(Etyen Mahçupyan’ın İdeolojiler ve Modernite Kitabı Üzerine)
Etyen Mahçupyan’ın, tezler içeren kitabı (Yol Yayınları, Temmuz 1996) dikkatle okunmayı ve değerlendirilmeyi hakediyor. Kitapta ortaya konan tezlerin asgari düzlemde de olsa kavranabilmesi için genişçe bir özetleme ve alıntılama yapmak zorundayım.
“Dünyanın demokrat bir projenin eşiğinde,” olduğunu ileri süren Mahçupyan, yüksek düzeyde bir teorik soyutlamayla, dört “zihniyet”li bir epistomolojik dizge ve her bir dizgenin uzantıları olan toplumsal yönelimleri ortaya koyuyor. Bunlardan birincisi, “madde/zihin” karşıtlığında “zihni ön plana alarak madde üzerinde belirleyici kılan idealist yansıma” (silahlar bana aittir) (s.20) ve onun doğal uzantısı olan Ataerkil zihniyettir. İdealizm, “insanların öznel ve eksik zihinlerinin dar çerçevesinden sıyrılmakta; bilgiyi bizim dışımızda yani bize göre ‘nesnel’ bir zihnin kapsayıcılığı sayesinde temellendirmektedir. Bu akıl yürütmenin sonucu olarak, Tanrı olmadan dış dünyanın var olabilmesi mümkün değildir ve dış dünyayla ilgili bilgi edinebilmemiz Tanrının varlığının açık bir kanıtıdır.” (s.21) “Gerçekliğin ilahi bir zihinden kaynaklandığı” varsayımı, evrensel bir hiyerarşik algılama ve bilgi edinme dizgesi yaratır. “Alemdeki tüm alanların ve varlıkların ortak özelliği olarak sunulan bu ‘doğal hiyerarşi’ anlayışı ataerkil zihniyetin de temel yapı taşıdır. Daha ‘doğru’ bilenin veya ‘doğal olarak’ daha yetkili olanın rehberliğine dayanan ataerkil zihniyet… az bilgilinin çok bilgiliye muhtaç olduğu bir bilgi edinme düzeni öngörür.” (s.24)
Bu dizgelerden ikincisi, “madde”nin insanı alet ederek kendi sarsılmaz hükmünü uyguladığı ve insanı, değiştiremeyeceği ancak anlamaya çalışabileceği yasalara mahkum eden “materyalist-otoriter” zihniyettir. “Bu yaklaşım insanın bilincini dışsal bir otoritenin anlaşılmasına, özgürlüğü ise o dışsal otoriteye uyuma indirgemektedir. Bunun doğal sonucu ise, kendini dışsal otoriteyle özdeşleştirme arayışı içine sokacak sosyopsikolojik bir tutumdur. Kendi kişiliğini kapsayıcı ve sarsılmaz bir bütünün veya gerçekliğin içinde eritme arzusu tek yönlü bir tahakküm ilişkisinin de esasıdır.” (s.30-31) “Bu süreç insanların robotlaştığı ve üstelik insanların isteyerek robotlaştığı bir süreçtir.” (s.33)
Dizgelerin üçüncüsü, “mutlak tekabüliyet ve relativist zihniyet“tir. Yukarda özetlenen maddeci ya da idealist yansımacı anlayışın dışında tekabüliyetçi bir anlayış da gelişmiştir. “Buna göre, madde/zihin veya dış gerçeklik/insan ilişkilerinde herhangi bir tarafın mutlak bir belirleyiciliğinden ziyade iki öğe arasında bir tekabüliyet ilişkisi vardır.”(s.34) Bu tekabüliyetçi yaklaşımlardan mutlakçı olanı, “dış gerçekliğe ilişkin algılamalarımızın hakikaten o gerçekliğe tekabül ettiğinden emin olmamız gerektiğini öne sürmektedir.” (s.34-35) Ancak bu mutlak tekabüliyet, dışımızdaki nesnenin doğrudan kendisine değil, o nesneye ilişkin duyumsal algılamamıza ilişkin bir tekabüliyettir. Yani, duyumlarımızla algıladığımız niteliklerin “sahibi olan esas nesne bizim için bilinemez kalmaya devam eder. Bu nedenle mutlak tekabüliyetçilik, dış gerçekliği değil onunla ilgili duyumlarımızı bilginin nesnesi… ile özdeşleştirmiştir.” (s.38) “Mutlak tekabüliyetçilik herkesin kendi bilgisini güvenilir kıldığı için, bu bilgilerden bazılarının ‘gerçek’ bilgi olduğunu öne sürmenin imkanı yoktur. Öte yandan yansımacı yaklaşımların sahip olduğu bilgi hiyerarşisinin dışlanması, bu konuda herhangi bir otoritenin olmadığını da söylemektedir. Dolayısıyla herkesin bilgisinin eşdeğer addedildiği ve bilgiler arasında bir mukayeseye olanak tanımayan relativist bir pozisyon yaratılmış olmaktadır.” (s.38-39) “Relativist bir toplumsal yapının gereksindiği tek şey, farklı algılamalara ve ölçütlere dayansa da, tüm insanların isteklerinin bir arada harmanlanmasını sağlayacak düzenleyici nötr mekanizmaların varlığıdır.” (s.40) ki bu da liberal bir toplumsal düzenin temelidir.
