O. Gürsel/İktidar’ın Tekmesi ve İp’i… “Kör Kuyuya” tekme ile atılanlara sarkıtılan ip…
Kör kuyular, cinayetler sırdaşıdır; daha doğduğu gün hayata “kimsesiz” başlamış nice kız çocuğunun, yıllar sonra “töre-kadınlara nizam verme” adına katledilmiş ergen bedenlerini utanmazca saklar! Olduğu gibi acı’ya, ağıt’a kesmiş Kürt diyarının kuyuları, yakın alçaklık tarihinin de sessiz tanıklarıdır. “Kürdistan’da yaşanan 15-20 bin faili meçhul cinayet var. Tüm ısrarlara ve suç duyurularına rağmen, halen açılmayan kuyular cesetlerle doludur.” Kuyulara insan gömmek bu topraklarda egemen zorbaların çok iyi bildiği bir “klasik” yöntemdir! “Kuyucu Murat Paşa… ‘Kuyucu’ lakabını öldürttüğü Celali isyancılarının ve onların destekçilerini ölü ve diri derin kuyulara gömdürmesi nedeni ile almıştır.”
Kuyulara her zaman cesetler gömülmez. Unutturulmak istenilenler, seslerinin duyulması istenmeyenler, “konjonktür” uygun olmadığında kuyulara canlı olarak gömülür. Hayatın ve siyasetin hızlandığı bir çağda o “kuyuya gömülenlere” gün gelir, ihtiyaç hasıl olur! (Ayrı bir örnek de A. Öcalan.)
***
İ. Başbuğ cezaevinden çıktı. Salt insani olarak bakıldığında, başından beri onurlu, dik durduğu söylenmeli. En azından bu ülkenin adalet-siyaset “gelenekleri” ve yargılama usulleri içinde adaletsizdi ona yapılanlar. Genel olarak TSK subaylarının ezici bir çoğunluğu da yine bu ülkenin siyasi-toplumsal-ahlaki tarihsel sürecinin meşruiyetine sığmayacak, adaletsiz, uydurulmuş bir hukuk-ceza komplosu ile bir siyasi “tercih” olarak “içeri tıkıldılar!” İktidara “dikensiz gül bahçesi” sunma adına, “TC bahçesinin”, tüm “bitki örtüsü” yakıldı; kapkara dumanlı bir yakın geçmişti olan, biten. (Bu “toz-duman” dağılmış da değil…)
Son 7-8 yılı Kafkaesk bir roman kurgusunda yaşadık. Sanki tüm olaylar, bilinenin bilinmiyormuş gibi yapıldığı, inanmayanın inanmış göründüğü, belirli olanın belirsizlik sürecinde varsayıldığı, görünenin, görülmeyen karşısında görünmez olabileceğinin mümkün olduğu bir “kasabada” geçiyordu.
Subayların yargılanış süreci, baştan sona, örneğin İspanya’dan çıkıp, İtalya’ya gelerek insanları “akıl dışı” iddialarla suçlayan Engizisyon mahkemeleri mantığı içinde gerçekleşti. Yargılayıcıların kendisi olmasa da “iddia-deliller” gerçekten de “dışarıdan” gelmişti! “Sanıkların” savunmaları “haklı olarak” hiç dinlenmedi, çünkü Engizisyon “işkence altında alınmamış ifadeyi değersiz bulurdu! Bu Kafka “davası” sürecinde geçen yıllar, yalnızca oyalanılan “kör” bir zamandı; yalnızca kurbanların atılacakları “kör kuyular” aranıldı…
Sonra “17 Aralık” depremi ile bilinen insan mantığının çözemediği bir “suç-ceza” kurbanlarının atıldığı o “kör kuyunun” kimi duvarları yıkıldı; iktidarın çatlamış duvarları, “Tanrı gölgesinin” yırtılmış dokuları arasından, o karanlık kuyuya gün ışığı sızdı… (*)
*
İktidar, muktedir olmak isteyenlerin “”tanrının gölgesi” karşılığı “ruhlarını sattıkları” bir alış-veriştir. Milyonlarca insana hükmetme hırsı ile yanıp, tutuşan, her şeyin en doğrusunu bilme-dayatma iddiası taşıyan mutlak iktidar tutkusu, daha baştan komplocu olmak zorundadır. Animasyon filmlerde kötü adamların “dünya benim olacak” cümlesinin ardından koyverdiği o iğrenç kahkahalar, bir “satılmış ruhun” arkasında kalan kabuk gövdenin yalnızca çıkardığı ses değildir; duygu ve zihnin yozlaşmaktan kaçınamayacağı bir diyalektik süreçtir. İnsanın sesini, gülüşünü bile kirletir! Mutlak iktidar arzusu, mutlak komploculuğu zorunlu kılar! Mutlak cinayetler, mutlak zorbalıklar, mutlak adaletsizlikler bu hasta arzunun kaçınılmaz ürünleri, kaçamayacağı-işleyeceği insanlık suçlarıdır. Bu suçlara her insan kolayca ortak olamaz! -Sahi, Stalin’in eşi neden intihar etmişti…-
Ah o iktidar!
