin. O halde, aynı seçim anarşistini de davet ettiğim gibi, seni de davet ederim: hadi bu işi daha etraflı inceleyelim.
    Şimdilik çok basit bazı düşünceler.
    Canlılar, doğanın verdikleri ve doğanın verdiklerinden diğer yararlananlardan aldıkları ile canlılıklarını devam ettirirler. Eğer amaç türün devamı ise insanı ayrı tutmamız şart. Aksi halde sayısız çeşitli tür mikro-organizmalar, (koral) mercan polipler ve diğer milyonlarca canlılar türün nüfusun arttırmada kapitalizmden bile sonsuz daha başarılı oldular.
    İnsan ağaçtan yere indiğinden (2,5 – 6 milyon yıl önce) beri, özellikle canlıların %95ʼnin tükendikleri göz önüne alındığında, türünün devamı için ihtiyaçlarını toplumsal olarak karşılamada hayli başarılı oldu. Kapitalizm ile bu başarı gerçekten göz kamaştırıcı bir boyut kazandı. Nüfus artışı doğrusunun eğimi 1700 yıllarına kadar 5° iken sonra 80-90° olur.
    Hâlihazırda akla gelen sorular ve sorunlar:
    – Türü arttırma girişimi toplumsal olduğu gibi toplumda diğer boyutlar da var. Örneğin ahlak. Sanat, şarkı türkü, dans, yardımlaşma, akrabalık, düzen ve benzerleri. Bunları şimdilik bir yana bırakacağım.
    – İhtiyaçları ele geçirme girişimi göz kamaştırıcı başarılı, fakat ekonominin araçlarla amaçlar arasındaki ilişki olması açısından bakıldığında, bunu başaran topluma dağıtmada başarıya ulaştığında çok sayıda anlaşmazlıklar var.
    – Salt kapitalizmin büyük başarısını düşündüğümüzde ve başarı kıstasını türün veya nüfusun artması aldıdığımızda, kapitalistsiz kapitalizme geçmeden önceki Çin ile o yolu tutmayan Hindistan tarih boyunca kapitalizmsiz ama büyük nüfuslu oldular.
    Hatta Çinʼin bu becerisini çok katı ırkçı olmalarıyla açıklayan tarihçiler de var. Çin, göçebe çobanlara ödün verip et yemektense, yeryüzünü kullanmada gıda açısından çok daha etkili olan tahılla geçindi. Mao zamanında Mongolyaʼya sürgüne giden biri, ıslah olup geri döndükten sonra, Mongollar arasında et yemeyle saldırgan oldukları gözlemi ile bir kitap yazdı ve kitap harıl harıl okundu. Kitaba göre, Avrupalıların üstünlüğü ve dünyaya egemen olmalarının nedeni et yemeleriymiş. Bence, Avrupaʼda çok sık rastladığım eski antikapitalist komünist şimdi bok gibi para içinde yüzen Türk, Kürt, Alevi gibi olmak isteyen şimdiki antikapitalistler et yemenin çok moda olduğu, zavallı Uygurların da yararlandığı, Çinʼe gitsinler.
    Muhammediniz ʻÇinʼe gitʼ dedi, Atatürkünüz ʻAvrupaʼya gitʼ dedi, şimdi yine Muhammed geri geldi. Ama sana, seçim anarşistine ve site %99ʼuna bakınca sizi allah bile bok çukurunuzdan çıkaramaz derim. Sadede gelip kısaltayım.
    Eğer insanın doğadan ihtiyacını karşılaması girişiminde yaratılan ekonomik sistemine, kapitalizmin kelimesinin kapitalden geldiği gibi, araç olanın adını verirsek yaklaşık 10 bin yıl önce başlayıp 5-6 bin yıl önce zirveye ulaşan devirden öncesine (2-6 milyon yıl) avcıizm ve devşiricizm dersek pek yanlış olmaz. Lakin aracı öne alırsak, taşizm demeliyiz, çünkü başarıya alet taş. Ama bunda da sorun var. Ok yay, mızrak ve ip de kullanıldı. Yani odunizm, ağaçizm dalıizm, ipizm eklemek gerekiyor. Hatta ok ucuna sürülen zehirler de düşünülürse zehirizm de aday olur. En iyisi, taşizm-odunizm-sapizm-ipizm-zehirizm. Arkasından gelen devire de tarımizm-hayvanizm diyebiliriz. Bunda da çok sorunlar çıkar. Bu devirde kullanılan madenler hem tarımla hem de savaşlarla ihtiyaç karşılamada önemli. Madenizm mi? Şehirler de çok önemli. Şehirizm mi? Gökyüzüne bakıp tarıma, mecra ve baraj düşünüp sulamaya, yasalar ve yazıp usluluğa, dini tapınağa koyarak tekele almaya, bilgiyi okula koyarak salt şimdi gibi kafası çalışanlara aktarmada var. Bilgeçizm mi? Sayısız ʻizmʼler velhasıl. En önemlisi en sonda. Şimdi bile seçim anarşistinin hayat boyunca etrafında dolaştığı ve girmek için can attığı emir yeri saraya geldik. Saray olmasa zaman bile durur, o halde asıl adı sarayizm olmalı. Gerçi ben, sarayda sorun çıktığında daha henüz demokrasi ile seçme de olamadığından, bir emir veren tahta çıkana kadar emirlere boyun eğmeye alışmış halkın saat gibi çalıştığı devrelere tarihte az rastlamadım. Tarımizm ve Hayvanizmʼden sonra kökeni hayvana (öküz, dana) kelimesine giden kapital kelimesinden türeyen ʻkapitalizmʼ gelir. Bu devrin diğer bir adı da, tarım-hayvan devrinden farkını vurgulamak ve kapitalizmin devasa yoğunlukla canlandırıp kullanmayı başardığı teknoloji düşünülerek, teknolojik devir de denir. Gerçi kapitalizm başlangıcından sonra çeşitli sıfatlarla icra yöntemine uygun değişik adlar aldı ama sanırım senin demek istediğin serbest pazar kapitalizmi anlamda 19. yüzyılda baş tacı oldu.
    Not: Kapitalizm kelimesini ilk kullananlar arasından bir olan Marksʼın antikapitalistliği tamamıyla yozlaştırıldı. Marks kapitalistleri ve kendi gibi burjuvaları sayısız övdü. Sömürü dediği şey solcu pezevenkler tarafından salt mümin toplamak için asıl anlamından saptırıldı. İnsanın da meta olduğunu keşfetti. Bilim adamı olduğu heyecanı içinde bin bir telde cambazlık eden Marksʼa yoldaş arama pezevenkliği diliyle ahlak kokusu enjekte ederek yozlaştırdılar. Bilimcilik kölesi olmuş mükemmel burjuva düşünür Marksʼın ʻısınan su 100 derece kaynarʼ anlamında öngördüğü ve sınflar mücadelesine dayanan salak bilimselliğini daha da salakça sürüme soktular. Bu pezevenklerin en başında gelen Lenin. Marks, bunlardan farklı olarak fikrini, en az bir defa, üretim saplantısından silkinerek, Rusyaʼda serflerin ayaklanmasıyla, komünizme başka yollarla varılacağına inanır oldu.

  183. “Şekilde [okunmaya gerek olmayan lâf kalabalığının uzunluğunda] görüldüğü gibi”

  184. The Invisible Hand was a Providence-class dreadnought commanded by General Smith during the Class Wars.

  185. Well, for one thing, I’m not Asgardian.

    And for another, we have the Halk!

  186. İdeolojilerinize sonuna kadar karşıyım. Ve onları ifade etme özgürlüğünüzü hayatım pahasına savunmam.

    Böyle fuzuli şeyler için harcayacağım emeği kendi özgürlüğümü korumak için kullanırım.

  187. Komutan’ın (Kapitalizm’in) Emrine Uyan Balıkçılar:

    ““Öve öve bitiremediği kapitalizm, kendi sömürü sistemi içinde yaşayan planktonları bile yok ediyor.”

    Bu tur genellemeler –yavelemeler– sanki bir hikmet kesfetmis gibi baslarlar ve ilk bir iki soruda da cokerler..

    ‘Occam’in Usturasi’ (Occam’s Razor) denen bir kavramdan –daha dogrusu metoddan– hic mi haberiniz yok?

    Mealen sudur: Basitce aciklanabilcek seyleri, karmasik yollarla aciklama heveslenmeyin.

    Yani, oradaki balikcilarin yol acacagi felaketin sebebini o balikcilarin acgozlulukleri, hirslari veya akilsizliklari ile kolayca aciklamak mumkunken; tutup bunu ‘kapitalizm’ dediginiz bir ‘ocu’ye mal etmek abesle istigaldir.

    Dahasi, boyle yaptiginizda (ki, yapiyorsunuz), oradaki balicilari da aklamis oluyorsunuz –oyle ya, “biz istemezdik boyle olacagini, ama ‘kapitalizm’in emrine uyduk” diyebilirler ve aklamak zorunda kaliriz.

    Bunun “komutan emretti, kanunsuz ve yanlis oldugunu biliyordum ama yine de cektim vurdum” diyenleri aklamak kadar salakca bir tercih oldugunu gormuyor musunuz?”

    Necip 3 Ekim 16 / 2pm

  188. Taraf okurlarından Başbuğ’a: O elini indir

    İstanbul Kadıköy’de bulunan gazetenin merkezi önünde bir araya gelen ve kendilerini “Taraf gazetesi okuyucuları” olarak adlandıran grup basın açıklaması yaptı.

    Ellerinde “Bir kere o elini indir”, “Şimdi Taraf olma zamanı”, “Taraf Nokta olmasın” yazılı dövizler bulunan grup yaptıkları basın açıklamasında Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un parmağını sallayarak Taraf’ı tehdit ettiğini, Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı’nın da buna destek olduğunu söyledi.

    https://www.evrensel.net/haber/216466/taraf-okurlarindan-basbug-a-o-elini-indir

    “Bir kere o Görünmez El’ini indir!”

    Zileli okurlarından Smith’e: O elini indir

    İstanbul Kınalıada’da bulunan sitenin merkezi önünde bir araya gelen ve kendilerini “Zileli sitesi okuyucuları” olarak adlandıran grup basın açıklaması yaptı.

    Ellerinde “Bir kere o Görünmez El’ini indir”, “Şimdi Anarşist olma zamanı”, “Anarşizm Marksizm olmasın” yazılı dövizler bulunan grup yaptıkları basın açıklamasında Adam Smith’in parmağını sallayarak Zileli’yi tehdit ettiğini, ABD Başkanı’nın ve NATO Genel Sekreteri’nin de buna destek olduğunu söyledi.

  189. 171ʼin bok çukurundaki 172ʼye attığı: ʻʻÇaylaklığını yüzüne az da olsa vurduğum için korkundan altına tam etmektense site klonların gibi az ve öz çıkar, rahat et!ʼʼ
    Modern efendilerinin bok çukurundaki 172ʼye attığı: ʻʻköle ol ama köleliğini kabul etme!ˮ
    172 bok çukuru kapitalisti olma hazzını bundan iyi açığa vuramazdı; çukura her iki atılanı yemiş, özel mülkiyetine çevirmiş! Kapitalist efendilerinin çukuruna attığı ekolojistliği de yemiş. Çok yiyor ama çukur çok dolu olduğundan, “Şekilde [okunmaya gerek olmayan lâf kalabalığının uzunluğunda] görüldüğü gibi” az ve öz çıkarıyor.
    Aksi halde, atılanlara yer kalmayacak ve maazallah kendisi de antikapitalistler gibi dünyayı boklarıyla dolduranlara karşı başkaldıracak.

  190. 1960ʼlarda dünyanın ʻküçülüpʼ büyük bir küresel köy olduğu, kişilerin düzende bir sayı olduğu, insanların her yerde birbirlerine benzediği, geleneksel anlamda özgürlüğün yok olduğu veya artık anlamını kaybettiği gibi sesler yükseldi, inceleyici ve eleştirici kitaplar yazıldı. Devletler ve ekonomide büyük güçlerin, insanı ve tüm yaşamını egemenlikleri altına alıp ve yönlendirmeleri artık su götürmez ve apaçık olmuştu
    Riesmanʼın The Lonely Crowd (Yalnızlar Kalabalığı), Vance Packard, C. Wright Mills, C. P. Snow, Marshall McLuhan, Herbert Marcuse, Frankfurt Okulu, Teknolojik Toplum ve benzeri çok sayıda eserler aklıma gelenler. Müzik, sanat ve edebiyatta yankılar da sayısız. Ortega y Gassetʼin 1930 ʻKitlelerin Ayaklanışıʼ daha eski ama şahane. 1968 ayaklanmalarının bir neden kaynağı bu durumun bilinciydi.
    Değişik bilimdallarından düşünürler bu konuyu görüşmek için toplandılar.
    Toplantıda tartışılan bir sorun artık gerçekten özgür bir insanın var olup olmadığı idi. Bütün düşünürler sanatçıların hâlâ özgür olmaya en iyi aday olduğu üzerinde birleşirken, aralarından biri, ʻʻTarihte ne zaman özgür biri çıksa, kan gövdeyi götürür. Nasıl oluyor da sanatçılar özgürce etrafta cirit atmaktalar?ʼʼ diyerek mızıkçılık etti ve diğerlerini uyandırdı.
    Heyhat! Bu düşünürler, ağzına kadar dolu bok çukurundaki ʻʻ175 Anonimˮi duymamışlar.
    Duruma gülmemek elde değil. Bana deli diyen pezevenkler de ʻ175 Anonimʼ özgür olmalı, hiç biri buna zır deli olduğunu söylemiyor.

  191. AÇGÖZLÜ VE HIRSLI Necip, AKILSIZ ʻ176 Anonimʼi üç kağıda getirip ÜÇÜN BİRDEN az olduğuna inandırmış, BİR vermiş ÜÇ almış. Necip, kendi kendiyle alış-verişte bile dolandırcılık yapmaktan vazgeçememiş.
    Enayi cin ʻ176 Anonimʼ de yediği kazığı cin dolu sitede iftiharla ilan etmiş.
    ʻʻYani, oradaki balikcilarin yol acacagi felaketin sebebini o balikcilarin acgozlulukleri, hirslari veya akilsizliklari ile kolayca aciklamak mumkunken; tutup bunu ‘kapitalizm’ dediginiz bir ‘ocu’ye mal etmek abesle istigaldir.ˮ
    Hızlı anarşist Necip, Occamʼı da geride bırakma hevesiyle, Occamʼın tam tersine, felaketi BİR yani ‘kapitalizm’ nedeni ile açıklayacağına ÜÇ ʻacgozlulukleri, hirslari veya akilsizliklariʼ neden ile açıklamış. Necip, anarşist olduğu kadar enayi. BİR yerine ÜÇÜ tercih etmeyle aslında kendisinin açgözlü ve hırslı olduğunu itiraf etttiği gibi, farkında bile olmadığından ne kadar akılsız olduğunu da açığa vurmuş.
    Tabii, dolandırıcı vardır dolandırıcıdan içeri. Bir üfürükçü bu akılsız, açgözlü, hırslı Necipʼe ʻʻTrumpʼı taklit edersen, Trump olursunʼʼ BİR vermiş, cüzdanından ÜÇ alıp Necipʼi hafifletmiş. Cin gibi Necip de cin gibi ʻ176 Anonimʼi, o da site enayileri düzmece marksist ve anarşist klonlarını dolandırmış. Yine benden başka kimse görmedi.
    Bu defa site çoğunluğu cinler mutlaka görür diye bekledim, nafile.

  192. Bu soytarılar bilgisizliklerini kabul edip yuttukları bilgelik afyonundan uyanıp insan olsalar ne hoş olurdu. Bağrıma basar, kıçı sıkı bilgiçlere beraber gülerdik.
    Enayi Necipʻin ʻkapitalizmʼ bağlamı içinde ʻsömürüʼ kavramının ne anlama geldiğini bilmediği apaşikar. Din, Allah ve ahlakla hiç bir alakası yok bilgelik heveslisi bilgiç Necip! Eleştiri yapanları anlamamışsın, konuyu bilmiyosun, hepsi o kadar be salak!
    Genelleme iki yüz yıldır devam etmekte. Etkisini veya geçerliliğini yitirmişse, ʻilk bir iki soruda da cokerler..ʼ genellemesi osurup etrafı daha da kirleteceğine bazı örneklerle şu an kapitalistlerin bile katıldığı çevre sorunlarının ekonomi ile alakası olmadığını ve eğer olsa da ekonomik yaşamda en büyük payı olan salt kapitalizmin neden olmadığını gösterirdin. Efendilerine yaltakçılık otomatik olmuş!
    Eğer sen daha teknik anlamda kullanılan ʻsömürüʼnün ne olduğunu bilmiyorsan, sömürüsüz kapitalizmin de olmayacağını da bilmiyorsun demektir.
    Occamʼs Razor metot değil ibiş, ekonomik veya idareli olmak. Bak ʻlex parsimoniaeʼ ve ondan çok daha önce söyleyenler oldu. Dünyanın yuvarlak olduğu da çok daha önce bilinirdi ama daha henüz pratikte yararı olmadığı için aldırış edilmedi. Ulan sizler gibi kara cahillere buna benzer binlerce örnek verebilirim ama bu sitede egemen olan ʻcahillik mutlulukturʼ! Seçime katıl vatandaş! gibi.
    Gelelim ʻaklamayaʼ. Ulan insan bunda da kadar bilgisiz olur be! Büyük ve ahlaki dinlerde insanın yaptığından sorumlu olma konusu üzerine akan teolojik, felsefi ve bilimsel dışkılar sen ve senin sitedeki klonlarına triyonlar yıl rahat gıda olur. Sen sanırım hatta bir ara bilim milim bildiğini de osurmuştun. Salt o alandaki siz Türklerin hemen aşık olacakları cici bici determinizm / indeterminizm kavramlara da mı rastlamadın be enayi dümbeleği Necip?
    Senin dediğin ʻaklamaʼ mahkeme, yasalar, şahitler, avukat, rüşvetler, güç oranları, en eski yazılı bilinen Hammurabi kanunları, kaza mı ama kasti mi, hangi coğrafya ve hangi tarih (seni o Savannahında 30 bin yıl önce varmıydı mahkeme, yasa falan filan? Ulan ibaha kelimesini de mi duymadın be geveze).. Ne dersin Türk Okkamı Necip, en iyisi kısaltıp ʻmight is rightʼ mi desek? Ulan kara cahil. Salt Antik Grek trajedileri okusaydın, toplumun mahkeme ve yasalara ve avukatlara karşı tutumunun değişmesinin ne kadar zor olduğunu bilir, ilkokul çocukları gibi konuşmazdın.
    Hepiniz çok ama çok çok iğrenç ve tiksindiricisiniz. Benim öznel yargım: sizler gibi bu kadar cahil, mutant ve hilkat garibelerini bir araya toplayan site bilgide kalitesiz, ki beni asla rahatsız etmezdi, insanlıkta sonsuz kalitesiz!
    Yine, benden başka bu alelade cahillikleri bile gören yok kadar az. Ama hindi gibi kabaran çok.

  193. 176 Anonim ve Necip
    Balıkçıların sorumluluğu üstlenmelerine katılıyorum. Kapitalizm ortadan kalkınca açgözlülük ve hırsın da kendiliğinden insan yapısından silineceği pek ikna edici değil. Akılsızlığın daha çok eğitimle ilgili olduğunu düşünüyorum. Yaptıklarımızın çevreye etkilerini öğrenip ona göre hareket etmeliyiz. Size göre, açgözlülük ve hırs da eğitimle insan ruhundan silinebilir mi? Yoksa bu nitelikler insan doğasında mı?

  194. “Size göre, açgözlülük ve hırs da eğitimle insan ruhundan silinebilir mi?”

    Silinebilir.

    “Yoksa bu nitelikler insan doğasında mı?”

    Değil.

    Daha doğrusu “insan doğası”nın değil, insanın içinde doğup büyüdüğü ve kendisini de şekillendiren çevrenin ürünüdür bunlar.

    Bu çevre de – en azından bir yere kadar – değiştirilebilir.

  195. Necipʼi anlamadan kendi kendine gelin güvey olan ʻʻher koyun kendi bacağından asılırˮ, ʻʻbeş parmağın beşi bir değilˮ gibi halk arasında yaygın özdeyişleri duymamış.
    Hocamız akademisyen Halil Berktayʼın bu sitede yayınlanan yazısından bir parça daha da açık:
    ʻʻİnsanlık tarihinde çoktan aşılmış bazı şeyler var. Kimsenin ruhu ve kafasının içine giremeyiz. Girmeye kalkamayız, kalkmamalıyız. ÇAĞDAŞ BİR DEMOKRASİDE, gerçek bir HUKUK VE KANUN DEVLETİNDE, kimse herhangi bir konudaki inanç ve düşüncelerini açıklamaya zorlanamaz.ˮ

    Necip’in dedikleri aynı temeler dayanır.
    Demokratik, hukuk ve kanun devleti Almanya bir örnek olabilir.
    İnsan üzerinde denemeden bir ilacın piyasaya sürülmesi düşünülemez. Alman ilaç şirketleri ilaçları fakir ülkelerde çok ucuza satışla dener. Bu açığa çıktığında skandal olur ve sorumlu görevliler işten çıkarılır. Bu durumda suçu kapitalizmde bulursak cezalandırılması için dünyanın sonuna kadar beklememiz gerekebilir.
    Çevreye attıkları kimyasal maddeler sağlığa çok zaralı olduğundan AB bazı kimyasal madde üreten şirketlerin operasyonunu yasakladı. Şirketler fabrikaları Afrikaʼya taşıdılar. Son 10-15 yıl kanser dahil hızla artan sayısız hastalıkların bu şirketlerin neden olduğu ortaya çıkınca şirket sözcüsü Afrika yasalarının yasaklamadığını açıkladı. ABʼde de bu pratiğe karşı yasa olmadığından hukuk ilkelerine dayanarak ceza verilemezdi. Kimyasal madde şirketleri, insan hakları ve uzun demokrasi geleneğine saygısından fabrikaları kendiler kapattılar. Böylece, dolaylı da olsa, hukuk yerini buldu.

  196. Katılıyorum. İki veya üç sorum daha var.
    Açgözlülük ve hırsı silme ve insanın yapısını oluşturan çevreyi de isteğe uygun maksimum değiştirme ancak devlet ve kurumlar (örneğin eğitim) başaracak.
    Bu başarıya ulaşmış ülke var mı?
    Böyle bir ülke varsa, diğer ülkelerin de aynı yöntemleri kullanıp aynı başarıya ulaşması gerekmez mi? Bu nasıl sağlanacak? Bir dünya devleti gerekmeyecek mi?
    Eğer daha henüz bu başarıya ulaşmış bir ülke, izlenecek bir model yoksa da, teorik olarak, daha uzun bir zaman sonunda yine bir dünya devleti gerektirecek.
    İkinci sorum: Bu dünya devleti federasyon mu yoksa konfederasyon mu olacak?
    Şu an insan hayal gücünü fantastik beklentilerle besleyen fütüroloji spekülasyonları daha çok bilimkurgu çağrışımı yapsa da, teknolojik gelişmeler katlamalı ilerlemekte ve hâlihazırda bazı başarılar gayet çarpıcı. Bu yeni teknolojiler, insanı, insanın toplum, toplumlar arası ve doğa çevresini istenen sonuca daha etkili ulaştırabilirler. ‘Occam’in Usturasi’ metodunu bu bağlamda istenen sonuca daha etkili ve çabuk varma olarak yorumlarsak, sorunu teknoloji ile çözmek dünya devletiyle çözmekten daha kolay ve kısa olabilir.
    Teknoloji ile çözüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

  197. ‘The Invisible Hand was a Providence-class dreadnought commanded by General Smith during the Class Wars.’

    ‘Star Wars’ lagalugalarınıza yine başladınız. Yazık.

    ‘Milletlerin Zenginliği’, Adam Smith, İş Bankası Yayınları, ciltli 2006 basım, çeviren ‘Haldun Derin’, sayfa 87, orta paragraf:

    ‘Every species of animals naturally multiplies in proportion to the means of their subsistence, and no species can ever multiply beyond it. But in civilized society it is only among the inferior ranks of people that the scantiness of subsistence can set limits to the further multiplication of the human species, and it can do so in no other way than by destroying a great part of the children which their fruitful marriages produce.’

    ‘Bütün hayvan çeşitleri, tabii, beslenme araçları oranında çoğalır. Hiçbir hayvan türü bundan öteye çoğalamaz. Ama uygar toplulukta, yiyecek kıtlığı yalnız alt tabakalardaki insan türünün fazla çoğalmasına set çekebilir. Bunu da, ancak o kimselerin verimli evliliklerinden üreyen çocukların büyük bir kısmını ortadan kaldırarak yapar.’

    ‘Well, for one thing, I’m not Asgardian. And for another, we have the Halk!’

    2 milyar 751 milyon dolar ile en çok gişe hasılatı toplayan ikinci film olan ‘Avengers: Endgame’den bir önceki film olan ‘Avengers: Infinity War’da bir karakter olan ‘Loki’nin söylediklerinden, sadece, ‘Hulk’ – ‘Halk’ kısmını değiştirerek, yine, zevzeklik çuvalınızın ne kadar geniş olduğunu ispatlıyorsunuz. Yazık.

    Stalinist rüyalar içinde yüzen ‘Halk Cephesi’ ile ‘the Hulk (Halk)’ benzeşimi kurmanız, zevzekliğinizin bir başka örneği.

    Tavsiye:

    ‘Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’
    Joseph Campbell
    (Çev. Sabri Gürses)
    İthaki Yayınları
    ( http://www.ithaki.com.tr/urun/kahramanin-sonsuz-yolculugu/?phrase=kahraman%27%C4%B1n+sonsuz+yolculu%C4%9Fu# )

    ‘Komutan’ın (Kapitalizm’in) Emrine Uyan Balıkçılar: ‘Öve öve bitiremediği kapitalizm, kendi sömürü sistemi içinde yaşayan planktonları bile yok ediyor.’ Bu tur genellemeler (yavelemeler) sanki bir hikmet kesfetmis gibi baslarlar ve ilk bir iki soruda da cokerler. ‘Occam’in Usturasi’ (Occam’s Razor) denen bir kavramdan (daha dogrusu metoddan) hic mi haberiniz yok? Mealen sudur: Basitce aciklanabilcek seyleri, karmasik yollarla aciklama heveslenmeyin. Yani, oradaki balikcilarin yol acacagi felaketin sebebini o balikcilarin acgozlulukleri, hirslari veya akilsizliklari ile kolayca aciklamak mumkunken; tutup bunu ‘kapitalizm’ dediginiz bir ‘ocu’ye mal etmek abesle istigaldir. Dahasi, boyle yaptiginizda (ki, yapiyorsunuz), oradaki balicilari da aklamis oluyorsunuz, oyle ya, ‘biz istemezdik boyle olacagini, ama ‘kapitalizm’in emrine uyduk’ diyebilirler ve aklamak zorunda kaliriz. Bunun ‘komutan emretti, kanunsuz ve yanlis oldugunu biliyordum ama yine de cektim vurdum’ diyenleri aklamak kadar salakca bir tercih oldugunu gormuyor musunuz?’ Blog Köşeleri Ve Meydanlardaki Pankartlar ‘Simdi.. gelelim sizin ‘insanca yasanir bir düzen kurma cabasi’ bahsinize? Siz, kuzum, blog koselerinde, ya da elinde pankart, meydanlarda bunlari dile getirmenin anlamli bir ‘caba’ mi oldugunu saniyorsunuz? Iceriginin ne oldugu kisiden kisiye degisen bir seyler diyorsunuz (talep ediyirsunuz) diye dunyanin geri kalani isini gucunu birakip sizi tatmin etmek icin ayaga mi kalkacak? Boyle bir seyin olabilecegini gercekten dusunuyor musunuz? Bu kadar saf iseniz, o zaman, kabul, butun bir omru sikayet etmekle gecirmeniz cok da sasirtici olmaz. Sasirtici olan, bu kadar saf olmaniz olur. ‘beni son derece rahatsiz iste bu insanlik halleri’ E, aferin. Aferin, de, rahatsiz olmak da bir marifet degil ki. Kalkin gidin Mardin’e. Bir STK araciligi ile mi olur, bireysel mi davranirsiniz, orasina karismam, ama madem rahatsiz oluyorsunuz, duzeltmek icin bir seyler yapin. Aksi halde, buraya kadar soyledikleriniz, kimsesiz cocuklara yardim ayagina balolar duzenleyip eglenen zengin zuppe taifesinden cok da farkli degil.’

    Eğer ‘William of Ockham (Occam) (1285-1347)’, Necip’in üfürmelerini okusaydı, ‘ustura’sını; ya kırıp atardı, ya da Necip’in akıllanması için tecrübeli bir beyin cerrahına (belki) bağışlardı. [Not: ‘Occam’ın usturası’ kıymetli bir metafordur. Gerçek bir ustura ile ‘metaforik olarak’ ilgisi vardır.]

    ‘Kapitalizm’in, ‘hayatın (ve ‘doğa’nın) başından beri, kendiliğinden var olan bir şey’ olduğu yalanını bu sitede yıllar boyunca üfüren, bizzat, Necip’in kendisi idi. Bu yalanını ‘gerçekmiş gibi göstermek için’; (Occam’ınki de dahil) çeşitli ‘usturalar’ kullanmayı denedi ama beceremedi. ‘Kapitalizm’ denen şeyin, ‘insan davranışlarının bir ürünü’ olduğu gerçeğini kabul etmemek için biteviye üfürdü. Döviz kurlarındaki dalgalanma neticesinde KOBİ-irisi şirketinin mali yapısı epey bozulunca, siteden gitti, iyi de oldu.

    ‘Öcü’, Necip gibi ‘kapitalistlerin bizzat kendisi’dir; hayal ürünü bir yaratık değildir.

    ‘Kapitalizmi pazarlamak’ konusunda Serdar Kaya’dan daha az kabiliyetli olan Necip’in üfürmelerini, yine, zevzeklik çuvalınızdan buraya döküyorsunuz. Yazık.

    ‘Türk ve sünni müslüman’ gelenekleriyle uyumlu olMAdığı için;
    ‘Maske’ kısmını çıkarıp,
    ‘Alkolsüz’ çeşitli ‘balolar’ düzenleyip,
    Bu ‘balolardan’ elde ettikleri parayı (‘charity’ adı altında), sömürdükleri insanlara ‘bağışlayan!’ bizzat Necip’in ve kapitalist dostlarının üye oldukları ‘kapitalist iş insanları toplulukları, dernekleri, vakıfları vb.’dir. Siz, zevzeklik çuvalınızda bahaneler ararken kaybolduğunuz için, eleştirinizi yanlış yönlendirmişsiniz.

    ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların tavırları’ ile ‘insanların tavırları’nı harmanlayıp, kapitalizmi izah ettiğini zanneden Necip’e cevaplar, sizin bakındığınız sayfalarda verildi. ‘Zahmet etmediğiniz ve okumadığınız için’, ıskalamışsınız.

    Necip’in, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin kapitalist patronu olmasına ek, yılmaz bir ‘Recep Tayyip Erdoğan savunucusu’ olduğunu da ıskalamışsınız. Belki haberiniz yoktur; zaten borç içinde yüzen şirketlerinin, döviz kurlarındaki dalgalanma nedeniyle çukurun dibine sürüklenmesini bir süre geciktirebilmek için, şirketlerinin bir müddet daha ayakta kalabilmesi için; RTE’den yana yakıla ‘teşvik’ isteyen bizzat kendisi ve kapitalist dostları idi. Serdar Kaya, en azından, RTE’nin despotlaşmasını hissetmeye başladığı an dümenini kırdı ve (RTE’yi) daha az savunur oldu; fakat Necip’in (‘kapitalizm pazarlamacısı’ [Serdar Kaya’dan daha az kabiliyetli] olmasına ek), ‘RTE bağımlısı’ olduğu ‘aklınız’ın bir köşesinde bulunsun, ‘zevzeklik çuvalınız’ın değil.

