Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

O. Gürsel / Dinsel Tinsellik, Zorbalığa boyun eğmiştir. Hem de “Tinsellikten” vazgeçmeden! Yabancılaşmış Tinsellik… (3)  

Din, Duyurular, Konuk Yazılar, O.Gürsel Yazıları

 

Egemen zorba “yazıcıya” buyuruyor. Tarih’i yazdırmak üzere “Bu böyle yazıla, böyle biline!” Bir zorba egemenin, diğer zorba egemene en büyük tehdidi, “seni tarihten sileceğim!” Zorbalar şu “ölümlü dünyada” hasta ve korkak hırslarının ateşi içinde, arkalarında tiksinilecek “leşlerini” bırakıp gittiler; gerçek şairler ise “ölümsüz”, anılmaya değer olanları yazdı…

 

Ölü mü denir şimdi onlara
Durmuş kalpleri çoktan
Ölü mü denir şimdi onlara
Kımıldamıyor gözbebekleri
…En büyük limanlara demirlemiş
En büyük gemiler gibi
Kımıldamıyor gözbebekleri…

Ölü mü denir şimdi onlara.
..Belli ki çok beklemişler
Kabuğundan çıkan bir portakal gibi gelen sabahı
..Geçirmiyor gövdeleri soğuğu
Geçirmiyor sıcağı da
Ve ikiye ayrılmış bir nehir gibi bacakları
Akıyorlar sonsuza
Ölü mü denir şimdi onlara.” (E.C.)

 

Zorbalar ya hayvani hazların ağır bastığı, ya da  bir “Tinsel Gurur”; insanlara hükmedebileceğini sanma budalalığıyla; her daim aç, doymak bilmez bir vahşi hayvan saldırganlığıyla yaşadı; yaşıyorlar da! Ölümlerinden sonra geçen zaman büyüdükçe, adları ve anıları her zaman küçüldü. “Ne kendi etti rahat, ne kimseye verdi huzur!”

 

Ama  “İnsanlık Ruhu” taşıyan ve bu yolda ölenlerden geriye her zaman güzellikler kaldı.

 

Yenildiler… Yenenler, yenilenlerin
dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
kılıçlarının kanını…

Bedreddin gülümsedi.
Aydınlandı içi gözlerinin,
dedi: – Madem ki bu kerre mağlubuz
netsek, neylesek zaid.
Gayri uzatman sözü…

 

Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.” (N.H.)

***

Kitlelere öğretilen Tarih, zorbaların şefliğinde, insan türünün “arkaik” arzularının da kışkırtılmasıyla gerçekleşmiş “katliamlar ve tahakkümler” tarihidir; yüz yıllar öncenin “ortak nedenleri” o güne ait bir “mazeret” olarak kabul edilse de, bugün “yağmacılar elebaşısı” olduğunu bildiğimiz zorba hükümranlar,  nasıl oluyor da hala utanmaksızın övülebiliyor?

 

Traji-Komiktir! Komşu halkların biriktirdiklerini çalmak için gerçekleştirilmiş saldırılar, “zavallı” ilk okul bebelerine, “Fetih” adı altında, övgü dolu cümlelerle anlatılıyor.

Sadrazam padişaha bildiriyor; “Devletlum!  Hazine boşalmıştır!” Yanıt biliniyor. “Hımmm! Tiz sefer eyleyelüm!”

Bu zorba adamlara ait övgülemeler küçücük çocuklardan başlayarak tüm “ulusu”, yüz yıllar sonra bile benzer cinayetlerin “suç ortağı” etme ve yağma planlarından vazgeçilmediğinin kanıtı olmalı. Suriye meselesi de bu nedenle bizim “iç işimiz” oluvermiştir!

“Planları” vardı! Hala da vardır! Y. Sultan Selim de bu planların “idolü!” Örneğin İstanbul Boğazında yapılan köprüye verilen Yavuz Sultan Selim adı bir rastlantı değil! Bu köprü, 400 yıl öncenin Alevi katliamlarını günümüze ve günümüz Şii  cinayetlerine de bir meşruiyetle “bağlayacak” simge ümidi ile adlandırılarak yapılmakta!

*

İnsanlık tarihinin daha geriye gitmeden son beş bin yılının da yüzde doksan dokuzunun katliam, yağma, cinayet, işkence, tahakküm olduğunu biliyoruz! İşte tüm bunlar olup biterken, Din adına “yollara düşenler” ne yapmışlardı?

