18 ARALIK 2013 , Şarap Dumanları sitesinden alınmıştır.
Türkiyeli okur Orlando Figes’i 2011′de Nurettin Elhüseyni çevirisiyle YKY’den çıkan Karanlıkta Fısıldaşanlar – Stalin Rusya’sında Özel Yaşam kitabıyla tanıdı (The Whisperers – Private Life in Stalin’s Russia). YKY 2012 ve 2013′te yazarın aynı çevirmen tarafından Türkçeleştirilen iki kitabını daha bastı: Kırım – Son Haçlı Seferi (Crimea – The Last Crusade) ve Haberini Alayım Yeter (Just Send Me Word).
Yanlış aklımda kalmadıysa, Gün Zileli’nin sitesinde yazdığı bir değerlendirme sayesinde haberim olmuştu Karanlıkta Fısıldaşanlar‘dan. Memlekete dönünce alır okurum diye bir kenara not etmiştim.
Bir hafta kadar önce yine Zileli’nin sitesinde kitaba atıf yapan bir konuk yazısının altına eklenen bir yorum sayesinde, 2012 yılında kitapla ilgili ABD, İngiltere ve Rusya basınında bir tartışmanın döndüğünü öğrendim. Tartışmanın fitilini ateşleyen Stephen F. Cohen ve Peter Reddaway adlı iki Rusya uzmanının The Nation dergisinde yayınladığı Orlando Figes ve Stalin’in Kurbanları yazısı. Meselenin Türkçe internete yansımadığını görünce izlenimlerimi toparlayıp bir post haline getirmeyi uygun buldum.
Cohen ve Reddaway’in yazısını okumaya üşenenler için hadiseyi kısaca özetleyeyim. Karanlıkta Fısıldaşanlar‘ın İngilizce yayımının ardından bir yayınevi (Attikus) kitabı Rusya’da da basmaya niyetleniyor ancak bir süre sonra proje rafa kaldırılıyor. Figes verdiği bir röportajda yayının iptalinin ardında Putin’in parmağı olabileceğini söylüyor. Açıkçası bundan şüphelenmekte de hakkı var, zira o günlerde, kitapta yer alan söyleşileri temin eden insan hakları örgütü Memorial’in büroları polis baskınına uğruyor ve pek çok malzemeye polis tarafından el konuluyor. Blogda sık sık andığım Memorial’in adını Hrant Dink ödüllerinden de hatırlayan çıkacaktır.
2010′da projeyi bir başka yayınevi (Corpus) tekrar gündeme getiriyor, ancak sonradan onlar da vazgeçiyor. Sebebi de şu. Corpus kitabın Rusça tercümesini gerçekleştirirken kitaba konu olan şahısların anlatımlarını bir kez daha çevirmektense, orijinal Rusça malzemeleri kullanmak istiyor, ki mantıklı olan da bu. Ancak Rusça orijinaller ve Figes’in İngilizce metni yan yana gelince küçük çaplı bir kıyamet kopuyor. Zira Figes’in çevirilerinde ve yorumlarında kimisi nispeten önemsiz, kimisi -Cohen ve Reddaway’e göre- gerçekten önemli sorunlar fark ediliyor. Yayınevi adına kitabı inceleyen Memorial görevlilerinden birinin The Nation yazarlarına aktardığına göre kitapta çok sayıda “anakronizm, yanlış yorumlama, aptalca hata ve safi saçmalık” var. Bunun üzerine yayınevi projeyi iptal ediyor ve durumu 2011′de Figes’e bildiriyor. Figes hataları düzeltmeyi öneriyor ancak yayınevi ısrarlı tutumunu sürdürerek projeden tümüyle vazgeçiyor.
Cohen ve Reddaway yazılarında söz konusu hatalar ve yanlış yorumlamalardan birkaç örnek sunmuş. Bir tanesini aktarayım, zira kitabın adı da buradan. (İngilizce baskının sanırım) 253. sayfasında, Natalya Danilova’nın ağzına şu ifade yerleştiriliyor: [teyzem hariç] “geri kalanlarımız itirazımızı yalnızca fısıltıyla dile getirebiliyorduk” (çeviri bana ait, YKY baskısında farklı olması muhtemeldir). Halbuki Natalya Danilova’nın Memorial’e verdiği söyleşide böyle bir cümle yok.
Cohen ve Reddaway Figes’in söyleşileri çarpıtarak ve bazı insanları gereksiz yere zan altında bırakarak Stalin kurbanlarının anısına saygısızlık ettiği ithamıyla yazılarını bitiriyor.
