Türkiye’de üç savaş birden yaşanıyor; emekle sermayenin ‘sessiz savaşı’,ulusal haklarını arayan Kürdün savaşı ve sermaye grupları arasındakiegemenlik savaşı, yani onların savaşı…
Uluslararası finans çevrelerinin yayın organlarından biri olan Wall StreetJournal, sermaye grupları arasındaki egemenlik savaşına, “Türkiye’dedinci ve laik elitler arasında(ki) kansız iç savaş” diyor.
AKP karşıtlarını Kemalist ya da darbeci, darbe karşıtlarını ise Fettullahçıya da AKP’li sayan hatırı sayılır bir taraftar kitleyi de oluşturan bu savaşıntarihsel arka planına bir göz atmakta yarar var:
Hikaye, cumhuriyetin kuruluşuyla başlıyor. Cumhuriyetin kurucu gücüaskerdir. Ve Kemalizm, kurucu gücün ideolojisidir. Bu yüzden Cumhuriyetsonrası – ‘çok partili rejim’ öncesi iktidara Kemalist iktidar deniliyor.
Kemalist iktidarın ilk işlerinden biri devlet eliyle milyonerler yaratmakolmuştur. “Efendiler, isteriz ki memlekette çok ve çok milyonerlerolsun” sözü Mustafa Kemal’e aittir. Cumhuriyetin kuruluş aşamasındahenüz ‘cılız bir çocuk’ durumunda olan burjuvaziyi büyüten Kemalistiktidardır. Denilebilir ki, Türkiye burjuvazisi, Kemalizmin eseridir.
Kemalist ideolojiyle büyüyen geleneksel sermaye, İkinci Savaşsonrasında, uluslararası sermayenin demokrasicilik oyununa dahil oldu veböylece memleket ‘çok partili rejim’ ile tanıştı.
14 Mayıs 1950’de yapılan seçimde Kemalist parti CHP’nin yeriniDP aldı. Fakat, ezici bir çoğunlukla iktidara çıkan DP’liler, zafersarhoşluğu ile Kemalist geleneğe ‘dokunmaya’ başlayınca, 27 Mayıs1960’da, cumhuriyetin kurucu gücü askerlerin gazabına uğradılar.
27 Mayıs Darbesi’nden sonra, artık “memleketi adam gibi yönetemezsenizdarbemi yapar, tepelerim!” diyen bir ordu vardır ve kendini rejiminkoruyucusu olarak vazifelendirmiş Kemalist ordu gerçekten de dediğiniyapmaktadır.
Diğer yandan, 70’li yıllarda, uluslararası sermaye ile işbirliği içinde ‘mutlu
mesut’ bir hayat sürdüren geleneksel sermayenin huzuru, küçük –orta sermaye gruplarının ‘yakınmaları’ ile bozulmaya başlar. Tekel dışısermaye grupları, iktisadi hayatın neredeyse bütününü kontrol eden vepastadan aldıkları payı büyütme bahsinde sınır tanımayan gelenekselsermaye yüzünden büyüme özlemlerini gerçekleştirememekte, dahasıartan oranlarda erimektedir.
Bilindiği gibi, sermayenin bu ‘mağdur’ kesimleri siyasi bir güç oluşturmaihtiyacı duydular ve İslam ideolojisine sarıldılar. İslam ideolojisiyle siyasetyapan ve kendilerini ‘Anadolu sermayesi’ şeklinde ifade eden ‘mağdurlar’,bütün engelleme çabalarına karşın bir güç oluşturmayı başardılar vememleket idaresine ortak olmaya başladılar.
Laik cumhuriyetin koruyucusu olduğunu düşünen ordu, İslam ideolojisinikullanarak siyaset yapan sermayenin ‘mağdur’ kesimleri ile egemensermaye arasındaki çıkar çatışmasını büyük bir hassasiyetle izlemeyealdı. Ve görülen lüzum üzerine, “şeriat tehlikesinin önünü kesmekmaksadı ile gerekli müdahalelerde” bulundu. Ordunun son etkilimüdahalesi 28 Şubat 1997’de gerçekleşti.