Hep aynı hikaye; Dinsel ya da siyasal “özgürlük savaşçıları” ne zaman iktidar oldular, ya da iktidarın bir parçası; o “tepedeki” tahakkümle uzlaştılar, tahakkümün kendisi ya da bir parçası oluverdiler…

Din’ler bu dünyaya hep yenildiler! Bir söz vardır; “agnostikler utangaç ateistlerdir”; zamanı geldi artık söylemenin!

Dinciler, utangaç kaba materyalistlerdir! Ne mutlu bize; AKP ve RTE ile bu “gerçeği” bire bir yaşıyor, anlıyoruz!

*

On binlerce yıl “kabileler” artan nüfusunu beslemek veya kuraklık vb. nedenlerle “zorunlu” olarak bir diğer kabileye saldırdı, yağmaladı; “yabancı” kabilenin hayat alanını işgal etti. Bu özünde “yaşamak için öldürmek” eylemi, Tabiat açısından anlaşılabilir bir “ilişkiydi.” Çok sonraları insan “uygarlaştıkça” “ganimet” edinmeyi, haraç almayı, yenilen “kabilenin” erkeklerini, kadınlarını, çocuklarını birer “köle”, bir eşya gibi kullanmayı da öğrendi; İbrahimi Dinler de bu aşamada ortaya çıktı. “Bu Dinler”, yaşadıkları dönemin “çağdaş uygarlık” ilişkilerini meşru saydı! Ayetler, “tanrı Kelamı” bu “reel hayat” üzerine yazıldı…

 

Ex.21:20. 20 “Bir adam erkek ya da kadın kölesini değnekle döverken öldürürse, kesinlikle cezalandırılacaktır…. Ex.21:21. 21 Ama köle hemen ölmez, bir iki gün sonra ölürse, köle sahibi ceza görmeyecektir. Çünkü köle onun malı sayılır… Lev.25:4444 “Köleleriniz, cariyeleriniz çevrenizdeki uluslardan olmalı. Onlardan uşak ve cariye satın alabilirsiniz.  Lev.25:45 45 Ayrıca aranızda yaşayan yabancıların çocuklarını, ister ülkenizde doğmuş olsun ister olmasın, satın alıp onlara sahip olabilirsiniz”(İncil)

 

İnsan “anlayamadığına” daha çok saygı duyar! Ve savaş nedenleri, yağma gerekçeleri  değiştirildi; “cihat” artık “kabile’nin” yaşam alanı için değil, “Allah”, “Din” içindi! Önce “Haçlı seferleri”, sonra İslam İmparatorluğu… Sonra IŞİD… Belki sonra Şia acımasızlıkları…!

 

Bu durum  bize iktidarı almış veya iktidarın parçası olmuş “Dinsel Tinselliğin” kazandığı imkanları da göstermektedir. Yağma savaşlarının adına “cihat” denilerek “Tanrı” adına meşruiyet aldığına inanan vahşetin boyutlarını; siyasal iktidarların binlerce yıldır taktığı “Dinsel Tinsellik”  “maskesinin” her zaman IŞİD’çi gibilerin de maskesi olabileceğini…

Takılmış dinsel “maske”, bu maskeyi taşımadaki ısrar, zaman içinde yanılsamanın “gerçek” sanılmasını sağladı!  Yarılma-yabancılaşma derinleşti; vahşetin doğal sebepleri ve boyutu kolayca aşıldı! Bakınız Taleban, El Kaide, IŞİD!

 

Dünyevi iktidarın kendisi veya bir parçası olmak, dinlerin doğuşuna kaynaklık eden o derin tinselliği de ihanetti! Aynı iktidarı aldıktan sonra Sosyalizm Tinselliğine ihanet eden Stalinist Sosyalizm gibi!

***

İsa’nın dediği söylenir. “Hayatın temelini insanlık sevgisi üstüne ve yeniden kurmak. Güçsüzlere ve günahı olanlara acımak.  Zenginlikler arasındaki ayırımı ortadan kaldırmak. Herkesin topluca ve herkes için çalışması…”

 

Yaklaşık 2000 yıl sonra hala bu amacı gerçekleştirememiş olmak ne acı! Aynı zamanda ne hoş; iki bin yıl sonra da hala inatla aynı özlemi, aynı amacı paylaşmak!