    ‘Antikapitalist demagojilerinize daha önce Necip Bey tarafından müteaddit defalar cevap verilmişti. ‘Okumaya zahmet etmediğiniz için’, cevab[lar]ın ne olduğunu da atlamışsınız, unutmuşsunuz. ‘Zahmet etmek isterseniz’, cevab[lar]ın ne olduğunu sayın Zileli’nin sitesinde Necip Bey’in yorumlarını arayarak bulabilirsiniz.’

    Siz, hâlâ, kapitalizm karşıtı mücadeleleri; bir ‘Stalinizme özenen robotlaşmış ergenler derneği’nin, bir X grubunun, bir Y grubunun, bir Z grubunun çabası zannediyorsunuz.

    Necip, ‘kapitalizm’in, hayatın (ve ‘doğa’nın) tam ortasında, kendiliğinden doğan, kendiliğinden büyüyen ve kendiliğinden ölen bir ‘şey’ olduğuna inanmış ve bunu ‘pazarlayabileceğini’ zannetmişti, beceremedi. Öyle görünüyor ki, siz, Necip’in üfürmelerine ‘inanmışsınız’. Yazık.

    ‘antikapitalizm’inizi ya da ‘medeniyet’ karşıtlığınızı dünyadaki herkese dayatma hakkını kendinizde görüyorsunuz?’

    ‘Medeniyet’ ve ‘kapitalizm’ aynı değil. Önce bunu öğrenmeye gayret ediniz. (Bkz. ‘Sömürenler – Sömürülenler’, 10 Haziran 2019)

    Kapitalizme karşı mücadeleleri, siz, birilerinin başka birilerine ‘dayattığını’ zannedecek kadar tecrübesizsiniz.

    ‘Evet, maalesef bu dünyada, ‘işçi’ ya da hangi sınıftansa artık, yoksul, aç ya da sömürülen, ya da savaşta ölen, veya doğal afet, trafik kazası, hastalık veya ecel gibi onlarca farklı nedenlerle ölen, yakınlarını kaybeden, acı çeken milyonlarca insan var. Öte yandan, görmek istemeseniz bile, diğer tarafta başka milyonlar da var.’

    Konuyu bulanıklaştırmak için çok uğraşıyorsunuz, ama beceremiyorsunuz.

    ‘Bunlar ise, bir ömür boyu böyle kişilere ya da ‘kapitalizm’in zalimliğine ağıtlar yakarak kendilerini mutsuz etmek veya hayatlarını sizin davalarınıza adamak yerine, kendi mutluluklarına odaklanmış, kendi hayatlarını yaşamaya çalışan insanlar. Neden kendi hayatlarını sizin ideolojilerinize adasınlar? Deli mi bunlar? Tabii onların hayatlarıyla alay etmekte, küçümsemekte veya şeytanlaştırmakta özgürsünüz. Onlar da aynı şeyi sizin ideolojileriniz için yapmakta özgürdürler.’

    Kapitalizme karşı mücadelelerin, bir ‘kurallar kitabı’ yok.

    Kapitalizme karşı mücadeleler, ‘ideoloji’ değil, ‘din’ değil, ‘politbüro toplantıları fantezileri’ vb. değil.

    Önce bunları anlamaya gayret ediniz.

    İkinci olarak, konuyu bulanıklaştırmak için, zevzeklik çuvalınızda biriktirdiklerinizi buraya dökmekten vazgeçiniz.

    Üçüncü olarak, özel hayatınızda çektiğiniz ‘aşk acısı’nı akıtmaktan vazgeçiniz.

    ‘R. Çamuroğlu’nun bir kitabında geçen bir cümle: ‘İdeolojiler insanlara sahip olur. Fikirler ise onların sahip olduklarıdır.’ Dolayısıyla: Öcüleştirilen ‘kapitalizm’in şeytani amaçları olan birileri tarafından bir ‘Babil kulesi’nde ya da masa başında tasarlanarak ortaya atılmış bir ‘ideoloji’ olduğunu sanıp, ona karşıt bir ‘ideoloji’ oluşturarak savaş açan ‘antikapitalist ideolojiler’, insanlara sahip olur. ‘Kapitalizm’ adı verilen olgunun ortaya çıkma ve gelişme süreçlerini ütopik değil nesnel bir yaklaşımla ele alarak olumlu ve olumsuz bütün taraflarıyla değerlendiren ‘fikirler’ ise, onların sahip olduklarıdır.

    Bu sayfada yazılanları ‘okumaya tenezzül etmediğiniz için’ ıskalamışsınız:

    (Zevzeklik hazinesi [3], 21 Haziran 2019)

    Dördüncü probleminiz, zevzeklik yapmaya o kadar isteklisiniz ki; sizle muhatap olan kişilerin ‘kapitalizmin tarihsel süreci’ni bilmediğini zannedecek kadar önyargılısınız. Sayın Zileli’nin sitesinde yazılanları ‘okumaya tenezzül etmediğiniz için’, önyargılı kalmaya davem edeceksiniz (gibi görünüyor).

    Siz, ‘Reha Çamuroğlu, Serdar Kaya, Necip (ve bunların türevleri)’ ile yazıp duruyorsunuz. En önce, Necip gibi ‘kapitalistlerin davranışları’ndan doğan gaddarlıkları ıskalıyorsunuz. Stalinist rüyalar içinde yüzen ergenlerin ‘devrim olacak, devrim… re re re, rö rö rö…’ üfürmelerine kendinizi kaptırıyorsunuz. Hâlâ ama hâlâ, kapitalizme karşı mücadeleleri, birilerinin başka birilerine ‘dayattığını’ zannediyorsunuz. Yazık.

  198. ‘Kapitalizm ortadan kalkınca açgözlülük ve hırsın da kendiliğinden insan yapısından silineceği pek ikna edici değil. Akılsızlığın daha çok eğitimle ilgili olduğunu düşünüyorum. Yaptıklarımızın çevreye etkilerini öğrenip ona göre hareket etmeliyiz. Size göre, açgözlülük ve hırs da eğitimle insan ruhundan silinebilir mi? Yoksa bu nitelikler insan doğasında mı?’

    Sorunuzu, (‘Necip’ ve benzeri) kapitalistlere sormalısınız.

    Yazdıklarınız, ‘ölümü gör sıtmaya razı ol’ demek. Konuyu uzatmamak adına, en yakın tarihlerden biri olan 13 Mayıs 2014 SOMA maden cinayeti, defalarca hatırlatıldı.

  199. SORU: Size göre, açgözlülük ve hırs da eğitimle insan ruhundan silinebilir mi?

    CEVAP: Silinebilir.

    SORU: Yoksa bu nitelikler insan doğasında mı?

    CEVAP: Değil. Daha doğrusu ‘insan doğası’nın değil, insanın içinde doğup büyüdüğü ve kendisini de şekillendiren çevrenin ürünüdür bunlar. Bu çevre de (en azından bir yere kadar) değiştirilebilir.

    Yavaş da olsa, birileri (nihayet!); Necip ve türevlerinin ‘kapitalizm hakkındaki üfürmeleri’nin bomboş olduğunu anlamaya başladı. Necip ve türevleri; kapitalizmin, hayatın başından beri (sanki ‘zamanın başlangıcını da ölçmüşler gibi!’), ‘doğal’ olarak var olduğu yalanını pazarlamaya uğraşır. Buna ek; ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların tavırları’ ile ‘insanların tavırları’nı harmanlayıp, kapitalizmi izah ettiğini zanneder (Necip ve türevleri).

  200. 182, 184 ve 185ʼi ben yazdım.
    176 Anonime sorulari ben sordum, bakınız ʻʻ182 Anonim 27 Haziran/176 Anonim ve Necipˮ
    Cevap veren 183 Anonimi de Necipʼi savunan 176 Anonim sandım.
    182ʼden sonra sonra Necip ve/veya 176ʼıyı destekleyici Halil Berktayʼdan alıntısını içeren 184 Anonim de benim. En son yazdığım ʻʻ185 183 Anonim ve Necipˮ
    186 Zevzeklik hazinesi [4], 187 Anonim ve 188 Anonim yanıtların yazarlarının da aynı kişi olduğunu varsayıyorum.
    Yanılıyorsam hatalarımı düzeltin.
    176 ve/veya Necipʼin yazısındaki balıkçılarla madenciler aynı değiller. Belki tek eğitim konusu örtüşebilir. Ama bu, hem şirket hem de madenciler için geçerli. Açgözlülük ve hırs madeni en ucuza mal etmeye azimli şirkette. O halde, sorularım genel olarak meşru.
    188 yazınızda bir muğlaklık var. Nihayet bomboşluğu anlayan kim? ʻʻSilinebilirˮ ve ʻʻDeğilˮ diyen mi?
    Peki, o halde, cevaptaki ʻsilmeʼ ve ʻdeğilʼi kısıtlayıcı ʻʻBu çevre de (en azından bir yere kadar) değiştirilebilirˮ nasıl başarılacak? Bir dünya develeti mi, yoksa biyoloji-genetik ve biyoloji-elektronik teknolojiler mi? Siz hangisini seçersiniz? Eğer ikinci yol daha çabuk ve daha etkili ise, bu yolu tutmaya katılır mısınız?
    Tarih yardımcı olur mu?
    ʻ13 Mayıs 2014 SOMA maden cinayetiʼni öneme almamış değilim ama kendinizi tanıtırsanız o konuda fikrimi açıklarım.

  201. “Stalinist rüyalar içinde yüzen ‘Halk Cephesi’ ile ‘the Hulk (Halk)’ benzeşimi kurmanız, zevzekliğinizin bir başka örneği.”

    Stalin’i bir “süper kahraman” gibi görenlerle “Hulk”ı öyle görenler arasında bir fark olmadığını söylemeye – her eleştiriye dediğiniz gibi – “zevzeklik” demeniz şaşırtıcı değil.
    Ayrıca Stalinizm eleştirilerinden neden rahatsızsınız?
    Anti-kapitalizm eleştirilerinden rahatsız olmanız, hatta kutsalınız olan anti-kapitalizme yönelik hiçbir eleştiriyi eleştiri olarak kabul etmemenizle aynı nedenlerden dolayı mı?

    “‘Medeniyet’ ve ‘kapitalizm’ aynı değil. Önce bunu öğrenmeye gayret ediniz.”

    Medeniyet YA DA kapitalizm denildiğinde neyin kastedildiğini öğrenmeye gayret ediniz.

    “Kapitalizme karşı mücadeleler, ‘ideoloji’ değil, ‘din’ değil, ‘politbüro toplantıları fantezileri’ vb. değil.”

    Evet değil.
    Bir “öcü”ye karşı savaş açmak için bunlar gerekmez.

    “Üçüncü olarak, özel hayatınızda çektiğiniz ‘aşk acısı’nı akıtmaktan vazgeçiniz.”

    Bunu nereden çıkarttınız anlamadım? Verdiğim örnekler bu tür bir şey yaşadığım anlamına mı gelir? [Burada özel hayatlardan bahsetmek tabii ki doğru olmaz fakat uzatmamanız için anlatayım: “Aşk” denen gelip geçici bir duygunun “acı”sını yaşamıyorum. Olsa olsa, daha kalıcı ve gerçek duyguların mutluluğunu yaşayabilirim.]

  202. “Açgözlülük ve hırsı silme ve insanın yapısını oluşturan çevreyi de isteğe uygun maksimum değiştirme ancak devlet ve kurumlar (örneğin eğitim) başaracak.
    Bu başarıya ulaşmış ülke var mı?
    Böyle bir ülke varsa, diğer ülkelerin de aynı yöntemleri kullanıp aynı başarıya ulaşması gerekmez mi? Bu nasıl sağlanacak? Bir dünya devleti gerekmeyecek mi?”

    “Dünya devleti”, veya Demir Küçükaydın’ın da bu konuya değindiği üzere, onun ifadeleriyle “ulusların aşıldığı demokratik bir Dünya Cumhuriyeti” mümkündür diye düşünüyorum.
    Fakat bunun bir “devrim”le, en azından klasik sol düşüncenin anladığı anlamda bir devrimle olacağını sanmıyorum.

    “İkinci sorum: Bu dünya devleti federasyon mu yoksa konfederasyon mu olacak?”

    Evet, buna benzer bir yapı olacaktır muhtemelen. Yani olacak olursa.
    Yani ABD’deki federal yapının daha da demokratikleşmiş ve dünyaya yayılmış bir biçimi.

    “Teknoloji ile çözüm hakkında ne düşünüyorsunuz?”

    Bu konu hakkında daha bilgili olan kişilerin yanıtlaması daha uygun olur diye düşünsem de kısaca şunu söyleyebilirim: Teknoloji şimdiye kadar kötüye kullanıldığı durumların aksine iyiye de kullanılabilir diye düşünüyorum.

  203. Necip’i “savunan” kişi olarak – kendimi böyle görmüyorum – o yorumlar gibi 183 ve yukarıda gönderdiğim “185’e yanıt” yorumları da bana aittir.

    Karışıklık için özür dilerim.

  204. “Hâlâ ama hâlâ, kapitalizme karşı mücadeleleri, birilerinin başka birilerine ‘dayattığını’ zannediyorsunuz. Yazık.”

    Dayatılmıyor mu? En azından “anti-kapitalist” mücadele olmasa da bakış açısı?

    Yani bir “orta sınıf” (daha doğrusu sınıfLAR demeli) mensubu, hali vakti yerinde ve hayatından memnun olan, “işçi sınıfı” (örneğin madenciler) gibi bir sömürüye maruz kalmayan, dolayısıyla, “kaybedecek bir şeyi olmayan işçi sınıfı”nın aksine kaybedecek bir şeyleri olan birilerine, örneğin Necip’e, bana, ya da benzer düşünen bir başkasına:

    “Kapitalizm kendiliğinden gelişen bir olgu değil bir öcü, siz de onu savunduğunuz için öcüsünüz!”

    görüşünüzü dayatmıyor musunuz?

  205. “Kapitalizmle mücadele”yi Stalin veya Hulk gibi “süper kahramanlar”ın “hayal alemi”nde yapmak yerine gerçek bir dünyada yapmak isteyenler için bir öneri.

    Şöyle bir “anti-kapitalist” söyleminiz olsaydı – muhtemelen Necip dahil – burada tartıştığınız kimseden pek bir itiraz gelmezdi:

    «”Kapitalizm” denilen şey; bir “ideoloji” değil, bir “olgu”dur. Fakat bunu böyle görmek, ille de onun her şeyini olumlamak ve “iyi ki böyle” demek anlamına gelmez.

    Bize düşen; bununla “olgu”ların izin verdiği ölçüde mücadele etmeye ve ortadan kaldırarak yerine başka bir şey koymaya çalışmak; fakat bunu yaparken de, başkalarından gelen farklı bakış açılarına, yeni sorulara, daha önce hesaba katılmamış yeni çelişkili durumların bize hatırlatılmasına, kısacası eleştirilere ve farklı görüşlere tahammül etmektir.

    Ayrıca; kapitalist olmayan, fakat “kapitalizm”de yaşadıkları hayattan memnun olan ve “kaybedecek bir şeyleri olduğu” için bu mücadeleyi istemeyen geniş kitlelere de, bilgiç veya “öğretmen” görünümlü bir zihniyetle propaganda yapmamamız, bu mücadeleye katılmak istemediklerinde veya bizim gibi düşünmediklerinde onları hedef göstererek düşmanlaştırmamamız (ve düşmanlaştırdığımızda ise onların da bize düşman olmalarına şaşırmamamız) gerekir.»

  206. “Türkiye’de esas egemen devlettir, burjuvazi ya da Finans-Kapital değildir.
    Kimi “Marksist” arkadaşlar, devlet egemen sınıfın baskı aracıdır, egemen her zaman ancak bir sınıf olabilir diyeceklerdir.
    Bu, işin temelidir elbette.
    Ama sadece o kadar. Bu “temel neden ekonomiktir” demeye benzer.
    “Her şeyi ve hiçbir şeyi” açıklar.
    Önce sosyolojik olarak ekonomik iktidar (ya da sosyal iktidar) ve politik iktidar diye ayrıma gitmek gerekir. Çünkü ekonomik ilişkiler içinde egemen sınıf konumunda olmak, politik ilişkilerde de egemen olunacağı anlamına gelmez.
    *
    Bizzat Marks-Engels’ten örnek verelim. Marks-Engels tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu söylüyorlardı.
    Bu, tabiri caiz ise, genel eğilimi belirten bir yasaydı.
    Ama somut mücadelelerinde burada kalmıyorlardı.
    O dönemin Almanya’sında, şark despotluğunun o dönemdeki temsilcisi, Prusya devleti ve devletçiliğinin gerçek iktidara sahip olduğunu da söylüyorlardı ve ona karşı mücadeleyi başa alıyorlardı.
    Almanya kapitalist bir ülke olmasına rağmen, siyasi iktidarın Prusya Asker ve Junkerlerinde (Toprak ağalığı) olduğunu söylüyorlar ve esas vuruş yönünü ona yöneltiyorlardı.
    Demokratik Cumhuriyet’i de daha somut olarak Birinci ve İkinci Paris Komünleriyle tanımlıyorlardı.
    Yani merkezi ve bürokratik ve militer bir devlet mekanizmasının olmadığı, tüm yurttaşların silahlı olduğu, gerçek iktidarın her düzeyde özgürce seçilmiş organlarda olduğu, birliğin bunların gönüllü birliğiyle oluştuğu bir Cumhuriyet’i savunuyorlardı.
    Burjuvaziye eleştirileri onların korkak ve pısırık oldukları, Prusya egemenliğine (yani Şark devletine ve devletçiliğine) karşı açık, uzlaşmaz ve ciddi bir mücadele yürütmedikleri noktasındandı.
    Yani bugün Türkiye’de bizim savunduğumuza benzer bir tutumu savunuyorlardı.
    Buna karşılık bugünün Türkiye’sinin ulusalcılarının o zamanki karşılığı olan Lassalle gibiler, burjuvaziye karşı olmak adına Bismark ile ittifak yapıyorlardı.
    (Bizim sosyalistler ve ulusalcılar da kapitalizm, Finans-Kapital, Emperyalizm, neo-liberalizm vs.’ye karşı olmak adına Devlet Partisinin yanında yer alıyorlar. Böyle olmayanlar da, korkak Alman burjuvazisinin Türkiye’deki karşılığı Liberalllerin ve Avrupa birliği hayallerinin peşine takılıyorlar.)
    Marks ve Engels ise bu tavrı kesinlikle mahkûm ediyorlardı. Almanya’da gerçek iktidarın Şark despotluğunun o zaman ve oradaki versiyonu Prusya devletinde olduğunu söylüyorlar ve hiçbir iktidarı ve gerçek gücü olmayan Parlamentoyu “mutlakiyetin asma yaprağı” olarak tanımlıyorlardı.
    Yani Marks ve Engels, çıkarsamalarında sadece temel düzeyde kalmıyorlar, somut politik mücadelelerinde, farklı soyutlama düzeylerinde, sosyal ya da iktisadi olarak egemen olmak ile politik olarak egemen olmak arasında bir fark koyuyorlar ve bunun mantıki sonucu olarak da bizzat devletin bir mekanizma olarak gerçek egemen olacağını ifade ediyorlardı.
    Bunu büyük harflerle teorize etmemiş olmaları bir şeyi değiştirmez. Onların birçok şeyi kavramsallaştırıp teorize etmeye imkanları olmamıştı. Bu sonra gelenlerin işiydi ama sonra gelenler genellikle eski metinler üzerine yorum yapan skolastik çalışmalardan öteye gidemediler.
    Daha sonra devletin bizzat kendisinin bir egemen güç olması, bir sınıf gibi olması sorunuyla farklı tarihsel dönemler için Kıvılcımlı ve Troçki karşılaştı.
    Kıvılcımlı antik tarihte devletin bir egemen sınıf gibi olduğunu gördü. “devlet sınıfları” (Sünuf-u Devlet) gibi kavramlar geliştirmek zorunda kaldı.
    Troçki de Sovyetler Birliği’nin toplumsal ve siyasi yapısını açıklamak için ister istemez benzer sonuçlara ulaştı. Orada bürokrasinin egemen olduğunu söyledi.
    İkisi de, birbirini bilmeden ve bağımsızca, onu bir sınıf olarak tanımlamadı, bir ur gibi tanımladılar. İktisadi ilişkilerin sorunlu ve organik bir bileşeni değil, o organizmanın kanını emen, hatta ölümüne bile sebep olan bir ur gibi. Ama aynı zamanda onun gerçek bir egemen olduğunu da hiç atlamadılar.”

    “Elbette sosyal ya da ekonomik iktidar kapitalist her ülkede, burjuvazinin ve tekellerin elindedir.
    Ama bu iktidar her yerde her zaman politik iktidarla çakışmaz.
    Şark despotluklarında gerçek iktidar binlerce yıllık devlet cihazlarının veya bunların özgül versiyonlarının elindedir.
    Devlet toplumun artı ürününe “ekonomi dışı zor” ile el koyar. Kapitalist ise ekonomik zor ile, yani çalışmazsan aç kalırsın ile. Kapitalist şark despotluklarında, bu iki güç bir simbiyoz ilişkiye girer. Kapitalistin güçlü bir devlete, devletin de burjuvaziye ihtiyacı vardır. Aralarında hem bir gerilim hem de bir ortak çıkar vardır.
    Ama Egemen olan bizzat devlet mekanizmasının kendisidir.
    Bunu tıpkı hisse senetli bir şirkete benzetmek mümkündür. O şirketi yönetenler genellikle orada yüksek maaşlarla çalışırlar ve çoğu kez hissedar bile değildirler. O şirketin kolektif çıkar ve amaçlarını gözeten mekanizmalar, kurumlar vardı. Yöneticiler bunların yöneticisidir.
    Devlet de böyledir. Çoğu onun maaşlı memurudur ama onun genel çıkarlarını koruyan organlar, kurumlar vardır. Onun kendi “aklı” vardır. Onun içinde hangi stratejinin uygun olduğuna dair mücadeleler vardır vs..
    Türkiye’de seçimler ve parlamento bugünkü biçimiyle, bu devletin egemenliğine esneklik kazandıran ve gerçek egemenin hem gizlenmesine hem de yıpranmadan kalmasına hizmet eden bir mekanizmadır.
    Yani Davul sivil politikacıların, parlamento ve hükümetin boynunda, Tokmak ise o soyut devletin, o mekanizmanın elindedir.
    Erdoğan’ın durumu da budur.
    Genel olarak meclis ve hükümetlerin durumu da budur.
    Demokrasi sorunu bu mekanizmayı, yani bu merkezi, bürokratik, kırtasiyece, militer mekanizmayı, yani bu devleti parçalama sorunudur..
    Bu olmadan Türkiye’ye demokrasi gelmez.
    Sorun hükümet sorunu değildir.
    Yani demokrasi güçleri iktidar için değil, bu devleti yıkmak için, böyle olmayan bir devlet, yukarıda kısaca değinilen Demokratik bir cumhuriyet için mücadele etmelidirler. Bu devleti ele geçirip onun dönüştüreceğini sananlar devlet tarafından ele geçirilirler ve dönüştürülürler.
    Nasıl mülkiyeti bir elden alıp diğer ele vermek burjuvaziyi ve kapitalizmi yok etmezse, yapılması gereken ilişkileri ortadan kaldırmaksa, iktidarın bir elden diğerine geçmesi hiçbir değişikliğe yol açmaz. Yapılması gereken bu yapıyı ortadan kaldırmaktır.”

    (Demir Küçükaydın, “Seçim Sonrası, Bir Restorasyon Sürecinin Öncesi ve Biz”)

    https://demirden-kapilar.blogspot.com/2019/06/secim-sonras-bir-restorasyon-surecinin.html

  207. Bağlam bilinmezse ‘dayatma’ kelime olmaktan ileri gidemez ve yavanlaşır gibime geliyor.
    Zileli adlı büyük bir anarşist, seçime karşı boykotu seçenlere ʻʻ TKPli, VPli ve Boykotçu Arkadaşlara Sesleniş!ˮ sayfası açmış. Bağlam bu.
    Zileli ne demiş?
    Arkadaşa anlatmak istediklerimi ancak böyle özetleyebildim: ʻʻHer şey güzel olacak, bekle eşeğim yaz gelsin.ˮ
    Çağdaş baskı düzeninin ana özelliği isteneni verme yerine istenene neden erişilemediğini anlatmak. Anlatımın adı ideoloji, nasihat, sabır, avutma, oyalama, gerçekçilik, dayatma, ergenleşme vb olabilir.
    Satıhsal sıradanlar ve derin büyük düşünürler, hepsi iyi, hepsi kötü, hepsinin iyi ve kötü tarafları var, bazen iyi bazen kötü, her işte bir hayır vardır, iyiler yeryüzü bolluk cennetine, kötüler gökyüzü cehenneme gibi fikir tartışma ve çatışmaları kıyamet gününe kadar sürer.
    Yüce anarşist Zileli, anarşistliğin yanlış/doğru anlaşılması, anarşistlerin özgürlük çeşitlerinden en güzeline aşkları, parti isimleri, oy sayıları, istatistik, aritmetik gibi derin bilgileri anlatımıyla mesajını verir: bastır.
    Bu büyük anarşistin bağlamında, klasik politikacı güzel günler burç falı demokrasi noksanlığına dönüşmüş. Demokrasi ve geçim derdinin güzel günleri aynı olmuş. Dünyanın her yerinde, en demokratik ülkeler de dahil, halkların geçim derdi için demokrasiyi ayaklarının altında alanlara oy vermeleri gerçeği de anarşistlerin özgürlük aşk masallarıyla televizyon dizisi gibi okuyanları büyüler olmuş. Gelecek güzel günler falından eski tarihte olmuşlara dönelim. Anarşistlerin seçimlere katılmasındaki hatalar ve eleştiriler sayısız. Ama bu defa, anarşistlerin özgürlük aşkı ve özgür fikir hakkı fırtınasına yakalanıp kıyamet gününe kadar beklemek gerekir: tartışılabilir, kaynaklarınız, ne zaman, nerede, kim yazmış, o da kimmiş, yanlış anlamalar, doğru anlamalar, ideolojik önyargılar…
    Her halükârda, sakın bu yüce ve ulu anarşiste sormayın nerede demokrasinin noksan olmadığını. Haklı olarak, bu kadar basit soruya cevap verecek kadar alçalmak istemez. Aynı, durmadan bütün toplum adına konuşmasına rağmen, bireycilik ile toplumculuk arasındaki farkı şahane simgeleyen, sevgilisi 19. yüzyılda defalarca kanıtlanan, neden yürüyenin otomobilden daha hızlı gittiğini bildiği için dilini yuttuğu gibi. Ah! sonradan görmüş anarşistliğin zararları.

  208. Suudi Arabistan veya İran gibi ülkelerde Kapitalistler/Burjuvazi mi egemen sınıftır, yoksa Suud hanedanı ve Vehhabi ulema veya Şii mollalar gibi başka sınıflar mı?

  209. 195, daha önce de bir kes-yapıştır yapmıştı. O yazıya göre dinler veya daha cana yakın İslam (ve genel olarak büyük dinler) ile Marksizm aynı şeyin peşindeymiş, ama İslam yanlış yerde aramış.
    Bu sitede artık görmeye alıştığım ırkçılığa gülmek için nesnel, bilimsel, matematiksel inceleme yaptım.
    Burjuvalar ve ikizleri Marksistlere göre insan Homo Faber. Yani 6 milyondur insanız. Büyük beyinli burjuva-Marks ve Marksistlere göre, insanlık Big Bangi Neolitik (10 000) devrinde olmuş. Yani bir günün gece yarısından 2,5 dakika önce; büyük dinlerin büyük dedesi İbrahimʼin (4000 yıl) Big Bangi son 58 saniye içinde; Demir ve bu site ırkçılarının Big Bangʼi (19. yüzyıl, 200 yıl) son 3 saniye içinde olmuş.
    Nesnelliğimin gurur ve güveni içinde, Teori ve Politika sitesine gittim. Daha ilk paragrafta aklım durdu.
    ʻʻKüçükaydın’a sorulan ilk soru çok önemli: İslam’da komünizme ilişkin öngörülen hususların olduğu ima edildikten sonra, komünist bir hareketin var olmasını neden gerekli gördüğü soruluyor.
    Böyle dikine bir soruya, Marksizmi savunan biri olarak nasıl bir karşılık yöntemi izlersiniz? Küçükaydın, bu önemli ve kategorik soruya cepheden bir cevap vermekten kaçınıyor.ˮ
    Bu dev Marksist ʻhomo faber = araç kullanabilen eski insan (işçi insan)ʼi ne duymuş, ne okumuş, ne de biliyor.
    Böyle şatafatlı, cici bici lafları geçelim. İnsanın en büyük derdinin midesini doldurması ve en büyük belasının da midesini doldurması için çalışması gerektiğini Demirʼden başka bilmeyen var mı ?
    Ağır başlı Demir 19. yüzyıla demir atmış, Marksʼın eserlerindeki noktalar, virgüller arasında, Müslümanların Kuranʼda aradıkları gibi, gizli şifreler arıyor.
    Geleyim ʻ195 Kapitalizm mi? Devlet mi?ʼ de, çok sevdiği, sosyolojik güneş gözlüğüne.
    ʻʻÖnce sosyolojik olarak ekonomik iktidar (ya da sosyal iktidar) ve politik iktidar diye ayrıma gitmek gerekir.ʼʼ
    Hemen sonra da eklemiş ʻʻ Bizzat Marks-Engels’ten örnek verelim.ʼʼ
    Sovyet iktidar günlerinde her türlü çalışma Marks-Engels duasıyla başlardı. Çok benzerini bir kaç kuruş kazanmak için tercümanlığını ettiğim bir Zengin Kürt Türk Politik Mülteci Müslüman imamda benyerini gördüm. Müminleri görür görmez hemen Arapça ayetler okurdu.
    Bak şimi de şu diyalektik becerisine. Modern Türkiye tarihi ve günümüzdeki Türkiyeʼyi tamamıyla Avrupa tarihi ve diliyle inceleyen Demir, birden şapka ve fötörünü çıkarır Anadolu Türk köylü kasketi giyer.
    ʻʻAlman burjuvazisinin Türkiye’deki karşılığı Liberalllerin ve Avrupa birliği hayallerinin peşine takılıyorlar.ˮ
    Marksist sosyolog Demir, Avrupa ve diğer Avrupa benzeri zengin ülkelere kapak atanlar ve kapak atmak için can atan Türk, Kürt, Alevileri bırak, şu an Meksika sınırı ve Akdenizʼde can pahası Marksist materyalist falan filan hayalleriyle zengin yerlere varmak isteyeneleri ne görmüş ne duymuş ne de okumuş.
    4-5 yüz yıldır tüm dünyanın Avrupalılaştığı zamanda Marksizm at gözlüklülerin yavan masalları çok sıkıcı.
    Kesip kesip hiç bir eleştiri veya inceleme bile yapmadan yapıştıran müridi de çok acınacak bir insan.