Aynı günlerde The Guardian’da çıkan Robert Booth ve Miriam Elder imzalı bir yazıda ise Cohen ve Reddaway’in de yazılarında yer verdiği, açıkçası tartışmayı daha başka bir boyuta taşıyan, hatta biraz Türk işi bir ayrıntıya değinilmiş. Meğer Orlando Figes bir dönem Amazon’da kendi kitaplarının altına anonim övgüler yazarken rakip akademisyenlerin kitaplarını karalıyormuş. Booth ve Elder’in dediğine göre o dönem bu hadise Figes’in bilim insanı şöhretinde ciddi bir gedik açmasa da kitabın Rusça yayını iptal edilince ister istemez yeniden hatırlanmış.
Yazıda Rus yayınevinin Figes’ten yana asıl çekinceleri şöyle belirtiliyor: Kitap bu haliyle basılırsa bazıları hala hayatta olan kurbanlar incinebilir. Memorial arşivinin başında bulunan Alyona Kozlova ise Figes’in kalemini övüyor ve kitapta yer verdiği yorumlara itiraz etmeleri gibi bir durumun olmadığını, zira bunun yazarın hakkı olduğunu ancak bazı kişilerin resmediliş biçimine itirazları olduğunu söylüyor: Bu insanlar hala hayatta ve gücenebilirler.
Açıkçası Orlando Figes’in herhangi bir yapıtını okumadan bu tartışmayla yüz yüze gelmek benim için biraz heves kırıcı oldu. Yetmezmiş gibi bugün Figes’in Ukrayna olayları üzerine Foreign Affairs’de çıkan bir yazısını ve yazının altına düşülen ve çoğu da iyi temellendirilmiş eleştirileri gördüm. Twitter’da bir Rus gazeteci yazının linkini Figes Ukraynalılara nasıl Ukraynalı olunacağını öğretmeye kalkan sıradaki yabancı diyerek paylaşmış. Hikayenin burada biteceğini sanmıyorum. Takip etmek isteyenler için Figes’in twitter adresi: @orlandofiges
Özetle yazarın repütasyonu buralarda bir miktar ateş altında.
Blogda bir uyarı geldi. Figes’in Türkçedeki ilk kitabı Nataşa’nın Dansı – Rusya’nın Kültürel Tarihi imiş, ben atlamışım. 2009’da İnkılap basmış. Çeviren Figen Dereli.
Figes gibilere televole antistalinistleri de denebilir. SSCB ve sosyalist blok yikildiktan sonra hizla yukselen anti- komunist dalganin uzerinde yukselmeye kariyerlerini bunun uzerine kurmaya calistilar. Bunlardan baya vardir ama Figes kendini pazarlama konusunda saldirganligi ile unlu. Aslinda Stephen Cohen de bir baska Televole antistalinistidir, asil uzmanlik alani Bukharin, kendisi doktora calismasi icin 70lerin sonunda SSCB”ya gider orada CIA ajani oldugu gerekcesi ile yurtdisi edilir. Batida en unlu Bukharin biyografisinin yazaridir. Sonradan Gorbacov”a ve Yeltsin”e danismanlik yapmistir. SSCB muhalefeti ile basta Lara Bukharin olmak uzere cok yakin iliskisi vardir, Sovyet tarihine iliskin hemen hemen ayni tezleri savunurlar ama Figes”in calisma tarzi onun da canina tak etmis demek ki. Gun ve arkadaslari nasil oluyorsa emperyalist kamptaki en muptezel adamlari seviyor, onlarin kitaplarinin propagandasini yapiyorlar.
Stalin ve hempalarından daha müptezel olmaları mümkün değil.
Tamam da Gun hic dusundun mu mesela ikisi de anti stalinist, ikisi de emperyalizmin resmi tezlerini savunuyor ama sen mesela Cohen degil de daha da rezil olan Figes’in reklamlarini yapiyorsun?
Gerci Cohen reklamini yapsan ben sana yine dalarim da, sadece senin seciminin nedenini merak ediyorum.
ne o Kırkpınar’da mıyız Ahmet:)
benim bir tek seçimim vardır, o da dünyanın gördüğü en korkunç diktatörlüğü hâlâ sol adına savunan iyi niyetli gençlerin gözünü açacak gerçeklerin ortaya serilmesidir.
Elbette Stalin de sevilebilir, sayılabilir!
Ama bu, Stalinist yöntemler egemenliğinde yaşanmış olanla, insanlığın algısında-hayalinde yaşayan “eşitlikçi, emekçilerin insanca, mutlulukla” yaşayabileceği hayatın bir ifadesi olan “sosyalizme” duyulacak “sevgi-saygı” ile aynı olabilir mi?