 

 

 

 

 

 

 

4 Comments

  1. O. Gürsel

    Bugün 2 Temmuz…
    Din adına işlenmiş katliamın yıldönümü…

    Din adına… İnsanın içindeki vahşeti uyandıran gerçek nedenler içinde Din de bir maskedir yalnızca… Marksizm bile vahşete alet edilmişken….
    Vahşeti, katliamları her hangi bir maske arkasında işleyenleri hala savunanlar da gelecekteki cinayetlerin bilerek ya da bilmeyerek suç ortağı olmaktadırlar…

  2. Anonim

    Tuh!….Hayat tanrısal dolandiriciliktan başka bir şey değil….
    Akdeniz
    Panaith Istrati

  3. Anonim

    Swami Dayananda Saraswati’nin (1824-1883) İslam dini ve Kur’an hakkındaki görüşleri. Satyarth Prakaş (Hakikatin Zaferi)

    20. “Eskiden kâfirlere karşı yardım diledikleri halde, Allah katından onları tasdik eden bir kitap geldiğinde onu inkâr ettiler (kâfir oldular). Allah’ın laneti, kâfirler üzerinde olsun!” (2.89)

    Cevap: Sizin başka inançlara sahip insanlara kâfir demeniz gibi onlar da size kâfir derler ve tanrının lanetini üzerinizde görürler. Peki hanginiz doğru ve hanginiz yanlış? Yeterince düşünsek her inançta hata bulabiliriz. Oysa tüm inançlarda hakikat birdir, ve aradaki kavga cahillikten kaynaklanır.

    29. “Kendini bilmezden başka kim İbrahim’in dininden yüz çevirir? And olsun ki bu dünyada biz onu seçtik, ve o, ahirette de seçilmişlerdendir.” (2.130)

    Cevap: İbrahim’in dinine inanmayan herkes nasıl cahil veya akılsız olabilir? Tanrı neden sadece İbrahim’i seçmiş olsun? Onu ahlakının güzelliğinden (iyiliğinden) dolayı seçti ise, ahlaken güzel (iyi) olan başka pek çok kişi vardır. Onu ahlakının güzelliğinden başka bir nedenle seçti ise, o zaman yapılan şey adaletsizliktir. Zira gerçek tanrı ancak ahlaki güzelliği ödüllendirir, iyi olmayanları ödüllendirmez.

    35. “Sizi katledenleri Allah yolunda siz de katledin. (2. 190). Ve onları bulduğunuz/yakaladığınız yerde öldürün, sizi kovdukları yerden (Mekke’den) siz de onları kovun. Çünkü fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. (…) Kâfirlerin (Allahı inkâr edenlerin) cezası işte budur. (2. 191). Fitne ortadan kalkıncaya ve Allahın dini (egemen) oluncaya dek onları öldürün. (2.193). ”

    Cevap: Kuran’da böyle ibareler olmasa Müslümanlar diğer inançların mensuplarına karşı her zaman davrandıkları gibi saldırgan ve zalim olmazlardı. Suçsuz insanları öldürmek büyük bir günahtır.

    Müslümanların dinine inanmamak burada “küfür” olarak adlandırılmıştır. Onların kitabı cinayet ve adam öldürmenin küfürden iyi olduğunu belirtmektedir. Müslümanlar bu yüzden her zaman dinleri için savaşmışlar ve adam öldürmüşler ve savaşa savaşa sonuçta devletlerini ve ikballerini kaybetmişlerdir.

    Hırsızlığın karşılığı hırsızlık mıdır? Bir hırsız bize zarar verirse karşılığında hırsızlık yapmamız doğru mudur? Hırsızlık her zaman [hırsızlığın karşılığında da yapılsa] suçtur. Cahil bir insan bize küfretse, bizim de ona küfretmemiz uygun mudur? Böyle bir tavır tanrının, ya da onun bilge hizmetkârlarının, ya da tanrıya ait bir kitabın öğretisi olamaz. Ancak bencil ve cahil bir insan böyle düşünebilir.

    102a. “Cehennemi kâfirler için zindan kıldık.” (17.8) “Her insanın amelini boynuna astık. Kıyamet günü onu bir kitap gibi açıp göstereceğiz.” (17.13)

    Cevap: Eğer göğün yedinci katında oturan Kuran tanrısına, onun kitabına, peygamberine, yargısına ve ibadetine inanmayanlar kâfir ise ve cehennem sadece onlar için yaratılmışsa, bu adaletsizliktir. Zira Kuran’a inanan herkes erdemli olamaz ve ona inanmayanların hepsi kötü olamaz.