Dördüncü zihniyet ise, Mahçupyan tarafından, “göreli tekabüliyet ve demokrat zihniyet” olarak tanımlanmaktadır. Bu zihniyet, zihnimizle dış gerçeklik arasında göreli bir tekabüliyet olduğu varsayımına dayanmaktadır. “Zihnin rasyonalitesi, algılanan dünya hakkında bilgi üretse de bu bilginin gerçekliğe tam olanrak tekabül ettiğini ileri süremeyiz. Dolayısıyla zihin bir filtre görevi görürken, gerçekliği anlamlı kılma çabası içinde ister istemez o gerçekliği çarpıtır. Bilgiyi mümkün kılar ama bunu, bilginin gerçeklikten uzaklaşması pahasına yapar. Diğer bir deyişle bilgi, gerçekliğin bir özelliği ve parçası değil, bizim bir kurgumuz, tarafımızdan meydana getirilmiş bir inşadır.”(s.45) “Göreli tekabüliyetçilik böylece hem dışsal gerçeklik hem de ahlaki tercihlerimiz karşısında kuşkucu bir bakış geliştirir.” (s.46) Bilginin göreceli olması, kaçınılmaz olarak çoğulculuğu gündeme getirir. “Kimsenin bilgisinin insanları aşan bir meşruiyete sahip olmaması nedeniyle, mümkün olduğunca çeşitli bilgi üretimini desteklemek ve korumak gerekmektedir… Dolayısıyla demokrat zihniyet mutlak bir özgürlük ortamı hedefler ve ancak bir özgürlük ortamında toplumsal anlamda mümkün hale gelir.”(s.47) “… Demokrat toplumsal yapı, olabildiğince ve toplum tarafından doğru olarak algılandığı ölçüde ademi-merkeziyetçidir.”(s.49)
“… kaynağını devletde bulan hiçbir yaklaşım çoğulcu olamaz,”(s.114) diyen Mahçupyan’ın, güçlü bir otoriteryanizm ve aynı zamanda liberalizm eleştirisi içeren kitabının bundan sonraki tüm varsayımları, bu özetlenen temele dayanmaktadır. Ben, kitabın çok ayrıntılı bir değerlendirmesine ya da eleştirisine girmemekle birlikte, takıldığım birkaç noktayı belirteceğim.
Gerçi Mahçupyan, taraftarı olduğu demokratik zihniyetin öngördüğü demokrat toplumun ayrıntılarına girmemektedir ama, yer yer buna ilişkin saptamalarda da bulunmaktadır. Örneğin, Mahçupyan’a göre, “demokrat bir toplum her görüşe kendini geliştirme ve ötekileri etkileme alanı sağlayan; ancak hiçbir görüşe ‘devlet görüşü’ olmayı garanti etmeyen bir,” (s.115) düzendir. Buradan, Mahçupyan’ın, demokrat bir toplumda da devleti öngördüğünü öğrenmiş oluyoruz. “Her zaman taraf” olan, “kendi arzusuyla kendini sınırlaması gerçekdışı bir beklenti,”(s.105) olan ve “daima otoriter dünya görüşüne uygun bir nüve teşkil eden,”(s.120) devlet mekanizmasının varlığı koşullarında, Mahçupyan’ın öngördüğü, kimsenin kimseye baskı yapmadığı demokrat toplumda, özgürlüğün nasıl garanti altına alınacağı sorusu boşlukta kalmaktadır.
Öte yandan, dünyada ve ülkemizde, umutları çökerten otoriteryanizmle birlikte insanlığa yeni umutlar vermekten uzak olan liberalizmin de başaşağı gittiğini ve kolektivist ve ulusçu devletin karşısında özgürlükçü alternatifin yükseldiğini gören Mahçupyan, bu özgürlükçü alternatifi çabucak “demokrat zihniyet” olarak tanımlayıp tekelci bir tutum sergilerken, bu tekelci tutumunu, taraftarı olduğu özgürlükçülüğü 150 yıldır ödünsüz savunan anarşizmi görmezden gelmesiyle ve “anarşi” sözcüğünü yer yer popüler anlamıyla, kargaşalık karşılığı olarak kullanmasıyla da (örneğin s.87’de) sürdürmektedir. Mahçupyan, elbette kendisi bu kavramı benimseyebilir, hatta özgürlükçü alanın bu kavramla ifade edilmesini de bir öneri olarak getirebilir. Ama, bu alanın en kadim ve en kararlı savunucusu olan bir düşünceye hiç yokmuş gibi muamele etmek, bir de üstelik o kavramı, popüler dilde kazandığı olumsuz anlamıyla kullanma kolaycılığına kaçmak, her şeyden önce, demokrat zihniyetle bağdaşmamaktadır.
Anarşizm tekelci değildir. Otoriteryanizme ve liberalizme karşı özgürlük alanında mücadele etmek isteyen her liberter düşünceyi sevinçle karşılar ve ona herkesten önce kendisi yer açar. Ama birisinin de gelip teklifsizce yerine oturmasına ve kendisine namevcut muamelesi yapmasına sessiz kalamaz. O zaman insana, “dağdan gelmiş, bağdakini kovuyor” derler.
Özgürlükçü alana hoşgeldin demokrat zihniyet ! Merhaba ! Benim adım Anarşi !
Bireylikler,
sayı:2, Mayıs-Haziran 2005
MAHÇUPYAN’IN DİNK CİNAYETİNDEKİ YERİ AÇIKÇA ORTAYA ÇIKMADIKÇA YAZILARINI OKUAYACAĞIM!..