Metal Kafalar, Çinko Yürekler
İnsanın hayatta karşılaşabileceği en kötü hayal kırıklıklarından biri de, gittiği bir komedi filminde gülememektir. O kadar para vermişsinizdir, gülemeden kös kös eve dönmek parayı sokağa atmaktır. Bu yüzden, en kötü esprilere bile gülmek için zorlarsınız kendinizi. Çevrenizdekilerin sesli gülmelerine ayak uydurmaya çalışırsınız. Ama beyhude!
Arkadaşlardan, Türkiye’yi, daha doğrusu Türkiye’nin televizyon kanallarını “sallayan” Metal Fırtına adlı kitabı istediğimde, itiraf edeyim ki, esaslı bir komedi filmi seyretmeye hazırlanan sinema seyircisinin ruh hali içindeydim. Emekli generallerimiz, Amerika’nın Türkiye’yi 2007 yılındaki muhayyel işgalini konu alan bu kitabı TV kanallarında savaş stratejisi açısından yorumladıklarına (Genel Kurmay’dan da bir açıklama bekledim, ama olmadı); harp tarihi hakkındaki bilgileri generallerimizden geri kalmayan, üstüne üstlük siyasi stratejilerden de anlayan köşe yazarlarımız bu programlara renk kattıklarına; ve tam da o günlerde uzun yıllar sonra rastladığım eski Aydınlıkçı bir arkadaşım, kitabı, yüreğinde ulusal çarpıntılarla bir günde okuyup bitirdiğini söylediğine göre, bu kitapta hayli eğlendirici şeyler olmalıydı. Hem kitabı okurken hoşça vakit geçirecek, hem de hakkında ironik bir yazı yazıp eğlenecektim. Heyhat! Bunların hiçbiri olmadı. Kendimi o kadar zorladığım halde gülemedim bile. Dolayısıyla kitap hakkında ironik bir yazı yazmaktan da vazgeçtim. Çünkü kitap, ironi fırsatı bile vermeyecek kadar kötü, hakkında ciddi bir yazı yazılamayacak kadar saçma sapandı.
Böylece, son sayfalarını “ya sabır” çekerek bitirmeye çalışırken, kitap hakkında herhangi bir yazı yazmaktan, en önemli kahramanının, “kemik kıran” bir Türk istihbarat ajanı olmasını eleştirmekten, bu ajanın bir sırt çantasında taşıdığı hidrojen bombasıyla Washington adlı “kasabayı” haritadan silmesinin, bilgisayar oyunlarını yapan programcıların bile hayal gücünü zorlayacağını belirtip hafifçe dalga geçmekten tamamen vazgeçmiştim ki, bu kitap ve medyadaki yankıları beni 1950’li yıllara götürüverdi. Evet evet, anti-Amerikancılık (ve tabii ki refakatinde Rum, Ermeni, Kürt ve Yahudi düşmanlığı) temelinde yükseltilmeye çalışılan bu milliyetçi paranoya, 1950’li yıllardaki ABD güdümlü anti-komünist (ve refakatinde Rum, Rus, Kürt, Ermeni ve Yahudi düşmanı) paranoyaya ne kadar da benziyordu. Gerçekten de genlerin gücüne inanmak gerekiyor. Elli yıl sonraki torun, şıp demiş dedesinin burnundan düşmüştü.
Milliyetçi paranoyaların tamamen asılsız uydurmalara, tamamen kurguya dayandığını düşünmek hata olur. 1950’li yılların anti-komünist milliyetçi paranoyası da bir takım olgulardan hareket ediyordu. Stalin rejiminin korkunç bir diktatörlük olduğu doğruydu. Rus ordularının “komünizm”i, çevresindeki ülkelere zorla, gerekirse işgal yoluyla dayattığı da doğruydu. Rus işgaliyle “komünist” olan Bulgaristan, Türkiye’nin sınır komşusuydu. Sovyet rejiminin, Kafkasya’daki müslüman ve türki halklara baskı yaptığı da doğruydu (Çarlık Rusya’sından kalan zulüm mirasını sürdürüyordu rejim). Stalin’in, Türkiye’den, boğazlardan serbest geçiş hakkı ile Kars ve Ardahan’ı talep ettiği de doğruydu. İşte o zamanın milliyetçi paranoyası, bu gerçekleri kendisine temel yaparak işi abarttıkça abartmıştı. Stalin rejiminin korkunç bir diktatörlük olduğu gerçeği, maçta yenilen Rus futbolcularının fırınlarda yakıldığı palavralarına; Rus ordularının “komünizm”i işgal yoluyla yaydığı gerçeği, Rusya’nın her an Türkiye’yi işgal edebileceği paranoyasına; Sovyet rejiminin müslüman ve türki halklara zulüm yaptığı gerçeği, ırkçı ve dinci safsatalara dönüştürülmüştü.
Bugün de anti-komünizmin yerini anti-Amerikanizm almış bulunuyor. Kanımca artık anti-Amerikanizm, elli yıldır sürdürülen anti-emperyalizm ya da anti-kapitalizmle aynı şey değil. O, artık ırkçı-milliyetçi paranoyanın temel malzemesi. Ve, üstelik o da bir takım gerçeklerden yola çıkıyor. Amerikan devletinin, “demokrasi”yi başka ülkelere silah zoruyla dayattığı doğrudur. Kendisine kafa tutan devletleri, gerektiğinde işgal ettiği doğrudur. Üstelik bu işgal, Türkiye’nin komşusu Irak’ta daha yeni vuku bulmuştur. Amerika’nın müslüman halklara zulüm uyguladığı da doğrudur. Amerika’nın, Türkiye’deki incirlik gibi askeri üslerinin serbest kullanımını talep ettiği de doğrudur. İşte milliyetçi paranoya bu gerçeklerden yola çıkarak inşa edilmektedir. Ne var ki, bu yeni milliyetçi paranoyanın eski anti-komünist paranoyadan da büyük açıkları vardır. Örneğin bu milliyetçi paranoya, Türkiye’nin, ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiklerinden, İsrail’in en önemli yardımcılarından ve Türk ordusunun ABD’nin komutası altındaki NATO’nun mensuplarından olduğu gerçeğini nereye saklayacağını bilemez bir haldedir.
Bazen düşünürüm, insanın, kendi dilinde yazılmış milliyetçi-paranoyak edebiyatta bile bir kalite araması başka tür bir milliyetçiliğin ürünü müdür diye?
Gün Zileli
24 Mayıs 2005