Bir insan bir polis devletinde, köle gibi çalışmayı, küçücük bir itirazın toplama kampında biteceği bir hayatı, tanrı-insan-önder önünde kendini hiçleştirmek istiyorsa eğer…
En insani duyguların aşağılanarak yerine “ne idüğü belirsiz, insan’la bağları kopartılmış, insansızlaştırılmış “vatan”, “parti”, sosyalizm” gibi “tabela yazıları” önünde secdeye varmak istiyorsa…
Hayat denilen macerayı, duygusal olarak bir ev köpeği beklentileri içinde tüketmeye hazırsa…
Adı ne ise… örneğin “sosyalizm”; o zaman Stalin ve o sosyalizm iyidir! Sevilebilir! Ama bu yapı içinde üst düzey bir partili, bir polis şefi olacağını düşünenler için de “harika” bir şeydir bu “sosyalizm”!
*
Yok, böyle değilse… İşkence ve cinayetlerin meşru ve neredeyse “keyifle” yapıldığı, kadınların, çocukların bile canavarca mahvedildiği bir sosyalizm değilse arzulanan… ancak o zaman tüm bu yazıların-tartışmaların bir anlamı olabilir. … Ve bir yere kadar elbette…
Merak ediyorum…
Ahmet ve Stalinseverler hangi kaynakları okuyor? Nasıl okuyor? Hayatının her hangi bir döneminde “acaba bir şekilde ben de bir dinci, fanatik bir milliyetçi” gibi bir koşullanmışlık içinde olabilir miyim diye hiç düşündü mü? Bir an için, yalnızca bir an için kendi doğrularından kuşkulandı mı? Bilimsel bir yöntem olarak kısa bir süre olsun “inandıklarını çürütmeye çalışan” bir mantığı kendine karşı uyguladı mı? Hepimizin “bime’ye” ait ortak sorunundan Stalinseverler muaf mı? Bilmediklerini, bildiklerini sanıyor olmasınlar sakın! Bildiği sandıklarını bilmiyor olamazlar mı? (Devrim’e daha çok var; böyle dönemlerde “akıl oyunlarının” kimseye zararı yok!)
*
“geri kalanlarımız itirazımızı yalnızca fısıltıyla dile getirebiliyorduk” cümlesi üzerindeki “tahrifat” tartışması kitabı bilenler için kahkahalarla gülünecek bir iddia olabilir ancak. Bula bula bunu mu buldunuz?” O koca kitaptaki (saymadım ama diyelim ki) 50 hikayeyi-iddiayı 100 üzerinden puanlasak, Danilova’nın bu sözünün ağırlığı 1-2 puan etmez bile! Bu 700 sayfada öyle “korkunç” iddialar var ki… bu düzeyde bir “tahrifat” iddiası eleştirenlerin aczini, gösterir…
Bu kitap “iyi” bir kitap; öncelikle Stalinseverlerin de okuyacağı kadar… Lütfen okumayanlar, okuyuncaya dek bu konuyu, açmasınlar…Ve Molotov Anlatıyor kitabını da hemen sonra okurlarsa, (okumuşlarsa eğer, bu kitap ışığında yeniden gözden geçirirlerse -ben öyle yaptım-) o zaman somut olarak konuşulabilir; yalnızca dedikodular üzerinden değil.!) O. Gürsel
Sanırım bir yanlış anlaşılma söz konusu. Ne Figes’i eleştirenlerin, ne de bu eleştirileri izlenim halinde toparlayıp yazıya döken benim, Memorial’in Stalin kurbanlarıyla yaptığı söyleşilerin içeriğine bir itirazı var.
Eleştirinin özü Figes’in eldeki malzemeyi işleyiş biçimine yönelik. Eğer Figes gerçekten bu iki yazarın iddia ettiği gibi bir kurbanın ağzına söylemediği bir sözü iliştirmişse, elindeki malzemeye özensiz davranmışsa, ki Rusların yayından vazgeçmesi bence bu noktada çok önemli bir veri, eleştiriyi hak eder. Artık burada mevzu ne Stalin, ne devlet terörüdür.
Birileri Figes’in özensizliğinden yola çıkıp insanların tanıklıklarına şüpheli damgası vurmaya kalkarsa bu sadece onun izansızlığını gösterir. Ama böyleleri var diye, Figes’e gözü kapalı kefil olmanın da bir manası yok.