  210. Başka sınıflar. Suudi Arabitanʼda Garb despotizmi, dili Garb kendi Şark melez İranʼda Orta Şark despotizmi.

  211. ‘Stalin’i bir ‘süper kahraman’ gibi görenlerle ‘Hulk’ı öyle görenler arasında bir fark olmadığını söylemeye (her eleştiriye dediğiniz gibi) ‘zevzeklik’ demeniz şaşırtıcı değil.’

    Stalin; süper ‘kahraman’ değil, süper ‘gaddar’dır.

    Hulk, bir ‘çizgi-roman karakteri’dir.

    ‘her eleştiriye dediğiniz gibi’

    Yazdıklarınızın; ‘eleştiri’ olduğunu zannedecek kadar tecrübesizsiniz.

    ‘Stalinizm eleştirilerinden neden rahatsızsınız?’

    Bu, sizin uydurmanız.

    Yukarıdaki metinlerde defalarca hatırlatıldı, okumak isteMEdiğiniz için (yine) ıskalamışsınız:

    (28 Haziran 2019) Stalinist rüyalar içinde yüzen ergenlerin ‘devrim olacak, devrim… re re re, rö rö rö…’ üfürmeleri

    (28 Haziran 2019) Stalinizme özenen robotlaşmış ergenler derneği

    (28 Haziran 2019) Stalinist rüyalar içinde yüzen ‘Halk Cephesi’ ile ‘the Hulk (Halk)’ benzeşimi

    (21 Haziran 2019) Fantezi dolu politbüro odalarında sigara dumanı altında ‘devrim nasıl yapılır?’ sorusu üzerine hararetli hararetli düşünen ergen irisi robotlaşmış Stalinistlerin, heyecanlı heyecanlı üfürmeleri

    (20 Haziran 2019) ‘Toplumsal devrimciler’ lagalugası ile birşeyler söylediğinizi zannediyorsunuz. Siz, hâlâ, politbüro fantezileri içinde yaşayan komünistlerin (özellikle ‘Stalinist’ fraksiyonun) üfürmelerini dikkate alıp, sonra sayın Zileli’nin sitesine gelip, zevzeklik çuvalınızda biriktirdiklerinizi döküyorsunuz. Yazık.

    (1 Haziran 2019) Sömürenlerin gaddarlığı; ‘gerçek’tir, kurgu değil. Stalin’in gaddarlığı ile (konuyu uzatmamak adına, en yakın tarihlerden biri olan) 13 Mayıs 2014 SOMA maden cinayetini işleyen kapitatalistlerin gaddarlığı aynıdır. Gaddarlıklar, ‘duygusuz’dur. Bunu idrak etmek için; vaiz olmaya da, vaaz vermeye de, vaaz dinlemeye de gerek yoktur. Anlamaya gayret ediniz.

    (1 Haziran 2019) Unuttuysanız; Stalin, anarşistleri de Troçkistleri de katletti (Troçki’nin kendisi de dahil).

    (1 Haziran 2019) 1930’lardaki Stalinizm fiyaskosunda, Stalin, muhalifleri (ve hâttâ, kendisine sadık ama ileri tarihlerde ayak bağı olma potansiyeli barındıranları da) katletti.

    Stalin, ‘ölüm makinesi’dir. Stalinizm; ‘ölüm makinesi’ özelliğinin üstünü örtmeye uğraşıp, Stalin’in diğer özelliklerini şirin gösterme çabasıdır.

    ‘Anti-kapitalizm eleştirilerinden rahatsız olmanız, hatta kutsalınız olan anti-kapitalizme yönelik hiçbir eleştiriyi eleştiri olarak kabul etmemenizle aynı nedenlerden dolayı mı?’

    Konunun; ‘kutsal’la, ‘mutsal’la, ‘çutsal’la, ‘futsal’la, (…) ile ilgisi yok. Konuyu bulanıklaştırmak için çok uğraşıyorsunuz, ama beceremiyorsunuz.

    Kapitalizme karşı mücadeleler; hayatın tam ortasında, ‘gerçek’tir. Bu ‘gerçek’; herhangi bir X grubunun, herhangi bir Y teşkilatının, herhangi bir Z derneğinin, herhangi bir A-B-C fraksiyonunun, herhangi bir (…)’nın tekelinde değildir.

    ‘Medeniyet YA DA kapitalizm denildiğinde neyin kastedildiğini öğrenmeye gayret ediniz.’

    ‘Medeniyet’ ve ‘kapitalizm’ aynı değil. ‘YA DA’ bağlacı kullanmanız yanlış. Önce bunu öğrenmeye gayret ediniz.

    ‘Evet değil.
    Bir ‘öcü’ye karşı savaş açmak için bunlar gerekmez.’

    Öcü, ‘kapitalistlerin bizzat kendisi’dir; hayal ürünü bir yaratık değildir.

    ‘Aşk’ denen gelip geçici bir duygunun ‘acı’sını yaşamıyorum. Olsa olsa, daha kalıcı ve gerçek duyguların mutluluğunu yaşayabilirim.’

    Teşekkürler.

    ‘Kapitalizmle mücadele’yi Stalin veya Hulk gibi ‘süper kahramanlar’ın ‘hayal alemi’nde yapmak yerine gerçek bir dünyada yapmak isteyenler için bir öneri.’

    ‘Star Wars’, ‘Avengers’ gibi hayal alemlerini ve bu alemlerdeki karakterleri buraya getirip yazan bizzat sizsiniz. Bunların ‘gerçek’ olMAdığı size defalarca hatırlatıldı. Tavsiye bile verildi:

    ‘Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’
    Joseph Campbell
    (Çev. Sabri Gürses)
    İthaki Yayınları
    ( http://www.ithaki.com.tr/urun/kahramanin-sonsuz-yolculugu/?phrase=kahraman%27%C4%B1n+sonsuz+yolculu%C4%9Fu# )

    ‘Doğu’da Kapitalizm var mı?’

    Var.

    Kapitalistler; sadece ‘İngiltere-ABD bloku’nun başı çektiği ‘Batı’da değil, dünya genelinde var.

    Trump’la silah anlaşması yapmak için ‘kırk’tan (40) fazla takla atan ve ‘kılıç dansı’ eden ‘Salman bin Abdulaziz Al Saud’dan (ve oğlu ‘Mohammad bin Salman Al Saud’dan) başlayın, çelik sektöründeki hegemonyasını kaybetmemek için Trump’ın gümrük vergisi yükseltme hamlelerine karşı müttefik toplamaya uğraşan ArcelorMittal’in C.E.O.’su ‘Lakshmi Mittal’e kadar gelin.

    İsimler çeşitlendirilebilir. Sadece Suudi Arabistan, İran, Suud hanedanı, Vehhabi ulema, Şii mollalarla sınırlı değil; çap geniş, hegemonya geniş. [Not: Aşağıda, ‘Sizin (bilerek ya da bilmeyerek) ıskaladığınız durum şu [1]’ paragrafında yazılanları zahmet edip okursanız, hegemonyanın genişliğini anlarsınız.]

    ‘Dayatılmıyor mu? En azından ‘anti-kapitalist’ mücadele olmasa da bakış açısı? Yani bir ‘orta sınıf’ (daha doğrusu sınıfLAR demeli) mensubu, hali vakti yerinde ve hayatından memnun olan, ‘işçi sınıfı’ (örneğin madenciler) gibi bir sömürüye maruz kalmayan, dolayısıyla, ‘kaybedecek bir şeyi olmayan işçi sınıfı’nın aksine kaybedecek bir şeyleri olan birilerine, örneğin Necip’e, bana, ya da benzer düşünen bir başkasına: ‘Kapitalizm kendiliğinden gelişen bir olgu değil bir öcü, siz de onu savunduğunuz için öcüsünüz!’ görüşünüzü dayatmıyor musunuz? Şöyle bir ‘anti-kapitalist’ söyleminiz olsaydı (muhtemelen Necip dahil) burada tartıştığınız kimseden pek bir itiraz gelmezdi. ‘Kapitalizm’ denilen şey; bir ‘ideoloji’ değil, bir ‘olgu’dur. Fakat bunu böyle görmek, ille de onun her şeyini olumlamak ve ‘iyi ki böyle’ demek anlamına gelmez. Bize düşen; bununla ‘olgu’ların izin verdiği ölçüde mücadele etmeye ve ortadan kaldırarak yerine başka bir şey koymaya çalışmak; fakat bunu yaparken de, başkalarından gelen farklı bakış açılarına, yeni sorulara, daha önce hesaba katılmamış yeni çelişkili durumların bize hatırlatılmasına, kısacası eleştirilere ve farklı görüşlere tahammül etmektir. Ayrıca; kapitalist olmayan, fakat ‘kapitalizm’de yaşadıkları hayattan memnun olan ve ‘kaybedecek bir şeyleri olduğu’ için bu mücadeleyi istemeyen geniş kitlelere de, bilgiç veya ‘öğretmen’ görünümlü bir zihniyetle propaganda yapmamamız, bu mücadeleye katılmak istemediklerinde veya bizim gibi düşünmediklerinde onları hedef göstererek düşmanlaştırmamamız (ve düşmanlaştırdığımızda ise onların da bize düşman olmalarına şaşırmamamız) gerekir.’

    Siz, hâlâ, kapitalizmin, ‘kendiliğinden gelişen bir olgu’ olduğunu zannediyorsunuz. ‘Öcü’ kelimesini de (kasıtlı olarak) yanlış yönlendiriyorsunuz.

    ‘Yüce peygamberler!’ Hz. Karl Marks ve Hz. Friedrich Engels’in, ‘kaybedecek bir şeyi olmayan işçiler’ lagalugasını kendinize rehber edinip, hayatınızdan ne kadar memnun olduğunuzu ispat ettiğinizi sanıyorsunuz (bunu yaparken, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin patronu olan ‘Necip’ gibi bir kapitalisti de akladığınızı zannedip, beceremiyorsunuz).

    Sizin (bilerek ya da bilmeyerek) ıskaladığınız durum şu [1]: Kapitalistler, ‘istikrar’ kelimesine (ve bunun uygulanmasına) çok önem verir. Hayatlarından memnunken ‘istikrar’ın sürmesini, bunun azalmamasını isterler. Bizzat kendilerinin ‘gaddarlıklarını’, ‘dayatmalarını’ hasır altı etmeye uğraşırlar; “kapitalizmin ‘doğa’sında bunlar var, bunlar birer ‘olgu’, herkes kabul etmeli” lagalugasını kendilerine referans bellerler. Kapitalistler, ‘istikrarlı hayatlarının’ erimemesi için, şekli-şemali ne olursa olsun ‘devlet yönetim tarzları ve yöneticileri’ ile iyi geçinmeye, onlarla kol kola olmaya özen gösterirler. Daima hatırlayınız: Necip; otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin kapitalist patronu olmasına ek, yılmaz bir ‘Recep Tayyip Erdoğan savunucusu’dur. Zaten borç içinde yüzen şirketlerinin, döviz kurlarındaki dalgalanma nedeniyle çukurun dibine sürüklenmesini bir süre geciktirebilmek için, şirketlerinin bir müddet daha ayakta kalabilmesi için; RTE’den yana yakıla ‘teşvik’ isteyen bizzat kendisi ve kapitalist dostları idi. Serdar Kaya, en azından, RTE’nin despotlaşmasını hissetmeye başladığı an dümenini kırdı ve (RTE’yi) daha az savunur oldu; fakat Necip’in (‘kapitalizm pazarlamacısı’ [Serdar Kaya’dan daha az kabiliyetli] olmasına ek), ‘RTE bağımlısı’ olduğu ‘aklınız’ın bir köşesinde bulunsun, ‘zevzeklik çuvalınız’ın değil.

    ‘Olgu’; sömürenlere karşı mücadeledir, ‘sömürü zaten doğal bir şey, herkes kabul etsin’ yalanının arkasına saklanmak değildir. Bu ‘olgu’yu hatırlatmanın da; ‘bilgiçlik taslamak’la, ‘öğretmenlik’le, ‘propaganda yapmak’la ilgisi yoktur.

    ‘Düşman’ kelimesini de yanlış yönlendiriyorsunuz.

    Sizin (bilerek ya da bilmeyerek) ıskaladığınız durum şu [2]: ‘Kapitalistlerin gaddarlıklarına (ve dayattıklarına) karşı mücadeleler’i; ‘dayatma’ zannedecek kadar tecrübesizsiniz. Yazık.

  212. Vehbi Koç’un, Kenan Evren’e gönderdiği mektubun tamamı:

    Sayın Orgeneral Kenan Evren,
    Devlet Başkanı
    Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı
    ANKARA, 3 Ekim 1980

    Sayın Başkan,

    Atatürk, 1919’da Ankara’ya geldiği zaman, 18 yaşında idim. Balya çemberlerinden süngü yapılarak, Kurtuluş Savaşı’nı veren ordunun donatıldığını hatırlıyorum.

    Aradan 60 yıl ve pek çok olay geçti. Yaşadığımız iyi ve kötü günlerin sonunda vardığım hüküm şudur:

    Türk milleti, kendisine birlik ruhu verildiği takdirde, her işi başarır, her hedefe varır.

    İstikrarsız ve güvensiz yaşadığımız son yılların ümitsizliği içinde, sizlerin iktidarı ele almak mecburiyetinde kalışınıza şahit olduk. 12 Eylül Cuma günü, radyo ve televizyonda yaptığınız samimi ve gerçekçi konuşmadaki düşüncelere katılmamak mümkün değildi.

    Ülkemin hizmetinde geçen 60 yılı düşünürken, tecrübelerime dayanarak birkaç önemli noktayı size arz etmek istedim. Sizin başarınızın, bütün olduğu milletin tek ümidi olduğuna inanıyorum. Bilgi ve tecrübe arasındaki muvazeneye verdiğiniz önem ise bütün kamuoyunun malûmu. Bu bakımdan, faydalı olacağını sandığım hatırlatmalarımı size iletmeyi, bir memleket görevi olarak görüyorum.

    Atatürk’ün 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelerek İstiklal Savaşı’na başlama kararı vermesinden sonra, memleket kurtarıldı ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kuruldu.

    Cumhuriyetimizin 57 yıllık hayatında, memleketimiz şu tarihi olaylarla karşı karşıya kaldı:

    * 1946’da, Demokrat Parti’nin kurulması ile çok partili sisteme geçildi.

    * 27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir grup ihtilal yaparak, iktidarı ele aldı.

    * 25 Haziran 1962’de, idare sivillere bırakıldı ve “İnönü Hükümeti” kuruldu.

    * 12 Mart 1971’de Silahlı Kuvvetler muhtıra vererek “Demirel Hükümeti”ni düşürdü, 20 Mart 1971’de Nihat Erim, partiler üstü bir hükümet kurdu.

    * 12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetler emir ve komuta zinciri içinde ve emirle Parlamento’yu feshetti. 21 Eylül 1980’de “Bülend Ulusu Hükümeti” kuruldu.

    Türk Silahlı Kuvvetleri, daima şerefli hizmetler yapmış ve millet hayatımızın her döneminde, milli bütünlüğümüzün devamını sağlamıştır. Memlekette işler çıkmaza girdiği zaman, Türk Ordusu müdahale etmekte ve sonradan kışlasına çekilerek, devlet idaresini sivil hükümetlere terk etmektedir.

    1973 seçimlerinden sonra yedi sene boyunca, iktidara gelen hükümetlerin aldıkları kararlarda parti menfaati ve rey politikası ağır bastığı için memleket bir çıkmaza girmiştir.

    O hâle gelinmiştir ki;
    Öğretmen öğrencisinden,
    Amir memurundan,
    Anne ve baba çocuğundan,
    Fabrika müdürü işçisinden korkar olmuştur.

    O zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri Korutürk ile Milli Güvenlik Kurulu’nun uyarıları nazarı dikkate alınmadığı için, Silahlı Kuvvetler, mecburen devlet idaresini ele almıştır.

    12 Eylül 1980 Cuma günü, Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren’in radyo ve televizyon konuşmasında, devlet idaresinin niçin ele alındığı, bundan sonra ne yapılacağı, gayet açık bir lisanla millete duyurulmuştur. Orgeneral Evren’in anarşi, bölücülük, din istismarı, ekonomik ve politik durumla ilgili sözleri millet üzerinde müspet tesir yapmış ve tam bir tasvip görmüştür.

    Nelere Dikkat Edilmeli?

    1. İki seneden beri devam eden sıkıyönetim yüzünden, Silahlı Kuvvetler asli görevi olmayan konularla karşı karşıya gelmiş ve yorulmuştur. Devlet idaresi bütünüyle ele alındıktan sonra, uygulamaya konacak önemli yeni kararlar yüzünden, Silahlı Kuvvetlerimiz’in yıpranması mukadderdir. Bundan dolayı “temel” kanuni düzenlemeler yapıldıktan sonra ordunun kışlasına dönmesi, demokrasimizin devamı için elzemdir. Ordu, yanlış kararlar alır ve yıpranırsa, memlekete diktatörlük, onun arkasından komünizm gelebilir. Bu tehlike karşısında, Silahlı Kuvvetlerimiz’in bu devrede alacağı kararlardan kendisine yardımcı olmak, vatanını seven her Türk için milli bir vazifedir.

    2. Türkiye, birçok anlaşmalarla Batı Dünyası’na bağlıdır. Bu anlaşmalar “Hür Demokratik Parlamenter sistem”e göre düzenlenmiştir. Demokrasiye dönüş uzadığı takdirde, Batılı ülkeler ve onların kuruluşları, endişe duyarlar, birtakım taahhütlerini yerine getirmezler. Bundan dolayı, konuşmalara ve beyanlara çok dikkat etmek, “vaktinde demokrasiye dönüleceği” inancını sarsmamak lazımdır.

    3. İki yıl boyunca 5200 vatandaşın anarşi yüzünden canını kaybetmiş olması ve memlekete büyük miktarda silah ve cephane sokulmuş bulunması, vaziyetin ciddiyetini, vahametini göstermektedir. Bu durumda; anarşi, bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar, öncelikle ele alınmalıdır. Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar, bir an önce çıkarılmalıdır.

    4. Şimdi; “Faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek, Türk işçisini istismar ediyor.” propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında, işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar; dikkatle incelenerek, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.

    5. Kıdem tazminatı karşılıkları, kurulacak bir fonda toplanmalıdır. İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra geriye kalan kısım, kamu ve özel sektör yatırımları için düşük faiz ile kullandırılmalı, bu fonun, yeni işgücü yaratması sağlanmalıdır. Aksi takdirde, bu kaynak da devletin açıklarını kapatmaya kullanılır ve ekonomik fayda sağlamaz.

    6. Vergi kanunları dikkatle hazırlanmalı, vergi yükü yayılmalıdır. Bu defa herkesin, kazancı nispetinde vergi ödeyeceği bir sistem getirilmelidir.

    7. 1973 seçimlerinden sonra iktidara gelen partiler; valiler, emniyet müdürleri, müsteşarlar ve devlet kadrolarından çalışanlar arasında kendi görüşlerine göre değişiklikler yaptıkları için, bir kısmı korkudan hiçbir karar alamamıştır. Bundan dolayı hizmetler aksamış, işler yürümez olmuştur. Gazetelerde okuduğumuza nazaran, bugünkü idare de, bazı değişikliklerle başlamıştı. Bu değişiklikler yapılırken son derece dikkatli olunmalı, 12 Eylül’den sonra şevkle işe başlayan memurların itibarı ihya edilmelidir.

    8. Hatalı bir tebliğ veya kanun çıkmaması için, Anayasa Mahkemesi üyelerinin veya tarafsız hukukçuların mütalaaları alınmalıdır.

    9. Türkiye’nin enerji meselesi de, öncelikle ele alınmalıdır. Petrol sarfiyatını azaltmak için elden gelen her çareye başvurulmalı, 1981’de petrol ihtiyacımızı temin etme çareleri süratle alınmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile aranmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile uyarılmalı, enerji tasarrufuna yönlendirilmelidir.

    10. Doğu Berlin’de kurulan Türk Komünist Partisi, memleketi dışarıdan ve içeriden yıkmak için son yıllarda çok şeyler yapmıştır ve hâlâ da yapmaya devam etmektedir. 12 Eylül Harekâtı’nın ilk günlerinde sinmiş gözüken solcular, aldıkları emirlerle şimdi yeniden harekete geçmişler, bomba atmışlar, pankart asmışlar, polislerimizi şehit etmeye, vatandaşlarımızı öldürmeye devam etmişlerdir.

    Bu defa girişilen ıslahat hareketinin, muvaffak olmaması için;

    * Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin arasını açmak,

    * Konsey üyeleri ile hükümetin arasını açmak,

    * Silahlı Kuvvetler kademeleri ile hükümetin arasını açarak, cunta kurmaya yöneltmek,

    Amacıyla; Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir.

    11. 1960 yılında zararı görülmüş olan ihbarlar, bu devrede de başlamıştır. Kötü niyetli insanlar, şahsi düşmanlıkları yüzünden, bu gibi ihbarları yaparlar. İhbarlar yüzünden çok vakit kaybedilir ve birtakım yanlış işler yapılır. Bu kötü niyetli teşebbüslere fırsat verilmemelidir. Nitekim Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Turgut Özal hakkında, birtakım dedikodular başlatılmıştır. Turgut Özal, bir dahi değildir. Onun da hataları olabilir. Fakat bu nazik dönemde, mevcudun içinde, meselelerimizi en iyi bilen insandır. Dedikodulara bakmadan, kendisini tutmakta fayda vardır.

    12. Yunanlılarla olan ihtilaflı meselelerimizi, başta Kıbrıs, Ege Kıta Sahanlığı ve FIR hattı olmak üzere, bu dönemde, milletimizin Silahlı Kuvvetlerimiz’e olan güveni içinde, muhakkak çözüme bağlanmalıdır.

    13. Sık beyanatlarda bulunarak veya kamuoyuna tepkisini dikkate almadan basının kalemine tenkit fırsatı verilmemelidir. Mesela 31 Ekim 1980 tarihinde CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılan Bülent Ecevit’in yazdığı istifa mektubunun kamuoyuna açıklanmasının mahzurlu görüldüğü hakkındaki beyanat, yanlış olmuştur. Bu mektubun açıklanmasında, hiçbir mahzur yoktu.

    14. Dinsiz millet olmaz. Din işleri, bu defa, siyasi partilerin istismar edemeyecekleri şekilde düzene sokulmalıdır.

    15. Bugünkü yönetim kadrosunun “iktidar hastalığı”na yakalanmasına ve “Biz, en iyi düşünürüz” görüşüne saplanmasına imkân verilmemelidir.

    Sayın Başkan,

    Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumdan kurtulması için birbirimize yardımcı olarak, Kuvayı Milliye devrinde olduğu gibi elbirliği, iş birliği yaparak geceli gündüzlü çalışmamız, güçlüklere katlanmamız, maddi manevi fedakârlıklar yapmamız şarttır. Bu memleket ayakta durursa, hepimiz mesut oluruz. Aksi takdirde, bugünleri çok ararız. Varlığımızın, memleketin varlığına bağlı olduğuna inanan ben ve arkadaşlarım, memleketimizin kalkınmasında bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da elimizden gelen bütün imkânları kullanacağız.

    Bize, ancak bizden hayır geleceğini bilmekteyiz.

    Millet hayrı için vereceğiniz mücadelede, zatıâlilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum.

    Yukarıda yazdıklarım hakkında herhangi bir bilgi arzu edilirse, emrinize amadeyim.

    Vehbi Koç
    3 Ekim 1980

  213. Hedefi bulmak için 1 – 28 Haziran referanslarınızı okudum. ʻ188 Anonimʼ yazınızda bana ʻʻNecip ve türevleriʼʼ yaftası taktınız.
    Kendi cephenizdeki bazı ünlü Marksist ve anarşist radikallerin de 1 – 28 Haziran’ı yazan ile Necip ve türevlerine benzer düşündüklerini biliyor musunuz?
    Cornelius Castoriadis ile ilgili ʻʻÖzerklikten Ortaklığaʼʼ başlıklı bir röportaj:
    ʻʻBir yandan, Castoriadisʼin, Batı kapitalizmi (“parça parça kapitalizm”, “liberal oligarşi”) eleştirisini dikkate almadan, eleştirisinin liberal ve muhafazakar aydınlar kullanmaktalar. Bu aydınlar, Castoriadisʼin eleştirilerini, onun reddettiği demokrasi ile totaliterlik arasındaki bir alternatif biçimine sokarak yeniden yorumluyorlar. Öte yandan, bazı radikal aydınlar (Zizek veya Badiou) bürokratik komünizmin liberal görüş birliğine karşı bazı yönlerini nasıl savunurlar.
    Gün Zileliʼnin şu veya bu yazısını oku diyorsunuz. Siz de bir zahmet aşağıdakileri okuyun.
    ʻʻ[1327 Anonim 12 Ağustos 16 / 11am
    http://www.edebiyathaber.net/alain-badiou-mutlu-olmak-icin-dunyayi-degistirmek-mi-gerekir-emek-erez/ ne güzel açıklamış Alain Badiou değil mi?
    Gün Zileli
    Ağustos 12th, 2016 at 11:54
    Alain Badiou’yu severim.ʼʼ
    Daha derine girmek isterseniz size anarşist Badiou ile ilgili diğer kaynaklar veririm. Marksist Zizek, defalarca, entellektüel çalışmalarını rahatlık içinde sürdürmesine engel olacak her türlü yaşam ihtiyaçlarının başkaları tarafından karşılanmasını doğal bulduğunu söyledi. Zileliʼnin Zizek ile resim veya video mülakatı var, bir bakınız.
    Özellikle Badiou, fakat Zizek de, günümüzde en ileri dönük girişimleri desteklerler. Siz satır arası okumayı bilmiyorsunuz. Her ikisinin de medyada yazıları var, yeniden bakın, satır aralarında olanlar, özellikle kapitalizmin başardığı ve başarmaya devam ettiği yolu tuttukları barizleşir.
    Diğer çok ünlü bir anarşist halkı peşe takma başarısını halkın cahilliğinde ve cahilliğe neden olma suçunu da, sizin gibi, halkı cahil bırakanlarda bulur.
    Şimdi de bu anarşistten daha açıkça konuşan dürüst Necip beyi okuyun (164 Anonim 21 Haziran):
    ʻʻ Iceriginin ne oldugu kisiden kisiye degisen bir seyler diyorsunuz (talep ediyirsunuz) diye dunyanin geri kalani isini gucunu birakip sizi tatmin etmek icin ayaga mi kalkacak?
    Boyle bir seyin olabilecegini gercekten dusunuyor musunuz?ʼʼ

  214. ‘Hedefi bulmak için 1 – 28 Haziran referanslarınızı okudum. ‘188 Anonim’ yazınızda bana ‘Necip ve türevleri’ yaftası taktınız.’

    Yanlış anlamışsınız.

    Necip gibi bir kapitalisti eleştiren kişilerden biri de sizsiniz. ‘Necip ve türevleri’ ifadesiyle; kendisi ve (genel olarak) kapitalistler işaret edildi.

    ‘Kendi cephenizdeki bazı ünlü Marksist ve anarşist radikallerin de 1 – 28 Haziran’ı yazan ile Necip ve türevlerine benzer düşündüklerini biliyor musunuz?’

    ‘Cephe’ diye bir şey yok.

    1 – 28 Haziran’da yazılanları daha dikkatli okursanız, herhangi bir ünlü Marksist ve anarşist radikallere referans verilmediğini anlayabilirsiniz.

    ‘Cornelius Castoriadis ile ilgili ‘Özerklikten Ortaklığa’ başlıklı bir röportaj: ‘Bir yandan, Castoriadis’in, Batı kapitalizmi (‘parça parça kapitalizm’, ‘liberal oligarşi’) eleştirisini dikkate almadan, eleştirisinin liberal ve muhafazakar aydınlar kullanmaktalar. Bu aydınlar, Castoriadis’in eleştirilerini, onun reddettiği demokrasi ile totaliterlik arasındaki bir alternatif biçimine sokarak yeniden yorumluyorlar. Öte yandan, bazı radikal aydınlar (Zizek veya Badiou) bürokratik komünizmin liberal görüş birliğine karşı bazı yönlerini nasıl savunurlar.’

    ‘Sol’da ‘mutlakçılık’a karşı nitelikli içerik sağlayan (ve bir nebze de ‘Troçkist’ olan) düşünürlerden biri olan Cornelius Castoriadis’te kaybolmadan önce; günümüzde ölümcüllüğü en yüksek seviyede olan kapitalizmin ‘ulu şefleri’ Ayn Rand – Milton Friedman – Ludwig von Mises – Friedrich Hayek silsilesinin etkilerine odaklanmanız daha makûl bir davranış olabilir (eğer isterseniz).

    ‘Gün Zileli’nin şu veya bu yazısını oku diyorsunuz.’

    Bu hatırlatma, size yönelik yazılmadı. Yanlış anlamışsınız.

    ( http://www.edebiyathaber.net/alain-badiou-mutlu-olmak-icin-dunyayi-degistirmek-mi-gerekir-emek-erez/ )

    Gün Zileli: ‘Alain Badiou’yu severim.’ (12 Ağustos 2016)

    Alain Badiou, kıymetli bir düşünür.

    Fakat (kimse kusura bakmasın); özellikle ‘sol cenah’ta, eylemlerine, söylediklerine onyıllar boyu itibar edilen bazı düşünürlerin yaşının ilerliyor oluşu sebebiyle, (belki de ömürlerinin daha uzun olmayacağını hissederek) son açıklamalarında, son röportajlarında, son kitaplarında kof bir iyimserlik olabiliyor. Sizin yukarıda adresini verdiğiniz yazıda, Badiou için de geçerli. (Ve daha pek çok kişi için elbette.)

    ‘Marksist Zizek, defalarca, entellektüel çalışmalarını rahatlık içinde sürdürmesine engel olacak her türlü yaşam ihtiyaçlarının başkaları tarafından karşılanmasını doğal bulduğunu söyledi. Zileli’nin Zizek ile resim veya video mülakatı var, bir bakınız. Özellikle Badiou, fakat Zizek de, günümüzde en ileri dönük girişimleri desteklerler. Her ikisinin de medyada yazıları var, yeniden bakın, satır aralarında olanlar, özellikle kapitalizmin başardığı ve başarmaya devam ettiği yolu tuttukları barizleşir.’

    Barizleşir.

    Çünkü, kapitalist sistemde, ‘pazarlamak’ önkoşuldur. Kendini ‘Marksist’ veya çeşitli ‘-ist’ler ile ifade eden pek çok kişi için de geçerlidir bu; Zizek dahil.

    ‘Siz satır arası okumayı bilmiyorsunuz.’

    Bunu bilemezsiniz.

    ‘Diğer çok ünlü bir anarşist halkı peşe takma başarısını halkın cahilliğinde ve cahilliğe neden olma suçunu da, sizin gibi, halkı cahil bırakanlarda bulur.’

    İthamınızı yanlış yönlendirmişsiniz.

    ‘Şimdi de bu anarşistten daha açıkça konuşan dürüst Necip beyi okuyun’

    Sayın 202; Necip’in, ‘dürüst’lükle uzak-yakın bağının olmadığını bilecek kadar tecrübelisiniz.

    ‘Iceriginin ne oldugu kisiden kisiye degisen bir seyler diyorsunuz (talep ediyirsunuz) diye dunyanin geri kalani isini gucunu birakip sizi tatmin etmek icin ayaga mi kalkacak? Boyle bir seyin olabilecegini gercekten dusunuyor musunuz?’

    Otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi şirketinin mali yapısı, döviz kurlarındaki dalgalanma sebebiyle epey bozulan, şirketi büsbütün çökmesin diye, Recep Tayyip Erdoğan’dan ‘teşvik paketi’ uman kapitalist patron Necip; ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların tavırları’ ile ‘insanların tavırları’nı harmanlayıp, kapitalizmi izah ettiğini zannetti. Bu, Necip’in ‘zannedişlerinden’ sadece biri idi; daha pek çoklarını yazmıştı biteviye…

    Necip, kendi ‘(istikrarlı!) kapitalist hegemonyası’ çökmesin diye; kapitalizme karşı mücadeleleri, birkaç hoplayan-zıplayan, heceyanlı, tezcanlı zümrenin ‘dayatması’ olarak lanse etmeyi denedi, beceremedi. Necip’in ‘kapitalist hegemonyası’na karşı ayağa kalkıldı bile, ve bu mücadelelerin; ‘ulu şefler’e, ‘vaizler’e, ‘politbüro fantezileri içinde yüzen devrimci önderler’e ve benzerlerine ihtiyacı yok.

  215. “Kapitalizm” VEYA “Medeniyet” dedikleri şeyleri [ikisinin aynı şey olmadığını bildiğimden – her zamanki gibi – yanlış anlaşılmamak için büyük harflerle yazıyorum] idealize eden, ortaya çıkış süreçlerini anlamaya çalışmayan, bu nedenle de bir İDEOLOJİ sanan, ve insanların kendi kafalarına göre “kişiden kişiye değişen” birtakım “insanca düzen”lerin kurabileceğini sanan, sabit fikirli kişilerle tartışmanın bir anlamı olmadığından artık tamamen emin oldum.

    Bu nedenle, Necip Bey’le aynı şeyi yapmaya karar verdim.

    “Necip 27 Eylül 18 / 12am” gibi, ben de “nezaket geregi, bir veda yazisi yazmak iste”mediğim için özür dilerim.

    Bir özürü de, buradaki sabit fikirli olmayan ve tartışmaya açık diğer kişilerden dilerim.

    “Hosca kalin..”

  216. Dediklerinizin hepsine değinmeye çalışacağım ama ilk önce bazı çok genel bir sorun var. Bu soruna da, sırası geldikçe, ʻʻsatır arası okumaʼʼ deyimine başvurarak değineceğim. Dediklerinizi [] içine koydum.
    Necip kendisi kapitalist olduğundan, yıllardır kapitalizm ideolojisini dolaylı veya doğrudan savunanların etkisi altında akıl almaz, kapitalizmin ebediliği gibi, fikirler yürütebilir.
    Kapitalizmin ebedi olmadığı, tarihsel ve doğuşundan önceki ekonomik sistemlerden farklı olduğu milyarlarca eserlerle anlatıldı. Kapitalizmi savunanlar bile kapitalizmin daha önceki ekonomik sistemlerden üstünlüğünü kapitalizmin öncekilerden farkına bağlarlar. Bazı ünlü kapitalistler, geçmişte ve şimdi, kapitalizmin sosyal uyuşuma zarar getirdiğini söylediler. Hele şimdi, hepsi samimi olmasa da, çevreye zarar korosuna katılanlar iyice çoğaldı. Halkla ilişkilerinde sevgili müşterilerine mesajlarını yeşil kalemlerle yazıyorlar. Buna rağmen, egemen olan inanç kapitalizmin yarattığı sorunları ancak kapitalizmle yok edileceği. Satır arası okuduğumda, ki bu sonsuz önemli, ʻfasafisoyu boş ver kapitalizm büyük başarılar kaydetti ve etmekte ve edecekʼ işitiyorum. Antikapitalistler de aynı inanç içinde ama işi kapitalistsiz becereceklerini savunuyorlar. Satır arasındaki inanç aynı, geleceğe ekstrapolasyon ifadesi farklı. Canavarın kendi kendisi ile monolog içinde. Bunu şahane dile getiren düşünürler, şairler, yazarlar, sanatçılar çok. Aklıma gelen ve sevdiğim Blakeʼin Newtonʼu, ʻThe Book of Urizenʼ kitabının kapak resmi ve içindekiler.
    Kapitalizmin ebedi olduğunu da satır arası okurum. Binlerce arasından aklıma gelen dinde İslam ve felsefede realizm. Bütün mitlerde, günümüz ölü mitleri büyük dinlerde ve modernlerin büyük dini olan modern bilimde de TÜMLÜK kavramını bulursunuz. Bunun bedeni mülkiyet hakkı 4 milyon önceki bipedal ile 1,5 milyon önceki homo erectus arasında hâlâ mahkemede.
    Ne var ki, iş kapitalizm veya benzeri ideolojilere gelince, çirkinlik ve iki yüzlülük satır arasından sırıtır. Ebediliğe inananlar aynı zamanda her şeyin her zaman değiştiğine hindi gibi kabararak ilan ederler. İnsan doğası değişmez ama insan değişir durur.
    Badiouʼnun gözü kapital ve kapitali canlandıran teknolojide odaklanmış. Marks sonsuz bolluğa erişilince kapitalizmin abesliğine işaret etti, bütün insanlar gururla nüfusta artışı kapitalizm ve teknolojiyle başarıldığına işaret eder, günümüz teknolojisi de eski sorunlara mucize çözümlere işaret eder. Satır arası yazılar okuyunca salt ifade farkı görüyorum. Zizekʼe ilk rastadığımda karıma döndüm ʻʻyahu bu adam, Amerikalılara ʻstalin falan filan laf kalabalığı ile, dünyayı ve yaşamı 100-150 defa yok edecek gücünüz var, biz Avrupalılar gibi asıl konuyu hâlâ anlamamışsınız, pısırık solculuk edip duruyorsunuzʼ diyorʼʼ dedim. Bence Rusya ve Çine rağmen Trump, Zizekʼin haklı olduğunu kanıtlamakta. Zaten bu devler arası rekabet de ifade farklarından doğar.
    Ne kapitalistlerin birbirlerini boğazladığını ne de kapitalist ülkeleri savaşlarda milyonlarca halklarını kurban ettiklerini ben size söyleyecek değilim. Benden iyi biliyorsunuz.
    Seçime katılma şantajı yapan Zileliʼnin Badiou ve Zizek ile farkı satıhsal ifadelerde. Bakın mesela, Zileliʼyi 2008ʼde ʻʻseçim sirkindekilerʼʼ diyen Zerzanʼın ʻʻThe Left? No Thanks!ʼʼ yazısına (www.johnzerzan.net). Aynı yazıda benim ifademle ʻʻevet şimdi çok iyi ama daha da iyi olabilirʼʼ diyen Chomsky hakkında söylediğine de bir bakın:
    ʻʻSome are horrified by such new notions. Noam Chomsky, who manages to still believe all the lies of Progress, calls us “genocidists.” As if the continued proliferation of the modern techno-world isn’t genocidal already!ʼʼ
    Burada diğer bir temel sorun için parantez açacağım. [ʻAlain Badiou, kıymetli bir düşünür.ʼ demişsiniz.] Benim ilgilendiğim değer değil, paylaşılan Weltanschauung. Yani ‘Alain Badiou’yu severim.’ diyen Zileli, Badiou ile aynı Weltanschauungʼu paylaşır. Tabii, alay etmekten de kurtulamadığım için farklı ʻfikir özgürlüğüne hoş geldinizʼ de derim. ʻÖzgürʼ kelimesinin İngilizcesi çok daha güzel: ucuzdan bile ucuz, bedava.
    1945ʼde bizim 70ʼlerde ʻʻHitler öldü, yaşasın Hitlerʼʼ sloganımızı çok daha erken görüp çok daha etraflı anlatan anarşist ʻʻözgürlük her yerden tamamıyla silindiğinden bu yana konuşma ve yazılarda devasa arttıʼʼ der. 55 yıl sonra diğer bir deli anarşist ʻʻ8 kişinin dünyanın yarısı kadar servete sahip olması beni pek etkilemez ama artık yemek pişirmek için ağaçların arasından çalı çırpı toplayamamak ürkütücüʼʼ dedi.
    İfade farklarına rağmen aynı Weltanschauungʼu paylaşma sadece adını ettiğim kişilere özgü değil tabii. Henüz 2600 yıl önce, dünyanın en büyük güzelliği olan çeşitliliğin acı çekme kaynağı olduğunu gören Buda, çözümü evrensel bireyle bir olmada buldu. Şimdi bu birlik materyalist teknolojik gerçekleşmeye gittikçe yaklaşıyor.
    ʻʻInformation and communications technologies are more widespread than electricity, reaching three billion of the world’s seven billion people.ʼʼ
    Biraz erken, biraz kabaca da olsa, Budaʼnın, bedensiz, salt beyinlerden oluşan, evrensel bireyi oldu olacak. Huxley, Orwell ve diğer distopi yazarları zamanlarını dile getirdiklerinde ısrar ederler.
    – “The future is here, it’s just unevenly distributed.”;
    – “I would not put any events into the book that had not already happened … nor any technology not already available. No imaginary gizmos, no imaginary laws, no imaginary atrocities”
    Orwell did create some technological innovations for his future world, but in essence his Nineteen Eighty-Four is a deep look into the heart of already existing totalitarian societies.
    [ ‘Diğer çok ünlü bir anarşist halkı peşe takma başarısını halkın cahilliğinde ve cahilliğe neden olma suçunu da, sizin gibi, halkı cahil bırakanlarda bulur.’]
    Bence siz beni anlamamışsınız. Daha etraflı anlatayım. Kavramlar ve kelimeler ancak bağlam içinde anlam kazanır. [] içindeki fikir sonsuz doğru olduğundan saçmalığı, yine, satır arasında saklı.
    Hatırlarsanız, pek yeni de değil. Hıristiyanlıkla rekabette olan burjuvalar ve hizmetkarları Hıristiyanlıkʼa karşı; modernciler de geleneksel inanış ve bilgilere karşı aynı ithamlarda bulundular. Hatta bence bütün İlericiler dolaylı veya dolaysız bu saçmalığı tekrar ederler.
    Hatırlarsınız, maden devri insanlarına göre, taş satanlar da taş devrinde insanları yolmak için maden bilgisinden mahrum edip cahilliklerinden yararlandılar. Gerçi arkeologlar daha henüz bulup çıkarmadılar ama ilerdeki nesiller bulup çıkarırlar.
    Bütün ihtiyaçlarını karşılamada tüm güce sahip olan, hayvandan farksız vahşiler gittikçe azalmakta. Geri de dönülmez, o halde gerçekçi olup halimize şükür edelim.
    Tabii, korkarım yine yanlış anlama devreye girecek. Sorun bilgi değil, insanın ihtiyaçlarını kendi karşılayamaması. Bu da yanlış anlaşılabilir, çünkü sayısız devrimciler bunu üniversite eğitimi yapmayı başardılar. 7 bin yıl insanlığı sırtında taşıyan tarımcılar da mı cahildi? O zamanlarda da sömürücüler vardı, fakat, eğer yine alaya başvurursam, okullar yoktu. Daha da açıkça ve alaycı söylersem, ezilenlere doktor, avukat, bilgi sayar mühendisliği, işletmecilik mi … öğretilmeli mi; yoksa ezilme nedenleri mi? Bence ezenler var, ezilenler var. Bir de ezilme nedenini ezilenlere anlatmayı dert edinenler var.
    Yukarıda adını ettiklerimin paylaştıkları Weltanschauungʼa döneceğim. Artık insanın kendi evrimine kendi yön vereceği çoktan ilan edildi. Günümüzde değişik girişimler bu temelde aynı görüşü paylaşanlar arasında değişik ifadelere neden olmakta. Bakalım satır arasında ne var.
    Uçukça bir düşünce deneyi yapalım. Gen kes yapıştırma teknolojisi insanın yiyecek, giyecek, sağlık, barınak ve seks sorunlarını sırf nefes almakla başarabilsin. Beynindeki bir AI algoritması, giren havayı önce temizler ve sonra, yaratan allahına kurban olayım, büyüdükçe daha zeki olan, AI ihtiyacı tespit edip beyindeki bu ihtiyaçları karşılama noktalarını tetikler, arzular yerine gelir. Belki bazıları keşke etrafta kapitalistler olsa, hava parası versek gibi ilkel çağların, tarih öncesinin nostaljisini yaşarlar. Ama bu hilkat garibelerine gen kes yapıştırmadaki hatalar neden olur. Kes yapıştır teknolojisi ilerler yeniler de hata azalır, eskiler ölür giderler.
    [Belki şimdi neden Necipʼi daha dürüst bulduğumu anlarsınız. Adam bir bakıma tam Marksist, meşhur teori ve praksizi kişiliğinde birleştirmiş, kıvırıp durmuyor.]
    [Ayn Rand – Milton Friedman – Ludwig von Mises – Friedrich Hayek hakkında fazla bilgim yok.]
    Beğendiğim düşünürler gönderme yaptıklarında ilgilenip okudum. Ama onların da bizim seçimciye benzeyen yanları var. Önemli olan ŞİMDİ. Köşeyi dönen dönmüş, olan olmuşun ʻevangelistʼleri. Bu açıdan bakınca ilkelliğe saldıranlarla aynı Weltanschauungʼu paylaşırlar. Jair Bolsonaro, bu sitedekiler ve ŞİMDİ ʻevangelistʼleri aynı Weltanschauungʼu paylaşırlar, gerisi edebiyat.
    Zizek, Badiou, Chomsky ve benzerlerini aynı futbolcular gibi istesen de istemesen de medya dayattığından kaçınılmaz olduğu için az çok biliyorum. Zileli kendi başına bir alem. Bence Nacip ile tek farkı aile içi kavgası.
    [ʻCepheʼ ile kapitalizme karşı demek istedim, hepsi o kadar.]
    [Cornelius Castoriadis alıntısını Zizek ve Badiou tutumlarını belirlediği için seçtim. Ölmeden (1997) bir yıl önceki söyleşide zamanımızın en derin yaralarından biri olan bireylerin ʻʻdeğersizliğiʼʼ tespiti çok yerinde ve tamamıyla katılıyorum.]
    Ben kendim İmamoğluna yapılan tezahüratı gördüğümde kusmam geldi.

  217. Sayın arkadaş, kapitalizm ve medeniyetin ortaya çıkış süreçlerini anlamaya çalışan çok sayıda tarihçiler oldu. Kapitalizmin çıkışına denk gelen tarihlerde çok canlı ticaret ve pazarların arı kovanlarına benzediği İslam, Hindistan ve Çinʼde neden başlamdığını inceleyen tarihçiler de az değil.
    Medeniyet için de benzeri şeyler söyleyenebilir.
    İsterseniz, her iki alanda, kendimin yararlandığı kaynakları size yazarım.
    Zorluk kaynağı sosyal bilimlerle doğa bilimleri arasındaki büyük bir farkta. Sosyal bilimlerde anlaşmazlıklar araştırma ve inceleme yapanların bilerek veya farkında olmadan varsaydıklarından dolayı aynı verilerden değişik yorumlara varmaları.
    Doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasındaki bu farka son zamanlarda bilim filozofu Thomas Kuhn dikkat çekti ve kitabı ile kullandığı kavramlar bir çeşit referans oldu. Örneğin paradigma kavramı.
    Üstelik değişen zamanlarla daha merkezi olup bilim araştırmalarını etkilemeler de var. Paleontolojide şiddet, şiddetten sonra feminizm aynı verilerden çok daha değişik sonuçlara varmaya neden oldu. Son zamanlardaki ekolojik tedrginlikler de tarihte daha önce değişik nedenlerle açıklanırken şimdi iklim değişmeleriyle açıklanmaya başladı.
    Sizi daha iyi anlamak için, kapitalizm ve medeniyet tarihsel olguların sitede idealize edilmelerine örnek verir misiniz?
    Diğer sorun da sabit fikirlilik. Tartışmalarda her iki taraf da diğerinin sabit fikirli olduğunu iddia edebilir. Sizin entelektüeller dünya tecrübelerinizde bu çeşit sorunlar için düşündüğünüz çözümler var mı?
    Diğer dikenli bir soru da ideoloji. Somut bir örnekle olgu ile ideolojiyi farkı açıklar mısınız?
    Ben kendim yüzlerce ideoloji tanımlarına rastladım. Bu, bir yandan ideolojinin ne olduğunu anlamaya zenginlik getiriyor, diğer yandan saysız yanlış anlamalardan savaşlara kadar zaralı sonuçlara sürüklüyor.
    Bu sorunları giderme girişimi 19. yüzyılda felsefi bir yaklaşımın doğmasına neden oldu ve şimdi Analitik Felsefe olarak tanınır. Bir örnek vereyim. Her nesnel olayın nedeni olduğundan, bütün nesneler ve nesnel olayları içeren evrenin de bir nedeni olduğu düşüncesi. Bu basit de olsa dini inanışlarda çok büyük bir rol oynadı.

  218. ‘(204) Necip türevi bir zevzek’

    Kapitalist Necip’i (ve onun gibi kapitalistleri) işaret etmişsiniz.

    Fakat, beyninizde taşıdığınız zevzeklik çuvalınızı bırakmanız için hatırlatmalarda bulunanları da ‘zevzek’ zannetmişsiniz.

    ‘Kapitalizm’ VEYA ‘Medeniyet’ dedikleri şeyleri [ikisinin aynı şey olmadığını bildiğimden (her zamanki gibi) yanlış anlaşılmamak için büyük harflerle yazıyorum]

    Yanlış yazdığınızın farkında olMAdığınız gibi, yanlışta ısrar ediyorsunuz.

    ‘Medeniyet’ ve ‘kapitalizm’ aynı değildir. İkisinin aynı olMAdığını ‘bildiğinizi iddia ediyorsanız’; ‘veya’, ‘ya da’ bağlaçlarını hiç yazmazdınız, ama yazdınız, yanlışınızı sürdürdünüz. 6 Haziran 2019 tarihli (96 numaralı) metninizde ‘veya’ yazdınız, 29 Haziran 2019 tarihli (190 numaralı) metninizde ‘ya da’ yazdınız; ikisi de yanlış. Mesele bu kadar net.

    ‘ortaya çıkış süreçlerini anlamaya çalışmayan’

    Kapitalizmin ‘ortaya çıkış süreci’ diye sorup durduğunuz ‘süreç’; sayın Zileli’nin sitesinin geçmişteki yazıları altındaki yorumlar kısmında defalarca anlatıldı, açıklandı. Siz, zevzeklik çuvalınızda bahaneler aramakla meşgul iken, bu açıklamaları ıskalamışsınız, sonra buraya gelip ithamlarda bulunuyorsunuz. Yazık.

    ‘bu nedenle de bir İDEOLOJİ sanan’

    Tecrübesizliğinizi bir kez daha gösterdiniz.

    Siz, hâlâ, kapitalizmin, ‘ideoloji’ olMAdığını zannedecek kadar tecrübesizsiniz.

    ‘insanların kendi kafalarına göre ‘kişiden kişiye değişen’ birtakım ‘insanca düzen’lerin kurabileceğini sanan’

    Bunu, ‘siz’ uyduruyorsunuz.

    Yukarıdaki metinlerde defalarca izah edildi, zahmet olmaz ise, yeniden okumayı (ve anlamayı) deneyebilirsiniz:

    10 Haziran 2019, Sömürenler – Sömürülenler

    20 Haziran 2019, Zevzeklik hazinesi [2]

    21 Haziran 2019, Zevzeklik hazinesi [3]

    ‘sabit fikirli kişilerle tartışmanın bir anlamı olmadığından artık tamamen emin oldum.’

    Sizin gibi tecrübesiz kişilere zevzeklikleri hakkında hatırlatmalarda bulunmak hemen nihayete erecek bir süreç değil. Siz, arzu ederseniz, ‘sabir fikirli zannettiğiniz’ kişilerle olan temasınızı bitirebilirsiniz.

    ‘Bu nedenle, Necip Bey’le aynı şeyi yapmaya karar verdim.’

    Kapitalist hegemonyasını devam ettirmek için gaddarlıklar yapmayı meşru gören (bunun ‘doğal’ olduğunu da iddia eden) Necip’i kendinize referans kabul etmeniz üzücü. Yazık.

    ‘Necip (27 Eylül 2018, 12am) gibi, ben de ‘nezaket geregi, bir veda yazisi yazmak iste’mediğim için özür dilerim.’

    Dikkat ederseniz, sizin ‘nezaketinizle’ ilgili herhangi bir ima da bile bulunulmadı.

    ‘Bir özürü de, buradaki sabit fikirli olmayan ve tartışmaya açık diğer kişilerden dilerim. ‘Hosca kalin.’

    Zevzeklik çuvalınızı beyninizde taşımayı bırakabilmeniz, tecrübesizliğinizi azaltabilmeniz temennisi ile;

    Yeniden görüşmek üzere.

  219. 204 arkadaş daha medeni ve tutarlı. Zevzekliğe devam etmektense, medeniliğe yakışır bir eylemle medeniyeti bildiğini bizzat kanıtladı.
    204 arkadaş, kapitalizm ve medeniyet sosyal olguların doğuş, gelişme süreçlerini sosyal bilimlerde bilgili ve bilimsel metodoloji ile inceleyen diğer ciddi, demokrasi ve fikir farkına saygılı olgun kişilerle tartışmak için bir oturum başlatmak istedi.
    Karşısına olgularla ideolojiler arasındaki farkları bile bilmeyen, olguları inceleme yerine karşı ideolojik zevzeklik edenler çıktı.
    Medeniyete karşı olan Pipsqueak tam zevzek. Zileli Bey, bu doğu eziğinin yazılarını çok yerinde özetledi: ʻʻkimsenin okumadığı, saçmalıklar dolu uzun yazılar.ˮ
    207 diğeri. Pipsqueak için bütün kötülüklerin nedeni medeniyet, 207 için kapitalizm.
    Evrim teorisi yanlış olabilir beyler, ama evrim inkar edilemez. İdeolojilerle olgular da öyle. Evrim, canlıların var olmasıyla başlar ve hala sürmekte. Evrim teorisi 160 yıllık.

  220. Siteyi neden terkettiğinizi tam anladım diyemem. Bütün yazılanları bulup okumak da hayli gayret gerektiriyor.
    ʻʻ206 ʻ204 Necip türevi bir zevzekʼ Yazanaʼʼ başlıklı yazımla size nesnelliğin sosyal bilimlerdeki zorluğundan sözettim ve hatta doğa bilimlerinde bile yapılan araştırmaların toplumun içinde bulunduğu bazı sorunların etkisi altında kalıp yçnlendirdiğine değinmiştim.
    Bugün tesadüfen sürekli okuduğum bir bilim dergisinde doğa bilimlerindeki bir çatışmaya rastladım ve az bir bölümünü tercüme ettim.
    ʻʻBazı biyologlar, on yılı aşan araştırmalara dayanarak bitkilerin de niyetleri, duyguları ve hatta bilinçli olduklarını ileri sürmekteler. Geleneksel botanistler nihayet sert bir tepkide bulundular. Bu biyologlara göre, bitkiler asla bilinçli değiller ve ÇEVRESEL KRİZ bilimsel nesnelliği bulandırmakta. Geleneksel görüşü savunanların başında gelen ABD, Alman ve İngiliz biyolojistlere göre bu “bitki nörobiyolojisi” bilimcileri bitkilerin çevrelerini algılama ve tepkide bulunmada gerçekten çarpıcı ʻyetileriʼ etkisine kapılıp aşırı iddialarda bulunuyorlar.
    (ardından bu şaşırtıcı ʻyeteneklerʼ ve bitki köklerinde beyine benzeyen yapı listesi gelir ama yazı çok uzar diye çevirisini yapmadım)
    Bitkilerin algı, öğrenme, hatırlama ve bilinçli oldukları bilişsel yetileri üzerinde yıllardır araştırma yapan bilimcilerden biri, Avustralayalı bayan Monica Gagliano, sert bir karşılık verdi. Araştırmacı, karşı tarafın salt kendi iddialarını destekleyen kanıtları kullandıklarına dikkat çekerek, ʻBenim için, titiz bilim yoluyla bilgi üretme süreci bir iddianın arkasındaki kanıt tabanını anlamakla ilgili. Deneysel verileri nerede? Yoksa iddialarını gerçeğe uygun değer olarak kabul etmemiz mi bekleniyor? ʼ dedi.ˮ

  221. ‘olgularla ideolojiler arasındaki farkları bile bilmeyen, olguları inceleme yerine karşı ideolojik zevzeklik edenler’

    Kapitalizm; ‘olgu’ değil, ‘ideoloji’dir.

    Niçin ‘ideoloji’ olduğunun açıklamaları, sayın Zileli’nin sitesinde pek çok yazısının altındaki yorumlar kısmına yazıldı. Arzu edenler; bu yazılara ulaşabilir, okuyabilir. [Not: Sayın 208; siz tecrübelisiniz, okumaya mecbur değilsiniz. Fakat, eğer vaktiniz ve sabrınız varsa, günümüzde ölümcüllüğü en yüksek seviyede olan kapitalizmin ‘ulu şefleri’ Ayn Rand – Milton Friedman – Ludwig von Mises – Friedrich Hayek silsilesinin etkilerine odaklanmanız daha makûl bir davranış olabilir.]

    Günümüzde ölümcüllüğü en yüksek seviyede olan kapitalizmin “yontulması, şekle-şemale sokulması, ‘ölümcüllük yolu döşenmesi’”; 1500’lü yılların sonu 1600’lü yılların başında başlamıştır. Bahsi geçen ‘tarih aralığı’ndan öncesi de elbette mühimdir, göz ardı edilemez; fakat günümüzde araştırmacılar (ve konunun meraklıları) için kaynak deryasından başka pek işlev taşımaz. Aslolan; kapitalizmin, 1500’ler sonu 1600’lar başından bugüne olan ‘süreci’dir.

    ‘Medeniyete karşı olan Pipsqueak tam zevzek’

    Kendinize haksızlık ediyorsunuz.

    ‘Pipsqueak için bütün kötülüklerin nedeni medeniyet, 207 için kapitalizm.’

    Bütün kötülüklerin nedeninin ‘kapitalizm’ olduğunu iddia etmek, mümkün değil.

    Kapitalizm; kendi kendine doğan, kendi kendine gelişen, kendi kendine ölen bir organizma değil. ‘Kapitalistlerin davranışları sebebiyle’, kapitalizm vardır. ‘Gerçek’ budur. Kısaca; kapitalizm, insan davranışlarının neticelerinden biridir. (Tıpkı ‘komünizm’ gibi, tıpkı ‘otarşi’ gibi, tıpkı ‘demokrasi’ gibi, tıpkı ‘faşizm’ gibi, tıpkı ‘totalitarizm’ gibi… Çeşitlendirebilirsiniz.)

    Günümüzde ölümcüllüğü en yüksek seviyede olan ‘kapitalizm’i görmezden gelmek; yaşanan pek çok problemin merkezini ıskalamaya yol açar. Bu ‘tehlike’yi hatırlatmak; bütün kötülüklerin nedeninin ‘kapitalizm’ olduğu anlamına gelmez.

    ‘Evrim teorisi yanlış olabilir beyler, ama evrim inkar edilemez. Evrim, canlıların var olmasıyla başlar ve hala sürmekte. Evrim teorisi 160 yıllık.’

    ‘Evrim’ vardır. Yanlışlanabilir pek çok özelliği de vardır, büsbütün yanlış değildir.

    Fakat, ‘her şeyin izahı’ evrim değildir.

    Bu hususta:

    Rudolf Rocker’ın ‘Milliyetçilik ve Kültür (Nationalism and Culture) (1937)’ adlı eseri,

    Paul Feyerabend’ın ‘Yönteme Karşı (Against Method) (1975)’ ve ‘Bilimin Tiranlığı (The Tyranny of Science) (1993)’ adlı eserleri,

    Richard Phillips Feynman’ın ‘Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman: Meraklı Bir Şahsiyetin Maceraları (Surely You’re Joking, Mr. Feynman! – Adventures of a Curious Character) (1985)’ ve ‘Her Şeyin Anlamı (The Meaning of It All: Thoughts of a Citizen Scientist) (1963)’ adlı eserleri

    Yardımcı olabilir.

