Neslihan Öz/BEDENLERİN KUDRETİ VE FEMİNİST DURUŞ TEORİSİ
Kath Weeks, Feminist Öznelerin Kuruluşu, Çev: İlkay Özküralpli, Otonom Yayıncılık
Kath Weeks’in Feminist Öznelerin Kuruluşu isimli çalışması özcü feminist teorilerinin eşitlik ve talep siyasetine alternatif olarak feminist duruş teorisi ekseninde bir öznellik ve tekillik teorisi patikasından yol alıyor. Kuşkusuz bu patika feminist teori için çok alışılmış bir patika değil. Genelde cinsiyet ayrımlarının üstüne inşa edilmiş olan toplumsal cinsiyet tartışmaları beden ve akıl ayrımından yola çıkarak aklı her zaman bedeni yöneten bir hiyerarşi üzerinden düşünmüştür. Feminist duruş teorisi cinsiyet kodlarını aşarak, akıl-beden hiyerarşisini ortadan kaldırıyor. Bedeni cinsiyet ayrımlarından ziyade tekilliğin ve kudretin gerçekleştiği bir alan olarak görüyor. Buradan bakıldığında beden kavramını cinsiyetten ziyade deneyimlerin ve ölçülemez olanın üzerinden düşünmemizi sağlıyor. Weeks, özellikle kitabının girişinde öze referans verilerek oluşturulan birleştirici feminist mücadeleye karşı öznelliklerin çeşitliliği üzerinden kurulacak olan feminist mücadelelerin önündeki en büyük engelin modernist ve postmodernist argümanlar olduğunu iddia etmektedir.
Feminist duruş teorisi buradan bakıldığında bizi, tekleştiren kategorisel düşünme biçiminden farkların vuku bulduğu bir tekillik zeminine davet ediyor. Bu farklar alanı cinsiyet farklarını ya da biyolojik farkları içeren bir fark değildir. Cinsiyet farkları her zaman freudyan bir eksiklik üzerinden giderken feminist duruş teorisinin farkları eksiklikten ziyade tekilliklerin zenginliği ve kudret farkları üzerinden gider. Bu farklar ontoloji üzerinden işler. Bu düzlemde tekillik, deneyim, içkinlik ve kuruluş iç içe geçmiştir. Tekillik kavramı asla modern bireyin tek başınalığı ya da bireyciliği ile karıştırılmamalıdır. Modernizmin “özne” kavramı sabit, tanımlanmış ve özü olan bir kavramken, tekillik, sürekli değişen özü olmayan, kudretini deneyimlerden alan politik bir kuruculuk ve akış alanından düşünülmelidir. Dolayısıyla, tekillik içerisinde kimse kimse ile karşılaştırılamaz ve evrensel bir “özne” kavramı yoktur. Öznelerden çok öznellikler vardır. Tekillik alanı ise öznelliklerin farklarının bir araya geldiği bir kurucu alandır. Feminist duruş teorisini bu zeminden düşünmek gerekir.
Bu zeminden hareket ettiğimizde, eşitlik, talep ve temsili siyaset alanları önemini yitiriyor. Eşitlik ve talep siyaseti temsili siyaset alanından işlerken, Feminist duruş teorisi bireylerin toplamından oluşan toplum kavramından ziyade, tekilliklerin deneyimlerinin bir araya geldiği bir “toplumsallık “ alanından işler. Kuşkusuz burada yapılmalı edilmeli gibi kavramlar söz konusu değildir. Feminist Duruş Teorisi içerisinde örgütlenmek bir plana ve programa dâhil olmaktan ziyade, deneyimleri ve ifade alanlarını çoğaltmaktan geçer. Dolayısıyla, Duruş teorisi, karşıtlık siyasetini de içermez. Karşıtlık siyasetinin “olumsuzlayarak olumlamasından” kuruculuk alanına geçerek “olumlayarak olumsuzlama”ya doğru tersine çevirir.
Weeks, özellikle Nietsche’nin ebedi dönüş kavramından yola çıkarak bizi aşkınlık alanından içkinlik alanına davet ediyor. Ebedi dönüş‘ün “istediğin bir şeyi sonsuz kere isteyecek gibi iste” şiarı istenç gücünün yaratıcılığına sıçramaktadır. Nietsche’nin “güç istenci” güçlü olmayı istemekten ziyade istemekle gücü iç içe geçirmektedir. Bir şeyi sonsuz kere isteyecek gibi istemek gücün ta kendisidir. Weeks’in feminizmi, aynı zamanda bu güç istenci ve ebedi dönüş kavramlarının Feminist duruş teorisi için çok önemli bir alet çantası olduğunu ima eder.
