Mustafa Yılmaz/Pedo-Politik Bir Fotoğraf Albümü

 

07 Ocak 2012

Geçenlerde twitter’da takip listemde olan bir kullanıcının paylaştığı bir Che Guevara fotoğrafı dikkatimi çekti. İlk kez gördüğüm bu fotoğrafta Che çocuklarla dans ediyordu.

Anlaşılan üstteki kompozisyon bir Eğitim-Sen şubesine ait. Fotoğrafa iliştirilen alıntı, kartonun rengi birlikte sıcak bir görüntü çiziyor. Bu resme bakarken aklıma Ertuğrul Kürkçü’nün seçim döneminde, yanılmıyorsam memleketim Mersin’de çekilen bir fotoğrafı geldi.

En az ilki kadar sıcak ve hiç kuşkusuz ilki kadar spontan bir fotoğraf. O günlerde twitter ve benzeri sosyal ağlarda çok olumlu karşılık bulduğunu hatırlıyorum. Her iki fotoğraf da gücünü hiç kuşkusuz çocuklardan alıyor. Gelecek, umut, içtenlik, neşe, saflık, temizlik, canlılık vb. gibi olumlu çağrışımları var. (Postun selameti açısından Haneke’nin Das weiße Band’ını şimdilik görmezden geliyorum.)

Çağrışım cazibesine karşı koymanın çok güç olduğu bir zihinsel tepki biçimi. Politik figür ve çocuk temalı iki baklayı uç uca ekleyince hemen bir üçüncüsü onlara yanaşıveriyor ve küçük bir zincir meydana geliyor. ”Bütün politikacılar aynı” gibisinden sığ bir tavır peşinde değilim. Baştan onu belirteyim. Ancak bu baklalarda ortak bir şeylerin olduğu da kesin.

Kuzey Koreli Kim-Jong İl’in ölümü ve sonrasında bir kez daha dolaşıma giren fotoğraf ve resimleri de çağrışım yoluyla kafamdaki bu zincire gayriihtiyari ekleniverdi. Kim’i çocuklarla bir arada gösteren bazı çalışmalar olduğunu hatırlıyordum. Stalin ve Mao’nun da aynı tema içerisinde resmedildiği tabloların olduğunu zaten biliyordum. Yani pedo-politik bir fotoğraf albümü oluşturmak için epey bir malzeme var.

Bu albümde yer alan politik figürlerin hepsi çocukları seviyor anlaşılan. Hollandalı PVND üyelerinin beslediği türden bir sevgi değil bu elbet. Ancak yine de üzerinde düşünmeye değer gibi geliyor bana. Özellikle yukarıda bahsettiğim ortaklık hususunu. Zamanında bu fotoğrafların, resimlerin tüketicisi olmuş (ve bazı yerlerde hâlâ da olan) kitlenin politikayla ve figürlerin de hitap ettikleri kitlelerle ilişkisine dair enteresan ipuçları sunuyorlar gibi sanki.

***

Kim İl Sung ve Kim Jong İl. Yehova Şahitleri’nin kitaplarındaki cennet tasvirlerini andırıyor.

Stalin. Sağdaki çocuğun kıyafetine dikkat. Saç örgüsünün şekline bakılırsa en arkadaki kız çocuğu da muhtemelen Özbek.

Rus “izba”sında eskiden ikonların durduğu yerde şimdi Stalin portreleri asılı. Çünkü:

“Alman işgalcilerinin hakimiyetinden kurtulduğumuz o mutlu günde, Sovyet insanlarının sınırsız minnettarlığın ve sevginin ifadesi olan ilk sözler kardeşimiz ve babamız, vatanımızın özgürlüğü ve bağımsızlığı uğruna mücadelemizin örgütleyicisi Yoldaş Stalin’edir.”

“Mutlu geçen bir çocukluk için canımız Stalin’e teşekkürler!”

Efsane bir fotoğraf. Stalin ve Gelya. Yani Engelsina Markizova (evlendikten sonra Çeşkova). Buryat-Moğol Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti halk komiserlerinden Ardan Markizov’un kızı. 1936 tarihli bu fotoğraf üstteki afişte yer alan “Mutlu geçen çocukluğumuz için teşekkürler!” konseptli propaganda çalışmalarında bol bol kullanılmış. Hatta fotoğraftan yola çıkılarak tam 3 milyon kopya halinde dökülmüş “Stalin ve Mamlakat” adlı bir heykel bile var. (Heykeldeki kız bariz bir şekilde Gelya iken adı niye Memleket peki? Cevabı bir sonraki resimde.)