Tüm yollar O’na çıkar; dereler, ırmaklar, nehirler, avrolar, dolarlar hep O’na akar! O besler tarlaları, bahçeleri; kanallarından bıraktığı su dilediğine akar; aktığını ihya, akmadığını sefil eyler! Tanrı’nın gölgesi o; gölge ettiklerine zindan karanlığı, izin verdiklerine güneşli asma bağlarında en derin hazlar bağışlar!
İktidar! Görünmez gözeneklerinden yağlar akıtır, köpekler yalar, yalar hep açtırlar ama! Artakalanlar için sinekler bayram yapar. Ah o koku! İktidarın boşalttığı gaz bile, medya dünyasının ünlü ‘gaz gurmeleri’ için bir misk-ü amberdir! İktidarın zulüm gayretiyle akıttığı ter… Ab-ı hayat suyu… Bunu içer, böyle yazarlar. Yaladıkları pabuçların şavkı, gözlerini kamaştırır; bakamazlar pabucun sahibine! Kirpikleri titrer.
İktidar o! Kuyulara adam indirir ve çeker çıkarır! Hikmetinden sual soramazlar! Bu danışıklı, gösteri siyasetinin olağan çamurlu akışında olur ya bir gazeteci “muktedire” sorsaydı… “Kuyudan adam çıkartıldığı söyleniyor… ?” Bu anın tasavvuru, bir insana yapılan işkenceyi seyretme arzusu gibi görünebilir… Tamam, sorulmasın!
Kuyu siyaseti “Derin” bir siyasettir…
TC’nin “genleri” harekete geçip, kendini onaracak mı? Terminatör’de darmadağın metal-plazma nasıl da bir sıvı yağ gibi akarak tek parça olup, dirilmişti. Bu mu yaşanılacak? Bu ülkede hiç bir şey imkansız değildir!
“Kuyudan adam çıkarmak deniyor buna. Geçmişte İsmet Paşa yapmıştı. .. başta eski Cumhurbaşkanı C. Bayar olmak üzere eski Demokrat Partililere af, siyasi haklarını iade operasyonu olmuştu bu…(A. Özgürel. Radikal)
İktidar oyununun acımasız dünyasında güçlü bir “muktedir” için “kuyudan adam çıkarma siyaseti”, ancak bu oyundan yorulanlar-kaçanlar için belki bir “bağışlama” olarak gerçekleşebilir. Bazen her hangi bir nedenle de “el öpmeye” hazır olana, “pişmanlık ve sadakat” bildirene de “ip sarkıtılabilir.”
Ama zayıflamış “muktedirler”, “müflis tüccar” açmazında çaresiz kalanlar zamanında tekmeleyip attığı kuyudaki “eski kurbanına” ittifak sunabilir; artık kaybedecek ne kalmıştır ki! Sonra “kurbanların” kimisi de derslerini almışlardır! “Irak tezkeresi” ve “Kürt siyasetindeki” katılık “herkesi çok üzmüştür!”
Belki de en önemli sebep, yerli ve yabancı sermayenin çıkarları, Ortadoğu’ya ek, bir de Ukrayna-Rusya meselesi göz önüne alındığında, Laik-Antilaik uzlaşma temelinde “Güçlü bir Türkiye-Güçlü bir TSK”, Emperyal Batı’nın siyaseti adına bu ittifak, “akla uygun” bir taktik görünüyor.