M. Yılmaz’ın her şeyden önce konuya yaklaşım yöntemini olumlu buluyorum. Gerekli bilimsel kuşkuculuğa itirazım yok ve saygım var. Figes v.b meselesine gelince. Gözümüzün önünde veya bire bir yaşadığımız dönemde bile olup bitenler hakkında öylesi uç görüşler ileri sürülüyor ki! İdeolojiler, kişilerin bakışlarını, gerçeklik algılarını değiştiriyor; örneğin bilinen tipler “cinleri” görebiliyor! Herhangi bir olgu hakkında gerçekliğe daha fazla yaklaşmak için olsun, karşıt görüşler de samimiyetle değerlendirilmeli; “bildiğimizi sandıklarımızın” sağlaması yapılmalı…
Figes’e gelince. O da bilerek veya bilmeyerek; kendince daha çarpıcı olsun amaçlı hatta bilimsel-tarihçi bir açıdan ahlaki sayılmayacak abartılı yorumlar eklemiş olsa bile… Bizim amacımız öncelikle Figes’i analiz etmek değil, yazdıklarının ne kadarının gerçekliği kavramamıza hizmet edebileceği; en güzel meyvelerin de bir koçanı, işe yaramaz yerleri yok mu? Bu bağlamda bu kitapta gerçekliğin “duygusal” yoğunluğunu artıran “hayali” eklemeler olsa bile, “bu olmuş-yaşanmış olabilir” diyerek göz yumulabilir! Marks’ın sözü müydü? “Gerçek olmayabilir ama iyi uydurulmuş.” Dolayısıyla Figes’ten bize ne!
Sonuç olarak bu kitap “gerçekliğin özünü” kavramamıza hizmet ediyor… “Gerçeği” arayanlar için! Böyle sorunu olmayanlara da “Haklısınız” diyelim! “Adam, alçağın teki! Tıpkı G. Orwell gibi!”
Güneş Yanığı filmindeki bir sahnede Komsomoldaki genç kıza babasının “halk düşmanı” olduğu ve onu reddetmesinin istenmesine ait bir sahne var….” Bu sahne, tarihsel gerçekliğe uygun ise, o dönemde de örneğin babasını seven bir çocuk, babası ile ilgili “fısıldayarak” konuşmak zorundadır! Bu kitaptaki bir çok hikaye bunu doğruluyor. Ve Molotov’un kitabında… Uzun alıntılarla yazmıştım bunu… Polis “gestapo” gibi diyor ve Molotov buna itiraz etmiyor. Kimse itiraz etmiyor! Gestapo varsa “fısıltı” kaçınılmazdır! Gestapo varsa da bir çok canavarlığın gerçek-doğru olduğuna emin olabiliyoruz! (Arkeoloji araştırması gibi… Bir küçücük el yapımı nesneden yola çıkılarak bir uygarlığın büyük bir bölümü aydınlatılabiliyorsa… Bu doğru ise… )
*
Sonra bizde adı “ahmet, mehmet” olan nice Stalinsever varsa, bu Batı’da da aynen vardır… Elbette Batı’daki “Sosyalizm’i” de çürüten, zayıflatan, yerlerde sürünmesine yol açan , nesnel, tarihsel sebepler bir yana, ideolojik olarak en önemli sebep bence Stalinizmin Sosyalist ideolojiden kopartılamamış olmasıdır.
Bu Batı’lı Stalinist adamlar da bizde ne yapıyorsa orada da aynını yapıyorlardır; Zaten bu sistematik sözel terör estirme ruhlarına sinmiş! Bir “kitabı-düşünceyi-yaklaşımı” dedikoduya dayalı olarak değersizleştirme, aforoz etme, aşağılama çabası artık entellektüel ve ideolojik olarak tükenmişliklerinin kaçınılmaz sonucudur. Oysa “yoldaşlar bu kitabı okuyalım, konuşalım” özgüveni gösteremeyenler, ideolojisine güveni olmayanlardır; yalanlara sığınan topluluklardır ve gerçeklerden ölesiye korkmaktadırlar! Telaşları, saldırganlıkları bundandır. Benim de çok sevdiğim Stalinsever dostlarım var. Yine de dostlarımdır ve severim. Aramızda bu meseleleri 25 yıldır çözemedik… Bu durum belki insani bir kusur; “ilk-çocukluk aşkımızı” unutamıyor, “saplantılı” bir duygusallıkla O’nun gerçeğini kendimize itiraf etmek istemiyoruz; ne diyelim… “Allah Kurtarsın!”
O.Gürsel.