Gelya’nın babası bu fotoğraftan bir yıl sonra tutuklandı. Karşıdevrimci “panmoğol” bir örgütün üyesi ve Japon casusu olmaktan hüküm giydi, kurşuna dizildi. Bir süre sonra da annesi tutuklanarak Gelya ve büyük kardeşiyle birlikte Kazakistan’da bir toplama kampına gönderildi. Adını Friedrich Engels’ten alan bu küçük kız, büyüdü, şarkiyatçı oldu. 2004 senesinde Antalya’da öldü.

Stalin ve Mamlakat.  Boris Vselovodoviç’e ait 1935 tarihli bir fotoğraf. Fotoğraftaki kız Mamlakat Nahangova. Tacik ilkokul öğrencisi. Bir Stahanovist. 11 yaşındayken hasat sırasında gösterdiği üstün başarıdan ötürü Lenin Nişanı’yla ödüllendirilmiş. Fotoğraf bunun şerefine. Mamlakat  bugün hâlâ hayatta. Fotoğrafı ilginç kılansa şu. Sovyet propaganda makinesi Gelya’nın Stalin’le olan fotoğrafını her yerde harıl harıl işlerken, Vladivostok’tan Kaliningrad’a dek her okula en az bir tane heykelini dikerken, 1937′de aniden babasının “halk düşmanı” olduğu ortaya çıkıyor. Ve propaganda makinesi bir an için duraklıyor. Eldeki o kadar malzeme ne olacak? Resimler, heykeller… Çözüm gecikmiyor. Gelya’nın fotoğrafından ilhamla dökülen heykelin adı “Stalin ve Mamlakat” olarak değiştiriliyor. İşte heykelin bir kopyası:

Heykeli döken heykeltıraş Georgi Lavrov’un da 1938′de Stalin’e suikast girişiminde bulunmak suçlamasıyla tutklanıp gulaga gönderildiğini söylersem kimse şaşırmaz sanırım.

Lenin. Tablo 1950 tarihli. Anna Suvorova imzalı.

Lenin ve Krupskaya. V.Snopov’un 1964 tarihli çalışması. Soldaki çocuğun başındaki budyonofka ve sopa-kılıca dikkat. Sağda da ünlü mavi defter. Lenin ve çocuk temalı resimlerde tekrar eden motifleri görmek isteyenler için şu adreste birkaç tane daha var.

Başkan Mao. Poster muhtemelen “Kültür Devrimi” döneminden. İçinde çocuk var diye buraya aldım ama şimdi bir kez daha bakınca tereddütte kaldım. Bunlar galiba yetişkinler. Ya Mao dev cüsseli bir adam, ya da etrafındaki insanlar fazla minyon. Ressam “Mao bizim babamız, hepimiz elinde büyüdük,” demek istiyor da olabilir.

Çinli çocuklar Mao ve Stalin posterleriyle yürüyüş yapıyor.

Mao, o kadar da cüsseli değilmiş demek ki. Ancak kompozisyona diyecek yok. Fevkalade.

Ho Amca. Albüme aldıklarım arasında bence açık ara en iyisi bu fotoğraf. Diş macunu veya mısır gevreği reklamcılarını kıskandıracak kadar başarılı. Ho, artık nasıl bir ışık yayıyorsa çocuklar resmen kendinden geçmiş.

Vietnamlılar bu işi gerçekten iyi biliyor. Türün en iyilerinden biri.

Bu da en kötülerinden. Pol Pot. (Bir sitede bu çocukların kendi torunları olduğu yazılı. Eğer öyle ise görmezden gelebilirsiniz. İnsanların kendi çocuklarıyla çektirdikleri fotoğraflar ilgi alanımızın dışında.)

1965′te Kongo’da çekilmiş bir Che Guevara fotoğrafı.

Bu da bir ihtimal üstteki fotoğraftan ilhamla, yanılmıyorsam Havana’da dikilmiş bir heykel. Che biraz zayıflamış, çocuğun saçları uzamış, yüzü Latinoamerikanlaşmış.

Favorim Ho Amca’nın fotoğrafı demiştim ama bu 1 Mayıs videosunun yanında her şey sönük kaldı. Pedo-politikanın şahı Enver Hoca’yı takdim ediyorum. 1970′ler olduğuna göre Arnavutluk Emek Partisi tarihinin fantastik figürlerinden Mehmet Şehu da orada bir yerde olmalı ama çok iyi bildiğim bir yüz olmadığı için kesin konuşamıyorum.