O. Gürsel
————————————————————————————————-
(*) İnci Hekimoğlu Yurt Gazetesindeki köşesinde 8 Mart’ta yazıyor.
“Tahliyelerin Arkasındaki ‘Karanlık’ …anayasayı askıya alma, bir kesimi bir kesime karşı kışkırtma… say say bitmeyecek bir dizi suçla tek başına kalan… Erdoğan, önünde kalan tek seçeneğe sarılmış görünüyor: Eski dostlarla düşman olurken, eski düşmanlarla dost olmak… Ergenekon sanıklarının yüzlercesinin serbest bırakılmasının arkasındaki mantık, yeni ittifaklar yedekleme arayışından başka bir şey değil. (abç) Elbette ki Ergenekon, Balyoz gibi davalarda haksız yere tutuklanan ve sahte delillerle içeri atılan yüzlerce insanın, başta da siyasetçi, yazar ve gazetecilerin nihayet özgürlüğüne kavuşması sevindirici. Ama yıllarca yatırdıktan, itibar katliamı yaptıktan sonra; jet hızıyla yasal değişiklikler yapıp dışarı çıkarmalarının ardındaki niyetleri iyi görmek gerekir. Geçen hafta yapılan MGK toplantısında alınan ‘topyekun savaş’ kararının ardında anlaşılan o ki; yeni pazarlıklar ve henüz ne kadar süreceğini bilmediğimiz ittifaklar yapılmış. Nitekim Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, yolsuzluk iddialarını geçiştirip, Cemaat yapılanmasına işaret ederek “Efendim, yolsuzluk iddiaları var. Yolsuzluk varsa, elbette üzerine gidilsin. Ancak, seçimle gelen iktidar seçimle gitsin. Seçim dışı manevralarla iktidardan uzaklaştırma girişimleri darbeye girer” demesi, bu pazarlığın işareti olarak yorumlanabilir….(abç) Ayrıca bu karambolde; gece yarısı, sessiz sedasız Hrant Dink Cinayeti’nin en önemli ismi Erhan Tuncel’in de serbest bırakılması, devlet içindeki o eski aklın yeniden oyuna dahil olduğunu gösteriyor. Çünkü; serbest bırakılanlar arasında JİTEM’in kurucusu Veli Küçük’ün Samsun ve Trabzon’u örgütlemek üzere görevlendirdiği söylenen mafya babası Sedat Peker, Susurluk sanıklarından İbrahim Şahin gibi, eski derin devletin önemli isimlerinin de bulunması; önümüzde yeni bir dönemin açıldığını gösteriyor…”
RTE ve AKP, mevcut Türkiye tablosunda yeni bir strateji belirleyecek, onu hayata geçirecek bir güce sahip midir?
Buna “evet” demek zor.
RTE’nin, Fethullah Cemaatine hücumları, AKP’nin her daim siyasi muhaliflerinin tahliyeleri, “yeni bir stratejik ortaklığın” işareti olabilir mi?
Buna da “evet” demek zor.
Son gelişmeler, iktidarın… (genel seçim havasına bürünen) 30 Mart seçimleri öncesinde, “can havliyle” giriştiği taktik hamlelerden öteye bir anlam taşımıyor.
Birkaç yüz bin oyu bile, hayati önemde gören RTE, (AKP içerisinde muhtemel itirazları bastırmak kararlılığı ile) Ergenekon sanıklarının tahliyelerine yol açan düzenlemeleri, “ustaca” gerçekleştirmiştir.
Tahliye olanların büyük bir bölümünün “YENİ CHP” çizgisine şiddetli itirazlarda bulunduklarını, özellikle Doğu Perinçek’in, “mızrağın sivri ucunu” uzun zamandır CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na çevirdiğini, İP’in kazanma şansı sıfır olsa da, bir çok seçim çevresinde adaylar çıkarttığını biliyoruz.
Buna ek olarak Yalçın Küçük’ün, Tuncay Özkan’ın, CHP tabanının kafasını karıştıracak eylemlere başvuracağını tahmin etmek de zor olmasa gerek.
Özet olarak, Ergenekon sanıkları, koro halinde “bizi halkımız tahliye ettirdi” dese de, aslında, onları tahliye eden güç, RTE’dir ve RTE’nin taktik hesaplarından ibarettir.