  4. Anonim

    Cehmiye, ilk kelâm bilginlerinden Ebu Mukriz Cehm bin Safvan’a (ö. 745/746) bağlanan düşünce akımı. Başta kader (cebr) konusu olmak üzere içerdiği birçok düşünce nedeniyle sert eleştirilere uğramış, hatta küfürle suçlanmıştır.
    Gerçeğin ve doğrunun bulunmasında aklı ilk ölçü olarak kabul eden Cehm, akıl ile nakilin çelişebileceğini, böyle bir durumda nakilin akla uygun biçimde yorumlanması gerektiğini öne sürmüştür. Cehmiye, bu temel görüşüyle İslam düşünce tarihindeki ilk usçu düşünce sistemlerinden biridir.
    Düşünce tarihçilerinin Zenadıka, Muattıla ve Cebriye-i Halisiye olarak da adlandırdıkları Cehmiye, Tanrı’yı insan biçiminde düşünmeye (Müşebbihe) ve Tanrı’nın cisim olduğunu öne süren akıma (Mücessime) duyulan tepkinin sonucu olarak değerlendirilebilir. Cehmiye düşüncesine göre Tanrı, varlığı ancak akıl yoluyla kavranabilen, benzeri bulunmayan, duyularla algılanamayan, hem yerde, hem gökte bulunabilen bir varlıktır. Ancak yarattıkları için söz konusu olan, bilen, gören, duyan gibi sıfatlarla nitelenemez. Böyle bir niteleme, Tanrı’yı insana benzetmek anlamına gelir. Ona ancak insanlarda bulunamayacak özellikleri anlatan sıfatlar verilebilir. Tanrı’yı Arş (Yer) gibi belli bir mekâna bağımlı kılmak da olanaksızdır. Çünkü o, her yerdedir. Tanrı’nın Arş’a oturduğunu (istiva) bildiren âyet, orada bulunduğunu değil, Arş’a egemen olduğunu dile getirir. Bunun gibi Tanrı’yı belli bir varlık gibi algılamaya, anlamaya yol açabilecek âyet ve hadisler de akla uygun biçimde yorumlanmalıdır.
    Tanrı’nın bilgisi (ilm) sonradan olmadır (hadis). Bu nedenle bir varlığı yaratmadan önce ona ilişkin bir bilgisi olduğu söylenemez. Tanrı’nın konuşma (kelâm) niteliği de yoktur. Çünkü konuşma eylemi bir organı gerektirir. O ne bu dünyada, ne de öbür dünyada gözle görülebilir; görülmesine ilişkin âyet (75/22), kendisinin değil eylemlerinin görülebileceği anlamına gelir.
    Evrendeki biricik özne (fail) ve irade sahibi Tanrı’dır. İnsanın ve bütün öteki varlıkların eylemlerinin yaratıcısı da O’dur. Bu nedenle insan için gerçek anlamda iradeden ve yapabilme gücünden söz edilemez. İnsan, Tanrı’nın yazdığı kadere bağlı olarak davranmaktan başka birşey yapamaz.
    İnsanların yaptıklarını saptayıp yazan melekler yoktur. İnsan ruhunu bedeninden ayıran da ölüm meleği (Azrail) değildir. Kabir azabı, sorgu melekleri (münker-nekir), mizan (tartı), sırat (köprü) ve şefaat yoktur. Cennet ve Cehennem henüz yaratılmamıştır. Bunlar öbür dünyada yaratıldıktan ve içindekilerle birlikte bir süre var olduktan sonra, bütün varlıklar gibi yok olacaklardır. Çünkü hiçbir hareket ne geriye, ne de ileriye doğru sonsuz olabilir. Cennet ve Cehennem için “sonsuz süre” (tahlid) öngören âyetler, “uzun bir süre” biçiminde yorumlanmalıdır.
    İman Tanrı, Peygamber ve getirdiği haberler konusunda kalpte oluşan kesin bilgidir; bu bilgiye ancak akılla ulaşılabilir. İnkâr ise, bu bilginin oluşmamasıdır. Kesin bilgiye ulaştıktan sonra, hangi nedenle olursa olsun, dil ile inkâr kişiyi küfre düşürmez. Çünkü dil ile inkâr etmek kesin bilgiyi ortadan kaldırmaz.
    Cehmiye, aklı nakile yeğleme, nakilleri akla göre yorumlama eğilimiyle Mutezile, insan iradesini reddeden görüşleriyle de Cebriye düşüncesini etkilemiştir.

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