  222. Doğrusu ne diyeceğimi bilmez oldum. Hatta korkmaya başladım, sanki ilişki kurmak imkansızlaşmış.
    İmamoğluna tezahürat beni nerdeyse kusturdu. Piyesler sahnelediğimizde videoya çekmek isteyenlere izin vermedik. Doğrudan ilişki kurmaktansa google, facebook, tweet ve benzeri dünyayı yönlendiren şirketleri aracı kullanan ve kullanmaya mecbur edenler de midemi fena bulandırır. Televizyon seyredenleri hakeza. Yani ve maalesef çok sayıda önyargılarım var.
    Çoktan beri dünyanın kelimelerle yeniden yapıldığına ve şimdi de kelimelerin yerini görüntülerin aldığına inanıyorum. Özgür toplumlarda tarih olmadığı da diğer bir inancım ama kendim tarihli toplumda yaşıyorum. Zevzekliğimin asıl nedeni bir önceki paragrafta saydıklarım. Sayısız daha var ama kimsenin okumadığı saçmalıklarla doldurmadan anlatmak kolay değil.
    İlk önce diğer söyleyeceklerime ışık tutacağı ümidiyle sizin bana dediğinizi örnek alacağım.
    ʻAslolan; kapitalizmin, 1500’ler sonu 1600’lar başından bugüne olan ‘süreci’dir.ʼ Mantık bilen için bu cümle ʻdün akşam başlayan ve hâlâ yağan yağmurʼ gibi, yani bir olgu. Kapitalizmi veya yağmurun yararlarını göklere çıkarma veya yerleme ise ideoloji. İdeoloji yanlış ve hatta çok zaralı olabilir ama kapitalizm ve yağmur olgu. Bende yüzlerce şahane diğer ideoloji tanımları da var. Bu siteye en uyanı “ideoloji, inanana inandığının doğal, gerçek, kuşkusuz en iyi olduğuna inandırır.”
    Ben zevzeğim dediğimde beni öyle görenlerin haklı olduklarını kabul ettiğimi belirledim. Marksizm, anarşizm ve antikapitalizm savunanların kapitalizmle aynı dünya görüşünü paylaştığını iddia etmemi zevzeklik görme doğal ve doğru. İnsan veya insanlık diyene Medeniyetʼe özgü kategorilerle tanımlama yaptığını hatırlattığımda medeni olmayanları savunduğumu sanan iki hata yapar. Olgu ile ideolojiyi karıştırır, alıştığı sağ/sol ideolojik didişmesi alanına sokar. Bir de bu konuda tamamıyla cahil olduğunu gösterir. O haklı olarak beni zevzek görür, ben haklı olarak onu ırkçı görürüm.
    Kapitalizmin belli bir doğuşu ve günümüze kadar uzanan süreci içinde insanların sadece dünya görüşünü değil daha da önemlisi günlük hayatlarını da kapitalizme özgü kategorilerle yaşamaya mecbur etti. İsteyenler de istemeyenler de uymak zorunda kaldı. Bir bakıma, nasıl Allah insanları kendine benzer yarattıysa, kapitalizm de insanları kendine benzer dünya görüşlü insanlar etti. Neden kapitalizm bir tarihsel olgu da, Medeniyet Allahʼın bir vergisi, bir kader, bir gereklilik, bir alın yazısı? Ben cevabını sanacağınızdan sonsuz daha iyi biliyorum ve zevzekliğimin bir nedeni de bu: inananların zerre kadar kuşkusuz olmaları bile ruhlarında kuşku yaratmıyor. Yani bir ideoloji. Bilime tapanlar zerre kadar bilimsel düşünemiyorlar!
    Sahlins, özellikle, gerek Marksist gerek anarşist olsun, bu tanrısal gereklilik inanışı bütün devrimciler arasına yayan Marksʼın varsayımını çürüttü. Diğer ve çok daha ağır darbeler var ama bunlar da kimsenin okumayacağı saçmalıklardan başka şeyler değil, yani benim zevzekliğim. En basit ve görmemesi imkansız olan İlerleme dini. Diğeri Bilim-Teknoloji.
    Zerzanʼın günümüz anarşist idollerinden Chomsky hakkında dediğine bir daha bakın: ʻʻSome are horrified by such new notions. Noam Chomsky, who manages to still believe all the lies of Progress, calls us “genocidists.” As if the continued proliferation of the modern techno-world isn’t genocidal already!ʼʼ
    Bookchin, İlerleme dinine Chomsky kadar bağlı ve katı.
    Siz Zileliʼden söz ettiniz. Ben Zileli gibi her modaya hemen katılan birini ciddiye alamıyorum.
    Bakın mesela seçim şantajı yapmak için şiddet kullanan anarşistleri Newspeak ile tarihten silmesine, seçime katılmayı reddedenleri pürist ve dinci edip Erdoğan çağrışımı yaparak Stalinci günlerine dönmesine, anarşizmin 19. yüzyıldan önce olmadığını söylemekle dünyayı kelimelerle yapılanmasına… Uzatmayacağım. Görmüyorsanız anlaşamayız. Ben çok daha delillerle ispata hazırım. Bir defa, ʻʻköpek ancak kamçıyla evcil olurˮ yerli atasözünü yazdım Zileli hiçbir şey anlamadı. Hemen katıldığı yeni moda icabı köpek sevgisiyle yanlışımı buldu. Diğer bir ʻʻbu kamp köpeği, özgür gezen asıl köpekʼʼ atasözünü yazdım, her zamanki gibi cevap vermeye bile tenezzül etmedi.
    Bence mantık basit, eğer dev Chomsky sıradan bir İlerici ise cüce Zileli çok daha sıradan bir İlerici, Bana çok apaçık, size değil. Yine de bakınız:
    1. http://www.primitivism.com/prophets.htm : Prophets of the New World: Noam Chomsky, Murray Bookchin, and Fredy Perlman, by John Moore
    2. https://chomsky.info/20060208-2-3/ : Chomskyʼnin yanıtı.
    Özellikle, ʻThe world I live in, and see around me, has no resemblance to what Perlman writes about…ʼ Kibarcası, Fredy zevzek.
    3. http://www.socialanarchism.org/mod/magazine/display/25/index.php Bookchin
    Şimdi de sözde popüler rejimler ve iş yine bilgelerin her kapıyı açan eğitim konusuna kaymasından büyük bir korkuyla bazı şeyler söyleyeceğim.
    Bence, medeniler arasındaki mitler, batıl inançlar, atasözleri, efsaneler, karnavallar, türküler, masallar, inançlar, yemek tarifleri, ışık hızı dolaşan kelimeler, uydurmalar, dedikodular ve benzerleri sınır tanımama, kalıba sokulmama da inatçılık edenler zevzek olmayanlarla alay ederler.
    Medeniyet dışı da öyle. Sitede bir azılı anarşiste bu düzensizler arasındaki zevzeklikleri anlatmak için ʻʻAllah, insanın anarşizmi evcilleştirme çabası!ˮ dedim. Hödük anlamadı bile. Allah yerine, yerine laik anarşistin Doğaʼsını koyabilirsiniz. Anarşist kendinden bile İlerici olan ve kendi gibi ölü allahları diriltme huu huuları çeken Erdoğanʼı kafaya takmış, ʻErdoğan Kötü, İmamoğlu İyiʼ der durur. Bir bakıma şimdi sitede savunulan temsilci seçme demokrasisi örneği: diğerlerine sözcülük eden veya benim reklamcılık dilimle hepsinde-BİR, BİRde-hepsi.
    Ben son 55 yıldır, bu sitedekiler fazlasıyla dahil, bir avuç kişi hariç, doğrudan veya alternatif ʻAYN RAND – MILTON FRIEDMAN – LUDWIG VON MISES – FRIEDRİCH HAYEKʼ-SPEAK dinledim. Bunları her okuduğumda aynı İmamoğluna tezahürat yapanları gördüğümde hissettiğim gibi kendimi değersiz ve ümitsiz hissetim.
    Bir anarşiste sordular: ʻʻNeden hep solu eleştiriyorsun?ʼ ʻʻYahu, sağın ne bok olduğu belli, solda eleştirilecek taraflar var.ˮ cevabını verdi.
    1980ʼlerde okuduğum en şahane kitaplardan biri Ruth Beebe Hillʼin yazdığı ʻHanta Yoʼ. Kadın 25 yıl Sioux aşireti içinde yaşadı, kitabı sayfa sayfa kabileye okuyarak onaylarını aldıktan sonra yayınladı vs. Daha sonra kadının kitaptaki ana karakterinin mafya adamı Reagan gibi gördüğünü ve Ayn Rand hayranı olduğunu öğrendim. Bu benim için bir surpriz olmadı. 1980ʼlerde artık ʻGodʼs endless mysterious ways.ʼlere çoktan alışmıştım. 1968ʼlerde yer alanların en başta gelenleri daha sonra Silicon Valley ve benzeri yeniliklere önderlik ettiler, 68ʼler televizyon diliyle ʻidealist gençlikʼ günleri, nostalji oldular. Bu sitede aynı şey benim de başıma çok geldi. Medeniyete ve kapitalizme saldırılarım televizyon dilinin ucuz psikolojik jargonları oldu.
    Batı, hemen kapitalist düzenle Batı 68ʼlilerini düzene sokup ıslah etti; Doğu, komünist Lenin-Mao-vb düzenle Türk 68ʼlilerini düzene sokup ıslah etti. Devrimlerin hepsinin fakir ülkelerde olması bile bu devrimcileri taş uykusundan uyandıramıyor. Bilakis. Başkalarını uyandırma hırslarını arttırıyor.
    Ben sizi eleştirmiyorum. Kendimce, öğrendiklerimi sergiliyor, tasvir ediyorum.
    Charlie Chaplin sosyalist idi hâlâ, öldükten sonra bile, bok gibi para içinde yüzüyor; Buster Keaton ʻfaşistʼ idi ama parasını etrafındakiler dağıttı ve meteliksiz öldü. Sayısız benzeri örnekler vererek zevzeklik edecek değilim. Bazı çok beğendiğim düşünürler dünyanın düştüğü duruma tepkilerinde faşistliğe kaydılar.
    Where is the wisdom we have lost in knowledge?
    Where is the knowledge we have lost in information?
    T.S. Eliot Choruses from “The Rock” (1934)
    Eğer demek istediğimi yürekten (ʻvisceral, gut feelingʼ ) özetlersem: Blake çoktan söyledi:
    ʻʻHe who would do good to another must do it in Minute Particulars: General Good is the plea of the scoundrel, hypocrite & flatterer..”
    Yukarıda ʻʻAllah, insanın anarşizmi evcilleştirme çabası!ˮ dedim. 19. yüzyıldan önceki derin dinci ve anarşist Blake, diğer bir 19. yüzyıl anarşisti mistik Chuan Tzu gibi, anarşist ve Marksist düzen-bazlara, ‘bırakın bu dünyayı kendi zevzeklik haline’ der.
    Bir dandik olmayan anarşistin zevzekliği:
    ʻʻ…this is a line of enquiry pioneered by Pierre Clastres, whose classic Society Against the State put forward the argument – provocative to this day – that Amazonian chiefs were essentially stripped of any real power to impose their will on others, because their respective societies were set up systematically to undermine anything that could potentially give rise to a state. Clastres’ work subverted narratives of state formation that assumed their inevitability and/or their association with more ‘advanced’ forms of civilization.ˮ
    Diğer bir dandik olmayan anarşistzevzekliği:
    ʻʻA preference for withdrawing from potentially coercive relations, rather than confronting power head on, may also resonate nicely with modern autonomist movements in the West. Yet it must be said that non-state societies are often no strangers to violence, even if they do sometimes project it outwards in the form of an ethereal world of fantastical monsters, menacing witches, or other evil spirits that constantly threaten to overwhelm human society.
    Power is now often thought to be largely capillary rather than top-down in its workings, and invested in norms or hegemonic forms of discourse – rather than in concrete figures of authority who can be more easily grasped and therefore disobeyed.ʼʼ
    Yazı çok uzun ve bu site solcularından farklı, şarlatanlık etmeyenler.
    ʻʻI am not sure whether consensus as we usually understand it is even possible in Amazonian societies, given their inherently fragmentary character, always tending towards dispersal, to plurality rather than unity.ʼʼ
    ʻʻ Clastres’ Archaeology of Violence, develops the theory that Amazonian societies are characterised by violence in the form of endemic warfare, and that this has an important function in promoting dispersal and territorial fragmentation. Warriors may accumulate glory, but their exploits lead to solitude and a prestigious but powerless death.ʼʼ
    ʻʻClastres’ book is provocative in positing that endemic violence was an essential precondition of certain forms of maintaining independence from the state. It is also a valuable caution against the idealistic projection of Western ethical values onto others.ʼʼ
    ʻʻWhat if greater freedom and responsibility do not actually promote subjective well-being? What if people turn out not to want what “we” want them to want? Exploring the relationship – including the tensions, if any – between subjective aspirations and well-being and the experience of living entirely free of masters would seem a useful endeavour, to say the least.ʼʼ
    ʻʻOne of Clastres’ greatest enduring contributions to Amazonian anthropology may have been recognition of the need to take their political philosophy seriously. Yet it is also true that while much attention has been paid to such peoples’ abhorrence of coercive power, much less has been paid to their strategies for avoiding forms of ALIENATION, which are no less remarkable.ʼʼ
    ʻʻ Why does it seem that speaking for or on behalf of others is largely alien to such peoples, and what are the implications?ʼʼ
    Son olarak da, salt bir örenk olsun diye, nesnellik ve bilimsellik isteyen 204ʼi yazana iki yanıtla işin öyle kolay olmadığını efendice önce hatırlattım ve sonra bir somut örnek verdim.
    206 ʻ204 Necip türevi bir zevzekʼ Yazana 2 Temmuz 19 / 9pm
    209 ʻ204 Necip türevi bir zevzekʼ Yazana Bir Örnek 3 Temmuz 19 / 10pm
    Aynı köpek sever Zileli, Ogürsel ve Necip gibi cevap bile vermedi. Benim, yazdıklarım ve bildiklerimle, satır arası okumam: dediklerim bu büyük profesörler için zevzeklik. Yanıtlarım çok kısa, lütfen bir bakın. Siz yargılayın.

  223. 210 Olgu ve İdeoloji
    Doğrusu ne diyeceğimi bilmez oldum. Hatta korkmaya başladım, sanki ilişki kurmak imkansızlaşmış.
    İmamoğluna tezahürat beni nerdeyse kusturdu. Piyesler sahnelediğimizde videoya çekmek isteyenlere izin vermedik. Doğrudan ilişki kurmaktansa google, facebook, tweet ve benzeri dünyayı yönlendiren şirketleri aracı kullanan ve kullanmaya mecbur edenler de midemi fena bulandırır. Televizyon seyredenleri hakeza. Yani ve maalesef çok sayıda önyargılarım var.
    Çoktan beri dünyanın kelimelerle yeniden yapıldığına ve şimdi de kelimelerin yerini görüntülerin aldığına inanıyorum. Özgür toplumlarda tarih olmadığı da diğer bir inancım ama kendim tarihli toplumda yaşıyorum. Zevzekliğimin asıl nedeni bir önceki paragrafta saydıklarım. Sayısız daha var ama kimsenin okumadığı saçmalıklarla doldurmadan anlatmak kolay değil.
    İlk önce diğer söyleyeceklerime ışık tutacağı ümidiyle sizin bana dediğinizi örnek alacağım.
    ʻAslolan; kapitalizmin, 1500’ler sonu 1600’lar başından bugüne olan ‘süreci’dir.ʼ Mantık bilen için bu cümle ʻdün akşam başlayan ve hâlâ yağan yağmurʼ gibi, yani bir olgu. Kapitalizmi veya yağmurun yararlarını göklere çıkarma veya yerleme ise ideoloji. İdeoloji yanlış ve hatta çok zaralı olabilir ama kapitalizm ve yağmur olgu. Bende yüzlerce şahane diğer ideoloji tanımları da var. Bu siteye en uyanı “ideoloji, inanana inandığının doğal, gerçek, kuşkusuz en iyi olduğuna inandırır.”
    Ben zevzeğim dediğimde beni öyle görenlerin haklı olduklarını kabul ettiğimi belirledim. Marksizm, anarşizm ve antikapitalizm savunanların kapitalizmle aynı dünya görüşünü paylaştığını iddia etmemi zevzeklik görme doğal ve doğru. İnsan veya insanlık diyene Medeniyetʼe özgü kategorilerle tanımlama yaptığını hatırlattığımda medeni olmayanları savunduğumu sanan iki hata yapar. Olgu ile ideolojiyi karıştırır, alıştığı sağ/sol ideolojik didişmesi alanına sokar. Bir de bu konuda tamamıyla cahil olduğunu gösterir. O haklı olarak beni zevzek görür, ben haklı olarak onu ırkçı görürüm.
    Kapitalizmin belli bir doğuşu ve günümüze kadar uzanan süreci içinde insanların sadece dünya görüşünü değil daha da önemlisi günlük hayatlarını da kapitalizme özgü kategorilerle yaşamaya mecbur etti. İsteyenler de istemeyenler de uymak zorunda kaldı. Bir bakıma, nasıl Allah insanları kendine benzer yarattıysa, kapitalizm de insanları kendine benzer dünya görüşlü insanlar etti. Neden kapitalizm bir tarihsel olgu da, Medeniyet Allahʼın bir vergisi, bir kader, bir gereklilik, bir alın yazısı? Ben cevabını sanacağınızdan sonsuz daha iyi biliyorum ve zevzekliğimin bir nedeni de bu: inananların zerre kadar kuşkusuz olmaları bile ruhlarında kuşku yaratmıyor. Yani bir ideoloji. Bilime tapanlar zerre kadar bilimsel düşünemiyorlar!
    Sahlins, özellikle, gerek Marksist gerek anarşist olsun, bu tanrısal gereklilik inanışı bütün devrimciler arasına yayan Marksʼın varsayımını çürüttü. Diğer ve çok daha ağır darbeler var ama bunlar da kimsenin okumayacağı saçmalıklardan başka şeyler değil, yani benim zevzekliğim. En basit ve görmemesi imkansız olan İlerleme dini. Diğeri Bilim-Teknoloji.
    Zerzanʼın günümüz anarşist idollerinden Chomsky hakkında dediğine bir daha bakın: ʻʻSome are horrified by such new notions. Noam Chomsky, who manages to still believe all the lies of Progress, calls us “genocidists.” As if the continued proliferation of the modern techno-world isn’t genocidal already!ʼʼ
    Bookchin, İlerleme dinine Chomsky kadar bağlı ve katı.
    Siz Zileliʼden söz ettiniz. Ben Zileli gibi her modaya hemen katılan birini ciddiye alamıyorum.
    Bakın mesela seçim şantajı yapmak için şiddet kullanan anarşistleri Newspeak ile tarihten silmesine, seçime katılmayı reddedenleri pürist ve dinci edip Erdoğan çağrışımı yaparak Stalinci günlerine dönmesine, anarşizmin 19. yüzyıldan önce olmadığını söylemekle dünyayı kelimelerle yapılanmasına… Uzatmayacağım. Görmüyorsanız anlaşamayız. Ben çok daha delillerle ispata hazırım. Bir defa, ʻʻköpek ancak kamçıyla evcil olurˮ yerli atasözünü yazdım Zileli hiçbir şey anlamadı. Hemen katıldığı yeni moda icabı köpek sevgisiyle yanlışımı buldu. Diğer bir ʻʻbu kamp köpeği, özgür gezen asıl köpekʼʼ atasözünü yazdım, her zamanki gibi cevap vermeye bile tenezzül etmedi.
    Bence mantık basit, eğer dev Chomsky sıradan bir İlerici ise cüce Zileli çok daha sıradan bir İlerici, Bana çok apaçık, size değil. Yine de bakınız:
    1. http://www.primitivism.com/prophets.htm : Prophets of the New World: Noam Chomsky, Murray Bookchin, and Fredy Perlman, by John Moore
    2. https://chomsky.info/20060208-2-3/ : Chomskyʼnin yanıtı.
    Özellikle, ʻThe world I live in, and see around me, has no resemblance to what Perlman writes about…ʼ Kibarcası, Fredy zevzek.
    3. http://www.socialanarchism.org/mod/magazine/display/25/index.php Bookchin
    Şimdi de sözde popüler rejimler ve iş yine bilgelerin her kapıyı açan eğitim konusuna kaymasından büyük bir korkuyla bazı şeyler söyleyeceğim.
    Bence, medeniler arasındaki mitler, batıl inançlar, atasözleri, efsaneler, karnavallar, türküler, masallar, inançlar, yemek tarifleri, ışık hızı dolaşan kelimeler, uydurmalar, dedikodular ve benzerleri sınır tanımama, kalıba sokulmama da inatçılık edenler zevzek olmayanlarla alay ederler.
    Medeniyet dışı da öyle. Sitede bir azılı anarşiste bu düzensizler arasındaki zevzeklikleri anlatmak için ʻʻAllah, insanın anarşizmi evcilleştirme çabası!ˮ dedim. Hödük anlamadı bile. Allah yerine, yerine laik anarşistin Doğaʼsını koyabilirsiniz. Anarşist kendinden bile İlerici olan ve kendi gibi ölü allahları diriltme huu huuları çeken Erdoğanʼı kafaya takmış, ʻErdoğan Kötü, İmamoğlu İyiʼ der durur. Bir bakıma şimdi sitede savunulan temsilci seçme demokrasisi örneği: diğerlerine sözcülük eden veya benim reklamcılık dilimle hepsinde-BİR, BİRde-hepsi.
    Ben son 55 yıldır, bu sitedekiler fazlasıyla dahil, bir avuç kişi hariç, doğrudan veya alternatif ʻAYN RAND – MILTON FRIEDMAN – LUDWIG VON MISES – FRIEDRİCH HAYEKʼ-SPEAK dinledim. Bunları her okuduğumda aynı İmamoğluna tezahürat yapanları gördüğümde hissettiğim gibi kendimi değersiz ve ümitsiz hissetim.
    Bir anarşiste sordular: ʻʻNeden hep solu eleştiriyorsun?ʼ ʻʻYahu, sağın ne bok olduğu belli, solda eleştirilecek taraflar var.ˮ cevabını verdi.
    1980ʼlerde okuduğum en şahane kitaplardan biri Ruth Beebe Hillʼin yazdığı ʻHanta Yoʼ. Kadın 25 yıl Sioux aşireti içinde yaşadı, kitabı sayfa sayfa kabileye okuyarak onaylarını aldıktan sonra yayınladı vs. Daha sonra kadının kitaptaki ana karakterinin mafya adamı Reagan gibi gördüğünü ve Ayn Rand hayranı olduğunu öğrendim. Bu benim için bir surpriz olmadı. 1980ʼlerde artık ʻGodʼs endless mysterious ways.ʼlere çoktan alışmıştım. 1968ʼlerde yer alanların en başta gelenleri daha sonra Silicon Valley ve benzeri yeniliklere önderlik ettiler, 68ʼler televizyon diliyle ʻidealist gençlikʼ günleri, nostalji oldular. Bu sitede aynı şey benim de başıma çok geldi. Medeniyete ve kapitalizme saldırılarım televizyon dilinin ucuz psikolojik jargonları oldu.
    Batı, hemen kapitalist düzenle Batı 68ʼlilerini düzene sokup ıslah etti; Doğu, komünist Lenin-Mao-vb düzenle Türk 68ʼlilerini düzene sokup ıslah etti. Devrimlerin hepsinin fakir ülkelerde olması bile bu devrimcileri taş uykusundan uyandıramıyor. Bilakis. Başkalarını uyandırma hırslarını arttırıyor.
    Ben sizi eleştirmiyorum. Kendimce, öğrendiklerimi sergiliyor, tasvir ediyorum.
    Charlie Chaplin sosyalist idi hâlâ, öldükten sonra bile, bok gibi para içinde yüzüyor; Buster Keaton ʻfaşistʼ idi ama parasını etrafındakiler dağıttı ve meteliksiz öldü. Sayısız benzeri örnekler vererek zevzeklik edecek değilim. Bazı çok beğendiğim düşünürler dünyanın düştüğü duruma tepkilerinde faşistliğe kaydılar.
    Where is the wisdom we have lost in knowledge?
    Where is the knowledge we have lost in information?
    T.S. Eliot Choruses from “The Rock” (1934)
    Eğer demek istediğimi yürekten (ʻvisceral, gut feelingʼ ) özetlersem: Blake çoktan söyledi:
    ʻʻHe who would do good to another must do it in Minute Particulars: General Good is the plea of the scoundrel, hypocrite & flatterer..”
    Yukarıda ʻʻAllah, insanın anarşizmi evcilleştirme çabası!ˮ dedim. 19. yüzyıldan önceki derin dinci ve anarşist Blake, diğer bir 19. yüzyıl anarşisti mistik Chuan Tzu gibi, anarşist ve Marksist düzen-bazlara, ‘bırakın bu dünyayı kendi zevzeklik haline’ der.
    Bir dandik olmayan anarşistin zevzekliği:
    ʻʻ…this is a line of enquiry pioneered by Pierre Clastres, whose classic Society Against the State put forward the argument – provocative to this day – that Amazonian chiefs were essentially stripped of any real power to impose their will on others, because their respective societies were set up systematically to undermine anything that could potentially give rise to a state. Clastres’ work subverted narratives of state formation that assumed their inevitability and/or their association with more ‘advanced’ forms of civilization.ˮ
    Diğer bir dandik olmayan anarşistzevzekliği:
    ʻʻA preference for withdrawing from potentially coercive relations, rather than confronting power head on, may also resonate nicely with modern autonomist movements in the West. Yet it must be said that non-state societies are often no strangers to violence, even if they do sometimes project it outwards in the form of an ethereal world of fantastical monsters, menacing witches, or other evil spirits that constantly threaten to overwhelm human society.
    Power is now often thought to be largely capillary rather than top-down in its workings, and invested in norms or hegemonic forms of discourse – rather than in concrete figures of authority who can be more easily grasped and therefore disobeyed.ʼʼ
    Yazı çok uzun ve bu site solcularından farklı, şarlatanlık etmeyenler.
    ʻʻI am not sure whether consensus as we usually understand it is even possible in Amazonian societies, given their inherently fragmentary character, always tending towards dispersal, to plurality rather than unity.ʼʼ
    ʻʻ Clastres’ Archaeology of Violence, develops the theory that Amazonian societies are characterised by violence in the form of endemic warfare, and that this has an important function in promoting dispersal and territorial fragmentation. Warriors may accumulate glory, but their exploits lead to solitude and a prestigious but powerless death.ʼʼ
    ʻʻClastres’ book is provocative in positing that endemic violence was an essential precondition of certain forms of maintaining independence from the state. It is also a valuable caution against the idealistic projection of Western ethical values onto others.ʼʼ
    ʻʻWhat if greater freedom and responsibility do not actually promote subjective well-being? What if people turn out not to want what “we” want them to want? Exploring the relationship – including the tensions, if any – between subjective aspirations and well-being and the experience of living entirely free of masters would seem a useful endeavour, to say the least.ʼʼ
    ʻʻOne of Clastres’ greatest enduring contributions to Amazonian anthropology may have been recognition of the need to take their political philosophy seriously. Yet it is also true that while much attention has been paid to such peoples’ abhorrence of coercive power, much less has been paid to their strategies for avoiding forms of ALIENATION, which are no less remarkable.ʼʼ
    ʻʻ Why does it seem that speaking for or on behalf of others is largely alien to such peoples, and what are the implications?ʼʼ
    Son olarak da, salt bir örenk olsun diye, nesnellik ve bilimsellik isteyen 204ʼi yazana iki yanıtla işin öyle kolay olmadığını efendice önce hatırlattım ve sonra bir somut örnek verdim.
    206 ʻ204 Necip türevi bir zevzekʼ Yazana 2 Temmuz 19 / 9pm
    209 ʻ204 Necip türevi bir zevzekʼ Yazana Bir Örnek 3 Temmuz 19 / 10pm
    Aynı köpek sever Zileli, Ogürsel ve Necip gibi cevap bile vermedi. Benim, yazdıklarım ve bildiklerimle, satır arası okumam: dediklerim bu büyük profesörler için zevzeklik. Yanıtlarım çok kısa, lütfen bir bakın. Siz yargılayın.

  224. Sayın 210, ʻʻ211 210 Olgu ve İdeoloji 4 Temmuzʼʼ yazıma tıpkı Zileli, Necip, Ogürsel ve 204 gibi verdiğiniz cevap için teşekkürler. Bu daha önce defalarca olmuştu. Her defasında, bir süre sonra, veri bankanızdan sayısız ve eşsiz okumadığınız kitapları antikapitalist, ezilenler, sömürenler -sömürülenler gibi politically correct alıntıları (anti)kapitalist şirketler gibi önceden hazırlanmış, hep aynı olan yazılarla beni azarladınız, uyardınız, beni doğru yola getirmeye ve bilinçlendirmeye çalıştınız. Unutmuş değilim. Size entelektüel olgunlaşma borcum sonsuz. Borcumu kısmen ödemek ve veri bankanıza okumadan yatırıp salt bankanızı zenginleştirmeniz için bir yazı gönderiyorum. Veri bankanızda sadece orta sınıf hislerine hitap edici çok şekerli, tek ilkel, tek vahşi, tek (yarı) çıplak Kızılderililer var. Bankanızı kumbara gibi sallayarak çıkarıp göndereceğiniz hazır cevabı sabırsızlıkla beklerim.
    ʻʻPrologue Learning to Stand-Leaned-Together
    Upon returning from fieldwork in the Peruvian Amazon I was often asked, as many returning anthropologists must surely be, what I missed most from life in the field. After contemplating for a moment the peaceful beauty of the river just before dawn and the agreeable challenge of drinking abundant manioc beer in good company, I was often led to ponder a certain hard to define aspect of the quality of life that I suspected had something to do with the sense of freedom that comes with self- sufficiency, or more precisely mastery over the entire range of productive techniques and resources necessary for living well. I was impressed by the way my Urarina hosts were equally competent in a diverse range of activities, between which they would continually switch, more or less as they pleased, forever varying the daily round. If they felt like fishing, they went fishing; if there was manioc beer to drink, they would drink it. If they were hungry, they assured me, they need simply wander into the forest and find an animal, or go to the river and pull out some fish. Of course, matters were not always quite so simple, but as I gradually learned some of the practical skills basic to jungle life, I came to experience first hand a new kind of competence and satisfaction that could only arise from the knowledge that virtually anything that needed doing could be achieved, with a little creative improvisation, using materials and instruments all ready to hand. I also learned that this ability to meet the full range of one’s needs and desires was basic to earning the respect of others. I am sure I gained in people’s esteem after learning a few basic skills, such as how to build a fire and carry plantains, but above all when I made my first garden, admittedly on the small side but of unmistakable symbolic significance. I remember well my feeling of satisfaction, which I am similarly sure was both noted and appreciated by others.
    The importance placed on enskillment was but one dimension of a far-reaching prioritization of, and respect for, the autonomy of individuals. For example, I learned that invitations, greetings, and farewells must be addressed fastidiously to every person in turn and were ineffectual otherwise. In the course of fieldwork I was often frustrated by a steadfast refusal to presume to know the mind of another, and had to accept the futility of asking informants about the behavior or intentions of others. People seldom invoked collective or categorical identities, preferring instead to define persons and things through the particular relationships in which they were embedded. Much work was undertaken collectively, for example, clearing gardens and lumbering, but inevitably for the ultimate benefit of a single person, for ownership is only by individuals, not by groups. Parity was achieved by rotating beneficiaries over successive work efforts rather than distributing the proceeds among many. And, of course, people rarely told others what to do. There were some important exceptions. Men, for example, often gave the impression of commanding their wives. But it was also understood there was little a man could do should his wife choose not to obey; at worst, she could always leave him and find another husband. I noticed that many such orders, particularly the more strident ones, were quietly ignored. The contribution of this style of individualism to a pervasive sense of social equality seemed undeniably strong.
    Of course, familiarity with the literature on Amazonian societies had led me to expect such an emphasis on individual autonomy. But perhaps what impressed me most about this strong sense of personal liberty, underwritten by a hard-won practical mastery, was how it com- bined with an equally strong sense of doing things with and for others. As much as people were adamant that they did whatever they pleased, the stated reason for doing any particular activity involved meeting the needs and desires of one’s kinfolk. A man went hunting because his wife was hungry for meat; he went fishing so his newborn baby could eat some fish soup; he went to extract palm hearts because he owed his patron, or labor boss. These debts and obligations—even to apparently exploitative patrones—were not seen in a negative light; on the contrary, they seemed to index a healthy relationship. The fact that I arrived in the field single caused some consternation, and I was continually asked when I was going to “take a wife.” I was clearly not a grown man with- out one; self-realization could only come through starting a family. Even enskillment itself depended on the involvement of others, although it was not conceived in terms of a transmission of knowledge from parent to child, whether through instruction or mimesis. Neither was it generated internally. Virtually all physical skills, from complex movements such as weaving, spear throwing, or playing the flute to something as seemingly basic as learning to walk, were the object of extensive interventions directed at the appropriation of knowledge from external sources, particularly plants, animals, and other, nonhuman beings. The conditions for individual autonomy were, in short, to be found in the literal introjection into the self of qualities and relations defining a variety of “others.” The very soul itself, as one of the purest expressions of individual uniqueness and closure to others, was thought to come into existence through the intentional, caring actions of parents and others, who inevitably grew closer to each other as a result.
    Paramount among all social values was the injunction against being “stingy,” particularly with food. I had to learn to share what I had widely if I wanted to participate in the life of the community. The way old Manuel educated me in this foundation stone of morality was itself illuminating. “Whenever I have some food, I always share it with everyone so we can eat together,” he would tell me solemnly, making his point carefully without scolding or recrimination. I expect that the challenges and tribulations of successfully negotiating one’s incorporation into the demand-sharing economy will be a familiar experience for many researchers who have lived and worked in an Amazonian society. I realized I was trying to adapt to a society that was somehow both more individualistic and more communal than the one I had grown up in. If there was any kind of paradox or contradiction here, my hosts didn’t seem particularly troubled by it; on the contrary, they seemed to revel in finding ways to articulate the idea of autonomy within dependency. A pleasingly concise expression emerged from the dense symbolism of the improvised shamanic chanting of hallucinogenic trance. Though voiced from the perspective of the spirit “mother” of the ayahuasca and brugmansia plants, these often served as a platform for the expression, by senior men, of the moral values associated with correct and harmonious living. One of the formulaic expressions I heard again and again was temerequiin, or its several variants, which can be translated as “standing-leaned-together.” People willingly demonstrated the meaning with whatever two long, flat objects were lying at hand, standing each on its end and leaning the other ends together to balance them, each supported by the other. The expression was used, in the context of the songs, both as a description of how real people do live and as a moral injunction concerning how they should live. The image seemed to capture perfectly how autonomy and mutual support are to be brought into conjunction in order to live well.
    The relationships with those for or with whom one acts were very often articulated through idioms other than those of consanguinity or shared substance, highlighting for me their voluntary nature. A far- reaching notion of fellowship or companionship, typically conceived as dyadic in form, irreducible to kinship but more formal than friendship, seemed particularly salient for many. “Everyone has a companion,” I was informed, “otherwise they could not live in peace. No one can live alone.” A spouse is literally one’s “sleeping companion” (sinijera), while a lover is one’s “walking companion” (amujera). Men who work or undertake journeys together are prototypical companions (coriara or corijera, lit., “shadow-soul-fellow”), even more so if they are also ritual co-fathers. Many myths and oral histories document the exploits of individuals acting not alone but in pairs, though the emotional tenor of the relationship was variable, and not always amicable, particularly where they concerned male affines. In some stories the relation between the men was not spec- ified. In response to my questions, I was simply told that “the ancients always went around together in twos.”
    The possibilities of companionship extend beyond human society to embrace manifold nonhumans. All newborn babies have their compan- ions, in the form of lovingly prepared string hammocks, to which they are said to form strong emotional and physical bonds, and which blur the boundaries between persons and artifacts. I was told that a compan- ion may be “of the same race or group” or “of the same activity.” Birds accompany those who walk in the forest, advising through song on a range of topics, from rising water levels to the imminent death of a loved one. Trees were often classified into sets of companions reflecting spe- cies found together or held in similar esteem. Cultigens have companions “in order to produce.” Thus sweet potato, the companion of manioc, is the latter’s “support” and “resistance,” and each helps the other to grow. “Without help, one cannot work.” A thing, too, can be a companion of another thing, or even of a human, though the relation must be estab- lished through continual use and ever-increasing familiarity, until the identity of each entwines with the other.
    Most of these relationships, I realized, were inherently asymmetrical. This was true even when those so related were typically social equals, as in ritual co-parenthood. In some cases, there was a more or less explicit power diff tial. Experienced shamans, for example, ini- tiate intimate companionships with small stone bowls, considered both powerful and dangerous, in order to learn the arts of mystical attack. The man must “tame” the bowl by subduing it and establishing his com- plete authority over it, becoming its trusted friend as well as its “owner” and “master.” Most animals and plants are similarly said to each have their owner or mother, who controls their distribution in the forest and is responsible for their “protection” or “defense,” always “watching over” them attentively. Large game animals have a special type of companion, known as cojoaaorain, who takes the form of a small bird and advises the animal on a daily basis, warning of approaching predators and other dangers. If the animal is slain by a hunter, it is because this bird had earlier ceased this communication, terminating the relationship. The inherent asymmetry of a relationship was often advantageous, not least insofar as people not only strived to be in the more powerful position of a master or controller; on the contrary, they would often appear to subordinate themselves voluntarily to others, emphasizing their help- lessless and vulnerability as a way of eliciting love and pity along with benevolent acts of caring and giving that, in the end, served to further their own interests anyway.
    In sum, the striking importance accorded to individual autonomy, enskillment, and personal liberty turned out to be closely and somewhat paradoxically wedded to equally salient notions of mutuality, dependency, and responsibility. Central to being an individual were the practices of living together with others; each was possible only with and through the other. The particular relationships that seemed most directly constitutive of personal autonomy were articulated in ways that often over- flowed the language of kinship and commensality. Though basically or ideally dyadic in form, they varied in degree of asymmetry. Some seemed expressive of solidarity between social equals; others were more explic- itly structured around notions of authority, ownership, or even filiation. How were these to be reconciled with the purportedly egalitarian charac- ter of Amazonian societies? How can autonomy and dependency coexist, and do even the most hierarchical relationships still somehow condition or even enhance the agency of the “owned” or subjugated? It was appar- ent that individualism and equality, power and dependency could be read in a variety of ways. Yet it was their expression, in discourse and prac- tice, that seemed to lie at the heart of Urarina social life, both as salient values and as organizational principles. This book represents an attempt to trace these values and principles across some of the many overlapping practices and discourses through which personal identity unfolds along- side the fragile re-creation of society itself.ˮ