(Yorumlarda okuyacağınız üzere posta Tito’nun fotoğraflarını eklemem yönünde bir öneri geldi. Ancak nedense ben uygun bir parça bulamadım. Bununla birlikte, yazı dışarıdan katkılara açıktır. Bulan varsa, yazsın, ekleyelim.)

***

Şimdi de “suyun karşı yakası”.

Adolf Hitler. Hazırlıksız çekilmiş bir fotoğraf olsa gerek ki çocuklar aryen aryen ışıldayamamış.

Nispeten daha başarılı bir fotoğraf.

Tanıdık bir kompozisyon. “Çocuklar, Führer hakkında ne biliyorsunuz?” kitabının kapağı. 1933 tarihli. İçeriğine göz atmak isteyenler için link şu. Özellikle iç kapakta solda yer alan resim çok dikkat çekici.

Can Yücel’in dediği gibi “Her Boydan”.

“Benito Mussolini çocukları çok sever. İtalya’nın çocukları da il Duce’yi çok sever… Yaşasın İl Duce… Duce’ye selam.”

Albümün nadide örneklerinden biri. 1939′da G. Simeoni Montebelluna tarafından bir yaz kampında çekilmiş. M, muhtemelen Mussolini’nin M’si ama çocukların suratı asık. Keratalar, hani hepiniz seviyordu Duce’yi?

***

Ve bizim memleket…

Bu banknotu hatırlayanlar? Pedo-politikayı bu banknottaki çizim kadar iyi anlatan bir parça ben görmedim Ata’nın gerçek fotoğrafları arasında. Büyük olasılıkla hayali bir çizim. (Bu çizime temel teşkil etmiş bir fotoğraf varsa da ben bilmiyorum. Bilenler yazarsa yazıya seve seve eklerim.) Bir devlet belgesi olarak banknot üzerinde yer alması bu çizimi daha da manidar kılıyor.

***

Peki ya bugün? Günümüzün politik figürlerinin çocuklarla arası nasıl? Internet Haber sizin için araştırmış:

“Liderler de çocukların yanında resmi duramıyor.”

Bu fotoğrafların üsttekiler kadar kalıcı ve etkili olmadığı bir gerçek. Bugün ortalama bir politikacının çocuklu bir fotoğraftan beklentisi, bundan elli yıl öncesine göre epey azalmış durumdadır diye düşünüyorum. Belki iktidar olma paradigmalarındaki değişim yüzünden, belki de iletişim araçlarındaki farklılaşma, çeşitlenme ve zenginleşmeden ötürü.

***

Beyaz Kurdele’yi resme dahil edebilirim artık. Filmi izleyenler hatırlayacaktır, Haneke’nin çocukları yukarıdakiler kadar uysal ve sevimli değildir. Hatta tekinsizdir, ürkütücüdür, belalıdır. Bu yönüyle Amerikan ve Japon korku filmlerindeki çocuk figürlerini andırır. İzleyenler bilir, bu tip filmlerde çocuk demek, hele şarkı türkü söylüyor, ya da tek başına bir yerde oyun oynuyorsa yakında birilerinin başı fena hâlde derde girecek demektir. Elm Sokağı’ndaki kızların tekerlemesini hatırlamayan yoktur sanırım:

One, two, Freddy’s coming for you.
Three, four, better lock your door.
Five, six, grab your crucifix.
Seven, eight, gonna stay up late.
Nine, ten, never sleep again.

Albümdeki fotoğrafların, tabloların, posterlerin üretildiği ülkelerin halkları bu görsellere nasıl tepki vermiştir, algılarında nasıl bir yer etmiştir bilmiyorum. Ancak elli – altmış yıl ötesinden bakan bugünün insanı muhtemelen daha mesafelidir. Liderin, idolün kucağında çocuk varsa birilerinin başının fena hâlde dertte olduğunu en azından bazıları bugün öğrenmişlerdir diye tahmin ediyorum.

Dokuz on, uykuya son.

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

8 Comments

  1. Simdiye dek bu sitede gördügüm en güzel yazi. Harika. Muhtesem.

  2. Eline diline sağlık…

  3. 5 yaş altı çocuk ölumlerınde avrupa 1.siyiz ama her 23 nisan egemenlık ve çocuk bayramı kutluyoruz. Aslında Devletin kutsanmasından başka bir şey degıl. Kuzey kore ye çok benzıyoruz bence. Stadlar kartonlar falan