Aynı dönemde, İslam coğrafyasında sosyalist ideolojinin önünü kesmekiçin İslam ideolojisini yayan ve İslamcıları destekleyen emperyalizminYeşil Kuşak Projesi revize edilmiş, bunun yerine Ilımlı İslam Projesihazırlanmıştır. Ilımlı İslam Projesi’nin merkezi uygulama alanı iseTürkiye’dir.
ABD’nin ve AB’nin stratejistleri ve teşkilatçıları, Ilımlı İslam Projesi’ninTürkiye’deki uygulayıcısı olarak Fettullahcılar dahil pek çok cemaatlebirlikte, yakın geçmişte ordunun hışmına uğramış Refah Partisi’nin yeninesil kadrolarını ‘örgütlediler’ ve Türkiye siyasetine ‘nur topu’ gibi bir siyasiparti kattılar; AKP…
ABD’nin ve AB’nin aktif desteğini alan AKP işe çok hızlı başladı. BüyükOrtadoğu Projesi ve Ilımlı İslam başlığı altında kendisine verilen bütünödevleri ‘başarıyla’ yerine getiren AKP, bir yandan da kendisini vareden ve ‘anlamlı kılan’ sermayenin ‘ehli müslim mağdur kesimleri’ni ihyaetmeye başladı.
Uluslararası sermayenin gönüllü taşeronluğunu üstlenen eskininşeriatçıları, ‘dünya işlerini’ öncelemeyi tercih ettiler; eskinin ‘mağdur’sermaye grupları AKP sayesinde büyük bir hızla palazlandılar vegeleneksel sermaye erbabının 70 – 80 yılda ulaştığı düzeye 7 – 8 yıliçinde ulaştılar. Eskinin ‘mağdurları’ yeni egemenler haline geldiler.
Bu durum Kemalist ideolojiye yaslanarak bugünlere gelen gelenekselsermayeyi ve bağlaşık güçleri ‘harekete’ geçirmeye yetti. Ilımlıİslam Projesi’nin gözü kara uygulayıcısı AKP’ye karşı ‘şeriattehlikesi’ vurgusuyla başlayan tasfiye eylemlerinin asıl nedeni budur.
Ne var ki, AKP tasfiye edilemiyor; tam tersine, AKP’yi tasfiye etmekisteyenler tasfiye edilme ‘tehlikesi’ ile karşı karşıyadır. AKP’nin tasfiyesinedönük bütün girişimler ABD ve AB tarafından engelleniyor; “memleketiadam gibi yönetemezseniz darbemi yapar, tepelerim!” rahatlığındakiordunun bütün darbe planları deşifre ediliyor ve generaller darbe girişimisuçlamasıyla tutuklanıyorlar.
Velhasıl, toplum bilincine “dinci ve laik elitler arasında(ki) savaş”şeklinde yansıtılan bu savaş, gerçekte, seksen yıllık iktisadi ve siyasiegemenliğini Kemalist ideolojiye yaslanarak sürdüren geleneksel sermayeile daha düne kadar ‘üvey evlat’ muamelesi gören ve fakat uluslararasısermayenin gözde taşeronu konumuna ‘yükseltilen’ AKP’nin sınırsızdesteğiyle kısa sürede palazlanan Anadolu sermayesinin ‘ehli müslim’ hürteşebbüs erbabı arasındaki egemenlik savaşıdır.
Ve soru şudur; emeğin ve insanlığın özgür geleceğini dert edinen birdevrimci, bu savaşta nerede durur ve ne yapar?..
Kanımca bu soruya şöyle bir yanıt verilebilir: Emek dünyasınındevrimcisi, öncelikle bağımsız siyasi duruşunu korumayı bilmelive mümkünse, sermaye grupları arasındaki egemenlik savaşı ileoluşan durumdan ‘devrimci bir vazife’ çıkarmalıdır. Fakat şayet bunugerçekleştiremeyecek kadar zayıf bir durumdaysa, oturup ‘yazıklanabilir’,ama asla onların savaşında bir taraf olamaz!..
Sadık Varer
www.enternasyonalle.com