  225. Bildiğim kadar Türkiye ve diğer birçok ülkelerde OTORİTER rejimler seçimlerle başa geldiler. Genel olarak da en katı, totaliter, diktatör rejimler ve bu rejimlerin dünya görüşleri, kısmen ve zamana göre değişse de, bazen azınlık bazen çoğunluk tarafından paylaşılır.
    Bu sitede beni İlkelliğe Dönme Partisi (İDP) üyesi ilan eden ve/veya o parti üyesi olarak dediklerimi saçma, sapık, deli zırvalamaları bulan çok sayıda yorumcular, sağ/sol anarşistleri, marksistler, devrimciler çıktı. Tabii, fikir özgürlüklerinin pratiğini yapan bu kişilerin aralarındaki anlaşmazlıkları unutup bana saldırmaları hoşuma gitmedi diyemem ve hatta inançlarını pekiştirici yazılar da yazdım. Yazılar troll mroll değildi, dikkatle seçilmişti, o kadar.
    Benzeri yazıları, bu sitede rastlayıp merak ederek ziyaret ettiğim sitelerde de yazdım. Yanıtlar ve yanıtların biçimleri ve içerileri, uslüp farkları hariç, az çok aynı idi.

    Bu beni şaşırtmadı. Hatta bence haklılardı. Diğer bir ihtimal de aralarındaki farklara rağmen tüm dünyaya egemen belli bir dünya görüşünü tamamıyla benimsemiş olmaları ve paylaşmaları. Karşımdar hepsinin farkında bile olmadan boyun eğdiği bir otorite vardı.
    Bu görüşü bu sitede paylaşanların bir listesi: Çok sayıda Anonimler, Hortlak, Marxist Argüman, Zileli, F. Başkaya, Kuantum Fiziçisi İbrahim, Necip, Ogürsel ve bazı hatırlamadıklarım. Diğer sitede solculuktan emekli şimdi ışığı görmüş sağcı Nişanyan, Sungur Savran, çağdaş köylü kızı Elif Çağlı, Halil Berktay ve bazı hatırlamadıklarım
    Bence haklılar ama suçumu yanlış tespit ettiler. Bunu kanıtlamak için kısa bir yazıyla farkında bile olmadan içselleştirip paylaştıkları egemen dünya görüşünü açıklayacağım.
    Batıʼda, önce Medeniyetʼin başlaması sonra da özellikle modern bilimin göz ve beyin kamaştırıcı başarılarından bu yana artık Batılaşmış bütün dünya toplumlarında, herkesin katıldığı bazen sağduyu denilen akla yatkın, makul olduğunda herkesin hemfikir olduğu bir görüş egemendir. Bu görüşe göre, bilinçli ve rasyonel varlıklar olduğumuzdan diğer kişilerle toplumsal ilişkiler kurabiliriz. Kişi kurduğu toplumsal ilişkilerden daha önce vardır ve toplumsal ilişkilerden bağımsızdır. Bu varsayım da toplumdaki kişileri aşan ve birbirlerine bağlayan daha büyük bir birime işaret eder, toplum. Toplum, hem kişilere karşı yer alır hem de kişilerin bütünlük niteliğini yansıtan kapsayıcı bir ayna olur. Kişilerin bu toplumsal ilişkiler içine alınmasına sosyal bilimlerde ʻkültür alanına almaʼ veya ʻtoplum üyesi etmeʼ süreci adı verilir. Bu düşünce, hayata kültürsüz, toplum dışı, yalın ve doğal bir canlı varlık (organizma) olarak başladığımız varsayımına dayanır. Bu görüş de ikilik (düalizm) ima eder: bir yanda (biyolojik) beden; diğer yanda tam karşıtı, tamamıyla değişik bir madde (töz, substans), örneğin ruh, akıl, beyin. Sanki özne kendi ʻʻdışındaʼʼ kendinden tamamıyla bağımsız, kendisine karşı bir nesne algılamakta, gözlemini yapmakta. Bu da özne ile nesne arasında — aynı bu düşünceleri paylaşanlar gibi — katı, sert, kırılmaz, aşılmaz bir engel, bir ayırım yaratır. Aynı ikiliğin diğer ifadeleri doğa/kültür, dünya/bilgi, nesneler/kelimeler: yani, bir yanda derisiye sınırlı, doğal ihtiyaç dürtü ve güdülerle donanmış biyolojik canlı varlık, diğer yanda bunu karşılayan, kontrol altında tutan, ılımlaştıran kişilerin bereaberce etkinlikleriyle yaratılan yapay bir varlık, toplum.
    Sağcılar, yobaz dinciler, faşistler, totaliter düşünceliler ve ırkçılar bunu apaçık ve gururla üstlenirler. Diğer canlıları aşağı ve hor görürler. Hele cansızları, hiç sormayın.
    Benim iddiam, aynı görüşün bu sitede ve ziyaret ettiğim sitelerde, Marksistler, anarşistler, solcular, devrimciler tarafından tamamıyla paylaşıldığıdır.
    Son 7-10 bin yıldır canlıları, doğayı, cansızları, toplumları, kişileri harabelere çeviren, iğfal eden bu dünya görüşünü bu sitede kimse şimdiye kadar reddetmedi. Dervişler gibi bu cennet bahçesi olmuş dünyanın etrafında ʻyanlış ellerdeʼ huu huuları çekerek dönüp durdular.
    Eğer yanlış olduğum iddia eden varsa, çıksın tartışalım.

  226. Başlığa, moda yaftamız olan (“Trol” gibi?) “Zevzekler” de eklenebilir ama uzatmamak daha iyi. Bir “zevzek” (yoksa “trol” mü demeli?) olarak, sözümde durmayıp geri döndüğüm ve aşağıdaki örneklerden yola çıkarak rahatınızı kaçıracak bir soru sorduğum için kusura bakmayın.

    – “Etnik Ulusçuluk” bir “ideoloji”dir, ve “Üniter Devlet” denilen “sistem”leri (örn; TC) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    – “Demokratik Ulusçuluk” bir “ideoloji”dir, ve “Federal Devlet” denilen “sistem”leri (örn; ABD) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    – “Dincilik” bir “ideoloji”dir, ve “Din Devleti” denilen “sistem”leri (örn; İran İslam Cumhuriyeti) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    – “Sosyalizm” bir “ideoloji”dir, ve “Sosyalist Devlet” denilen “sistem”leri (örn; SSCB) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    – “Faşizm” ve “Nasyonal Sosyalizm” birer “ideoloji”dirler, ve bu ideolojilere dayanan “sistem”leri (örn; dönemin İtalyan ve Alman devletleri) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    Öyleyse;

    Bütün bu ideolojilerden/sistemlerden ayrı, onların üstünde ve ötesinde, hepsini kapsayan bir “kapitalist ideoloji” ve “kapitalist sistem” nerededir?

    Eğer, “sömürünün olduğu her yerde” gibi bir cevap verecekseniz, o zaman ortaya çıkar ki bu “kapitalizm” denen şey bütün sınıflı toplumlarla birlikte, çok eski dönemlerde ve birbirlerinden bağımsız olarak, kendiliğinden ortaya çıkıp süreç içinde dünyaya yayılan bir “olgu”dur.

    Tıpkı, Orta Asya ve Amerika gibi ayrı yerlerde, birbirlerinden habersiz bir şekilde ortaya çıkan ve “Şamanizm” adı verilen “olgu” gibi.

  227. ‘Bir ‘zevzek’ (yoksa ‘trol’ mü demeli?) olarak, sözümde durmayıp geri döndüğüm ve aşağıdaki örneklerden yola çıkarak rahatınızı kaçıracak bir soru sorduğum için kusura bakmayın.’

    Zevzeklik çuvalınızı beyninizde taşımayı bırakMAdan, tecrübesizliğinizi azaltMAdan geri dönmeniz üzücü.

    Yine, zevzeklik çuvalınızdaki çeşit çeşit karşılaştırmaları buraya getirip dökmüşsünüz:

    ‘Etnik Ulusçuluk’ bir ‘ideoloji’dir, ve ‘Üniter Devlet’ denilen ‘sistem’leri (örn; TC) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    ‘Demokratik Ulusçuluk’ bir ‘ideoloji’dir, ve ‘Federal Devlet’ denilen ‘sistem’leri (örn; ABD) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    ‘Dincilik’ bir ‘ideoloji’dir, ve ‘Din Devleti’ denilen ‘sistem’leri (örn; İran İslam Cumhuriyeti) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    ‘Sosyalizm’ bir ‘ideoloji’dir, ve ‘Sosyalist Devlet’ denilen ‘sistem’leri (örn; SSCB) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    ‘Faşizm’ ve ‘Nasyonal Sosyalizm’ birer ‘ideoloji’dir, ve bu ideolojilere dayanan ‘sistem’leri (örn; dönemin İtalyan ve Alman devletleri) meşrulaştırmak için kurulmuştur.

    Yukarıda sıraladıklarınızdan (ve çuvalınızda taşıdığınız diğer pek çoklarından) hangisinin hangisini öncelediği konusunda kesin sonuçlara ulaşmak güç. (Aralarında ilişki elbette var. Fakat hangisi hangisini meşrulaştırıyor, net tespit etmek güç.)

    ‘Bütün bu ideolojilerden-sistemlerden ayrı, onların üstünde ve ötesinde, hepsini kapsayan bir ‘kapitalist ideoloji’ ve ‘kapitalist sistem’ nerededir?’

    Tecrübesizliğiniz sebebiyle; kapitalizmin, yukarıda sıraladığınız ideolojilerden ve organizasyonlardan ‘ayrı’ olduğunu zannediyorsunuz. (Not: Konuyu uzatmamak adına en yakın tarihten bir örnek: ‘Yılmaz Özdil’ adlı ‘ulusalcı amigo’nun, 2500 TL’lik kitabını ne çabuk unuttunuz.)

    Bu sayfada (ve bu sitede) yazılanları okuMAdığınız için, hâlâ ama hâlâ kapitalizmin ‘nerede olduğu’ sorusunu biteviye soruyorsunuz. Yazık.

    Eğer, ‘sömürünün olduğu her yerde’ gibi bir cevap verecekseniz, o zaman ortaya çıkar ki bu ‘kapitalizm’ denen şey bütün sınıflı toplumlarla birlikte, çok eski dönemlerde ve birbirlerinden bağımsız olarak, kendiliğinden ortaya çıkıp süreç içinde dünyaya yayılan bir ‘olgu’dur. Tıpkı, Orta Asya ve Amerika gibi ayrı yerlerde, birbirlerinden habersiz bir şekilde ortaya çıkan ve ‘Şamanizm’ adı verilen ‘olgu’ gibi.

    Israrla anlaMAdığınız husus şu: Kapitalizm; kendiliğinden doğan, kendiliğinden büyüyen, kendiliğinden yaşlanan, kendiliğinden ölen bir organizma değil.

    Yukarıda; (186) ‘Zevzeklik hazinesi [4]’ (28 Haziran 2019) ve (210) ‘Kapitalizm, ideolojidir’ (4 Temmuz 2019) başlıklı metinleri, daha dikkatli okuyunuz:

    Kapitalizm; kendi kendine doğan, kendi kendine gelişen, kendi kendine ölen bir organizma değil. ‘Kapitalistlerin davranışları sebebiyle’, kapitalizm vardır. ‘Gerçek’ budur. Kısaca; kapitalizm, insan davranışlarının neticelerinden biridir. (Tıpkı ‘komünizm’ gibi, tıpkı ‘otarşi’ gibi, tıpkı ‘demokrasi’ gibi, tıpkı ‘faşizm’ gibi, tıpkı ‘totalitarizm’ gibi… Çeşitlendirebilirsiniz.)

    ‘İnsan davranışları’; matematiksel kesinlikte, katılıkta değildir. Yüzlerce yıldır, insanlar, ‘kapitalist’çe davranıp hayatı yıkıma uğrattılar diye; bu durum, ‘kural’ teşkil etmez. Bu durum; bugün de, yarın da devam etmek zorunda değil. Özellikle haşmetli kapitalistlerin üfürdüğü; ‘kapitalizmin, doğal bir süreç olduğu’ ‘yalanı’na çok çabuk inanıyorsunuz.

    Çeşit çeşit ülkede ‘kapitalizm’ var diye, bu durum, kapitalizmin ‘doğal bir süreç olduğu, eğer değiştirilirse, hayatın ahenginin bozulacağı’ sonucunu doğurmaz. Konuyu uzatmamak adına:

    ABD’deki de kapitalizm,
    Çin’deki de kapitalizm.

    ABD’deki, ‘şirketler kapitalizmi (corporatocracy)’,
    Çin’deki, ‘devlet kapitalizmi (state capitalism)’.

    ‘B*k’ aynı ‘b*k’, üzerine konan ‘sinek’ler çeşitli.
    Gaddarlık aynı gaddarlık, uygulayanlar çeşitli.

  228. Kapitalizm diye bir ideoloji olmadığını anlamamakta ısrarı bırakmak mümkün.

    Fakat burada bu imkanı Necip Bey dışında kullanan yok gibi.

    Belki Hortlak Bey bir de.

  229. 160 Necip 6 Ekim 16 / 1pm

    “Hade bizim ihtimal olsa da bir görüşümüz var senin neyin var”

    Anlamadiginiz da, tam olarak bu.

    Sizin ‘gorus’ dediginiz sey, ‘gorus’ filan degil; ‘hayal’ ya da ‘hulya’.

    Yani, ‘hayal’lerinizi (ya da ‘hulya’larinizi) dile gtirmegi ‘gorus’ serdetmek saniyorsunuz.

    Hayal kurmak, hulyalara dalmak, marifet degil. Bunu herkes yapabilir; yapar ve yapiyor da.

    Onemli olan, o hayaller icin fiilen ne yapiyor oldugunuz veya tam olarak ne yapilmasini onerdiginizdir –baska bir deyisle, ayaklari yere basan bir ‘yol haritasi’na sahip olmaniz ve bunun da boyle (ayaklari yere basiyor) oldugunu baskalarini da ikna edici sekilde gostermeniz.

    Siz bunu yapmiyor, yapamiyorsunuz.

    Bu, (‘beni kimse anlamiyor’ diyen ergenlerde coklukla gorulen) bu atarli/kaprisli dilinizin sebebini aciklamakta yardimci oluyor tabii.

    Yani, evet, ben sizin halinizi anlayisla karsiliyorum; ama, bu sizin dediklerinizi tutarli/anlamli kilmiyor malesef.

    “Sana göre peygamber olmamız normal insanlık tarihinde peygamberlerinde bir işlevi olmuştur senin bu hayatta işlevin nedir ne için kullanılıyorsu kullanım değerinmi var değişim değerinmi var???”

    Kendine ‘solcu’ diyenlerin, tipki samanist bir kabile buyucusu gibi davranip, ‘kotu ruh’ anlaminda ‘kapitalizm’ ismi verdikleri bir ‘ocu’ ile savasiyor olduklarini soylediklerini gordukce uzuluyorum.

    Uzuluyorum; cunku, ‘iyi’ seyler yapmak, ‘iyi’liklere yol acmak icin ugras verdigini soyleyen (ustelik de cogu samimi olan) bu garipleriminin, bu kadar karabalta, bu kadar cahilane analizsizliklerle bunca eforu sarfetmelerine gonlum razi olmuyor bir turlu.

    “İnsanlığın buraya bu güne nasıl geldiği çok açık değilmi???”

    Sizin karabalta analizlerinize gore acik saniyorsunuz; ama, oyle degil.

    Insan, (konuyla ugrasanlarin dedigine gore) 200,000 (ikiyuzbin) sene once Afrika’da bir yerlerde biyoloik evrim sonucu ortaya cikti.

    O gunden beri (vucut killarinda bir nebze azalmayi saymazsaniz), insan, baska bir biyolojik evrim gecirmedi.

    Biyolojik evrim gecirmedi; ama, baska hicbir canlida da gorulmeyecek buyukluklerde ve yogunlukla, sosyolojik evrim gecirdi ve hala daha da geciriyor.

    Bu ‘sosyolojik evrim’ (ki, evet, hala daha suruyor), (baska seylerin yanisira) 3 temel olguya yol acti:

    == ‘Sehirlesme’ (giderek daha fazla sayida ve cesitllikle, bir arada yasamak),

    == ‘Kapitalizm’ (birey ve topluluklar arasinda sosyoekonomik iliskilerin kurulmasi ve cesitlenmesi)

    ve

    ==’Devlet’ (birey ve topluluklarin amaclarini gozetmek, onlarin zarar verici davranislarini kisitlamak amaciyla ortak yonetim yapilarinin kurulmasi).

    Bunlar, kelimenin asil karsiligi cinsinden bakarsak, tabii ki, ‘dogal’ degiller. ‘Doga’nin kendisinde, ozellikle de baska canlilar sozkonusu oldugunda, bunlara karsilik gelecek olusumlar gormuyoruz.

    [Karinca ve arilarda kismen var; diger canlilarin bazilarinda da daha az ‘kismen’ var; ama, hepsi bir arada baska bir canli turunde yok.]

    Fakat, insan sozkonusu oldugunda, (sosyal anlamda) hepsi ‘dogal’ ve ‘gercek’ olgulardir.

    Siz, ya da sizin gibi dusunen kestirmeci/maksimalist taife, (insanin sosyal evriminin sonucunda geldigi) bu gercegi iskalayip, hooop ‘kapitalizm’e cephe aliyorsunuz.

    Ben, (acikca ve durustce yazmam gerekirse) bu yaklasimin ahmaklik oldugu kanaatindeyim.

    Insanin sosyal evrimini yonlendiren sey, temelde, ‘doga’nin kendisidir: Dogadaki fiziksel imkanlar veya imkansizliklar (fayda ve zararlar).

    Insan (birey, toplum ya da bir butun olarak), ‘fayda’lardan maksimum istifade etmek veya ‘zarar’lardan da minimum etkilenmek icin ugras verir –veregelmistir. Yukarida bahsettigim 3 olgu da, bu kapsamda olusmustur.

    Sosyal evrim, fildisi kulesinde bilmemkim isimli ‘dusunur’un ufurdugu hayaller ya da aforizmalarla yon degistirmez.

    Cok olsa bir baska ilham olur; yeni ‘fayda’lardan istifade etmenin, ‘zarar’lardan da kacinmanin yeni yollarindan haberdar olmak icin kullanilir.

    Ama, ilham olmak icin hic de oyle boyyuk boyyuk ‘dusunur’ olmaga da gerek yoktur; siradan bireyler de –yeni buluslari ile– benzeri hizmetlerde bulunur; cokca da bulunmustur.

    Bununla, bu son dedigimle, sunu demek istiyorum:

    Sosyoekonomik yapinin farkli bir istikamette yol almasina ilham olmak icin, boyyuk boyyuk ‘dusunur’lerin recetelerini kelam-i kadim (‘gospel’) saymak gerekmiyor; siz (ya da ben), siradan bireyler de buna yol acabilir(siniz/iz).

    Yeter ki, toplumun geri kalan kismina, ‘bulus’unuzun (yeni ‘fayda’lardan istifade etmek icin; ya da, ‘zarar’lardan da kacinmak icin) anlamli oldugunu gosterebilesiniz.

    Iste bu, malesef, hayal kurmakla, hulyalar ufurmekle olmaz.

    Sizin anlaMAmakta israr ettiginiz nokta da bu.

    “Buraya gelirken kimlerin ne ağır bedellerle mücadelesinin işlevi olmamış mıdır???
    Bunlar kimlerdir bizim gibi dömeminin toplumsal özgürlükçü devrimcileri olması seni çokmu üzmüştür?????”

    Agir bedeller odemis oldugunuzu soyluyorsunuz.. Bunun gercekten boyle oldugunu kabul etmemek icin pek bir sebep yok.

    Ama, akilli davranmak, realiteyi dogru durust analiz edip ona uygun cozumler uretmek konusunda sorunlari olanlarin yasadiklari acilar uzerinden yurumuyor hayat…

    Sizin anlaMAmakta israr ettiginiz bir baska nokta da bu.

  230. ‘Kapitalizm diye bir ideoloji olmadığını anlamamakta ısrarı bırakmak mümkün.’

    Zevzeklikte ısrarı bırakabilirseniz; yavaş yavaş, kapitalizmin ideoloji olduğunu anlamaya başlayabilirsiniz (belki).

    ‘Fakat burada bu imkanı Necip Bey dışında kullanan yok gibi.’

    Hâlâ utanmadan, kapitalist Necip’i kendinize örnek seçmeniz üzücü. Kapitalizmi ‘kurallarına göre oynaMAyıp’ ödeyeMEyeceği miktarda krediler çekip, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi şirketini ‘geleceğe taşıyabileceğini zannetmiş’ Necip, döviz kurlarındaki dalgalanmanın etkisiyle (ve Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın pek çok ülkesindeki piyasaların yavaşlama eğilimi göstermesi, böylece Türkiye’nin ihracat hızının da yavaşlaması sebebiyle); şu an, iflastan uzaklaşıp konkordato ile nasıl ayakta kalabileceğinin hesabını karalar bağlamış şekilde yapmakla meşgul. Tamamen batma tehlikesine karşı, canından çok sevdiği Recep Tayyip Erdoğan’dan ‘yeni teşvik paketleri’ni de dört-gözle bekliyor. Siz ise, Necip gibi bir kapitalist despotun (ve RTE aşığının) bu sitede yıllar boyu yazdığı safsatalardan seçmece yapıp getiriyorsunuz hâlâ. Yazık.

    ‘Belki Hortlak Bey bir de.’
    ‘Hortlak’ mahlası ile yazan kişi, kapitalizm karşıtı birine benziyor. (Ve; ‘Stalinist politbüro daimi üyesi olma’ya özenen robotlaşmış birine benzeMEmesi de sevindirici.)

    Ara sıra siteye uğruyor. Arzu ederse, kendisi cevap verebilir.

    ‘Hade bizim ihtimal olsa da bir görüşümüz var senin neyin var’ → Bunu kimin yazdığı net bilinmiyor.

    Necip: ‘Anlamadiginiz da, tam olarak bu. Sizin ‘gorus’ dediginiz sey, ‘gorus’ filan degil, ‘hayal’ ya da ‘hulya’. Yani, ‘hayal’lerinizi (ya da ‘hulya’larinizi) dile gtirmegi ‘gorus’ serdetmek saniyorsunuz. Hayal kurmak, hulyalara dalmak, marifet degil. Bunu herkes yapabilir, yapar ve yapiyor da. Onemli olan, o hayaller icin fiilen ne yapiyor oldugunuz veya tam olarak ne yapilmasini onerdiginizdir, baska bir deyisle, ayaklari yere basan bir ‘yol haritasi’na sahip olmaniz ve bunun da boyle (ayaklari yere basiyor) oldugunu baskalarini da ikna edici sekilde gostermeniz. Siz bunu yapmiyor, yapamiyorsunuz. Bu, (‘beni kimse anlamiyor’ diyen ergenlerde coklukla gorulen) bu atarli-kaprisli dilinizin sebebini aciklamakta yardimci oluyor tabii. Yani, evet, ben sizin halinizi anlayisla karsiliyorum, ama, bu sizin dediklerinizi tutarli-anlamli kilmiyor malesef.’

    218’e cevap: Necip’in yukarıda yazdığı safsatalara inanmanız üzücü. Dünya, artık, 1960’larda, 70’lerde yaşamıyor!

    Hayal, mayal, atarlı, matarlı, kaprisli, maprisli… Bütun bu fasa-fisoları tekrardan vazgeçin artık. Konuyu uzatmamak adına en yakın tarihten bir örnek: 13 Mayıs 2014’te SOMA madeninde 301 insanı, Necip gibi kapitalist despotlar öldürdü. Bizzat Necip ve türevlerinin ‘kapitalist davranışları’ neticesinde, 301 insan o gün öldü. Necip, kapitalist despot olduğu için bunu anlayamaz; ama siz, anlamayı deneyebilirsiniz (eğer zevzeklik çuvalınızı beyninizde taşımayı bırakabilirseniz).

    Stalinist parti örgütlerinin toplantılarında, ‘Ah ah ah… Şu devrimi bir yapsak, ah bir yapsak…’ hayalleri ile ömürlerini tüketmiş kişilerin çoğu artık yaşamıyor, hayatta olanlar ise o ‘meşhur’ devrim lagalugasını yapamayacak kadar güçten, kuvvetten düştü. (Önemli not: Devrim-mevrim, solculuk-molculuk; bu lagalugaları da ısıtıp ısıtıp getirmeyi bırakın artık.)

    Necip’in yazdıkları tamamen safsata, çünkü, onun gibi kapitalist despotların sömürgeciliği altında yıllar boyunca sömürülmüş (ve hâlâ sömürülen) insanlar; özellikle 1960 ve 70’lerin kalıplaşmış, robotlaşmış, hegemonik ‘sol’ lagalugalarına inanmayacak kadar tecrübelendi bugün. Kapitalizme karşı devam eden mücadelelerin, artık, herhangi bir (iki, üç, dört, …) fraksiyonun, grupçuğun, ‘karizmatik lider’in yönlendirmesinde olmadığının farkında. Bu mücadelelerin; akşamdan-sabaha, bugünden-yarına, çabucak bitmeyeceğini de biliyorlar. ‘Kapitalizmi yıkabilirseniz eğer, yerine ne koyacaksınız peki?!’ sorusuyla, hazır reçeteler (armut piş, ağzıma düş!) bekleyen tecrübesizler, tecrübesiz kalmaya istekli oldukları müddetçe; Necip gibi kapitalist despotların safsatalarında oyalanır durur. Bu sitedeki ‘tecrübesiz’ ise sizsiniz; kapitalist despot Necip, 3 yıl boyunca yazdığı safsatalarla sizi kuklaya çevirmiş, oyalıyor. ‘Margaret Thatcher & Ronald Reagan & Turgut Özal’ üçlüsünün, 1980’li yıllar boyunca bas bas bağırdığı; ‘There is no alternative!’ & ‘Başka alternatif yok!’ tuzağına (bugün bile, Necip’in sizi kandırmasıyla) siz de düşüyorsunuz. Yazık!

    Anlamaya gayret ediniz: Kapitalist despotların sömürüsü altında ezilen insanlar ‘birileri tarafından ikna edilmeyi beklemiyor’; çoktan harekete geçtiler (kapitalist despotların sömürüsü altında ezilMEdiğini zannedenler de dahil). 1960-70’lerdeki ‘hegemonik sol’ biteli çok oldu, uyanın artık!

    ‘Sana göre peygamber olmamız normal insanlık tarihinde peygamberlerinde bir işlevi olmuştur senin bu hayatta işlevin nedir ne için kullanılıyorsu kullanım değerinmi var değişim değerinmi var???’ → Bunu kimin yazdığı net bilinmiyor.

    Necip: ‘Kendine ‘solcu’ diyenlerin, tipki samanist bir kabile buyucusu gibi davranip, ‘kotu ruh’ anlaminda ‘kapitalizm’ ismi verdikleri bir ‘ocu’ ile savasiyor olduklarini soylediklerini gordukce uzuluyorum. Uzuluyorum, cunku, ‘iyi’ seyler yapmak, ‘iyi’liklere yol acmak icin ugras verdigini soyleyen (ustelik de cogu samimi olan) bu garipleriminin, bu kadar karabalta, bu kadar cahilane analizsizliklerle bunca eforu sarfetmelerine gonlum razi olmuyor bir turlu.’

    218’e cevap: Kapitalizm, ‘insan davranışları’nın bir neticesidir. Metafiziğe ait, spiritüel aleme ait bir ‘şey’ değildir. Kapitalizm, Necip gibi kapitalistlerin davranışları sonucudur. ‘Gerçek’ budur, siz kabul etmek istemeseniz de.

    ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların tavırları’ ile ‘insanların tavırları’nı harmanlayıp, kapitalizmi izah ettiğini zanneden Necip; karabalta, cahilane analizsizliklerini bu sitede yıllar boyu eveleye geveleye yazdı. Siz ise utanmadan, kapitalist despot Necip’i kendinize örnek seçmeye devam ediyorsunuz hâlâ. Yazık.

    ‘İnsanlığın buraya bu güne nasıl geldiği çok açık değilmi???’ → Bunu kimin yazdığı net bilinmiyor.

    Necip: Sizin karabalta analizlerinize gore acik saniyorsunuz, ama, oyle degil. Insan, (konuyla ugrasanlarin dedigine gore) 200000 (ikiyuzbin) sene once Afrika’da bir yerlerde biyoloik evrim sonucu ortaya cikti. O gunden beri (vucut killarinda bir nebze azalmayi saymazsaniz), insan, baska bir biyolojik evrim gecirmedi. Biyolojik evrim gecirmedi; ama, baska hicbir canlida da gorulmeyecek buyukluklerde ve yogunlukla, sosyolojik evrim gecirdi ve hala daha da geciriyor. Bu ‘sosyolojik evrim’ (ki, evet, hala daha suruyor), (baska seylerin yanisira) 3 temel olguya yol acti. ‘Sehirlesme’ (giderek daha fazla sayida ve cesitllikle, bir arada yasamak), ‘Kapitalizm’ (birey ve topluluklar arasinda sosyoekonomik iliskilerin kurulmasi ve cesitlenmesi) ve ‘Devlet’ (birey ve topluluklarin amaclarini gozetmek, onlarin zarar verici davranislarini kisitlamak amaciyla ortak yonetim yapilarinin kurulmasi). Bunlar, kelimenin asil karsiligi cinsinden bakarsak, tabii ki, ‘dogal’ degiller. ‘Doga’nin kendisinde, ozellikle de baska canlilar sozkonusu oldugunda, bunlara karsilik gelecek olusumlar gormuyoruz. [Karinca ve arilarda kismen var, diger canlilarin bazilarinda da daha az ‘kismen’ var, ama, hepsi bir arada baska bir canli turunde yok.] Fakat, insan sozkonusu oldugunda, (sosyal anlamda) hepsi ‘dogal’ ve ‘gercek’ olgulardir. Siz, ya da sizin gibi dusunen kestirmeci-maksimalist taife, (insanin sosyal evriminin sonucunda geldigi) bu gercegi iskalayip, hooop ‘kapitalizm’e cephe aliyorsunuz. Ben, (acikca ve durustce yazmam gerekirse) bu yaklasimin ahmaklik oldugu kanaatindeyim. Insanin sosyal evrimini yonlendiren sey, temelde, ‘doga’nin kendisidir. Dogadaki fiziksel imkanlar veya imkansizliklar (fayda ve zararlar). Insan (birey, toplum ya da bir butun olarak), ‘fayda’lardan maksimum istifade etmek veya ‘zarar’lardan da minimum etkilenmek icin ugras verir, veregelmistir. Yukarida bahsettigim 3 olgu da, bu kapsamda olusmustur. Sosyal evrim, fildisi kulesinde bilmemkim isimli ‘dusunur’un ufurdugu hayaller ya da aforizmalarla yon degistirmez. Cok olsa bir baska ilham olur; yeni ‘fayda’lardan istifade etmenin, ‘zarar’lardan da kacinmanin yeni yollarindan haberdar olmak icin kullanilir. Ama, ilham olmak icin hic de oyle boyyuk boyyuk ‘dusunur’ olmaga da gerek yoktur; siradan bireyler de (yeni buluslari ile) benzeri hizmetlerde bulunur, cokca da bulunmustur. Bununla, bu son dedigimle, sunu demek istiyorum. Sosyoekonomik yapinin farkli bir istikamette yol almasina ilham olmak icin, boyyuk boyyuk ‘dusunur’lerin recetelerini kelam-i kadim (‘gospel’) saymak gerekmiyor; siz (ya da ben), siradan bireyler de buna yol acabilir(siniz-iz). Yeter ki, toplumun geri kalan kismina, ‘bulus’unuzun (yeni ‘fayda’lardan istifade etmek icin, ya da, ‘zarar’lardan da kacinmak icin) anlamli oldugunu gosterebilesiniz. Iste bu, malesef, hayal kurmakla, hulyalar ufurmekle olmaz. Sizin anlaMAmakta israr ettiginiz nokta da bu.

    218’e cevap: Siz hâlâ burada mısınız?! Hâlâ, kapitalizmin ‘doğuşu’yla ilgili yukarıda yazılan safsataya takılıp kaldınız mı?! Vah, vah, vah…

    Kapitalist Necip, sizi kandırmakta epey maharetliymiş.

    ‘Evrim’ konusunda, şüpheye yer vermeyecek düzeyde kanıtlar ortaya koyan başta Charles Darwin ve diğer pek çok biliminsanı & düşünür, eğer bu siteye uğrayıp Necip’in safsatalarını okusa idi; Necip’i kızılcık sopası ile kovalardı.

    Necip gibi ‘haşmetli’ kapitalistler, kapitalizmin ‘doğal’ bir süreç olduğu yalanını yaymak için; hayatın ‘en başına’ kadar (sanki bulmuşlar gibi!) gitmeye, insan metabolizmasının evrimsel sürecine ‘kapitalizm’ halkasını eklemeye pek meraklıdır (ve teslim etmek gerekir; bu yalanı yaymak konusunda da epey başarılıdır.)

    İnsanın sosyal evrimini yönlendiren şey, temelde, ‘doğa’nın kendisidir. Fakat ‘doğa’da, kapitalizm diye bir şey yok! Necip, size, bundan bahsedebilecek kadar cesur değil! Sizin gibi bir ‘tecrübesiz’i kukla gibi kullanmaktan epey hoşnut!

    ‘Şehirleşme’ ve ‘devlet’; insanın sosyal evriminde iki önemli ‘olgu’dur.

    ‘Kapitalizm’ ise, ideolojidir. Necip gibiler, bunu, ‘doğal’ (yalanı) diye yaymak için; ‘olgu’ymuş gibi göstermeye didinir. (Not: Bu didinme sadece Necip’e özgü değil. Necip’ten daha ‘akıllı’ olan Ludwig von Mises, Ayn Rand, Milton Friedman gibi kişiler [daha pek çok kişi var], daha rasyonel gerekçelerle kapitalizmi izah etmeyi denediler.)

    Necip gibi ‘haşmetli’ kapitalistler, ‘insan’ı, sadece ‘fayda (getiri)’ ve ‘zarar (götürü)’ hesabı yaparak yaşayan bir tür olarak ‘kod’lar; sizin gibi bir ‘tecrübesiz’i de bu ‘kod’la kandırır! İnsanın evrimsel sürecinde ‘kapitalizm’ diye bir şey yok; anlaMAmakta ısrar ettiğiniz nokta bu!

    Türler arasında, ‘sömürmek’ eylemini bilinçli olarak azaltabilecek, ekolojik ahengi mümkün mertebe ‘kendi hâlinde’ tutabilecek ‘en akıllı’ tür; ‘insan’dır. Eğer, insan, davranışlarından biri olan ‘kapitalist davranışı’ hayatın merkezi hâline getirip bunu daima yaymak için uğraşırsa (ki yüzyıllardır yaptığı bu); hem ‘kendi evrimsel süreci’ni rayından çıkarır, hem de ekolojik ahengi (onarılması imkânsız derecede) bozar.

    İnsan, biyolojik ihtiyaçlarının şart koştuğu davranışları sergileyen bir türdür, diğer pek çok tür gibi. Fakat, ‘kapitalizm’ adını verdiği ideolojisini bitirecek kadar da, düşüncelerine, davranışlarına hükmedebilen bir türdür; bu ‘kendi davranışını değiştirebilme yeteneği’, insandan başka (neredeyse) hiçbir türde (henüz net bir şekilde) gözlemlenmeyen bir davranıştır. [Gözlemlenebilen bazı az sayıdaki türde ise, ekolojik yapıyı etkileyebilecek boyutta değildir.] Necip, size, bunu asla anlatmak istemez!

    Necip gibi ‘haşmetli’ bir kapitalistin, ‘böyyük böyyük’ olarak hakir gördüğü ‘biliminsanı’ cevap veriyor. (Not: Aşağıdakine benzer açıklamalar, çeşitli disiplinlerdeki biliminsaları tarafından da yıllardır işaret ediliyor.):

    ‘Biyolojik belirlenimcilik’ aşırı uç noktalara götürüldüğünde, ‘sosyal bir silah olarak biyoloji’ye dönüşür. Bu durum; ‘bencilliği’, ‘sosyal eşitsizliği’, ‘saldırganlığı’, ‘(genel olarak) kötü davranışları’ sadece biyolojik geçmişimize bağlayan, indirgeyici ve tek boyutlu bir anlayıştır.

    İnsanın düşünsel yetenekleri ve sosyal davranışlarındaki çeşitlilik; ırksal farklılıklara dayalı, matematiksel hesaplamalarla açıklanamaz.

    Sosyal canlılar olarak düşüncelerimizin ve davranışlarımızın kültürel ve sosyal etmenlerden biçimlendiğini düşünmek yerine, bunun bir eşitsizlik gerekçesi olarak biyolojik farklılıklarımızdan kaynaklandığını düşünmek; tarihte korkunç örneklerle doludur. Bugünü ve yarınlarımızı, daha korkunç örneklerle yaşamaya mecbur değiliz.

    Stephen Jay Gould (1941-2002), paleontolog

    ‘Buraya gelirken kimlerin ne ağır bedellerle mücadelesinin işlevi olmamış mıdır??? Bunlar kimlerdir bizim gibi dömeminin toplumsal özgürlükçü devrimcileri olması seni çokmu üzmüştür?????’ → Bunu kimin yazdığı net bilinmiyor.

    Necip: ‘Agir bedeller odemis oldugunuzu soyluyorsunuz. Bunun gercekten boyle oldugunu kabul etmemek icin pek bir sebep yok. Ama, akilli davranmak, realiteyi dogru durust analiz edip ona uygun cozumler uretmek konusunda sorunlari olanlarin yasadiklari acilar uzerinden yurumuyor hayat. Sizin anlaMAmakta israr ettiginiz bir baska nokta da bu.’

    2018’e cevap: Hayata, türlere, insanlara ağır bedeller ödeten, bizzat kapitalist Necip’in kendisi ve onun gibilerdir.

    Konuyu uzatmamak adına; SOMA maden cinayetini işleyenlerin, Kaz Dağları’ndaki ekolojik dokuyu ‘kâr uğruna’ yok etmek isteyenlerin bizzat kapitalist Necip’in kendisi ve onun gibi kişiler olduğu, ‘realite!’dir. Bu ‘realite!’ye karşı mücadele edenlerin ‘çözüm üretmelerini engellemek’ için her yolu denerler!

    Kapitalist Necip’e göre; ‘akilli davranmak, realiteyi dogru durust analiz etmek’, sadece ama sadece ‘kapitalizm kapsamında’ mümkündür. Başka alternatif yoktur! (There is no alternative!)

    Dikkat ederseniz, ‘cozumler uretmek konusunda sorunlari olanlarin yasadiklari acilar uzerinden yurumuyor hayat ifadesinde Necip, ‘hayat’ kelimesine vurgu yaparak; ‘kapitalizm’i hâlâ ‘doğa’da kendi kendine var olan bir şeymiş gibi göstermeye uğraşıyor. Siz de bu yalana inanıyorsunuz! AnlaMAmakta ısrar ettiğiniz nokta bu!

    Kapitalizme karşı mücadeleler; bugünden-yarına, akşamdan-sabaha nihayete erecek bir süreç değil. İnsan davranışlarının değişimi; hazır reçeteler üzerinden, çözümlerin ‘hemen, çabucak, şimdi’ gelmesiyle olmaz. İnsan, ‘kapitalist davranışı’nı sonlandıracak yeteneğe sahip, ve süre artık çok azaldı. İnsanlar, kapitalizme karşı mücadele etmek için ‘birileri tarafından ikna edilmeyi’ beklemiyor. Hem doğanın, hem kendi hayatlarının yıkıma uğradığını bizzat kendileri görüyor, harekete geçiyor; ‘hegemonik (sol) yönlendirmeler’e artık yanaşmıyor.

    Kapitalist Necip tarafından kandırılmaktan kendi çabanızla kurtulabilirsiniz, gayret ediniz.

  231. Thank you for you’re not surprising me again.

    Please keep dreaming your sweet [anti-capitalistic] dreams, which “change from people to people”.

    Dreamers are the natural part of the natural social system called “the capitalism” by the “anti-capitalists”.

    But be careful. Not all dreams are sweet and beautiful. There are dangerous nightmares that could include a “boogeyman”. Like Mr. Necip, RTE, AKP or Soma.

  232. “Kapitalizme karşı mücadeleler; bugünden-yarına, akşamdan-sabaha nihayete erecek bir süreç değil.”

    Don’t die my donkey, don’t die!

  233. ‘Don’t die my donkey, don’t die!’

    Kapitalistlerin, doğada yok ettikleri türler arasında ‘eşekler’ de var. Konuyu uzatmamak adına en yakın tarihten bir örnek: Kaz Dağları’ndaki dokuyu yok edip, ‘kâr amacıyla’ haşmetli göbeklerini daha da şişirmek için sömürü faaliyetlerine devam eden kapitalistler, sadece Kaz Dağları’ndaki bitki örtüsünü katletmekle kalmıyor; oradaki habitatı kendilerine mesken edinmiş çeşit çeşit canlının, organizmanın, böceğin, örümceğin, arının, kuşun, kertenkelenin, ‘türlerin’ ve elbette ‘eşeklerin’ yaşam alanlarını da yıkıp, bu türleri ölüme terk etmiş oluyorlar. Siz, kapitalist Necip tarafından kandırılmaya istekli olduğunuz için; bütün bu gaddarlıkları anlamakta zorluk çekebilirsiniz.

    ‘Thank you for you’re not surprising me again.’

    Kendinize üzülmeniz, daha makûl olabilir. Çünkü ‘tecrübesizliğiniz’ ve ‘kapitalist Necip tarafından kandırılmaya istekli oluşunuz’ sebepleriyle; ‘sürprizlere’ vereceğiniz tepkilerinizi kendi kendinize köreltmişsiniz. Yazık.

    ‘Please keep dreaming your sweet [anti-capitalistic] dreams, which ‘change from people to people’.

    Kapitalizm karşıtı mücadeleler, rüya değil, ‘gerçek’tir; siz kabul etmek istemeseniz de.

    Kapitalizm; tek boyutlu, tek görünümü olan bir ideoloji değil. Konuyu uzatmamak adına: ABD’deki ‘şirketler kapitalizmi’ne karşı mücadele eden insanların strateji ve taktikleri ile, Çin’deki ‘devlet kapitalizmi’ne karşı mücadele eden insanların strateji ve taktikleri aynı olmak zorunda değil.

    ‘Dreamers are the natural part of the natural social system called ‘the capitalism’ by the ‘anti-capitalists’.

    Kapitalizm, Necip gibi kapitalistlerin davranışları sonucudur; ‘rüya’ değildir (siz kabul etmek istemeseniz de).

    Necip, sizi, kapitalizmin, ‘the natural social system’ olduğu yönünde kandırdığı için; zevzeklik yapmaya devam ediyorsunuz. ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların davranışları’ ile ‘insanların davranışları’nı harmanlayıp, kapitalizmi izah ettiğini zanneden Necip; karabalta, cahilane analizsizliklerini bu sitede yıllar boyu eveleye geveleye yazdı. Siz ise utanmadan, kapitalist despot Necip’i kendinize örnek seçmeye devam ediyorsunuz. Yazık.

    ‘But be careful. Not all dreams are sweet and beautiful. There are dangerous nightmares that could include a ‘boogeyman’. Like Mr. Necip, RTE, AKP or Soma.’

    Dikkatli olunuz. ‘Boogeyman’, hikayelerde bir figürdür. Pek çok kültürün hikayelerinde kendine özgü ‘boogeyman’ figürü olduğu gibi, bazıları ortak özelliklere de sahiptir. Fakat bütün bu ‘boogeyman’ figürleri, sadece ‘hikayelerde’ vardır.

    Kapitalizm ise, ‘gerçek’tir. Kapitalizm, Necip gibi kapitalistlerin davranışları sonucudur; ‘rüya’ değildir, ‘hikaye’ değildir (siz kabul etmek istemeseniz de).

    RTE-AKP-Necip (ve türevleri); haşmetli göbeklerini daha da şişirmek için çeşit çeşit katliamlar yapar, (konuyu uzatmamak adına) bu katliamlardan biri de ‘SOMA maden cinayeti’dir. Anlamaya gayret ediniz.

  234. “RTE-AKP-Necip (ve türevleri); haşmetli göbeklerini daha da şişirmek için çeşit çeşit katliamlar yapar, (konuyu uzatmamak adına) bu katliamlardan biri de ‘SOMA maden cinayeti’dir. Anlamaya gayret ediniz.”

    Marksistler-Anarşistler-Solcular (ve türevleri); haşmetli anti-kapitalist hayallerini daha da şişirmek için çeşit çeşit demagojiler yapar.

    Bu demagojilerin biri de ‘SOMA duygu sömürüsü’dür.

    Lütfen siz de anlamaya gayret ediniz Hoca’m.

  235. RTE-AKP-Necip (ve anti-kapitalistler dahil vejetaryen/vegan olmayan bütün insanlar); haşmetli göbeklerini daha da şişirmek için çeşit çeşit katliamlar yapar.

    Lütfen siz de anlamaya gayret ediniz Hoca’m.

    Söz veriyorum, ben de dersime daha iyi çalışıp sizden iyi not almaya çalışacağım.

  236. Kendim için yaşayacağıma, kendi hayatımı kendi merkezime koyacağıma, başkaları (diğer insanlar, diğer canlılar, doğa vs.) için yaşarsam, onların maruz kaldığı sömürülere ah vah etmekle uğraşırsam, onların beni etkilemelerine izin verirsem, ONLARIN BENİ SÖMÜRMELERİNE izin vermiş olurum.

    Gerçek bir dünyada yaşıyoruz.

    Birileri sömürülür. Hatta HEM sömürür, HEM sömürÜLür.

    Başka birileri onların sömürüsü üzerinden duygu sömürüsü yapar.

    Akıllı olanlar da gerçekçi davranır, sömürülmemek için kendi hayatlarını KENDİ merkezlerine koyarlar, BAŞKALARInın dediklerini değil.

    Bunların hepsini birden aynı anda merkeze koyacak kadar yer yok hayatta.

    O başkalarına da şöyle demeli:

    İdeolojileriniz hayırlı olsun. Güle güle kullanın. Umarız şu FANİ dünyayı EBEDİYEN kurtarırsınız.

  237. ““Kapitalizm yanılgısı ‘Tanrı Yanılgısı’ (The God Delusion, Richard Dawkins’in kitabı) gibi bir şey mi?”

    Ilginc; cok ilginc bir benzeme yakalamissiniz.

    Bir tur ‘ayna simetrisi’ turunden bir benzeme.

    ‘Ayna simetrisi’nden kasdim su:

    Dinler, peygamberler, ruhban taifesi vs. guclerini ‘herseyi bilen’, ‘hersey gucu yeten’, ‘zaman ve mekan ustu olan’, ‘her zaman her yerde olan’ bir tanri modeline dayandirirlar; malum.

    Sozkonusu ‘tanri’, aradabir kotuluk yapmis gibi gorunse de, bunlar turlu cesitli ‘hikmet’lerle tevil edilerek, aslinda herkesin iyiligini istedigi kabul edilir.

    Gercek kotuluk ise, tanrinin kendi yarattigi fakat bir turlu yoketmege de eli varmadigi seytan ile temsil edilir.

    Model ozetle budur.

    ‘Kapitalizm’ ise, ‘anti-kapitalist’lerin gozunde, tanri degil de seytani temsil ediyor –yani, her turlu kotulugun anasi-babasi.

    Boyle bir teoloji olabilir mi?

    Eh, olur tabii; nicin olmasin.

    Gerci, (nihai iyiligi ve mutlak kudreti temsil eden) tanri olmaksizin kurulan teolojik modeller topal olur; ama, bu topalligi, boslugu, soyle dolduruyorlar gibime geliyor:

    Kendileri, ‘anti-kapitalist’ler, zimnen (ve kollektif olarak) tanri rolunu ustleniyorlar:

    Kotuluk/seytan (yani, ‘kapitalizm’) tamamen yok edilemese bile; cok da onemli degil, onlar butun iyilikleri temsil eden bir inancin tanrisi/ruhbani oluveriyorlar.

    ‘Butun iyilikleri temsil’ edince insan, tabii ki, baska herkesten her turlu saygiyi talep etmek, beklemek hakkina da sahip oluyor, haliyle.”

    (Necip)

  238. ‘Kapitalizm yanılgısı ‘Tanrı Yanılgısı’ (The God Delusion, Richard Dawkins’in kitabı) gibi bir şey mi?’

    En azından Richard Dawkins’den haberiniz olması sevindirici. ‘Tanrı Yanılgısı’; sadece ‘ateizm’e özgü bir eser değil, aynı zamanda ‘apatetik agnostisizm’ hakkında da ufuk açıcı tespitler içerir.

    Fakat, ‘Kapitalizm yanılgısı (!)’ ile (Dawkins’in) ‘Tanrı Yanılgısı’ arasında bağı; siz uyduruyorsunuz. ‘Uydurmanızı’ sağlamlaştırması için de, kapitalist Necip’in yalanlarından medet umuyorsunuz. Böylece Necip, sizin ‘tecrübesizliğinizi’ bol bol istismar ediyor. Yazık.

    ‘Dinler, peygamberler, ruhban taifesi vs. guclerini ‘herseyi bilen’, ‘hersey gucu yeten’, ‘zaman ve mekan ustu olan’, ‘her zaman her yerde olan’ bir tanri modeline dayandırırlar, malum. Sozkonusu ‘tanri’, aradabir kotuluk yapmis gibi gorunse de, bunlar turlu cesitli ‘hikmet’lerle tevil edilerek, aslinda herkesin iyiligini istedigi kabul edilir. Gercek kotuluk ise, tanrinin kendi yarattigi fakat bir turlu yoketmege de eli varmadigi seytan ile temsil edilir. Model ozetle budur.’

    Kapitalist Necip’in nadiren de olsa ‘doğru’ açıklamalarından biri. ‘Din(ler)’ denen şeyin, ‘toplumları kontrol altında tutmak için kodifikasyonlar (codification: tanzim etmek, düzenlemek, kanunlaştırmak)’ olduğu yönündeki açıklaması ‘doğru’ idi.

    ‘Kapitalizm’ ise, ‘anti-kapitalist’lerin gozunde, tanri degil de seytani temsil ediyor, yani her turlu kotulugun anasi-babasi. Boyle bir teoloji olabilir mi? Eh, olur tabii, nicin olmasin. Gerci, (nihai iyiligi ve mutlak kudreti temsil eden) tanri olmaksizin kurulan teolojik modeller topal olur, ama, bu topalligi, boslugu, soyle dolduruyorlar gibime geliyor. Kendileri, ‘anti-kapitalist’ler, zimnen (ve kollektif olarak) tanri rolunu ustleniyorlar. Kotuluk-seytan (yani, ‘kapitalizm’) tamamen yok edilemese bile, cok da onemli degil, onlar butun iyilikleri temsil eden bir inancin tanrisi-ruhbani oluveriyorlar. ‘Butun iyilikleri temsil’ edince insan, tabii ki, baska herkesten her turlu saygiyi talep etmek, beklemek hakkina da sahip oluyor, haliyle.’

    Ehh… ‘Kılavuzunuz’ kapitalist Necip olunca, sizi kandırmak için ‘üfürdüğü’ bu kadar olmuş.

    Bari Richard Dawkins’in kitaplarından biraz yardım arasaydı… Aman haa zinhar olmaz; ‘böyyük böyyük’ diye dalga geçtiği insanların yeri yoktur kapitalist Necip’te…

    Kapitalizmin, doğada ‘kendi kendine var olan (!)’ bir ‘şey’ olduğuna inanmış, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi şirketi ekonomik kriz ortamında iflas etmesin diye canından çok sevdiği Recep Tayyip Erdoğan’dan ‘yeni teşvik paketleri’ bekleyen kapitalist Necip’ten anca bu çapta bir ‘üfürme’ alabilirsiniz, daha fazlasını beklemeyin.

    Konunun, ‘teoloji’ ile ilgisi yok. Çünkü kapitalizm; ‘metafizik’e ait, spiritüel aleme ait bir ‘şey’ değil. Kapitalizm, Necip gibi kapitalistlerin davranışlarının sonucudur, ‘gerçek’tir (siz kabul etmek istemeseniz de).

    Kapitalizm karşıtı mücadeleler, ‘sütten çıkmış ak kaşık’ değil. Sizin; toz pembe, güllük gülistanlık olduğu yönünde hayalleriniz vardı muhtemelen. Ah şu ‘tecrübesizliğiniz’… Başınızı daha çoook ağrıtacağa benziyor…

    ‘Kendim için yaşayacağıma, kendi hayatımı kendi merkezime koyacağıma, başkaları (diğer insanlar, diğer canlılar, doğa vs.) için yaşarsam, onların maruz kaldığı sömürülere ah vah etmekle uğraşırsam, onların beni etkilemelerine izin verirsem, ONLARIN BENİ SÖMÜRMELERİNE izin vermiş olurum.’

    Bunları yazarken boş yere yorulmuşsunuz.

    Kendinize örnek seçtiğiniz kapitalist Necip’ten daha maharetli olan ‘Ayn Rand’, sizin yukarıda yazdıklarınızı yıllar önce (1957) hönkürmüştü. Eğer parasal durumunuz izin veriyorsa, ‘nadirkitap’tan aratıp bulabilirsiniz:

    Atlas Vazgeçti: İtirazsız (Cilt 1)

    Atlas Vazgeçti: Ya Öyle Ya Böyle (Cilt 2)

    Atlas Vazgeçti: Gerçek Gerçektir (Cilt 3)

    Atlas Silkindi (Atlas Shrugged) (Tek kitap)

    (Not: Berbat şekilde, 2011-2014 arasında 3 tane de filmi çekildi. Gaddarlıkları mideniz kaldırabilirse, izlersiniz.)

    ‘Gerçek bir dünyada yaşıyoruz.’

    Evet, haklısınız.

    Kapitalizm de, ‘gerçek’. Uydurma değil.

    ‘Birileri sömürülür. Hatta HEM sömürür, HEM sömürÜLür.’

    Siz, hâlâ, ‘insan’ adlı türün ‘kendi davranışlarına hükmedebilme yeteneği olan’ bir tür olduğu gerçeğini kabullenmek istemiyorsunuz, tam da bu sebeple zevzekliklerinizin sonu gelmiyor.

    Kapitalistler, insanın ‘hem kendi türünü hem diğer türleri sömürme’ özelliğini kasıtlı olarak körükleyip, kapitalizmi sürekli kılmak için uğraşıyor, siz de ‘tecrübesizliğiniz’ sebebiyle onların tuzaklarına düşüyorsunuz. Yazık.

    Siz, hâlâ, ‘kapitalizme karşı mücadeleler’ ile ‘%100 sömürüsüzlük’ü birbiriyle ilişkilendirecek kadar tecrübesizsiniz. ‘%100 sömürüsüzlük’ mümkün değil, anlayaMAdınız gitti! Şu uyarıyı ne çabuk unuttunuz:

    ‘Biyolojik belirlenimcilik’ aşırı uç noktalara götürüldüğünde, ‘sosyal bir silah olarak biyoloji’ye dönüşür. Bu durum; ‘bencilliği’, ‘sosyal eşitsizliği’, ‘saldırganlığı’, ‘(genel olarak) kötü davranışları’ sadece biyolojik geçmişimize bağlayan, indirgeyici ve tek boyutlu bir anlayıştır.

    İnsanın düşünsel yetenekleri ve sosyal davranışlarındaki çeşitlilik; ırksal farklılıklara dayalı, matematiksel hesaplamalarla açıklanamaz.

    Sosyal canlılar olarak düşüncelerimizin ve davranışlarımızın kültürel ve sosyal etmenlerden biçimlendiğini düşünmek yerine, bunun bir eşitsizlik gerekçesi olarak biyolojik farklılıklarımızdan kaynaklandığını düşünmek; tarihte korkunç örneklerle doludur. Bugünü ve yarınlarımızı, daha korkunç örneklerle yaşamaya mecbur değiliz.

    Stephen Jay Gould (1941-2002), paleontolog

    ‘Başka birileri onların sömürüsü üzerinden duygu sömürüsü yapar.’

    Şu sürekli arkasına saklandığınız ‘duygu sömürüsü (!)’ meselesi.

    Gaddarların, gaddarlıklarını sürekli hatırlatmak; uyarı işaretleri göndermektir. Stalin’in ‘gulag’larındaki gaddarlıklar neticesinde ‘öldürülmüş insanları’ hatırlatmak; uyarı işaretidir. Nazilerin ‘toplama ve imha kampları’ndaki gaddarlıklar neticesinde ‘öldürülmüş insanları’ hatırlatmak; uyarı işaretidir. Kapitalistlerin ‘şirketleri’ndeki gaddarlıklar neticesinde ‘öldürülmüş insanları’ hatırlatmak; uyarı işaretidir. Konuyu uzatmamak adına en yakın tarihten örnek: 13 Mayıs 2014’te SOMA madeninde ‘301 insan, kapitalistler tarafından öldürüldü.’ Sizin, bunu, ‘duygu sömürüsü (!)’ zannetmeniz; kapitalistlerin gaddarlıklarını değiştirmiyor.

    ‘Akıllı olanlar da gerçekçi davranır, sömürülmemek için kendi hayatlarını KENDİ merkezlerine koyarlar, BAŞKALARInın dediklerini değil. Bunların hepsini birden aynı anda merkeze koyacak kadar yer yok hayatta.’

    Hmmm… Öyle mi…

    ‘Sizden daha tecrübeli’ Ayn Rand’in hönkürmeleri, fiyasko ile sonuçlandı.

    ‘Akıllı olmak’ dediğiniz şey; kapitalist Necip gibileri tarafından gasp ediliyor. Siz de bu tuzağa düşüyorsunuz. Yazık.

    Siz hâlâ, ‘insan’ı; sadece ama sadece ‘biyolojik ihtiyaçları’na indirgeyecek kadar, sadece ama sadece ‘fayda (getiri)’ ve ‘zarar (götürü)’ hesabı yaparak yaşayan bir tür olduğu yalanına indirgeyecek kadar ‘tecrübesizsiniz’. Yazık.

    ‘İdeolojileriniz hayırlı olsun. Güle güle kullanın. Umarız şu FANİ dünyayı EBEDİYEN kurtarırsınız.’

    Mu ha ha ha ha…

    ‘Öte dünya’ diye bir yer var diye düşünüyorsanız, yanılıyor olabilirsiniz.

    ‘Bu dünya’da (pek çok türde olduğu gibi) geçici olan ‘insan’ adlı tür, kapitalistlerin gaddarlıkları altında yaşamaya mahkûm değil. Kapitalistlere karşı mücadeleler, ‘ebediyen’ sürmez. Kapitalizme karşı mücadeleler; bugünden-yarına, akşamdan-sabaha nihayete erecek bir süreç değil. İnsan davranışlarının değişimi; hazır reçeteler üzerinden, çözümlerin ‘hemen, çabucak, şimdi’ gelmesiyle olmaz. İnsan, ‘kapitalist davranışı’nı sonlandıracak yeteneğe sahip, ve süre artık çok azaldı. İnsanlar, kapitalizme karşı mücadele etmek için ‘birileri tarafından ikna edilmeyi’ beklemiyor. Hem doğanın, hem kendi hayatlarının yıkıma uğradığını bizzat kendileri görüyor, harekete geçiyor.