  4. Bayramlar nasıl idrak edildi?

    Seyfi Cengiz
    http://desmalasure.dk/forum/index.php?id=155
    23 Nisan’ın bayrama dönüşmesi Meclis’in açıldığı tarihte değil, bir yıl sonra, yani açılışının birinci yıldönümünde gerçekleşti. Bayram ilan edildiği bu tarihte 23 Nisan’ın “Millet” ve “Egemenlik” gibi konseptlerle bir ilişkisi kurulmamıştır. Bu sıralarda nasıl idrak edildiği “Çocuk Bayramı” olarak adlandırılmış olmasından bellidir. 23 Nisan’ın “Ulusal Egemenlik Bayramı” olarak tanımlanması ve bu anlamda kutlanmaya başlanması 1935’ten sonradır. 1921’den 1935’e adı da, anlamı da değişmiştir.
    Bu değişimin nedeni bu aralıkta yaşanan çatışmadır.
    29 Ekim’i “Cumhuriyet Bayramı” adıyla “milli bayram” olarak kutlama kararı, TC’nin kurulduğu 1923’te değil, 1925’te alınmıştır. Kararın alındığı tarih nedenine de ışık tutar.
    Demem o ki, bugünün de kerameti kendinden çok bayram ilan edildiği konjonktürdedir (Şeyh Sait olayı).
    Geri kalanı işin mitoloji faslıdır.
    19 Mayıs’ın öyküsü de benzerdir. 19 Mayıs, ilkin 1926 yılında “Gazi Günü” olarak kabul edildiği Samsun’da lokal/mahalli bir bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır. “Hangi Samsunlular tarafından?” diye araştırılırsa, büyük olasılıkla valilik ve/veya garnizon komutanlığı çıkar karşımıza. 1936’da bu tarih Beşiktaş ve Fenerbahçe klüpleri tarafından “Jimnastik Bayramı” olarak benimsenip kutlanmıştır. Bir zaman sonra “Gençlik ve Spor Bayramı” ya da “Atatürk’ü Anma ve Spor Bayramı” olarak tarif edilmiştir. 19 Mayıs’ın “Jimnastik Şenliği”nden “Milli Mücadelenin başlangıcı”na ve bir “Milli Bayram”a dönüşmesi 1937-1938 Dersim kırımı sonrasına rastlar.
    Bir tesadüf olmasa gerek bu.
    Burda da yaşanan çatışmaların, lokal ve global konjonktürün etkisi görülür.
    Bağlarsak:
    TC bayramlarının anlam ve önemi yalnızca bayram ilan edilen tarihlere bakılarak anlaşılmaz.
    Çünkü bu tarihlerin pek çoğu kendilerine yüklenen anlam ve önemi yaşanırken değil, sonradan, yani çatışma süreci içinde edinmişlerdir.
    “Çatışma süreci” derken, Türk devletinin azınlıklara karşı yürüttüğü savaşı kast ediyorum.
    Türk Tarih Tezi’nin “İstiklâl Savaşı” dediği şey azınlıklara karşı savaştır.
    Birinci Savaş’a “Milli” amaçlarla katıldıklarını söyleyen İttihatçılar, bu savaş içinde gerçekleştirdikleri Ermeni ve Süryani soykırımını “Milli Mücadele”nin bir parçası saymışlardır. Bu savaşın hemen sonrasında Ermeni, Kürt, Dersim ve Pontus halklarının özerklik/bağımsızlık özlemlerinin bastırılışı da Kemalistler tarafından “Milli Mücadele” olarak tanımlanmıştır.

    https://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/bayramlar-nas%C4%B1l-idrak-edildi/138979132819791

  5. Sevgili Gün, İsa Mesih’in çocuklarla olan resmini unutmuşsunuz ama.

  6. Pardon yazının sahibi Mustafa Yılmaz imiş.

  7. 23 Nisan yaklaşırken… Eskişehirli dostumuz Tarık Erden yüksek koltuklarda oturan ve 23 Nisan’da yerlerini büyük fedakârlıkla beş dakikalığına çocuklara bırakacak olan zevata sesleniyor… Bakın ne diyor:
    “23 Nisanlarda artık çocuklar büyüklerin yerine geçmesin.
    Büyükler çocukların yerine geçsin.
    Örneğin Cumhurbaşkanı, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda bir süre kalsın.
    Adalet Bakanı, bir çocuk hapishanesine uğrasın.
    Aile Bakanı, bir çocuk gelinin evinde birkaç dakika geçirsin.
    Sağlık Bakanı, tinerci çocukların semtine bir uğrasın.
    Eğitim Bakanı, bir ilkokula gidip sıraya otursun…
    O çocukların sizin halinizden anlamasına gerek yok.
    Siz onların halinden anlayacaksınız.”
    http://www.milliyet.com.tr/beyler-bi-zahmet-/gundem/ydetay/2046326/default.htm

Comments are closed.