Weeks, özellikle Foucault, “Niezsche’nin eleştirilerini, özellikle büyük sistem teorilerinin ve hümanizmin rasyonel, bedenden ayrılmış öznesine yönelik eleştirilerini başarılı bir şekilde geliştirmiştir” der. Fakat buna rağmen bu eleştirilerin üzerine alternatif bir öznellik kuruculuğu içeren Nietsche’nin “güç üstenci” kavramına yabancı kaldığını belirtir. (İlişkisellik ile güç istencini ilişkilendiren) Foucault’un, modernizmin ve postmodernizmin bedenler üzerinden işleyen kodların bilgisini “iktidar” kavramı ile açığa çıkarırken “güç“ kavramı üzerinden politik bir kuruculuk inşa zemini sunamadığını belirtir. Foucault ve Nietsche’nin modern bireyin rasyonelleşme üzerinde oturduğuna dair güçlü eleştiriler getirirken, Nietsche nihilizm üzerinden bu eleştirisini geliştirir ve bir adım öne taşır. Weeks, nihilizmin modern dünyaya değer biçemediğimiz zamanlarda, bu değerlerin değersizleşmesi ile yeniden değerli kılınması arasındaki patolojik bir geçiş olduğunu söyler. Bu değerlerin yeniden değerli kılınması alanı “aşkınlık” alanıdır ve anlamsızlığı ve dolayısı ile nihilizmi üretir. Aşkınlık alanında gezinen “birey” hep kendini bu alanlar üzerinden tanımlayacağı için “içkin” olan eylemliliğinden koparılır ve “değersizleşir”. Bu değersizleşme alanında o dünyanın tanımlanmış ve ölçülebilir değerleri üzerinden kendini ve dünyayı yeniden anlamlandırmaya ve değerli kılmaya çalışır. Dolayısıyla, bu nafile bir çabadır. Feminist Duruş Teorisi, modernizmin ölçülebilir değer ve aşkınlık alanlarından çıkarak yeniden değerli kılma ve içkinlik alanını bize açar ve dolayısıyla “özgürlükçüdür”. Bizi evrensel olan, hepimizi kodlayarak işleyen ve yukarıdan tanımlayan özcü yaklaşımlardan özgürleştirir. Aslında bir yerden etik ve özgürlük alanına davet eder ve bu alan politiktir.
Kitapta önemli olan bir diğer uğrak, Marksizmle feminizmin ilişkisidir. Kitapta alışıldığının aksine Marksizmin feminizme katkısından ziyade, Feminizmin Marksizme yaptığı katkı üzerinde duruluyor. Cinsiyet ayrımlarının en açık ve çıplak görüldüğü yenide üretim alanları (ev işi , çocuk ve yaşlı bakımı, evlilik kurumu) genelde Marksizmin görmezden geldiği ya da çok üzerinde durmadığı alanlar olmuştur. Aynı şekilde maddi olmayan emek (sevgi ve şefkat emeği v.b.) Marksist tartışmalarda çok fazla dikkate alınmamıştır. Bu yeniden üretim alanları sanki sistemin üretici bir mekanizması değil de doğal ve insanın özüne ait alanlar olarak kabul edilmiştir. Modernizmin zaten en büyük zaferi hayatı tanımlayıp ölçülebilir alanlara sıkıştırarak kodlayabilme becerisidir. Weeks, emeğin kuruculuk ve üretkenliğinin genelde “meta” üretimine indirgenmesi yüzünden, yaşamı yeniden üreten taraf üzerinde çok durulmadığını belirterek ev işi, çocuk bakımı gibi emek türleri genelde “ölçülemez” olduğu için Marksizmin dar üretim kavramından bakılarak anlaşılamayacağını belirtir. Emek kavramı genelde tanımlanmış ve sabit bir kavram olarak anlaşıldığı için hayatı üreten dinamiği görmezden gelinmiştir ve dolayısı ile ölçülebilir bir alana sıkıştırılmıştır. Weeks, Feminist Duruş teorisinin Marksist gelenekten beslenmesine karşılık Marksizmin aydınlanmacı yorumununu reddettiğini belirtir ve ekler: “ Ayrıca bu gelenek içerisinde, tarih dışı ,aşkın, doğallaşırıcı analitik kategorilerden şüphe duyan toplumsal araştırma yöntemleri kadar, yaşamı orijinal bir insan özü ya da nihai bir amaç olmaksızın tamamen içkin bir toplumsal süreç olarak düşünen bir tarihsel materyalizm de bulunabilir.” İşte bu yüzden Marksizmin tekleştirici yorumlardan ziyade, dinamik, canlı, heterojen yorumlarının dikkate alınması gerektiğini söyler. Marksizmin tekleştirici yorumlarının zamanla dinamik olmamasından dolayı yaşamın dinamikliğine ayak uyduramayıp kendi içine boğulduğunu, “aşkınlaştığını” belirtir ve Marksizmin yaşama içkin geleneklerinin dikkate alınması gerektiğini belirtir.
Feminist Öznelerin Kuruluşu kitabı bize bedenlerden ibaret olduğumuzu hatırlatarak politik kuruculuğun bedenlerin üzerinden işleyen kodlardan özgürleşerek inşa edilebileceğini iddia etmekte ve kadın olmanın irrasyonel ve kudret alanlarının kuruculuk için önemli bir güç olduğunu da göstermeye çalışmaktadır.
Neslihan Öz