    ‘Marksistler-Anarşistler-Solcular (ve türevleri), haşmetli anti-kapitalist hayallerini daha da şişirmek için çeşit çeşit demagojiler yapar. Bu demagojilerin biri de ‘SOMA duygu sömürüsü’dür. Lütfen siz de anlamaya gayret ediniz Hoca’m. RTE-AKP-Necip (ve anti-kapitalistler dahil vejetaryen-vegan olmayan bütün insanlar), haşmetli göbeklerini daha da şişirmek için çeşit çeşit katliamlar yapar. Lütfen siz de anlamaya gayret ediniz Hoca’m. Söz veriyorum, ben de dersime daha iyi çalışıp sizden iyi not almaya çalışacağım.’

    Bulanıklaştırmak için epey uğraşmışsınız, ama becerememişsiniz.

    Kapitalizm konusunda sizi kandırmakta epey maharetli olan ‘kapitalist Necip’i kendinize ‘hoca’ seçmekten vazgeçmeyi deneyebilirsiniz. Ve unutmayınız; kapitalistlere karşı mücadele ederken, herhangi bir ‘hoca’ya ihtiyacınız yok, kendinize ‘hoca(lar)’ aramaktan vazgeçiniz.

    (Siz beyninizde zevzeklik çuvalı taşıya taşıya, kabul etmek istemeseniz de) ‘Gerçek’ şu: RTE-AKP-Necip (ve türevleri); haşmetli göbeklerini daha da şişirmek için çeşit çeşit katliamlar yapar, (konuyu uzatmamak adına) bu katliamlardan biri de ‘SOMA maden cinayeti’dir.

    Son sözü, kapitalist Necip’in ‘böyyük böyyük’ diye dalga geçtiği Charles Darwin söylesin:

    ‘Yoksullarımızın sefaletine doğa kanunları değil de kurumlarımız yol açıyorsa, günahımız büyüktür.’
    Charles Darwin’in Beagle Gemisi’nde yolculuk yaparken söylediği söz (‘The Voyage of the Beagle’, Mayıs 1839)

    Bak sen bunları söyleyene… ‘Duygu sömürüsü!’nün âlâsını yapmış ‘böyyük!’ Darwin!

    Kılavuzunuzu ‘kapitalist Necip’ olarak seçtiğiniz müddetçe, burnunuz b*ktan kurtulmaz. Unutmayınız; kapitalistlere karşı mücadele için, kendi kendinizin kılavuzu olabilirsiniz.

  239. “Kılavuzunuzu ‘kapitalist Necip’ olarak seçtiğiniz müddetçe, burnunuz b*ktan kurtulmaz.”

    Kılavuz olarak (tıpkı Necip Bey gibi) sadece ‘kendim’i (“anti-kapitalist” ideologları değil!) seçtiğim için, bu dediğiniz zaten yanlış. Doğrusu şöyle olmalı: “Kılavuzunuzu ‘anti-kapitalist ideologlar’ olarak seçtiğiniz müddetçe, burnunuz b*ktan kurtulmaz.”

    “Unutmayınız; kapitalistlere karşı mücadele için, kendi kendinizin kılavuzu olabilirsiniz.”

    Unutmayınız; “anti-kapitalist” hayalperestlikten kurtulmak için, kendi kendinizin kılavuzu olabilirsiniz.

    “‘Öte dünya’ diye bir yer var diye düşünüyorsanız, yanılıyor olabilirsiniz.”

    “Fani” denince, aklınıza dünyadaki her şeyin gelip geçiciliği (yani onlara bir ideoloji ile savaş açmanın anlamsızlığı) değil de, başka bir ideolojinin “hayal alemi” gelmesine şaşırmadım. Siz de benzer bir ideoloji mensubu olduğunuz için (bütün diğer “ideoloji müminleri” gibi) kastedilenleri anlaMAmanız normaldir.

    Tabii, “öte dünya”dan önce, asıl “bu dünya” ne kadar “gerçek” diye de sorulabilir ama bir de bunlara girerek uzatmamak daha iyi.

    “Kapitalizm, Necip gibi kapitalistlerin davranışlarının sonucudur, ‘gerçek’tir”

    Welcome.

    To the real world.

  240. ‘Kılavuz olarak (tıpkı Necip Bey gibi) sadece ‘kendim’i (‘anti-kapitalist’ ideologları değil!) seçtiğim için, bu dediğiniz zaten yanlış.’

    Yanılıyorsunuz.

    ‘Necip’ mahlaslı kapitalist, sizi, kukla gibi kullanıyor. Kendinize, ‘kapitalist Necip’in hönkürdüğü yalanlar’ı kılavuz olarak seçtiğinizi yukarıdaki metinlerinizde defalarca kanıtladınız. Yanlışınızda ısrar ettiğiniz için, kapitalistlerin gaddarlıklarını hâlâ anlamıyorsunuz.

    ‘Doğrusu şöyle olmalı: Kılavuzunuzu ‘anti-kapitalist ideologlar’ olarak seçtiğiniz müddetçe, burnunuz b*ktan kurtulmaz.’

    ‘Kapitalizme karşı mücadeleler’, ideoloji-kideoloji-lideoloji-mideoloji-pideoloji-zideoloji-… değildir. Kapitalizme karşı mücadele etmeniz için, hiçbir ‘ideolog(!)’a ihtiyacınız yok. Beyninizde taşıdığınız zevzeklik çuvalınızı bırakabilirseniz, anlamaya başlayabilirsiniz.

    ‘Unutmayınız; ‘anti-kapitalist’ hayalperestlikten kurtulmak için,’

    Kapitalizme karşı mücadeleler, ‘gerçek’tir; siz kabul etmek istemeseniz de. ‘Böyyük!’ hristiyan yobazı ve gizli papa Charles Darwin’in gönderdiği uyarıyı unutmayınız:

    ‘Yoksullarımızın sefaletine doğa kanunları değil de kurumlarımız yol açıyorsa, günahımız büyüktür.’
    Charles Darwin’in Beagle Gemisi’nde yolculuk yaparken söylediği söz (‘The Voyage of the Beagle’, Mayıs 1839)

    ‘Fani’ denince, aklınıza dünyadaki her şeyin gelip geçiciliği (yani onlara bir ideoloji ile savaş açmanın anlamsızlığı) değil de, başka bir ideolojinin ‘hayal alemi’ gelmesine şaşırmadım. Siz de benzer bir ideoloji mensubu olduğunuz için (bütün diğer ‘ideoloji müminleri’ gibi) kastedilenleri anlaMAmanız normaldir.’

    ‘Hayatta gelip geçici olan şeyler’, kapitalizme karşı mücadelelerin anlamsızlığı sonucunu doğurmuyor; siz kabul etmek istemeseniz de.

    Siz, ‘tecrübesizliğiniz’ ve ‘beyninizde zevzeklik çuvalı taşımanız’ sonucunda ‘kapitalistlerin gaddarlıkları gerçeği’yle henüz yüzleşemediğiniz için; bu gaddarlıklara karşı yürütülen mücadeleleri ‘hayal alemi(!)’ zannediyorsunuz. ‘Kapitalistlerin gaddarlıkları’nı henüz anlayamamışsınız; bu gaddarlıklara karşı yürütülen mücadeleler hakkında zevzeklik edip duruyorsunuz. ‘Necip’ gibi bir kapitalisti kendinize kılavuz olarak seçtiğiniz müddetçe; yanlışınızda devam edeceksiniz.

    Mümin-münafık-zındık-kâfir-kefere-gâvur-müslüman-hristiyan-budist-yahudi-imam-rahip-haham-kilise-cami-ashram (aşram)-sinagog-hindu-shinto-tapınak-tekke-dergâh… Bu zevzeklikleri yazmaktan artık vazgeçiniz.

    ‘Tabii, ‘öte dünya’dan önce, asıl ‘bu dünya’ ne kadar ‘gerçek’ diye de sorulabilir ama bir de bunlara girerek uzatmamak daha iyi.’

    Richard Dawkins (d. 1941) başta olmak üzere;
    Richard Feynman’ın (1918-1988),
    Brian Morris’in (d. 1936),
    Daniel Dennett’ın (d. 1942),
    Joseph Campbell’ın (1904-1987),
    Mircea Eliade’nin (1907-1986),
    Claude Lévi-Strauss’un (1908-2009)
    (dahası var)

    [İlk tavsiye:

    ‘Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman!’ (Meraklı Bir Fizikçinin Maceraları)

    https://www.babil.com/eminim-saka-yapiyorsunuz-bay-feynman-kitabi-richard-p-feynman]

    bulgularını ve tespitlerini araştırırsanız; ‘bu dünya ne kadar gerçek?’ sorunuza cevap(lar) arama yolculuğunuzda size epey yardımları dokunur. (Not: ‘Nihai cevap[lar] bulamama ihtimali’ni daima aklınızın bir köşesinde bulundurunuz.)

    ‘Welcome. To the real world.’

    Kapitalistlerin gaddarlıklarını idrak etmeye başladığınızda, kendinize ‘welcome’ diyebilirsiniz.

  241. Rekabeti ‘kasıtlı olarak’ ölümcül seviyede temel alan ve, sıklıkla, acımasız bir şekilde bir insanın diğer insanı sömürmesine ‘alıştırılmış’ bir toplumda; ‘başka insanların sorunlarından çıkar sağlama’yı, ‘çıkar sağlamak amacıyla özellikle sorun yaratma’yı hakim ideoloji genellikle mazur görür. Ve bunu; insan doğasının en temel, değişmez özellikleri ‘önyargısı’na bağlar.

    Yani toplumdaki hurafe; insanların ‘doğuştan’ rekabetçi, ‘doğuştan’ bireyci ve ‘doğuştan’ bencil olduğu yönündedir. Gerçek ise tam zıttıdır: ‘İnsan’ türü olarak belirli ihtiyaçlarımız vardır. Somut olarak insan doğasından bahsetmenin tek yolu; belirli insani ihtiyaçlarımızın olduğunu kabullenmektir. Arkadaşlığa ve yakın ilişkilere insanca bir ihtiyaç duyarız; olduğumuz gibi sevilmek, bağlanmak, kabul edilmek, fark edilmek ve onaylanmak için. Eğer bu ihtiyaçlar karşılanırsa; merhametli, yardımsever ve diğer insanlar için empati sahibi bireylere dönüşürüz.

    Fakat toplumumuzda sıklıkla gördüğümüz bunun tam tersine işaret ediyor; ‘insan doğasının sınırsız tahribatı.’ Çünkü insanların çok az bir kısmının ihtiyaçları karşılanıyor. İnsan doğası hakkında konuşabilirsiniz, ama yalnızca içgüdüsel olarak uyandırılmış temel insan ihtiyaçları bakımından ya da karşılandığında belli özelliklere; karşılanmadığında ise farklı bir takım tehlikeli, yıkıcı, ölümcül özelliklere sebep olan belirli insan ihtiyaçları demeliyim.

    Çok farklı şartlarda hayatta kalmamızı sağlayan, olağanüstü bir adaptasyon esnekliğine sahip ‘insan organizması’nın; belli çevresel gereksinimler veya insani ihtiyaçlar için sıkı sıkıya programlanmış olduğu gerçeğini fark ettiğimizde, ‘toplumsal zorunluluk’ belirmeye başlar. Bedenlerimizin fiziksel besinlere ihtiyacı olduğu gibi; insan beyninin de gelişiminin her basamağında ‘pozitif çevresel uyaranlar’a ihtiyacı ve/fakat aynı zamanda ‘negatif uyaranlardan’ da korunmaya ihtiyacı vardır.

    ‘İnsan davranışları’nı incelediğimizde; eğer ‘olması gereken şeyler’ gerçekleşmezse ya da ‘olMAması gereken şeyler’ gerçekleşirse, gayet açıktır ki ortaya yalnızca birbirini izleyen zihinsel ve fiziksel hastalıklar değil, aynı zamanda birçok zararlı davranış biçimi çıkacaktır.

    Bu durumda, bakış açımızı dışa doğru yönelterek ve günümüzdeki şartları hesaba katarak şu soruları sormalıyız:

    Modern dünyada kendi ellerimizle yaratmış olduğumuz koşullar, sağlığımıza gerçekten yardımcı oluyor mu? Sosyo-ekonomik sistemimizin temelleri; insanlık, sosyal gelişim ve ilerleme için fayda sağlamakta mı?

    Yoksa, toplumumuzun şu an içinde bulunduğu eğilim; gerçekte kişisel ve sosyal refahımızı yaratmamız ve korumamız için gereksinim duyduğumuz temel evrimsel ihtiyaçlarımızın tersine mi gidiyor?

    [Gabor Maté:
    Uyuşturucu madde ve alkol bağımlılığının azaltılması-önlenmesi,
    Çocukların gelişim süreci,
    ‘Stres’ üzerine eğitim veren Kanadalı doktor]

  242. “Kendisini senden daha âlim sanıp duran bir câhile ilim öğretmeğe çalışman, doğrusu büyük bir yorgunluktur.

    Bir bina, ne zaman olur da bir gün nihâyete erebilir ki, sen onu yapmaya uğraştıkça, başkası yıkmaya çalışır durur.

    Evet, bir bina nasıl tamamlanabilir ki, arkasında binlerce, binlerce ve belki daha fazla yıkıcı bulunur.”

    http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Ansiklopedisi/Detay/MUHAMMED-BIN-AHMED-EL-EZHERI/1765

  243. I’m not interested in saving the world from your “capitalism”.

    I’m just a simple man, trying to make my way in the universe.

    I’m no Superman.

    https://www.youtube.com/watch?v=SBl2l3GIFD4

    I have failed you.

    I’m sorry.

  244. Dünyada zenginlik ona dalmamaktır. Üzerinde yaşayanlar her an birer birer ölmektedir. Onu üstün tutan zillete, toplayan fakirliğe düşer. Dünyaya düşkün kimse, murâdına kavuşamaz. Bir gün olsun rahat nefes alamaz. Her gün, ayrı bir düşünce, keder getirir. Derken dünyaya o kadar dalar, ömür biter de ecel bir gün onu yakalayıverir.

    Dünya harâbdır. Şerbetleri serâbdır. Kendini kovalıyandan kaçar. Kaçanı kovalar. Nimetleri geçici, hâlleri değişicidir. Dünyaya ve buna düşkün olanlara inanılmaz. Selâmeti ve doğru yolu, ancak dünyayı terk eden kimseler bulabilir.

    Dünyada sevinen aldanmıştır. Bugün faydalı görünen dünya, yarın zarar verir. Dünyada, ümit, belâ berâberdir. Onun sevinci, hüzün ile karışıktır. Dünyada ne geleceği belli olmaz ki, beklenip tedbir alınsın. Dünyadaki arzular, yalancıdır. Emelleri boştur.

    Hiçbir sevinip gülen yoktur ki dünya ardından onu kedere düşürmesin, ağlatmasın. Dünyada hiçbir sepintiyle ferahlayan yoktur ki ardından onu belâ sağanağıyla ıslatmasın. Dünyanın şanındandır bu; sabahleyin birine yardım eder, akşamleyin ona düşman kesilir. Bir yanı tatlı olur, sindirirse öbür yanı acı gelir, yerindirir. Dünyada esenliğe kavuşup akşamı eden, mutlaka korkulara düşer de sabahlar.

    Aldatıcıdır dünya, onda ne varsa hepsi de insanı aldatır. Fânîdir, onda olanların hepsi de yok olur. Dünyadan az bir şey elde eden, ondan emin olabilecek çok şeye sahip olmuş demektir; çok şey elde edense, kendisine helâk edecek çok şey elde etmiş demektir.

    Dünya, gerçekten de onun sözünü gerçek bilene gerçeklik yurdudur; anlayana esenlik yurdu. Ondan azığını düzene zenginlik yurdudur; öğüdünü tutana öğüt yurdu. Belâsıyla belâya örnek verir; sevinciyle sevince yol gösterir.

    Yarın nedâmete düşenlerdir onu kınayanlar; başkalarıysa onu överler. Çünkü dünya onları korkutmuştur, korkmuşlardır; onlara söz söylemiştir, doğru bulmuşlardır; öğüt vermiştir, öğüt almışlardır.

  245. “Kapitalistlerin gaddarlıklarını idrak etmeye başladığınızda, kendinize ‘welcome’ diyebilirsiniz.”

    “Anti-kapitalist” hayallerinizin ne olduğunu idrak etmeye başladığınızda, kendinizi uyandırabilirsiniz.

    Aksi takdirde, birileri sizi aniden uyandırdığında korkarak şok geçirebilirsiniz:

    https://www.youtube.com/watch?v=lJN4u9rZVjw

  246. İbret gazetesinin manşeti:

    “İşte O Süleyman’lar!”

    Mustafa Koç

    Mina Başaran

    Adnan Menderes

    Fatin Rüştü Zorlu

    Hasan Polatkan

    John F. Kennedy

    Lavrentiy Beria

    Nikolay Aleksandroviç Romanov

    Talat Paşa

    Enver Paşa

    Cemal Paşa

    Muammer Kaddafi

    Saddam Hüseyin

    Faysal bin Abdülaziz el-Suud

    Diana Frances Spencer

    Dodi el-Fayed

    Muhsin Yazıcıoğlu

    Semih Terzi

    Aydoğan Aydın

    Altuğ Verdi

    Muhammed Fatih Safitürk

  247. I’m not interested in saving the world from your ‘capitalism’. I’m just a simple man, trying to make my way in the universe. I’m no Superman. I have failed you. I’m sorry.’

    [Not: ‘Scrubs’ın yıllar boyunca yayınlandığı ‘CNBC-e’ adlı kanal, 5 Kasım 2015’te kapandı; niçin? Çünkü kanalın sahibi olan ‘kapitalist patron(!)’, kanalı yaşatmaya devam etmenin kâr getirmeyeceğini düşündü.]

    ‘Superman’, bir ‘çizgi-roman karakteri’dir.

    ‘Kapitalistlerin gaddarlıkları’ ise, ‘gerçek’tir; siz kabul etmek istemeseniz de.

    Sizin, kapitalistler ile ilgilenmediğinizi ‘zannetmeniz’; kapitalistlerin de sizle ilgilenmediği sonucunu doğurmuyor.

    Charles Darwin’in ve Dilek Özçelik’in gönderdiği uyarıları unutmayınız:

    ‘Yoksullarımızın sefaletine doğa kanunları değil de kurumlarımız yol açıyorsa, günahımız büyüktür.’
    Charles Darwin’in Beagle Gemisi’nde yolculuk yaparken söylediği söz (‘The Voyage of the Beagle’, Mayıs 1839)

    Dilek Özçelik’in gönderdiği uyarı:
    1. [ https://www.youtube.com/watch?v=E0T8_BNmxfc ]
    2. [ https://www.youtube.com/watch?v=_Rh6VfHlenA ]

    ‘Kendisini senden daha alim sanıp duran bir cahile ilim öğretmeğe çalışman, doğrusu büyük bir yorgunluktur. Bir bina, ne zaman olur da bir gün nihayete erebilir ki, sen onu yapmaya uğraştıkça, başkası yıkmaya çalışır durur. Evet, bir bina nasıl tamamlanabilir ki, arkasında binlerce, binlerce ve belki daha fazla yıkıcı bulunur. Dünyada zenginlik ona dalmamaktır. Üzerinde yaşayanlar her an birer birer ölmektedir. Onu üstün tutan zillete, toplayan fakirliğe düşer. Dünyaya düşkün kimse, muradına kavuşamaz. Bir gün olsun rahat nefes alamaz. Her gün, ayrı bir düşünce, keder getirir. Derken dünyaya o kadar dalar, ömür biter de ecel bir gün onu yakalayıverir. Dünya harabdır. Şerbetleri serabdır. Kendini kovalıyandan kaçar. Kaçanı kovalar. Nimetleri geçici, halleri değişicidir. Dünyaya ve buna düşkün olanlara inanılmaz. Selameti ve doğru yolu, ancak dünyayı terk eden kimseler bulabilir. Dünyada sevinen aldanmıştır. Bugün faydalı görünen dünya, yarın zarar verir. Dünyada, ümit, bela beraberdir. Onun sevinci, hüzün ile karışıktır. Dünyada ne geleceği belli olmaz ki, beklenip tedbir alınsın. Dünyadaki arzular, yalancıdır. Emelleri boştur. Hiçbir sevinip gülen yoktur ki dünya ardından onu kedere düşürmesin, ağlatmasın. Dünyada hiçbir sepintiyle ferahlayan yoktur ki ardından onu bela sağanağıyla ıslatmasın. Dünyanın şanındandır bu, sabahleyin birine yardım eder, akşamleyin ona düşman kesilir. Bir yanı tatlı olur, sindirirse öbür yanı acı gelir, yerindirir. Dünyada esenliğe kavuşup akşamı eden, mutlaka korkulara düşer de sabahlar. Aldatıcıdır dünya, onda ne varsa hepsi de insanı aldatır. Fanidir, onda olanların hepsi de yok olur. Dünyadan az bir şey elde eden, ondan emin olabilecek çok şeye sahip olmuş demektir, çok şey elde edense, kendisine helak edecek çok şey elde etmiş demektir. Dünya, gerçekten de onun sözünü gerçek bilene gerçeklik yurdudur, anlayana esenlik yurdu. Ondan azığını düzene zenginlik yurdudur, öğüdünü tutana öğüt yurdu. Belasıyla belaya örnek verir, sevinciyle sevince yol gösterir. Yarın nedamete düşenlerdir onu kınayanlar, başkalarıysa onu överler. Çünkü dünya onları korkutmuştur, korkmuşlardır, onlara söz söylemiştir, doğru bulmuşlardır, öğüt vermiştir, öğüt almışlardır. İbret gazetesinin manşeti. ‘İşte O Süleyman’lar!’ Mustafa Koç, Mina Başaran, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, John F. Kennedy, Lavrentiy Beria, Nikolay Aleksandroviç Romanov, Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa, Muammer Kaddafi, Saddam Hüseyin, Faysal bin Abdülaziz el-Suud, Diana Frances Spencer, Dodi el-Fayed, Muhsin Yazıcıoğlu, Semih Terzi, Aydoğan Aydın, Altuğ Verdi, Muhammed Fatih Safitürk.’

    Yine, beyninizdeki zevzeklik çuvalınızda taşıdığınız, birbiriyle hiç ilgisi olmayan zevzeklikleri sıra sıra dizmişsiniz, yine bu siteye getirip dökmüşsünüz. Yazık.

    ‘Richard Dawkins’ten bahsetmeniz, tecrübe edinmeye yaklaştığınıza işaretti; fakat, beyninizde taşıdığınız zevzeklik çuvalı sizin için büyük engel. Bu davranışınızdan vazgeçebilirsiniz, gayret ediniz.

    Dawkins (d. 1941) başta olmak üzere; Daniel Dennett’ın (d. 1942), Mircea Eliade’nin (1907-1986), (dahası var); bulgularını ve tespitlerini araştırırsanız; ‘bu dünya ne kadar gerçek?’ sorunuza cevap(lar) arama yolculuğunuzda size epey yardımları dokunur. (Not: ‘Nihai cevap[lar] bulamama ihtimali’ni daima aklınızın bir köşesinde bulundurunuz.)

    [Bir tavsiye daha:

    ‘Arayış: Tarih ve Dinde Anlam’ (Mircea Eliade, 1969)

    https://www.kitapyurdu.com/kitap/arayis/423383.html]

    ‘Anti-kapitalist’ hayallerinizin ne olduğunu idrak etmeye başladığınızda, kendinizi uyandırabilirsiniz. Aksi takdirde, birileri sizi aniden uyandırdığında korkarak şok geçirebilirsiniz.’

    Kapitalizme karşı mücadeleler, hayal değil, ‘gerçek’tir; siz kabul etmek istemeseniz de.

    Kapitalistlerin gaddarlıklarını idrak etmeniz için; kapitalistlerin yıkıcı, ölümcül hamlelerine bizzat maruz kalmanız gerekmiyor.

    Maruz kaldığınızda geçireceğiniz ‘şok’un neler olabileceği ile ilgili ‘Leonard Cohen’ sizi uyarıyor; ıskalamayınız:

    ‘Everybody Knows’ (1988)

    [ https://www.youtube.com/watch?v=Gxd23UVID7k ]

  248. Are there backward, dogmatic, blind, ignorant people who still stick to Stone-Age remnant “anti-capitalist” ideology?

    Never read after “Zevzeklikte ısrarı bırakmak mümkün [7] 24 Eylül 19 / 12am”, by the way.

    Such a waste of time.

  249. ‘Are there backward, dogmatic, blind, ignorant people who still stick to Stone-Age remnant ‘anti-capitalist’ ideology?’

    Kapitalizme karşı mücadeleler; ‘backward, dogmatic, blind, ignorant’ değildir, siz kabul etmek istemeseniz de.

    Kapitalizme karşı mücadeleler; ‘ideoloji’ değildir, siz kabul etmek istemeseniz de.

    Eğer ‘Taş Devri Ekonomisi’ hakkında tecrübe edinmek isterseniz, antropolog Marshall Sahlins’in kitabı size yardımcı olabilir:

    [ https://www.kitapyurdu.com/kitap/tas-devri-ekonomisi/244301.html ]

    ‘Never read after ‘Zevzeklikte ısrarı bırakmak mümkün [7]’, by the way. Such a waste of time.’

    Kapitalistlerin gaddarlıklarını ıskalamaya devam ettiğiniz müddetçe; zamanınız dahil olmak üzere pek çok şeyinizi kaybedeceksiniz.

    Kapitalistlerin gaddarlıklarını ıskalaMAmak için; Charles Darwin’in ve Dilek Özçelik’in gönderdiği uyarılar size yardımcı olabilir, anlamaya gayret ediniz:

    ‘Yoksullarımızın sefaletine doğa kanunları değil de kurumlarımız yol açıyorsa, günahımız büyüktür.’
    Charles Darwin’in Beagle Gemisi’nde yolculuk yaparken söylediği söz (‘The Voyage of the Beagle’, Mayıs 1839)

    Dilek Özçelik’in gönderdiği uyarı:
    1. [ https://www.youtube.com/watch?v=E0T8_BNmxfc ]
    2. [ https://www.youtube.com/watch?v=_Rh6VfHlenA ]

  250. “Kapitalizm”, insan toplumlarının evriminin son aşamasına verilebilecek olan bir isimdir.

    İlkçağ = Yunan-Roma vb. = Kölecilik

    Ortaçağ = Roma-Germen, Bizans, Selçuklu vb. = Feodalizm = Tarım Toplumu

    Yakınçağ = ABD, Birleşik Krallık, Fransız Devrimi, Sovyet Devrimi vb. = Kapitalizm = Sanayi Toplumu

    gibi.

    Başka bir ifadeyle:

    “Kapitalizm” yok.

    “Sanayi Toplumu” var.

    Bu gerçeğin farkında olan “Medeniyet Karşıtları” da işte tam da bu yüzden “Medeniyet”e külliyen karşılar.

  251. “kapitalist dünyanin tamamiyla rekabet üzerine in$a edildigini, kimse inkar etmiyor [..]”

    Araya luzumsuz kelimeler sIkistirarak, fuzuli seyler soyluyorsunuz.

    Sunu demek istiyorum: Su cumlenizdeki ‘kapitalist’ kelimelerini cikarmagi deneyelim:

    “dünyanin tamamiyla rekabet üzerine in$a edildigini, kimse inkar etmiyor [..]”

    Gorulecegi uzere, bu, hakikati cok daha iyi temsil ediyor.

    Ama, siz, ‘kapitalist’ takintiniz yuzunden, hep eksik tariflemek zorunda kaliyorsunuz.

    Ben, siz bu zihinsel prangalarinizdan kurtulasiniz diye ugrasiyorum.

    “fakat örnek, göcmen ku$larda böyle bir davrani$ görmüyoruz.”

    Yeterince dikkatli bakmadiginiz icindir.

    Gocmen atmaca ve sahinler bu davranisi pekala gosterirler.

    “insan denilen canlinin bilincli bir tercihle kurdugu toplumsal bir düzeni ve bu düzenin i$leyi$ prensiplerini, ilkelerini bazi hayvanlarin icgüdüsel davranislariyla karsilastirip, ‘insanin davranisida icgüdüseldir, icgüdüsel olanida elestirmek yanlistir, cünkü insanin elinde olan birsey degil’ diyen teorilerin amaci, mevcut sistemin varligini ‘me$ru/dogal’ olarak göstermeye calismak oldugu belli.”

    Bu, en az iki bakimdan eksik/hatali bir analiz.

    Birincisi, ozunde (sifir noktasinda) insanlarin da tam olarak boyle davranabildiklerini gosteren cok ornek var. Bunlari iskaliyorsunuz.

    Bir ornek: Ayni anda birden fazla bebek sahibi olmus herhangi bir anneye sorabilirsiniz. Annenin memesine (beslenme kaynagina) yonelik hayli sert bir rekabet vardir. Bunu o bebeklere ‘kapitalizm’ ogretmis degildir.

    [Anne karninda, rahminde, ikizini olduren bebeklerin gozlemlendiginden hic bahsetmeyelim.]

    Simdi gelelim ikinci sallamaniza.

    ‘Mesru’ ile ‘dogal’in ayni sey oldugunu saniyorsunuz –ya da benim oyle sandigimi saniyorsunuz.

    Alakasi yok.

    Ben, ‘dogal’ derken, baska (dissal) herhangi bir kisitlama ya da yonlendirme olmaksizin yonelinen davranis bicimlerinden bahsediyorum. [Anne memesine yonelik rekabet, mesela.]

    ‘Mesru’ ise, sozkonusu bireyin disindakiler tarafindan ‘kabul edilir bulunan’dir. Bu toplum olabilir, ya da muhatap olunan bir baska birey.

    [Annenin, bebeklerin arasindaki rekabeti ‘mesru’ bulmayip, esitlik yonunde mudahalede bulunmasi buna ornektir. Anne, olumcul rekabeti ‘mesru’ bulmamistir.]

    Baska bir deyisle, ‘dogal’ olan herseyin toplum tarafindan ‘mesru’ kabul edildigini/edilecegini farzedemeyiz. ‘Rekabet’ de bunlardandir –icinde bulunulan sartlara ve yogunluk derecesine bagli olarak, mesru kabul edilebilir veya edilmeyebilir.

    Kavramlari birbirine karistirmakta israr ettiginiz icin, sizdeki kafa karisikligini gidermek zor oluyor.

    “dikkat edilirse, nazilerin ‘hayat, tipki hayvanlar aleminde oldugu gibi ancak güclünün ayakta kalabildigi bir mücadeledir’ propagandasi, nazi rejiminin daha sonra yapacagi katliamlarin ideolojik gerekcesi oluyor. yani nazi rejimi bu propagandayi, alman toplumunu kendi icraatlarina ikna etmek, onlari taraftar olarak kazanmak icin yapiyor ve nazilerin bu propagandalarla cogu almanin destegini aldiklari biliniyor.”

    Bu hikayeden ‘Nazi’ kelimesini cikarip bir de oyle okuyun. Ardindan da, ‘cogu Alman’in neden hemfikir oldugunu tefekkur edin.

    Baska bir deyisle, kendinizi anti-Nazi saplantilardan kurtarip, o gunku sartlarda, nede